Türk Dili ve Edebiyatı Dersinin Eğitim ve Öğretimdeki Yeri ve Önemi

ECRİN90

Özel Üye
Katılım
6 Kas 2009
Mesajlar
2,485
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Türk Dili ve Edebiyatı Dersinin Eğitim ve Öğretimdeki Yeri ve Önemi
Kâzım YETİŞ

Eğitim ve öğretimden maksat nedir, ne olmalıdır?

İnsanlıkla beraber var olan eğitim ve öğretimle; insanı -burada söz konusu olan insandır, hayvanlar da eğitilebilir ama bu konumuzun dışındadır- yetiştirmek, tabiata ve içinde yaşadığı topluma uyumlu ve faydalı bir varlık hâline getirmek gayesi güdülür. Geçmişte ve günümüzde toplumların, milletlerin en önemli meselesi eğitim ve öğretim olmuştur. Çünkü bir toplumu ayakta tutan eğitilmiş insandır. Toplumlar kendilerini emniyete almak için gençlerini eğitirler, onları geleceğe hazırlarlar. Şu hâlde eğitimin ve öğretimin önemi ve vazgeçilmezliği tartışılmaz.

Nasıl bir eğitim konusuna gelince, elbette bu, eğitimin maksadına göre olacaktır. Nasıl bir insan isteniyorsa, nasıl bir toplum isteniyorsa, nasıl bir gelecek isteniyorsa öyle bir eğitim olacaktır. Yalnız burada unutulmaması gereken nokta şudur: Bu nasıllar, şahıslara, şahısların kafasına göre değil; milletin geçmişiyle, örf, âdet ve gelenekleriyle, millî şahsiyetiyle ve içinde yaşanılan yüzyılın icaplarıyla uyuşur şekilde olmalıdır. Bütün bunları konumuzun içinde dolaştığı bir alan olarak ele alıyorum. B j alanın belki en başında, bu soruların belki ilk anahtan Türk dili ve edebiyatı dersidir. Bunun için de diğer alanlar yerine buna, asıl konumuza eğitim ve öğretimde Türk dili ve edebiyatının önemine gelmek istiyorum.

İnsana yönelik eğitim ve öğretimde, insanın eğitim ve öğretiminde dilin yeri en baştadır. Neyi, nasıl öğretirsek öğretelim dilden faydalanmak zorundayız. Dille öğretilir, öğretimin anahtan dildir. Bilindiği gibi insana en önce dil öğretilir, diğer bilgiler ondan sonra ve onun yardımı ile öğretilir. Bu bakımdan dil, diğer bütün bilgilerin anahtarıdır. Bu kadarla kalmıyor, insan olmanın, insan olarak yaşamanın, insan olarak görev yapmanın anahtarı da dildir, başlangıcında da dil vardır. Konuyu hem geniş hem dar çerçevede düşünelim. Bir milletin ferdi olmanın alfabesi de dildir. Şöyle bir örnekle düşüncemizi açalım:

Bir Türk anne babadan olmuş çocuğu bir ingiliz anne babaya teslim edelim. Yıllar sonra çocuk büyüdüğünde Türk değil, ingiliz olacaktır. Aynı şekilde bir ingiliz anne babadan doğan çocuğu bir Türk anne babaya teslim edelim. Yıllar sonra çocuk Türk olacaktır. Elbette ki ailelerin verdiği eğitimi göz ardı etmiyoruz. Ama o çocuğun aslının, kökünün dışında bir kişi olmasında öğrendiği dilin etkisini de yabana atamayız.

Şu hâlde insan olmanın, Türk olmanın ve insan olarak, Türk olarak çevresine ve içinde yaşadığı topluma, millete faydalı olmanın ilk ve önemli şartı dildir. Dilini iyi öğrenmişse söylediklerimizi yapabilir. Bunu orta öğretim çerçevesinde düşünelim: Çocuğun diğer bütün derslerinde kullanacağı ve kendisinden asla vazgeçemeyeceği dildir. Konuşma özürlüler istisnalardır, istisnalar da kaideyi bozmaz.

Tarih, coğrafya, fizik, kimya, matematik vb. bütün dersler dil ile anlatılmaz mı? 15-20 kelime bilen bir çocuk bu dersleri anlayabilir mi? Kör doğuşu hâline getirdiğimiz yabancı dilde öğretimde, fen derslerinde Türkçeye dönüş meselesine sırf eğitim yönünden yaklaşsaydık gerçeği daha iyi görecektik. Anadolu liselerinde okuyan çocuklarımız lise ikinci sınıfa geldikleri zaman, üniversite telâşı başladığında farkediliyor ki fizikten, kimyadan, matematikten ya hiçbir şey bilmiyorlar, ya pek az şey öğrenmişler. Bunun sebebi sadece ve sadece dildir. Çünkü yeni öğrenilen bir dille ihtisas sahalarına, ilim şubelerine hâkim ve vâkıf olmak son derece güçtür.

Bu bakımdan dil öğretimi en başta gelir, gelmelidir. Dilini bilmeyen bir çocuk, konuşulanları, anlatılanları nasıl anlayacak ve öğrenecek? Yazılı bilgi ve belgeleri nasıl okuyacak, hadi okudu diyelim nasıl anlayıp öğrenecek? işte bu çerçevede çocuğa öncelikle dilini, ana dilini öğretmelidir, öğrenmenin, eğitimin itici gücü dil öğrenimidir. Buradaki dil elbette, ana dilidir. Çocuk bu dille önce kendisini, içinde yaşadığı toplumu idrak ede çek, sonra diğer bilgileri yine bu dil yardımı ile öğrenecektir. Bu noktadan bakılınca ana dil öğretiminde sadece bu dersin hocaları değil, diğer derslerin hocaları, iletişim organları da aynı şekilde görevlidir, kendilerini görevli saymalıdırlar. Fakat tabiatıyla asıl mesuliyet Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerindedir.

Değerli arkadaşlar, işte bu bakımdan vazife ve mesuliyettimiz çok fazladır. Çocuklarımız tabiatı, kendilerini, diğer bilgileri bizim öğrettiklerimizle öğreneceklerdir, iş bununla da kalmayacak. Bir çocuk veya siz buna bir insan da deyin, düşüncelerini, duygularını, bildiklerini, sevgilerini ne ile ifade edecektir? Tabiî ki dil ile anlatacaktır. Başannın, hayatta başarılı olmanın anahtan da dildir. Günlük hayatta bunun pek çok örneği ile karşılaşırız. Bir insan diğer insanlarla ilişkilerinde, kendine bir dünya kurarken, iş hayatında daima dilden faydalanacaktır. Bunun için çocuk, geleceğe öncelikle dil ile hazırlanmalıdır. Çünkü başarının anahtarı buradadır. Bilmek de buna bağlıdır, bildiğini göstermek de. Dil ile yeni bir insan, yeni bir toplum oluşturmak daima mümkündür. Bütün bunlar dilin sadece eğitim ve öğretimde değil, bütünüyle hayattaki yerini ve önemini gösterir. Tekrar daha özele dönelim ve ifade edelim id çocuğun, öğrencinin başarısında dilin ayrı bir yeri vardır.

Burada bazı öğrencilerin, fen bilgisinde, matematikte çok başarılı olduğu hâlde; dilde, edebiyatta çok başa-nlı olmadığının gözlendiği düşünülerek bir itiraz gelebilir.

Bunun aslında birkaç sebebi vardır. Belki en çarpıcısı, dil ve edebiyat bilgisinin ezbere dayandırılmasıdır. Bunun yanlışlığı, üzerinde konuşulmayacak kadar apaçıktır, ikincisi, bu çocuklarımızın hayal dünyalarının yeterince terbiye görmemesi, eğitilme-mesidir. Bunun da o çocuğun bütün geleceği için birtakım sıkıntılar doğuracağı şüphesizdir. Biraz sonra edebiyat üzerinde dururken buna tekrar geleceğiz.

Dil ve edebiyatı ayırmış gibi göründüğüm için üzgünüm. Başlangıçtaki bu ayırım sun'idir. Dilin başlangıç olması bakımındandır. Yoksa çocuk ninni ve masallarda çok küçükken Ali edebî metinlerin içinde öğrenir ve bu daha sonra gelişerek, zenginleşerek devam eder.

Dil, çıplak olarak zevkine varılmamış, ne olduğu anlaşılmamış bir objedir. Meyveyi veya çeşitli meyvelerin adını bilen, resimlerini ve kendilerini gören bir insan, onu tatmadan, yemeden nasıl bir meyve olduğunu anlatabilir mi? Edebî metinler içinde yer almamlş bir dil de, kelime de böyledir. Edebiyatsız dil, bir malzeme yığınıdır. Taş, kireç vb. maddeleri yığsa-mz neyi ifade eder? Süleymaniye Camii' ni verir mi? Ancak bir Sinan çıkar ve o malzemeleri bir sistem dahilinde bir araya getirir; o şaheser meydana gelir. Dil de böyledir. Bir sanatkâr tarafından edebî metin hâline getirilirse bir anlam ve değer kazanır. Milletler, düşünce ve duygularını, sevgi ve hayallerini, kinlerini, nefretlerini kelimelere edebiyat yolu ile emanet ederler. O zaman kelime bir milletin hafızası olma özelliğini kazanır. Dil ile edebiyat, bu bakımdan birbirinden ayrılmaz. Ayrılması mümkün değildir. Kolaylık olsun diye sun'i bir ayırıma gittik.

İnsan, dilini edebiyatla öğrenir, dilinin zevkine, şuuruna edebiyatla varır. Aslında insan kendini, kendi varlığını, benliğini edebiyatla idrak eder. Kişiliğini, millî varlığını, kimliğini, benliğini, insan olmayı edebiyatla fark eder, anlar, yaşar.

Edebiyat, edebî metinler; bir millet ferdi olarak bizden evvel yaşayanların, atalarımızın düşünce ve duygularını, hassasiyetlerini, sevgilerini, nefretlerini, dünyayı algılayışlarını, tabiata bakışlarını dolayısıyla miüî özelliklerini asırlar içerisinde gelişip olgunlaşan milB benliklerini ortaya koyar. Biz ancak edebiyatla geçmişten beri var olan, gelişen millî varlığımıza kavuşuruz.

Burada, edebiyat dersi üzerinde zaman zaman oynanan oyunları, uygulamaları -orta öğretimde üzerinde en fazla oynanan ders maalesef edebiyat dersidir- hatırlamamak mümkün değildir. Hep düşünmüşümdür; niçin edebiyat üzerinde bu kadar oynanıyor? Çok iyi hatırlıyorum: Seçime giden bir hükümet sessiz sedasız edebiyat dersini seçmeli yapıverdi. Yine çok iyi hatırlıyorum, yine seçime giden bir hükümetin zamanında edebiyat haftada bir saata indiriliver-di. Buradan ilgililere, siz öğretmenlere, Türk halkına seslenmek istiyorum: Edebiyat, bir üniversiteye hazırlama dersi değildir. Bazı dersler vardır ki üniversiteye giren bir öğrenci için artık o derslerde kazanılan bilgiler unutulmaya mahkûmdur. Fakat hangi alanı seçerse seçsin edebiyat böyle değildir. Çünkü edebiyat:

a) Çocuğun, psikolojik gelişmesini sağlayıp onu ruhen sağlıklı bir insan hâline getirir. Çünkü edebiyat:

b) Çocuğun, bir Türk olmasını sağlar. Geçmişi çok uzun olan tarihî bir milletin ferdi kılar. Çünkü edebiyat:

c) Çocuğun insan olmasını, insanlığın bir uzvu hâline gelmesini sağlar.

İnsan, zannedildiği gibi sadece ekonomik bir varlık değildir. Düşünen, hisseden, çevresine faydalı olan, en azından faydalı olmak için çalışan bir varlıktır. Duyma, hissetme, heyecanlanma, düşünme melekeleri insanı insan klan melekelerdir. Güzellikleri görmeyen; güzelliklerden zevk almayan; ruhu dumura uğramış veya kararmış, sevmeyen, sevemeyen, sevmelini beceremeyen bir insan olur mu? Bazı duygular elbette yaratılıştan gelir. Hatta insanın her melekeyi, bu dünyada kendisi için gerekli olan her şeyi yaratılıştan getirdiği söylenebilir. Ama bunlann terbiye edilmesi, geliştirilmesi; iyiye ve güzele yönlendirilmesi gerekir, işte bunu yapan en önemli etken unsur edebiyat öğretimidir. Çünkü biz ve en başta çocuklarımız edebiyatla, insanlığın başlangıcından beri, yazının icadından, yazılı vesikaların var olmasından beri ürettiği her türlü duyguyu, düşünceyi, duygulanmayı, insana mahsus olan ve sadece insanı veren; insanda başlayıp insanda biten değerleri edebiyat yolu ile tanınz, benimseriz. Aşkı, sevgiyi, nefreti, beğenmeyi, kıskanmayı, kini vb. bütün insanı insan kılan beşerî hasletleri, kusurları, değerleri ancak edebî eserlerde tanırız; kendimizi o yönde eğitiriz. Bunlar insan olmanın, beşer olmanın gerekleridir.

Ama biz, bir milletin mensubuyuz. Türküz ve müslümanız. Türk milletinin çok eski bir geçmişi vardır. Yüz yıllardır oluşmuş, gelişmiş, güzelleşmiş bir kültürü vardır. Mensubiyet duygusu psikolojik bir ihtiyaçtır. Türk milletine mensup olmanın gururunu, mutluluğunu duymak; sağlıklı olmanın belki ilk ve en önemli şartıdır. Atalarımız geçmişte nasılmış, neler duymuşlar, neler düşünmüşler, neler yaşamışlar? Tabiat olayları, beşerî ilişkiler konusunda nasıl bir tavır takınmışlar? Kısaca Türk milleti ne imiş? Türk ne imiş? Biz bunları da edebiyatla sadece öğrenmez, duyar ve hissederiz. Edebiyat sadece öğreten değil, hissettiren, yaşatan bir derstir.

Orhun Yazıtlarından; Çin'in tatlı sözüne, ipek kumaşına, güzellerine aldanan atalarımızı; Ali Şîr Nevâî'den Farsça'dan üstün olan Türkçe'nin güzelliklerini, Fuzûlî'den aşkı, Peygamber sevgisini, ehl-i beyt bağlılığını, rüşvetsiz selâmların alınmadığını öğrenir, duyar ve heyecanlanırız, işte Türk olmak, Türk kalmak ve Türk yaşamak için edebiyata büyük ihtiyacımız var. Hatta günümüzde dayanabileceğimiz tek dayanaktır. Bundan yüz sene evvel Namık Kemal, bu millete iki şeyden fayda var, bunlardan biri edebiyat diğeri ordudur demişti. Bugün de aynı durumdayız. Kaşgarlı Mahmut, Ali Şîr Nevâî, Bakî, Karacaoğlan, Yunus Emre, Ahmet Yesevî, Şeyhülislâm Yahya benim atamdır, ecdadımdır. Hem de dönemlerinin duygularını, zevklerini, heyecanlarını, anlayışlarını günümüze taşıyan, içimde yaşayan atanıdır. Onların eserlerinden faydalanırım. Onların vârisiyim. Ne redd-i miras ne redd-i ata yapabilirim. Onların bu gün kan bağı olan vârisleri kalmadı. Ama onlar, eserlerine bütün bir milleti işlediler ve onlan bütün bir milleti hatta insanlığı vâris bırakmışlardır.

Bir Toltsoy, bir Balzac, bir Shakespeare artık insanlığın malıdır. Bunların beşerî tarafları, millî taraflarını gölgelemez. Evet Toltsoy Rus'tur, Balzac Fransız'dır, Shakespeare ingiliz'dir, Fuzûlî, Evliya Çelebi Türk'tür. Ama bunlar aynı zamanda bütün insanlığın malıdır. Bu da edebiyatın bir başka cephesidir. Biz edebiyat ile bütün insanlığın düşünce, hayal ve duygu mahsulleri ile tanışır, bilişiriz, insan nev'ini onlarla tanırız.

Şu hâlde edebiyat, beşer olarak insanı eğiten, insanı insan kılan; insanı mensubu bulunduğu millete bağlayan, bizi Türk yapan, insanı insanlık camiasının uzvu hâline getiren bir derstir. Bugünün insanı hem Fuzûlî'nin hem Balzac'in vârisi olmakla gurur duyar.

İşte böyle bir dersin eğitim ve öğretimdeki yeri tartışmasız kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Türk dili ve edebiyatı dersleri, sadece üniversiteye hazırlık olarak düşünülemez, düşünülmemelidir. Düşünülürse büyük hata edilir. Bununla beraber okuduğunu anlayamayan bir öğrencinin üniversiteyi kazanması da beklenemez.

Bütün ilgililere, bütün Türkiye'ye sesleniyorum. Edebiyat; çocuğumuzu sağlıklı bir ruh yapısına sahip kılan, insan olmanın gereklerini kendine kazandıran, sevmeyi, sevgiyi, terbiyeyi, adabı öğreten; onun Türk olarak yetişmesini sağlayan, onu müslüman Türk kılan, onu insanlığın bir uzvu hâline getiren bir derstir. Bunun üzerinde oynanacak her oyun insanımız, çocuklarımız, dolayısıyla milletimiz ve devletimiz üzerinde oynanmış demektir.

Böyle bir dersin eğitim ve öğretimdeki yerini sarsmak; aklın vicdanın alacağı bir iş değildir. Yavrularımızın insan olması, Türk olması elbette hepimizin arzusudur. Aksini düşünecek bir Türk'ü tasavvur edemiyorum. Eğer varsa, bu konu üzerinde yeterince düşünmediğindendir.



TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ
EKİM 1997 • SAYI: 288 sayfa:13 - 15
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst