Cevat Şakir Halikarnas Balıkçısı

edalım

Yeni Üye
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehir:
Muğla
Ekli dosyayı görüntüle 181


Cevat Şakir Halikarnas Balıkçısı

Cevat Şakir 17 Nisan 1870 de babası Şakir Paşanın görevli olduğu Girit’te doğdu. Girit’te geçirdiği 2.5 yıldan sonra Cevat Şakir’in çocukluğu Atina, Büyükada ve İstanbul’da geçti. İstanbul Robert Kolejden sonra Yüksek öğrenimimi İngiltere’de Yakın Doğu tarih okuyan Cevat Şakir ülkeye dönünce gazeteci olarak çalışmaya başladı. Çeşitli gazete ve dergilerde karikatürleri, resimleri, çizgi romanları makale ve röportajları yayınlanan Cevat Şakir, İdam mahkumları hakkında yazdığı bir yazıdan dolayı Bodrum’a kalebentliğe gönderildi. Cezası 3 yıl kalebentlik idi. Gündüzleri kale içinde geçiren Cevat Şakir sabah ve akşam yetkili bir makama imza vermek zorunda idi. Bodrumda aylık kirası 25 kuruş olan bir ev kiralayan Cevat Şakir’in Mavi Sürgünü böyle başladı. Bodrumda kaldığı sırada Cevat Şakir Bodrumun doğasına, sıcak insanlarına hayran kaldı. Bütün zamanını süngerciler ve balıkçılarla geçiren Cevat Şakir, sünger toplanmasında ve süngerin dışa satılmasında onculuk etti. Bodrumun güzelleşmesine, yeşillenmesine büyük katkıda bulundu. Yurt dışından ağaç, çiçek fidan getirerek Bodrumdaki bos alanlara, caddelere dikti. Çocukları büyüyünce Bodrum’da okul bulunmadığı için İzmir'e taşınmak zorunda olan Cevat Şakir, belgesel yapımı, röportaj gibi nedenlerle zaman zaman Bodrum’a döndü. Bir gelişinde gömüleceği yeri seçen Cevat Şakir, 1973 yılında İzmir’de öldü. Bodrumda Gümbet’te bir tepe üzerine gömüldü.

BALIKÇININ KENDİ KALEMİNDEN ÖZGEÇMİŞİ

1870 yılında ada Türk iken Girit’te doğdum. Babam, Türkiye’nin Atina Sefiri oldu. Falerin’da ilk evi babam yaptırdı. Üç dört yaşındayken, küçük kardeşimle

Parthenon'un mermerleri arasında oynardık. Bir gün kayıkta, kayıkçı deniz aynasını denize tuttu. Denizaltı alemini görünce, tokat yemiş gibi sarsıldım. Yazı öğrenmeden önce, sabahtan akşama kadar resim yapardım. sonra Büyükada’da oturduk. Altı yaşında oradaki mahalle mektebinde okuma yazma öğrendim. 10 yaşında bir misyoner kuruluşu olan Robert Kolej’ e gönderildim. Sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk. Ben İsrail’in boyuna, Cerikaya, öteye beriye taşınan taşlardan bıktım. Kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı. Okudum. Ama, 700 öğrenci arasında o kitaplar bana yasak edildi. Elektrik feneri icat edilmişti. Gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum. Çok yazardım İngilizce... Ama on üç yaşımdan sonra yazmadım. Çünkü, Pazar günü kilisede okuduklarımı yazmamı istediler.

Ben de, herif eşek arısı gibi vızıldarken, yanı başlarında uyuyan arkadaşların kulaklarına çöp soktuklarını ve başka realiteyi yazdım. Skandal oldu, paylandım, artık yazmadım. Kolej’ den sonra İngiltere’ye göndermek istiyorlardı. Porstmouth’ da ki mektebine gitmek istedim. Münasip görmediler. Oxford’a gönderdiler. İsteksiz gittim. En kolay konuyu seçtim, üç dört yıl öğrendim. Üç dört yılda öğrendiğimi unutmak için sarf ettim. Ama kütüphanelerden, hem sonradan Londra Üniversitesi’nden istifa ettim. İlk dünya savaşında hastaydım. Savaş sonrası asker kaçaklarının kendileri gelip teslim oldukları halde yargılanmadan asıldıklarını yazdım. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde, Bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkum ettiler. Asıl mimledikleri M. Zekeriyya’yı mahkum etmek istiyorlardı. Ama yazıda suç bulamazlarsa yazıyı basan da serbest kalacaktı. Bodrum’a vardığım zaman 34 yaşındaydım.

Ondan önceki mektep hayatımın bende bıraktığı intiba şöyleydi. İstiklal Mahkemesi’nde mevkuf iken, bir gece rüyamda çocukluğumu, hala Kolejde olduğumu görmüştüm. Uyanınca hapishanede olduğumu ve kolejde olmadığımı gördüm ve, çıldırasıya sevindim. Bu hürriyetti bre!... Oysa ki, kolejde Fikret’in oğlu Haluk’ta, benimle aynı tabiydi. Halikarnas’ da, üç dört yaşındayken Faleron’ da gördüğümü ve kaybettiğimi buldum orada kaldım, yazdım, çiçek, ağaç ve yemiş yetiştirdim. Gece rüyamda kendimi savaşan bir general gibi görüyordum. Arkamda, yüz binlerce portakal ve grapa fruit ağaçları kökleri üzerine kalkmışlar, ilerliyoruz ve düşmanımız ölüme karşı vitamin ve ışık bombaları portakalları, greyfurtları, çiçekleri atıyoruz.

Sonrası Halikarnas Balıkçı’sı. İşte o kadar


Halikarnas Balıkçısı’nın Vasiyeti

Şadan Gökovalı, (Manevi oğlu) Halikarnas Balıkçısı’nın kendisine yaptığı vasiyeti şöyle anlatıyor;

"Yazacağım bunlar ama belki yazamadan giderim.Sana şimdiden söylemiş olayım.Bodrum’a gömülmek istiyorum.Bittabi orayı çok sevdim.Hayli hizmetimde geçti.Belediye’yede yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyiMindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar.Sakın mermer, beton filan istemem ha.Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız.Onu dikin mezarımın başına.Falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm.Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş.Eh bizim tekne su almaya başladı.Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil.Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum.Suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor.İstemem yahu,Bodrum’u severim bilirsin.Beni ziyaret için çocuklar arasıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar.Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya Balıkçı’ya bir Merhaba yaraşır”

Halikarnas Balıkçısı’nın mezarının yerini nasıl tespit ettiğini kızı İsmet Noonan kendisiyle yaptığımız şöyle anlattı;
"1972 yılında babamla beraber Bodrum’a geldik Artemis pansiyonda kaldık Babam hasta olduğu için yanından hiç ayrılmıyordum Babamın Hasip diye bir arkadaşı vardı Bana onun yanına gideceğini söyledi Turizm müdürü Çam’ı, arkadaşı Hasip’i ve Belediye Başkanını alarak gömülmek istediği yeri göstermiş Biz babamın naaşını getirdiğimizde mezar hazırlanmıştı”

Sanat hayatı

1926’dan sonra deniz hikayeleriyle tanındı Konularını Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olaylardan çıkardı İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asi denizi, kaderleri denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin bir terim ve mitologya hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, yer yer aksayan, ama sürükleyip götüren bir anlatımla hikaye ve romana geçirdi

Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş bir kişi olarak, çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirmiş olan ve kendi eserlerinin sonraki baskıları yapılagelen Balıkçı’ya Kültür Bakanlığı’nca 1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir

Geniş bibliyografyası Yeni Yayınlar dergisinin Ekim 1974 sayısındadır Bütün Eserleri Bilgi Yayınevi’nce toplanmaktadır


Eserleri

Hikaye kitapları

Ege Kıyılarından (1939)
Merhaba Akdeniz (1947)
Ege’nin Dibi (1952)
Yaşasın Deniz (1954)
Gülen Ada (1957)
Ege’den (1972)
Gençlik Denizlerinde (1973)
Parmak Damgası (1986)
Dalgıçlar (1991)

Romanları

Aganta Burina Burinata (1945)
Ötelerin Çocuğu (1956)
Uluç Reis (1962)
Turgut Reis (1966)
Deniz Gurbetçileri (1969)

Deneme kitapları

Anadolu Efsaneleri (1954)
Anadolu Tanrıları (1955)
Mavi Sürgün (Anıları, 1961)
Anadolu’nun Sesi (inceleme, 1971)
Hey Koca Yurt (1972)
Merhaba Anadolu (1980)
Düşün Yazıları (1981)
Altıncı Kıta Akdeniz (1982)
Sonsuzluk Sessiz Büyür (1983)
Çiçeklerin Düğünü (1991)
Arşipel (1993)
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst