Ne Güzel Bir Lanetim Aranızda

ECRİN90

Özel Üye
Katılım
6 Kas 2009
Mesajlar
2,485
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Bu cümleyi hayatınızda bir kere kendiniz için kurabildiğiniz andan itibaren iflah olmazsınız. Ama aksini duymak için değil. Aksi ispatlansın diye değil. Bu cümleyi kendi iradenizledeneyimlerinizle ve içtenlikle kurduğunuz zamandan söz ediyorum.

Bu cümleye ikna olduğunuz an bütün iç görüleriniz değişiverir. İnkar edecektir sevenleriniz ve en başta da egonuz. Bu onların (ego + sevenler) en doğal hakkıdır. Kulak asmamalı pes etmemeli eğer böyle bir cümle kurulduysa. Çünkü kendinize en bi samimi olduğunuz en bi çıplak olduğunuz zamanda kurulmuştur muhtemelen ve GERÇEKTİR. Eğer ikna olmuşsanız bunaGERÇEKTİR. Kim ne derse desin GERÇEKTİR.

Hatta şunu da eklemeliyim; sizi ne olursa olsun seven insanlara bile ispatlayabilirsiniz bunu. Ananıza bile.

Durup dururken kurulmaz elbet bu cümle. Bi arka planı mutlaka vardır. Bi tecrübesi vardır.. Bi bildiği vardır öznesi kimse onun.

Bir vesileyle ya da birçok vesilenin kıçınıza batmasıyla içerilerinizde kazı ihtiyacı duyarsanız; ve tabi kazıya meraklılardansanız eh biraz da kendini bilen biriyseniz kurulması çok da zor bir cümle değildir. Zira her insan biraz lanettir aslında.

Laneti her iki anlamıyla da düşünebilirsiniz:

Birinci anlamı beddua intizar gibi kelimelere denk düşer. Mecaz anlamıysa berbat kötü ters demektir.

1- Ne güzel bir bedduayım aranızda.. (Durmadan kötülüğünüzü istiyorum..)

2- Ne güzel bir berbat'ım aranızda.. (Durmadan kötüyüm..)

Cümlenin başındaki 'ne güzel' tabiri gizli bir sıfattır. İroniktir. İşin sırrı o iki kelimelik tesellidedir. Bakın şimdi size 'ne güzel' derken ne demeye çalıştığının alternatiflerini de açayım:

1- Güzel sandığınız bi lanetim aranızda.. (Sevenlere itiraf)

2- Kendini güzel sanan bi lanetim aranızda.. (Egoya itiraf)

3- Güzelim ama lanetim de.. (Egonun tesellisi -züğürt tesellisi-)

Zor olanı ikna olmak ve ispatlamaktır.

İşte ispatlıyorum:

"İstemek temeli bakımından acı çekmektir ve yaşamak istemekten başka bir şey olmadığına göre hayatın tümü özü bakımından acıdan başka şey değildir. İnsan ne kadar yüceyse acısı da o kadar fazladır. İnsanın hayatı yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin var olmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır." (Schopenhauer)

Schopenhauer'ın pek severek ve sıkça okuduğum bu paragrafı her ne kadar konuyla kel alaka bir tespit gibi görünse de; işin özü bu tespitte saklıdır. Yoo saklı bile değildir gün gibi ortadadır aslında. Hadi biraz cesur olun!

İstemek! İşte ilk anahtar sözcüğümüz bu.

İkinci yardımcımız Milan Kundera’nın bir sözü: “Başkaları yaşıyorken nasıl yaşanır ki?”

Şimdi kurguyu yapalım:

Bir insan evladı doğar.. Sonra bu insan evladı büyür.. Bir şeyler yaşar. Yaşarken keşfeder. Keşfederken yaşar. Bu yaşam ve keşif arasındaki mekik dokuma esnasında bir şeyler ister elbet.

Bazen yaşamak için bazen de keşfetmek için bir şeyler ister. Sonra o istediği bir şeylere ulaşır ya da ulaşamaz. İstek miadını doldurur ya da doldurmaz. Derken başka şeyler keşfeder. Bu defa onları istemeye başlar. Onlara da ulaşır ya da ulaşmaz. Mesele isteklere ulaşmak değildir.

Mesele istemektir. İstemek hiç bitmez. Ve asıl önemli olanı Schopenhauer’ın da dediği gibi (“İstemek temeli bakımından acı çekmektir ve yaşamak istemekten başka bir şey olmadığına göre hayatın tümü özü bakımından acıdan başka şey değildir.”) istemek bi parça acıyı da beraberinde getirir. Schopenhauer kadar karamsar değilim. İstenilen şeye ulaşırken aaaif alındığını düşünenlerdenim. Gene de istemek ve acı arasında bir ilinti olduğunu kabul ediyorum.

Gelelim puzzle’ın Kundera parçasına: “Başkaları yaşıyorken nasıl yaşanır ki?”

Büyüyen keşfeden yaşayan ve İSTEYEN milyonlarca insan yaşarken ve bu insanlardan bir kısmı sizin yaşantınıza bir şekilde teğet geçerken isteklerinizin diğer insanların istekleriyle çakışmayacağına kim garanti verebilir ki?

Tam aksinin garantisini ben veriyorum size: Eğer bir şeyler istiyor ve istediğiniz hedefe doğru uygun adım ilerliyorsanız yolunuza çıkan her kimsenin çıkarını gözetmeniz mümkün değildir. Sizin mutluluğunuz bir diğerinin mutsuzluğu olabilir. Kaldı ki marjinal istekleri bir kenara koyarsanız isteklerinizin milyonlarca insanla ortak istekler olduğunu siz de takdir edersiniz. Eh birileri hedefe ulaşırken birilerinin de canı yanacaktır.

Peki ne yapacağız?
Birilerinin canını yakmamak için kendi canımızı mı yakacağız?

Değil elbette. Global ve hayati hedefler ya da isteklerde kendi ‘dötümüzü’ kurtarmaktan başka çaremiz yok. Afrikalılar aç diye nafakamızı paket ettirip oraya gönderecek kadar idealizmden bahsetmiyorum. Ben o kadar olamadım yani sizi bilmem. (Bu da ayrı bir hikaye ya henüz oralara gelemedim durun hele. Yani toplumsal bilinç vatanseverlik aileye sorumluluk ideal insan vs. üüüüf ucundan tutunca uzar da uzar. Şimdi bunları es geçelim isterseniz.)

Henüz minimal hedeflerden ve sorumsuzluklardan bahsediyorum. Yakın çevreden. Seven ve sevilenlerden: Eş dost aile sevgili arkadaş çeperinden çıkamadım ben daha. Henüz yakın çevreye karşı işlenmiş suçların derdindeyim.

Bırakın öyle büyük günahları. Eğer az buçuk sevilen biriyseniz minicik hedefler bile çevrenizin canını yakabilir. Bütün seçimlerinizin sonuçları etrafınızdaki insanları bir şekilde etkiler.

Seçtiğiniz yaşam biçimiyle başlar bu suçlar. İşiniz alışkanlıklarınız sevgili seçiminiz uyku düzeniniz ve saire herşey bir sorumluluk olarak size geri dönebilir.

Hele de hayta ve sefa pezevengi bir bünyeye sahip iseniz (ki bu da sizin seçiminizdir) eyvahlar olsundur.

Hele de ideal sağlıklı dengeli güçlü bir insan değilseniz yazıklar olsundur.

İstek demiştik değil mi? Tekrar oraya dönelim. İstekler ve acılar kısmına yani.

(Kişisel tecrübelerimden örnek vereceğim. Çünkü bu benim hikayem. Aslında bu son 15 yılın çeşitli aralıklarla yapılmış itiraflarının toparlanması. Çingene bohçasına dönmüş bir iç hesaplaşmanın derlenip düzlenip çeyiz sandığına girecek hale büründürülmesi. Bir çeşit vesika.

Bakın size örnekler üzerinde anlatayım kimdir bu Japon Balıkçısı:

* J.B denen mahlukat biraz dengesizdir. Hüzünlerini de coşkularını da sınırlarda yaşar. İnce ve yağlı bir urgan üstünde yerden hayli yüksek bi yerde yürümeye çalışmakta hatta akrobasi yapmaya kalkışmaktadır arada sırada. En olmadık şeylerden hüzün en ucubik şeylerden coşkular uydurur kendine ve başlar akrobasiye. Aşağıda sevenleri onu endişe ile izler. Yürekleri ağızlarındadır. Daha önce çok düşmüştür urgan üstünden. Ya bi daha düşerse diye endişelenmeleri doğaldır. SEVİLİYORDUR o çünkü. Ve aşağıdakileri hiç de enterese etmiyordur aslında onun hislenmeleri. Onlara bi faydası yoktur J.B’nin yaşadıklarının. Onları enterese eden şey sevgidir sadece. SEVİLİYORDUR o. Lanet olsun ki seviliyordur. Şımarık bir sirk cambazı gibi şov yapar durur. Alkışı da eksik değildir oysa. Olsun ne kadar alkış o kadar ego cilası.

* Kötü alışkanlıkları vardır J.B’nin. Kuralsızdır hatta iradesizdir. Kötü alışkanlıklar kötü bi yaşam ve nihayetinde gene endişe. SevilMEMElidir aslında o. Ya da sevilmenin sorumluluklarını yerine getirmelidir.

* Sefa pezevengidir J.B. Zora gelemez. Kafaya taktığını yapar önünü sonunu düşünmeden. Sefasını süreceği işler seçer bu yüzden. Beceremese de seçer. Gönlü olsundur da gerisi mühim değildir. Sanki diğerlerinin canı sefaya layık değildir. Ama yooook o cesurdur. Bildiği gibi yaşayacaktır. Üstelik sonuçlarına katlanacak kadar da mütevazıdır ! Garanti işlerden uzak durup riskli ama sefası bol işleri seçer. Sonra da: “Ben seçtim ve zırlamayacam yaşayacam paşa paşa sonuçlarını” der. O diyedursun sevenleri de üzüle... Sanki o “paşa paşa yaşayacam” deyince herşey düzeliyordur. Tamam seçim onundur. Ama sadece kendi çekmez vebalini. O ne kadar güçlü görünürse görünsün kuytuda birileri empati yapıp üzülüyordur onun adına.. SEVİLİYORDUR çünkü o.

* Sevdaları da ölçüsüzdür J.B’nin. Şöyle ‘yuvarlanıp gidiyoruz’ denen aşklara burun kıvırır. En olmazını en zorunu seçer her defasında. Her defasında yere çakılır yağlı urgandan. Her birinde uslanmaz gene de. O öyle seviyodur ya ötesi ‘kime ne’dir. Oysa hem yar’i yorar hem izleyenleri hem de sevdayı... Hatta bazen tanımadığı insanlara karşı da suç işler. En çok o biliyodur sevdayı. Çok biliyodur zaten her şeyi. Sevda dediğin şöyle olmalıdır böyle yaşanmalıdır öyledir. Kesin öyledir. Kalan tanımların hepsi korkakçadır. Kimse cesur değildir onun kadar. Bi bulsa kendi kadar cesurunu dişini kıracaktır. Peeeh! İşin aslı şudur oysa: Kimse onun kadar sorumsuz değildir. Onun ki kadar zıkkım değildir hiç bi sevda. Ona sorsanız bununla da övünür emin olun!

Dahası da vardır ya şimdilik bununla yetinelim. Ve yavaş yavaş sadede gelelim.

Bütün suçlarını bir yana bıraksak bile tüm bu olan bitenin farkındadır J.B. Bile bile inatçıdır. Bile bile lades demiştir. Ve her defasında “ben kazanacam lades”i diye tırmanmaktadır urgana. Marifetmiş gibi.

Fark ettikçe itiraf eder fark ettikçe öder fark ettikçe çeki düzen verdiğini sanır kendine fark ettikçe köşesine çekilir fark ettikçe yorulur kendinden. Yoruldukça bağışlar kendini sonra. Bağışladıkça yorulur. Yoruldukça bağışlar. Bağışladıkça eksilir eskir. Koca bir boşluk oluşur içinde. Doldurduğunu zanneder. Oysa şairin de dediği gibi:

“o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir"
Murathan Mungan (Yaz Geçer)

Ne kadar adet bağışlarsa o kadar adet çıkar karşına lanetliği. Her affediş artı bi 'lanet puan' ekler çünkü hanesine.

Derken toptan pes eder. “Nasıl ki herkesi olduğu gibi kabul ediyorsun kendini de J.B. olarak kabul et” der. Salar kendini çayıra Mevlası kayıra...

Kayırmaz Mevla.

Ne yapacağını bilemez J.B. Yorulur çok. İkinci perdeyi de kapatır.

* * *

“Güçlüler güçsüzleri incitmeyecek kadar güçsüz olunca güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar....”
Milan Kundera (Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği)
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst