Aöf Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 9.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları Dersi 9.Ünite Ders Notları

Klasik Türk Edebiyatında Mitolojik Motifler-II:


MANİ:

-Klasik İran edebiyatı ve Divan edebiatının efsaneleri arasına meşhur efsanevi nakkaş Mani de girmiştir.Mani aslında Mezopotamya’nın güneyindedir.Miladi 14 Nisan 216 tarihinde Susa civarında doğmuş ve ilk akidelerini bu havalide başlatmıştır.
-Mani İslam kaynaklarında Manuya dininin kurucusu olup tamamıyla tarihi bir şahıstır.Maniheistlerin dini eserleri çok güzel bir yazı ve minyatürlerle süslü olarak yazıldığından dolayı Mani’ye nakkaşlık atfedilmiştir.
-Mani’nin resim mecmuasına Erteng,Erjeng,Engelyûn ve Nigâr isimleri verilmiş ve Divan şiirinde bu isimlerle yer almıştır.
-I.Şâpur’a bağlılığını sunmuş onun ve ondan sonra kısa bir süre için hükümdar olan Hürmüz’ün zamanında dini öğretileri teşvik ve kabul görmüştür.
-Zerdüşt dininin rahiplerinin nüfuzunu etkisiz bırakarak kendi dinini İran içinde ve dışında yaymayı başarmıştır.
-Yaymaya çalıştığı dini,Mısır,Suriye,Güney Arabistan,Kuzey Afrika,Anadolu’ya Dalmaçya ve İspanya’ya;doğuda ise Horasan,Orta Asya bozkırına ve Çin’e kadar uzanmıştır.Bilhassa Çin’de ve Türkistan’da büyük kabul görmesi sebebiyle Mani,Çinli nakkaş olarak İslam edebiyatında yer almıştır.
-Divan edebiyatında şairler Mani’yi,Çin ülkesi,büt-i Çînî,nakş,münakkaş gibi kelimelerle birlikte sevgilinin güzelliği ile veya nakkaşlık sanatıyla ilgili yerlerde zikrederler.

İREM BAĞI:

-Efsaneye göre Âd kavminin hükümdarı Şeddad’ın cenneti takliden yaptırdığı Kur’an’da da zikredilen bu bağ edebiyatımızda güzel bahçe timsali olarak geçer.
-Mezopotamya’daki bahçelerin en ünlüsü Babil’de Nabukadnezar II tarafından yaptırılan meşhur asma bahçeleridir.
-Bu bahçeleri takliden Şam’da daha sonra İrem Zatü’l-İmad adlı şehir veya kasrın etrafında da bahçeler tanzim edilmiştir.
-İrem’e benzer bir şehirde İskender’den önce İskenderiyye’de kurulmuştur.Şeddâd bin Âd, bu şehrin inşası bitince Hz.Hûd’un itirazlarını hiçe sayarak bu şehri görmek için yola çıktı.Ancak İrem’e bir günlük bir mesafede maiyeti ile birlikte kasırgada mahvoldu.Bu motif Ahmed-i Daî’nin Çengname eserinde pek çok yerde kullanılmıştır.

BEYT-İ MA’MÛR:

-Kur’an’da bulunan bir inanışa göre Hz.Adem’in yaradılışından iki bin sene evvel melekler tarafından inşa edilmiş ve Nuh tufanında göğe çekilmiş olan bu mabet,şimdi gökyüzünde ve tam Kâbe’nin üzerinde bulunmaktadır.

KUBBETÜ’S-SAHRÂ ve MESCİDÜ’L-AKSÂ:

-Kudüs’te Hz.Süleyman’ın inşa ettirdiği mabedin harabesi yanında İslamiyet’in ilk devirlerinde inşa edilen iki camidir.
-Kubbetü’s-Sahrâ Emevî hükümdarlarından Abdülmelik tarafından H.70’de inşa edilmiştir.Bu bina özellikle Hz.Süleyman’ın tapınağının en mukkades kısmına yakın bir yere inşa edilmiştir.
-Mescid-i Aksâ ‘’en uzakta olan mescid’’ taşıdığı anlamın da açıkça gösterdiği gibi eski mabedin güneyinde inşa edilmiştir.Mescid-i Aksâ’yı Abdülmelik’in oğlu ve veliahtı Velîd yaptırmıştır.
-Geleneğe göre Hz.Muhammed Miraç gecesi,yarısı insan yarısı at olan Burak adlı bir binek üzerinde önce Mescid-i Aksâ’ya gelmiş ve ayağını Kubbetü’s-Sahrâ’ya basarak oradan Cebrail’in kılavuzluğu altında göklere yükselmiştir.

TÂK-I KİSRÎ:

-Halk arasında Tâk-ı Kisrâ diye anılan Medayin şehrindeki İyvan sarayının kalıntısıdır.
-Çok yüksek olan bu tâkın üzerinde Hüsrev’in Şebdîz üzerinde bir resminin yanı sıra ayrıca tek başına Şebdîz’in bir resmi de taşa oyulmuştur.

ELBURZ:

-Elbruz Dağı, Deşt-i Arjanah ve Belh arasında yükselmektedir.
-Simurg’un yuvası bu dağdadır.Simurg,Rüstem’in babası Destan’ı deniz kıyısında terkedilmiş bularak bu dağdaki yuvasına getirmiş,bakmış ve büyütmüştür.
-Divan şairleri bu dağı ,yüksekliği,haşmeti bakımından ele almışlardır.

GÛL / GÛLYABANÎ:

-Şeytan gibi cin taifesine mensup olan gûl de çirkin ve korkunç görünüşün ve kötlüğün semboldür.
-Sümer mitolojisinde galla adıyla anılırdı.

PERİLER:

-Canlı varlıkların melek,insanicin şeklinde oldukalrına inanan eskilerce,periler de cin taifesinin bir koludur.
-Periler, şekilleri bakımından gûl ve diğer cinler gibi çirkin olmayıp aksine çok güzeldirler.
-Divan edebiyatında perilerin çok önemli bir yeri vardır.Onlar hakkında söylenen bu çeşitli rivayetlere dayanılarak yapılan kelime oyunları ve diğer edebi sanatlarla şairler, duygu ve düşüncelerini ifade etmek imkanını bulurlar.

YEBRUHUSSANEM:

-Hem insan hem de cin taifesine faydası olan bir ottur.
-Yaprağı pazı yaprağına benzer.Ulu dağlarda yetişir.
-Akşam olunca çıra gibi yanar fakat yakınına gelince ışığı kaybolur.
-Onu taşıyan erkekse kadınlar,kadınsa erkekler aşık olur,bir evde bu ot bulunursa,o evde muhabbet,bereket ve nimet bolluğu olur.

PERVANE:

-Şem ü Pervane; insanın aşk uğruna maddi varlığından vazgeçmesinin ,tasavvuf şiirinde ise tanrının varlığından yokluğa erişmesinin simgesi olan şem (mum) ile pervane (kelebek) hikayesi ilk defa Fars şiirinde Ehlî-i Şirâzî tarafından işlenmiştir.Divan şairlerinden Zatî,Lamiî Çelebi ve Muidî Şem ü Pervane yazmışlardır.
-Maniheist yaratılış mitine göre,Işık tanrıdan varlık bulan ilk ışık Adem(nous), karanlık güçler ve devlerle yaptıkları savaş sonunda onları öldürüp derilerini yüzüp gökyüzünü onların derisinden meydana getirmiştir.Bu devlerin bağırsaklarından dünya toprağını ve kemiklerinden ise dağları meydana getirmiştir.Bu ifadenin Asurca bir versiyonu da Enuma Eliş diye adlandırılan en eski yaratılış efsanesinde bulunmaktadır.Enuma Eliş’de karanlık,çamurlu sonsuz suları ve düzensizliği temsil eden ejderha ana Ti’amat, çok gürültü yaparak huzurunu bozan kendi çocuklarını,genç tanrıları cezalandırmak istediği için bütün karanlık güçleri ve silah olarak kendi yarattığı karanlığa ait on bir canavarı toplayarak tanrılara savaş açar.
-İslam dünyasında sufiler ve sanatçılar Allah’ın nurundan bir nûr olan insan ruhunu eski geleneğe uyarak lamba ile,şamdan ile,mum ile sembolize etmişlerdir.
-Eski Babil’in ve Mani dininin yaratılış efsanelerinde kainatın maddesi,kötülük prensibini temsil eden kanatlı ejderden ilham almışlardır.Tabiî ki bu ilhamı,ışık ile onun etrafında dönerek ölen pervane fenomeniyle birleştirmişlerdir.
-Şem ve Pervane tasavvufi bir dünya ve insan anlayışını sembolize etmeğe başlar başlamaz bu görüşlerin beraberinde sürükledikleri eskiden beri kullanıla gelmiş sembollerin araya girmesi kaçınılmaz olur.O zaman ilahi ışığı Şem temsil edince nefsi de Pervâne temsil etmelidir.

İLM-İ KİMYA İLM-İ ZÎC:

-Eski kozmografyacıların görüşlerine göre muhit adı verilen denizin sardığı yeryüzü küresinde suların çekildiği kısımların sadece dörtte birinde hayat vardır.Bu kısma ‘’rub’-ı meskûn’’ adı verilir.Rub’-ı meskûn da her birinde 7 seyyareden birisinin hakim olduğu yedi kısma bölünmüştür.Böylece yeryüzünde yedi iklim meydana gelmiştir.
-İlm-i nücûm,İlm-i sihir;Divan şairleri ,bu türlü kelime ve tasvirleri,düşünce,h,s ve hayalleri daha iyi ifade etmek çeşitli ilimlere ait bilgilerin bir şair için uyarıcı olmaktan başka rolleri yoktur.Şair, bu bilgiler vasıtasıyla ilmin konu edindiği reel dünyadan aldığı ilhamlarla kendisine mahsus bir başka dünyaya sürüklenir ve reel bir dünyayı yaratır.
-Kozmografyadaki bu iklim görüşü, yedi felek ve yedi yıldız kavramı ile yakından ilgilidir.Bu iklime göre dünya kainatın merkezidir.Yedi seyyarenin bulunduğu yedi felek onun etrafında döner.Her bir felekte sırasıyla Ay,Utarid,Zühre,Şems, Mirrih,Müşteri,Zühal yıldızları bulunmaktadır.
-İlm-i heyet,İlm-i zîç’ten faydalanarak yıldızların ve burçların yeryüzündeki coğrafi şartlara,iklimlere,insanlara,hayvanlara,bitkilere,madenlere tesir ettiğini ileri süren ,bu prensibe dayanarak feleklerin yardımıyla gelecekten haber veren Keldanîler ve Nebatîlerden İslamiyete geçen ilm-i nücûm,Doğu edebiyatına ve Divan edebiyatına çok fazla tesir etmiştir.
-Divan edebiyatında şairler,güneşi yedi yıldızın sultanı telakki ederler.
-Utarid gök katibi olduğu için ona ‘’gök debîri’’ de denir.Müşterî’nin tedbiri ve düşünceyi temsil ettiğine ve ‘’sa’d-ı ekber’’ (en uğurlu yıldız) olduğuna telmih yapılmıştır.Zühre ile Müşteri’nin bir araya gelmesine ‘’kırân-ı sa’deyn’’ denir.
-İlm-i nücûma göre hizmetkarlar, kadınlar,çalgıcılar,işret ve eğlenceye düşkün ehl-i heva Zühre’ye mensuptur.Bu yüzden Divan edebiyatında Zühre,elinde çeng çalan bir sâzende olarak tahayyül edilir.
-Yine il-i nücûma göre ay ışığını güreşten alır.Kendisi aslında ışıksızdır.
-Mirrih’e gelince beşinci felekte bulunan bu yıldıza İran’da Behrâm veya çok hızlı hareket ettiği için tîr-i per-tâbî adı verilir.Kırmızı renge hakim olan Mirrih,İslam edebiyatında astronomide savaş ve kahramanlığı temsil eder.


İLM-İ SİHİR VE İLM-İ TILSIM:


-Eski Babil’de Süryani ve Keldanîlerle Mısır’daki Kıptîler arasında çok yaygın olan ilm-i sihir ve ilm-i tılsım,daha sonra Müslümanların da uğraştığı ilimlerden olmuş;bu sahaya ait birtakım eserler,Müslümanlar tarafından tercüme ve telif edilmiştir.
-Bunlar arasında Harut ile Marut adlı iki melekle Zühre yıldızına ait bir çok efsane çok meşhurdur.Kur’an’da bu iki meleğin Babil’de sihir öğrettikleri anlatılmaktadır.
-İlm-i sihirle uğraşanlar bazı dualar okuyarak cin ve peri davet eder,sonra gelen peri veya cinin bir şişeye koyup kapağını kaparlarmış.
-Çengname’de atın heybet ve azameti tasvir edilirken onu gören devin korkudan şişeye girdiği, Zaloğlu Rüstem’in damadı Giv ile eski İran kahramanlarından Behmen’in de korkarak kaçtıkları anlatılır.

İLM-İ KİMYA:

-Gayesi altın ve gümüş elde etmek olan ilm-i kimya, bu iki madeni elde etmeğe elverişli maddeleri ve madenleri bulmak için,madenlerin ve diğer maddelerin mizaç ve terkiplerini araştırır.
-Bir başka maddeden altın elde etmek çok zor,hatta imkansız olduğu için ‘’kimya’’ ve altın elde etmek için kullandıkları maddeye ad olan ‘’iksir’’ kelimeleri nadir ve az olmadan kinaye olarak kullanılır.
-Şairlerimiz daima gerçek şairi kuyumcuya veya kimyagere,şiiri de ya iksire,ya damücevhere benzetmişlerdir.

İLM-İ TIB:

-Çengname’de ilm-i tıbba ait birçok kelime ve tabirlere rastlanır.Ancak bu kelimeler ve tabirler,çeşitli hastalıklara teşhislere ait olmaktan çok derman, dârû, zehr, tiryâk, emm, şifâ, sıhhat, bîmâr, sayru,tabib,t,mar,ödini yarmak,istifra ermek, s,nmek gibi tıpta olduğu kadar, halk arasında da çok yaygın olarak kullanılan kelime ve tabirlerdir.
-Mesela göz hastalıklarında kullanılan ,aynı zamanda göze sürme olarak çekilen tûtîya bazı beyitlerde her iki anlamıyla birlikte tevriye yapılarak kullanılmıştır.

İLM-İ FÂL, SATRANÇ ,KUMAR:

-Ahmed-i Daî ,Çengname’de halk arasında çok yaygın bir şekilde kullanılan fal açmak,falı açılmak,kutlu fal,baht,talih,saadet gib ilm-i fal ,ütmek,oynamak,girev(rehin) gibi kumara ait kelime ve tabirleri kullanır;satranç oyununa ait kelimeler ve tabirler etrafında da çeşitli sanatlar ve oyunlar yapar.

ÇENG:

-Sümercede adı ‘’balag’’ veya ‘’balang’’ olan çeng , bilinen en eski musikî aletidir.
-Çeng, hem eski çağın yeni festivalleri, Temmuz kültü hem de aşk ve bereket tanrıçası ile yakın ilişki içerisindedir.
-Konusu bir musiki aletinin sergüzeşti olan Çengname’de de Ahmed-i DaÎ çengi merkez yaparak diğer musiki aletlerini onun etrafında toplamıştır.
-İslamiyet’ten önce de var olan bir geleneğe uyarak bu musiki aletlerinin şekillerini,çeşitli hususiyetlerini ,birden fazla mana taşıyan isimlerini göz önüne almış ve onların etrafında teşbihler,istiareler ve mazmunlar yaratmıştır.
-İnsan üzerinde bıraktığı tesirleri bakımından çengin etrafında çeşitli teşbihler toplanmışdır. Çeng,insanları sesiyle coğturduğu,kendilerinden geçirdiği,büyülediği için her şeyi sihirle değiştiren bir cadıya,bir sihirbazaiakıl hastalarının musikiyle tedavi edilebileceğine inanan eskilerin bu düşüncesinden hareket edilerek bir ilaca, çok hüzünlü,güzel ve tatlı bir sese sahip olduğu için bülbüle,şeker yiyen bir papağana,yanan yakılan bir pervaneye benzetilmiştir.

MİTOLOJİK İLKBAHAR FESTİVALLERİ-HIDIRELLEZ:

-Mezopotamya ve civarında çok eski çağlardan milat yıllarına kadar,hayatın devamlılığını sağlamak için her yıl bitkilerin canlandığı ve mahsul verdiği ilkbaharda, veya iklim bakımından iki kere mahsul alınan yerlerde hem ilkbaharda hem sonbaharda olmak üzere,dini yeni yıl festivallerinin yapıldığı bilinmektedir.
-Bu törenlere ilk defa Sümer’de rastlanmaktadır.Bereket ve aşk tanrıçası İnanna ile bitki dünyasının enerji gücünü temsill eden tanrı Dumuzi’nin ilkbaharda birleşmeleri sonucunda öle tabiatın yeniden dirildiğine inanan Sümer halkı,tabiatta bu olay vuku bulurken,ona paralel olarak tapınaklarda törenlerle bu olayı kutlarlar ve böylece hayatın devamını ve ülkede refahı,bolluğu sağlayacaklarına inanırlardı.
-Sümer’de ilkbaharda dirilen tanrının,yaz sıcaklarında bütün tabiatla,özellikle bitki dünyasıyla birlikte öldüğüne inanırlardı.Bu yüzden Sümer,Akat,Asur ve Babil krallıkları zamanında Temmuz’un ölümü için yas tutulmuş ve ayinler yapılmıştır.
-Hrıstiyanlık ve Musevilikte benimsendiğini gördüğümüz yeni yıl, ilkbahar festivalleri, Temmuz(adonis,attis) kültü,aynı coğrafi bölgelerde,yani Yakındoğu’da gelişen İslamiyet’in içine de başlıca iki kanaldan girmiştir.Daha islamiyetin ilk yayıldığı zamanlardan itibaren Güney Anadolu Bölgesi’nde,yani Bizans sınırlarından başlayarak Bizansla yakın ilişkileri bulunan Abbasiler zamanında ve Selçukluların Anadolu’da yerleşip bir devlet kurmasından sonraki 11-14 yüzyıllar arasındaki devrede,Müslümanlar Bizans kültür ve medeniyetiyle çok yakından temasa gelmişler ve bu temasın etkilerinden biri olarak Temmuz kültü ve ilkbaharda yapılan yeni yıl festivallerine ait adetler ve merasimler Hristiyanlığın süzgecinden geçmiş,eski şekillerini az çok kaybetmiş olarak Müslümanların hayatında ve kültüründe yerleşmişlerdir.
-Hızır peygamber Temmuz,nasıl ki Hristiyanlıkta bir yandan Hz.İsa ,Aziz George ve Sardunya ve Sicilya’da gördğümüz gibi Aziz John olarak değişik dini kahramanlarda kendi vasıflarını devam ettirmişse,öte yandan da Hristiyanlığın süzgecinden geçerek, Yakındoğu’da hala yaşamakta olan Temmuz kültünden ve onunla ilgili halk arasındaki popüler inançlardan süzülerek İslamiyet’e de ölümle karşılaştığı halde bir türlü ölmeyen dini-efsanevi kahramanlarla,hem de sıkıntılı zamanlarda insanlara yardım etmek için ansızın ortaya çıkan,bitki ve su dünyasıyla ilgisi yeşiller giymesiyle, daima ağaçlar altında,yeşillik yerlerde, su kenarlarında insanlara görünmesiyle ortaya çıkan Hızır peygamber şekliyle varlığının önemli karakteristiklerini devam ettirmiştir.
-Bahara rastlayan paskalya festivali gibi bugün hala Anadolu’da Müslümanlar arasında Hıdrellez(Hızır-ilyas) günü,baharla ilgili bir gün olarak 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır.Anadolu’da Aleviler arasında kutlanan Hızır bayramında beyaz renk,un ve ekmek motifleri,koyun ve keçi kurban etme adetleri önemli bir yer tutmaktadır.Hızır bayramı,mutlaka yeni yılın başlangıcında,şubat ayının ortalarında kutlanmaktadır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst