Osmanlıdan Nükteler

Garbino

Özel Üye
Katılım
2 Kas 2007
Mesajlar
1,268
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Şehir:
Samsun
Kazandığının Yarısı

Padişah III. Murat'a oynadığı oyunu bitirdikten sonra kendisine bahşiş verileceği sırada maskara, şöyle der: "Bugün altın istemiyorum, Padişahım. Onun yerine yüz değnek vurulsun."
III. Murat, bu isteği oyunun bir parçası zannederek isteğin yerine getirilmesini emreder.
Elli sopa yedikten sonra maskara:
"Hele bir durun," der. "Geride kalan elli sopayı da ortağıma atın." Padişah haklı olarak:
"Ortağın da kim?" diye sorar. Maskara:
"Her zaman beni buraya çağıran saray bahçıvanı 'benim yüzümden para kazanıyorsun' diyerek
kazandığımın yarısını elimden alıyor. Bu yüzden bugünkü kazandığımın yarısını da o alsın istiyorum."
Konuşmadaki ince espriyi anlayan Padişah onun bu isteğini de yerine getirtir.

Burada Ne Yapıyorsun

Osmanlı tarihinin en renkli simalarından biri de Mehmet Paşa'dır. Onu çekemeyenler tarafından "Öküz" lakabı yaygınlaştırılmıştır. Günün birinde Öksüz Mehmet Paşa'nın çadırında çok sayıda insanın olduğu bir zamanda bir öküzün içeri bakıp böğürdüğü görülmüş. Orada bulunanlar bu tablo karşısında gülünce Paşa, şöyle demiş:
"Biliyor musunuz, o, bana ne dedi?" Hiç kimse bir şey demeden meraklı bakışlarla Mehmet Paşaya bakmaya devam etmişler. Paşa, şöyle sürdürmüş sözlerini:
"Bana, bu eşeklerle burada ne yapıyorsun, dedi."

Dost

"Söyler misiniz, kaç çeşit dost var?" şeklindeki soruya Şair Baki şu cevabı vermiş:
"Üç çeşit dost vardır:
Bir dost vardır; gıda gibidir. Sen onu her zaman ararsın.
Bir dost vardır; ilaç gibidir. Lazım olduğunda ararsın.
Bir dost daha vardır ki; hastalık gibidir. O seni seni arar."

Bilmek İçin Öğrenmek

Tarih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle, dünya çapında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemal (İnal)'a sormuşlar:
- "Sizdeki bilginin çok azına sahip olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?"
Şöyle cevap vermiş:
- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bilinmek için!

İhtiyar Olmuş Olsaydı

Osmanlı Padişahlarından I. Murat, Birleşik Avrupa Ordusunu I. Kosova Savaşı'nda yendikten
sonra savaş meydanını gezmiş ve yaralılar arasında yaşlı olan kişileri göremeyince hayrete düşmüştü.
Padişahın şaşkınlığı yanında bulunan komutanlarından biri şöyle gidermişti:
"Padişahım, bunların yanında akıllı ve uslu bir ihtiyar olmuş olsaydı hiç böylesine bir harekete girişirler miydi?"

.
Mevlevi

Mısır seferinden dönerken Yavuz Sultan Selim Konya dolaylarında mola verir.
Bu sırada korkunç bir kasırga çıkar. Herkes, yerden kalkan tozların döne döne
yükselişini hayretle seyreder. Padişah, bu durumu çok değer verdiği, her zaman yanında
bulundurmaktan zevk aldığı büyük âlim Kemal Paşazade'ye sorar:
"Bu neyin nesidir, hocam?"
Hoca şu cevabı verir. Yavuz Sultan Selim'e:
"Burası bildiğiniz gibi Mevlana'nın şehridir efendim. Taşı toprağı Mevlevi’dir.
İşte böyle gördüğünüz gibi durmadan dönerler."

Deniz-Kara

Çok güzel bir yaz günüydü. Sarayın bahçesinde Kanuni Sultan Süleyman ile Barbaros Hayreddin Paşa, birlikte geziyorlardı. Kanuni, Barbaros Hayreddin Paşa'yı çok sever ve beğenirdi. Çünkü Barbaros, kocaman haçlı donanmasını Preveze'de mağlup etmiş, Cezayir gibi bir ülkeyi Osmanlı sınırlarına dâhil etmişti. Padişah bir ara: "Paşa, seni pekiyi görmüyorum, canını sıkan bir şey mi var?" diye sordu. Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geleli bir ay kadar olmuştu. Ama gelir gelmez denizlere özlem çekmeye başlamıştı... Hayreddin Paşa, çok açık sözlü biriydi. Bu yüzden Padişah'a derdini rahatlıkla söyleyecekti. Şöyle dedi: "Allah (c.c.) hamdolsun. Sayenizde sıkıntılarımız kalmadı Padişahım. Şu anki derdimiz denizlere olan hasretimizden ileri gelir. Bundan başka da bir derdimiz yoktur." Kanuni gülümsedi bu cevaben: "Denizlerden kaç gün ayrı kaldın ki?" diye sordu. Hayreddin Paşa: "Bir ay Padişahım. Evet, tam bir ay oldu denizlerden ayrı kalışım." Bunun üzerine Padişah: "Haklısın," dedi. "Denizlerin sultanı olduğun için, hemen hasretlik çekiyorsun." Barbaros şu karşılığı verdi Kanuni'ye: "Ne yapayım Padişahım. Denizde iken karayı, karada iken de denizleri özlüyorum. Çünkü denizlerde kendimi, kara da ise sizi buluyorum." Bu cevap Kanuni'yi öylesine sevindirdi ki, Barbaros'a, hemen denizlere açılması için izin verdi.

Binbir Altın

Kanuni Sultan Süleyman avlanmaya çıktığı bir gün sağanak yağmura yakalanınca o civardaki evlerden birine sığınır. Sıcak ateşin karşısında ıslanan elbiselerini kuruturken: "Gerçekten şu ateş bin altına bedel," der. Padişah geceyi geçirdikleri evden ertesi gün ayrılırken ev sahibi olan köylüye:
"Borcumuz ne kadar?" diye sorar. Uyanık köylü: ""Bin bir altın yeter," diye cevap verir. Padişahın hayretler içerisinde kaldığını gören köylü, onun soru sormasına fırsat vermeden sözüne devam eder: "Akşamki ateşin bin altın değerinde olduğunu zaten siz söylemiştiniz. Konaklama ücreti için ise bir altın çok mu fazla?"

Biz Sizi Uyanık Bildiğimiz İçin

Evi hırsızlar tarafından soyulmuş olan bir kadın, Kanuni Sultan Süleyman'a gelerek şikâyette bulunur. Padişah kadını dinledikten sonra ona şöyle sorar:
"Hırsızların evini soyduğunu duymayacak kadar da insan derin uyur mu?"
Evi soyulan kadın, Padişah'ın sorusuna şu ilginç cevabı verir:
"Biz sizi uyanık bildiğimiz için o kadar derin uykuya dalmıştık."

.
Adama Göre Adam Gönderirler

Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralı'na gönderilen İncili Çavuş'un elbisesinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral kıyafetinden dolayı yadırgadığı İncili Çavuş'a:
"Bana senden başka gönderecek adam bulamamışlar mı?" diye sormuş.
Bu soruya İncili Çavuş şu cevabı vermiş:
"Osmanlılar, adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin sebebi bu olsa gerek."

Assanız Olmaz mı?

Padişahın isteği üzerine bir gün İncili Çavuş, vezirlerden birinin taklidini yapmış.
Taklidi yapılan vezir bunu duyunca çok kızmış ve:
"Ben onu öldüreyim de âleme ders olsun," demiş. İncili Çavuş vezirin bu sözlerini işitince
can derdine düşmüş ve Padişaha gidip durumu anlatmış. Padişah İncili Çavuş'a:
"Sen korkma, o seni öldüremez, eğer o seni öldürürse ben de ona kısas uygularım," demiş.
Bunun üzerine İncili Çavuş, şöyle bir istekte bulunmuş:
"Aman Padişahım, o beni öldürmeden önce siz onu assanız olmaz mı?"

Hep Bir Ağızdan Konuşmayın

Padişah IV. Murat, Bağdat'ı almayı düşündüğü sıralarda devletin ileri gelenleriyle bir toplantı yaptı.
Bu toplantıda Padişah ve yakın çevresi Bağdat'ı almak fikrinde birleşmişlerdi. Ordu komutanlarından biri ise kesinlikle savaştan vazgeçilmesini istiyordu. Tam o esnada dışarıdan bir merkep sesi gelmeye
başladı. İşte bu anda IV. Murat, sesini yükselterek şöyle dedi:
"Hep bir ağızdan konuşmayın, ne dediğiniz anlaşılmıyor."

Bilek ve Yürek İşi

Günün birinde IV. Murat’a katmerli fil derisinden bir kalkan hediye edilmişti. Hediyeyi getiren kişi, bu kalkana ne okun, ne mızrağın, ne de kılıcın işlemediğini övünerek söylüyordu.
Sultan IV. Murat, aynı zamanda devrinin en ünlü okçularından biriydi. Padişahın emriyle kalkanı dışarıya çıkardırlar ve yine Padişahın emriyle birkaç okçu kalkana ok attı; ama delemediler.
Şimdi de Padişah deneyecekti. Okunu yayını eline alıp, nişan aldı ve:
"Ya Allah!" diyerek oku fırlattı. Sonra da elçiye dönerek:
"Git bak bakalım elçi, ok kalkana isabet etmiş mi?" diye sordu.
Elçi gidip kalkana bakınca onun delinmiş olduğunu gördü ve şaşkınlığını gizlemeyerek:
"Bu nasıl bir iştir Padişahım?" diye sordu. Padişah:
"Bu bilek ve yürek işidir," cevabını verdi.
"Sakın getirdiğin kalkan önceden delik olmasın..."


Sizin Soracağınız

Bir Ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Paşa Şair Haşmet'e hitaben: "Senin de borcun var mı Haşmet," diye sormuş ve ondan şu cevabı almış: "Evet Efendim, var."
"Ne kadar?" diye sorunca da: "Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş..." şeklinde cevap almış. Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarlamış sorusunu: "Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı onu soruyorum." Şair Haşmet, bu soruyu da şöyle cevaplamış: "Paşam oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız kul borcudur."

Talaş-Telaş

Sultan III. Mustafa 'telaş' ile 'talaş'ı birbirine karıştırırmış. Her zaman 'talaş'a 'telaş'a da 'talaş' dermiş.
Kendisini bu hususta uyarmak istemişler; ama buna kimse cesaret edememiş.
Saraydakiler uygun bir şekilde bu konuda Padişahı uyarmayı planlıyorlarmış.
Bu sırada Padişahın Nedimi: "Ben bu işi hallederim, siz merak etmeyin; ama bana bir hafta müsaade edin.
Eğer beni Padişahımız soracak olursa, 'Bir kaza geçirdi, evi yanıyordu, kendisi kurtuldu kurtulmasına ya biraz rahatsız. Birkaç güne kadar gelir,' deyin," demiş. Ve Nedim bir hafta sonra saraya gelip
Padişahın huzuruna çıkmış. Padişah:
"Geçmiş olsun, bir kaza geçirmişsiniz, anlat bakalım nasıl oldu?" diye sormuş.
Nedimi, planını şöyle uygulamaya koymuş:
"Refikam bir gün patlıcan kızartmaya başlamış. Talaşları yığarak tutuşturmuş.
Talaşlar birden alev alınca hanımı bir telaş almış ki, sormayın. Ne yapacağını bilemez olmuş.
Talaşlar yanınca bizimki telaşlanmış, bizimki telaşlandıkça talaşlar alevlenmiş.
Neyse efendim, alev alev talaş, bizim hanımda ise yine öylesine bir telaş ki..."
Padişah Nedimin sözünü keserek şöyle demiş:
"Canım, hanımın o kadar talaş etmeseydi, telaşlar bu kadar tutuşmazdı ki."

Aynı Şeyi Hatırlatıyor

Padişah III. Ahmet, günün birinde yanında bulunan adamlarından birine şöyle der:
"Musiki bana, Cennet kapısı açılırken çıkan ses gibi geliyor."
Adam, Padişahın gözüne girmek için:
"Aman Hünkârım, musiki bana da aynı şeyi hatırlatıyor," der.
III. Ahmet, kendisine yaranmak gayesi ile kılıktan kılığa giren adamı şöyle diyerek susturur:
"Sana gelen Cehennem kapısı kapanırken çıkardığı gıcırtıdır."

Elini Bile Sürmemişsin

Koca Ragıp Paşa bir gün kendi adını vermiş olduğu kütüphaneye gitmiş. Bir de bakmış ki; rafların, kitapların üstünde bir karış toz, her köşeyi örümcek ağı sarmış, her taraf pislik içerisinde.
Hemen kütüphane memurunu bulup şöyle demiş:
"Tebrik ederim seni, doğrusu çok emniyetli birisin; sana teslim edilen hiçbir şeye elini bile sürmemişsin."


Biz de Çok Şaştık

Mabeyinci Ragıp Ağa, Paşa olarak valiliğe atanmış. Göreve başlamadan önce büyük adamlara uğrayıp, onlarla vedalaşmak istemiş. Uğradıkları arasında emekli olduktan sonra yalısında istirahata çekilen Sadrazam Koca Hüsrev Paşa da varmış. Hüsrev Paşa, ziyaretine gelen Ragıp Paşayı:
"Buyurunuz Ragıp Ağa," diye karşılamış. Sohbet boyunca Ragıp Paşaya, Koca Hüsrev Paşa,
devamlı Ragıp Ağa diye hitap ettiği için Ragıp Paşa, içinden herhalde Paşaya, Paşa olduğumu
anlatamadım demiş ve Paşa olarak atandığını bir kez de şöyle anlatmayı denemiş:
"Paşam, Efendimiz, bendenizi huzura çağırıp; 'Sana vezirlik verdim, artık paşa oldun," deyince öyle sevindim ve öyle şaştım ki anlatamam." Sadrazam bu kez de şöyle demiş:
"Evet, Ragıp Ağa oğlum. Size vezirliğin verilmesini işittiğimizde biz de çok şaştık."

Neyle yapıldı?

Keçeci zade Fuat Paşa; ileri görüşlü ve yenilikçi birisiydi. Onun yaptığı bazı işler kimilerince
beğenilmezdi. Bu yüzden hasımları onu sık sık eleştiri yağmuruna tutarlar, hakkında ileri geri
konuşurlardı. İstanbul sokaklarını bir ara yer yer kaldırımlarla süslemesi de ayrıca hakkında
dedikoduların çıkmasına neden oldu. Bir gün devletin ileri gelenlerinden biri ona:
"Bu kaldırımlar neyle yapıldı?" diye sordu.
Fuat Paşa'nın cevabı şöyle oldu:
"Bize atılan taşlardan yapıldı."

Borçlu

Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Adalet Bakanı iken borcunu ödemeyen bir adamı kahve içme
bahanesiyle dairesine çağırmış. Adam içeride oturup kahvesini yudumlarken Paşa, onun kapıda duran atını sattırıp borcunu ödetmiş. Sonra da borçlu şahsa şöyle demiş:
"Borçlu olarak at üstünde gitmektense, borçsuz olarak yürümek daha iyidir."

Bir Örnekle Açıklayalım

Padişah Abdülaziz’i, Sadrazam Keçeci zade Fuat Paşaya sormuş:
"Ali ve Rüştü Paşalarla senin aranda nasıl bir fark var?"
Fuat Paşa, hemen cevaplandırmış soruyu:
"Bu farkı bir örnekle açıklayayım efendim. Yeni bir köprü yapılmış olsa üzerinden ben düşünmeden geçerim. Ali Paşa, köprünün ne kadar sağlam olduğunu inceledikten sonra geçer.
Rüştü Paşa ise köprüden bir alay asker geçirdikten sonra geçer."


Bu Kadarı Çok Bile

Bir arife günü Sadrazam Koca Ragıp Paşa ile şair Haşmet, Sadrazam Kuyucu Murat Paşa Türbesini ziyarete giderler. Koca Ragıp Paşa, türbedarı kızdırmak maksadıyla ona şöyle der:
"Efendi! Burada yatan kişi sıradan biri değildir. Bu kişi gazi ve savaşçı bir vezirdir. İşte bu yüzden sandukasına, kavuğuna, sarığına çok dikkat etmelisin." Türbedar:
"Baş üstüne Paşam," der Sadrazam devam eder:
"Kendisi büyük adamdır. Ona ilgi gösterip, hizmetinde kusur etmemelisin." Oruçlu türbedar iyice sinirlenir; ama susmaya devam eder. Sadrazam konuşmasını şöyle sürdürür:
"Türbedar efendi, anladın değil mi? Merhumun kavuğunda, sarığında toz toprak namına bir şey bulunmamalı." Türbedar bakmış ki sadrazamın sözleri bitecek gibi değil, daha fazla dayanamayarak şöyle der: "Efendim, bu adam bu gece yerinden kalkıp da yarın sabah, bayram namazına gidecek değil ya. Bu kadar çok bile."

Rahat Uyku Uyusam

Rusya'nın istekleri karşısında Padişah II. Mahmut, Divan şairi Keçeci zade İzzet Molla'nın fikrini öğrenmek ister. Keçeci zade, düşüncelerinin yer aldığı bir tasarıyı Padişaha sunar. Bunun sonucunu öğrenmek amacıyla da sık sık saraya gidip gelir. Yine bir gün böyle bir maksatla saraya geldiğinde, cahil olan Kızlar ağası ona şöyle der:
"Molla Efendi, o Rus Çarı'na tacı biz vermedik mi? Sen niye endişe ediyorsun ki;
padişahımız ondan tacı almasını da bilir."
Adamın bu tavrı karşısında, İzzet Molla, ellerini havaya kaldırıp şöyle dua eder:
"Allah'ım, şu adamın aklını bir gece olsun bana versen de, hiç değilse rahat bir uyku uyusam."

Çengeloğlu

Kaptanıderya Çengeloğlu Tahir Paşa İzmir Valiliği yaptığı sıralarda bir gün redif askerleri ayaklanıp konağına saldırmışlar. Paşa, hemen hazırlanıp ayaklananların arasına dalmış ve:
"Siz Çengeloğlunu öldü mü sanırsınız?" diye bağırmış. Paşayı aralarında böylesine cesaretli gören isyancılar hep birden dağılmış ve söz konusu isyan böyle bastırılmış. Bu başarısı dolayısıyla kendisini tebrik etmeye gelenler:
"Bu ne cesaret Paşam," demişler. "Ya isyancılardan biri çıkıp da tüfeğini size doğrultup ateşleseydi?"
Çengeloğlu Tahir Paşa şöyle cevaplandırmış soruyu:
"Bilmez misiniz? Çengeloğluna vuracak tüfeğin tetiğini çekmek için on iki manda lazımdır."

Siz Geldiniz Ya

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İstanbul'a gidecek olan Nedimi Şair Nihat Bey'den gelirken getirmesi için beyaz renkli, çok iyi bir eşek istemiş. Fakat Nihat Bey eşeği almayı unutmuş. Mısır'a geldiğinde ise Paşa haklı olarak hemen sormuş:
"Nihat Bey, bizim eşek nerede kaldı?" Şair şaşkınlıkla şöyle demiş:
"Vallahi unuttum Paşam, şimdi sizi gördüm de hatırıma geldi."
Paşa, aldığı cevaba memnun olmamış; ama yine de gülümseyerek şöyle demiş:
"Neyse, siz geldiniz ya, artık lüzumu kalmadı."

Kolayı Var

İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan şair Haşmet'in (18. yy.) kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet'in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (3. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet'in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış:
-Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?
—Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde baş seyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan'a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.
—Peki, ya baş seyis geri dönerse?
—Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler onunkini yazarız...

Yüzük Taşı

19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcı zade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcı zade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:
-Taşına mı bakıyorsunuz?
—Evet Paşam.
—Elmastır.
—Ne faydası var, yani ne getirir?
—Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?
—Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.
—Yaa, ne taşı bunlar?
—Değirmen taşı paşam.

Gazi

Hasırcı zade’den bir gün yeni Müslüman olmuş yoksul bir gayrimüslim için yardım istemişler. Mehmet Ağa da o zamanın en değerli parası olan iki tane "El-Gazi" altını yardımda bulunmuş. Fakat arkasından bir nükte savurmadan edememiş:
"Müslüman oldu bir Kâfir, şehit oldu iki Gazi."

Kâmil Eşek

Eşref, İzmir'in kazalarından birinde kaymakamken, İzmir valisi olan Kâmil Paşa, o kazaya teftişe gelmiş. Vali kazaya geldiğinde Eşref bir eşeğin sırtında tur atıyormuş. Eşref'i o halde gören Kâmil Paşa Eşref'in dikkatini çekmiş:
- Aman dikkat et Eşref, eşek seni düşürmesin!
— Meraklanmayın paşa, eşek kâmildir. ( olgun, eğitimli anlamında)

Senin Gibi Gammaza

Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi devletin ekonomisini oldukça sıkıntıya düşürmüştü.
Ordunun masraflarını devlet hazinesi tam karşılamayınca bu ihtiyacı gidermek için Galata'daki sarraflardan senet karşılığında borç almıştı.
(Bu borçlardan hepsi sefer tamamlanınca kuruşuna gelinceye kadar ödenmiştir.)
Yalnız borç alınan tüccarlardan biri devletten alacağını alamadan ölmüştü.
Bugünkü tabiriyle zamanın maliye bakanı, durumu padişaha iletip tüccarın çocuklarına bu kadar para vermenin doğru olmayacağını gerekçe göstererek bir kısım para ve malın devlet
hazinesine alınmasını yazılı halde teklif etmişti.
Yavuz Sultan Selim bu öneriye çok sinirlenmiş,
kendisine yazılı halde iletilen bu kâğıdın altına şu notu yazarak iade etmişti:
"Müteveffaya rahmet; malına, mülküne, parasına bereket; evladına afiyet;
senin gibi gammaza ise lanet."
Devir Değişiyor
Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı fethettikten sonra, Mısır Ordusu Başkumandanı Kutatbay'ı
karşısına alıp savaşın sonuçları hakkında konuşmaya başlamış.
Kutatbay, Yavuz Sultan Selim'e yenilmelerinin sebebini şöyle ifade etmiş:
"Hünkârım, bizim mağlup olmamızın sebeplerinden birisi de ölüm saçan o dehşetli toplarınızdır.
Zamanında bir Berberi, Venedik'ten bir top getirip bize satmak istemiş.
Ama bizim devlet büyüklerimiz o zaman: Top, Hz. Peygamber'in: 'Kılıç ve ok kullanınız,'
emrine aykırıdır, top bir bidattir, kullanmak caiz olmaz" diyerek almamışlar...
Yavuz Sultan Selim, Kutatbay'ı dikkatle dinledikten sonra şöyle demiş:
"Hiç şüphemiz yok ki; kuvvet Allah'tandır (c.c.). Madem siz böylesine Kur'an'a ve Sünnete
bağlıydınız da Hz. Peygamberin: 'Silaha aynı silahla mukabele edin; emrine niçin itaat etmediniz?
Hz. Peygamberden bu yana 900 sene geçti, o zaman kılıç ve ok devriydi. Bugün ise top devri..."
Hâkimi Değil Hadimiyiz
Yavuz Sultan Selim'e Mekke hâkimi şehrin anahtarlarını teslim etmişti. Bu olaydan sonra ilk cuma namazı kılındı. Cumanın ilk sünnet eda edildikten sonra İmam hutbeye çıktı.
Son derece heyecanlıydı. Hutbede ilk defa bugün Sultan Selim'in adı okunacaktı.
İşte şimdi hutbenin bu kısmında Padişahın isminin anılması vardı.
İmam sesini yükseltti ve şöyle dedi.
"Mukaddes yerlerin hâkimi, Sultan Selim Han..." İmam Efendi'nin söyleyecekleri henüz bitmeden, Padişahın sesi duyuldu: "Hayır! Biz mukaddes yerlerin hâkimi değil, hadimiyiz (hizmetkârıyız).
Hutbe bu şekilde değiştirilsin..." Ve böyle de oldu. Hutbede bu ifade Yavuz Sultan Selim'in isteği üzerine imam tarafından değiştirilerek şöyle okundu:
"Hadimü'l-Haremeyn eş-Şerefeyn Sultan Selim Han bin Bayezid Han..."

Düğün

Kanuni Sultan Süleyman'ın kız kardeşi Hatice Sultan ile Sadrazam Makbul İbrahim Paşa'nın
düğünleri çok güzel olmuştu. Bu düğünden altı yıl sonra şehzadelere yapılan sünnet düğününün de Hatice Sultan ile Sadrazam Makbul İbrahim Paşa'nın düğünlerinden aşağı kalan tarafı yokmuş.
Padişah, Sadrazama:
"Hangi düğün daha güzel?" diye sorduğunda ondan şu cevabı almış:
"Benim düğünüm gibi bir düğün şimdiye kadar yapılmadı ve yapılmayacaktır."
Bu cevabı alan Padişah şaşırmış ve:
"Nasıl yani?" demiş. Bu soruyu da şu şekilde cevaplandırmış Sadrazam Makbul İbrahim Paşa:
"Çünkü sizin düğününüzde benim düğünümde olduğu gibi bir davetli yoktu.
Benim düğünüm ise zamanın Süleyman'ı ile şereflenmişti."

Sakal Yeniden Çıkar

Osmanlı Donanması İnebahtı Deniz Savaşı'nda yenilince Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa,
Venedik elçisine şu sözleri söyler:
"Siz İnebahtı'da donanmamızı bozmakla sadece sakalımızı tras ettiniz.
Ama biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik. Sakal yeniden çıkar;
lakin kesilen bir kolun yeniden yerine gelmesi mümkün değildir."

Âdemsiz Cennet


Divan edebiyatının en büyük şairlerinden olan Bâki, Edirne'yi bir ziyareti sırasında; Emrî, Mecdî gibi tanınmış Edirneli şairlerle de görüşüp konuşmuş. Bu esnada yerli şairler Edirne'yi o kadar çok övmüşler ki Bâki'ye bu övgülerden gına gelmiş. Bununla da yetinmeyip, Bâki'nin Edirne hakkındaki düşüncesini öğrenmek istemişler. İçinden kızgın olan Bâki, bu vesileyle Edirneli şairlere hadlerini bildiri vermiş:
"Gerçekten şehriniz çok güzel, cennet gibi bir yer. Ama ne yazık ki içinde Âdem yok."

Bit

Kanuni Sultan Süleyman, kızı Mihrimah sultanı; zeki, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşa'ya vermek istiyormuş. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır valisi imiş. Kanuni sarayın hekimbaşını çağırarak cüzam hastalığının en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sormuş. Hekimbaşı cüzamlı bir kimsede bit barınamayacağını söylemiş. Bunun üzerine Diyarbakır'a adamlar gönderilmiş. Bunlar gizlice Rüstem Paşa'nın çamaşırlarını kontrol etmişler ve bu sırada bir bite rastlamışlar. Böylece Rüstem Paşa'nın cüzamlı olmadığı anlaşılmış. Bu olay üzerine devrin bir şairi şu iki dizeyi yazmış:
Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yâr
Kehlesi (biti) dahi mahallinde onun işine yarar.

Birazcık İnsaf Edin

Sadrazam Keçecizade Fuat Paşaya, Ermeniler arasında bir sorun olduğu bildirilmiş. İstanbul'da ölen zengin bir ermeniye sahip çıkmak için Katolik Ermeniler ile Gregoriyen ermeniler arasında olay çıkmış.
Her iki taraf da söz konusu ermeninin kendilerine verilmesini istiyormuş. Sadrazam ilk önce Katolik Ermenileri dinlemiş sonra da:
"Ölen zengin ermeninin Katolik olarak öldüğünde emin misiniz?" diye sormuş.
Ermeniler hep birden:
"Evet," demişler.
Sadrazam, sonra da şöyle sormuş:
"Demek ki ölenin ruhuna siz sahip çıkıyorsunuz?"
Katolik Ermeniler yine hep birlikte:
"Evet," demişler.
Fuat Paşa, daha sonra şöyle sonuçlandırmış:
"O halde birazcık insaf edin de; hiç değilse cesedi Gregoryenler alsın."
Münasebetsiz
II. Abdülhamit zamanında Münasebetsiz Mehmet Efendi adıyla anılan biri varmış. Bu şahsın ünü Sultan Abdülhamit’e kadar ulaşmış. Padişah 'niye bu insana münasebetsiz diyorlar,' diye düşünmüş ve onu bir iftar yemeğine davet edip onunla tanışmak, sohbet etmek istemiş. "Böylelikle belki de ona niye münasebetsiz dediklerini öğrenebilirim," diye düşünmüş. Ve hemen adamlarından böyle bir organize yapmalarını istemiş. Emir derhal yerine getirilmiş. İftar sofrası kurulmuş, davetliler gelip sofrada yerlerini almış. Münasebetsiz Mehmet Efendi denilen şahıs da davete icabet etmiş ve gösterilen yere oturmuş. Vakit girince hep birlikte oruçlarını açmışlar, namazlarını kılmışlar. Sonra da sohbet meclisi kurulmuş. Padişah da aralarında olduğu için bir ara özellikle herkes Osmanlılardan, Osmanlı Sultanlarından, onların başarılarından konuşmaya başlamış. Bu konu üzerine sohbet öylesine koyulaşmış ki, herkes öyle aşka şevke gelmiş ki; sohbetin tadına denilecek hiçbir şey yokmuş. Bu arada Münasebetsiz Mehmet Efendi, Sultan Hamit Hazretlerine: "Hamit Efendi! Sen zurna çalmasını bilir misin?" diye sormuş. Bu soruyu duyan herkes 'böyle bir sorunun konuyla ne alakası var' gibilerinden birbirlerini bakmışlar. Derken Sultan Hamit Hazretleri sorulan bu
soruya: "Hayır, ben zurna çalmasını bilmem," diye cevap verince Mehmet Efendi az önce münasebetsiz söylenen sözü gölgede bırakacak şu sözü söylemiş: "Bizim çocuk da bilmez de onun için sordum."
Yalansa
Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:
- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu söze girmiş :
- Geçen Ramazan'da Kandilliye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırmış :
-Yalan!
—Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur'an-ı Kerim çarpsın
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Son mesajlar

Forum istatistikleri

Konular
17,417
Mesajlar
134,315
Kullanıcılar
90,726
Son üye
LeonUO
Üst