Aöf 18.Yüzyıl Türk Edebiyatı 7.Ünite Ders Notları

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Aöf 18.Yüzyıl Türk Edebiyatı 7.Ünite Ders Notları

XVIII. Yüzyılda Nesir
Bu dönem nesir yazarları, artık Türk nesrinde gelenekselleşmiş olan, seleflerin (öncekilerin) eserlerine zeyl yazma geleneğini devam ettirmişler, eserlerinde dil ve üslup bakımından da onları izlemişlerdir.
Estetik nesirde önceki yüzyılın üstatları Veysî ve Nergisî’nin tarzı takip edilmiş ve bu tarz, asra büyük oranda damgasını vurmuştur

tarih kitaplarında; Naima, Raşit, İzzî, Şefik

münşeat mecmualarında; Koca Ragıp Paşa, Osmanzade Taip, Çelebizade Âsım, Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf, Beylikçi İzzet ve Nahifî gibi şair ve münşiler

tezkirelerinde ;Safayî, Salim ve Ramiz gibi tezkireciler ise bu tarzı benimsemişlerdir
bu yüzyılda birçok yazarın benimsediği bu üslubun süslü nesirle (üslub-ı müzeyyen) ağdalı nesir (üslub-ı âlî) arasında gidip gelen değişken bir yapı arz ettiğini, hatta aynı müellifin farklı eserlerinde farklı üslupları kullanabildiğini, dahası aynı eserin muhtelif bölümlerinde dahi üslubun içeriğe göre değişkenlik gösterdiğini önemle belirtmek gerekir
Şiirde bu dönemde nasıl bir yandan klasik tarz devam ettirilirken diğer taraftan Sebk-i Hindî ayrı bir eğilim olarak ağırlığını hissettirmiş, başını Nedim’in çektiği mahallî söyleyiş ayrı bir ilgi hâlesi oluşturmuşsa nesirde de benzeri bir durum karşımıza çıkmaktadır.
Fındıklılı Silahdar Mehmet Ağa’nın Silahdar Tarihi’nde,
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinde
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Sefaretname’sinde, özellikle öykülemeye dayalı bölümler-de Evliya Çelebi’yi hatırlatan akıcı ve nükteli bir anlatım tarzının benimsendiği, sade nesir örneği kabul edilebilecek metinlerin yer aldığı görülmektedir
Veysî ve Nergisî gibi yazarların tarzını sürdürenler, “sanatlı, ağdalı, mutantan” gibi sıfatlarla nitelendirilen, Arapça Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, secinin önemli bir ahenk unsuru olarak kullanıldığı bir anlatım tarzını benimsemişlerdir.
Bu yüzyılda daha sade bir üslubu tercih edenler ise ya İbrahim Hakkı (Marifet-name) örneğinde olduğu gibi topluma vereceği bir mesajı olan müelliflerdir ya da şiirdeki ma-hallileşme eğiliminin nesir alanındaki temsilcileridir
Giritli Ali Aziz Efendi’nin bu yüz-yıl sonlarında yazmasına rağmen 1852 yılında basılan Muhayyelat-ı Aziz Efendi adlı eseri, Binbir Gece ve Binbir Gündüz Hikâyeleri’nden ilham alınarak yazılan bir hikâyeler külliyatıdır.

Eser, muhtevanın değişkenliğine göre kimi bölümlerinde müellifin “dervişler dili” dediği konuşma diline oldukça yaklaşan bir dille, kimi bölümlerinde münşiyane bir edayla kaleme alınmıştır
Muhayyelat, Batı romanıyla ancak yarım yüzyıl sonra ciddi olarak karşılaşacak olan Türk edebiyatında oldukça etkin olmuş bir eserdir.
Tanzimat ve hatta Cumhuriyet ediplerine kadar süren bir etki alanı oluşturan eser, Ahmet Midhat Efendi’den Namık Kemal’e Muallim Naci’den Behçet Necatigil’e kadar pek çok yazara ilham kaynağı olmuştur
Geleneksel terbiye ve kültürün yanı sıra Batı’yı da tanıyan yazar, sefir olarak Berlin’de bulunmuş ve orada ölmüştür. Dolayısıyla Batı edebiyatını tanıdığı, eserini de o dönemde tamamen yabancısı olduğumuz “roman” türünden etkilenerek kaleme aldığı açıktır.
Salim ve Safayî XVIII. yüzyıl tezkirecileri çoğunlukla, XVI. yüzyıldaki seleflerinin yoluna geri dönerek tezkireleri yine Türk nesir edebiyatının en önemli eserleri arasına dâhil etmişlerdir
bu yüzyılda antoloji tipi tezkirecilik geleneği de Bursalı Belîğ’in Zübdetü’l-Eşar’a ve Silahdarzade’nin Belîğ’e yazdığı zeyillerle süregelmiştir
XVI-II. yüzyıl tezkireciliğinin ilginç bir örneği de Ahmet Lutfî adlı bir mahkeme kâtibi tara-fından yazılanTezkire-i Şuaradır.
Şakayık zeyillerinin en önemlilerinden olan Şeyhî’nin Vakayiu’l-Fuzala’sı ve diğer ze-yillerle birlikte zümre biyografileri, yani belirli meslek sahiplerine dair biyografik eserler de bu asırda yoğun bir şekilde kaleme alınmıştır


XVIII. YÜZYILDA BAŞLICA MENSUR TÜRLER
Biyografiler
Taşköprüzade’nin ünlü eseri Şakayık’a zeyil ve tercüme yazma geleneği bu asırda da devam etmiştir
Uşşakizade Seyyid İbrahim Hasib’in, Nevizade Atayî’nin bıraktığı yerden devam ederek yazdığı Zeyl-i Şakayık’ta;
1633-1703 arasındaki olaylar anlatılır. Tarihsel olarak IV. Murat, İbrahim, IV. Mehmet, II. Süleyman ve II. Ahmet dönemlerini kapsayan eserde, her bölümün sonunda o dönemde yetişen bilgin, kadı, vezir, şeyh ve şairler tanıtıl-mıştır. Eserin yazılmasını teşvik eden Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin Edirne Vakası’nda (1703) öldürülmesiyle eser yarım kalmıştır

Vakayi’u’l-Fuzalada bu yüzyılda Şeyhî Mehmet Efendi tarafından kaleme alınmıştır.
üç cilt olup diğer zeyiller gibi bu da padişahların dönemlerine göre tabakalar hâlinde tertip edilmiş ve eserde her padişahın döneminin sonunda, o devirde yetişen vezirler, bilginler ve şeyhlerin biyografilerine yer verilmiştir.
çok önemli bir özelliği her padişah döneminin sonunda şairlerin ayrı bir bölüm hâlinde ve klasik bir şairler tezkiresi tarzında takdim edilmiş olmasıdır. Bu yönüyle Âlî’nin Künhü’l-Ahbaradlı tarihindeki siste-min aynısını uygulayan Şeyhî Mehmet Efendi’nin zeylini bu yüzyılda yazılmış şuara tez-kireleri arasında saymak dahi mümkündür
Bizzat Şeyhî tarafından yazılıp tamamlanan ilk iki cilt Damat İbrahim Paşa’ya; müellifin ölümü üzerine eksik kalan üçüncü cilt, oğlu tarafından temize çekilip I. Mahmut’a sunulmuştur
Salim Tezkiresi gibi oldukça önem-li bir şair tezkiresine kaynaklık etmiş olan Vakayi’u’l-Fuzala, bir el yazması nüshanın tıp-kıbasımı hâlinde yayımlanmıştır
XVIII. yüzyılda vakanüvis denilen resmî tarih yazıcıları tarafından türlü devlet erkânının biyografilerinin makam ve rütbelerine göre aktarıldığı eserler de kaleme alınmıştır
Osmanzade Ahmet Taip’in Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu Hadikatü’l-Mülûkadlı eserinde Osman Gazi’den II. Mustafa’ya kadar tahta çıkan Osmanlı padişahlarının ha-yat ve hayratları anlatılmaktadır.Osmanlı vezirlerinin hayatının toplu olarak yer aldığı ilk eserdir
Bu esere aynı yüzyılda Dilaver Ağazade Ömer Vahit ve Şehrizade Mehmet Sait ve Cavit Ahmet adlı müellifler zeyiller yazmışlar-dır. Ahmet Resmî de Sefinetü’r-Rüesaadıyla tanınan eserinde altmış dört reisülküttabın biyografisine yer vermiştir.
Ahmet Resmî de Hamiletü’l-Küberaadlı eserinde otuz yedi darüssaade ağasının biyogra-filerini anlatmıştır
Müstakimzade Süleyman Sadettin’in, şeyhülislamların hayatlarına yer verdiği Devhatü’l- Meşayih adlı eseridir.
Suyolcuzade Mehmet Necip’in Devhatü’l-Küttabve Müstakimzade Süleyman Sadettin’in Tuhfe-i Hattatinadlı eserleri ise sadece hattatların biyografilerinin yer aldığı kitaplardır
Şeyhülislam Esat Efendi’nin Tezkire-i Hanendegândiye de bilinen Atrabü’l-Âsar fi Tezkireti Urefai’l-Edvar adını verdiği ve Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu eserinde XVII. yüz-yıldan XVIII. yüzyılın başlarına kadar yetişen doksan yedi musikişinas tanıtılmış ve eserlerinden örnekler verilmiştir
Vefeyatnameler, vefat etmiş ünlü kimselerin, başta ölüm tarihleri olmak üzere, meslek hayatlarının kimi safhalarının ve bazılarında da tamamıyla biyografilerinin verildiği eserlerdir

Nakşi şeyhlerinden Seyyit Hasib-i Üsküdarî’nin Vefeyat-ı Ekâbir-i İslamiyyeadlı eseri, Kocamustafapaşa ve Üsküdar’da bulunan Hüdayî tekkelerindeki şeyhler, İslam tari-hine ait büyük kişiler, Osmanlı devlet ve ilim adamları, bunların göreve atanma ve ölüm tarihlerinin cetvel hâlinde verildiği bir eserdir
Tezkire sahibi İsmail Belîğ’in, tam adı Güldeste-i Riyaz-ı İrfan ve Vefeyat-ı Danişveran-ı Nadiredanolan ese-ri de bu yüzyılda kaleme alınan kayda değer biyografi kitaplarındandır
1722 yılında tamamlanıp Damat İbrahim Paşa’ya sunulan Güldeste, sanatlı nesrin güzel örneklerinden-dir. Bursa’da yetişen padişahlar ve şehzadeler; şeyhler, bilginler, musikişinas, hattat, nak-kaş, meddah, tabip gibi türlü meslek sahiplerinin biyografilerinden oluşmaktadır.Bu meslek gruplarının her birinin, “gülbün” adı verilen beş tabaka ile verildiği eserde toplam 291 kişinin biyografisine yer verilmiştir.
Zamanında çok takdir edilen bu esere Eşrefzade Şeyh Ahmet Ziyaettin tarafından Gülzar-ı Suleha ve Vefeyat-ı Urefaadıyla bir zeyil yazılmıştır. Belîğ’in tertip şek-linin aynen izlendiği eserde, 1723-1782 yılları arasında Bursa’da vefat eden muhtelif ilim, devlet ve sanat adamlarından 261 kişinin hayatı hakkında bilgi verilmektedir.
ünlü biyografi ustası Hafız Hüseyin Ayvansarayî’nin yazmış olduğu Vefeyat-ı Selatin ve Meşahir-i Rical’dir;4 bölümden oluşur
İlk bölümde Osman Gazi’den I. Abdülhamit’e kadar gelen yirmi yedi Osmanlı padişahının doğum, cülus ve vefatlarına düşürülen tarihler;
ikinci bölümde İstanbul ve havalisinde gömülü devlet adamlarının biyografileri;
üçüncü bölümde İstanbul’da hayır eserleri ve mezarı bulunan devlet adamları
son bölümde ise hayratı ve mezarı İstanbul dışında olan zatların kısa biyografileri ve özellikle ölüm tarihleri kaydedilmiştir
Hafız Hüseyin Ayvansarayî’nin biyografiye dair bir başka eseri Mecmua-i Tevarih’tir.
Eser, müellifin İstanbul’daki seyahatleri esnasında tespit ettiği tarih manzumelerini ve biyogra- fileri içermesiyle değil, aynı zamanda kahve ve muz gibi ürünlerin tüketimiyle ilgili tespit ve gözlemlere de yer vermesinden ötürü bir tür seyahatname olarak da kabul edilebilir
Hafız Hüseyin Ayvansarayî’nin, biyografi ve şehir kültürü açısından önemli olan bir başka eseri ise İstanbul’daki camileri adlarına göre alfabetik olarak sıralayıp bilgi verdiği Hadikatü’l-Cevami’dir.
Eser, bir gezi rehberi de sayılabilir. Müellif, devrin bir başka önemli bibliyografi yazarı olan Süleyman Sadettin Efendi’nin teşvikiyle kaleme aldığı eserini hazırlarken İstanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar’da bulunan cami, mescit, tekke ve zaviyeleri gezmiş, hepsinde birer vakit namaz kılmış, bu yerler hakkındaki gözlemlerini titizlikle kaydetmiştir.
Eser ayrıca bu binaların kitabeleri, cami ve mescitleri yaptıranlarla tekke ve zaviyelerin şeyhlerini de tanıtması bakımından biyografik malzeme olarak da zengin bir içeriğe sahiptir.

Tarihler
Dönemin belli başlı vakanüvisleri Raşit, Çelebizade Âsım, Mustafa Şefik, Şakir, Subhî, Samî ve Süleyman İzzî’dir
İkinci Osmanlı vakanüvisi Masraf-zade Mehmet Şefik’in 1703’de vuku bulan Edirne Vakası’nı kaleme aldığıŞefikname’sinin yanı sıra 1693-1694 yılları arasında geçen olayları anlattığı basılmamış bir de Osmanlı Tarihi vardır.
Anadolu kazaskerliği gibi en yüksek rütbelerden birine ulaşma imkânı bulan Ra-şit Mehmet Paşa davakanüvislik yapmış olup Naima Tarihi’nin bıraktığı yerden 1722 yılına kadar gerçekleşen olayları Tarih-i Raşitisimli eserinde anlatmıştır. Raşit’in dili sanatlı nes-rin tam bir örneği olmamakla beraber genellikle ağır ve özentilidir. Alışılmayan Arapça ve Farsça kelimelerin sıkça kullanıldığı eserde, yer yer cinas ve seciye de başvurulmuştur.
Küçük Çelebizade İsmail Âsım ise Tarih-i Âsımadlı eserinde, vakanüvislik yaptı-ğı 1722-1729 yılları arasında vuku bulan olayları yazmıştır
vakanüvisliğe ge-tirilen Arpaeminizade Mustafa Samî, Hüseyin Şakir ve Mehmet Subhi’nin tarihleri Tarih-i Samî, Şakir ve Subhî adı ile bir arada basılmıştır
İzzî Süleyman Efendi’nin 1744-1752 arasındaki olayları anlattığı tarihi iki cilt hâlinde basılmıştır
İzzî’den sonraki vakanüvis olan Seyyit Hâkim Mehmet Efendi’nin, İzzî’nin bıraktığı yerden 1766’ya kadar gelişen olayları anlattığı tarihi müsvedde hâlinde kalmıştır. Çeşmizade Mustafa Reşit’in 1768’e kadar olan olayları yazdığı ve Vasıf Tarihi’nin en önemli kaynağı olan tarihi yayımlanmıştır
Enverî Sadullah, Behcetî Hasan Efendi ve Ömerzade Süleyman’ın vakanüvisliklerinden sonra bu göreve getirilen Vâsıf Ahmet Efendi’nin iki cilt hâlinde tertip edilen Mehasinü’l-Âsar ve Hakayıku’l-Ahbar adlı eseri yayımlanmıştır
Şemdanizade Süleyman Efendi’nin, Hâkim Mehmet Efendi’nin müsveddelerinden ya-rarlanarak yazdığıMüriü’t-Tevarîhadlı eseri, Kâtip Çelebi’nin Takvimü’t-Tevarih’ine zeyl-dir
Kâtip Çelebi’nin yazdıklarına düştüğü şerhler bakımından Osmanlı tarihlerinin tahlil ve değerlendirme bakımından en zengini sayılır
Gazavatnameler
sadece bir kumandanın yaptığı savaşları veya yalnız bir savaş, sefer veya zaferi anlatan eserlerdir.
Tarihlerden temel farklılığı, tarihler daha genel eserler iken bunların bir tek savaş üzerine yoğunlaşmış olmasıdır

XVIII. yüzyılda yazılmış belli başlı gazavatnameler şunlardır;
Tarihçi Raşit’in Fetihname-i Cezire-i Mora’sı,
Vahid Mahtumî’nin Mora Seferi,
Damat Ali Paşa’nın Ravzatü’l-Âlî’si ,Sadrazam Silahdar Şehid Ali Paşa’nın 1715’deki Mora adasını fethetme-sinin anlatıldığı eserlerdir.
Seyyit Vehbî’nin Avusturyalılarla yapılan savaş ve barışları anlattığı Risale-i Sulhiyye’si, Abdurrezzak Nevres’in Tebriziyye-i Hekimoğlu Ali Paşa adlı eseri,
Antakyalı Münîf’in Zafername veya Fetihname-i Belgrad adlarıyla bilinen eseri
Ziyâyî mahlasıyla şiirleri bulunan İsmail Ziyaettin’in, babası Hekimoğlu Ali Paşa’yı anlattığı Tarih-i Ali Paşa
Sûrnameler
Padişahların çocuklarının sünnetleri ve kızlarının evlenmeleri vesilesiyle yapılan düğünlerin anlatıldığı eserlere sûrname denildiğini biliyoruz
XVI. yüzyılda İntizamî’nin, XVII. yüzyılda da Abdî’nin birer mensur sûrname yazdıkları bilinmektedir. Bu yüzyılda ise Vehbî, Hafız Mehmet, Haşmet ve Melek İbrahim’in sûrnamelerinden başka müellifi tespit edilemeyen mensur üç sûrname kaleme alınmıştır
XVIII. yüzyılda yazılan ikinci sûrname, sûr emini Hafız Mehmet Efendi tarafından kaleme alındığı halde bazı kaynaklara yanlışlıkla Hazin Sûrnamesi olarak geçmiştir.eserde;
III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan’ın evlilik törenleri
anlatılmaktadır. Bilinen tek nüshası 167 varak tutarında hacimli bir eser olan bu sûrnamede çeşitli manzumelere de yer verilmiştir
Haşmet’in Viladetname-i Hümayun olarak da bilinen Sûrname’si, III. Mustafa’nın kızı Hibetullah Sultan’ın doğumu üzerine yapılan şenlikleri konu edinmektedir.
Düğün günlerinin akışına göre değil de yapılan eğlencelerin türüne göre tertip edilen eser bu yönüyle diğer sûrnamelerden ayrılır. Eserde esnaf alaylarına, eğlencelere ve bazı kıyafetlerin tarifine ağırlık verilmiştir
Melek İbrahim Viladetname-i Hatice Sultan adlı eserde; I. Abdülhamit’in 12 Ocak 1776 günü doğan kızı Hatice Sultan’ın on gün süren doğum şenlikleri anlatılır. Otuz varaktan ibaret olan bu sûrname, zamanın teşrifat (protokol) kuralları, eğlence hayatı ve yemekleri hakkında bilgiler verdiği için kültür tarihimiz açısından önemlidir

VEHBÎ
XVIII. yüzyılın divan sahibi şairlerindendir. 1674 yılında İstanbul’un Kabataş semtinde dünyaya geldi. Asıl adı Hüseyin’dir. Kethüda Hacı Ahmet Efendi’nin oğludur. Ataları ehl-i beyte dayandığı için Seyyid Vehbî olarak anılmıştır.
İlk gençlik yıllarında Hüsamî olan mahlasını hocası şair Mirzazade Ahmet Neylî’nin tavsiyesi üzerine Vehbî olarak değiştirmiştir.
1711’de gerçekleşen Rus seferi için yazdığı kaside ve tarihleriyle III. Ahmet’in takdirini kazandı. 1720’deSûrname’sini kaleme alınca şöhreti büsbütün arttı.
1725 yılında Tebriz’in ikinci kez fethi üzerine oraya kadı olarak atandı. Daha sonra Kayseri, Manisa ve Halep kadılığı görevlerinde bulundu. Halep kadılığının bitiminde 1735 yılında hacca gitti. Hac dönüşü yakalandığı hastalık sonrası 1736’da Aksaray’daki (İstanbul) evinde vefat etti.
Şiirde önceleri Nabî’nin hikemî şiir tarzını örnek almış, daha sonra Nedim’in yolunu benimsemiş, onun birçok şiirine tahmisler yazmıştır. Kasidede ise sadece çağının değil, Türk edebiyatının en büyük kaside üstadı olan Nefî’yi kendisine usta olarak seçmiştir
Onun sanatından devrin en önemli iki tezkirecisi; Salim ve Safayî övgüyle bahsederler. Ayrıca dönemin “reis-i şairan”ı Osmanzade Taip de ondan “mana ülkesinin sultanı” diye söz etmiştir
Seyyid Vehbî’nin, yirmi civarında el yazması nüshası olan Türkçe divanı, manzum Hadis-i Erbain Tercümesi, Pasarofça Antlaşması hakkında bilgi veren Sulhiyye adlı küçük bir risalesi vardır.
Vehbî’yi Türk nesir edebiyatında önemli kılan ve onun sanatının orijinal tarafını ortaya koyan en önemli eseri ise kuşkusuz ki Sûrnamesidir
Sûrname-i Vehbî;
III. Ahmet’in şehzadeleri Sultan Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit’in sünnet düğünleri ile kızları Ayşe Sultan ve Emetullah Sultan’ın evlenme merasimlerini anlatan bir eserdir
Bu eserin diğer sûrnameler arasında özel bir yeri ve benzerlerinden ayrı bir önemi vardır. Eser, o devirdeki kıyafetler, gösteriler, esnaf alayları, eğlenceler ve hediyeleri anlatması açısından devrin saray ve toplum hayatının canlı bir aynası gibidir.
Eserin ne kadar ilgi gördüğü sadece İstanbul kütüphanelerinde yirmiden fazla el yazması nüshasının bulunmasından anlaşılmaktadır
mensur olmakla birlikte yer yer şair, kendi manzumeleriyle eserini süslemiştir. Eser, bizzat Sadrazam Nevşehirli Damat Paşa’nın teklifi üzerine yazılmıştır.
Eserde on beş gün on beş gece süren ve Osmanlı tarihinde Lale Devrinin başlangıcı olarak kabul edilen bu düğün, gün gün bütün ayrıntılarıyla aktarılmaktadır.
Sûrnameler içinde dili en süslü ve estetik nesrin yer yer bütün özelliklerini aksettireni de budur
İlk defa neşreden;Mertol Tulum

Sefaretnameler ve Seyahatnameler
Yabancı ülkelere gönderilen elçilerin gittikleri yerlerde gördüklerini ve yaşadıklarını, oradaki siyasî gelişmeleri ve yaptıkları çalışmalarla ilgili sundukları bir tür rapor da kabul edilebilecek sefaretnameler, kimi sefirlerin kaleminde bir rapor hüviyetinden ileri giderek bir “eser”e dönüşmüş, bir “edebî tür” özelliği kazanmıştır
Sefaretnameler, elçilerin gittikleri yerlerdeki siyasî hadiselerin dışında, oraların tarihî, coğrafi ve mimari yapısının yanı sıra toplumsal ve kültürel özellikleri hakkında da yer yer bilgi vermesi bakımından bir çeşit seyahatname de kabul edilebilir
Bazı raporlar, öylece birer tarihî belge olarak kalmış, bazıları muhtelif tarih kitaplarının içine bölüm olarak nakledilmiş, bazı sefirlerin takrirleri ise yakını olan kalem erbabı başka kimseler tarafından kitap hâline getirilmiştir (Takrîr: Resmî niteliği olan yazı, rapor.)
Osmanlı sefaretnamelerinin edebî ve tarihî bakımdan en ünlüsü bu yüzyılda yazılan Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Sefaretnamesi’dir
Mehmet Çelebi, III. Ahmet ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya sunulan eserinde İstanbul’dan ayrıldığı günden Ekim 1721’deki dönüşüne kadar olan bütün hatıra ve gözlemlerini zarif ve orijinal bir üslupla anlatmıştır.
Eserde sefirin Paris’te karşılanışından gezip gördüğü opera, hayvanat bahçeleri, hastane ve eczaneler, aldığı ve verdiği hediyelere varana kadar bütün tespitleri nakledilir.
Matbaanın Türkiye’de kuruluşunda Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin eserinin önemli rolü olmuştur. Muhtelif yazma nüshaları olan eser 1757’de Fransızcaya çevrilmiştir. İki kere Arap harfleriyle basılan eser yeni harflerle de yayımlanmıştır
Osmanlı Devleti, başta Fransa ve Almanya olmak üzere bazı Batı ülkelerinin yanı sıra İran, Hindistan, Buhara, Fas gibi ülkelere de çeşitli sebeplerle elçi göndermiştir
İran’a elçi olarak gönderilen;Vanlı Ahmet Dürrî, Seyyit Mehmet Refî ve Yasincizade Seyyit Abdulvehhab Efendi de İran’da görüp tespit ettiklerini yazıya dökmüşlerdir
Ahmet Dürrî Efendi’nin 1721’de yazmış olduğu İran Sefaretnamesi, yazarının elinden çıkmış oriji-nal nüshası elde olan ilk sefaretnamedir. Eser, Fransa’da Arap harfleriyle basılmış, ayrıca 1810’da Fransızcaya çevrilmiştir
Sivas valisi Hacı Ahmet Paşa’nın elçi olarak gönderildiği İran’daki izlenimleri, vaka-nüvis Kırımlı Rahmî tarafından kaleme alınarak (1747) İran Sefaretnamesi adıyla kitap hâline getirilmiştir
Reisülküttapların hayatlarını anlatan Sefinetü’r-Rüesa,
darüssaade ağalarının hayatla-rını anlatan Hamiletül’-Kübera adlı eserlerin de müellifi olan Ahmet Resmî’nin, Viyana ve civarının o günkü durumu ve Viyana soylularının günlük hayatı hakkında önemli bilgiler içeren Viyana Sefaretnamesi Arap harfleriyle basılmıştır
Aynı müellifin Prusya Sefaretnamesi de Sefaretname-i Ahmet Resmî adıyla İstanbul’da yayımlanmıştır
Eserde Lehistan şehirleri, Baltık Denizi’ndeki limanlar, Prusya ve Berlin hakkında bilgiler verilmiş, ayrıca Berlin tiyatrosundaki temsiller ve elçinin katıldığı balolar tasvir edilmiştir. Her iki sefaretname birlikte sadeleştirilerek yayımlanmıştır
III. Osman’ın cülusunu duyurmak için Rusya’ya elçi olarak gönderilen Şehdî Osman Efendi’nin, çok maceralı ve mücadelelerle dolu seyahatini kaleme aldığı Rusya Sefaretnamesi de bir dizi makale hâlinde yayımlanmıştır
Vasıf Efendi’nin İspanya Sefaretnamesi; 1787 yılında İstanbul’dan gemi yoluyla çıktığı seyahatinde ilk indiği Barselon şehrini, Kral tarafından karşılanışını, Madrit ve Kartaca şehirlerini, Eskoryal’daki bir manastırın kütüphanesindeki beş bin civarındaki İslam eserini gözden geçirdiğini anlatmaktadır
XVII. yüzyılda Nabî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i kaleme alması, yeni hac seyahatnameleri yazımında et-kili olmuştur.
İbrahim Hanif’in, Hasıl-ı Hacc-ı Şerif li-Menazili’l-Harameyn’i,
Mehmet Edib’in, Behcetü’l-Menazil’i bu tür eserlerdendir.


Tasavvufî Eserler ve Şerhler
Sanat endişesinden ziyade didaktik gayeyle kaleme alınan bu eserlerin en ünlüleri,
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’siyle, yine ünlü mutasavvıf olan Bursalı İsmail Hakkı’nınRuhu’l-Beyan adlı tefsiridir
Yusuf-ı Sineçâk’ın Mesnevî’den seçtiği 366 beyitle oluşturduğu Cezire-i Mesnevi’si,
Şeyh Galip tarafından sanatkârane bir üslupla, Şerh-i Cezire-i Mesnevi adıyla şerh edilmiştir
XVI. yüzyıl şairlerinden Şahidî’nin manzum Farsça-Türkçe sözlüğü Tuhfe-i Şahidî’ye bu asırda on beş kadar şerh yazılmıştır. Bu şerhlerin bazıları Şahidî’nin eseri gibi man-zum, bazıları manzum-mensur karışık, bazıları ise Şahidî’ye ait beyitler dışında mensurdur
Bunlar arasında Atfî Ahmed-i Bosnevî’nin Şerh-i Tuhfe’si, Pirî Paşazade Cemalî Mehmet’in Tuhfe-i Mir’i, Şahinzade Şeyh Ali Maraşî’nin Tuhfetü’l-Vüzera’sı sayılabilir (Öz 1999).
Bursalı İsmail Hakkı’nın, Mesnevi şerhi olarak kaleme aldığı Ruhu’l-Mesnevi’si ile Yazıcıoğlu’nunMuhammediyye’sinin şerhi olan Ferahu’r-Ruh bu yüzyılda yazılan belli başlı şerhler arasındadır.

Münşeat Mecmuaları
Münşeat mecmualarını oluşturanlar ya bütünüyle kendi yazdıkları mektupları, ya kendi mektuplarıyla birlikte başkalarınında mektuplarını ya da sadece başkalarının yazdığı mektup örneklerini bir araya toplarlar
Kimi mecmua derleyicileri de bütünüyle başkaları tarafından kaleme alınan seçme mektup veya yazışma örneklerini bir araya getirmişlerdir.
Nasıl olursa olsun bütün münşeat mecmualarının ortak tarafı; türünün en seçkin, en latîf, en zarif,örneklerinin bir araya toplandığı eserler olmasıdır.
Bu yönüyle münşeat mecmuaları, hem eser sahipleri ile türdeşleri arasında gizli “inşâ yarışı”na sahne oluyor hem de bu seçkin örnekleri gören, okuyan heveskârlar için bir talim alanı, bir tür atölye veya “mektep” vazifesi görüyordu
İşte böylesine orijinal işlevlere sahip münşeatlar bu yüzyılda Koca Ragıp Paşa, Osmanzade Taib, Çelebizade Âsım, Tokatlı Kânî, Raşit, Nevres-i Kadîm, Âtıf Efendi, Beylikçi İzzet, Nahifî ve Nesîb gibi müelliflerin kalemiyle ortaya konmuştur
Koca Ragıp Paşa’nın reisülküttap iken hazırladığı telhislerden oluşan Telhisat adlı eseri, münşeat mecmualarının en ünlüleri arasındadır.
Telhisat’ta günlük hayatın hemen her safhasına ait resmî ve hususî hayat konuları ile ilgili türünün en başarılı örnekleri olarak kabul edilmiş birçok mektup bulunmaktadır.
Tokatlı Ebubekir Kânî’nin Münşeat’ı da kendi türünün önemli örneklerindendir
Osmanzade Taib’in elliye yakın mektubundan oluşan Münşeat’ı da bu türün kayda değer örneklerindendir. Eser ihtiva ettiği mektuplara göre dört bölümden oluşmaktadır
Birinci bölümde alt makamda bulunanların üst makamdakilere, ikinci bölümde aynı seviyede bulunanların birbirlerine yazdıkları yazışma örneklerini vermiştir. Dördüncü bölümde tebrik, teşekkür ve teselli mektubu türünden örneklere yer verilmiştir.
Şeyhülislam Karaçelebizade Âsım Efendi’nin de 234 yazısından oluşan Münşeat’ı Lütfullah Efendi tarafından tertip edilerek basılmıştır
Raşit Efendi’nin kaleme aldığı iki Münşeat’tan biri Halep kadısıyken yazdığı altmış yazıdan, diğeri İran elçisiyken yazdığı mektuplardan oluşmaktadır
Nevres-i Kadîm’in sürgün yıllarında yazdığı Münşeat ise elli dokuz mektubundan oluşmaktadır.

KÂNÎ (1712-1792)
1712 yılında Tokat’ta doğdu. Asıl adı Ebubekir’dir. Öğrenimini memleketi Tokat’ta yapan Kânî ilk gençlik yıllarından itibaren çevresinde gerek nazım, gerekse nesir sahasında yazdıklarıyla ve özellikle nükteli üslubuyla tanındı.
İlk gençlik yıllarında derbeder bir hayat süren Kânî, Mevlevilik tarikatına girmiş ve uzun yıllar boyunca Tokat Mevlevihanesi’nde bulunmuştur.
İstanbul’da Divan Kalemi’ne giren Ebubekir Kânî, Ali Paşa’nın bir yıl sonra sadrazamlıktan ayrılmasıyla Silistre valisine divan kâtipliği yaptı.
Sadrazam Yeğen Mehmet Paşa’nın çağrısı üzerine 1782 yılında İstanbul’a döndü. Saray adap ve teşrifatına aykırı davranışlarda bulunduğu ve bazı devlet sırlarını ifşa ettiği iddiasıyla Limni adasına sürgün edildi.
burada pek çok sıkıntı ve mahrumiyet içinde uzun yıllar yaşadı. Affedilerek İstanbul’a dönmesinden kısa bir müddet sonra, 1792 yılı Şubat ayında vefat etti
Nüktedan, kibar ve hoşsohbet, hemen her sözünde nükte bulunan ve çevresinde çok sevilen Kânî, bir mizah ustası olarak tanınmıştır
Kânî bir divan oluşturacak miktarda şiir söylemiş olmakla beraber asıl ününü nesir alanında yapmıştır
Sanatkârlığı, hiçbir kural ve kayda bağlı olmaksızın içinden geldiği gibi yazdığı mektuplarında öne çıkar. Secilerle süslediği mektupları ince nükte ve hicivlerle doludur
Halk deyimlerinden büyük ölçüde yararlanan Kânî’nin Münşeat’ı estetik nesrin önemli örnekleri arasındadır
Hz. Peygamber için yazdığı naatları dışında hemen bütün eserlerinde farklı düzeylerde de olsa nükte, hiciv ve hezl izlerine rastlanır.

Eserleri
Divan:
İstanbul kütüphanelerinde bazı yazma nüshaları bulunan divan Arap harfleriyle yayımlanmış ve eser tenkitli metin hâlinde yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır
Münşeat:
Letaif ve Hezliyyat adlarıyla da anılan ve 120 civarında mektuptan mey-dana gelen eser, döneminin ifade zenginliği ve üslup özelliklerini yansıtan zarif nükte-ler ve hiciv örnekleriyle doludur.
Çağın örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayatından izler taşıyan mektuplar arasında özellikle üç tanesi oldukça meşhurdur.
Bunlardan “Hirrename” adıyla bilinen metin bir kedinin ağzından sahibine hitaben yazılmış hoş bir mizah örneğidir.
Kânî’nin uykuya düşkün bir dostuna yazdığı ve “baş”la ilgili atasözleri ve tabirlerle süslenmiş diğer mektubu da ünlüdür.
Yeğen Mehmet Paşa’ya hitaben kaleme aldığı mektubunda ise döneminin edebiyat ve sanat çevrelerini eleştiren önemli görüşleri ve kendi hayat tecrübeleri yer alıR.

HAZIRLAYAN:MELİS EDEBİYAT'a çok tşk. ediyoruz.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst