Tractatus (politik felsefi inceleme)

edalım

Yeni Üye
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehir:
Muğla
-GİRİŞ

Özgürlük bir ateş !

Ten ne olabilir, -mosmor bir kadavra -, canın verdiği kor ateş olmasa.

Bütün felsefelerin amacı özgür, yani komünist bir toplum kurmaya çalışmaktır; ya da bu olması gerekir. Bununla birlikte günümüzde komünist toplum ülküsü bütünüyle yok olmuş gibidir, yalnızca türkülerde yaşar. Ama burada biz yine de komünist bir toplum kurmaya çalışacağız. Bunun için göklerin engin denizinde yolculuğa çıkmamız gerekecek, bu son derece güç bir uğraştır, yeryüzünde dolaşmaya benzemez. Bundan dolayı iyi bir öncüye gereksinimimiz var. Bu iş için Platon'dan iyisi bulunamaz. Ne ilginç bir seçim! Bir zamanlar komünist toplum öğetisini tekellerine alan marksistler için Platon sadece bir karşı devrimcidir: karşı devrim var devrimden içeri.

Ben de Platon gibi asker olacaktım. Ama bir akşam: Güzelliği dizlerime oturttum. Acı buldum onu. Kaçtım. Ey yoksulluk, ey kin !

Yüreğim bir acılar yumağı; buna karşın dilim deliliğin dili olsun istemedim.

Platon'dan ve Marx'tan dolayı, komünist toplum öğretisi ile diyalektik felsefe arasında sıkı bir bağ olduğu varsayılır. Ben de kendimi bu diyalektik felsefe okulunun bir izleyicisi sayarım. Bu okul, diğer felsefe okullarına karşıt olarak, söyleyeceğini açık seçik ortaya söyler, kapalı kapıların ardından konuşmaz, sözcük oyunlarıyla insanları kandırmaya çalışmaz. Ben de bunu gereğini yerine getirmeye çalışacağım. Gerçekte diyalektik felsefe okulu diye bir okul şimdiye kadar varolmadı, bundan sonrada varolacağını sanmıyorum. Diyalektik felsefe diğer felsefeler gibi bir okul olmayı asla başaramadı.

Ben felsefe alanında usta olamadım, ama buna aldırmıyorum. Platon'da öyle değilmiydi?Aristoteles ve Hegel gibi bir usta O da olamadı, hep amatör kaldı.

Öte yandan tutkumu saklamak istemem: Devlet kadar derin bir kitap yazmak istedim. Bilimlerin temel amacı olan özgürlük üzerine şimdiye kadar pek çok söz söylenmiştir, ben bunlara yenilerini ekleyecek durumda değilim. Ne Hegel kadar bilgili ne de Platon kadar söz ustasıyım., ama özgürlüğün bu ölümsüz öyküsünü bir de benden dinleyin istedim. Nitekim bu günlerde böyle bir felsefeye her zaman olduğundan daha çok gereksinim var.

Yer ile gök, toprak ile ateş, ölüm ile yaşam arasındaki o sonu gelmeyen savaşı tam ortasından anlatacağım. Savaşların en kanlısı iç savaştır, bununla birlikte en doğurganıdır.

Gidenler dönmez, yaşam son bulmaz, ölürse ten ölür canlar ölesi değil.....

1.BÖLÜM (YER ve GÖK)

“Ama eğer ilahi aydınlığı aramaya koyulmuşsak ne diye sönmeyen bir güneşin özlemini duyalım.” Felsefeye yerler ile gökler arasında temel bir ayrım yaparak başlamak uygun olacaktır. Cehennemde bir Mevsim'in yazarının hangisini seçtiğini bilmiyorum, ama ben sönmeyen bir güneşin peşinde koşacağım. Çünkü komünist toplumu gökte aramamız gerekir yerde değil.

Şimdi Rafaello'nun Atina Okulu tablosunu göz önüne alalım. Tam ortada Platon ve Aristoteles yer alır, ressam bununla bize bu ikisinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak ister. Platon yukarıyı gökyüzünü gösterir; Aristoteles aşağıyı, yeryüzünü. Biri kırmızı bir elbise giymiştir, diğeri mavi. Bu iki felsefe arasındaki ayrım ancak bu kadar güzel anlatılabilir.

Komünist toplum deyince ilk akla gelen haklı olarak gelir dağılımda eşitliktir.

Devletin yazarı ortak mülkiyetin savunucusuydu, ve gökyüzünün düzenini yeryüzüne kurmaya çalışıyordu. Bununla birlikte Platon bu anlayışa karşıt kitaplarda yazmıştır.

Tablo'da Aristoteles'in elinde Etik kitabı vardır, ve bu onun görüşünü az çok iyi yansıtır. Platon'un elinde tuttuğu kitap ise Timaeus'tur. İşte bu sorunsaldır. Devlet dururken, neden Timaeus ? Platon deyince akla gelen Devlet'tir, ve kuşkusuz bu onun felsefesini en iyi yansıtan kitaptır.

Burada ressamın dünya görüşü işe karışır, ressam Platon'a batı felsefesinin bakış açısından bakmıştır. Bu anlayışa göre dünya bir bütündür, ve bütün kılgısal ve kuramsal olmak üzere ikiye bölünmüştür. Etik'în yazarı kılgısal dünyayı, ve Timaeus'un yazarı kuramsal dünyayı anlatır. Böyle söylerken amacımız, platoncu felsefeyi olduğundan başka türlü gösterdiği için ressamı suçlamak kesinlikle değildir; çünkü Platoncu felsefenin gerçekte ne olduğundan çok bizim onu nasıl gördüğümüz önemlidir.

Tabloda bir başka önemli noktada şudur. Platon yukarıyı tek bir parmağı ile gösterir; Aristoteles ise aşağıyı gösterirken elinin parmaklarını açar. Aynı biçimde, batı felsefesine göre bir ve çok bir birliğin iki yanıdır, birlik gökyüzünde ve çokluk yeryüzündedir.

Bununla birlikte biz Devlet'in yazarının yanında, Timaeus'un yazarının karşısında olacağız. Şu sözler Timaeus'ta anlatılan dünya görüşünü çok iyi diler getirir: “İşte o zaman büsbütün yaşlı bir rahip haykırdı: 'Solon, Solon, siz Yunanlılar ağızları süt kokan çocuklardan başka birşey değilsiniz! İçinizde tek bir yaşlı kimse yok.' Bu sözler üzerine : ''Bununla ne demek istiyorsun ? diye sordu Solon. 'sizin anlığınızın genç olduğunu söylemek istiyorum, nitekim anlığınızda ne antik düşünce, ne eski gelenek, ne de zamanın solgunlaştırdığı bilgi var.” Anlatı ustası Platon'un dile getirdiği bu tarih düşüncesi batı felsefesine egemen olmuştur. Hegel bile bunu yinelemekten öteye gidememiştir.

Tarih bir bataklıktır, ve bataklık kokuşmuş sineklerin türediği yerden başka ne olabilir !

Bu arada Hegel'in neyi gösterdiği açık, acaba Marx nereyi gösteriyor? Gökyüzünü mü, yoksa yeryüzünü mü ? Sönmeyen bir güneşimi, yoksa ilahi aydınlığı mı? Aristoteles'in ve Epiküros'un öğrencisi olarak Marx, komünist toplumu yalnış yerde, yeryüzünde ve ilahi aydınlıkta arar.

Buna karşılık biz komünist toplumu göklerde arayacağız:

“Nereye gidiyorsun Gılgamış? Aradığın yaşamı bulamayacaksın.”

“Ah! Nasıl susabilirim? Nasıl sakin olabilirim? Öldüğüm zaman bedenim çürümeyecek mi ? Ölüm korkusuyla kırlarda başıboş dolaşan Ben, birgün asla uyanmamak üzere uyumayacak mıyım ?

Gözlerim güneşi görsün istiyorum. Kendimi ışığa kandırmak istiyorum. Aydınlık gelince karanlık çekilir. Ama ölü gün ışığını nasıl görebilir!”
........

2.BÖLÜM (MÜLKİYET)

“ Baba, Gılgamış'ı yenmek ve Onu öldürmek için bana göksel boğayı ver. Eğer sen bana göksel boğayı vermezsen, ben de gidip cehennemin kapısını açarım. Yaşayanları yemeleri için ölüleri dışarıya çıkarırım. Bu durumda ölülerin sayısı yaşayanların sayısından çok olur.”

Hegel'in Tarih Felsefesi'nde yaptığına benzer biçimde biz de uygar ve yaban toplumlar arasında temel özelliklere göre bir ayrım yapalım, ve sonucu bir çizelgede kısaca gösterelim. Eski Mısır'ı, Roma İmparatorluğu'nu, Osmanlı İmparatorluğu'nu ve günümüzün Amerika Birleşik Devletleri'ni uygar toplumlara en iyi örnekler olarak alabiliriz; bunlar en azından Hegel'in ve Marx'ın gözünde böyledir.


Yaban Toplum Uygar Toplum Ulam

- (yok) + (var) Mülkiyet
- (yok) + (var) Kölelik
- (yok) + (var) Aile
- (yok) + (var) Devlet
- (yok) + (var) Ahlak
- (yok) + (var) Yasa ya da Hukuk
- (yok) + (var) Sanat
- (yok) + (var) Din
- (yok) + (var) Tarihsel ve zamansal Düşünce
- (yok) + (var) vb.

“Zencilerin (yerlilerin) en belirgin özelliği bilinçlerinin Tanrı ya da Yasa gibi kesin bir nesnellik sezgisine ulaşamamış olmalarıdır.” “Bundan benin ötesinde ve ondan üstün bir mutlak varlık bilgisinden bütünüyle yoksun oldukları sonucu çıkar.”

“Din, insanın kendisinden üstün bir şeyin varolduğu bilinciyle başlar.” Zencilerde (yerlilerde) ya da büyücülerde :”Büyüde, ahlaksal bir inanç ya da bir Tanrı tasarımı yoktur; burada insan en üstün güçtür, doğanın gücü karşısında egemen konumdadır. Dolayısıyla zihinde Tanrı'ya ya da bir yasanın egemenliğine saygı göstermek söz konusu bile değildir.”

Fetiş konusunda: “O halde, böylesi bir fetişte ne dinsel ne de sanatsal özerklik vardır; bu sadece, yaratanın istencini yansıtan ve herzaman kendi elinde tutabileceği bir yaratıdır. Kısaca, bu dinde bağımlılık ilişkisi yoktur.”

Yaban toplumlar, “ölmüş atalarını yaşayanlara karşı düşman bir güç olarak görürler, onların kin güttüğünü düşünürler, insanlara karşı şu ya da bu kötülüğü yapabileceğini sanırlar.” “Ölülerin güçlerinin yaşayanların güçlerinden daha üstün olduğunu düşünmezler, nitekim zenciler (yerliler) ölülerine buyruk verirler ve onlara büyü yaparlar; bu biçimde tözsel olan her zaman öznenin egemenliği altında bulunur.” “Burada kesin olarak insanın doğa karşısında üstünlüğü söz konusudur.”

Bunlara şunu da eklemek gerekir: Büyü, insanın evreni gönlüne göre kurma girişimidir.

Eğer komünist toplumu kısaca betimlemek isteseydik bundan daha güzelini yapamazdık.

Artık mülkiyet konusundaki temel savımızı ortaya atabiliriz:

Uygar toplumlarda, ölüm ile mülkiyet arasında bir tür değişim var; ölülere karşı saygı mülkiyete karşı saygı biçimine dönüşüyor. Ve tersine, yaşayanlara karşı düşmanca bir tutum söz konusudur. İşte kapitalist toplum böylesi bir toplumdur.

Buna karşılık yaban toplumlarda, ölülere karşı olumsuz tutum ile mülkiyete karşı olumsuz tutum arasında bir değişim var; ölülere karşı düşmanlık mülkiyete karşı düşmanlığa dönüşüyor. Ve tersine, yaşayanlara karşı saygı söz konusudur. İşte komünist toplum böylesi bir toplumdur.

Artık sözü şaire bırakalım: Göklerin türküsü, halkların yürüyüşü! Köleler yaşamı lanetlemeyelim.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst