Osmanlı Devletinde Şehir Kültürünün Ortaya Çıkması...

MatmazeL

Özel Üye
Katılım
29 Ağu 2008
Mesajlar
1,304
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Hiç kuşkusuz Osmanlı kültür ve Medeniyetinin temel hedeflerinden biri de medenîleşmektir. Medeniyet ve medenîleşmek anlamıyla tüm dünyayı etkilemişlerdir. Günümüzde ise pek çok coğrafyada izlerini ve etkilerini görmek mümkündür. Çünkü Osmanlı fethinin amacı sömürmek değil o coğrafyayı bölgeyi hayata, yaşamaya açmaktır. Bu doğrultuda da fethedilen tüm topraklara önemli ölçüde yatırımlar yapılmış ve şehirler imar edilerek mamur hale getirilmiştir. Bölge insanları ise bu hizmetleri görmüşler ve Osmanlı’yı her yönüyle desteklemişlerdir. Zaman içerisinde ise tüm sahalara sosyal tesisler kurulurken İslâmlaşma süreci de tamamlanmıştır. Medenîleşme kavramını aslında çok yönlü olarak ele almak gerekir . Ancak öncelikle kelimenin etimolojisinden hareketle şehirleşme ve şehir kültürünü canlı tutma anlamında kullanılmalıdır.
Osmanlı Devleti’nde fethedilen yerlere hukuku temsilen bir Kadı'nın, yönetimi temsilende bir Bey'in atanması Osmanlı taşra idaresinin temelini oluşturmaktadır. Orhan Gazi, I. Murat ve I. Beyazid dönemlerinde gerçekleştirilen fetihler Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da ve Rumeli’de topraklarının genişlemesine, sorumluluk bölgelerinin çoğalmasına ve giderek büyük ve önemli şehirlerin kurulması sağlanmış çok sayıda sosyal, ekonomik ve siyasî amaçlı tesisler hizmete açılmıştır. Osmanlı Devleti kendi çağlarının en modern ve en güzel şehirlerini inşa ederken fethettikleri şehirlere öncelikle camiler inşa etmişler, şehirler ise bu camilerin etrafında kurmuşlardır. Özellikle camilerin etrafında medreseler, kütüphaneler, şifahaneler, hamamlar, hanlar, vakıflar kurarak şehirleri yaşanır hale getirirken insanların tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bulundukları coğrafyalarda Müslüman ve gayrimüslim farkı gözetmeden bu çalışmaları sürdürürken ‘Yaratılmışı Yaratan’dan ötürü sevmek’ düsturunu hiçbir zaman ihmal etmemişler böylece tüm coğrafyaların İslâmlaşması sağlanırken şehirlere İslâm kültürü nakış nakış işlenmiş insanların gönüllerinde bu izler çok geniş yer tutmuştur.
Osmanlı Devleti fethettiği tüm bölgelere gönderdiği vilayet mimarlarıyla şehrin planlı bir şekilde imar edilmesini sağlamıştır. Buna örnekler verecek olursak; 1516'da Bosna'ya, 1556'da Erzurum ve Diyarbakır'a mimarlar atanarak şehirlerin sistemli ve planlı bir şekilde imar edilmesi sağlanmış ve bu gelişmeler ise merkezden takip edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde vilayet mimarlıkları, her vilayete bir mimar tayin edilmesi XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren görülmektedir. Bu suretleki Osmanlı şehirleri dünya medeniyeti içerisindeki mümtaz yerini almış, insanların hayranlıklar içerisinde kalması ve düşünmesine ortam hazırlamıştır.
Tarikatların Osmanlı medeniyetinin oluşmasında ve ona zemin hazırlayan şehir hayatını şekillendirme noktasında üstlendikleri fonksiyonlar çok önemlidir. Özellikle şehir hayatını ön plana aldığımızda devlet ile insan arasındaki boşluğun ne şekilde doldurulduğu ve bunu hangi sosyal yapı ya da müesseselerin üstlendikleri sorusu böylece kendiliğinden gündeme gelmektedir. İslâm toplumları ölçeğinde sorulan bu soruya cevap konusunda ittifak sağladıkları nokta devlet ile insan ilişkilerini düzenleyen ara tabakanın genel anlamda ümmet temeli üzerinde şekillenmiş tarikatlar tarafından temsil edildiğidir.
Osmanlı Devleti’nde tarikatların gündelik hayatı doğrudan ilgilendiren faaliyet tarzı, İslâm coğrafyasının değişik bölgelerine dağılmış şehirler ile bunların kapsadıkları farklı toplum tabakaları arasındaki kültürel dolaşımı sağlamada ortaya çıkmaktadır. İnsan faktörünü, içe dönük cemaat yapılanmasına katıldığı sürece şehirlerdeki yegâne hayat tarzının temel unsuru kabul eden İslâm anlayışı, sosyal hareketlilik konusunda üç zümreyi bu kuralın dışında tutmuştur. Bunlar sırasıyla askerler, tüccarlar ve dervişlerdir. İslâm tarihi bize göstermektedir ki şehirler arası kültürel dolaşım savaş, ticaret ve din olgularına dayalı bir faaliyet zemini üzerinde yürütülmüştür. Bu zeminde rol alan asker, tüccar ve dervişlerin temsil ettikleri sosyal kimliklerin zamanla birbiri içerisine girmesi neticesinde gündelik hayatın ekonomik ve ahlakî yapısını işleten fütüvvet erbabının vücut bulduğu da bir gerçektir. Ancak böyle bir kimlik kaynaşmasının söz konusu olduğu fütüvvet teşkilatı dışındakiler, mensubu bulunduğu zümrenin faaliyetlerine katılmak suretiyle gündelik hayatta yer almıştır. Bu zümrelerden askerlerin kültürel dolaşımdaki rolleri bir istisnadır ve süreklilik arzetmez. Diğer iki grubun (tüccar ve dervişler) faaliyetleri ise süreklilik temeline oturur ve böylece şehirler arasındaki kültürel dolaşım medeniyet çerçevesi içinde tarihi bir boyut kazanır.
Derviş zümrelerinin şehirler arası kültürel dolaşımı nitelik itibarıyla birbirinden farklı, ama süreklilik gösteren iki ayrı dönemde gerçekleştirdiğini belirtmeliyiz. Bu dönemleri ayıran tarihi olay İstanbul'un fethidir. XIII. yüzyıldan başlayıp XV. yüzyıla kadar devam eden ilk dönemde Anadolu ile Balkanlar’daki tarikat faaliyetlerinin büyük ölçüde seyyah dervişlik anlayışıyla yürütülmesi Osmanlı şehirleri arasındaki kültürel dolaşımı sağlayan başlıca unsur olmuştur.
Türk tasavvuf anlayışının XIII. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’daki oluşum süreci etkisini dünya ölçeğinde hissettirmiş bir büyük medeniyetin kendisinin inşa ediş tarzıyla yakından ilgilidir. Bu süreci birer sosyal hareketlilik unsuru sayabileceğimiz göçler, isyanlar ve savaşlar gibi tarihi olayların yönlendirmesi, tasavvufi düşüncenin, çözülme ve yeniden kurulma arasında gidip gelen toplum hayatında bütünleştirici bir irade sıfatıyla ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bütünleştirici iradenin ana figürü evliya nitelikli tasavvuf erbabı ve mürşid-i kâmillerdir. Böylesine köklü bir inancın temelinde Türklerin İslâmiyeti tasavvuf aracılığıyla benimsemeleri gerçeği yatar. Nitekim günümüzde bile Türk kültür sahası dahilindeki İslâmiyet mürşid-i kamil ve derviş-evliya merkezli İslâm’ı oluşturmuştur. Bu nitelik ise çok geniş coğrafyaları nüfuzu altına almıştır.
Osmanlı Devlet yönetimi derviş zümrelere çok önem vermiş ve onlara tazimde hata yapmamıştır. Nitekim Orhan Gazi, Bizans İmparatoru III. Andronikos'un Göztepe’deki ünlü av köşkünü Ahilere zaviye olarak vermiştir. Şeyh Edebâli hazretlerinin yeğeni Ahi Ahmed burada irşad vazifesini üstlenmiştir. Bu örnek bize derviş zümrelerinin temel hareket tarzını, yani siyasi otorite desteğiyle şehir çevresinden merkeze doğru yönelme anlayışını açıkça göstermektedir. İstanbul’un fethi bu yönelmenin kesin sonucunu tayin etmiştir. Fetih ordusunda kalabalık bir derviş zümresinin bulunduğu, Osmanlı kaynaklarındaki bir realitedir.
Şehrin gündelik hayatına XV. yüzyıl sonlarında girmeyi başaran Halvetiye, Bayramiyye ve Nakşibendiye, İstanbul’un kültür dokusunu Horasanî tasavvuf anlayışıyla şekillendirmiş üç temel müessesedir. Bu şekillendirme süreci XVII. yüzyıl başlarına kadar devam etmiş bu dönemde Halvetî ve Bayramî kültürünün bir sentezi olarak tarih sahnesine çıkan Celvetiye ile yeni bir yapı kazanmıştır. Horasan melâmetiyesinin temsilcisi sayılan Nakşibendiye ise İstanbul'a damgasını vuran en önemli kültür müessesesi özelliğini hiçbir dönemde kaybetmemiş, hem orta tabakaya hem de ulema sınıfına Halidiye kolu vasıtasıyla hitap edebilen geniş bir faaliyet sahasına sahip olmuştur. Öyle ki Osmanlı Devlet yöneticilerini nüfuzu altına aldığı gibi üst tabakaya da hitap etmiştir. Tüm zümreleri kapsayan bu nitelik Osmanlı şehir kültürünün oluşmasında da çok etkili olmuştur.
Halvetiye ile birlikte ve aynı siyasî olaya bağlı olarak İstanbul'a giren bir diğer tarikat da Bayramiye'dir. 1412'de Hacı Bayram-ı Veli tarafından kurulan tarikat fütüvvet teşkilatı içinde Nakşî ve Halvetî kültürlerinin sentezini temsil etmektedir. Fetih ordusuyla beraber İstanbul'a gelen pek çok Bayramî dervişi arasında Baba Yusuf Bayramî, Bulum Şeyh Yakup, Durmuş Dede, Mecdüddin İsa, Kızılca Bedreddin gibi sonradan İstanbul'un din folkloruna mal olmuş isimler vardır. Gene bu zümre içinde Akbıyık Sultan ve Akşemseddin’in özellikle Fatih Sultan Mehmed nezdinde büyük itibar sahibi oldukları da bilinmektedir.
Kolanizatör Türk dervişleri fethedilen tüm coğrafyalarda şehirler, kasabalar ve mahallelerin oluşmasında öncülük yapmışlardır. Öyleki pek çok yer onların isimleriyle anılmıştır. Hatta bu isimler günümüze kadar gelmiştir. Darende’de bulunan Zaviye Mahallesi ismini Taceddin-i Veli Hazretleri’nin bu yerde kurduğu Zaviyesinden almaktadır. İstanbul'daki Vefa semti ismini Şeyh Ebu'l- Vefa hazretlerinden almaktadır. Günümüze kadar gelen bu uzantılar, bu isimler bize göstermektedir ki; gönüllere taht kuran bu insanların yüzyıllar geçmesine rağmen isimleri yaşatıldığı gibi tüm gönüllere kazınan bu sevgi halen devam etmektedir. Zahir hükümdarları maddeyle birlikte yok olurken mana sultanları tüm haşmetleriyle dimdik ayakta durmakta ve insanlara yön vermektedirler. Hakikatın mana aleminde bulunan bu büyüklerle olabilmenin niteliğini de tüm dünyaya defalarca kez ispatlanmıştır.

Bibliyoğrafya

1- Abdülkadir Dündar, Osmanlı Mimarisinde Vilayet (Eyalet) Mimarları adlı makalesi
2- A. Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul, 1996
3- Ekrem Işın, Tarikatların İstanbul'da Gündelik Hayatı Şekillendirmesi Üzerine Bazı Notlar(15.-17. YY)
4- Halil İnalcık, "Eyalet" ıslâm Ansiklopedisi C.11, İstanbul 1995.
5- Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu olan Ahilik, Ankara 1989.
 

heartqueen

Yeni Üye
Katılım
6 Ocak 2009
Mesajlar
255
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Şehir:
İzmir
teşekkürler canım paylaşım için
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst