Modern Aşk Kurami

Okul.Oncesi

Okul Öncesi Öğretmeni
Katılım
25 Şub 2008
Mesajlar
374
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Bölüm:
Okul Öncesi Öğretmenliği
Şehir:
Mersin
MODERN AŞK KURAMI

Hemen hemen bütün bilimsel gelişmelerin temelinde insanın keskin zekası ve engellenemez merak yetisi vardır. Pek az sayıdaki adımın kökeninde ise, sakar bilim adamları ve deliler yatmaktadır. Ama onlar olmasaydı; sanırım bazı şeyler, günümüzdekinden biraz daha farklı olurdu. Fakat neticede bugün, buradayız. Her şey bildiğimiz gibi. Peki ya bilmediklerimiz? Ve daha zor bir soru, bilemediklerimiz?
İnsan zekası, her geçen gün, bulanık bir okyanusun derinliklerinden büyüleyici güzellikte inci taneleri çıkarıyor ve bizler, onları her defasında büyüyen bir hayranlıkla izliyor; daha coşkun alkışlarla kutluyoruz.
Ancak, orada çekip almaya gücümüzün yetmediği dev bir inci var ki; sadece onun siluetini izlemekle yetiniyor, onu güneşle buluşturacak sihirli ellerin derinliklere dalacağı günü sabırla bekliyoruz.
Atomları, hücreleri, yıldızları ve daha pek çok varlığın doğasını çözdük. Peki ya çözemediklerimiz ?
Binlerce yıldır zihinleri kurcalayan ama hala net bir cevabın verilemediği, hoş ama kesinlikle garip bir kavramdan bahsediyoruz:
Aşk!

Hemen herkesin hayatı boyunca en az bir defa maruz kaldığı bu ilginç fenomenin gizemlerini keşfedebilecek miyiz?
Asırlar boyunca bir çok düşünür, bilim adamı ve aslına bakarsanız tüm insanlık, bu kavramı, belirsizlikler ülkesindeki mistik kafesinin içinden seyretmek durumunda kalmıştır.

Elimizdeki kayıtlara göre bu konuya ilk eğilen kişi, Sokrates olmuştur. Ancak bu onun yaşamı boyunca kendini kambur hissetmesine de neden olmuştur.
Zira, iyilik, sevgi, dostluk gibi nice kavramları, o görkemli zekasıyla kısa zamanda çözümleyip insanlık önüne her ayrıntısıyla dökebilen bu ünlü düşünür, aşkı incelemeyi de ihmal etmemiş, aylar süren bir savaştan sonra, Atina Devlet Tımarhanesi’ne kapatılmış psikoterapistinin ödediği kefalet ücretiyle şartlı tahliyesine karar verilmiştir. Nihayet, Sokrates, bu çalışmasını “Aşkus Diyaloğu” adıyla kaleme almış ama kaleme mürekkep koymadığını fark edememişti. Bir rivayete göre bu diyalog Sokrates ile Eros arasında gerçekleşmiştir.

Eros’un başı derttedir. Helen, Paris’e; Paris ise, güzel Afrodit’e aşıktır. Afrodit de Louis Alberto’yu deliler gibi sevmektedir. Tanrılar Tanrısı Zeus, aşk işlerinden sorumlu Tanrı Eros’u makamına çağırıp bir güzel azarlar ve bu karmaşayı çözmesi için ona sadece 72 saat süre verir. Eros, bu işi ancak Sokrates’le birlikte çözebileceğini düşünür ve özel güverciniyle ona bir mesaj yollar. İki gün sonra güvercin “Aradığınız kişinin adının önüne 2 rakamı getirildi. Daha sonra tekrar deneyiniz” şeklinde bir mesajla geri döner.
Eros, kalan sınırlı süresinde ne yapacağını kara kara düşündüğü bir sırada tesadüfen Sokrates’le karşılaşır. Gerçi Sokrates’in önce onu görmezlikten gelmesine biraz içerlemiştir ama arkasından koşarak yakalamaya da mecburdur.

Eros: Sokrat! Sokrat! Düşünürlerin efendisi!
Sokrates: Hey Eros! Nereden böyle Tanrıların en yakışıklısı ?
Eros: Sevgili Sokrates, seni görmeyi nasıl arzu ediyordum bilemezsin. Mesajıma bir yanıt geldi ama bir şey anlamadım. Neyse ki buradasın.
Sokrates: Olimpos’dan geliyorsun herhalde.
Eros: Olimpos’dan mı?
Sokrates: Evet.
Eros: Bunu da nereden çıkardın, Sokrates?
Sokrates: Maça gitmedin mi?
Eros: Maç mı? Ah evet nasıl da unutmuşum. Final bugündü değil mi?
Sokrates: Lanet olsun Eros! Nasıl kaçırırsın?
Eros: Sorma Sokrat, başımda öyle büyük bir bela var ki, uyku uyutmuyor bana.
Sokrates: (Umursamaz ve heyecanlı bir şekilde) Ne maçtı ama! Tanrılar arası ağır sıklet boks şampiyonu, Büyük Apollon! İki direkt yetti. Hem de üçüncü rauntta . Ulu Zeus bile şaştı bu işe.
Eros: Sevgili Sokrat, sana danışmak istediğim bir konu var.
Sokrates: (Aldırmaz) Hades’in suratını görmeliydin, Eros.
Eros: Sokrat, beni dinle lütfen. Helen, Paris, Afrodit ve ne idüğü belirsiz bir herif arasındaki aşk karesi başımda büyük bela. Zeus diyor ki...
Sokrates: (Eros’un sözünü keser) Şu güneşin parlayışına bir bak, aziz Eros. Bugün bambaşka bir gün. Ne kadar güçlü ve aydınlık.
Eros: Ne ilgisi var?
Sokrates: Güneş Tanrısı Apollon’un günü bugün!
Eros: (Sıkılır) Kahretsin Sokrat! İşitmiyor musun beni? Şu aşk meselesini çözmeliyim. Bunun için de aşkın nasıl bir şey olduğunu tam olarak bilmeliyim. Lütfen yardım et!
Sokrates: Sen de bir Tanrısın ama...
Eros: (Lafa girer) İyi de durum bildiğin gibi değil. İşin başında ben ekonomiyi istemiştim. Zeus karşı çıktı. “Sen Afrodit’le çalışacaksın. İtiraz istemem!” dedi. Afrodit’in şimdiki hali malum.
Sokrates: Onu söylemiyorum, Eros. Sen de bir Tanrısın ama... Şampiyonaya neden katılmadığını merak ediyorum.
Eros: (Sinirlenir) Ulu Zeus aşkına! Sana ne söylüyorum Sokrat! Yoksa yanlışlıkla bir yumruk da sen mi yedin?
Sokrates: O yumruğu görmeliydin. Müthişti. Müthiş.
Eros: Anlaşılan seninle bu meseleyi konuşamayacağız, Sokrat.
Sokrates: Dinle Eros. Önce sendeledi, sonra ikincisi geldi. Artık şansı kalmamıştı. Sağ ayağı yerden...
Eros: (Sokrates’ten uzaklaşarak) Seni bilge bir kişi sanırdım. Duyduğum o süslü sözler, senin gibi birkaç delinin zırvalarıymış meğer.
Sokrates: (Yüksek sesle) Bir dahaki maça birlikte gidelim. Biletler benden.
Eros: (Kendi kendine) Son şansım da oydu. Kala kala 9 saatim kalmış. İşim bitti. Tanrılığımı feshedip, kabine dışı bırakırlar. Bari uyduruk bir Tanrılık falan verseler.
Lanet olsun.
(Eros iyice uzaklaşır)
Sokrates: Gitti nihayet. Ah, zavallı Eros. İşi zor. Ulu Zeus adına hala belim ağrıyor. Aptal Herakles! Mesajın geri gelmesi en az dört günü bulur demişti. Neyse, eve gitmeliyim. Aşkmış! Yemezler.

Zavallı Eros, günlük ve alışılmış türden kelimelerin basit ve kolay anlaşılır olması gerektiği şeklinde hatalı bir sanıya sahipti. Oysa, daha yüzlerce yıl en yetkin filozoflar bile bu gizemli sözcüğe rağbet etme cesareti gösteremeyeceklerdi.
Hristiyanlığın ortaya çıkışı, Roma İmparatorluğu’nun yıkılması, kilisenin katı tutumu ve daha pek çok neden, felsefe ve bilimin ilerleyişine önemli ölçüde ket vurmuştu. Ta ki 17.yüzyıl’a kadar.

Ünlü Alman bilimcisi Johannes Kepler, Kopernik’in kuramından yola çıkarak “Aşkus” kavramı üzerindeki sis perdelerinden birini kaldırıyor ve dahice bir formülasyonla Klasik Aşkus Kuramı’nın kurucusu haline geliyordu.
Kepler, temel olarak Aşkus’un gelişigüzel bir karmaşadan daha ziyade, geometrik düzenin sıradan bir parçası olması gerektiğine inanıyordu.
Kepler’in Klasik Aşkus Kuramına göre “Merkezde çekim gücü yüksek bir kadın ve etrafında belirli eliptik yörüngelerde dönen irili ufaklı pek çok erkek vardır. Çekim etkisi daha fazla olan bir kadın bölgeye yaklaşmadıkça, bu irili ufaklı erkekler, yörüngelerinde düzenli olarak dönmeye devam ederler.”
Bu, Klasik Aşkus Kuramı’nın 1.yasası olarak bilinir.

Kepler’in buluşu, bir anda tüm Avrupa’yı etkisi altına almıştı. Kısa zamanda hükümetler, buğday alım fiyatlarını düşürürken, Kilise’nin çevirdiği entrikalar sonucu Berlin ve Londra borsalarında da olumsuz gelişmeler yaşanmıştı. Zira kilise merkezde bir kadın değil, erkek olmasını istiyordu. Johannes Kepler, atının altına yerleştirilen bir bombanın patlaması sonucu hayata veda etti. Bu büyük insanı alçakça şehit eden kişi yada kişiler yakalanamadı ama saldırıyı Dünya Balıkadamlar Örgütü’nün üstlendiği hemen herkesçe biliniyordu.

O yıllarda, İtalya’da yaşayan bir başka aşkolog, Kepler’in öldürülmesinden çok etkilenmiş ve bu kuramın gelişmesi yolunda çaba harcamaya yemin etmişti. Bu adamın adı, Galileo Galilei idi.
Sarkaçlarla oynamaktan sıkılmış olan Galilei, kendi geliştirdiği bir teleskopla aşkus fenomeninin karanlıkta ve uzakta kalan sırları üzerinde durdu.
Tabi zaman zaman da yıldız ve gezegenleri gözlemlemeyi ihmal etmedi. Ancak bütün bunlar uzun sürmeyecekti. Zira, Kilisenin gözleri hayli zamandır Galilei’nin üzerindeydi ve uygun bir fırsatın çıkması için sabırsızlanıyorlardı. Roma savcılığı, Galilei’ye röntgencilik ve edebe aykırı hareket etmekten dava açmıştı.
Üstelik, evinde yapılan aramada cezerye yapımında kullanılan bol miktarda hammadde ve altı adet rus yapımı kaleşnikaşk marka preservatif bulunması, onun için durumu daha da güç hale getiriyordu.
Neyse ki, kilise Galilei’ye bir anlaşma önermişti: Savcı, delilleri görmezden gelecek, Galilei de hiç sırıtmadan Dünya’nın yuvarlak değil, düz olduğunu söyleyecekti. Galilei, anlaşmaya sadık kaldı ve dava düştü.
Mahkemeden sonra pek çok bilimci, onu döneklikle suçladı. Bazı Galilei hayranları buna çok içerlemişlerdi. Tepki olarak, Roma meydanında posterlerini yaktılar. Yakanlar arasında Papa’nın da tebdil-i kıyafet halinde bulunduğu rivayet edilir.
Galilei’nin aşkus üzerine yaptığı çalışmalar günümüze kadar ulaşamamıştır. Ancak,

Galilei’nin “Aşkus’un deney, matematiksel uslamlama ve radyolojik yöntemlerle izah edilebileceği” kuramı Isaac Newton’u çok heyecanlandırmıştı. Newton, bu kuramdan yola çıkarak, Klasik Aşkus Kuramının ikinci yasasını ortaya koyacaktı.
Aslına bakarsanız, Isaac Newton’un dürüst bir insan olmadığı yolunda pek çok görüş vardı. Kolay öfkelenen, itiraz tanımayan ve kinci bir kişilik yapısına sahipti.
Onun hakkında ününe gölge düşürebilecek kadar ilginç bilgilere sahibiz. Acaba ikinci yasayı ilk bulan Newton muydu, yoksa Leibniz mi ? Bu sorunun kesin yanıtını hala bilmiyoruz. İngiliz Kraliyet Akademisi’nin kayıtlarına göre Leibniz, eser hırsızlığı ile suçlanmış; ilk olma onuru, Isaac Newton’a verilmişti. Fakat bir başka hakikat vardı; bu karar alındığında Newton, İngiliz Kraliyet Akademisi’nin Başkanı, Leibniz’i yargılayan komitenin üyeleri ise tesadüfen Newton’un yakın arkadaşlarıydı. Bazı söylentilere göre önceki yıllarda komite üyesi Richard Woods, sık sık Düsseldorf’a Leibniz’i ziyarete gidiyor, kuru üzüm karşılığı aldığı bilgileri Newton’a iletiyordu. Leibniz’i kuru üzüme alıştıranların da Newton’un Düsseldorf’daki adamları olduğu düşünülüyordu.
Tabi bizler, bunların ne ölçüde doğru olduğunu bilemiyoruz. Şimdi ikinci yasanın keşfedildiği geceye gidelim.

(27.Haziran.1671, Sir Isaac Newton’un evi)
Newton: Kahretsin! Şu lanet denklemin bir şeyleri eksik.
Edward: Leibniz’den yeni bir haber var mı?
Newton: O keş, artık eskisi kadar iyi değil. Dozu ayarlayamadık galiba.
Edward: Senden korkulur dostum.
Newton: Biz sadece yardımlaşıyoruz. O kuru üzüm istiyor, ben de veriyorum. Ben başka şeyler istiyorum, o da veriyor. Olay bu.
Edward: Bir fark var, onu buna muhtaç eden sensin.
O sırada Richard içeri girer.
Richard: İyi akşamlar baylar.
Newton: Yüzün güldüğüne göre iyi haberler getirdin Dusseldorf’tan.
Richard: Sanırım iyi. Sen karar ver.
Edward: Kahve?
Richard: Lütfen, şekersiz.
Newton: Ne kahvesi şimdi? Leibniz neler söyledi?
Richard: Garip şeyler.
Newton: Ne?
Richard: (Derin bir nefes alır) Aşkus’un çekimden başka bir bileşeni daha olması gerektiğini söyledi. Şey gibi bir şey. Yani....Bir örnek vermişti...Bir Osmanlı mı ne. Neydi ki?
Newton: Kes saçmalamayı Richard!
Richard: Dur bakalım, acele etme.
Newton: Nasıl acele etmem. Dilimin ucunda bir şey var, ama bir türlü harfleri doğru yerlere oturtamıyorum. Sabrım kalmadı. Herifi uyandırırsak işimiz biter.
Edward: Kabahat sende.
Newton: Nedenmiş o?
Edward: Sen de diğer fizikçiler gibi ticaretle uğraşsana. O cüce Japon fizikçi Takayasu, cep değirmeni yaptı, köşe oldu.
Newton: Kapa çeneni Edward. Aşkus kuramını tamamlamak zorundayım. O zaman Elizabeth benim olur. Anladın mı şapşal!
Edward: Susan daha hoş bence.
Newton: Susan mı? Belki. Ama onun adetleri düzenli değil. Nasıl hesap yapacağım? Sonra bir düzine çocuğu nasıl besleyeyim ben.
Edward: Düzensiz ha? Bunu bilmiyordum.
Newton: Gazete okumazsan karının ne haltlar yediğini de bilmezsin.
Edward: Karımın mı?
Newton: Şey...Ben aslında...
Edward: (Öfkeli halde) Söylesene kaçık!
Newton: Bırak yakamı. Söyleyeceğim.
Richard: Beyler, sakin olun.
Newton: Dünkü Paris Times’da bir haber vardı da...Şu köşe yazarı Montaigne yazmış. İşte burada.
Edward: Ver onu bana. (Sesli olarak okumaya başlar) ...Hayatta garip şeyler olması yadırganmalı. Çünkü ben hayatın genelde tuhaf olamayacağını düşünmüşümdür hep. Bayan Ann Crawford, yani İngiliz Kraliyet Akademisi üyesi Sir Edward Crawford’un eşi. Paris Hilton’da rezervasyon görevlisiyle basılınca ortalık karıştı. Tanrım aşk, insana neler yaptırıyor. Birbirine ait bedenler, biraz uzak kaldı mı...
Richard: (Heyecanla) Tamam hatırladım!
Edward: Adi şıllık!
Newton: Ne hatırladın?
Richard: Bir Osmanlı düşünürü şöyle demiş.
Edward: Boşanacağım ondan!
Richard: Şöyleydi; “Her kim ki yarinden ayrı düşer, gider başka yar bulur. Her kim ki yarinden ayrı düşmez; böyle bir şansı da olmaz”
Newton: (Bağırarak) Buldum!
Edward: (Bağırarak) Sürtük!
Newton: (Bağırarak) Bu iş bitti!
Richard: Bağırmayın lan!
Edward: (Bağırarak) Ederim işinize!
Richard: (Bağırarak) Kapa çeneni Edward.
Newton: İkiniz de kapayın çenenizi. Çalışmam lazım. Beni yalnız bırakın. Toz olun.

Isaac Newton, o gece sabaha kadar bir ağacın dibinde oturup düşündü. Adli tıp raporuna göre, sabah 07:30 sıralarında Newton’un başına elma süsü verilmiş bir kiremit düşmüştü. Bu sayede bir kiremitle iki kuş vurulmuştu. Zira yapılan balistik incelemede, bu kiremitin daha önce de muhtelif suikastlarda kullanılmış olan kiremitlerle aynı elden atıldığı ortaya çıktı. Daha önemlisi ise, Isaac Newton, yediği bu darbe ile Klasik Aşkus Kuramının ikinci yasasına son şeklini vermişti. Hastanede yaptığı basın toplantısında keşfini şöyle açıklıyordu:
“Baylar, Hanımlar... Şunu gördüm ki; iki karşıt cins birbirlerini kütlelerinin çarpımı ile doğru, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak çekerler. Bu sebeple..Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.”

Newton, insanlık adına büyük bir buluş gerçekleştirmişti. Ama eksik bir buluş. Bu eksiği tamamlayacak kişi, 19.yüzyıl sonlarında İsviçre’nin Ulm kentinde doğacak olan bir adamdı: Albert Einstein.
Einstein’ın buluşu, modern çağın başlamasına da ön ayak olacak ve bu dahi adam, zeka ile eş anlamlı bir sembol haline gelecekti.
O bundan habersizce, kafasını meşgul eden tuhaf sorularla eğleniyor, fakat ne yazık ki yakın çevresince “Geri zekalı çocuk” diye anılıyordu. Ancak Albert, bunlara aldırmıyor, zihnindeki karmaşayı “Işık mı benden daha hızlı, yoksa ben mi Pizza Kulesi’nden daha eğriyim?” sorusuyla sık sık dile getiriyordu. Bir yandan da Klasik Aşkus Kuramı’nda bir terslik olduğunu düşünüyordu.
Yıllardır aradığı sihirli ışığın, kafasındaki çatlaklardan süzülüp beynini harekete geçirmesini sağlayan kişi, bunun farkında bile olmayan Bayan Müller idi. Sıcak bir temmuz akşamı, Albert, yufka ve rom almak üzere dışarı çıkacaktı ki kapıyı araladığında Bayan Müller ve uzatmalı sevgilisi Bay Schubert’in merdiven boşluğunda bağıra çağıra kavga ettiklerine şahit oldu.

Bay Schubert: Aptal kadın! Bıktım senden!
Bayan Müller: Bana mı aptal diyorsun sen! Neden hep bağsız ayakkabı giyiyorsun peki?
Bay Schubert: Nefret ediyorum senden! Başından beri Lulu’ya aşığım ben!
Bayan Müller: Defol evimden alçak! Git o kız kurusu ile ne halt edersen et! Bana olan 1300 Mark borcunu da hemen getir, yoksa silindir gibi ezerim seni!
Bay Schubert: (Merdivenlerden inerek) Filler unutmaz diyenler haklıymış!
Bayan Müller: (Ağlamaklı) Geber!
Einstein: (Kısık sesle) Aman Tanrım, Bay Schubert, Bayan Müller’i terk etti. Bayan Lulu’ya aşıkmış, ama bu çok tuhaf. Annemin dediğine göre Bayan Schubert 110 kg civarında oysa, bayan Lulu olsa olsa 55-60 kg falan. Yoksa, Aman Tanrım!
Einstein’ın Annesi: (Bağırarak) Kör olası aptal çocuk! Sen hala burada mısın! Git bana içki al hemen!

Albert Einstein, güneş doğana kadar olağanüstü bir buluş yapacağından habersiz, içtenlikle, merakla, heyecanla çalıştı. Nihayet, günümüzde bile anlamakta güçlük çekilen Modern Aşkus Kuramı’nı, diğer adıyla Göreceli Aşkus Kuramı’nı ortaya attı. Birkaç ay sonra verdiği bir konferansta şöyle açıklıyordu kuramını:
“Eğer Newton tamamen haklı olsaydı, yüksek m kütleli kadınların, düşük m kütleli kadınlara göre daha çekici olması gerekirdi. Üstelik yüksek m kütleli kadınların mesafeyi artırdığı da bir gerçek! Daha öte bir sonuç ise, Özel Göreceli Aşkus Kuramından çıkıyor; ışık hızına yakın hızla hareket eden aşıklarda zamansal ve mekansal değişimler de dikkat çekici. Onlara göre zaman akışı değişime uğruyor; mekansa, rengarenk ve alışılmışın dışında bir görünüm kazanıyor”
Göreceli Aşkus Kuramı, bir yandan Einstein’a Nobel Romantizm Ödülünü kazandırmıştı bir yandan da şişman kadınların nefret ve teessüflerini.
Yazık ki Einstein’dan bu yana Aşkus Kuramı’nda önemli bir gelişme kaydedilmedi.
Teknolojinin süratli ve toplumların dejeneratif gelişimi, Aşkus kavramı üzerinde de bozucu etki yapmış olabilir. Milenyuma geldiğimizde, hemen hemen tüm kavramlar üzerindeki “Cüzdansal Oluşumlar” hakimiyeti, Aşkus’u da bünyesinde biraz eritmiş gibi görünüyor.
Acaba Aşkus üzerine çağlar boyunca yapılan çalışmalar, çağların insanlığı değişime uğratmasıyla işe yaramaz hale gelmiş olabilir mi ?
Eğer, güçlülerin kazanıp, zayıfların elendiği bir evrende yaşıyorsak, kimin güçlü, kimin zayıf olduğunu insanın değer yargıları mı, yoksa önyargıları mı belirliyor. Ya yargıların kökeninde ne yatıyor?
Sokrates’e bir e-mail attım, cevap bekliyorum.

SON​
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst