BİR TÜRKİYE YAKIN TARİHi YORUMU

MatmazeL

Özel Üye
Katılım
29 Ağu 2008
Mesajlar
1,304
Tepkime puanı
9
Puanları
0
On dokuzuncu yüzyıl, Avrupanın Osmanlıyı her alanda kuşatma ve denetim altına aldığı bir dönemdir. Yüzyılın sonu ile birlikte Osmanlının düğmesine basıldı ve hasta adam paylaşıldı. Milyonlarla insan öldürüldü, bilinen acılar yaşandı.



Fakat, siz ne kadar güçlü olursanız olun, ne planlar yaparsanız yapın, tarih kendi yasasını işletir. Kuzeyde bir Sovyet gerçeği doğdu. Paylaşım anlaşmaları anlamsız kalıverdi.



Türkiye yeni gelişen gerçekliği iyi değerlendirdi. Mevlam ona bir Mustafa Kemal bağışladı. Bu beladan çok kayıplara rağmen, dipdiri, kendi iddiası olan bağımsız bir Türkiye ile çıktık.



Ve kırklı yıllarda, henüz bitmemiş olan paylaşımın, kavgasız bitemeyeceği anlaşıldı. Taraflar savaşa tutuştu. Bu savaşın sonunda oluşan yeni büyükler artık başkalarıydı. ABD ve Sovyetler Birliği (SB). Yirminci yüzyılda, Osmanlıyı yıkarak paylaşma sevdasındaki Avrupa ise, savaştan ABD sömürgesi olarak çıktı.



Türkiye, 1938 yılına kadar bağımsızlığını fiilen ve hukuken koruyabilmişken, M. Kemal'in ölümü ardından tezgahlanan bir darbeyle, M. Kemal tarafından etkisizleştirilmiş bulunan kadrolar başa getirilmiş ve Türkiye fiili bağımsızlığını yitirerek, Avrupa dümen suyuna yeniden sokulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonundaki paylaşımda, Türkiye, Avrupa ile birlikte ABD sömürgesi olmuştur.



Bunlar kuru sözler değildir. Gerçek hayata bakanlar bunun kanıtlarını göreceklerdir. Eğitim sistemimiz kaldırılarak, Batı resmi tarihine paralel sistemler kurulmuştur. Ankara'da, bakanlıkta oturan 40 kişilik batılı 'danışmanlar' ın dediğinin dışına çıkabilen bir Milli Eğitim Bakını yoktur. Bağımsız ekonomi yönetimi terk edilmiş, Avrupalı 'uzman'lar getirilerek ekonomi batırılmıştır. Bu devirde çıkarılan ''Alat-ı Sabite Vergisi Kanunu'', yere sabitlenmiş tüm tezgahlardan vergi alınmasını öngörmüş, özel sektör gelişimi dükkan düzeyinde bile yok edilmiştir. Vergi vermemek için torna tezgahlarının ankrajları sökülerek tekerlekli hale getirilmiş, tornalar 'alat-ı sabit' olmaktan çıkarılmış. Fakat Türk esnafı hassas parça işleyemez olmuş, milli ekonomi batmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak tasarımlanmış, özel mili sanayi sabote edilmiştir. Bu yapılmasa idi, bugün Avrupanın da ilerisinde gelişmiş bir Türk Kobi'leri görecektik. Halktan siyaset oyunlarıyla gasp ettiklerini Ermenilere peşkeş çeken 'payitaht sanayicileri' bugün olmayacaktı.



Türkiyenin fiilen bağımlılığını herkes teslim etmektedir. Hatta bağımlılık kabul edildiği gibi, bağımsızlığın gereksizliği ve demode olduğu tartışma konusudur. Başbakanlar 'borcu olanın emir alması tabiidir' demektedirler. Ve M. Kemal ''Ey Türk Gençliği, birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini...'' dediği halde, her zırıltıda balans yapmaya merak salanlar bile, bağımsızlık tehlikedeyken susup oturmaktadırlar. Türkiyedeki darbeler siyasette sıkışan ABDnin pratik bir uygulamasıdır. Meclisler kapatılıyor, ve cumhuriyetin bekçiliğini kimseye bırakmayanlar, meclisi kapatmanın nasıl haklı gerekçeleri bulunduğunu saymakta yarışıyorlar. Oysa kurtuluş savaşı içinde bile, olmayan meclisi kurarak, ve her kararı burada alarak savaş yöneten, ülke yöneten, savaşa rağmen meclis kapatan değil, meclis açan cumhuriyetin, meclisleri kapamak için hangi zorunlu sebebi olabilir?



Peki hukuken bağımsız mıyız? ABD ikili anlaşmalarına biraz göz atmak yeter. Meraklısı orada bağımlılığı açıklıkla görebilir.



1945 Sonrası Dönemde Ekonomik Gerçeklik



Türkiye; yeraltı kaynaklarını değerlendirme konusunda Batılıların izin verdiğinin ötesine geçememiştir.



Türkiye; bilim ve teknoloji alanında hiç bir ilerleme gelişme sağlayamamıştır. Bu alanda kurulmuş kurumlar, arpalık olmaktan öteye geçememiş, hiç bir bilim çalışması yapmamışlardır.



Türkiye; bankacılık sektörünü geliştirmek bir yana, yok etmiştir. Türk bankacılığı kap-kaç yapan, üç beş çapulcunun dükkan zincirinden ibarettir.



Devlet bankaları; ülke sanayisine finansman sağlama amacı dışına çıkarılmış, seçim avantalarını dağıtan birer siyaset aracı haline getirilmişlerdir. B nedenle; 1990 sonrası ekonomik işgal sürecinde, bankacılık sektörü yabancıların denetimine girmiştir. Bundan sonraki aşama şudur: Soğuk savaş dönemindeki dengeler sayesinde oluşan, kırık-dökük milli sanayi, yabancılaşmış banka sektörünün finans oyunlarıyla ele geçirilecektir.



Türkiye; üniversitelerinde 'kıymeti iktisadiyesi' olan hiç bir çalışma yoktur. Üniversiteler müfredat okutan büyük liselerdir. Sermayesi ve yönetimi yabancılara ait iş yerlerinin işçi ve ara-insan gücünü yetiştirmektedirler.



Türkiye; tarımda kendi kendine yetebilen dünyanın ender ülkelerinden biri iken, şimdi ithalatçı olmuştur, köylü Osmanlı dönemindeki gibi açtır. Peki, mekanize değilken bile kendi kendine yetebilen bu ülke, bugünkü mekanizasyon-desteği, hormon-takviyesi ve genetik-takviyesine rağmen neden kendini doyuramaz haldedir? Kasten batırılmış olduğundan.



Türkiye; eğitim ve yayın kurumlarıyla halkını eğitmemiştir. Halkı popüler kültürün ve propagandanın etkisine terk etmiştir. ''Türkiye gelecek on yıllarda en önemli yükselen pazardır'' sözünden ABD'li tüccar 'Ben oraya mal satıp para kazanabileceğim'' i anlarken; bizim zavallı sanayici ve tüccarımız bundan 'Türkiye iyiye gidiyor işler düzelecek galiba'' yı anlamaktadır. Oysa bilmemektedir ki, Türk yerli iş adamı, hiç de adil olmayan rekabet koşullarında, işini rakiplerine kaptırmaktadır.



Türkiye; Osmanlı borç düzeyini çoktan aşmıştır. Tüm gelirlerin toplamı, borcun faizlerini bile karşılayamaz durumdadır. Ana borç ise sürekli olarak yükselmektedir. Kağıt üzerindeki borcun ötesinde borçlar, söz konusudur. Türkiye, yüksek reel faiz vererek, yabancı parayı ülkeye çekmektedir. Bu para, resmi allamelerce 'harcaması denetime tabi olmayan kredi' diye anlaşılmaktadır. Oysa bu para başsız olmayıp, Batı finans çevrelerinin denetimindedir. Ve en pahalı kredi budur. Üstelik bu serseri paranın en ufak bir mesajı, ülkede paniğe neden olabilmektedir. Örneğin; bu paranın dolar toplamaya başlaması, hükümetleri alaşağı edebilmekte, ekonomiyi kırize sokmakta, bir gecede birilerini zengin birilerini fakir yapabilmektedir.



ABD Türkiyeye karşı Pavlovun köpeklerini uygulamaktadır. İktidar taviz verir dediklerini yaparsa borç vererek günü kurtarmaya destek olmakta, taviz vermeyen iktidara ise borç vermeyip kriz yaratarak alaşağı etmektedir.



Türkiye; sattıklarıyla dışardan aldıklarını karşılayabilme konusunda geri saymaktadır, yani dış ticaret açığı sürekli yükselmektedir. İhracatımız şuradan-şuraya çıktı rakamları aldatmacadan başka bir şey değildir.



Türkiye; İslamı, önce anti-komünizm siyasetinin sonraları işbirlikçi-mandacı-düzeysiz kasaba politikacılarının siyaset aracı durumuna düşürmüştür. Yüce dinimiz pazarda meta haline getirilmiş, alınır satılır olmuştur. En son olarak da bir çaputa indirgenmiştir.



Türkiye'nin kanını emen mafya-hortumcu-siyasetçi-tarikatçı takımı, Batılı güçlerin taşeronlarıdır. Bunlara, yağmalanan mallardan pay verilip, propaganda, terör taşeronluğu vb. işlerde kullanılmaktadırlar. Yoksa 'payitaht basını' niye kendi ülkesine durup dururken küfür etsin. 'Payitaht üniversiteleri' niye durup dururken Ermenici olsun, ABDci olsun, ABci olsun. 'Payitaht sanayicileri' niye durup dururken ABDci olsun.



Yarım yüzyılını anlamsızca yitiren, kendisi lehine hiç bir şey yapamamış olan Türkiye; bazı konularda şaşmaz bir istikrar ve azim göstermiştir. Neler mi?





Dış politika (Yugoslavyadan Hindistana, dünya politikasına etki edebilen ülkeler varken, Türkiye Batı güdümlü politikalardan ayrılmamıştır. Darbecilerin ilk radyo cümleleri ''Nato ve Cento'ya bağlıyız'' şeklindedir.



AB üyeliği politikası



IMF ye bağımlılık politikası



Eğitim-bilim-doğal kaynak politikaları



Bu Gelişimin Siyasi Arka planı Nedir?



Dünyada güçler savaşı vardır. Bu da çıplak çıkar içindir. ABD, Sovyetler kurulduğunda, anti-komünist değildi. Hatta Hitler Sovyetlere saldırdığında, Sovyetlerin müttefiki ABD idi. Stalin'i ve rejimini korumak için, tüm gücünü Avrasya'ya yığdı. Ne zaman ki Hitler yenildi ve Sovyetler Avrupa içlerinde ilerlemeye başladılar, ABD o zaman anti-Sovyet ve anti-komünist kesiliverdi. Anti-komünizm, Sovyetlerle yapılan çıkar savaşının bir silahıdır, aracıdır, ideolojisidir.



ABD, SB ile savaşını sürdürürken, kendi saflarında bulunan Türkiye ile de çıkar savaşını çok rahat ve engelsiz biçimde sürdürmüştür. Genel liberalizm-komünizm çatışmasının sanki Türkiyedeki iz düşümü imiş gibi gösterilen sağ-sol kavgası, gerçekte, batı tarafından tasarımlanmış ve uygulanmış bir projedir. Bu yolla Türkiyenin kendi gündemini tartışma imkanı yok edilmiş, gündem sabote edilmiştir. Gençlik düşünemez hale getirilmiş, Türkiyenin enerjisi boşa harcanmıştır.



Bu dönemdeki Batılı kaynaklarda Türkiye hakkında yapılan yorumlarda 'Türkiyedeki Sovyet varlığı sıfırdır' yorumları yapılmıştır. Genel Kurmay yayınları arasında da çıkan ''Kesin Sonuçların Alınacağı Deniz: Akdeniz'' adlı Nato yayını bir kitapta ''Türkiyedeki Sovyet etkisi taşra aydınlarından oluşan çok cılız bir yeraltı partisinden ibarettir'' denmektedir.



1945'li yıllara kadar ki Türk solu içinde, Sovyet etkisi vardır. Bu kişilerin ilişkileri de doğrudan Sovyetlerledir. Nazım Hikmet kalkıp Sovyetlere kaçmıştır.Sovyet etkisindeki unsurlar, batının dümen suyuna girişimizle birlikte yok edilmişlerdir. Bundan sonrakiler, çok az sayıda bazı hareketler dışında, arkadan kurmalı Batı kuklası işbirlikçilerdir. Bu yeni sol, çok fraksiyonlu olarak tasarımlanmıştır. Çünkü, bir kaç büyük örgüt halinde olması, bir gün Sovyetlerin tüm solu ele geçirme riskini taşıyacaktı. (Nitekim, 1971 askeri darbesi, yükselen böyle bir riski bertaraf etmek üzere 'bizim çocuklar'a yaptırılmıştır. Bu darbe, 'toprak reformu' gibi bir sakız ortaya atarak, ordu alt kademelerini oyalarken, sağlıklı sol ve sağ unsurları ezmiştir. Her fırsatta Türkiyenin elini kolunu bağlayan Batı, bu balyoz hareketini seyretmiştir).



Batı kendi denetimindeki bu Türk solunu ve sağını daima korumuştur.Yunan iç savaşı sonrası, yakalanan bütün Yunan solcuları Avrupalı diğer ülkelerce Yunanistana iade edilirken, (1945 sonrası) Türk solundan kaçanlar iade edilmemiştir. 1945 sonrası kimse Sovyetlere kaçmamıştır. Her giden Batı ülkelerine gitmiştir. Batılı bunların sıkı avukatı rolündedir. Oysaki, sıkı bir anti-komünist savaş var. Biz ön saflarda Batılı dostlarımız için kahramanca dikiliyoruz, onlar komünistleri saklıyorlar, besliyorlar. Anlaşılır şey değildir.



Propaganda bilimine göre; bir hedef alanda belli bir görüşü empoze ederseniz, aynı güçte bir karşıt görüşün de yaratıcısı oluyorsunuz. Bu reklamda da böyledir. Propagandada da böyledir. Bundan dolayı propaganda hedefi yapılan ülkeye hem tez ve hem de anti-tez birlikte sokularak, tepki hareketi engelleniyor ve ikisi de denetim altında olan tez ve anti tez birlikte güçleniyor. Türkiyedeki projede, tez anti-komünizmdir. Bunu yönetenler 'dini'-maskeli işbirlikçiler ve 'milliyetçi'-maskeli işbirlikçilerdir. Anti tez ise solculuktur. Bunun sahipleri de iki yüzü aşkın sol fraksiyonun baronlarıdır.



Bu saydıklarım büyük kitleleri içine alan hareketlerdir. Tabiidir ki bu hareketlerin içinde bulunan insanların ezici çoğunluğu samimi ve ülkesini seven insanlardır. Ben de bu insanlardan biriyim. Fakat bu tez ve anti tezin üst kadroları işbirlikçilerdir. Sağcısı da solcusu da işbirlikçilerdir.



Bizim doksanlı yıllarda tanık olduğumuz Sovyetlerin sonunu, ABD en geç 1970'li yıllarda biliyordu. Bunu nasıl anlıyoruz? Onlarca yıl kör bir sağ-sol çatışması ve kutuplaşması yaşayan Türk toplumu, 1980 darbesi ile korkunç bir depolitizasyon dönemine giriyor. Yukarıda, samimi ve yurtsever diye tanımladığımız bu insanların, sağ-sol demeden, kafaları eziliyor, yok ediliyorlar, ve depolitizasyonun hemen arkasından, yeni tasarımlanmış tez-antitezler piyasaya sürülüyor. Doksanlı yıllara hazırlık yapılıyor. Tasarladıkları yeni dünya düzeni projesinde, Türkiye için seçtikleri yeni çatışma alanları ''Dinciler-Laikler'' ve ''Türkler-Kürtler'' şeklindedir çünkü.



Soğuk savaş döneminde, sağ içinde anti-komünist kimlikle, fazla öne çıkmadan, geri planda tutulan 'din ' maskeli işbirlikçi hareket, 1980 sonrası ön plana çıkarılmıştır. Sağ içinden devşirmelerle hareket güçlendirilmiştir (Ülkücü sağ içinden devşirilerek, bu harekete katılanlar da olmuştur (Menzilciler hareketi gibi). Bu hareket Evren Paşa'nın meydan meydan ayet okumalarından başlayıp, Turgut Özal ile iktidar yapılmıştır. Müstakbel Halife, Hoca Efendi'nin arz-ı endamı da bu dönemdedir.



Şimdi anlıyoruz ki, düşünülen Büyük Orta Doğu Projesinde, diğer ülkelere örnek gösterilecek Türkiye, önce şekillendirilmek istenmiştir. ABD-meşrep, sıkma-baş, mandacı-teslimiyetçi bir din devletinin hedeflendiği açıkça görülmektedir.



'Dinci' hareketin karşısında, sahte bir hareket konulmalıydı ki, kavga olsun, gündem sabote edilsin, Türkler kendi gündemlerini tartışma fırsatı bulamasın. Bu karşı hareket ''Laikçiler'' dir. Laikçilerin en kısa tanımı ' fanatik anti-türbancılar' şeklinde yapılabilir.



Türkiye'nin yeni şartlarında ikinci tez-antitez tasarımı (B-planı) ''Türkler-Kürtler'' şeklindedir. Bir yandan Kürt hareketi desteklenirken, öbür yandan, bizim kültürümüzde bulunmayan, Batı kültürsüzlüğünün bir ürünü olan, ırkçılık pompalanmıştır. Çeşitli internet sitelerinde başlatılan Türk ırkçılığı, Kavgam kitabının marketlerde dökme-kaplarda ucuza satılıyor olması, bayrak yakma tahrikleri, hep bu cümleden olaylardır



Solun içinden Kürtler çekilip alınıyor, ve Kürtçülük hareketi içinde yeni roller veriliyor. Dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı, Kürtçülüğe soyundurulanların hepsi Kürt değil, aralarında Türkler ve başkaları da var.



''Dinci''lerin içinde solcular, Kürtler'in içinde Türkler, ''Laikçi''lerin içinde solcular... Demek ki bu bir aidiyet meselesi değil, görevlendirme meselesdir.



Burada anlaşılması ve önemle not edilmesi gereken bir şey de şudur: Demek ki Türkiye'nin bir Kürt sorunu yoktur. Batının başımıza sarmaya çalıştığı, içinde Türklerin ve Kürtlerin bulunduğu bir kalkışma vardır.

BATI MESELESİ' ni iyi anlamadıkça Türkiye'nin doğru bir yönlenme yapması mümkün değildir. 'Ermeni meselesi' dedikleri de başka bir şey değildir. 'Kıbrıs meselesi' de başka bir şey değildir. Bunların hepsi aslında BATI MESELESİ içindeki unsurlardır.



Batının strateji değiştirmesi ile Türk ''aydın''ının görüş değiştirmesi de şaşılacak kadar aynı zamanlara denk düşüyor.



1980 sonrası, köşe yazarlarımızın hemen hepsi; bir gecede, sağcılığı, solculuğu bırakmış, 'dinci' veya liberal oluvermişlerdir. Sağ kökenliler 'dinci'liği benimsemiş, sol kökenliler ise 'liberal' olarak adlandırılmaktan hoşlanmışlardır. Kimisi, 'Laikçi' oluvermiştir. Laikçilerin diğerlerinden tek farkları, 'fanatik anti-türbancı' olmalarıdır.



1990 sonrası,



Sol içinde en aktif unsurlardan olan Çetin Altan'ın bir gecede liberal olması, tıbbi bir komplikasyon değilse eğer, görevlendirmeden başka neyle açıklanabilir?



Mao'cu Cüneyt Ülsever'in, aniden liberal oluvermesi, nasıl açıklanabilir?



Mehmet Barlas'ın; 1980 de Kenan Paşacı, 1983 Özalcı, 1990 sonrası 'dinci' olması nasıl açıklanabilir? Bu kişinin görüşleri, nasıl olur da , iktidar değişimlerine denk düşer?



Hayatı, Amerikan ve İsrail bayrağı yakmakla geçmiş, Milli Görüş kökenli başbakanımız, 1990 sonrası, Amerikan politikalarına birden yakınlaşmış ve iktidar olmuştur?



Sizler buna benzer, onlarca örneği sayabilirsiniz.



Batının bu uzun vadeli, şeytanca planları her zaman işlemiyor. Bakınız, yüzyılımızın başında, Avrasya'ya sahip olma düşü Avrupa'nın sömürgeleşmesiyle sonuçlandı. Türkiye'de de bu uzun planlar, çıkmaza saplanmış gözüküyor. Sağ-sol çatışmasındaki başarıyı gösteremediler. 'Dinci'- 'Laikçi' çatışması tutmadı.



Tutmayınca, Türkiye kendi gündemini düşünür oldu. Hafızası yerine geldi. Amerikan saldırganlığı 'tez' oldu. Yurtseverlik 'antitez' oldu. Ülkücüler İşçi Partililerle birlikte yürüdüler. Doğu Perinçek ve Sinan Aygün aynı safta buluştu. Amerikan elçiliğinin yaptığı anketlerde bile ABD karşıtlığı yüzde seksen beşlere vurdu.



Son zamanların gündemi Türk-Kürt çatışması. B planı devrede. Bu da çok zor. Çünkü toplumun hafızası bu konuda çok donanımlı.



Emperyalizmin, dünyaya dayattığı Yeni Dünya Düzeni ve yerel uzantısı Büyük Orta Doğu Projesi de büyük kayalara çarpmış durumdadır. Irak direnmektedir. İran direnmektedir. Üzerimize geldikleri taktirde Türklerin misli görülmemiş direniş göstermeleri, mukadderdir. Bu nedenle, önce Türkleri çevreleyip, sonra işini bitirmek istemektedirler.



Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan tek patronlu dünyada, dünyaya fiziki işgal ile hükmetme arzusundaki ABD yayılmacılığı, işgal alanlarında büyük bir direniş, dünyanın diğer önemli güçleri arasında da derlenme-toparlanma ve güç birliği arayışları doğurmuştur.



Tarih akıyor bizler de izliyoruz.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Son mesajlar

Forum istatistikleri

Konular
17,417
Mesajlar
134,315
Kullanıcılar
90,726
Son üye
LeonUO
Üst