Görsel bilgi,haber ve eğlencenin en yoğun kullanıldığı, gönderenin görülmesini istediği gibi kurgulayabildiği,geniş coğrafya ve kitlelere kadar ulaşabilen etkili ve tek yönlü bir iletişim aracıdır.
Faydasının yanında yanlış ellerde tahrip edici etkiye sahiptir.Milyarlarca dolarlık silahlardan daha yıkıcı psikolojik harp vasıtasıdır.
Televizyon yaşanılan her mekâna sızarak, toplumun tüm kesimine ulaşmıştır. İnsanlar zamanlarının üçte birini televizyon karşısında geçirmektedir. Hayata bu kadar nüfuz ederken cihazdan yayılan kirletilmiş görüntüler, davranış ve inançlarımızı olumsuz yönde değiştirebilme kuvvetine sahip olmuştur.
Ancak akşam saatlerinde bir araya gelebilen ailelerin müşterek eğlencesi haline gelirken, kontrolsüzce izlenen yayın akışı ahlak tahribatına sebep olmaktadır. Her gün saatlerce seyrettiğimiz dizilerin ortak teması; aldatma, ihanet, cinayet, parçalanmış aile, yozlaşan insan ilişkileridir. Dizilerdeki yaşamlar Türk örf ve adetlerine uymayan, toplumumuzda kötü bilinen davranışları abartarak bize gösteren olumsuz örneklerdir. Başrol oyuncusu kadın veya erkek eşini aldatır, gayri meşru ilişiklileri vardır. Çevresindeki tüm akrabaları, iş ortakları ve dostları ona tuzaklar kurarlar. Bu ihanet içerisinde yaşanılan tüm ahlak dışı yaşam seyircinin ilgisini çekerken, aslında yavaştan, sinsice bir zehir kalplerimize, ruhumuza sızar. Belleğimizde daha önce inançlarımızla vücut bulmuş ahlak anlayışı yerine gördüğümüz sahte yaşamlardaki anlayışla yer değiştirir. Farkına varmayız, öyle olmadığını söyleriz ama bu zehir gözlerimizden beynimize her gün saatlerce zerk olunduktan sonra kalbimize yerleşir, inancımız olur. Sonra da yaşam şekli,dünya görüşümüz olur. İnsan inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar.
İnsanın beyni fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaydeder. Bazılarını unuttuğumuzu sanırız fakat bilinçaltımızda hala izleri durmaktadır. Televizyonda seyredilen her sahne en ince ayrıntısına kadar belleğimize yerleşir. Sadece dizinin konusu ilgimizi çekmez, gördüğümüz her nesne hafızamıza kayıt olmuştur. Filmin çekildiği mekân, oyuncuların giydiği elbise, makyajı, takısı, arabası, saç şekli, okuduğu gazete, gittiği yerler, tavır ve hareketleri. Artık gördüklerimizin bir kopyası da bizde vardır. Filmi çekenler bunları çok iyi bildiği için seyirciye vermek istediği duygu ve düşünceyi sanki bir kayıt cihazına kaydediyor gibi uzaktan beyinlerimize televizyon vasıtasıyla yüklerler. Hangi sahnede güleceğimizi, üzüleceğimizi, sevineceğimizi, coşacağımızı yönetmenler bize gösterir.
Evli erkek veya kadının gayri meşru ahlaksız ilişkisi dizi içerisinde gayet doğal karşılanırken yönetmen ve senarist aynı duyguyu bizim de duymamızı sağlar.
Kadın ve çocuklar seyrettiklerinden daha çok etkilenir. Dizilerde giyilen elbiseler, takılar, kullanılan eşyalar moda olur. Sık tekrarlanan, hoşa giden sözler dahi arkadaşlar arasında söylenir.
Davranışlarımıza hükmeden duygularımız değiştikten sonra artık toplum olarak biz eski biz değiliz. Değişime direnenler de değişenlerin etkisiyle değişir. Bulaşıcı hastalık gibi toplumun her yerine sirayet eder. Ahlaksızlık anlayışı değişerek modern yaşam, özgürlük olur. İnandığımız doğru değişilerek,parlayan kutudan gelen doğru olur. Geçmişimizden uzaklaşır, yabancılaşır,daha önce inandığımız değerlere düşman oluruz.Savunanlara da düşman oluruz. Artık kızlarımızın erkek arkadaşlarıyla tanışır, gece beraber olmalarına müsaade ederiz. Karşılaştığımız güzel bir kadınla birlikte hayâsız halimizden utanmayız, hatta çapkınlığımızı arkadaşlarımıza abartarak anlatırız ki, onların da daha iyisini yapmalarını teşvik ederiz. Yalan söylemekte, insanları kandırmakta beis görmeyiz. Flört ederek evlendiğimiz kadından bir süre sonra sıkılır, küçük nedenlerden dolayı boşanırız. Çocuklarımız anne ve babası ayrılmış sorunlu insanlar olur. Aile müessesi yıkılınca toplumda çözülme başlar.
Pandora’nın Parlayan Kutusu açılmıştır,oradan yayılan kötülük her eve girer,temas ettiği her insana bulaşır. Milleti millet yapan taşlar artık yıkılmıştır. Parçalanmaya ve yok edilmeye hazırız.
Faydasının yanında yanlış ellerde tahrip edici etkiye sahiptir.Milyarlarca dolarlık silahlardan daha yıkıcı psikolojik harp vasıtasıdır.
Televizyon yaşanılan her mekâna sızarak, toplumun tüm kesimine ulaşmıştır. İnsanlar zamanlarının üçte birini televizyon karşısında geçirmektedir. Hayata bu kadar nüfuz ederken cihazdan yayılan kirletilmiş görüntüler, davranış ve inançlarımızı olumsuz yönde değiştirebilme kuvvetine sahip olmuştur.
Ancak akşam saatlerinde bir araya gelebilen ailelerin müşterek eğlencesi haline gelirken, kontrolsüzce izlenen yayın akışı ahlak tahribatına sebep olmaktadır. Her gün saatlerce seyrettiğimiz dizilerin ortak teması; aldatma, ihanet, cinayet, parçalanmış aile, yozlaşan insan ilişkileridir. Dizilerdeki yaşamlar Türk örf ve adetlerine uymayan, toplumumuzda kötü bilinen davranışları abartarak bize gösteren olumsuz örneklerdir. Başrol oyuncusu kadın veya erkek eşini aldatır, gayri meşru ilişiklileri vardır. Çevresindeki tüm akrabaları, iş ortakları ve dostları ona tuzaklar kurarlar. Bu ihanet içerisinde yaşanılan tüm ahlak dışı yaşam seyircinin ilgisini çekerken, aslında yavaştan, sinsice bir zehir kalplerimize, ruhumuza sızar. Belleğimizde daha önce inançlarımızla vücut bulmuş ahlak anlayışı yerine gördüğümüz sahte yaşamlardaki anlayışla yer değiştirir. Farkına varmayız, öyle olmadığını söyleriz ama bu zehir gözlerimizden beynimize her gün saatlerce zerk olunduktan sonra kalbimize yerleşir, inancımız olur. Sonra da yaşam şekli,dünya görüşümüz olur. İnsan inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar.
İnsanın beyni fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaydeder. Bazılarını unuttuğumuzu sanırız fakat bilinçaltımızda hala izleri durmaktadır. Televizyonda seyredilen her sahne en ince ayrıntısına kadar belleğimize yerleşir. Sadece dizinin konusu ilgimizi çekmez, gördüğümüz her nesne hafızamıza kayıt olmuştur. Filmin çekildiği mekân, oyuncuların giydiği elbise, makyajı, takısı, arabası, saç şekli, okuduğu gazete, gittiği yerler, tavır ve hareketleri. Artık gördüklerimizin bir kopyası da bizde vardır. Filmi çekenler bunları çok iyi bildiği için seyirciye vermek istediği duygu ve düşünceyi sanki bir kayıt cihazına kaydediyor gibi uzaktan beyinlerimize televizyon vasıtasıyla yüklerler. Hangi sahnede güleceğimizi, üzüleceğimizi, sevineceğimizi, coşacağımızı yönetmenler bize gösterir.
Evli erkek veya kadının gayri meşru ahlaksız ilişkisi dizi içerisinde gayet doğal karşılanırken yönetmen ve senarist aynı duyguyu bizim de duymamızı sağlar.
Kadın ve çocuklar seyrettiklerinden daha çok etkilenir. Dizilerde giyilen elbiseler, takılar, kullanılan eşyalar moda olur. Sık tekrarlanan, hoşa giden sözler dahi arkadaşlar arasında söylenir.
Davranışlarımıza hükmeden duygularımız değiştikten sonra artık toplum olarak biz eski biz değiliz. Değişime direnenler de değişenlerin etkisiyle değişir. Bulaşıcı hastalık gibi toplumun her yerine sirayet eder. Ahlaksızlık anlayışı değişerek modern yaşam, özgürlük olur. İnandığımız doğru değişilerek,parlayan kutudan gelen doğru olur. Geçmişimizden uzaklaşır, yabancılaşır,daha önce inandığımız değerlere düşman oluruz.Savunanlara da düşman oluruz. Artık kızlarımızın erkek arkadaşlarıyla tanışır, gece beraber olmalarına müsaade ederiz. Karşılaştığımız güzel bir kadınla birlikte hayâsız halimizden utanmayız, hatta çapkınlığımızı arkadaşlarımıza abartarak anlatırız ki, onların da daha iyisini yapmalarını teşvik ederiz. Yalan söylemekte, insanları kandırmakta beis görmeyiz. Flört ederek evlendiğimiz kadından bir süre sonra sıkılır, küçük nedenlerden dolayı boşanırız. Çocuklarımız anne ve babası ayrılmış sorunlu insanlar olur. Aile müessesi yıkılınca toplumda çözülme başlar.
Pandora’nın Parlayan Kutusu açılmıştır,oradan yayılan kötülük her eve girer,temas ettiği her insana bulaşır. Milleti millet yapan taşlar artık yıkılmıştır. Parçalanmaya ve yok edilmeye hazırız.
Alperen Tunga
yazarın söylediklerine katılmamak elde değil bu yüzden bu ülkenin müstakbel aydınları, geleceği, her şeyi olarak burdan birbirimize önerebileceğimiz programları yazalım derim