Aöf Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 5.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 5.Ünite Ders Notları



KÂF: KAF DAĞI

Dünyanın etrafını çevreleyen, bütün dağların köklerinin yerin altında ona bağlı olduğuna inanılan, büyük bir kısmı suyun altında, okyanusların derinliklerinde bulunan, her sabah güneş doğduğunda güneş ışınlarının üzerine düşmesiyle yansımalarının yeşil göründüğü, Anka’nın da üzerine yuva kurduğu kabul edilen efsanevi dağ.
Eskilerin inanışına göre Kaf Dağı;
Yeryüzünün en uç noktalarını kaplayan, gökyüzünün kenar noktalarının üzerinde yükseldiği, yer kürenin etrafını çevreleyen ve yerlerin çivisi olarak kabul edilen dağdır. Bu dağın yeşil zümrütten yaratıldığı, gökyüzü rengini yansıttığına ( gökyüzünün gerçekte beyaz olduğu,bu renklerin yansımasıyla mavi göründüğüne) inanılır.
Bazı tefsircilere göre Kaf Dağı;
Kur’an-ı Kerim’in ‘Kaf’ adını taşıyan suresinin bu dağla ilişkili olduğu kanısındadır.
Ömer Hayyâm; Nevruznâmesinde, Kaf Dağına kutsal bir nitelik vererek Allah’ın onu şeytanlardan korumak için 4 melek görevlendirdiğini ifade eder.
Bazı araştırmacılara göre Kaf Dağı; Kaf, Elburz dağıdır. Her iki dağ ile ilgili anlatımlar birbirine yakın içeriktedir. Bu dağ, bütün yücelik ve üstünlüklerin kaynağı, Tanrı Mihr’in makamı, aydınlık, mutluluk ve huzur yuvası, güç ve kutsallık simgesidir.
Sufîlere göre Kaf Dağı; Sufîler, Kaf Dağını ‘gönül ülkesi’,’can ve gerçeklik dünyası’ ve ‘Simorg’un makamı’ olarak kabul ederler. Sâlik’in tek ve en büyük hedefi oraya erişmektir ancak bu yolculuk alabildiğine zorlu ve engebeli yollardan geçmektedir.Bu sıkıntıları aşmak için sabır,dayanma gücü ve gayret gerekir.
Gerçekte Ferîduddîn-i Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı bu çetin yolculuğu kaybolmadan tamamlayıp hedefe ulaşmayı sembolize ederek anlatır.
Mevlana Kaf Dağını bazen Allah’ın yüce sıfatlarının tecelli şekillerinden biri olarak niteler.
Fars Edebiyatında Kaf; mitolojik bütün geçmişi ve içeriğiyle Anka ve Simorg’un ülkesidir.

KÂVE

Dahhâk’ın baskıları zirveye ulaştığında şehrin demircisi Kâve’nin 18 oğlundan geriye kalan sonuncusunun beynini çıkartarak yılanlara sunmak için Dahhâk’a götürdüler. Bunun üzerine Kâve, son derece kızgın olarak Dahhâk’ın makamına çıktı. İleri gelenlerin huzurunda peştamal olarak kullandığı deriyi de mızrağının ucuna takarak halkı kendisine destek vermeye ve zulme karşı direnişe çağırdı. Kendisini destekleyenlerle birlikte Ferîdûn’u tahta çıkardılar. Ferîdûn da bugünün hatırasına o deri parçasını uğurlu kabul ederek değerli mücevherlerle süsleyip sancak olarak kullanmaya başladı. Bu sancak Fars mitolojisi ve Fars Edebiyatında ; zulme uğramış yoksul halkın despot yönetimlere karşı ayaklanmalarını, haklarını aramalarını simgeleyen güç ve azamet simgesi haline gelmiştir. Kâve Yunan mitolojisindeki ünlü kişiliklerden Prometheus’nin sahip olduğu makam ve özelliklere benzer konumda bulunur. Bu iki kişiliğin ayaklanmalarının gerekçe ve sonuçları farklı olsa da büyüklük ve kapsam açısından benzer özellikleri vardır.


KEYÛMERS

Yaşadığı çağın en büyük kişiliğidir. İranlılar tarafından ilk insan ve yeryüzünün ilk hükümdarı olarak bilinir. İnsanlar birlikte yaşarlarken aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözecek, bireyler arasında adaleti sağlayacak büyük ve güç sahi biri olarak Keyûmers’in huzurunda onun kendilerinin başlarına geçmesini istemiş, bunu ondan başkasının yapamayacağına onun büyüklüğüne güvendiklerini dile getirmişlerdir. Keyûmers bu istekleri kabul etmiş ve taç giymiştir.

Yeryüzünde ilk taç giyen kişidir. Yönetimde bulunduğu devirlerde insanların mutluluk ve huzur dolu günler geçirdiği Keyûmers, Istahr bölgesinde hükümdarlık yapmış, 40 yıl veya daha az bir süre egemenlik sürmüştür.

Bazı tarihçilere göre Keyûmers; Adem ve ilk hükümdar olarak kabul edilir. Önceleri mağaralarda yaşar, hayvan postu giyerdi. Hayatının son dönemlerinde evler yapmış, köy ve şehirler kurmuştur.
Sıyâmek adında oğlu olmuş, Sıyâmek devler üzerinde egemenlik kurmaya çalışınca, onlar Siyâmek’i öldürmüşler ancak oğlu Hûşeng büyüyünce onun yerini almıştır.
Şehname’ye göre Keyûmers ; ilk hükümdardır, taht ve tacı ilk icat eden, ilk taç giyen ve tahta çıkandır. 30 yıl hükümdarlık yapmıştır. Kaplan postundan giysiler giymiş, sade yemiş, içmiş, sade yaşamıştır. Tarımı çeşitli meslekleri yiyecek ve giyecekleri insanlara öğreten odur. Şahnâme ve Şehnâme’ye göre Keyûmers ilk hükümdardır.Silah( ok ve yay yapımı), hayvan besleme, elbise dikme, yazı, ölüleri defnetme, yılın 12 aya bölünmesi, baykuşun uğursuz sayılması, nevruz ve kutlamaları, şehir kurma, bayındırlık onun tarafından insanlara öğretilmiştir.

MİHR

Mihr / Mitra, Arya kavminin büyük tanrılarından biri olarak kabul edilir. Aryalar 2’ye ayrılarak bir kısmı Hindistan’a bir kısmı İran bölgesine yerleşmelerinden önce, Mihr’e taparlardı. Eski Mezdiyesnâ inanırları da Mihr’i; ‘ışık tanrısı’ olarak kabul eder öyle inanırlardı.

Mihr, Allah ile Ahura Mazda ve diğer yaratıklar arasında bir araç kabul edilirdi. Mihr’e olağanüstü önem veren, önde gelen İranlılar bu yüzden isimlerinde onun adını kullanırlardı. Avestâ’da ‘Mihr Yeşt’ onun adını taşır. O, güzel söz, sözünde durma, kutsallık, takva, cesurluk, hak ve doğruları destekleme, savaşlarda zafer bağışlayan, iyiliklerin ve güzelliklerin vekili ve simgesi olarak bilinir.

Zerdüşt’ün ortaya çıkışı, İranlıların inanç dünyasında bir devrim etkisi yapmış, onunla birlikte eski İran dinlerinin yıldızı sönmeğe başlamış, Mihr, Nahîd, Hordâd ve Mordâd gibi büyük eski İran tanrıları tanrılık makamlarından düşmüş ve melek makamında görev yapmaya başlamışlardır.

Eski İran’da Mihr, büyük tanrılardan biri, aynı zamanda ‘aydınlık meleği’nin adı, sevgi,dostluk,şefkat ve sözünde durmanın,aydınlık ve mutluluğun sembolü olarak bilinir. Mihr’e tapınma ayinleri klasik dönemlerde,İran bölgesinden Babil ve Anadolu’ya da geçmiştir. Daha sonraki devirlerde Bizans askerleri aracılığıyla Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. Zamanla Mihr, o bölgelerde büyük bir tanrı olarak tapılmaya başlanmış ve bir süre sonra da Mitraizm inanışı ortaya çıkmıştır. Daha sonraları bu inanışın bazı özellikleri ve ayinleri Hıristiyanlık inancına da girmiştir.

Mitra eski İran’da aydınlık,doğruluk, adalet ve iyilik tanrısı olarak ruhları kurtarıcı güç,yaratan kuvvet,Allah ile insanlar arasında bir araçtır. Mihr inanışa göre bazen yaratıcı, bazen yaratılan, çoğu zamanda tanrı ile insan arasında haberci konumundadır.

Bazı bölgelerde Hz. Ali kutsal bir kimliğe büründürülmekte ve Allah ile insanlar arasında bir aracı olarak kabul edilmektedir. Mihr, eski İran Mistisizmin rumuzlarının anahtarı, Ali ise; yeni İran’da islam tasavvufunun yan yana duruşu sadece Ali’ye olan dostluk ve aşk gibi kavramları çağrıştırmaz daha da ileri boyutlarda eski İran kültürünün göstergesi olarak ortaya çıkar. Bu iki kelimenin ‘Mihr Ali’ şeklindeki bileşiği ise, eski İran ile Müslüman/şiî İran arasındaki bağların sıkı olduğunu gösterir.

MUĞ

‘Ateşe tapan’, ‘Zerdüşt inanırlarından bir grup’, ‘Zerdüşt dini önderi’ anlamındaki muğ (çoğul şekli:muğan) kelimesi, eski İran’da bir hanedan adıdır. Bu aile hem Zerdüşt öncesi hem de Zerdüşt sonrası dönemde her zaman din adamları ve dinî liderler yetiştirmiştir. Muğlar gizemli kişiliklere sahip olarak birtakım gizli bilimlerle de uğraşmışlardır. Muğ bazı yazarlarca ‘zerdüşt inanırlarının kıblesi ve tanrıları’ olarak da tanıtılır.

Zerdüşt inancı, İran’ın batı ve güney bölgelerinde yaygınlaşmaya başladığında, muğlar yeni dinin öncüleri konumunda ilerlemeğe başladılar.
Avestâ’da ‘din adamları ya da ruhaniler sınıfı’ ‘Athravan’kelimesiyle ifade edilirken, Eşkânîler ve Sasanîler dönemlerinde ‘Muğ/Muğan’ adı verilmiştir. Daha eski şekli ‘meğubet’ olan ‘mubed’ kelimesi ise; günümüze kadar Zerdüşt din öncüleri ve din adamlarının adı olarak kullanılmıştır.

İranlılar rahiplerine ‘magi’ diyor, onlara halk ile tanrı arasındaki aracı gözüyle bakıyor, gittikleri savaşı kazanabilmek için rahipler ile en gözde putlarını beraberlerinde götürüyorlardı. Magi savaşın kazanılması için tanrılara tesir edebildiğine göre, ineklerin daha fazla süt vermesi, tarlalardan daha fazla ürün alınabilmesi ve koyunların sırtındaki yünlerin de artması için de tanrıları etkileyebilirdi.

Muğların şarap ve meyhane ile sıkı ilişkisi olduğuna dair; Muğ ‘şarap’ ve ‘mey’ kelimeleriyle de yakın ilişkili olarak kullanılır. Bel’âmî’ye göre; şarap içmek Zerdüşt bağlılarının gelenekleri arasında yer alır. Fars edebiyatında ‘muğ’,’muğkede’,’muğbeççe’, kelimeleri birer terim olarak; ‘şarap içen’,’meyhane’ ve ‘sâkî’ anlamlarında kullanılır. Fars şiirinde özellikle Hâfız gibi bazı şairlerin dizelerinde ‘muğ’,’muğbeççe’ v.b. kelimelerin şarap ve meyhane ilgileriyle geçmiştir.

NAHÎD

Nahîd/Anahita, eski İran’da büyük tanrıçalardan biri olarak dinsel ayinlerinde çok özel bir yere ve öneme sahiptir. İran tarihindeki geçmişi Zerdüşt öncesi dönemlere kadar gider. Anahita dört temel öğe arasında yer alan suyun koruyucusu ve sorumlusu meleğin adıdır. ‘suyu bol ve temiz nehir’,’gür ve duru su’ anlamlarını ifade eder. Avestâ’da nitelendiği gibi bu su cennet suları arasında yer almakta bütün dünya suları büyüklüğünde olarak yedi ülkeyi sulamakta ve Ferâhkert Denizi’ne dökülmektedir.

Nahîd aynı zamanda Zühre/Venüs’ün bir diğer adıdır. Bir çok din ve inanışta hayatın başlangıcı dişi varlıklarla ilişkilendirilir. İran’da Anahita, suyu bol ve duru ırmakların, yeryüzünün bütün suları ve üretkenliklerin kaynağı, annelerin memelerindeki sütlerin temizleyicisi, güç, parlaklık, duruluk, arılık simgesi, uzun boylu, güzel, özgür, başında yıldızlarla donanmış altın taç, altın elbiseli ve altından daha çok değerli gerdanlıklarla süslenmiş bir tanrıçadır.

Anahita çok eski zamanlardan beri yaygın olarak övgülere konu olur, adına özel tapınaklar yapılırdı. Anahita tapınakları, İranlı rahibeler için birer sakınma ve tanrıya yaklaşma yeridir. Bu tapınaklardan en önemli ve görkemli olanlar; Hemedân, Şûş ve Kengâver tapınaklarıdır. Bu yapılar Husrev-i Pervîz dönemine ait olup Şirin’in yaşadığı binalar olarak nitelenir.

Nahîd, yıldıza dönüşmeden önce Babil’de yaşayan çok güzel ve alımlı bir kadındı. Harût ve Marût, sınanmak için yeryüzüne gönderildiklerinde onun evine gitmiş ve onun güzelliğinin büyüsüne kapılıp aldanarak günahlara dalmışlardır. Nahîd onlardan ism-i a’zâm’ı öğrenmiş, göklere yükselmiş ve Allah tarafından yıldıza dönüştürülmüştür.

Anahita’nın dört beyaz atın çektiği arabası vardır. Atları; bulut, yağmur, kar ve doludur. Göklerin en yüce katında yaşar. Her gölün, her ırmağın ve denizin kıyısında yüz pencereli, bin sütunlu, dayalı döşeli çok süslü evi vardır. O, Ahura Mazda’nın emriyle bulutların üstünden yağmur, kar ve dolu gönderir.

NEVRÛZ

Mitolojik çağların insanları, evrenin yaratılış modeli ya da yaratılış efsanesine uygun olarak her yıl ya da belli dönemlerde bir kez yenilendiği inancını taşırlardı. İran takviminde yılın başlangıcına denk gelen bayramın adı olan Nevrûz, Ferverdîn ayının (21 Mart) ilk günü kutlanmaya başlanır. Pehlevice’de; ‘n-gr-z’ diye bilinen nevrûz, İranlıların büyük ve çok eski dinî bayramlarından biridir.
Nevrûzda gerçekte iki bayram birlikte kutlanır. Bunlardan biri yılın başlangıcı, dünyanın yeniden canlanması ve dirilişi olan Nevrûz törenleri, diğeri de dinî bir bayram olan Ferverdigân kutlamalarıdır. İranlıların Hint-İran dönemlerinde M.Ö. ilk binli yıllara kadar uzanan en eski ve büyük bayramlarından biridir. Yeni yıla giriş kutlamaları sadece İran’a ait değil çok eski çağlardan beri Sümer, Mısır, Mezopotamya, Babil, Hindistan ve daha başka ülkelerde de törenlerle kutlandığı bilinir. İranlılar bu törenlere çok önem vermiş, çok boyutlu anlamlar yüklemiş ve günümüze kadar yaşatmışlardır. Bir çok kaynakta bu günün bayram olarak kutlanmasının Cemşîd zamanında onun tarafından başlatıldığı aktarılır.

Nevrûz kutlamalarında İranlılar eski çağlardan beri özel törenler düzenlerler. Bu törenler için evler temizlenir. Nevrûz kutlamalarının yapılacağı oda özel olarak donatılır. Bir masa üzerine bir testi su ve bir vazo içinde çiçekler konulur. Bir kap içerisinde ateş de bulundurulur, ateşe güzel kokulu ağaçlar atılır yanarken etrafa hoş kokular yayılması sağlanır. Ateşe odun koyan kişi yakınlarından ölmüş olanların adlarını da o esnada söyler. Bu günlerde ölülerin evlerine ve akrabalarının evlerine dönerek bu ateşlerin aydınlığından yararlandıklarına inanılır.
Bu güne ait gelenekler arasında; Nevrûz gününün sabahı yıkanmak, birbirlerinin üzerine su serpmek, yeni giysiler giymek, ‘heft sin: ilk harfleri Sin (S) harfiyle başlayan yedi’ tahıl türü bulundurmak, yeşillik ekmek vardır. Bu gelenekler İran köylerinde günümüzde de devam ettirilmektedir.

PÎR-İ MUĞÂN

Tasavvufta; ‘mürşid-i kâmil. Başlangıçta, pîr-i muğân; ‘şarap satıcısı’ ‘meyhanenin ak sakallısı’ anlamlarında kullanılırdı. Tasavvuf terimi olarak; ‘seyr u sulûk aşamalarını başarıyla geçmiş; sufîler ve müritlere yol gösteren, onlara kılavuzluk eden sâlikler ve müritlere, aşka, ezeli ve ebedî sarhoşluğa hedefledikleri menzile ulaşmada yol gösteren bilge, yaşlı, kılavuz, mürşid anlamlarında kullanılır. Bu terim daha çok Hafız’ın gazellerinde görülür. Bazı çevrelerin etkisinde kalan ve resmî tasavvufa onların dergâh şeylerine inanmayan Hâfız idealindeki pirî, efsanevî mürşidi yaratmış ve ona ‘pîr-i muğân’ adını vermiştir.

Pîr, bazen olgunluk sembolü bazen de sevgiliye sıkı sıkıya bağlılığın simgesidir. Pîr ya da Pîr-i muğân, ‘pîr-i harâbat’, ‘pîr-i gulreng’ vb. tamlamaların ilk olarak Hâfız-i Şîrâzî tarafından kullanıldığı görüşü yaygındır. Fakat Hafız’dan önce de Fars şiirinde özellikle gazellerde görülmüştür.

Pîr, tasavvuf edebiyatında Hızır ile yakın ilişki içindedir. Sâliklerin görünmeyen kılavuzlarıdır. Hâfız ondan defalarca bir ‘yol gösterici’ ve ‘kılavuz’ olarak söz etmiştir. Pîr’in elinden içilen şarap, içenleri gençleştirir, onlara canlılık ve yenilik kazandırır.

Tasavvufta pîr; ‘sâlikin o olmadan tek başına hakka erişemeyeceği önder ve kılavuz’ anlamlarını ifade eder. Sufî literatürdeki ‘kutb’, ‘şeyh’ ‘veli’, ‘kavs’ gibi terimler de bu anlamda kullanılır.

SÎMORĞ

Arapça karşılığı ‘anka: uzun boylu’, sîmorğ hiç kimse tarafından görülmemiş bir kuştur. Fars edebiyatında değişik görünümleriyle yer alan oldukça dikkat çekici mitolojik öğelerden biridir. Bu efsanevî kuşun İran kültüründe yer alması bakımından geçmişi islâm öncesi dönemlere kadar uzanır. Avestâ, Pehlevice kaynaklar ve İran kültüründen anlaşıldığı kadarıyla Sîmorğ geniş ve yaygın kanatlarıyla bilinir, üzerinde yuva kurduğu ağaç bütün bitkilerin tohumlarını bünyesinde bulunduran, çeşitli hastalıklara ilaç olan bir ağaçtır. Bu ağaç Ferâhkert Denizi’ndedir ve sîmorğ ile deniz arasında bir araç görevi yapar.

Şahnâme’de sîmorğ; İran toplumunda kutsanan bir yaratık olan sîmorğ, Şahnâme’ye mitolojik, efsanevî özellikler taşıyan metafizik özellikleri bulunan bir öge olarak girmiştir.

Sîmorğ ya da Anka, halk arasında Zümrüdüanka adlarıyla anılan efsanevî, tanrısal güç özellikleri taşıyan, Elburz Dağı’nda yaşayan bir kuştur. Sîmorğ’un tüylerinden ya da kemiklerinden bir parçayı beraberinde bulunduranlar hiç kimseden zarar görmezler. Sıkıntıyla yüz yüze geldikleri an, tüyünü ateşte yaktıklarında, o gelir ve onları sıkıntıdan kurtarır. Sîmorğ’un dalına konduğu ağaç ilaç etkisi gösterir. Gıdasının ateş olduğu, seher yelinin onun nefesi olduğu, yaşadığı yerin de Kâf Dağı olduğuna inanılır.

Sîmorğ mecazî anlamda da çoğu zaman gözlerden uzak ‘insân-i kâmil’, ‘veliler’ ve ‘pîr’ i simgeler. Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ında ‘Sîmorğ görüntüsü olmayan, hakkı simgeleyen metafizik bir varlıktır.

SURÛŞ

Zerdüşt inanışının en sevimli çehrelerinden surûş, bütün dinsel ayinlerde vardır. Bu tanrının asıl görevi, insanlara kulluğu nasıl yapmaları gerektiğini öğretmek, tanrıya karşı görevlerini yerine getirmelerini sağlamaktır. Surûş, Zerdüşt inanışında; Ahura Mazda’nın emirlerini, kutsal mesajlarını taşıyan bir sembol kabul edilir.

Avesta’nın özellikle eski bölümlerinde surûş bir melek olarak nitelenir. Kıyamet gününde hesap ve ölçü, tartı işleri onun tarafından yapılacaktır. Asıl görevi dünyanın düzenini kurmaktır. Her gece üç kez insanların arasına girer ve onları şeytanların kötülüklerinden korur. Ölümlerinden sonra da o ruhların beraberinde bulunur. Farsça kitaplarda o, Cebrail ile aynı melek olarak da ifade edilir. Bütün melekler arasında, cinler ve sihirle uğraşanlara daha düşmandır.

Seher vakti öten horozlar surûş’un emrindedirler ve o, kendilerine insanları sabahleyin uyandırarak tanrıya şükretmelerini sağlamalarını emreder. İslâm kültüründe ve Fars edebiyatında, bu anlamda Cebrail ile benzeşir. Şahnâme’ye göre Feridûn’un yardımcısıdır, tanrısal gücüyle Dahhâk’ı yenmesini sağlamıştır.

ŞEBDÎZ

Şebdîz; ‘gece rengi’, ‘siyah’ anlamlarını ifade eder. ‘Şebreng’, ‘gece rengi’ şekliyle de bilinen şebdîz, sasanî hükümdarı Husrev-i Pervîz’in ünlü atının adıdır. Diğer atlardan daha yüksek ve irice yapıya sahiptir. Nallarına ayaklarına ancak on çiviyle çakılabiliyordu.

Nizâmî-i Gencevî’ye göre şebdîz, aslında sevgilisi Şirin’in atı iken daha sonra Husrev’in malı olmuştur. Hint kralının Husrev-i Pervîz’e hediye ettiği şebdîz’in doğuşu da gizemli ve efnaevî ifadelerle anlatılır. Husrev, bu atı çok sever ve yediği her şeyden ona da yedirirdi. Şebdîz’in ölüm haberini getireni bile öldüreceğine yemin etmişti. Şebdîz öldüğünde ünlü çalgıcı Bârbed, Şebdîz’in bakıcısını kurtarmak adına üzüntülü nameler çaldı. Bunu duyan Hüsrev üzülüp ‘şebdiz öldü mü?’ dedi. Bârbed ‘öldüğünü hükümdarın kendisi söylüyor’ diyerek bakıcıyı kurtardı.

Husrev’in emriyle Şebdîz’in resmi bir kayalık üzerine işlendi daha sonra da cesedi kefenlenip gömüldü. Husrev o resme her baktığında ağlardı.
Şebdîz aynı zamanda musikîde bir makam adıdır. Bârbed’in otuz makamından Şebdîz için oluşturulduğu makamdır. Şebdîz efsanesi Nizâmi-yi Gencevî’den önce de bilinirdi. Şairler çoğu zaman Memduhlarının adlarını Şebdîz’e benzetirler.

YELDÂ

‘Şeb-i Yeldâ’ diye de bilinen Farsça sözlüklerde de belirtildiği gibi, Süryanice’den Farsça’ya geçmiş bir kelime olan Yeldâ Arapça’da ‘mîlâd: doğum’ anlamındadır. ‘Şeb-i Yeldâ’, Nesîh’in doğduğu zamanla örtüşülmeğe çalışıldığından bu adı almıştır.

İranlılar bu gecenin Mitra’nın doğum gecesi olduğuna inanırlar bu yüzden Süryanice telaffuz ederler. Gerçekte yeldâ Avrupalıların 25 Aralıkta kutladıkları noel ile aynı tarihe rastlar. Yeldâ yılın en uzun gecesidir bu geceden itibaren günler uzamaya başlar, bu gece İranlılar tarafından uğursuz kabul edilir. Bunun nedenleri arasında kışın şiddetli soğuğuyla birlikte karanlıklar Ehrimen’inin saldırılarının sürmesi yer alır.

İranlılar bu gecenin uğursuzluğundan korunmak için sabah güneş doğuncaya kadar ateşler yakarak çevresinde eğlenir, sofralar kurar ve meyezd dağıtırlardı. Bu tören farklılıklarla da olsa günümüze kadar gelmiştir.
Fars edebiyatında sevgilinin zülfü ve ayrılık günleri karanlık, siyah ve uzun oluşları nedeniyle şeb-i yeldâ’ya benzetilir. Bu gece en uzun ve karanlık gece olması sebebiyle derin ve karanlık özellikleriyle kuyu da bazen şiirde bu geceye benzetilerek ‘çah-i yeldâ’ nitelemesiyle anılır.


Hazırlayan:Özlem Turan'a emeğinden dolayı çok teşekkür ederiz.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst