Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları -1- 6.Ünite Ders Notları

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları -1- 6.Ünite Ders Notları



KIRIM VE KIRIM’DA TÜRK-TATAR EDEBİYATI
Kırım tarihin eski zamanlarından beri Türk halklarının bulunduğu bir coğrafyadır. Bölgenin Ceneviz, Slav halkları, Musevîlik, Hristiyanlık ve İslmiyetle tarihî ilişkileri vardır. 1475’te Osmanlı devletine tâbi olduğu tarihte Kırım’daki hâkim kültür, Müslüman Kıpçak ve Oğuz temeli üzerinde gelişmiştir. Yazı dili ve edebiyat gelenekleri Türkistan’a , Çağatay Türkçesi ve edebiyatına bağlıydı.Üç yüz yıldan fazla süren Osmanlılarla siyasî, iktisadî, kültürel ilişkiler, Kırım’da Osmanlı Türkçesi’nin yazı ve edebiyat dili olarak benimsenmesini sağladı.Kırım’ın sözlü edebiyatı, bir yandan Kıpçak Bozkırı üzerinden Türkistan’a bağlı, diğer yandan Karadeniz üzerinden Rumeli ve Anadoluyla temas hâlindedir.

Kırım’daki bazı kahramanlık destanları (Koplandı Batır, Ertargın, Edige, Çora Batır vd.) , aşk destanları (Kozu Kurpeç ve Bayan Sulu, Nar Kamış, Boz Yiğit) aralarındaki varyant farklılıklarıyla birlikte İdil-Ural ve Kazak bozkırıyla ortaktır.

Köroğlu, Battal Gazi, Kesikbaş gibi hikâyeler ise Anadolu’dan Kırım’a geçmiştir. Bazı aşk hikâyeleri Aşık Garib, Aşık Kerem [Kerem ve Aslıħan], Ta[h]ir ve Zo[h]re, Arzı ve Ganber, Anadolu’daki varyantlarla ortaklık gösterir. Yusuf ve Züleyħa, Leyli ve Mecnun, Ferhat ve Şirin gibi kaynağı yazılı Doğu edebiyatı olan mesnevi veya halk hikâyeleri de İslâm-Türk kültür dünyasıyla ilişkilerini temsil eder.

Osmanlılarla yakın ilişkiler sebebiyle bazı dinî ve edebî eserler Kırım yoluyla İdil-Ural bölgesine oradan da Kıpçak Bozkırı’na kadar yayılıp benimsenir . Bu gibi eserlerin o bölgelere ulaşma sebebi, yakın ilişkiler yanında, İstanbul’da matbaanın faaliyete geçmesi el yazmalara göre çok daha ucuz olan basılı eserlerin kültürel ihtiyaç (eğitim) ticaret, seyahat (özellikle de Hac ziyareti) sebebiyle kuzey bölgelerine götürülmesidir.

Kırım’ın Anadolu ve Türkistan’la ilişkilerini kuvvetlendiren bir başka sebep tarikatler olmuştur. Türkistan’dan Yesevî hikmetleri, Bakırgan kitabı, Sufî Allahyar’ın şiirleri, Anadolu’dan Yunus Emre’nin ilahîleri, Kemal Ümmî’nin şiirleri Kırım’da da okunmuştur. Dinî edebiyattan Ahmediye, Muhammediye adlı eserler, Süleyman Dede’nin Mevlid’i örnek olarak gösterilebilir. Çağatay yazılı edebiyatı başta Nevaî olmak üzere Kırım’da yakından takip edilmiştir.

Türkiye ve Kırım’da gezip dolaşan veya her iki bölgede ün kazanan, şiirleri yaygın olan âşıklar : Âşık Ömer, Gevheri [Cevherî], Dertli gibi. Sümmanî de Kırım’ı dolaşmış Han Sarayı hakkında şiir yazmıştır.Kırım hanları içinde Osmanlı Türkçesiyle şiir yazanlar da vardır. Bunlardan Bora lakaplı Gazi Geray (mahlası Gazayî) meşhurdur. Kırım Edebiyatında , Rus istilasından sonra yaşadığı acılı günler, baskı ve zulümler, sözlü ve yazılı edebiyatın büyük ölçüde tahrip ve yok olmasına yol açmıştır. Sözlü edebiyat çalışmaları XIX. yy. sonlarında başlamasına rağmen, Türk dünyasının birçok bölgesi gibi burada da zamanında gerekli derlemeler yapılamamış, var olan kültür zenginliği büyük ölçüde kaybolup gitmiştir. 1944’teki toplu sürgün ise Kırım’ı bir yangın yerine çevirmiş, kültür hayatının son izlerini de silip süpürmüştür. Bugün elde olan sözlü edebiyat malzemesi, XIX. yy.dan itibaren yazıya geçirilebilen ve sürgündeki zor günlerde yapılabilen ufak tefek derlemelerle, Türkiye veya Romanya’ya göç edenler arasında tespit edilen metinlerden ibarettir.Kırım Tatar yazılı edebiyatı Altın Ordu döneminin sınırlı eserleriyle, Kırım Hanlığı döneminden kalan nispeten daha zengin malzemeye dayanır. Rus istilasından sonra Türkiye’ye kitleler hâlinde göçün başlaması da edebiyat hayatı için tam bir çöküş dönemi oluşturur:Çar hükûmetinin istilacılık siyaseti sonucu, yüz binlerce insan “Ak [Hak] Toprak” dedikleri Türkiye ve Dobruca’ya doğru yollara düşer. XVIII. asrın sonuyla XIX. asrın başında yapılan ilk göçtür. Kırımlının göçleri sonucu Kırım’da medenî ve edebî gelişme 1783’ten 1800 yılına kadar süren mecburî bir durgunluğa itilmiş, sosyal ve siyasî hayat tamamen değişmiştir.Aydın ve âlimlerin göç etmeleri veya susturulmaları sonucu, Kırım’da bu yüzyıllık dönem içinde Kırım Türkçesinin kültürel sahada kullanıldığını gösteren tek bir eser yoktur.

Kırım Tatarları arasında 1880’li yılların başlarında İsmail Bey’in ilk eserlerini yayımlamasına kadar modernleşme hareketlerinden, modern edebiyattan söz edilmez. Bu sebeple Kırımlı birçok araştırmacı edebiyat tarihlerinin dönemlerinden söz ederken İsmail Gaspıralı’nın ve başta Tercüman olmak üzere onun eserlerinin, bu konuda yaptığı hizmetleri göz önünde bulundurarak XIX. asrın sonlarıyla XX. asrın başlarını “Tercüman Dönemi Kırım Tatar Edebiyatı” olarak adlandırırlar. Bizde bu dönemi “Tercüman Dönemi Edebiyatı” olarak adlandırıyoruz.

Potemkin ; Grigoriy Aleksandroviç Potyomkin ,Rus generali. Osmanlı devletinin yıkılması, İstanbul’un Çarlığın ve Ortodoksluğun merkezi olmasını hayal eden panslavistlerdendi. Kırım’ı istilasında çok gaddar davrandı, birçok sivilin ölmesine sebep oldu.


KIRIM’DA MODERN EDEBİYATİSMAİL GASPIRALI VE TERCÜMAN DÖNEMİ

İsmail Gaspıralı (1851-1914)’Nın Hayatı

Moskova’da bulunduğu muhit onda milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur. Zincirli Medrese’deki öğretmenliği sırasında, görevi olmadığı hâlde öğrencilere Türkçe öğretmesi; eski öğretim metotlarını eleştirmesi; Rusça ders saatlerini çan çalarak belirtmesi gibi sebeplerden dolayı öğrencilerin ve medrese yöneticilerinin sert tepkileriyle karşılaşır. Hatta ölümle tehdit edildiğinden medreseden ayrılmak zorunda kalır.Moskova’daki öğrenimi sırasında içinde oluşan milliyet duygusunun etkisiyle İsmail Bey, Osmanlı ordusuna subay olarak girip milletine hizmet etmeyi ideal edinmiştir.Fransızcayı geliştirmek amacıyla Paris’e gider. Orada iken Rus yazarı Turgenyev’in muhitinde bulunur, onun yazdıklarını temize çeker. Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı eserindeki bazı ifadelerine bakılarak Londra’ya da gitmiş olmalıdır.İsmail Bey, İstanbul’da bulunduğu bir yıllık dönemde Osmanlı hizmetine girmek için uğraşır. Türk Harp Okulu’nda Rusça öğretmenliğine atanmak üzere olduğunu öğrenen sadrazam Mahmud Nedim Paşa üzerinde nüfuzunu kullanarak atanmasına engel olur.

İsmail Bey’in gazeteciliği, yazarlığı da İstanbul’da başlar: L. Klimoviç , İsmail Bey hakkında biyografi yazmıştır.İsmail Beyin , 1906’da yazdığı Gün Doğdu hikâyesindeki Danyal adlı kahraman büyük ölçüde İsmail Bey’i temsil eder. Dolaştığı yerlerde Türklerin, Müslümanların hangi şartlar içinde yaşadığına, ne gibi ihtiyaçları olduğuna özellikle dikkat etmiştir. İsmail Bey’le ortak idealleri paylaşan aydınlar, Tercüman gazetesinin Rusya’nın her köşesine yayılmasında, zamanla Türkiye, İran, Mısır, Balkanlar, Doğu Türkistan’a kadar ulaşmasında ona çok yardımcı olmuşlardır.1905’ten sonra Rusya’da meşrutiyet ilan edildiktan sonra İsmail Bey, Abdürreşit İbrahim (Reşid Kadı), Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Seyit Geray Alkin, Ali Merdan Topçubaşı vd.nin öncülüğünde “Rusya Müslümanları Kongreleri” düzenlenmeye başlandığında Tercüman gazetesinin bu yolda önemli hizmetlerde bulunduğu anlaşılır.Türklüğün iki büyük siması Yusuf Akçura ve İsmail Bey , 1905’ten sonra Rusya Türklerini, siyasî, kültürel haklarına kavuşturabilmek için birlikte çalışır. Y. Akçura, İsmail Bey’i üstadı olarak kabul eder. Yusuf Akçura , İsmail Bey’in ölümünden sonra yazdığı yazıyı “Muallime Dair” olarak adlandırmasıyla, Gaspıralı’yı bütün Türk milletinin “muallimi” olarak değerlendirir.

1908’de Türkiye’de II. Meşrutiyet’in ilân edilmesi İsmail Bey’in Türkiye ile bağlarını daha da güçlendirir. Meşrutiyet yanlısı yazılar yazar.1911’de İsmail Gaspıralı ile Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, İttihat ve Terakki Partisi’nin genel merkezine seçilirler. Yusuf Akçura’nın İstanbul’da çıkartmaya başladığı Türk Yurdu’nda, Sırat-ı Müstakim’de ve o yıllarda yayımlanan bazı gazete ve dergilerde İsmail Bey’in “dünya Müslümanlarını eğitim meselelerini görüşmek üzere bir kongrede toplamak” girişimi hakkında çeşitli yazılar, haberler yayımlanır. 1912 yılı başlarında “Usul-i Cedid”i ve savtî metodu anlatmak, halkın durumunu yerinde incelemek amacıyla ; Bombay’a gider. Bombay’da özellikle kendi eğitim metodunu anlatmak ve uygulamakla uğraşır. İsmail Bey’in bu teşebbüsünden ; önemli bir sonuç elde edilemez.

ESERLERİ

İlk Yazısı: “Bahçesaray’dan Gönderilen Mektup”Bilinen ilk yazısı “Bahçesaray şehir emaneti meclisinden İsmail Mirza” imzasıyla 1879’da Tiflis’te Ziya gazetesinde “Bahçesaray’dan Gönderilen Mektup” adıyla yayımlanır.Bahçesaray’dan Gönderilen Mektuptaki ifadeler İsmail Bey’in geleceğe ait planlarını, emellerini de açıkça göstermektedir . Özellikle “ıslahat”tan söz etmesi, bu işte gazetenin millete yol göstermesinden, milletin aklını ve düşüncesini aydınlatmasından söz etmesi, gazetesi ve kitabı olmayan bir toplumu sağır ve dilsiz insana benzetmesi dikkat çeker ve niçin bir matbaa kurduğunu, niçin gazete çıkarmak ve kitap basmak istediğini de açıklar.


RUSÇA İLK MAKALELERİ, ESERLERİ

Bahçesaray Mektupları, Rusya Müslümanları

Kırım’daki ilk yazıları Akmescit’te Rusça yayımlanan Tavrida gazetesinde çıkar.Önce “Küçük Molla” imzasıyla “Bahçesaray Mektubları”nı ardından aynı makaleyi yeniden işleyip “Genç Molla” imzasıyla ve “Rusya Müslümanları” adıyla aynı gazetede tefrika ettirir ve kitap hâlinde de bastırır.“Rusya Müslümanları” ile daha sonra yayımladığı “Rus Doğu Anlaşması”, farklı konularda yazılmış görülseler de her ikisinin ortak noktası Rusya-Müslüman ilişkileridir. Rus aydınlarını ve resmî makamlarını muhatap alarak Rusça yazdığı “Rusya Müslümanları”nda daha sonra hayatı boyunca sadık kalacağı bir program çizer.

Rusya Müslümanları: Çarlık döneminde Rusya’da “Türklerden” “Türklükten” söz etmek yasaklanmıştı. Bu kelimeleri kullanmak “Pantürkizm” sayılıyordu. Katı Rus sansürü de bu kelimelerin kulanılmasına izin vermiyordu. Ancak 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra Türklükten açıkça söz edilebilmiştir.

İsmail Bey, bu eserini oldukça dikkatli, diplomatik bir dille, zaman zaman Rus yönetimin ve Rusların iyi yanlarını öne çıkartarak zaman zaman da ölçülü ve mantıklı bir şekilde onları eleştirerek uzlaşmacı bir yaklaşımla yazar. Eserde Rusya Müslümanlarının da kötü yönleri açıkça eleştirir, iyi yönleri ise objektif bir şekilde anlatılır.Gaspıralı, bu eserinde muhatabını incitmeyen, açık bir dille, Rusların, Müslümanları- Türkleri asimile etmek, Hristiyanlaştırmak siyasetinden vazgeçmesi gerektiğini, bu siyasetin Müslümanları Rusya’ya düşman etmeden başka bir işe yaramadığını belirtir. Rus yöneticilerinin, artık Rusya’nın dünyadaki en büyük İslam ülkelerinden biri olduğu gerçeğini kabullenmelerini ister.. İsmail Bey, bu mekteplerde eğitimin anadilinde yapılması, temel İslamî bilgiler yanında tarih, coğrafya, matematik,fen bilimleri ve Rusça’nın da okutulması gerektiğini ileri sürer.Bu eserde, Rusya yönetimi altında yaşayan Müslümanların-Tatarların tek bir kitle olduğu kabul ediliyor, onların kültürel ve siyasî haklarından söz ediliyordu. Kurtuluşun tek yolu; eğitimle Batı medeniyetine yaklaşmak, onun bilimdeki seviyesine ulaşmaktı. Bu ölmüş durumdaki Türk-İslâm ruhunu diriltmenin tek yolu idi.Gaspıralı cahil bir toplumun öncelikli probleminin eğitim ve bilgiye ulaşmak olduğu kanatindedir.

İsmail Bey 1896’da Rusça yayımladığı “Rus-Doğu Anlaşması” adlı kitabıyla bu fikirlerini bir kere daha tekrarlar ve bu eserinde bir adım atarak Ruslarla Müslüman ülkeleri arasında Batı emperyalizmine ve “sarı ırka” (İsmail Bey,bu terimle Moğollar, Mançular, Çinliler ve Japonları kasdediyor) karşı bir ittifak oluşturulmasının gerektiğinden söz eder. Ancak o dönemde fikirleri pek yankı bulmaz ..İsmail Bey 1908’de bu fikirlerini tekrar dile getirmek ihtiyacı hisseder. Tercüman’da yayımlanan Şark-ı Ekber Meselesi adlı makalesinde görüşlerini, bir kere daha açıklar.İsmail Bey’in teklif ettiği “Rus-Doğu Anlaşması”, aslında Rusların yararını değil, aksine Türk-İslam dünyasının çıkarlarını gözetilerek yazılmıştır. Meşrutiyetten sonra Yusuf Akçura, İsmail Bey’in bu eserde ele aldığı görüşleri Türk Yurdu’nda basılan “Türk-Rus Mukareneti” adlı yazısında özetledikten sonra konuyla ilgili kendi görüşlerini açıklar.


TÜRKÇE İLK YAYINLARI (NEŞRİYAT-I İSMAİLİYE)

TONGUÇ, ŞAFAK

Öncelikle medreselerin ıslahı, fonetik (savtî) okuma-yazmanın yaygınlaştırılması, eğitimdeki diğer eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi, Gaspıralının ilk hedefidir. Bazı gazetelerde yazılar yazarak ve bir matbaa kurarak işe başlar. Gaspıralı Bahçesaray’da matbaasını kurduktan sonra deneme mahiyetinde, taşbasma olarak Tonguç’u yayımlar . Baskı çok kötüdür, metin iyi okunmamaktadır. Bu sebeple Tonguç’u Tiflis’te Ziya Matbaası’nda yeniden bastırır . Tonguç, İsmail Bey’in birbiri ardından yayımladığı küçük “süreli yayınların” ilkidir. Ardından aynı yılda Şafak’ı bastırır. İsmail Bey, “gazete şeklinde mecmualar” diye tanımladığı, “süreli yayınları” bir yazısında “Neşriyat-ı İsmailiye” olarak adlandırır. Bu eserler Rus yönetminin gözünden kaçmaz; İsmail Bey, sansür görevlilerinden “izinsiz yayın yapıyorsun” şeklinde sert bir uyarı alınca, yayınlarını durdurmak zorunda kalır. Bu “süreli yayınların”ın bazılarının adları bilinmektedir ama, ilk ikisinden başka günümüze kadar ulaşan olmamıştır; sadece Mirat-ı Cedid adını taşıyan “mecmuası” hakkında kaynaklarda bilgi bulunmaktadır.Tonguç’un ilk yazısı olan “Söz-i Evvel”de İsmail Bey’in ilk yazılarını nasıl bir dille kaleme aldığını, amacının ne olduğunu görebiliriz. “Tatar dili”ni ilerletmekten kasdı sade Türkçe kullanmaktır.


TERCÜMAN GAZETESİ (1883-1918), FAALİYETLERİ VE FİKİRLERİ

Matbaasını kurduktan sonra gazete çıkartma izni alabilmek için İsmail Bey, birkaç yıl uğraşır.10 Nisan [22 Nisan] 1883’de, Bahçesaray’da Tercüman gazetesinin ilk sayısını yayımlar. Ruslar aynı yıl Kırım’ı ele geçirmelerinin 100. yılını kutlamaktadırlar.

Rus yönetimi 1840’lı yıllardan itibaren gazete çıkartmak için kendisine başvuran Kafkasyalı, İdil-Urallı birçok Türk aydınına izin vermemiştir; çünkü, gazetenin bir toplumun uyanmasında, dünyayı tanımasında, daha da önemlisi kendi varlığının farkına varmasında (ulusal bilincin uyanmasında) büyük rolü olduğunu çok iyi bilmektedir.

“Tatar Dili”: XIX. Asrın sonlarında Ruslar, yönetimleri altında yaşayan Müslüman Türk halklarının hepsine “Tatar” diyor, “Türk” sözünü sadece Osmanlı Türkleri için kullanıyorlardı. Kitaplarda, gazetelerde Rusya vatandaşı Türk boylarının kendilerinden “Türk” diye söz etmeleri yasaktı. Bu sözü kullanmak bile “pantürkizm” sayılıyordu. İsmail Bey ileride Tercüman’ı çıkarmaya başladığında “Türk dili” tabirinde ısrar edecek Osmanlı Türklerinin dilini de sansürün baskılarına karşı “Osmanlıca” olarak tanımlayacaktır.

Tercüman’ın ilk yıllarındaki dizgi ve imlâ yanlışları, bozuk cümleler, onun karşılaştığı teknik porblemleri de belli eder.İlk yıllarında gazetesinin yazılarını hemen hemen tek başına yazdığını yıllar sonra “Bu Nüsha” adlı yazısında açıklar.Rus yönetimi Türkçe ve Rusça, her iki taraf da birbirinin aynı olmak şartıyla gazete çıkartmasına izin vermiştir. Tercüman’ın başlık klişesinde “Ahvalât-ı dâhiliyeye ve hâriciyeye, maârif ve edebiyâta dâir haftalık gazete” ifadeleri bulunmaktadır.Tercüman ikisi Türkçe, ikisi de Rusça olarak, küçük boyda ve 4 sayfadır. Genel olarak haftada bir kere, cuma günleri çıkartılır. 1905’te başlık klişesi “Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman” olarak değiştirilir,sonra yine “Tercüman”a dönülür. 1886’da gazetenin amacı “Rusya ülkesinde sâkin ehl-i İslâmın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet etmek” şeklinde açıklanır.Tercüman’daki Rusça kısmı kaldırabilmek için İsmail Bey, 10 yıl uğraşır, izin alır; Rusça kısmı kaldırır. Gerekli gördüğünde, az da olsa, Rusça yazılara gazetesinde yer verir.İsmail Bey Tercüman’ı 1883’ten ölümüne kadar idare eder.Ölümünden sonra gazete, oğlu Rıfat Bey’in sahipliğinde ve Hasan Sabri Ayvazof ’un baş muharrirliğinde, Kırım’da Kurultay hükûmetinin yıkılmasına, 23 Şubat 1918’e kadar yayın hayatını sürdürür.

“Edebiyat”: İsmail Bey bu kelimeyi yazılı, basılı olan hemen her metin için kullanır.Bilimsel eserler, gazete, dergi, ders kitapları, edebî eserler…Bunların hepsi “Literatur” karşılığı “edebiyat”tır.

Rus hükûmeti her zaman Tercüman’ı sıkı bir sansüre tâbi tutar. Sansürcülük sorumluluğunu Kırımlı bir Karay Türkü olan ve o sıralarda Bahçesaray’da Rusça Tavrida gazetesini çıkartan İlya İliç Kazas üzerine alır. İsmail Bey, Kazas’a 1905’te Rus meşrutiyetinden sonra, geçici bir süre sansür kalktığında, gazetesinde bu şahsa açıkça teşekkür eder.Tercüman dikkatlice incelenip Türkçe metinlerle Rusçaları karşılaştırılırsa, bazen Rusça kısımlarda yönetimin dikkatini çekecek, Ruslara sert gelebilecek bazı söz ve ifadelerin iyice yumuşatıldığı ve hatta kaldırıldığı görülür. Bu açıdan bakılınca sansürcüsüne teşekkür etmesinin sebebi anlaşılır.Tercüman’ın dili, bazıların iddia etiği gibi “melez bir Türkçe” değil, ilk sayısından itibaren sade Türkiye Türkçesidir (yani İstanbul Türkçesi). Tercüman’da her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler dikkati çeker; amaç, “Boğaziçi’ndeki balıkçıdan Kaşgar’daki deveciye kadar” herkesin bu dili anlamasıdır.Tercüman gazetesi, İsmail Bey’in dil konusundaki şuurlu ve ısrarlı tavrı sebebiyle Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük bir rol oynar ve bunda başarıya ulaşır. Türkiye’de okunduğu ve aynı zamanda yasaklanıp serbest bırakıldığı 1895-1897 yılları arasında gazetede “İlave-i Tercüman”, “Koşma”, “Zamime” adlarıyla yayımlanan Türkçe, iki sayfalık ilim, fikir, edebiyat ve diğer kültürel konularının işlendiği ekler çıkartılır.Bu eklerin daha çok Türkiyeli okuyucular için çıkartıldığı,Türkiye’ye gönderilen Tercüman’ın nüshalarının Rusya içinde satışa sunulanlardan birkaç gün önce basıldığı, bazı nüshaların da Rusya içinde dağıtılanlardan içerik olarak farklı olduğu tespitedilmiştir.

Tercüman’ın eki olarak ; Mektep ; Ha Ha Ha! adlı mizah dergisi; Şefika Hanım’ın yönettiği Âlem-i Nisvan; Âlem-i Sıbyan adlı dergiler yayımlanır.

1906’da Millet adlı ayrı bir gazete çıkarma teşebbüsü ise bir örnek sayıyla kalır, gerçekleşmez; fakat, Millet’in başlık klişesi altındaki epigramda yer alan “Til birliği, fikir birliği ve bu da amel birliğini mucip olur” ifadesi dikkat çeker. Bu ifadeyi daha da veciz hâle getirerek 1912’den sonra Tercüman’da “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde kullanır.İsmail Bey Tercüman’ı çıkartırken, ileriye yönelik planlar yapmıştı. Eğitimin ıslahını, İslam dininin doğru anlaşılmasını, Türklüğün çeşitli kabilelerinin Türk kimliği çatısı altında birleşmesini ve hepsinin ortak modern bir kültüre ve teknolojiye sahip olmasını istiyordu. Bunun için en büyük engel cehalet, hurafeler ve tembellik idi. Türk-İslâm âlemi âdeta bir ölü gibiydi.Bunun için Tercüman gazetesiyle başlattığı “”uyandırma” işine, 1884’te sonlardan “Usul-i Cedid” olarak adlandırılan eğitim-öğretim faaliyetleriyle, “savtî [fonetik] usule” dayanan okuma-yazma kurslarıyla, ilk eğitim için gerekli olan kitapları yazarak ve bunları yayımlayarak devam etti. Gaspıralı, medrese ve mekteplerde eğitimin ıslah edilmesini, modernleşmenin ilk basamağı olarak görüyordu. Onun alfabe ve ilk okuma kitabı olarak yazdığı Hoca-i Sıbyan ilgi görmüş bütün Rusya Müslümanları arasında kullanılmıştır.Gaspıralı bütün eserlerinde İslam toplumlarında kadına önem verilmemesi, kadının sosyal hayatta yok sayılması, onun en çok tenkit ettiği konulardan biridir. Bütün bu sebeplerle İsmail Bey, Rusya Türkleri arasında “milletin atası” olarak anılmaya başladı.Gaspıralı, ilk sayılarından itibaren gazetesinde, Türkiye fikir ve edebiyat hayatından serbest bir şekilde yararlanır. İslâmiyetle ilgili bazı eserleri Tarih-i İslâm , Medeniyet-i İslâmiye , Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yansıtan Maişet ve Edebiyat-ı Osmanî ve Neşriyât-ı Osmanî” başlıklı seri yazıları yayımlar.

Şemsettin Sami’nin Kamusü’l-Alâm adlı eserinden geniş bir şekilde yararlanılarak hazırlanan Derya-yı Bilik adlı ansiklopediyi ve daha sonra Kamus-i İlmî ve Fennî adlı diğer bir ansiklopediyi gazetesinin ilâvesi olarak okuyuculara verir. 1905 Rus meşrutiyeti İsmail Bey’in düşüncelerini açık bir şekilde dile getirmesine imkân verir. Gerek Sözler adlı yazısında siyasî, fikrî hayatta ortaya çıkan değişimlere işaret ederken “Tercüman'ın devre-i evveli bitti, şimdi devre-i sanisi başlıyor” diyordu. 1905’ten sonra Rusya’da ortaya çıkan serbest ortamda Müslümanlar-Türkler arasında matbuat hayatı canlandı; gazeteler, dergiler çıktı. 1920’li yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nde Türklere-Müslümanlara yönelik hükûmet programı, Çarlıktan tevarüs edilmiş gizli, ama daha da güçlü asimilasyon siyasetine dayanıyordu. Sovyet hükûmeti, “dil birliği”ni bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpâre Türk millî coğrafyasını da parçaladı; yeni “milletler” ve devletler icat etti.Tercüman gazetesi, 35 yıl boyunca Rusya Müslümanlarını-Türklerini uyandırma ve muasır dünya medeniyetine ulaştırma yolundaki olağan üstü hizmetleri sebebiyle Rusların Noveya Vremya ve İngilizlerin The Times gazeteleriyle karşılaştırılmış, hatta Tercüman’ın onlardan daha etkili olduğu belirtilmiştir.


AVRUPA MEDENİYETİNE BİR NAZAR-I MUVAZENE

İsmail Bey’in 1885’te İstanbul’da bastırdığı bu eser, Avrupa medeniyeti ve sosyalizmin mahiyeti hakkında bir eleştiridir. Eserde şu soruların cevapları aranır: Avrupa medeniyeti veya Hristiyan medeniyeti adıyla bilenen yaşam biçimi, bütün insanlık için geçerli bir medeniyet mi; bütün kavimler ve zamanlar için geçerli genel bir kural mı; akıl, düşünce, anlayış ve insan ahlakının son meyvesi olan bir medeniyet midir? Bu sorulardan sonra yazar medeniyetten ne anladığını açıklar:Ona göre Avrupa medeniyeti de yeni değil bu eksik medeniyetlerin devamıdır. Hristiyanlık bu medeniyete yeni bir ruh vermiş, insan ilişkileri için bir temel oluşturmuştur ama, bu da adaletsizliği, haksızlığı ortadan kaldırmamıştır.

Gaspıralı Avrupa yaşam biçiminde sosyalist düşüncelerin etkisinin devam edeceği kanatindedirİsmail Bey, Avrupa yaşam “şahsî yarar ve çıkar”a dayandığını, ahlak, terbiye ve hukukun hep buna göre düzenlendiğini ileri sürerek; bu Avrupa’daki bu “eksik medeniyetin” yaşamda zulme sebep olduğunu söyler. İnsanoğlu vicdan, akıl, insaf, fikir, ihsan ve hamiyetten yoksun olmadığı hâlde Avrupa’daki yaşam biçiminin ve insanların birbirleriyle ilişkilerinin hep bu “şahsî çıkar” ve “nefsin istekleri”ne dayanması, Gaspıralı’ya göre esef edilecek bir durumdur. İnsan ilişkileri “hakkaniyet”e dayandığında zulüm ortadan kalkacaktır. Gaspıralı bu yeni medeniyeti Müslümanların kurabileceği kaatindedir; çünkü bu iş için onlardan daha fazla “serveti” olan bir millet yoktur. Bu “sermaye” ise hükmü “hakkaniyet” olan Kuran’dır.İsmail Bey, Rus Meşrutiyetinden sonra sosyalizm hakkındaki düşüncelerini gazetesinde “Mezheb-i İştirakiyyûn” (Bu makalelerin ilki “Sosyalizm Yaki Mezheb-i İştirakiyyûn” adıyla yayımlanmıştı.) adlı seri makalelerini yayımlar.Çarlık yönetiminin Müslümanlar hakkındaki görüş ve davranışlarını Tercüman’da yayımladığı “Rusya’nın Siyaset-i İslamiyesi” adlı seri yazılarında yeniden değerlendirir, eskiden kapalı söylemek zorunda olduğu bazı düşüncelerine açıklık getirir.


ROMAN VE HİKÂYELERİ

İsmail Gaspıralı, dönemin şartları gereği birçok yazısında açıkça ismini kullanmaz, zaman zaman bazı takma adlardan yararlanır. Onun en çok kullandığı imzalarından biri Molla Abbas Fransevî’dir. Bu imzayla o, Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanının Avrupa ve Afrikada’ki seyahatlerini, maceralarını konu alan, birbirinin devamı olan eserler yazar.“Molla Abbas Fransevî” şeklinde takdim edilen roman kahramanı Taşkentli Molla Abbas’ın , Tercüman gazetesine “mektuplar” hâlinde gönderdiği seyahatnamesinin ilk kısmını oluşturan Frengistan Mektupları , Tercüman’da tefrika edilir. Bunu Darürrahat Müslümanları , Sudan Mektupları , Kadınlar Ülkesi bunların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz Molla Abbas Fransevî’ye Tesadüf-Gülbaba Ziyareti izler.Bütün bu eserler, ortak bir kahramana (Molla Abbas) sahiptir ve ayrı ayrı epizotlar olarak tasarlanmış tek bir roman olarak kabul edilebilirler. Frengistan Mektupları’nda Taşkentli Molla Abbas’ın ülkesinden ayrılıp Fransa’ya kadar gelmesi ve Avrupa’da özellikle Paris’teki gözlemleri anlatılır. Daha sonraki tefrikalarda Mola Abbas’ın İspanya seyahatine çıkması, burada başından geçenler hikâye edilir. Gaspıralı’nın ileride adını “Darürrahat Müslümanları” koyacağı ve 1906’da müstakil bir eser olarak bastıracağı bölüm de budur. Bu eser, kitap olarak da yayımlandığından müstakil bir roman olarak da düşünülebilir.Sudan Mektupları, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları’nın şeklen devamıdır.

Yazar, kahramanı Molla Abbas’ın Endüs Müslümanları arasındaki macerasını konu alan son kısmı (herhalde okuyucular daha fazla ilgi gösterdiğinden) Frengistan Mektupları’ndan ayırmış, yine Tercüman’da “Darürrahat Müslümanları” adıyla birkaç kere tefrika etmiş ve nihayet 1906’da müstakil bir eser olarak bastırmıştır.

Kadınlar Ülkesi de Sudan Mektupları’nın şeklen devamıdır. Kadınlar Ülkesi eserindeki , aslında İslâm toplumunun ters yüz edilmiş bir şekli ile karşılaşırız. Bu fantezi sayesinde Gaspıralı, İslâm toplumunda kadının içine düşürüldüğü konumu alaycı bir dille sergileme imkânı bulur.

MOLLA ABBAS FRANSEVÎ’YE TESADÜF = > Gül Baba Ziyareti, Frengistan Mektupları ile başlayan Molla Abbas’ın maceraları , Kadınlar Ülkesi ile yarım kalmış roman izlenimi verir. Daha sonra İsmail Bey, “Molla Abbas’ın Şakirdi” imzasıyla Gülbaba Ziyareti adlı kısmı yayımlar. Böylece roman tamamlanır.İsmail Bey’in bu romanından başka Arslan Kız, Gün Doğdu gibi birkaç büyük hikâyesi ve Ahmet Bey Taşkesenli ve Bedros Ağa Karakaşyan, İvan ve Süleyman, Mükâleme-i Selatin, Bela-yı İslam... gibi bazı küçük hikayeleri de vardır.

ARSLAN KIZ => Tercüman’da yayımlanır. Eserin konusu, Doğu Türkistan’ın Kaşgar bölgesindeki Üçturfan şehrinin Çinliler ve Kalmuklar tarafından kuşatılması, halkın Kaşgar’dan yardım beklemesidir. İsmail Bey bu hikâyesinde vatan ve istiklal fikrini, mekânı Rusya’nın dışına taşıyarak rahat bir şekilde ele alma imkânı bulduğu gibi eğitimli, bilgili bir kızın gerektiğinde vatan ve millet için erkeklerden daha fazla iş görebileceğini de anlatmış olur. Bu hikâyedeki “yiğit kız” (Arslan Kız) tipinin eski Türk destanlarından ve hikâyelerinden alındığı, yazarın anlatım dilindeki epik unsurlardan da belli olmaktadır. Böylece Gaspıralı, modern edebiyata, eski Türk kültürün ne şekilde kaynak olabileceğini göstermiş, millî edebiyat anlayışına uygun bir hikâye yazmıştır.

GÜN DOĞDU => “Kart Ağay” takma adıyla Tercüman’da iki kere tefrika edilir. Eserin kahramanı Danyal Bey, Kırım’lı soylu bir gençtir. Hukuk öğrenimi görüp memleketine döndükten sonra kendi toplumunu kalkındırmak için halk arasında dolaşıp çözüm yolları aramaya başlar.Yarım kalmış, bu eserin otobiyografik bir yanı olduğu, İsmail Bey’in hayat ve faaliyetinden izler taşıdığı Y. Akçura ve Z. V. Togan tarafından açıklanmıştır.Bütün bu eserler İsmail Gaspıralı’ya, Türk dünyasının ilk roman ve hikaye yazarlarından biri sıfatını da kazandırmaktadır.


FRENGİSTAN MEKTUPLARI

İsmail Bey, bu eserinde zengin bir tüccar çocuğu olan ve medresede iyi bir öğrenim gören Taşkentli Molla Abbas’ın gözüyle, daha doğrusu Müslüman bir Türkün gözüyle Avrupa ve özellikle Fransa’yı anlatır. İsmail Bey, bu eserde en geniş anlamda Avrupa’nın genel durumunu, edebî eser okuma alışkanlığı olmayan okuyucularının anlayabilecekleri basit bir şekilde, olaylara ve örneklere bağlı olarak anlatmaya çalışmıştır. İsmail Bey, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları’nda Avrupa (özellikle Fransa)’yı o dönemde Batı kültürünü en az tanıyan Türkistan’la karşılaştırarak bu iki zıt kutbun (Fransa-Türkistan), ne kadar farklı olduğunu anlatma imkânı bulur. Birbiri tamamlayan bu iki eser, Doğu-Batı çatışmasının edebiyatımızda ele alındığı en önemli ve ilginç eserler arasında yer alır. Ayrıca Rusya’yı kendilerinden üstün olduğunu gören Müslümanlara, İsmail Bey, Ruslardan daha ileri seviyede bir Avrupa toplumu olduğunu anlatmak ister. Eserde Frengistan-Türkistan karşılaştırması yapılırken iktisadî hayata özel bir önem verilmesi de dikkati çeker. Çünkü bilgili toplum, aynı zamanda zengin, düzenli ve âdil yönetimi olan bir toplumdur. Bu husus özellikle belirtilir.İsmail Bey, kahramanı Molla Abbas’ın ağzından veya onun bu romanda karşılaştığı insanların söyledikleriyle Türkistan’a, Rusya Müslümanlarına başta eğitim olmak üzere, din ve bilim anlayışı, siyaset, ticaret gibi konularda sert tenkitler yöneltir. Bu bakımdan Frengistan Mektupları ile başlayıp Gülbaba Ziyareti ile sona eren, ayrı ayrı epizotlardan oluşan bu ilgi çekici roman, Gaspıralı’nın fikir dünyasının ahahtarlarını taşımaktadır.Frengistan Mektupları ile romanın ikinci kısmını oluşturan “Darürrahat Müslümanları” aslında hem yapı bakımından hem de konu itibarıyla birbirinden çok farklıdır.Gaspıralı’nın daha sonra müstakil bir roman hâline getirdiği Darürrahat Müslümanları ütopik bir romandır; yazarın hayalindeki mükemmel İslam toplumunu anlatır.


DARÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI

Endülüste gizli bir vadide (“Darürrahat” ülkesi) yaşayan “Avrupalılardan çok daha ileri bilgi ve yüksek medeniyete sahip Müslümanların hayatı, medeniyeti Molla Abbas’ın gözlemleriyle anlatılır.Bu ütopik romanda İsmail Gaspıralı’nın idealize ettiği bir Müslüman toplum görülür. “Darürrahat Müslümanları”nın bakış açısıyla Avrupa ve Doğu (özellikle Türkistan) âlemi çok açık ve sert bir şekilde tenkit edilir. İsmail Bey, böylece “ideal İslâm” karşısında Müslümanların, Türk âleminin ne kadar yanlış, ne kadar geri ve ne kadar zavallı bir hayata sahip olduğunu ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığında o dönemde Müslümanların-Türklerin sıkı sıkıya tutunduğu ve korumaya çalıştığı bazı “dinî-ahlâkî değerlerin”, kanaat ve âdetlerin ne derecede İslâma uygun olduğu tartışmaya açılır. Roman okuyucusu, ister istemez böyle bir tartışmayı kendi dünyasında başlatacak din anlayışını ve medreselerdeki mevcut eğitimi sorgulamak zorunda kalacaktır. Yazarın asıl amacı da budur.

Romanda “Darürrahat Müslümanları”nın ağzından İsmail Bey’in ustalıkla ortaya attığı görüşler, yapılan tenkitler, Türk-İslâm toplumunun modernleşmede önüne çıkan engelleri aşması için gerekli görülen bir reform programı niteliğindedir.Türkiye’nin resmî dili olan Osmanlıca, Arapça ve Farsça’nın tesiri altında bünyesine yabancı unsurlar almış “kavmî dil” (ulusal dil) olma niteliğini yitirmiştir. Onun için sade İstanbul Türkçesi modern kültür ve bilim hayatında bütün Türk halkları tarafından kullanılmalı, işlenmeli ve bu dille tek ve ortak bir bilim ve kültür hayatı da oluşturulmalıdır. Bu sebeple Gaspıralı Türk halkları arasında sadece edebî ortak bir dil istemiyor, tek bir modern edebiyatın olmasını da istiyordu. İsmail Bey’in sırf bu ortak edebiyata örnek olsun diye roman ve hikâyeler yazmıştır.Edebiyat anlayışı itibarıyla Ahmet Midhat Efendi’ye çok yakın görüşleri paylaşır: Toplumun bilgiye ulaşması ve terbiyesi için edebiyatın ahlakî bir rol oynaması ve yararlı olması gerektiği kanaatindedir.Gaspıralı’nın ortak edebî dil ve ortak modern kültür hakkındaki görüşleri zamanında Türk halkları arasında epeyce taraftar bulmuştur. Kendisi de Tercüman’da yayımladığı “Akgül Destesi Yaki Edebiyat-ı Cedide Hademeleri” adlı seri yazılarında hem bu gelişmenin hem de moderneşme hareketinin öncülerini okuyuculara tanıtmak istemiştir.İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” düsturunun önemini özellikle belirtmek gerekir.

Güzel Kız Hatice: Zahir Bigiyev ’in eseri olan ve 1887’de Kazan’da basılan bu romanın tam adı Ülf Yaki Güzel Kız Hadice’dir.

İlminski : Misyoner papaz, Şarkiyatçı. Rusya Türkleri arasında Hristiyanlığın yayılması için devlet desteğiyle geniş çaplı faaliyetler yürütmüş, İsmail Gaspıralı’nın Pantürkist ve Panislâmist faaliyetlerde bulunduğu hakkında Rus hükûmetine defalarca müracaat ederek, başta Tercüman olmak üzere İsmail Bey’in faaliyetlerinin durdurulmasını istemiştir.

Müteveffa: “Vefat etmiş kimse” anlamında, gayr-i Müslimler için saygı amacıyla kullanılır. Gaspıralının notu: Tercüman’da İlminski’nin mektuplarından bazı kısımlar Türkçe’ye çevrilerek yayımlanmıştır.


HAZIRLAYAN: Derya Derya


 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst