Fuzûlî

ECRİN90

Özel Üye
Katılım
6 Kas 2009
Mesajlar
2,485
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Fuzûlî
Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu. Soyca Türk Bayat aşiretindendir. Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirip Irak'tan dışarı çıkmadı. Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle geçinirdi. Hocası Rahmetullah Efendi'nin kızı Rahime ile evlendi ve Fazlullah adında bir oğlu oldu.

En tanınmış eseri
Doğunun efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir. Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü. Türbesi halen oradadır. Mehmet
o kadar alçak gönüllü bir insandı ki
şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı. Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez
ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir.

Fuzûlî son derece bilgili ve çalışkan bir insandı. Oğlu Fazıl'ın da öyle olması için çok çalışmıştı. Ama
olmadı. Çünkü Fazlullah
gayet tembel
kabiliyetsiz bir çocuktu. Bunun üzerine zamanın şairlerinden biri Farsça: Fazlî peder ü püser Fuzûlî yani
asıl erdemli olan babası
oğlan tamamıyla fazlalık
mısrasını söylemişti. Bütün şiirlerinde kendini Tanrı aşkına adamış olan Fuzûlî
geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince
onun komutanına
padişah için kasideler
övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden
yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar. Zavallı Fuzulî
hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda
Bağdat'ta barınamadı. Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi. Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı. Ancak
Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış
dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser
o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı
edebiyat değeri yüksek bir belgedir. Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü
hala yaşayan bir gerçektir.

Fuzûlî daha önce
Safevî Hükümdarı Şah İsmail Bağdat'ı zaptedince
ona Beng ü Bâde (Afyon ve içki) adlı bir mesnevi sunmuştu. Fuzûlî
bu eserde afyonla şarabı konuşturur ve bunlardan her biri
kendini över. Fuzulî'nin bu mesneviyi yazmasındaki amaç
aslında Yavuz ile Şah İsmail arasındaki mektup düellosuna bir edebî şekil kazandırmaktır. Bu bakımdan semboller yerini bulmuştur: Şah İsmail
eserde afyonla
Yavuz ise şarapla temsil edilmiştir. Kerbelâ olayını anlatan Hadîkatü's-Süedâ adlı eserinden başka
şairin en önemli eseri "Leylâ vü Mecnun" mesnevîsidir. İslâm dinini kabul etmiş toplumların edebiyatlarında ortak konular çok görülür. Nitekim XV. yüzyılda Ali Şir Nevâî gibi gerek Türk
gerek Arap veya İranlı birçok şair bu konuyu işlemiştir. Ama hiç birisi
Fuzulî'nin ulaştığı "Neoplatonik aşk" anlayışına
tasavvuf görüşüne ve ifade lirizmine ulaşamamıştır. Denilebilir ki
dünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u tektir: Git
derdime sen devâ değilsin Bigânesin
âşina değilsin Gördü ki bir avcı dâm kurmuş Dâmına gazâller yüz urmuş Bir âhu esir-i dâmı olmuş Kan yâşı karâ gözüne dolmuş Boynu burulu ayağı bağlu Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu Sayyâd sakın cefa yamandır Bilmezsin mi ki kana kandır? gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir.

Fuzûlî
Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim
esası yok duvar gibidir." der. Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı. Ona göre şiirin kaynakları ilahidir. Tanrı vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez. "Aşk imiş her ne var alemde
ilim bir kil-ü-kal imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir.

Ona göre ruh
ıstırap
elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir. Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar
yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir. Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam
gurur
büyüklük ve renk vardır. Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat
neşe
renk ve cümbüş bulunur. Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği
hayal dolu ıssızlığı
yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar.

Büyük şairimiz Fuzûlî'yi
zaman zaman Araplar ve İranlılar kendilerine mal etmek istemişlerdir. Oysa o
tamamen Türk'tür. Oğuzlar'ın Bayat kabilesinden gelir. Farisî divanının giriş bölümünde
kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir. Fuzulî
bu girişte şöyle der: "Aslım Türk
ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında
Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim
daima ana dilimle
yani Türkçe sâdır olmuştur..." Fuzûlî
devrinin fen ve tıp ile ilgili bilgilerini de iyi öğrenmişti. Nitekim
onun Ruhnâme yahut Sıhhat ve Maraz isimli risalesi şairin hekimlik ilmiyle de uğraşmış bulunduğunu gösterir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst