Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları-1- 3.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları-1 -3.Ünite Ders Notları


Çağdaş Azerî Edebiyatı-I

Azerbaycan coğrafyası;
Güney Kafkasya’dan Irak’ın iç­lerine, doğu ve güney doğu Anadolu’dan İran’ın içlerine kadar uzanan, kuzey doğu ke­siminin bir kısmı Hazar denizi ile sınırlanan arazidir.Rusların Kafkasya’yı işgali sebebiyle 1813’de Kuzey ve Güney ola­rak ikiye parçalanmıştır
Rus yönetiminde kalan ve günümüzde Azerbay­can Cumhuriyeti’ni oluşturan Kuzey Azerbaycan, nüfus ve arazi olarak daha küçük, İran yönetiminde kalan Güney Azerbaycan ise nüfus ve arazi itibarıyla daha büyüktür

Azerbaycan Türkçesi (veya Azerî Türkçesi):
Türk dilinin Osmanlıca ve Çağatayca dan sonraki en geniş ve verimli kolu olan,
XI. yüzyıldan sonra Oğuz­ların bölgeye yoğun olarak gelmesinden sonra, “Oğuz yazı dili”nin doğu kolu olarak XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Selçuklu, Moğol, İlhan­lı Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî dönemlerinde ilk yazılı ürünlerini veren yazı diline, oluştuğu coğrafyadan hareketle Azerbaycan Türkçesi ya da Azeri Türkçesi denilir.
Azerbaycan Türklerinin günümüzdeki (2012) nüfusu yaklaşık olarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde 9 milyon, İran’da (Güney Azerbaycan’da) 25-30 milyon arasında, Gür­cistan ve Dağıstan’da 1 milyon civarında olmak üzere en az 35-40 milyon civarındadır

Azerbaycan (veya Azerî) Edebiyatı;
Anadolu Türkleriyle Türkistan Türkleri arasında bir köprü ve te­mas noktası oluşturarak gelişen edebiyattır,
Azerbaycan sözlü edebiyatı, bir yandan sözü edilen coğrafyada Türklerin tarih sahnesine çıkışına, diğer yandan Türkistan’daki genel Türk kültürüne bağlıdır. Tanımlanan bu coğrafyadaki yazılı edebiyat ise, XIII-XIV. yüz­yıldan itibaren ilk ürünlerini verir
XIV-XV. yüzyıldan sonra Azerbay­can Türkçesiyle, Eski Anadolu Türkçesi ayrışır. XV-XVI. yüzyıla kadarki birçok yazılı eseri, Ana­dolu Türkçesiyle Azerbaycan Türkçesinin ortak mahsulleri olarak değerlendirmek doğ­ru olur
XVII-XVIII. yüzyıllardaki mahallîleşme sebebiyle Anadolu Türkçesinden ve edebiyatın­dan belirli ölçüde farklılaşır.

XIX. YÜZYIL AZERÎ EDEBİYATI

XIX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan ve Azerî Edebiyatı
1747'de Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da ortaya çıkan kargaşa ortamı ve yö­netimin zayıflamasından yararlanan Kuzey Azerbaycan "bey"leri küçük devletler (Han­lıklar) kurmuşlardı.
1801'de Gürcistan'a yerleşen Ruslar 1804'ten itibaren bu Azerbay­can "Hanlık"larını ortadan kaldırdılar ve İran topraklarına girdiler
1813'te Çarlık Rusya ve İran arasında imzalanan Gülistan Anlaşması ile Azerbaycan toprakları Kuzey ve Gü­ney olmak üzere ikiye bölündü, Azerbaycan'ın nüfus ve toprak bakımından en büyük his­sesi İran'da kalmıştı

XIX. Asrın Başlarında Azerî Edebiyatı
Rus istilasının bir sonucu olarak Azerî edebiyatı, XIX. yy.ın başlarından itibaren iki kola ayrıldı: Kuzey Azerbaycan’daki edebiyat, diğer sebepler yanında Rus etkisiyle asrî hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat, geleneksel yapı ve anlayış içinde taklit ve nazîre edebiyatı görüntüsündeydi
Kuzey Azerbaycan edebiyatındaki yenilik cereyanı gittikçe kuvvetlenirken, bir yandan da klasik edebiyat anlayışı hem Kuzey hem de Güney de varlığını sürdürüyordu, Halk edebiyatı ise, kendi yolunda gelişimini sürdürmekteydi.
Azerbaycan edebiyatında modernleşmeyle birlikte yeni edebî türler de ortaya çıkar: Roman, modern hikâye, tiyatro eserleri, makale, tenkit, edebiyat tarihi vs. Aruz vezni­nin kullanımı giderek azalsa da günümüze kadar devam eder, tamamıyla ortadan kalk­maz
Gazel, XIX. yy.ın sonlarından itibaren, konusunda ve dilinde bazı değişikliklere uğ­rayarak yok olmaktan kurtulur
kaside, mesnevî gibi türler, yerlerini “poéma” (manzum hikâye veya manzum roman) denilen nazım şekline bırakır
Klasik edebiyattaki mizah geleneği, gelişmekte olan modern edebiyatta da önemli tem­silciler yetiştirir; Baba Bey Şâkir (1770-1844) / Ġasımbey Zakir / Séyyid Azim [Ezim] Şirvanî
Şairler; sosyal bozuklukları, adalet­sizliği, Rus memurlarının zalimliğini, rüşvetçiliğini, ahlâksızlığını, zalim ve çıkarcı “beyle­ri”, sahtekâr ve cahil din adamlarını ifşa eden manzumelerine tanınırlar
XX. yy. başların­da Mirze Ali Ekber [Elekber] Sabir mizah ve hiciv anlayışını değiştirerek satirik şiiri zir­veye ulaştırır.

Güney Azerbaycan’da Edebî Hayat

Memle­ketin çeşitli yerlerinde mahallî derebeyleri (“han”lar) iyice güçlenmişti. Aslında İran, hiç bir zaman Osmanlı İmparatorluğu gibi merkezî bir yönetime sahip olamadı
en kuvvetli feodal; han veya büyük bir aşiretin reisi, İran’ı ele geçiriyordu, Safevîlerden Nadir Şah’a ondan Kerim Han Zend’e ve nihayet Kacar sü­lalesine yönetimin geçişi, hep bu şekilde olmuştu
Türk soyundan İran şahı Ağa Mehem­med Şah Kaçar’ın 1797’de Karabağ’da öldürülmesinden sonra, hanlıklar daha da güçlen­miş, nerede ise müstakil devletçikler hâline gelmişlerdi
memleketin kültürel ha­yatı da karmaşa içindeydi; güçlü kültürel merkezler yok gibiydi. Bu durum yazılı edebiya­tı epeyce zayıflatmıştı.
Kuzey Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesine kadar, her iki Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî şartlar birbirine benziyordu
1813 Gülistan Anlaşması’ndan sonra Aras nehrinin sınırı teşkil ettiği, ülkenin Rusya ve İran arasında ikiye bölündüğü, Kuzey Azerbaycan, merkezi Tiflis’te olan “Kafkasya Umumî Valiliği”ne bağ­lanmış ve süratle merkezî bir idare kurularak hanların, beylerin nüfuzu kırılmıştı
Kuzey Azerbaycan’da ticaret hayatı canlanmış, Ruslar tara­fından siyasî ve sosyal hayat süratle değiştirilmişti,Güney Azerbaycan’da ise eski hayat tarzı devam ediyordu
Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın edebî, dinî ve kısmen de olsa iktisadî ilişkileri devam etmişti. Kuzey’de zamanla gelişen yeni hayat, ede­biyat anlayışı çok geçmeden Güney’e ulaşıyordu
Güney Azerbaycan’da(iran) yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasın­da Türk olmalarına rağmen geleneğe uyarak eserlerini Farsça yazan Abdurrahim Talibov / Zeynelabidin Şirvanî / Mirze Ağa

Tebrizî

Yeni edebiyat anlayışı ve yenilik eğilimleri, Güney Azerbaycan’da çok yavaş bir şekil­de ortaya çıkıyordu
bu bölgedeki edebiyatta en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Bu devrin gazellerinde, geleneksel şiir anlayışı ve konuları yanında, gittikçe daha belirgin bir hâl almaya başlayan gerçek insanî duyguların, kişisel duygu ve düşüncelerin, hayata ger­çekçi bir şekilde bakışın ifade edildiği görülür.
Tasvir edilen sevgili artık muhayyel bir var­lık değil, canlı-kanlı gerçek bir insandır. Zamandan şikâyet, gittikçe gerçekçi bir anlayışa bürünerek sosyal, siyasî bir tenkit niteliği kazanır.
Güney Azerbaycan edebiyatında göze çar­pan en belirgin özelliklerden biri de hemen her şairin kendi ana dili yanında Farsçayı da kullanmasıdır.
Medrese tahsili görmüş, klasik Türk ve Fars şiirini yakından tanımış aydınların sade bir Türkçeyle “âşık şiiri tarzı”nda manzumeler yazmaları, Azerî halk edebiyatı, halk şii­ri için çok yararlı olmuştur
XIX. yy.da Andelip, Nebatî, biraz daha önceki dö­nemlerde Molla Penah Vakıf gibi büyük şairler, âşık şiirinin de klasik şiir gibi kalıplaşma sını, belli mazmunlar ve alışılmış ifadeler içinde canlılığını kaybetmesini önlemiş; âşıklar üzerinde de olumlu ve kuvvetli bir tesir göstermiştir.
* Séyyid Ebulġasım Nebatî (1812-1873)
Şiirlerinde ince bir ruh, seçkin bir güzellik duygusu, coşkun sevgi tezahürleri görülür,
“seyyid” ve tarikat şeyhidir, Mükemmel bir medrese tahsili görmüş, Farsça ve Azerî Türkçesiyle şiirler söylemiştir. orijinal sanatkârlık kudretine sahip bir şairdir
* Héyran Hanım
hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, XIX. asrın başlarında Tebriz ve Hoy şehirlerinde yaşadığı, ana tarafından “Dünbülî” aşiretinden olduğu biliniyor
4500 beyitlik divanında anadilindeki şiirleri, Fars­ça şiirlerine nazaran daha azdır. Klasik tarzdaki gazelleriyle Fuzulî’nin etkisinde kaldığı, bu büyük şaire nazireler yazdığı görülmektedir. Dili nisbeten sadedir

* Mirze Méhdi Şükûhî (1829/30-1896)
Tebriz’de doğmuş, Merağa’da yaşayıp bu şehir­de de ölmüştür. Küçük yaşlarında yetim kalmış, tahsilini yarıda bırakarak baba mesleği aynacılıkla hayatını kazanmıştır.
Tebriz’de bir din adamına yazdığı hicviye sebebiyle işleri bozulmuş, Merağa’ya göç etmeye mecbur olmuştur. Bu şehirde de “bezzazlık” (gezgin ku­maş, elbise satıcılığı) ile geçinmiştir.
Seyahate çıkarak Türkiye, Arabis­tan, Orta Asya ve İran’ın birçok yerini dolaşmış, sonra Tahran’a gelerek bir müddet kal­dıktan sonra Merağa’ya dönmüştür
Seyahati sırasında yakından tanıdığı Şark halklarının siyasî, sosyal ve dinî vaziyeti, zaten kötümser olan tabiatında derin izler bırakmış, şairi ge­lecek hakkında ümitsizliğe düşürmüştür
Şark halklarını istismar eden han, bey, sahtekâr din adamları, aç gözlü tâcirler, ahlâksız kimseler onun mizahî şiirlerinden yakalarını kur­taramamışlardır. Realist bir şairdir.
Halkın yaşayını, âdetlerini, batıl inançlarını çok renk­li, akıcı bir dille, ince bir alayla dile getirir
Divanı kendi sağlığında Tebriz’de defalarca basılmıştır. Münazara-i Akl ü Aşkadlı bir mesnevi­si, Sadî’nin Gülistan’ı tarzında üç yüzden fazla, Farsça, küçük, nasihatâmiz hikâyeleri (la­tife) bulunmaktadır.

Kuzey Azerbaycan’da Modern Edebiyatın Ortaya Çıkışı
Batı düşüncesiyle temasa geçen bu ilk Azerî kuşağının üzerinde, Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’da oluşan hürriyetçi dü­şüncelerin, demokrasi idealinin, halkçılık prensiplerinin büyük etkisi vardır
Tıpkı ilk mo­dernist Rus aydınlarında olduğu gibi “Batı” düşüncesi, yerli, millî ve dinî bilgilerle çelişti­ği için bazı aydınlar bunalıma düştü.
Bazıları tamamen “Batı” tarzı düşünceleri -ki dolayı­sıyle Rus tesirini- reddederek kendi içlerine kapanıp kötümser bir hayat yaşadı. Bir kısmı da tam tersine dinî ve millî kültürü kısmen veya tamamen reddederek “Batıcı”, radikal ye­nilikçi düşünceleri benimsedi
Asrî düşüncelerle temasa geçen, Rusların bulunduğu muhitlerde yaşayan veya Rus memuriyetinde, askerî hizmette bulunan birçok Azerbaycan Türkü, en azından “refor­mist” düşünceleri benimsedi.
Islahatçı düşünceler, asrın son­larına doğru Şéyh Cemaleddin Afganî (1838-1897)’nin de etkisiyle bütün Rusya Müslü­manları arasında süratle yayıldı ve bir hayli taraftar topladı
Modern Azerbaycan edebiyatının öncüleri daha çok Rus hizmetine girmiş olan me­murlar, askerler, aydınlar arasından çıktı.

* Abbasġuluağa Ba­kıhanov Ġüdsî (1774-1846)
Azerbaycan’da fikrî, edebî oluşumun, gelişmele­rin içinde bulunan ve ona yön veren ilk aydınlardandır.
Gerçek manada âlim, mütefekkir, istidatlı bir şair ve tarih yazarıdır. Son Bakû (Bakı) hanının oğludur

dinî ilimler ya­nında aklî ilimler, Şark edebiyatı okumuştur. 1819’da Tiflis’e çağrılarak Kafkasya Umumî Valiliği’nde “Şark dilleri mütercimliği” vazifesine tayin edilir
Rusça öğrenir, Rus fi­kir ve siyaset muhitini, sosyal hayatını yakından tanır. Dostları arasında “asilza­de” Rus subayı, bürokrat, edebiyatçı ve şair bulunuyordu. “Dekabristler”le de yakın ilişki­ler kurmuştu.
Yüzyılın ilk çeyreğindeki Osmanlı, Rus ve İran savaşları sırasın­da tercümanlık ve mütercimlik yaptı
1846’da Hacca gi­derken geçtiği İstanbul’da I. Abdülmecid Han’a Arapça yazdığı Esrârü’l-Melekûtadlı astro­nomiye ait eserini takdim etti.
Padişahın emriyle, bu kitap Hayatizade Seyyid Şerif Bey ta­rafından Osmanlı Türkçesine çevrilerek 1848’de İstanbul’da bastırıldı. Eserin baş kısmın­da Abbasġuluağa hakkında bilgi de verilmiştir
Abbasġuluağa’nın eserlerinde Rus isti­la ve esaretine karşı millî şuuru uyandıracak fikirler bulunduğunu göz önünde tutarsak bu hareketinin siyasî bir anlamı olduğu da düşünülebilir.
Azerî edebiyatında modern hikâyenin müjdecisi olan nâzım-nesir karışık olarak yaz­dığı Kitab-ı Askeriyye’de, mesneviler ve âşık hikâyelerinin etkisi görülür.Bir demircinin oğlu olan Asker ve sevgilisinin birbirine kavuşabilmek için akıllıca, temkinli ve tedbirli hareket etmeleri, bu sayede amaçlarına ulaşmaları, bu eseri, mesnevi ve âşık hikayelerin­den ayırır.
Şiirleri arasında Azerbaycan Türkçesiyle yazdığı ve pek meşhur olan “Tebriz Ehline Hi­tab”, Tebriz’deki esnafın, din adamlarının sahtekârlıklarını ifşa eden bir hicviyedir
kaybolmuş bir “Divanı da vardır, “an­siklopedik” bilgiye sahip bir “maarifçi”dir.

* Mirze Şefi Vâzéh (1794-1852)
Müsteh­zi, serbest fikirli, zeki, üstat bir şair ve mâhir bir hattat idi, Klasik medrese tahsilini ta­mamladıktan sonra imamlık-hocalık yapmamış, ömrünü muallimlik ederek geçirmiştir.
Gence’de ilk özel okulu açmış, 1846’da resmî Rus “Gence Realni Mektebi” açılınca oraya “Şeriat dersleri” öğretmeni olarak atanmıştır
Tiflis’te Rus, Gürcü, Ermeni ve hatta bazı Batı Avrupalı aydınların da için­de bulunduğu geniş bir çevreyle ilişki kurar
1844’te oluşturduğu ve başkanlığı­nı yaptığı “Divan-ı Hikmet” adlı şiir ve sohbet meclislerinde hayatının en verimli döne­mini yaşar. Abbasġuluağa Ġüdsî, M. F. Ahundzade, Kafkasya genel valisi tara­fından Tiflis’te davet edilerek Almanca öğretmenliğine atanan Freidrich Martin Bodens­tedt (1818-1892) de bu meclise devam edenler arasındadır
Hocalığı sırasında Mirze Şefi’yle Bodenstedt iyice kaynaşmış, hoca-öğrenci birbirle­riyle yakın dost olmuşlardı
F. Bodenstedt, ülkesine döndükten sonra Kafkasya’daki hayatını anlatan Tausend und ein Tag im Orient (Berlin, 1850) adlı eserini yayımladı. Bu eserinde Mirze Şefi’den ve ara­larındaki ilişkilerden de genişçe söz ediyordu

1851’de ise tamamen onun şiirlerinin çe­virisinden ibaret olan Die Lieder des Mirze Schaffy (Mirze Şefi’nin Şarkıları) adlı eserini neşretti.
Eserin bu başarısı üzerine Bodenstedt 1873’ten itibaren “şarkıların” Mirze Şefi’ye değil, kendisine ait olduğunu ileri sürerek aynı eseri Aus dem Nachlasse Mir­ze Schaffy’s(Berlin, 1874) adıyla tekrar bastırdı

Mirze Şefi uzun süren öğretmenliği sırasında İvan Grigoryev’le birlikte çeşitli metin­lerden oluşan bir ders kitabı hazırladı: Tatarskaya Hrestomatiya Azerbaydjanskogo na­reçiya[“Azerbaycan Şivesinin Tatar Ders Kitabı”] adlı, “antoloji” mahiyetindeki bu eser, iki bölüm ve sözlük kısmından ibaretti
Kitapta Derbentname, Karabağnamegibi eserler­den tercümeler, Fuzulî’den şiirler vs. bulunuyordu
Bu ders kitabı İ. Grigoryev tarafından 1851’de Tebriz’de Kitab-ı Türkîadıyla taşbasma olarak ve 1856’da da Tiflis’te Rusça bastı­rıldı; ama, Rus sansürü izin vermedi.
Mirze Şefi, Azerbaycan edebiyatının modernleşmeye henüz ilk adımlarını attığı bir devrede, klasik şiir geleneğinden ve tasavvuf anlayışından belli ölçüde uzaklaşarak yazdı­ğı, gerçek sevgiyi, dünya zevklerini ifade eden lirik şiirleri ve serazat düşünceleriyle yer al­mıştır.

* Ġasımbey Zâkir (1784-1857)
Babası, Karabağ’da Cevanşir adlı büyük bir oymağın “bey”lerindendir. Bu sebeple önceleri Rus ordusunda subay olarak çalıştı.
Azerî şiirinde Vâkıf ve Vidadî ile başlayan realizm çığırının, mahallîleşme cereyanı­nın XIX. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir,Sözlü edebiyattaki “âşık tarzı şiir”den ba­şarıyla yararlanmıştır.
Şiirlerindeki güçlü lirizm, güzellik ve aşk konularını sanatkârca, doğal ve samimi bir şekilde işlenmesi, modern Azerbaycan edebiyatının kurucusu M. F. Ahundzade’nin dikkatini çekmiştir
Gazellerindeki dil, bir az daha ağır olmasına rağmen, koşma ve geraylı sade ve çok akıcı bir halk diliyle söylenmiştir.( Geraylı: Azerbaycan halk şiirinde sekiz heceli koşmaya verilen isim)
Manzum hikâyeleri, temsilleri ve mektuplarıy­la Azerbaycan’daki sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zulmünü, ca­hil ve çıkarcı din adamlarını, keyfi hareketleriyle tanınan “bey”leri sert bir şekilde hic­vetmiştir.

* İsmail Bey Kutkaşınlı (1806-1869)

Soylu bir alileye mensuptur. Rus askerî mektep­lerinde okumuş, 35 yıl Rus ordusunda subay olarak hizmet etmiş, topçu generalliğine ka­dar yükselmiştir.
Görevi sebebiyle Rusya’nın birçok yerlerinde bulunmuş, 1835’te Varşova’da, Fransızca yazdığı Rechid-bey et Saadete- Chanime [Reşit Bey ve Saadet Hanım] adlı hikâye kitabını yayımlamıştır.

Seyahat hâtıralarını “Sefernâme”adlı -tam ele geçmeyen- Azerî Türkçesiyle yazdığı küçük bir kitapta topladı
Azerî edebiyatındaki yerini Reşid Bey ve Saadet Hanım adlı hikâyesine borçludur. Eserin baş kahramanları, o zamanki genç nesli temsil eder
Re­şid, soylu bir aileden olmasına rağmen, köylüleri seven, onların hür olmasını arzulayan bir gençtir. Saadet ise, merhametli, iyi bir kızdır. Devrin geleneklerine rağmen, evlene­ceği erkeği kendisi seçmek ister. Fakat, yine de babasına bağlıdır. İki genç, bazı hadise­lerden sonra birbirine kavuşur.
Eserin en önemli yanı, kadın hukuku bakımından taşıdı­ğı yeni fikirlerdir. Yazar, kadınların içinde bulunduğu durumdan dolayı, İslâmiyeti suç­lamaz.

XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Azerî Edebiyatı

1850’lerde, Rus istilasından yarım asır sonra, bütün Kafkasya gibi Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî hayatta büyük değişiklikler ortaya çıkar
yeni düşünceler, yeni edebî türler görülür. Özellikle 1850’lerden sonraki yıllarda aydınlar arasında “maarifçi-demokrat” düşüncele­rin yaygınlık kazandığı görülür.
Cemiyette hüküm süren cahillik, gerilik, siyasî ve sosyal bozukluklara sert eleştiriler yöneltilir, Bu konuları işleyen edebî eserlerde istibdatla mü­cadele fikri işlenir, en geniş manada hürriyet arzusu, vatan ve millet sevgisi yüceltilir
Klasik Doğu ve Türk edebiyatından insan sevgisi, adaletsizliğe ve zulme karşı mücadele, halkçılık gibi düşünceleri devralır.

* Séyit Azim Şirvanî
(1835-1888) (Azerî Türkçesinde “Séyid Ezim”)
XIX. yüzyılın en büyük şairidir. Lirik şiirleri, tesirli satirik manzumeleriyle şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde “Séyyid/Séyid” mahlasını kullandı.
1856’da Necef, Bağdad ve Şam’da medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dön­dü. Bir din adamı olarak çalışmadı; mektep açıp öğretmenlik yapmaya başladı (1869-70)
Medreselerdeki alışılmış usullerden farklı olarak bu okulda çocuklara ilk önce anadille­rinde okuma yazma öğretilmesi, ayrıca tarih, coğrafya, matematik gibi dersler ve daha sonraki yıllarda da “Rusça” okutulması halk arasında çok yadırgandı
Halkı aldatan cahil dini adamlarını; Rus yönetiminin kendilerine verdiği imtiyazlar­dan şımarıp halka kötü davranan, zulm eden beyleri; rüşvetçi Rus memurlarını; adaletsiz­liği, çeşitli sosyal bozuklukları; dine karıştırılan hurafeleri açıktan açığa yeren mizahî şiir­ler söylemeye başladı. Bu yüzden yoğun baskılarla karşılaşsa da yılmadı.
Séyit Azim, zengin bir tâcirin yardımıyla Hacca gitti. Türkiye ve İran muhitlerini de yakından tanıdığı, bu yöreler hakkında sağlam bilgi sahibi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır
Şamaħı’da “Beytü’s-safâ” adıyla bir şairler meclisi kur­du. Şair olarak şöhreti kısa zamanda bütün Azerbaycan’a yayıldı ve kendisine “serâmed-i dövrân” (dönemin öncüsü) unvanı verildi. Hazır cevaplığı, güzel konuşması, kuvvetli ha­fızası, geniş bilgisiyle tanınmıştı.
1875’te Bakû’da yayımlanan Rusya Türklerinin ilk Türk gazetesi olan Ekinçi’nin ku­rucusu Hesen Bey Melikzâde Zerdabî’yle de ilgi kurar, gazeteye manzum mektup, şiir­ler, yazar

Ekinçide yayımlanan şiirlerinde, “maarif­çi” ideallerden bahseder, cehaleti, hurfeleri sert bir dille eleştirir, halkın yeni mekteple­re ilgisini çekmeye çalışır
Ekinçi’den sonra Tiflis’te çıkartılan, Ziya, Ziya-yı Kafkaziyye, Keşkülgibi gazete ve dergilerde de aynı mahiyette şiirleri neşredilir.
Séyit Azim’in, tamamlayamadığı “Tezkire”sinde Türkiye, İran, Azerbaycan gibi geniş bir Türk coğrafyasına yer verilmesi dikkati çeker. Yine de “tezkire”deki Azerbaycan şairle­rinin, çoğunu Şirvanlılar ve Güney Azerbaycanlı şairler teşkil eder. Türkçe külliyatı, “Eser­leri adı altında üç cilt hâlinde yayınlanır (Bakû, 1967-74).
Her şeyden önce halkın cehaletten kurtarılması için çocukların Usul-i Cedid mekteplerde, asrın ihtiyaçlarına göre, anadillerinde okutulması gerektiğini söy­lüyor, mekteplerde okutulacak ders kitaplarının çocukların anlayacağı sade bir dil­le yazılmasını istiyordu.
Örnek olarak Rebiü’l-Etfâladını verdiği manzum ve mensur hikâyelerden, temsillerden meydana gelen bir ders kitabı yazmış; fakat, Rus sansürü izin vermediği için bastıramamıştır. Kitap, Sadi’nin Gülistanı, Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı ile yakınlık gösterir.
Mevlana’nın Mesnevî’sinden, Kelile ve Dimne’den yararlansa da, ay­nen çeviri yapmamış, Kitapta siyasî, sosyal, ahlakî meseleler hakkında çok güzel iş­lenmiş hikâyeler bulunmaktadır, Hikâyelerin sonunda anlatılan olaya ve maksada uy­gun atasözleri ve deyimlere yer verilmiştir
eğitim konusundaki düşünceleri, 1883’ten sonra bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak kadar geniş bir alanda faaliyet yürüten İsmail Gaspıralı’ya paraleldir.
Kafkasya ve Azerbaycan’daki Müslümanların “Şii” ve “Sünnîolarak, Rusların da körüklemeleri neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini doğru bulma­mış, mezhep ayrımıyla mücadele eden şiirler yazmıştır
lirik şiirlerinde mutasavvıfane ifadeler görülse de tasavvufla alakası, sadece klasik şiir uslûbundan gelen tesirlere bağlıdır. Gazellerinde Fuzulî’nin etkisi görülmesi­ne rağmen, taklitçi bir şair değildir.
Sosyal, siyasî muhtevalı şiirlerinde açık anlaşılır dü­şünceler, hicivler sert bir dille ifâde edilmiştir
1840’ta Rus yönetimi Azerbaycan’da bazı “bey”lerin, toprak ağalarının imtiyazlarını kaldırır, halk arasında Çarlık aleyhinde hareketler ortaya çıkıp şikâyetler artınca Rus hükûmeti geri adım atar. “Bey”, “ħanzade” olduklarını ispat edebilenlere imtiyazlarının iade edileceği açıklanır.
Bazı açgözlü kimseler, bu komisyonlara para yedirerek “bey” olduklarına dair berat almayı başarır. Böylece gerçek sayının çok üstünde “bey”ler ortaya çıkar
bu hususta yazdığı manzumelerinde hadiseleri, şahısların gerçek adlarını da vererek kaleme alır. Rus memurlarının haksız kararları, rüşvete düşkünlükle­ri, “bey”lerin açgözlülüğü, sahtekârlığı çok sert bir dille hicvedilir
devrinin ilerici, maarifçi şahsiyetleri arasında özel bir yer tutar, şi­irleriyle modern edebiyatın ufuklarını genişletmesinde birinci derecede rol oynar…Yetiştirdiği öğrenciler arasında geleceğin satirik şairi ve modern şiirin gerçek kurucusu, Mirze [Elekber] Aliekber Sâbir

Modern Edebiyatın İlk Büyük Temsilcisi: Mirze Feteli [Feth Ali] A
hundzade (1812-1878)

Ahundzade, tiyatro yazarı, şair, edebiyat teorisyeni, mütefekkir ve reformisttir.
Babası Mirze Mehemmed Tağızâde, Tebriz civarındaki Hamine kasabasının soylu ai­lelerinden birine mensuptu. Annesiyle babası ayrılınca Feteli’yi annesinin amcası, ta­nınmış din adamı Ahund Ali Asgar, kendi yanında alıkoyarak tahsil ve terbiyesiyle biz­zat meşgul olur
Azerbaycan’ın birçok yerlerinde dolaşır, yayla ve köy hayatını yakın­dan gözlemleme imkânı bulur. Bu gözlem ve intibalarını daha sonra yazacağı eserlerde bilhassa, tiyatrolarında zengin bir malzeme olarak kullanır
Ali Asgar, Feteli’yi çok se­ver onu kendine evlatlık edinir. Bunun için Feteli “Aħundzade” olarak tanınmaya başlar. Resmî Rus vesikalarında ise “Aħundov” imzasını kullanır.
Gence’de Feteli, devrin tanınmış şair ve hattatlarından Mirze Şefi’yle tanışır. On­dan “nestalik” dersleri almaya başlar
Mirze Şefi, cahil, menfa­atperest din adamlarını “şarlatan” olarak kabul ediyordu, Hacdan dönen Ahund Ali As­gar, Feteli’nin medrese tahsiline devam etmeme kararını anlayışla karşılayarak onu 1834 yılında Tiflis’e götürür, Kafkasya Umumî Valiliğine müracaat ederek, Feteli’nin “Şark dil­leri mütercimi” vazifesine tayin edilmesini sağlar
Valilikte diplomatik yazışmaları kaleme alan masada çalışır, mahkeme evrakını, çeşitli kanunları tercüme eder. Bu bakımdan Çarlık yönetiminin siyasetini, devlet düze­nini çok iyi kavrar.
Tiflis’te çok geniş bir muhit edinmekte gecikmez, Rus devlet memurlarıyla, askerlerle, diplomatlarla -ki o zaman Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın da Tiflis’te konsoloslukları vardı- Tiflis’e gelip giden yabancılar­la, Rus aydınlarıyla, Dekabristler gibi siyasî sürgünlerle de tanışır
1848 yılında Nasirüddin Şah’ın tahta çıkışı münasebetiyle Rus hükûmetinin İran’a gönderdiği heyete dâhil edilir
seyahat intibalarını daha sonra yazacağı ti­yatro eserlerinde ve Kemalüddevle Mektubları’nda kullanır
7 Mart 1849 tarihine kadar İran’da kalır memleketin ileri gelen devlet adamları, şairleri, sanatçıları ile görü­şür, İran’ın yönetimi hakkında bilgi edinir
1851’de S. Petersburg’daki Rus Coğrafya Cemiyeti'nin Kafkasya Şubesi’ne üye olarak kabul edilir. 1850’den itibaren tiyatro eserleri yazmaya başlar, bunları 1859’da Temsilatadıyla bastırır
1857 yılından itibaren, fikrî hayatının en büyük faaliyetlerinden biri olan “Alfabe” meselesiyle uğraşır. Arap harflerini ıslah amacıyla hazırladığı Farsça layihasını (projesini) Türkiye, İran ve Rusya’nın önde gelen devlet adamlarına gönderir
Kanatince İslâm dün­yasının geri kalmasının, cehalete boğulmasının esas sebebi; okunması ve yazılması çok zor olan Arap alfabesidir.

1863’te Rus yönetiminden izin alarak İstanbul’a gelir. Arap harflerini kendi esasları içe­risinde ıslah etmeyi düşündüğü layihası, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’de Münif Efen­di (Paşa’nın)’nin ve kendisinin de hazır bulunduğu bir komisyonda görüşülür.fakat reddedilir.
Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’ye Temsilât’ını da takdim etmiştir, bu eser de toplan­tıda görüşülür; edebî bakımdan yararlı olduğu belirtilerek Osmanlı Türkçesi’ne “tebdili” kararlaştırılır
kendisi de sonraları Münif Paşa’ya bir mektup yazarak İstanbul’da tiyatro binası yapılmakta olduğunu öğrendiğini, eserlerinin bu tiyat­roda sahnelenmesini rica eder. Temsilâtın Türkiye Türkçesine çev­rilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirir.
İstanbul’dan hayal kırıklığı ile ayrılır; fakat, alfabe ıslahı konusunda­ki çalışmalarından vazgeçmez
Latin harflerine geçme fikrini ilk defa 1873’te İstanbul’daki “Hakaik” gazetesine yazdığı bir mektubunda açıklar; iki projeden bahseder; biri Arap harf­lerini ıslah etmek, ikincisi Latin harflerine dayalı yeni bir alfabe kabul etmek şeklindedir.
Aħundzade’ye, edebiyat tarihi ve Azerbaycan’ın sosyal-siyasî hayatında mühim bir mevki kazandıran Temsilât’taki komedileri, “Alfabe layihası”, “Kemalüddövle Mektublarıve edebî, dinî, sosyal, siyasî konulardaki tenkitleridir
temel prensip ola­rak pozitif düşünceyi, akıl ve mantığı mutlak ölçü olarak ele aldığı görülür
1850-55 yılları arasında 6 komedi ;
*Hékâyet-i Molla İbrahimhelil Kimyager , * Hékâyet-i Mösyö Jordan Hekim-i Nebatât
*Derviş Mestelişah Câdûgûn-ı Meşhur, *Hékâyet-i Vezir-i han-ı Lenkeran
*Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan , *Hékâyet-i Merd-i esis Hacı Ġara
*Mürafie Vekillerinin Hékâyeti (bunları rus sansürü geciktirir)
Hikaye; Hékâyet-i Yusuf Şah (veya Aldanmış Kevakib)
bütün bu eserlerini Temsilât adıyla Tiflis’te bastırır (1859). Sansürden izin beklerken komedilerini Rusçaya da çevirir. Temsilât Türkler ve Müslümanlar arasında yazılan ilk tiyatro eserleri olur.
bu piyesleriyle kudretli bir dramaturg olarak karşımıza çıkar. Piyesler­de tenkit hedefi olarak seçilen tipler, sosyal meseleler, onda büyük bir müşahede kudre­ti ve tahlilci bir zeka olduğunu gösterir
Komedilerinde; sosyal bozukluklar, hurafeler, câhil din adamları ve çıkarcı derviş­ler, saf, bilgisiz köy kadınları, eşkıyalığı yiğitlik gösterisi zanneden oba delikanlıları, “eski günler”deki talancılık, eşkiyalık ve hırsızlığın özlemini çeken “bey”ler, hanlık devrinde­ki saray entrikaları ve idarecilerin adaletsizliği, Tebriz’deki dava vekillerinin hilekârlık ve dolandırıcılığı, İran ve Rus hükûmetlerinin zulmü, halka karşı acımasız tutumları, bu pi­yeslerde çok sert bir şekilde -bazan üstü kapalı- olarak tenkit edilir ( bu yüzden rus sansürü)
tiyatroyu, cemiyeti terbiye etmek, kötü alışkanlıkları, sosyal bozuklukla­rı, insan tabiatındaki kötü ihtirasları ortadan kaldırmak yolunda yararlı bir vasıta görür
Yazılış tarihinden bir buçuk asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen, piyesleri, bu­gün bile değerini korumakta, sahnelerde ilgiyle seyredilmektedir
düşüncelerini, görüşlerini derli toplu bir şekilde fikrî bir eser olan Ke­mallüddövle Mektubları”nda görmek mümkündür;
Tiflis’te 1866-1867 yıllarında kaleme alınmıştır. Esas itibariyle Ahundzade’nin hayalinde canlandırdığı iki şahsın (İran şehzadesiyle Hin­distan şehzadesinin) birbirlerine yazdıkları mektuplardan ve bu mektuplara başkalarının verdiği cevaplardan ibarettir
bu eserini; Voltaire’in “İngilizler Hakkında Mektuplar” veya “Felsefî Mektuplar”ıyla Montesquieu’nün “Acem Mektupları” adlı eserlerin etkisinde kalarak yaz­dığı düşünülebilir.
Kemalüddevle Mektubları,;üslup ve kurgusu bakımından Voltaire’in eserine daha yakındır. Tabiî olarak Voltaire Hristiyanlığa, Aħundzade ise İslâmiyete hü­cum etmiştir.
herşeyden önce böyle bir eser yazmaya sürükleyen, “dinin in­san cemiyetinin ilerlemesine, yükselmesine ve gelişmesine mâni olduğu” yolundaki ka­naatidir.
İnkılapçı düşünür kişiyi, düşünmeye sevkedecek sert ve acı uyarıların gerekli olduğuna inanmıştır. Komedilerini, birçok mektubunu, özellikle Kemalüddevle Mektubları’nı bu sebeple yazar
Açık fikir tartışmalarının, ilerleme ve yük­selme için birinci şart olduğunu düşündüğünden, bu mektupları sözü edilen tarzda ya­zıp, tanıdıklarına nüshalarını çoğaltarak göndermiş, İslâm dünyasında din, cemiyet, insan hakkında, genel bir tartışmayı başlatmak istemiştir.
Kendi deyimiyle o, İslâm dünyasın­da “protestanizm emele getirmek” (gerçek bir reform yapmak) istiyordu
Bu eserde sadece dinî problemler ele alınmış değildir. Onların yanında sosyal, siyasî, ahlakî meselelere de geniş yer verilir. Hürriyet, demokrasi, kadın hukuku, mektep-maarif meseleleri, ekomomik problemler vs. de tartışmaya açılır
Şarkı bir bütün olarak düşünür. Onun nazarında Şark, İslâm ülkelerinden, Türkiye, İran, Hindistan ve -kısmen- Rusya’dan ibarettir. Fransız ihtilalini, ihtilalcilerini ve ihtila­lin mütefekkirlerini çok iyi tanır
Halkın kendi kendini idare edeceği demokratik, adaletli bir idarenin has­retini çeker. Cemiyeti düzenlemek için medenî kanunların zarurî olduğunu bildirir. Halk devleti “kanun-i esasî”ye (anayasaya) sahip olmalıdır
İnkılapçı mütefekkirde “millet” kavramı yoktur; bütün Müslümanları bir “halk” ola­rak görür. Nazarında bir İranlı ile Azerbaycanlının veya bir Türkiyelinin hiçbir farkı yok­tur
Ömrünü “Elsine-i Selase” mütercimi, tercümanı olarak geçiren bir kimsenin bu hususu bilmemesi imkânsızdır. (Elsine-i Selase: Türkçe, Arapça ve Farsça için kullanılan klişeleşmiş bir tabir.)
Çağındaki Rus yönetiminin zulmünü, bozuk düzenini açıktan açığa tenkit etmekten çekinir. Zaten o dönemde bir Rus memurunun bunu yapması da imkânsızdır
eser­lerinde zaman ve zemini değiştirerek bu eksiğini telafi etmenin yolunu bulur. Mesela; Mü­rafie Vekilleri, Lenkeran hanının Veziri ve Aldanmış Kevakib
İran’da tiyatro eserleri yazan ve yazdıklarını değerlendirmesi için Ahundzade’ye gönderen Mirze Ağa han’ın, açıkça İran devletini ve vezirleri piyeslerinde tenkit ettiğini görünce onu uyarmıştır
ansiklopedist bir şahsiyettir. Devrinin birçok meseleleri hakkında fikir­lerini söylemiş, eleştirmiş, bazen de çözüm yolları tavsiye etmiştir
Rusya ve İran’daki Türkler arasında, modern edebiyatın nazarî meselelerine önem vermiş ve bu konulardaki düşüncelerini bilinçli olarak kaleme almış ilk şahsiyettir.

Edebî, tenkidî me­seleler hakkındaki değerlendirmelerini, nazarî görüşlerini;

*Féhrist-i Kitap (1859, *Temsilât’ın önsözü), *Nazm ve Nesr Hakkında (1862),
* Tenġid Risalesi (1862), * Hékâyet (1865) *Kritika (1871 İran’da çıkan Millet adlı gazete için yazılmıştır)
Mirze Ağa’nın Piyesleri Haġġında Kritika (1871). Ayrıca Kamalüd­dövle Mektubları’nda da yerli geldikçe edebî meselelerden söz eder
realist bir sanat görüşüne sahiptir. Realist bir eserde en belirgin özellik olarak “satirik” hüviyeti öne çıkarır
Piyesleri sebebiyle tiyatro sanatından daha geniş olarak söz eder. Kendisinin Türk-İslam dünyasında ilk tiyatro eseri yazan şahıs olduğunun bilincindedir
Şarka hâkim olan cehâlet ve batıl inançlardan, kötü alışkanlıklardan, menfaatçilikten insanları kurtarmada tiyatro eserlerinin önemli bir rol oynayabileceğini düşünür
Piyeslerin açık, anlaşılır bir dille yazılmasını, içlerinde ahlâka aykırı sözler ve hareketlerin bulunmamasını teklif eder
XIX. asırda Azerbaycan edebiyatının en büyük edebî-fikrî şahsiyetidir. Değeri yüksek eserler ortaya koymuş, yeni edebiyatın temelini atarak kendisinden son­ra gelenleri büyük ölçüde etkilemiştir

Azerbaycan’da Tiyatro (XIX. Yüzyılda Oluşumu ve Gelişmesi)

Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da tiyatronun ortaya çıkışı, her şeyden önce Avrupaî hayat tar
Bakû ise 1860-1880’li yıllardan sonra pet­rol sanayinin gelişmesine bağlı olarak süratle değişip Avrupaî bir şehir niteliği kazanır.
Tiflis’te prenslerin, asilzâdelerin, büyük devlet memurlarının konaklarında bu bölge aha­lisinin yabancı olduğu yeni bir yaşama biçimi hâkim olmuştu
Müslümanlar -ki bunların büyük bir çoğun­luğu Türklerdi- bu hayata uzun zaman yakınlık duymadılar; bu hayatı “kâfir”lerin yaşama biçimi olarak kabul ettiler
Tifliste genel vali Knyaz (Prens) Vo­rontsov 1849-1851 yılları arasında bir tiyatro binası yaptırır ve maiyetinde çalışan Türk, Gürcü, Ermeni aydınlarını tiyatro eserleri yazmaları için teşvik eder
Mirze Fe­teli Ahundzade, 1850’den itibaren altı komedi ve bir hikâye yazar Rus sansürü komedilerini Azerbaycan Türkçesiyle bastırmasına izin vermez.
onları Rusçaya çevirmeye başlar,1851’den itibaren bu Rusça çevirileri, Türkçelerinden daha önce Tiflis’te Rusça yayımla­nan “Kavkaz adlı gazetede art arda neşredilir.
Azerbay­can Türkçesiyle kaleme alınan, Azerbaycan’ın bu ilk tiyatro eserleri, önce Rusça basıldık­ları gibi, sahneye de önce Rusça ve Ruslar tarafından konuldular
Ahundzade’nin Rus­ça sahneye konulan ilk eseri “Mösyö Jordan”dır. 1851 yılı mart ayı içerisinde Petersburg’da asilzâdelerden birinin evinde düzenlenen müsamerede sahnelenir ve büyük bir ilgiyle kar­şılanır
İkinci olarak Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan, 31 Ocak 1852’de Tiflis’te yine Rusça oynanmış, Ahundzade de seyirciler arasında yer almıştır
Ahundzade’nin komedileri, Rusya başta olmak üzere Fransa, İn­giltere gibi memleketlerde de sahnelenir. XIX. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa’da en çok tanınan şarklı yazardır.
Yazar, komedilerinin ana dilinde sahneye konulması için gayret sarfetmesine rağmen, onun bu isteği yaklaşık yirmi yıl sonra gerçekleşir.
23 Mart 1873 tarihinde Bakû’da meş­hur gazeteci Hesen Bey Melikzade Zerdabî ve geleceğin tiyatro yazarı, Necef Bey Vezirli (1854-1926)’nin yönetiminde “Bakû Réalni Mektebi”nin öğrencileri, “Lenkeran hanının Vezirî”ni sahneye koyar. Böylece Azerbaycan tiyatro sahnesi de açılmış olur
1880 yılından sonra tiyatro faaliyetlerinde bir canlanma görülür. Özellikle “Gori Muallim Mektebi”ni bitiren genç öğretmenler, gittikleri yerlerde öğrencilerini başları­na toplayarak çeşitli eserleri sahneye koyar. 1880 yılında ilk profesyonel denilebilecek “Dram Cemiyeti” Nahçivan’da kurulur. (öğretmenlerden oluşur)
(Gori Muallim Mektebi veya Gori Seminaryası”: Rusların 1876’da Tiflis yakınlığındaki Gori şehrinde, ilkokullara öğretmen yetiştirme amacıyla kurdukları okul. Bu okulun Azerbaycan bölümü 1879’da açılmıştır)
hem Rusya’nın değişik yörelerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerin­den gelen -çoğunluğu işçi- çeşitli meslekten insanlarla, Rus yönetim ve askerleriyle, epey­ce güçlü olan Ermeni kolonisiyle, şehir kozmopolit bir hüviyete bürünmüştü
Bakû pet­rollerinin yarattığı iş olanakları her ırktan insanı kendine çekiyordu, Bakû’da kültür ve sanat hayatı da süratle gelişti. Azerbaycan kültür ve basın hayatının merkezi artık Kafkasya Umumî Valiliği’nin başkenti Tiflis değil, Bakû idi.
Gazeteler Bakû’da çıkmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet ka­zandı.
Rus meşrutiyeti (1905), ardından gelen İran meşrutiyet hareketleri (1906-1911) ve Türkiye meşruti­yeti (1908), İslamcılık, Türkçülük, sosyalistlik, Batıcılık gibi politika ve kültür anlayışları Azerbaycan’ı derinden etkilemeğe başlamıştı. Bu çerçeve içinde tiyatro da gelişimini bü­yük bir hızla sürdürüyordu.

İlk tiyatro binası 1858’de Şamahı’da inşa edilmişti ama, 1880’de Bakû’da Hacı Zeynela­bidin Tağıyév tarafından yaptırılanı Azerî tiyatrosunun gelişiminde çok önemli bir rol oynadı.
Bakû petrol zenginlerinden Mayılov’un yaptırdığı tiyat­ro binası izledi.
1880’li yıllardan itibaren Azerbaycan tiyatrosunun ve sahnesinin gelişmesinde H. Zerdabî, Necef Bey Vezirli, S. M. Ġenizade, N. Nerimanov gibi aydınlar büyük rol oy­nadı. Bunların bazısı hem aktör hem rejisör hem de piyes yazarı olarak birkaç işi bir­den yapıyorlardı.

* Necef Bey Vezirli
(1854- 1926)
Ahundzade’den sonra ikinci tiyatro yazarı piyeslerinde Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel problemleri realist bir şekilde işle­nir.
şehir hayatını, tüccar ve zengin sınıfın yaşantısını ele alan bu piyeslerde, sözü edilen zümrelerin ahlâken yaşadığı buhranlar, kendi milletine yabancılaşması, toplumdan kopuşu, geniş halk yığınlarının dertlerinden uzak, sorumsuz bir hayat yaşaması acı bir is­tihza ile tasvir edilir.
1896’da ilk trajedi (facia) olan;Müsibet-i Fahreddin
Diğer piyesleri;
*Év Terbiyesinin Bir Şekli (1875), * Gemi Lövbersiz Olmaz (1876),
*Daldan Atılan Daş Topuğa Deyer (1890), *Sonraki Pişmanlık Fayda Vérmez (1890),
*Adı Var Özü Yoh (1981), *Yağışdan Çıhdıġ Yağmura Düşdük (1895),
*Pehlivan-ı Zemâne (1898-1900)

*eserlerin dışında yazarın tercüme ve tebdil (adapte) piyesleri de vardır.


HAZIRLAYAN:MELİS EDEBİYAT
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst