Akademi’nin kriterleri...
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazananı belirleyen İsveç Akademisi, Fransız Akademisi’ni örnek alan Kral III. Gustav tarafından 1786’da kuruldu.
İsveç Akademisi Daimi Sekreteri Horace Engdahl ile, Akademi’nin edebiyat ödülü için kriterleri, çalışma yöntemi ve Orhan Pamuk üzerine konuştuk.
5 Akademi üyesinden oluşan ve üç yılda bir değişen Komite’nin, 200 isimden oluşan aday listesini 20 isme indirdiğini ve bu 20 yazarın da ödül verilebilecek düzeyde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu durumda kitaplar arasında kıyaslama yapabilecek bazı kriterleriniz olmalı.
Tabii ki bazı kriterler var. Genel olarak edebiyatta yenilik, çıtayı yükseltme, dili zenginleştirme gibi kriterlerden söz edilir ama bunlar biraz soyut kalıyor. Alfred Nobel’in vasiyetnamesinde iki kriter yazılı. Birini yorumlamak çok zor. Diğeri de çok kolay.
Yorumlanması zor olan kriterde ‘idealist çizgide en iyi yazana’ deniyor. Ama idealist nedir belirtmiyor. Yüz yıldır bu tartışılıyor.
İkinci kriterde ise adayların ulusal kimliğine bakılmayacağı belirtiliyor. Bunu da hem olumlu hem olumsuz olarak yorumlayabiliyoruz. Çünkü bir ülkeyi bir dili teşvik amacıyla ödül veremiyoruz. Ama hiçbir aday da ulusal kimliğine bakılıp ne öncelik kazanıyor ne de dışlanıyor.
Benim kriterlerim de şöyle: Bir yazarın ödüllendirilmesi için en az üç engeli aşması gerekir.
Birinci engel coğrafidir. Eser, yazılmış olduğu ortamın dışında da anlaşılmalıdır. Bir eser ne kadar üst düzeyde olursa olsun eğer yazıldığı ortamın dışında anlaşılmıyorsa ödül alamaz. Dünya edebiyatı dediğimizde eserin bir evrensel karakter taşıması gerektiğini söylemek istiyoruz. Evrensel olmayan eserler başka ülkelerdeki okurlar için çok şey ifade etmez.
İkinci kriter, bir eserin başka dillere çevrilebilir olmasıdır. Biz Akademi üyeleri bir edebi eseri değerlendirebilecek ölçüde toplam 10 dil biliyoruz. Ama dünyada 4000’den fazla dil var. Yani eserlerin çevrilebilir olması şart. Ama her eser de çevrilemez. Çünkü bazı kitapların dili, kelime oyunları üzerine kurulmuştur. Kelimeler sanki belli özellikleri olan canlı varlıklar gibi. Kelimelerle konu birbirinden ayrılamıyor. Yani cümleyi değiştiremiyorsun. Değiştirdiğin an bütün resim kayboluyor. Böyle bir yazarı başka bir dile çeviremezsin. Örneğin İsveçli Eric Beckman çevrilmedi. Buna çok örnek var. Özellikle şairler. Bu durumda onları ödüllendirmemiz imkansız. Yani onlar daha start çizgisinde bile yer alamıyorlar.
Üçüncü ve belki en önemli kriter eserin kronolojik bir mesafeyi aşabilme özelliği. Yani yaratıldığı zamandan çıkıp başka bir zaman içinde yaşayacak ve geçerli olacak. Ama biz akademide değerlendirmelerimizi yaparken bu konuda pek bir bilgimiz yok. Bir şey söyleyemiyoruz çünkü yeni eserleri değerlendiriyoruz. Yaşayan yazarlara bakıyoruz. İşte burada iş tahminlere kalıyor. Acaba yüz yıl sonra da bu eser hala okunur mu? Buna inanırsak ödülü hak ediyor demektir. Yani belirleyici olan bu oluyor.
İşte sözünü ettiğim üç mesafeyi de aşabilen eserler ödüllendirilmeye layık eserlerdir.
Yılda bir kez ödül verilmesinden dolayı sizin ifadenizle ‘edebiyatın eliti’ düzeyinde çok sayıda yazar bu şansı kaçırıyor. Hakkı yenen yazarlar olduğunu düşünmüyor musunuz?
Aslında ödül kazananlar listesinde ismi olsaydı diye düşündüğüm çok yazar var. Ama bunların çoğuna ödül verilmesi imkansızdı. Çünkü en önemli sayılan eserleri ölümlerinden sonra yayınlandı. Örneğin Kafka öldüğünde sadece birkaç tane hikayesi biliniyordu. Romanları ve önemli eserleri ölümünden sonra yayımlandı. Kafka’nın varlığı bilinseydi bile ödüllendirilmesi olanaksızdı. Bu Proust için de, Rilke için de geçerli. Ama akademinin ödüllendirebilecekleri de vardı. ‘Neden verilmedi’ diye düşündüğüm oluyor bazen. Örneğin Virginia Woolf, 1940’lara kadar yaşadı. En önemli eserlerini 1920’lerde verdi. Elli yıllık gizlilik süresine göre bazı isimleri sayabilirim. Aday listelerine baktığımızda Virginia Woolf’un adına rastlanmıyor. Hiç kimse aday olarak önermemiş. Bütün bu yıllar boyunca bir tek İngiliz bile Virginia Woolf’u aday göstermeyi düşünmemiş.
Aynı şey James Joyce için de söz konusu. Ülkelerindeki edebiyat çevreleri bu yazarları dikkate almamışlar. Bunu İsveç Akademisi’nin yapması kolay olmazdı. Her şeye rağmen söz konusu olan yazarın ülkesindeki edebiyat çevrelerinin görüşlerini dinlemek zorundasın. Ödül verilebilecekler arasında Borges de vardı. Neden vermedikleri benim için bir muamma. Mikhail Sholokhov yerine Nobel Ödülü’nün Anna Ahmatova’ya verilmesi gerekirdi. Karen Blix de bence Nobel Ödülü’nü hak eden yazarlardan biri.
* * *
Alıntı
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazananı belirleyen İsveç Akademisi, Fransız Akademisi’ni örnek alan Kral III. Gustav tarafından 1786’da kuruldu.
İsveç Akademisi Daimi Sekreteri Horace Engdahl ile, Akademi’nin edebiyat ödülü için kriterleri, çalışma yöntemi ve Orhan Pamuk üzerine konuştuk.
5 Akademi üyesinden oluşan ve üç yılda bir değişen Komite’nin, 200 isimden oluşan aday listesini 20 isme indirdiğini ve bu 20 yazarın da ödül verilebilecek düzeyde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu durumda kitaplar arasında kıyaslama yapabilecek bazı kriterleriniz olmalı.
Tabii ki bazı kriterler var. Genel olarak edebiyatta yenilik, çıtayı yükseltme, dili zenginleştirme gibi kriterlerden söz edilir ama bunlar biraz soyut kalıyor. Alfred Nobel’in vasiyetnamesinde iki kriter yazılı. Birini yorumlamak çok zor. Diğeri de çok kolay.
Yorumlanması zor olan kriterde ‘idealist çizgide en iyi yazana’ deniyor. Ama idealist nedir belirtmiyor. Yüz yıldır bu tartışılıyor.
İkinci kriterde ise adayların ulusal kimliğine bakılmayacağı belirtiliyor. Bunu da hem olumlu hem olumsuz olarak yorumlayabiliyoruz. Çünkü bir ülkeyi bir dili teşvik amacıyla ödül veremiyoruz. Ama hiçbir aday da ulusal kimliğine bakılıp ne öncelik kazanıyor ne de dışlanıyor.
Benim kriterlerim de şöyle: Bir yazarın ödüllendirilmesi için en az üç engeli aşması gerekir.
Birinci engel coğrafidir. Eser, yazılmış olduğu ortamın dışında da anlaşılmalıdır. Bir eser ne kadar üst düzeyde olursa olsun eğer yazıldığı ortamın dışında anlaşılmıyorsa ödül alamaz. Dünya edebiyatı dediğimizde eserin bir evrensel karakter taşıması gerektiğini söylemek istiyoruz. Evrensel olmayan eserler başka ülkelerdeki okurlar için çok şey ifade etmez.
İkinci kriter, bir eserin başka dillere çevrilebilir olmasıdır. Biz Akademi üyeleri bir edebi eseri değerlendirebilecek ölçüde toplam 10 dil biliyoruz. Ama dünyada 4000’den fazla dil var. Yani eserlerin çevrilebilir olması şart. Ama her eser de çevrilemez. Çünkü bazı kitapların dili, kelime oyunları üzerine kurulmuştur. Kelimeler sanki belli özellikleri olan canlı varlıklar gibi. Kelimelerle konu birbirinden ayrılamıyor. Yani cümleyi değiştiremiyorsun. Değiştirdiğin an bütün resim kayboluyor. Böyle bir yazarı başka bir dile çeviremezsin. Örneğin İsveçli Eric Beckman çevrilmedi. Buna çok örnek var. Özellikle şairler. Bu durumda onları ödüllendirmemiz imkansız. Yani onlar daha start çizgisinde bile yer alamıyorlar.
Üçüncü ve belki en önemli kriter eserin kronolojik bir mesafeyi aşabilme özelliği. Yani yaratıldığı zamandan çıkıp başka bir zaman içinde yaşayacak ve geçerli olacak. Ama biz akademide değerlendirmelerimizi yaparken bu konuda pek bir bilgimiz yok. Bir şey söyleyemiyoruz çünkü yeni eserleri değerlendiriyoruz. Yaşayan yazarlara bakıyoruz. İşte burada iş tahminlere kalıyor. Acaba yüz yıl sonra da bu eser hala okunur mu? Buna inanırsak ödülü hak ediyor demektir. Yani belirleyici olan bu oluyor.
İşte sözünü ettiğim üç mesafeyi de aşabilen eserler ödüllendirilmeye layık eserlerdir.
Yılda bir kez ödül verilmesinden dolayı sizin ifadenizle ‘edebiyatın eliti’ düzeyinde çok sayıda yazar bu şansı kaçırıyor. Hakkı yenen yazarlar olduğunu düşünmüyor musunuz?
Aslında ödül kazananlar listesinde ismi olsaydı diye düşündüğüm çok yazar var. Ama bunların çoğuna ödül verilmesi imkansızdı. Çünkü en önemli sayılan eserleri ölümlerinden sonra yayınlandı. Örneğin Kafka öldüğünde sadece birkaç tane hikayesi biliniyordu. Romanları ve önemli eserleri ölümünden sonra yayımlandı. Kafka’nın varlığı bilinseydi bile ödüllendirilmesi olanaksızdı. Bu Proust için de, Rilke için de geçerli. Ama akademinin ödüllendirebilecekleri de vardı. ‘Neden verilmedi’ diye düşündüğüm oluyor bazen. Örneğin Virginia Woolf, 1940’lara kadar yaşadı. En önemli eserlerini 1920’lerde verdi. Elli yıllık gizlilik süresine göre bazı isimleri sayabilirim. Aday listelerine baktığımızda Virginia Woolf’un adına rastlanmıyor. Hiç kimse aday olarak önermemiş. Bütün bu yıllar boyunca bir tek İngiliz bile Virginia Woolf’u aday göstermeyi düşünmemiş.
Aynı şey James Joyce için de söz konusu. Ülkelerindeki edebiyat çevreleri bu yazarları dikkate almamışlar. Bunu İsveç Akademisi’nin yapması kolay olmazdı. Her şeye rağmen söz konusu olan yazarın ülkesindeki edebiyat çevrelerinin görüşlerini dinlemek zorundasın. Ödül verilebilecekler arasında Borges de vardı. Neden vermedikleri benim için bir muamma. Mikhail Sholokhov yerine Nobel Ödülü’nün Anna Ahmatova’ya verilmesi gerekirdi. Karen Blix de bence Nobel Ödülü’nü hak eden yazarlardan biri.
* * *
Alıntı