Ilk kadın modelim annem / anne - kız evlat ilişkileri

edalım

Yeni Üye
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehir:
Muğla


Ne garip bir ilişkidir anne-kız ilişkisi. Bağlılık ve bağımlılık arasında gidip gelen bir ilişki. Bağımlılığı büyüttükçe bağımsızlığın yitirildiği bir ilişki.

Toplumun hangi kesimine bakarsak bakalım, hangi evden içeriye uzanırsak uzanalım anne ve kızların birbirlerini bir şekilde özgür bırakmadıklarını gördüğümüz bir ilişki biçimidir anne kız ilişkisi. Hayattaki en özel ilişki.



Hamilelik süreci ne kadar heyecan vericidir oysa. Nihayet benim de anne olacağım bir süreçtir. Evlatlıktan anneliğe geçmekte olduğum bir süreç. Artık ben de nihayet yüceltilmeyi, saygı görmeyi, önemsenmeyi hakkedeceğim bir konuma geçmekteyimdir. Anne olmaktayımdır. Bebeğim karnımın içinde hareket ettikçe, hormonlarımın da müthiş desteği ile tüm duygularım değişmeye başlar. Yaşama bakışım farklılaşmaya başlar. Doğum anı – eğer korkularıma ve çoğunluk doktorların büyük kentlerde söylediklerinin tuzağına düşmemiş ve sezeryanı seçmemişsem – mucizenin gerçeğe dönüşmesidir. Bir erkeğin o doğum sancısını çekmesi neticesinde kalbinin duracağı o süreçte bedenim bu mucizeyi oluşturmakta, her sancı ile bebeğim çıkışa yönelip vida hareketi ile dış dünya ile tanışmaya hazırlanırken, vücudum yaşamında başka bir gebelik ve doğum dışında salgılayamayacağı seviyede endorfin salgılamaya başlamış ve benim o acıyı olduğundan çok daha az hissetmemi sağlamaktadır. Bebeğim doğmaktadır, ben anne olmaktayımdır. O göbek bağı da çıkmış vücudumun dışına bebeğimle. Kesiyorlar o bağı, ama aslında ömür boyu tutacağım ben o bağı. Hiç bırakmayacağım bebeğimi. Aman Allah’ım, aylardır beklediğim o küçücük canlı artık kucağımdadır. Annelik öyle müthiş bir durum ki, doğayı bile altüst eder. İnsan denen canlı türünün bu dünyada yaşamını tüm olanlara rağmen devam ettiriyor olmasının iki tane biyolojik nedeni var: Hayatta kalma ve nesli devam ettirme güdüleri. Nesli devam ettirme güdüsü, kişinin en uygun ve en sağlıklı üreyeceğini hormonların yardımı ile fark ettiği, feramon hormonunun devreye girdiği bir güdü. Hayatta kalma güdüsü ise, yaşamsal bir tehdit olduğunda kişinin böbrek üstü bezlerinin adrenalin – noradrenalin, efinefrin – norefinefrin salgıladığı bir güdü. Yaşamsal tehdit oluştuğunda, ya adrenalin salgılanır ve ‘saldır, parçala, hayatta kal’ komutu oluşur; ya da noradrenalin salgılanır ve ‘kaç, kurtul, hayatta kal’ komutu oluşur. Malum güdüler bizim farkındalığımızın tamamen dışında oluşan bir durumdur. Ancak annelik bu biyolojik kuralı altüst ediyor. Annenin çocuğuna yaşamsal bir tehdit geldiğinde, anne kendi yaşamını korumak yerine, çocuğunun önüne geçerek yaşamsal tehdide kendisi maruz kalıyor. İşte bu kadar önemli ve karmaşık bir durum annelik.



Annemin karnında ne dar da güvendeyim. Son derece güvenli, loş, sıcak, beslenmek ve yaşamak için kendi başıma herhangi bir şey yapmamın gerekmediği, annemin müthiş korumasında olduğum o müthiş bağımlılıktayım. O ne? Bir şeyler oluyor. Bir şey beni harekete geçiriyor. Aman Allah’ım ne oluyor? O daracık yere doğru neden itiliyorum. Annem beni neden oraya doğru itiyor ki? Offf, bu daracık yerden nereye çıkılıyor ki? Ayyyy, çok soğuk, aydınlık, gürültülü, yalnız. Anneeee, neredeyim, ne oluyor? Soluk almak için uğraşmam lazım. Anneeee, neredesin? O beni besleyen, sana bağlayan bağı kesiyorlar. Ben artık bir bireyim. Senden ayrıyım. Aslında çok korkuyorum. Ohhh, annemin kokusu. Nihayet tekrar göğsündeyim annemim.





Anne hele de bir kız bebek dünyaya getirdiyse, onunla bir bebekle oynar gibi oynar. Onu giydirir, süsler, besler, bakar, gözetir. İlk zorluklar 2-2 ½ yaşlarında oluşmaya başlar her iki cinsiyette de. Protesto süreci başlamıştır. Çocuk bir birey olduğunu ve yaptırım gücü olduğunu keşfeder. “Hayır” demeye başlar. Ve bu “hayır”ın yönetecek güce sahip olduğunu görür.



Aslında kız çocuk ergenliğe gelene kadar bir sorun yokmuş gibi görünür anneyle kız arasında. Kız evlat da son derece mutludur annesinin korumasında olmaktan. Canı herhangi bir durumda yansa, annesine koşar. Birisi ona oyuncağını vermese annesine koşar. Arkadaşları onu oynatmak istemeseler annesine koşar. O annesinin sevgili kızıdır. Annesi onu korur, kollar, giydirir, süsler. Kız çocuk gittikçe anneye öykünür. Kent ya da kasabadaysa, anne kız çocuk için hayranlık uyandırır. Annenin kıyafetlerini giymek, takılarını takmak, rujunu sürmek; yani anne gibi olmak ne müthiş bir heyecandır kız çocuk için. Anne taklit edilir. Onun gibi oturulur, bacak bacak üstüne atılır, onun gibi kahve içilip sohbet edilir evcilik oynanırken. İlkokul döneminde de her şey yolundadır.



Anne kızına bir şeyler öğretmeye devam etmektedir. Gerek okulda, gerek sosyal hayatta anneden öğrenilecek o kadar çok şey vardır ki. Anne de çok mutludur. Çocuğu ona ihtiyaç duymakta, o çocuğunu koruyabilmekte, çocuğuna bir şeyler öğretebilmektedir. Kızı halen onun erk alanı içindedir. Kızını istediği gibi yoğurabilmektedir. Kızı genelde yapma dediklerini yapmamakta, ona öykünüp onu taklit etmektedir. Toplumsal olarak ortadan kaldırılmış ya da yontulmuş özgüveni, egosu tavan yapmaktadır annenin. Birileri ona ihtiyaç duymakta, onu kayıtsız şartsız dinlemektedir. Nihayet o da anne olmuş ve yaşamda yönetebileceği bir alana sahip olmuştur. Anne bunları yaparken, erk alanında mutlu mesut yaşarken, annenin annesi aslında her şey karışmaya devam etmektedir. Kızına ait bir erk alanı olduğunu kabul etmek çok zordur annenin annesi için. O aslında tecrübesizdir. Nereden bilecektir ki, çocuk nasıl yetiştirilir? Daha önce hiç çocuk mu yetiştirmiştir? Halbuki kendisi, o en azından şimdi anne olanı yetiştirmiştir ve bu konuda tecrübelidir, yani söz sahibidir.



Neyse, biz dönelim annenin genç kızlığa geçmekte olan kızı ile ilişkisine. Kız çocuk büyümeye başlamıştır. Annesinden ayrı bir birey olduğu ile tanışmaya başlamıştır. Şimdiye kadar hep evin içinde ve evin kuralları ile yaşamakta olan o küçük kız çocuğu dışarıda başka bir dünya olduğunu görmeye başlamıştır. Bu dış dünya ile tanıştıkça, büyümenin ne kadar çekici bir şey olduğunu görmeye başlar. Şimdiye kadar hep annesini dinlemiş olan o küçük kızı şimdi başkaları dinlemeye başlamıştır. Kızın kendisine ait fikirleri, arkadaşları, sosyal çevresi ve hayatı olmaya başlamıştır. Çok çekicidir o dünya. Anne ise paniklemeye başlamıştır. Onun tatlı, küçük kızı büyümeye başlamış, onun erk alanından çıkmaya çalışmaktadır. Anne için en korkunç dönem başlamıştır. O güne kadar kendisini dinleyen, kendisinin koruma, kollaması olmadan hayatta olamayacağını düşünen, annesine hayran o küçük kız artık annesinin değil koruma kollaması, fikirlerini bile istememektedir. Kızın artık kendi fikirleri vardır. Zaten annesi iyidir, hoştur, ama aslında pek de bir şey bilmiyordur. Ne o müzik grubunu tanıyordur, ne de genç kızın arkadaşları ile konuştuğu jargondan anlıyordur. Dışarıda annesinin kurallarının geçerli olmadığı bambaşka bir dünya vardır. Kız bu dünyanın içinde kendisine bir yer edinmeye çalışırken farklı bir sürü tarz denemektedir. Anne gittikçe daha çok paniklemektedir. Geceleri o “korkuyorum anne” diyip kendisine sığınan kız şimdi geceleri dışarıdaki hayatı tanımak için denemedik yol bırakmamaktadır. Anne bunca zaman kendisini anne olarak danışılan, koruyan, kollayan mercii olarak görmeye alışmış ve bu gücün keyfini annelik şefkati ile çıkartırken, birdenbire değil gücü, şefkati bile reddedilmektedir. Artık kızına sarılmak istediğinde bile, kızı sarılmasını istememektedir. Annesinin okuldan kendisini almasını bile istememektir. Eskiden arkadaşları ile içeride odasında oynayan ve her başı sıkıştığında, annesine sığınan o küçük kız artık annesini hayatının kendisine ait hiçbir bölümünde istememektedir. İşte bu devrelerde işin içine bir de annenin kızına hissettiği örtülü kıskançlık kendisini gösterir sinsi sinsi. Anne yaşlanmakta, kızı ise gittikçe serpilmektedir. Kızı birçok konuda kendisini geçmeye çalışmaktadır. Kız annesi ile rekabet yaşamaya başlar; anne kızını kıskanmaya. Anne, kızına ne kadar çok konuda ne kadar çok şey bildiğini anlatmaya çalışır. Kızını kendi hayat deneyimleri ile dış dünyadaki “kötülüklerden” korumaya çalışır. O taşımıştır 9 ay boyunca kızını karnında, o bakmıştır, beslemiştir. Kızının “kötülüklerle” karşılaşmasını istemez. Ayrıca kızını istediği gibi yetiştirme hakkı olduğuna kesin kes inanmışken, kızı artık onun istediği gibi yetişmek istemediğini yüksek sesle ifade etmektedir altını kalın kalemle çizerek. Kızı artık onunla oturup sohbet etmek yerine arkadaşları ile gizli gizli, odasından konuşmaktadır. Anne artık kızının hayatının asla bir parçası değildir. İşte kırılma noktası burada oluşur. Ya anne burada kızının kendi bedenin bir uzantısı olmadığını görecek kabul edecek ve kızını öne çıkartmayı başaracak, ya da kızını kendisinin bir uzantısı olarak görmeye devam edecek ve kızı ile çatışacaktır. Anneler kızları ile ilgili kurdukları düşlerin sadece kendi düşleri olduğunu kabul etmeyi başarmadıkça, anne- kız ilişkisi her iki tarafı da çok zorlar.



Haydi, bu dönemdeki kız evlat olarak annelerimize bir bakalım:

Kız çocukları annenin devamı olarak ve ona benzeyerek büyürler. Kız evlatların cinsel kimliklerinin kabulünde karşılaşacakları en büyük güçlük, anneye benzememek çabasından ziyade, toplum içinde zayıf konumda olan kadın ve anne figürüyle özdeşimden kaynaklanmaktadır. Annelik ve kadınsılık önemli ama değersiz bulunmaktadır. Zaten anne genellikle toplumsal ve kültürel değeri ve gücü - daha doğrusu, değersizliği ve güçsüzlüğü - nedeniyle bir çatışma yaşamaktadır.

Genç kız kadın olma yolunda ilerlemektedir. Ama nasıl bir kadın olacaktır? Annesi anne anneyse, hiç de onun gibi olmak istemez. Anne anne olan annesi aslında toplum tarafından onay gören ama takdir edilmeyen bir kadın figürüdür. Kız bu anne anneyle çatışmaz, ama ona benzemek de istemez. Ehh, hani ergenlikte hemcinsimiz olan ebeveyn partı ile özdeşleşecektik? Genç kız bu süreçte ciddi bir sorgulama geçirir. Çevresinde öykünüp model alabileceği bir kadın olmadığı için deneme yanılma yöntemi ile aslında nasıl bir kadın modeli olduğunu bilmediği toplumda gördüğü, ama tanımadığı kadınları model almaya başlar. Kısacası annesine benzememek için ciddi bir çaba sarf eder. Annesi anne anne olduğu için çatışmaz, ama modelleme konusunda zorlanır.



Annesi anne anne olmayan, güçlü, başarılı ya da sadece güçlü kadınlar olan genç kızların işi ise farklı bir biçimde zordur. Anne anne olan anneler, kızlarının kendilerinden daha çok şey biliyor olmalarından rahatsız olmaz, hatta gurur duyar. Sadece “kadınlık” konusundaki bilgisizliklerine müdahale eder. Ama zaten kızları okumaktadır ve “kadınlık” konusunda eksikliklerinin olması doğaldır. Vakti geldikçe, o alana müdahale edecektir. Ama şimdilik kızının öne çıkması onu mutlu eder. Kızı kendisinin yapamadıklarını yapmaktadır. Annesi anne anne olmayan kızlar annelerine öykünselerde, anneleri ile rekabet nedeniyle çok farklı çatışmalar yaşarlar. Başarılı, güçlü ya da sadece güçlü anneler bu dönemde geri çekilip kızlarına yol vermedikleri için, kızları ile ciddi çatışmalar yaşarlar. Kızlarının her şeyi bildiklerini zannetmeleri onları çileden çıkartır. Dünkü çocuk kalkmış ahkam kesmektedir. Ne biliyordur ki? Güçlü anneler eleştirir. Başarılı olmasalar da eleştirirler. Güçlü ve başarılı anneler bu güçleri ve başarıları ile barışamamışlar ise, çok daha keskin eleştirirler. Genç kızın bu durumda da işi zordur. Tamam, annesi toplum tarafından takdir edilen bir kadın modelidir. Kendisi de annesi gibi güçlü ve başarılı olabilir. Ama annesinin bu her şeyi bilirmişçesine hayatını yönetmeye çalışması onu çileden çıkartır. İşte burada anneye benzememe çabaları gelişmeye başlar. Örneğin, başarılı, güçlü anne, bakımlı ve şıksa, kız salaş kıyafetleri ve daha basit bir yaşamı tercih edebilir.





Anne, kızını eleştirdikçe, kız hırçınlaşır. Kız hırçınlaşıp başına buyruk davrandıkça, anne daha çok eleştirir. Anne kızını eleştirmeden yaklaştığını düşünce bile, kızı annesinin kendisini eleştirdiğini düşünür. Çünkü annesi tarafından kabul görmediğini düşünmektedir genç kız. Bu süreçte o bebeklikten itibaren gelişen bağımlılık, suçluluk duygularını da peşinden getirir. Genç kız annensinin onaylamadığı bir yaşam yolu izlemeyi seçerse, çatışmalar, vicdan azapları, gözyaşları, korkular birbirinin içine girer.

Ya da kız evlat annesine karşı gelmemek, annesinin oluşturduğu modelin dışına çıkmamak adına çok ciddi yaşamsal bir hata yapar ve kendi hayatını kısıtlamayı seçer. Annesinden farklı olmayı, annesine ihanet olarak algılayan kız evlat, annesinin gençliğinde yapamadıklarını yapan, onun elde edemediklerine kavuşan rolünü biçer kendisine. Ancak anne modelinin oluşturduğu baskı, kızların kişisel gelişimini büyük ölçüde ketler. Kız evlat annesinden farklı olmayı seçecek olursa, genç kız kendisini annesine, annesinin yaşam seçimlerine ihanet etmiş gibi hissedebilir.

Bu suçluluk duygusu ile kız evlatlar sadakat ve sevgi duyguları adına kişisel gelişimlerini durdururlar. Kız evlat annesini üzmemek, hayal kırıklığına uğratmamak adına, kendisinden vazgeçer. Bu vazgeçiş zaman içinde ciddi öfkelere yol açacaktır. Ben meslek hayatımda bu öfkeleri yaşayan bir çok kadınlar çalıştım, çalışıyorum.



Anne-kız çatışmasının önemli bir nedeni de annenin kızına bir "yaşam modeli" oluşturmasıdır. Anne kızını "kendi devamlılığı hatta ölümsüzlüğü" olarak görür. Anneler bu devamlılık konusunda o derece isteklidirler ki, kendi modellerinin doğruluğunu hiç sorgulamazlar.



Anneler, kızlarıyla ilgili düşler kurar. Bu düşlerin gerçeğe dönüşmemesi durumunda anneler hayal kırıklığı yaşarlar. Kızlarını beğenmemeye başlar ve “Neden başkasının kızı öyle de benimki değil” sorusu oluşur. Bu soru ile başlayan yakınma ve üstü örtülü ya da açık suçlamalar kız evlatta ‘annesine layık evlat olmama duygusu’ oluşturur. Kız evlat annenin onaylamadığı, desteklemediği, düşlemini kurmadığı bir yaşam oluşturursa, çatışmalar, vicdan azapları, gözyaşı, üzüntü, korku, suçluluk duyguları şiddetle kendisini göstermeye başlar.



Annelerin kızlarının yaşamlarını şiddetle yönetmeye çalıştıkları en önemli alan cinselliktir. Hanginizin annesi hanginize sağlıklı bir cinsel bilgi aktarmıştır? Ama haklıdır anneniz, size sağlıklı cinsel bilgi aktaramamakta. Kendisinin cinsellikle ilişkisi sağlıklı değildir ki. Bizim gibi ataerkil toplumlar kadının cinselliğinin kontrolünü yine kadına bırakılmıştır. Soyun devamının garantisi ancak kadının cinselliğinin kontrol altında tutulmasından geçmektedir ataerkil toplumlarda. Kadına da zaten bu nedenle anne olmak dışındaki cinsellik yasak, ayıp, günah ile birleştirilerek aktarılmaktadır. İşte bu nedenlerle anneler kızları ‘sağ salim evlenene kadar’ kızlarının bedenlerini de korumakla yükümlü kılınmışlardır. Kız evlatlar büyümeye başlayıp cinsel erginliğe ulaştıkça, baskılar ve çatışmalar şiddetlenir. Bu çatışmalar yaygın olarak kızın cinselliğinden vazgeçip cinselliği ayıp, günah, yasakla ilişkilendirerek uzak durmasına neden olur. Bunun getirdiği sorunlar ileriki yaşamda kız evladın yaşamında çok başka ve ciddi sorunlara yol açacaktır.













Haydi biraz anne ile kızı arasındaki diyaloglara bakalım:





"Bir gün senin de çocukların olacak. İnşallah onlar da sana, senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar...."





Genç kız akşam yemeği için nişanlısıyla dışarı çıkacaktır.
A - Bak onu giydin, ama üşürsün akşam onunla sen.
K - Yanıma kazak alacağım ben, sen merak etme.
A- Hem zaten bu aralar yağmur da yağabilir, mevsim bahar, havaya güven olmaz.
K - E tamam o zaman, montumu alırım.
A - Kar yağmaz ama sen yine de eldiven al bence?
K - Bere de alırım yanıma anne, tamam.
A - Açık havada çok durmayın olur mu?
K - Tamam anne, dikkat ederim.
A -Söyle nişanlına arabayı yavaş kullansın.
K - Ayy anneeee.... hayattan bezdirdin ama!
A - Bence de gitme zaten, ne işin var akşam vakti dışarıda?





K - Anne ben arkadaşlarımla dışarı çıkıyorum..
A - Ne gerek var?







A - Kızım telefonunun ışığı yanıyor
K - Söner, boşver
A - Mesaj gelmiş ama
K - Gelsin boşver
A- Ay kızım bir bak, önemlidir belki
K - Ttamam anne
A – Eee kimdenmiş mesaj?

K – Arkadaşımdan işte anne

A - Kimdenmiş
K – Ne yapacaksın ki
A - Söylesen ölürsün değil mi. Ah ah seni doğuracağıma taş doğursaydım. Hayırsız evlat.





Kız dışarı çıkmaya hazırlanmaktadır.
A - Sağa sola bakmadan git emi kızım...?
K - Öfff annee....!!








Kız evlenmek üzeredir

K: Anne bu ne?

A: Ne ne?

K: Plazma televizyonu koyduğumuz sehpanın çekmecesindekiler?

A: Neye benziyor?

K: Ya anne bunları niye buraya koydun?

A: Her evde çatal bıçak takımı salondaki dolapta durur.

K: Benim evimde olmaz. Bunların yeri mutfaktaki çekmecedir.

A: Bunlar günlük kullanılmaz.

K: Nasıl kullanılır?

A: Önemli bir misafir geldikçe, kırk yılda bir.

K: Yani evime gelecek insanları önem derecelerine göre sıralamam lazım, öyle mi?

A: Saçmalama, abartıyorsun.

K: Sen abartıyorsun. TV’nin altında CD’ler falan duracak. Çatal bıçak takımı da mutfak da olacak.

A: Sen ne anlarsın. Benim düzenime karışma.

K: Kırk yılda bir kullanacağım bir şeye niye para verdin o zaman?

A: Yeni gelin evinde adettendir.

K: Tamam anne, ben yıldım. Sen nasıl istiyorsan, öyle olsun.


Ne kadar tanıdık dialoglar değil mi?


Önce 2 yaşlarındaki protesto döneminde, sonra da ergenlik döneminde annelerin kızlarına sabır ve sükunetle yaklaşması çok önemli. Anne kızını, “Başına ne gelirse gelsin yanındayım. Bana güvenebilirsin” mesajı ile koşulsuz sevmelidir. Annenin kısıtlayıp ezmeden kızına sınırlar koyması çocuğun ve gencin gelişimi açısından çok önemlidir. Anne kızına her zaman ve her koşulda duygusal destek vermelidir. Anne kızının yaptığı eleştirileri kişisel almamalıdır. Özellikle ergenlik döneminde kızların kızdıkları anneleri değil kendileridir. Bu kızgınlıklarını da kuvvetle annelerine yansıtırlar.
Anneler unutmayın, kızınızın her şeyini bilmek zorunda değilsiniz. Kızınız isterse, aranızda o güven ilişkisini oluşturabildiyseniz, iyi bir dinleyiciyseniz, kızınızı eleştirmeden dinliyorsanız, o size anlatacaktır.

Anneler unutmayın, kızınızın her şeyini bilmek zorunda değilsiniz. Kızınız isterse, aranızda o güven ilişkisini oluşturabildiyseniz, iyi bir dinleyiciyseniz, kızınızı eleştirmeden dinliyorsanız, o size anlatacaktır.

Yukarıda başka bir bağlamda da belirttiğim gibi, toplumumuz kadınlığın sadece annelik yönünü yücelttiği için, anne olan kadın yücedir bizim toplumumuzda. Böylesine yüce bir varlığı kırmak, ne büyük bir günahtır. O sizi 9 ay boyunca karnında taşımış; yememiş yedirmiş; giymemiş, giydirmiştir. Geceler boyunca uykusuz kalmıştır. Sizin için yaşamından vazgeçmiştir. O annedir. Cennet annelerin ayakları altındır. Hepsi doğrudur.



Peki, haydi size provokatif bir soru: Anneniz sizi dünyaya getirmeye karar verdiğinde, size sormuş mudur, dünyaya gelmek istiyor musun Kızım?, diye. Bak yaşamda bunları, bunları yaşayacaksın. Ben senin için kendimden vazgeçeceğim için, başta ben tüm toplum senin de kendinden geçmeni isteyecek. Kendi kararlarını verip yaşamını kendi doğrularında oluşturmaya kalktığında suçlanacaksın, suçlanmasan bile açık açık, suçluluk duyman sağlanacak. Tüm bunlara rağmen sen dünyaya gelmek istiyor musun Kızım? Hayır, anneler, tüm anneler en fazla kendileri için dünyaya getirirler çocuklarını. Hatta ülkemizde pek kişiye bırakılan bir tercih değil anne olmak. Anneliğe fiziksel ve ruhsal açıdan ne kadar hazır olunduğunun hesabı yapılmıyor kadının. Pek çok kadın, “evlendikten sonra anne olunmalıdır, ancak o zaman aile olunur” düsturu ile anne olmaktadır. İçinizde anne olanlar ve annesi olanlar, şöyle bir bakın; kaç kadın gerçekten kendisini hazır hissederek ve hazır olduğunda anne olmuştur?









Doğrudur, annelik çok zevkli, çok yıpratıcı ve kutsallıkla taçlandırılan bir durum. Ama o kadar tek taraflı bir durum ki. Kültürümüz hep evladı anne-baba için var görür, halbuki anne-baba evlat için vardır. Biz tamamen kendi - o da her zaman olmuyor, malum – kararımızla anne oluyoruz. Biz aslında evladımız için var olmalıyız. Evladımız yaşamda kendi ayakları üzerinde duracak donanıma ulaşana kadar biz evladımıza her tür desteği vermekle yükümlüyüz. Bizim evladımızın yaşamı üzerinde hiçbir söz hakkımız yok. O bizim yaşamdaki en büyük projemiz, ama bize ait değil. Biz ona aidiz hayatta ayakta durana kadar. O bizim bir uzantımız değil. O bizim, gerçekleştiremediklerimizi gerçekleştirecek hayallerimizin realizatörü değil. O bir birey. Biz onun kendisini geliştirdikçe, bireyleştikçe mutlu ve gurulu olacak kişiyiz, üzülüp küsecek değil. Çocuklarımızı özgür bırakalım. Onlar yollarını bulacaklardır. Bize de onlarla gurur duymak kalacaktır. Bundan daha büyük bir keyif olabilir mi evladımız ile ilgili?



Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı

 

DILEK3

Yeni Üye
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
51
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehir:
Adana
paylaşım için teşekkürler
 

kan_ciceqi

Yeni Üye
Katılım
19 Kas 2008
Mesajlar
182
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehir:
Adana
Anne hele de bir kız bebek dünyaya getirdiyse, onunla bir bebekle oynar gibi oynar. Onu giydirir, süsler, besler, bakar, gözetir. İlk zorluklar 2-2 ½ yaşlarında oluşmaya başlar her iki cinsiyette de. Protesto süreci başlamıştır. Çocuk bir birey olduğunu ve yaptırım gücü olduğunu keşfeder. “Hayır” demeye başlar. Ve bu “hayır”ın yönetecek güce sahip olduğunu görür.

emeqine saqlık
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Son mesajlar

Forum istatistikleri

Konular
17,417
Mesajlar
134,315
Kullanıcılar
90,726
Son üye
LeonUO
Üst