tremendous
Forum Yöneticisi
- Katılım
- 11 Ara 2012
- Mesajlar
- 1,781
- Tepkime puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Bölüm:
- MEZUN
- Şehir:
- İstanbul
Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları-1 -3.Ünite Ders Notları
Çağdaş Azerî Edebiyatı-I
Azerbaycan coğrafyası;
Güney Kafkasya’dan Irak’ın içlerine, doğu ve güney doğu Anadolu’dan İran’ın içlerine kadar uzanan, kuzey doğu kesiminin bir kısmı Hazar denizi ile sınırlanan arazidir.Rusların Kafkasya’yı işgali sebebiyle 1813’de Kuzey ve Güney olarak ikiye parçalanmıştır
Rus yönetiminde kalan ve günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti’ni oluşturan Kuzey Azerbaycan, nüfus ve arazi olarak daha küçük, İran yönetiminde kalan Güney Azerbaycan ise nüfus ve arazi itibarıyla daha büyüktür
Azerbaycan Türkçesi (veya Azerî Türkçesi):
Türk dilinin Osmanlıca ve Çağatayca dan sonraki en geniş ve verimli kolu olan,
XI. yüzyıldan sonra Oğuzların bölgeye yoğun olarak gelmesinden sonra, “Oğuz yazı dili”nin doğu kolu olarak XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Selçuklu, Moğol, İlhanlı Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî dönemlerinde ilk yazılı ürünlerini veren yazı diline, oluştuğu coğrafyadan hareketle Azerbaycan Türkçesi ya da Azeri Türkçesi denilir.
Azerbaycan Türklerinin günümüzdeki (2012) nüfusu yaklaşık olarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde 9 milyon, İran’da (Güney Azerbaycan’da) 25-30 milyon arasında, Gürcistan ve Dağıstan’da 1 milyon civarında olmak üzere en az 35-40 milyon civarındadır
Azerbaycan (veya Azerî) Edebiyatı;
Anadolu Türkleriyle Türkistan Türkleri arasında bir köprü ve temas noktası oluşturarak gelişen edebiyattır,
Azerbaycan sözlü edebiyatı, bir yandan sözü edilen coğrafyada Türklerin tarih sahnesine çıkışına, diğer yandan Türkistan’daki genel Türk kültürüne bağlıdır. Tanımlanan bu coğrafyadaki yazılı edebiyat ise, XIII-XIV. yüzyıldan itibaren ilk ürünlerini verir
XIV-XV. yüzyıldan sonra Azerbaycan Türkçesiyle, Eski Anadolu Türkçesi ayrışır. XV-XVI. yüzyıla kadarki birçok yazılı eseri, Anadolu Türkçesiyle Azerbaycan Türkçesinin ortak mahsulleri olarak değerlendirmek doğru olur
XVII-XVIII. yüzyıllardaki mahallîleşme sebebiyle Anadolu Türkçesinden ve edebiyatından belirli ölçüde farklılaşır.
XIX. YÜZYIL AZERÎ EDEBİYATI
XIX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan ve Azerî Edebiyatı
1747'de Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da ortaya çıkan kargaşa ortamı ve yönetimin zayıflamasından yararlanan Kuzey Azerbaycan "bey"leri küçük devletler (Hanlıklar) kurmuşlardı.
1801'de Gürcistan'a yerleşen Ruslar 1804'ten itibaren bu Azerbaycan "Hanlık"larını ortadan kaldırdılar ve İran topraklarına girdiler
1813'te Çarlık Rusya ve İran arasında imzalanan Gülistan Anlaşması ile Azerbaycan toprakları Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölündü, Azerbaycan'ın nüfus ve toprak bakımından en büyük hissesi İran'da kalmıştı
XIX. Asrın Başlarında Azerî Edebiyatı
Rus istilasının bir sonucu olarak Azerî edebiyatı, XIX. yy.ın başlarından itibaren iki kola ayrıldı: Kuzey Azerbaycan’daki edebiyat, diğer sebepler yanında Rus etkisiyle asrî hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat, geleneksel yapı ve anlayış içinde taklit ve nazîre edebiyatı görüntüsündeydi
Kuzey Azerbaycan edebiyatındaki yenilik cereyanı gittikçe kuvvetlenirken, bir yandan da klasik edebiyat anlayışı hem Kuzey hem de Güney de varlığını sürdürüyordu, Halk edebiyatı ise, kendi yolunda gelişimini sürdürmekteydi.
Azerbaycan edebiyatında modernleşmeyle birlikte yeni edebî türler de ortaya çıkar: Roman, modern hikâye, tiyatro eserleri, makale, tenkit, edebiyat tarihi vs. Aruz vezninin kullanımı giderek azalsa da günümüze kadar devam eder, tamamıyla ortadan kalkmaz
Gazel, XIX. yy.ın sonlarından itibaren, konusunda ve dilinde bazı değişikliklere uğrayarak yok olmaktan kurtulur
kaside, mesnevî gibi türler, yerlerini “poéma” (manzum hikâye veya manzum roman) denilen nazım şekline bırakır
Klasik edebiyattaki mizah geleneği, gelişmekte olan modern edebiyatta da önemli temsilciler yetiştirir; Baba Bey Şâkir (1770-1844) / Ġasımbey Zakir / Séyyid Azim [Ezim] Şirvanî
Şairler; sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zalimliğini, rüşvetçiliğini, ahlâksızlığını, zalim ve çıkarcı “beyleri”, sahtekâr ve cahil din adamlarını ifşa eden manzumelerine tanınırlar
XX. yy. başlarında Mirze Ali Ekber [Elekber] Sabir mizah ve hiciv anlayışını değiştirerek satirik şiiri zirveye ulaştırır.
Güney Azerbaycan’da Edebî Hayat
Memleketin çeşitli yerlerinde mahallî derebeyleri (“han”lar) iyice güçlenmişti. Aslında İran, hiç bir zaman Osmanlı İmparatorluğu gibi merkezî bir yönetime sahip olamadı
en kuvvetli feodal; han veya büyük bir aşiretin reisi, İran’ı ele geçiriyordu, Safevîlerden Nadir Şah’a ondan Kerim Han Zend’e ve nihayet Kacar sülalesine yönetimin geçişi, hep bu şekilde olmuştu
Türk soyundan İran şahı Ağa Mehemmed Şah Kaçar’ın 1797’de Karabağ’da öldürülmesinden sonra, hanlıklar daha da güçlenmiş, nerede ise müstakil devletçikler hâline gelmişlerdi
memleketin kültürel hayatı da karmaşa içindeydi; güçlü kültürel merkezler yok gibiydi. Bu durum yazılı edebiyatı epeyce zayıflatmıştı.
Kuzey Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesine kadar, her iki Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî şartlar birbirine benziyordu
1813 Gülistan Anlaşması’ndan sonra Aras nehrinin sınırı teşkil ettiği, ülkenin Rusya ve İran arasında ikiye bölündüğü, Kuzey Azerbaycan, merkezi Tiflis’te olan “Kafkasya Umumî Valiliği”ne bağlanmış ve süratle merkezî bir idare kurularak hanların, beylerin nüfuzu kırılmıştı
Kuzey Azerbaycan’da ticaret hayatı canlanmış, Ruslar tarafından siyasî ve sosyal hayat süratle değiştirilmişti,Güney Azerbaycan’da ise eski hayat tarzı devam ediyordu
Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın edebî, dinî ve kısmen de olsa iktisadî ilişkileri devam etmişti. Kuzey’de zamanla gelişen yeni hayat, edebiyat anlayışı çok geçmeden Güney’e ulaşıyordu
Güney Azerbaycan’da(iran) yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Türk olmalarına rağmen geleneğe uyarak eserlerini Farsça yazan Abdurrahim Talibov / Zeynelabidin Şirvanî / Mirze Ağa
Tebrizî
Yeni edebiyat anlayışı ve yenilik eğilimleri, Güney Azerbaycan’da çok yavaş bir şekilde ortaya çıkıyordu
bu bölgedeki edebiyatta en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Bu devrin gazellerinde, geleneksel şiir anlayışı ve konuları yanında, gittikçe daha belirgin bir hâl almaya başlayan gerçek insanî duyguların, kişisel duygu ve düşüncelerin, hayata gerçekçi bir şekilde bakışın ifade edildiği görülür.
Tasvir edilen sevgili artık muhayyel bir varlık değil, canlı-kanlı gerçek bir insandır. Zamandan şikâyet, gittikçe gerçekçi bir anlayışa bürünerek sosyal, siyasî bir tenkit niteliği kazanır.
Güney Azerbaycan edebiyatında göze çarpan en belirgin özelliklerden biri de hemen her şairin kendi ana dili yanında Farsçayı da kullanmasıdır.
Medrese tahsili görmüş, klasik Türk ve Fars şiirini yakından tanımış aydınların sade bir Türkçeyle “âşık şiiri tarzı”nda manzumeler yazmaları, Azerî halk edebiyatı, halk şiiri için çok yararlı olmuştur
XIX. yy.da Andelip, Nebatî, biraz daha önceki dönemlerde Molla Penah Vakıf gibi büyük şairler, âşık şiirinin de klasik şiir gibi kalıplaşma sını, belli mazmunlar ve alışılmış ifadeler içinde canlılığını kaybetmesini önlemiş; âşıklar üzerinde de olumlu ve kuvvetli bir tesir göstermiştir.
* Séyyid Ebulġasım Nebatî (1812-1873)
Şiirlerinde ince bir ruh, seçkin bir güzellik duygusu, coşkun sevgi tezahürleri görülür,
“seyyid” ve tarikat şeyhidir, Mükemmel bir medrese tahsili görmüş, Farsça ve Azerî Türkçesiyle şiirler söylemiştir. orijinal sanatkârlık kudretine sahip bir şairdir
* Héyran Hanım
hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, XIX. asrın başlarında Tebriz ve Hoy şehirlerinde yaşadığı, ana tarafından “Dünbülî” aşiretinden olduğu biliniyor
4500 beyitlik divanında anadilindeki şiirleri, Farsça şiirlerine nazaran daha azdır. Klasik tarzdaki gazelleriyle Fuzulî’nin etkisinde kaldığı, bu büyük şaire nazireler yazdığı görülmektedir. Dili nisbeten sadedir
* Mirze Méhdi Şükûhî (1829/30-1896)
Tebriz’de doğmuş, Merağa’da yaşayıp bu şehirde de ölmüştür. Küçük yaşlarında yetim kalmış, tahsilini yarıda bırakarak baba mesleği aynacılıkla hayatını kazanmıştır.
Tebriz’de bir din adamına yazdığı hicviye sebebiyle işleri bozulmuş, Merağa’ya göç etmeye mecbur olmuştur. Bu şehirde de “bezzazlık” (gezgin kumaş, elbise satıcılığı) ile geçinmiştir.
Seyahate çıkarak Türkiye, Arabistan, Orta Asya ve İran’ın birçok yerini dolaşmış, sonra Tahran’a gelerek bir müddet kaldıktan sonra Merağa’ya dönmüştür
Seyahati sırasında yakından tanıdığı Şark halklarının siyasî, sosyal ve dinî vaziyeti, zaten kötümser olan tabiatında derin izler bırakmış, şairi gelecek hakkında ümitsizliğe düşürmüştür
Şark halklarını istismar eden han, bey, sahtekâr din adamları, aç gözlü tâcirler, ahlâksız kimseler onun mizahî şiirlerinden yakalarını kurtaramamışlardır. Realist bir şairdir.
Halkın yaşayını, âdetlerini, batıl inançlarını çok renkli, akıcı bir dille, ince bir alayla dile getirir
Divanı kendi sağlığında Tebriz’de defalarca basılmıştır. Münazara-i Akl ü Aşkadlı bir mesnevisi, Sadî’nin Gülistan’ı tarzında üç yüzden fazla, Farsça, küçük, nasihatâmiz hikâyeleri (latife) bulunmaktadır.
Kuzey Azerbaycan’da Modern Edebiyatın Ortaya Çıkışı
Batı düşüncesiyle temasa geçen bu ilk Azerî kuşağının üzerinde, Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’da oluşan hürriyetçi düşüncelerin, demokrasi idealinin, halkçılık prensiplerinin büyük etkisi vardır
Tıpkı ilk modernist Rus aydınlarında olduğu gibi “Batı” düşüncesi, yerli, millî ve dinî bilgilerle çeliştiği için bazı aydınlar bunalıma düştü.
Bazıları tamamen “Batı” tarzı düşünceleri -ki dolayısıyle Rus tesirini- reddederek kendi içlerine kapanıp kötümser bir hayat yaşadı. Bir kısmı da tam tersine dinî ve millî kültürü kısmen veya tamamen reddederek “Batıcı”, radikal yenilikçi düşünceleri benimsedi
Asrî düşüncelerle temasa geçen, Rusların bulunduğu muhitlerde yaşayan veya Rus memuriyetinde, askerî hizmette bulunan birçok Azerbaycan Türkü, en azından “reformist” düşünceleri benimsedi.
Islahatçı düşünceler, asrın sonlarına doğru Şéyh Cemaleddin Afganî (1838-1897)’nin de etkisiyle bütün Rusya Müslümanları arasında süratle yayıldı ve bir hayli taraftar topladı
Modern Azerbaycan edebiyatının öncüleri daha çok Rus hizmetine girmiş olan memurlar, askerler, aydınlar arasından çıktı.
* Abbasġuluağa Bakıhanov Ġüdsî (1774-1846)
Azerbaycan’da fikrî, edebî oluşumun, gelişmelerin içinde bulunan ve ona yön veren ilk aydınlardandır.
Gerçek manada âlim, mütefekkir, istidatlı bir şair ve tarih yazarıdır. Son Bakû (Bakı) hanının oğludur
dinî ilimler yanında aklî ilimler, Şark edebiyatı okumuştur. 1819’da Tiflis’e çağrılarak Kafkasya Umumî Valiliği’nde “Şark dilleri mütercimliği” vazifesine tayin edilir
Rusça öğrenir, Rus fikir ve siyaset muhitini, sosyal hayatını yakından tanır. Dostları arasında “asilzade” Rus subayı, bürokrat, edebiyatçı ve şair bulunuyordu. “Dekabristler”le de yakın ilişkiler kurmuştu.
Yüzyılın ilk çeyreğindeki Osmanlı, Rus ve İran savaşları sırasında tercümanlık ve mütercimlik yaptı
1846’da Hacca giderken geçtiği İstanbul’da I. Abdülmecid Han’a Arapça yazdığı Esrârü’l-Melekûtadlı astronomiye ait eserini takdim etti.
Padişahın emriyle, bu kitap Hayatizade Seyyid Şerif Bey tarafından Osmanlı Türkçesine çevrilerek 1848’de İstanbul’da bastırıldı. Eserin baş kısmında Abbasġuluağa hakkında bilgi de verilmiştir
Abbasġuluağa’nın eserlerinde Rus istila ve esaretine karşı millî şuuru uyandıracak fikirler bulunduğunu göz önünde tutarsak bu hareketinin siyasî bir anlamı olduğu da düşünülebilir.
Azerî edebiyatında modern hikâyenin müjdecisi olan nâzım-nesir karışık olarak yazdığı Kitab-ı Askeriyye’de, mesneviler ve âşık hikâyelerinin etkisi görülür.Bir demircinin oğlu olan Asker ve sevgilisinin birbirine kavuşabilmek için akıllıca, temkinli ve tedbirli hareket etmeleri, bu sayede amaçlarına ulaşmaları, bu eseri, mesnevi ve âşık hikayelerinden ayırır.
Şiirleri arasında Azerbaycan Türkçesiyle yazdığı ve pek meşhur olan “Tebriz Ehline Hitab”, Tebriz’deki esnafın, din adamlarının sahtekârlıklarını ifşa eden bir hicviyedir
kaybolmuş bir “Divan”ı da vardır, “ansiklopedik” bilgiye sahip bir “maarifçi”dir.
* Mirze Şefi Vâzéh (1794-1852)
Müstehzi, serbest fikirli, zeki, üstat bir şair ve mâhir bir hattat idi, Klasik medrese tahsilini tamamladıktan sonra imamlık-hocalık yapmamış, ömrünü muallimlik ederek geçirmiştir.
Gence’de ilk özel okulu açmış, 1846’da resmî Rus “Gence Realni Mektebi” açılınca oraya “Şeriat dersleri” öğretmeni olarak atanmıştır
Tiflis’te Rus, Gürcü, Ermeni ve hatta bazı Batı Avrupalı aydınların da içinde bulunduğu geniş bir çevreyle ilişki kurar
1844’te oluşturduğu ve başkanlığını yaptığı “Divan-ı Hikmet” adlı şiir ve sohbet meclislerinde hayatının en verimli dönemini yaşar. Abbasġuluağa Ġüdsî, M. F. Ahundzade, Kafkasya genel valisi tarafından Tiflis’te davet edilerek Almanca öğretmenliğine atanan Freidrich Martin Bodenstedt (1818-1892) de bu meclise devam edenler arasındadır
Hocalığı sırasında Mirze Şefi’yle Bodenstedt iyice kaynaşmış, hoca-öğrenci birbirleriyle yakın dost olmuşlardı
F. Bodenstedt, ülkesine döndükten sonra Kafkasya’daki hayatını anlatan Tausend und ein Tag im Orient (Berlin, 1850) adlı eserini yayımladı. Bu eserinde Mirze Şefi’den ve aralarındaki ilişkilerden de genişçe söz ediyordu
1851’de ise tamamen onun şiirlerinin çevirisinden ibaret olan Die Lieder des Mirze Schaffy (Mirze Şefi’nin Şarkıları) adlı eserini neşretti.
Eserin bu başarısı üzerine Bodenstedt 1873’ten itibaren “şarkıların” Mirze Şefi’ye değil, kendisine ait olduğunu ileri sürerek aynı eseri Aus dem Nachlasse Mirze Schaffy’s(Berlin, 1874) adıyla tekrar bastırdı
Mirze Şefi uzun süren öğretmenliği sırasında İvan Grigoryev’le birlikte çeşitli metinlerden oluşan bir ders kitabı hazırladı: “Tatarskaya Hrestomatiya Azerbaydjanskogo nareçiya” [“Azerbaycan Şivesinin Tatar Ders Kitabı”] adlı, “antoloji” mahiyetindeki bu eser, iki bölüm ve sözlük kısmından ibaretti
Kitapta Derbentname, Karabağnamegibi eserlerden tercümeler, Fuzulî’den şiirler vs. bulunuyordu
Bu ders kitabı İ. Grigoryev tarafından 1851’de Tebriz’de Kitab-ı Türkîadıyla taşbasma olarak ve 1856’da da Tiflis’te Rusça bastırıldı; ama, Rus sansürü izin vermedi.
Mirze Şefi, Azerbaycan edebiyatının modernleşmeye henüz ilk adımlarını attığı bir devrede, klasik şiir geleneğinden ve tasavvuf anlayışından belli ölçüde uzaklaşarak yazdığı, gerçek sevgiyi, dünya zevklerini ifade eden lirik şiirleri ve serazat düşünceleriyle yer almıştır.
* Ġasımbey Zâkir (1784-1857)
Babası, Karabağ’da Cevanşir adlı büyük bir oymağın “bey”lerindendir. Bu sebeple önceleri Rus ordusunda subay olarak çalıştı.
Azerî şiirinde Vâkıf ve Vidadî ile başlayan realizm çığırının, mahallîleşme cereyanının XIX. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir,Sözlü edebiyattaki “âşık tarzı şiir”den başarıyla yararlanmıştır.
Şiirlerindeki güçlü lirizm, güzellik ve aşk konularını sanatkârca, doğal ve samimi bir şekilde işlenmesi, modern Azerbaycan edebiyatının kurucusu M. F. Ahundzade’nin dikkatini çekmiştir
Gazellerindeki dil, bir az daha ağır olmasına rağmen, koşma ve geraylı sade ve çok akıcı bir halk diliyle söylenmiştir.( Geraylı: Azerbaycan halk şiirinde sekiz heceli koşmaya verilen isim)
Manzum hikâyeleri, temsilleri ve mektuplarıyla Azerbaycan’daki sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zulmünü, cahil ve çıkarcı din adamlarını, keyfi hareketleriyle tanınan “bey”leri sert bir şekilde hicvetmiştir.
* İsmail Bey Kutkaşınlı (1806-1869)
Soylu bir alileye mensuptur. Rus askerî mekteplerinde okumuş, 35 yıl Rus ordusunda subay olarak hizmet etmiş, topçu generalliğine kadar yükselmiştir.
Görevi sebebiyle Rusya’nın birçok yerlerinde bulunmuş, 1835’te Varşova’da, Fransızca yazdığı Rechid-bey et Saadete- Chanime [Reşit Bey ve Saadet Hanım] adlı hikâye kitabını yayımlamıştır.
Seyahat hâtıralarını “Sefernâme”adlı -tam ele geçmeyen- Azerî Türkçesiyle yazdığı küçük bir kitapta topladı
Azerî edebiyatındaki yerini Reşid Bey ve Saadet Hanım adlı hikâyesine borçludur. Eserin baş kahramanları, o zamanki genç nesli temsil eder
Reşid, soylu bir aileden olmasına rağmen, köylüleri seven, onların hür olmasını arzulayan bir gençtir. Saadet ise, merhametli, iyi bir kızdır. Devrin geleneklerine rağmen, evleneceği erkeği kendisi seçmek ister. Fakat, yine de babasına bağlıdır. İki genç, bazı hadiselerden sonra birbirine kavuşur.
Eserin en önemli yanı, kadın hukuku bakımından taşıdığı yeni fikirlerdir. Yazar, kadınların içinde bulunduğu durumdan dolayı, İslâmiyeti suçlamaz.
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Azerî Edebiyatı
1850’lerde, Rus istilasından yarım asır sonra, bütün Kafkasya gibi Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî hayatta büyük değişiklikler ortaya çıkar
yeni düşünceler, yeni edebî türler görülür. Özellikle 1850’lerden sonraki yıllarda aydınlar arasında “maarifçi-demokrat” düşüncelerin yaygınlık kazandığı görülür.
Cemiyette hüküm süren cahillik, gerilik, siyasî ve sosyal bozukluklara sert eleştiriler yöneltilir, Bu konuları işleyen edebî eserlerde istibdatla mücadele fikri işlenir, en geniş manada hürriyet arzusu, vatan ve millet sevgisi yüceltilir
Klasik Doğu ve Türk edebiyatından insan sevgisi, adaletsizliğe ve zulme karşı mücadele, halkçılık gibi düşünceleri devralır.
* Séyit Azim Şirvanî (1835-1888) (Azerî Türkçesinde “Séyid Ezim”)
XIX. yüzyılın en büyük şairidir. Lirik şiirleri, tesirli satirik manzumeleriyle şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde “Séyyid/Séyid” mahlasını kullandı.
1856’da Necef, Bağdad ve Şam’da medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra memleketine döndü. Bir din adamı olarak çalışmadı; mektep açıp öğretmenlik yapmaya başladı (1869-70)
Medreselerdeki alışılmış usullerden farklı olarak bu okulda çocuklara ilk önce anadillerinde okuma yazma öğretilmesi, ayrıca tarih, coğrafya, matematik gibi dersler ve daha sonraki yıllarda da “Rusça” okutulması halk arasında çok yadırgandı
Halkı aldatan cahil dini adamlarını; Rus yönetiminin kendilerine verdiği imtiyazlardan şımarıp halka kötü davranan, zulm eden beyleri; rüşvetçi Rus memurlarını; adaletsizliği, çeşitli sosyal bozuklukları; dine karıştırılan hurafeleri açıktan açığa yeren mizahî şiirler söylemeye başladı. Bu yüzden yoğun baskılarla karşılaşsa da yılmadı.
Séyit Azim, zengin bir tâcirin yardımıyla Hacca gitti. Türkiye ve İran muhitlerini de yakından tanıdığı, bu yöreler hakkında sağlam bilgi sahibi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır
Şamaħı’da “Beytü’s-safâ” adıyla bir şairler meclisi kurdu. Şair olarak şöhreti kısa zamanda bütün Azerbaycan’a yayıldı ve kendisine “serâmed-i dövrân” (dönemin öncüsü) unvanı verildi. Hazır cevaplığı, güzel konuşması, kuvvetli hafızası, geniş bilgisiyle tanınmıştı.
1875’te Bakû’da yayımlanan Rusya Türklerinin ilk Türk gazetesi olan Ekinçi’nin kurucusu Hesen Bey Melikzâde Zerdabî’yle de ilgi kurar, gazeteye manzum mektup, şiirler, yazar
Ekinçi’de yayımlanan şiirlerinde, “maarifçi” ideallerden bahseder, cehaleti, hurfeleri sert bir dille eleştirir, halkın yeni mekteplere ilgisini çekmeye çalışır
Ekinçi’den sonra Tiflis’te çıkartılan, Ziya, Ziya-yı Kafkaziyye, Keşkülgibi gazete ve dergilerde de aynı mahiyette şiirleri neşredilir.
Séyit Azim’in, tamamlayamadığı “Tezkire”sinde Türkiye, İran, Azerbaycan gibi geniş bir Türk coğrafyasına yer verilmesi dikkati çeker. Yine de “tezkire”deki Azerbaycan şairlerinin, çoğunu Şirvanlılar ve Güney Azerbaycanlı şairler teşkil eder. Türkçe külliyatı, “Eserleri” adı altında üç cilt hâlinde yayınlanır (Bakû, 1967-74).
Her şeyden önce halkın cehaletten kurtarılması için çocukların Usul-i Cedid mekteplerde, asrın ihtiyaçlarına göre, anadillerinde okutulması gerektiğini söylüyor, mekteplerde okutulacak ders kitaplarının çocukların anlayacağı sade bir dille yazılmasını istiyordu.
Örnek olarak Rebiü’l-Etfâladını verdiği manzum ve mensur hikâyelerden, temsillerden meydana gelen bir ders kitabı yazmış; fakat, Rus sansürü izin vermediği için bastıramamıştır. Kitap, Sadi’nin Gülistan’ı, Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı ile yakınlık gösterir.
Mevlana’nın Mesnevî’sinden, Kelile ve Dimne’den yararlansa da, aynen çeviri yapmamış, Kitapta siyasî, sosyal, ahlakî meseleler hakkında çok güzel işlenmiş hikâyeler bulunmaktadır, Hikâyelerin sonunda anlatılan olaya ve maksada uygun atasözleri ve deyimlere yer verilmiştir
eğitim konusundaki düşünceleri, 1883’ten sonra bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak kadar geniş bir alanda faaliyet yürüten İsmail Gaspıralı’ya paraleldir.
Kafkasya ve Azerbaycan’daki Müslümanların “Şii” ve “Sünnî” olarak, Rusların da körüklemeleri neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini doğru bulmamış, mezhep ayrımıyla mücadele eden şiirler yazmıştır
lirik şiirlerinde mutasavvıfane ifadeler görülse de tasavvufla alakası, sadece klasik şiir uslûbundan gelen tesirlere bağlıdır. Gazellerinde Fuzulî’nin etkisi görülmesine rağmen, taklitçi bir şair değildir.
Sosyal, siyasî muhtevalı şiirlerinde açık anlaşılır düşünceler, hicivler sert bir dille ifâde edilmiştir
1840’ta Rus yönetimi Azerbaycan’da bazı “bey”lerin, toprak ağalarının imtiyazlarını kaldırır, halk arasında Çarlık aleyhinde hareketler ortaya çıkıp şikâyetler artınca Rus hükûmeti geri adım atar. “Bey”, “ħanzade” olduklarını ispat edebilenlere imtiyazlarının iade edileceği açıklanır.
Bazı açgözlü kimseler, bu komisyonlara para yedirerek “bey” olduklarına dair berat almayı başarır. Böylece gerçek sayının çok üstünde “bey”ler ortaya çıkar
bu hususta yazdığı manzumelerinde hadiseleri, şahısların gerçek adlarını da vererek kaleme alır. Rus memurlarının haksız kararları, rüşvete düşkünlükleri, “bey”lerin açgözlülüğü, sahtekârlığı çok sert bir dille hicvedilir
devrinin ilerici, maarifçi şahsiyetleri arasında özel bir yer tutar, şiirleriyle modern edebiyatın ufuklarını genişletmesinde birinci derecede rol oynar…Yetiştirdiği öğrenciler arasında geleceğin satirik şairi ve modern şiirin gerçek kurucusu, Mirze [Elekber] Aliekber Sâbir
Modern Edebiyatın İlk Büyük Temsilcisi: Mirze Feteli [Feth Ali] Ahundzade (1812-1878)
Ahundzade, tiyatro yazarı, şair, edebiyat teorisyeni, mütefekkir ve reformisttir.
Babası Mirze Mehemmed Tağızâde, Tebriz civarındaki Hamine kasabasının soylu ailelerinden birine mensuptu. Annesiyle babası ayrılınca Feteli’yi annesinin amcası, tanınmış din adamı Ahund Ali Asgar, kendi yanında alıkoyarak tahsil ve terbiyesiyle bizzat meşgul olur
Azerbaycan’ın birçok yerlerinde dolaşır, yayla ve köy hayatını yakından gözlemleme imkânı bulur. Bu gözlem ve intibalarını daha sonra yazacağı eserlerde bilhassa, tiyatrolarında zengin bir malzeme olarak kullanır
Ali Asgar, Feteli’yi çok sever onu kendine evlatlık edinir. Bunun için Feteli “Aħundzade” olarak tanınmaya başlar. Resmî Rus vesikalarında ise “Aħundov” imzasını kullanır.
Gence’de Feteli, devrin tanınmış şair ve hattatlarından Mirze Şefi’yle tanışır. Ondan “nestalik” dersleri almaya başlar
Mirze Şefi, cahil, menfaatperest din adamlarını “şarlatan” olarak kabul ediyordu, Hacdan dönen Ahund Ali Asgar, Feteli’nin medrese tahsiline devam etmeme kararını anlayışla karşılayarak onu 1834 yılında Tiflis’e götürür, Kafkasya Umumî Valiliğine müracaat ederek, Feteli’nin “Şark dilleri mütercimi” vazifesine tayin edilmesini sağlar
Valilikte diplomatik yazışmaları kaleme alan masada çalışır, mahkeme evrakını, çeşitli kanunları tercüme eder. Bu bakımdan Çarlık yönetiminin siyasetini, devlet düzenini çok iyi kavrar.
Tiflis’te çok geniş bir muhit edinmekte gecikmez, Rus devlet memurlarıyla, askerlerle, diplomatlarla -ki o zaman Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın da Tiflis’te konsoloslukları vardı- Tiflis’e gelip giden yabancılarla, Rus aydınlarıyla, Dekabristler gibi siyasî sürgünlerle de tanışır
1848 yılında Nasirüddin Şah’ın tahta çıkışı münasebetiyle Rus hükûmetinin İran’a gönderdiği heyete dâhil edilir
seyahat intibalarını daha sonra yazacağı tiyatro eserlerinde ve Kemalüddevle Mektubları’nda kullanır
7 Mart 1849 tarihine kadar İran’da kalır memleketin ileri gelen devlet adamları, şairleri, sanatçıları ile görüşür, İran’ın yönetimi hakkında bilgi edinir
1851’de S. Petersburg’daki Rus Coğrafya Cemiyeti'nin Kafkasya Şubesi’ne üye olarak kabul edilir. 1850’den itibaren tiyatro eserleri yazmaya başlar, bunları 1859’da Temsilatadıyla bastırır
1857 yılından itibaren, fikrî hayatının en büyük faaliyetlerinden biri olan “Alfabe” meselesiyle uğraşır. Arap harflerini ıslah amacıyla hazırladığı Farsça layihasını (projesini) Türkiye, İran ve Rusya’nın önde gelen devlet adamlarına gönderir
Kanatince İslâm dünyasının geri kalmasının, cehalete boğulmasının esas sebebi; okunması ve yazılması çok zor olan Arap alfabesidir.
1863’te Rus yönetiminden izin alarak İstanbul’a gelir. Arap harflerini kendi esasları içerisinde ıslah etmeyi düşündüğü layihası, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’de Münif Efendi (Paşa’nın)’nin ve kendisinin de hazır bulunduğu bir komisyonda görüşülür.fakat reddedilir.
Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’ye Temsilât’ını da takdim etmiştir, bu eser de toplantıda görüşülür; edebî bakımdan yararlı olduğu belirtilerek Osmanlı Türkçesi’ne “tebdili” kararlaştırılır
kendisi de sonraları Münif Paşa’ya bir mektup yazarak İstanbul’da tiyatro binası yapılmakta olduğunu öğrendiğini, eserlerinin bu tiyatroda sahnelenmesini rica eder. Temsilât’ın Türkiye Türkçesine çevrilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirir.
İstanbul’dan hayal kırıklığı ile ayrılır; fakat, alfabe ıslahı konusundaki çalışmalarından vazgeçmez
Latin harflerine geçme fikrini ilk defa 1873’te İstanbul’daki “Hakaik” gazetesine yazdığı bir mektubunda açıklar; iki projeden bahseder; biri Arap harflerini ıslah etmek, ikincisi Latin harflerine dayalı yeni bir alfabe kabul etmek şeklindedir.
Aħundzade’ye, edebiyat tarihi ve Azerbaycan’ın sosyal-siyasî hayatında mühim bir mevki kazandıran Temsilât’taki komedileri, “Alfabe layihası”, “Kemalüddövle Mektubları” ve edebî, dinî, sosyal, siyasî konulardaki tenkitleridir
temel prensip olarak pozitif düşünceyi, akıl ve mantığı mutlak ölçü olarak ele aldığı görülür
1850-55 yılları arasında 6 komedi ;
*Hékâyet-i Molla İbrahimhelil Kimyager , * Hékâyet-i Mösyö Jordan Hekim-i Nebatât
*Derviş Mestelişah Câdûgûn-ı Meşhur, *Hékâyet-i Vezir-i han-ı Lenkeran
*Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan , *Hékâyet-i Merd-i esis Hacı Ġara
*Mürafie Vekillerinin Hékâyeti (bunları rus sansürü geciktirir)
Hikaye; Hékâyet-i Yusuf Şah (veya Aldanmış Kevakib)
bütün bu eserlerini Temsilât adıyla Tiflis’te bastırır (1859). Sansürden izin beklerken komedilerini Rusçaya da çevirir. Temsilât Türkler ve Müslümanlar arasında yazılan ilk tiyatro eserleri olur.
bu piyesleriyle kudretli bir dramaturg olarak karşımıza çıkar. Piyeslerde tenkit hedefi olarak seçilen tipler, sosyal meseleler, onda büyük bir müşahede kudreti ve tahlilci bir zeka olduğunu gösterir
Komedilerinde; sosyal bozukluklar, hurafeler, câhil din adamları ve çıkarcı dervişler, saf, bilgisiz köy kadınları, eşkıyalığı yiğitlik gösterisi zanneden oba delikanlıları, “eski günler”deki talancılık, eşkiyalık ve hırsızlığın özlemini çeken “bey”ler, hanlık devrindeki saray entrikaları ve idarecilerin adaletsizliği, Tebriz’deki dava vekillerinin hilekârlık ve dolandırıcılığı, İran ve Rus hükûmetlerinin zulmü, halka karşı acımasız tutumları, bu piyeslerde çok sert bir şekilde -bazan üstü kapalı- olarak tenkit edilir ( bu yüzden rus sansürü)
tiyatroyu, cemiyeti terbiye etmek, kötü alışkanlıkları, sosyal bozuklukları, insan tabiatındaki kötü ihtirasları ortadan kaldırmak yolunda yararlı bir vasıta görür
Yazılış tarihinden bir buçuk asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen, piyesleri, bugün bile değerini korumakta, sahnelerde ilgiyle seyredilmektedir
düşüncelerini, görüşlerini derli toplu bir şekilde fikrî bir eser olan “Kemallüddövle Mektubları”nda görmek mümkündür;
Tiflis’te 1866-1867 yıllarında kaleme alınmıştır. Esas itibariyle Ahundzade’nin hayalinde canlandırdığı iki şahsın (İran şehzadesiyle Hindistan şehzadesinin) birbirlerine yazdıkları mektuplardan ve bu mektuplara başkalarının verdiği cevaplardan ibarettir
bu eserini; Voltaire’in “İngilizler Hakkında Mektuplar” veya “Felsefî Mektuplar”ıyla Montesquieu’nün “Acem Mektupları” adlı eserlerin etkisinde kalarak yazdığı düşünülebilir.
Kemalüddevle Mektubları,;üslup ve kurgusu bakımından Voltaire’in eserine daha yakındır. Tabiî olarak Voltaire Hristiyanlığa, Aħundzade ise İslâmiyete hücum etmiştir.
herşeyden önce böyle bir eser yazmaya sürükleyen, “dinin insan cemiyetinin ilerlemesine, yükselmesine ve gelişmesine mâni olduğu” yolundaki kanaatidir.
İnkılapçı düşünür kişiyi, düşünmeye sevkedecek sert ve acı uyarıların gerekli olduğuna inanmıştır. Komedilerini, birçok mektubunu, özellikle Kemalüddevle Mektubları’nı bu sebeple yazar
Açık fikir tartışmalarının, ilerleme ve yükselme için birinci şart olduğunu düşündüğünden, bu mektupları sözü edilen tarzda yazıp, tanıdıklarına nüshalarını çoğaltarak göndermiş, İslâm dünyasında din, cemiyet, insan hakkında, genel bir tartışmayı başlatmak istemiştir.
Kendi deyimiyle o, İslâm dünyasında “protestanizm emele getirmek” (gerçek bir reform yapmak) istiyordu
Bu eserde sadece dinî problemler ele alınmış değildir. Onların yanında sosyal, siyasî, ahlakî meselelere de geniş yer verilir. Hürriyet, demokrasi, kadın hukuku, mektep-maarif meseleleri, ekomomik problemler vs. de tartışmaya açılır
Şarkı bir bütün olarak düşünür. Onun nazarında Şark, İslâm ülkelerinden, Türkiye, İran, Hindistan ve -kısmen- Rusya’dan ibarettir. Fransız ihtilalini, ihtilalcilerini ve ihtilalin mütefekkirlerini çok iyi tanır
Halkın kendi kendini idare edeceği demokratik, adaletli bir idarenin hasretini çeker. Cemiyeti düzenlemek için medenî kanunların zarurî olduğunu bildirir. Halk devleti “kanun-i esasî”ye (anayasaya) sahip olmalıdır
İnkılapçı mütefekkirde “millet” kavramı yoktur; bütün Müslümanları bir “halk” olarak görür. Nazarında bir İranlı ile Azerbaycanlının veya bir Türkiyelinin hiçbir farkı yoktur
Ömrünü “Elsine-i Selase” mütercimi, tercümanı olarak geçiren bir kimsenin bu hususu bilmemesi imkânsızdır. (Elsine-i Selase: Türkçe, Arapça ve Farsça için kullanılan klişeleşmiş bir tabir.)
Çağındaki Rus yönetiminin zulmünü, bozuk düzenini açıktan açığa tenkit etmekten çekinir. Zaten o dönemde bir Rus memurunun bunu yapması da imkânsızdır
eserlerinde zaman ve zemini değiştirerek bu eksiğini telafi etmenin yolunu bulur. Mesela; Mürafie Vekilleri, Lenkeran hanının Veziri ve Aldanmış Kevakib’
İran’da tiyatro eserleri yazan ve yazdıklarını değerlendirmesi için Ahundzade’ye gönderen Mirze Ağa han’ın, açıkça İran devletini ve vezirleri piyeslerinde tenkit ettiğini görünce onu uyarmıştır
ansiklopedist bir şahsiyettir. Devrinin birçok meseleleri hakkında fikirlerini söylemiş, eleştirmiş, bazen de çözüm yolları tavsiye etmiştir
Rusya ve İran’daki Türkler arasında, modern edebiyatın nazarî meselelerine önem vermiş ve bu konulardaki düşüncelerini bilinçli olarak kaleme almış ilk şahsiyettir.
Edebî, tenkidî meseleler hakkındaki değerlendirmelerini, nazarî görüşlerini;
*Féhrist-i Kitap (1859, *Temsilât’ın önsözü), *Nazm ve Nesr Hakkında (1862),
* Tenġid Risalesi (1862), * Hékâyet (1865) *Kritika (1871 İran’da çıkan Millet adlı gazete için yazılmıştır)
Mirze Ağa’nın Piyesleri Haġġında Kritika (1871). Ayrıca Kamalüddövle Mektubları’nda da yerli geldikçe edebî meselelerden söz eder
realist bir sanat görüşüne sahiptir. Realist bir eserde en belirgin özellik olarak “satirik” hüviyeti öne çıkarır
Piyesleri sebebiyle tiyatro sanatından daha geniş olarak söz eder. Kendisinin Türk-İslam dünyasında ilk tiyatro eseri yazan şahıs olduğunun bilincindedir
Şarka hâkim olan cehâlet ve batıl inançlardan, kötü alışkanlıklardan, menfaatçilikten insanları kurtarmada tiyatro eserlerinin önemli bir rol oynayabileceğini düşünür
Piyeslerin açık, anlaşılır bir dille yazılmasını, içlerinde ahlâka aykırı sözler ve hareketlerin bulunmamasını teklif eder
XIX. asırda Azerbaycan edebiyatının en büyük edebî-fikrî şahsiyetidir. Değeri yüksek eserler ortaya koymuş, yeni edebiyatın temelini atarak kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiştir
Azerbaycan’da Tiyatro (XIX. Yüzyılda Oluşumu ve Gelişmesi)
Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da tiyatronun ortaya çıkışı, her şeyden önce Avrupaî hayat tar
Bakû ise 1860-1880’li yıllardan sonra petrol sanayinin gelişmesine bağlı olarak süratle değişip Avrupaî bir şehir niteliği kazanır.
Tiflis’te prenslerin, asilzâdelerin, büyük devlet memurlarının konaklarında bu bölge ahalisinin yabancı olduğu yeni bir yaşama biçimi hâkim olmuştu
Müslümanlar -ki bunların büyük bir çoğunluğu Türklerdi- bu hayata uzun zaman yakınlık duymadılar; bu hayatı “kâfir”lerin yaşama biçimi olarak kabul ettiler
Tifliste genel vali Knyaz (Prens) Vorontsov 1849-1851 yılları arasında bir tiyatro binası yaptırır ve maiyetinde çalışan Türk, Gürcü, Ermeni aydınlarını tiyatro eserleri yazmaları için teşvik eder
Mirze Feteli Ahundzade, 1850’den itibaren altı komedi ve bir hikâye yazar Rus sansürü komedilerini Azerbaycan Türkçesiyle bastırmasına izin vermez.
onları Rusçaya çevirmeye başlar,1851’den itibaren bu Rusça çevirileri, Türkçelerinden daha önce Tiflis’te Rusça yayımlanan “Kavkaz” adlı gazetede art arda neşredilir.
Azerbaycan Türkçesiyle kaleme alınan, Azerbaycan’ın bu ilk tiyatro eserleri, önce Rusça basıldıkları gibi, sahneye de önce Rusça ve Ruslar tarafından konuldular
Ahundzade’nin Rusça sahneye konulan ilk eseri “Mösyö Jordan”dır. 1851 yılı mart ayı içerisinde Petersburg’da asilzâdelerden birinin evinde düzenlenen müsamerede sahnelenir ve büyük bir ilgiyle karşılanır
İkinci olarak Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan, 31 Ocak 1852’de Tiflis’te yine Rusça oynanmış, Ahundzade de seyirciler arasında yer almıştır
Ahundzade’nin komedileri, Rusya başta olmak üzere Fransa, İngiltere gibi memleketlerde de sahnelenir. XIX. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa’da en çok tanınan şarklı yazardır.
Yazar, komedilerinin ana dilinde sahneye konulması için gayret sarfetmesine rağmen, onun bu isteği yaklaşık yirmi yıl sonra gerçekleşir.
23 Mart 1873 tarihinde Bakû’da meşhur gazeteci Hesen Bey Melikzade Zerdabî ve geleceğin tiyatro yazarı, Necef Bey Vezirli (1854-1926)’nin yönetiminde “Bakû Réalni Mektebi”nin öğrencileri, “Lenkeran hanının Vezirî”ni sahneye koyar. Böylece Azerbaycan tiyatro sahnesi de açılmış olur
1880 yılından sonra tiyatro faaliyetlerinde bir canlanma görülür. Özellikle “Gori Muallim Mektebi”ni bitiren genç öğretmenler, gittikleri yerlerde öğrencilerini başlarına toplayarak çeşitli eserleri sahneye koyar. 1880 yılında ilk profesyonel denilebilecek “Dram Cemiyeti” Nahçivan’da kurulur. (öğretmenlerden oluşur)
(Gori Muallim Mektebi veya Gori Seminaryası”: Rusların 1876’da Tiflis yakınlığındaki Gori şehrinde, ilkokullara öğretmen yetiştirme amacıyla kurdukları okul. Bu okulun Azerbaycan bölümü 1879’da açılmıştır)
hem Rusya’nın değişik yörelerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerinden gelen -çoğunluğu işçi- çeşitli meslekten insanlarla, Rus yönetim ve askerleriyle, epeyce güçlü olan Ermeni kolonisiyle, şehir kozmopolit bir hüviyete bürünmüştü
Bakû petrollerinin yarattığı iş olanakları her ırktan insanı kendine çekiyordu, Bakû’da kültür ve sanat hayatı da süratle gelişti. Azerbaycan kültür ve basın hayatının merkezi artık Kafkasya Umumî Valiliği’nin başkenti Tiflis değil, Bakû idi.
Gazeteler Bakû’da çıkmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet kazandı.
Rus meşrutiyeti (1905), ardından gelen İran meşrutiyet hareketleri (1906-1911) ve Türkiye meşrutiyeti (1908), İslamcılık, Türkçülük, sosyalistlik, Batıcılık gibi politika ve kültür anlayışları Azerbaycan’ı derinden etkilemeğe başlamıştı. Bu çerçeve içinde tiyatro da gelişimini büyük bir hızla sürdürüyordu.
İlk tiyatro binası 1858’de Şamahı’da inşa edilmişti ama, 1880’de Bakû’da Hacı Zeynelabidin Tağıyév tarafından yaptırılanı Azerî tiyatrosunun gelişiminde çok önemli bir rol oynadı.
Bakû petrol zenginlerinden Mayılov’un yaptırdığı tiyatro binası izledi.
1880’li yıllardan itibaren Azerbaycan tiyatrosunun ve sahnesinin gelişmesinde H. Zerdabî, Necef Bey Vezirli, S. M. Ġenizade, N. Nerimanov gibi aydınlar büyük rol oynadı. Bunların bazısı hem aktör hem rejisör hem de piyes yazarı olarak birkaç işi birden yapıyorlardı.
* Necef Bey Vezirli (1854- 1926)
Ahundzade’den sonra ikinci tiyatro yazarı piyeslerinde Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel problemleri realist bir şekilde işlenir.
şehir hayatını, tüccar ve zengin sınıfın yaşantısını ele alan bu piyeslerde, sözü edilen zümrelerin ahlâken yaşadığı buhranlar, kendi milletine yabancılaşması, toplumdan kopuşu, geniş halk yığınlarının dertlerinden uzak, sorumsuz bir hayat yaşaması acı bir istihza ile tasvir edilir.
1896’da ilk trajedi (facia) olan;Müsibet-i Fahreddin
Diğer piyesleri;
*Év Terbiyesinin Bir Şekli (1875), * Gemi Lövbersiz Olmaz (1876),
*Daldan Atılan Daş Topuğa Deyer (1890), *Sonraki Pişmanlık Fayda Vérmez (1890),
*Adı Var Özü Yoh (1981), *Yağışdan Çıhdıġ Yağmura Düşdük (1895),
*Pehlivan-ı Zemâne (1898-1900)
*eserlerin dışında yazarın tercüme ve tebdil (adapte) piyesleri de vardır.
HAZIRLAYAN:MELİS EDEBİYAT
Çağdaş Azerî Edebiyatı-I
Azerbaycan coğrafyası;
Güney Kafkasya’dan Irak’ın içlerine, doğu ve güney doğu Anadolu’dan İran’ın içlerine kadar uzanan, kuzey doğu kesiminin bir kısmı Hazar denizi ile sınırlanan arazidir.Rusların Kafkasya’yı işgali sebebiyle 1813’de Kuzey ve Güney olarak ikiye parçalanmıştır
Rus yönetiminde kalan ve günümüzde Azerbaycan Cumhuriyeti’ni oluşturan Kuzey Azerbaycan, nüfus ve arazi olarak daha küçük, İran yönetiminde kalan Güney Azerbaycan ise nüfus ve arazi itibarıyla daha büyüktür
Azerbaycan Türkçesi (veya Azerî Türkçesi):
Türk dilinin Osmanlıca ve Çağatayca dan sonraki en geniş ve verimli kolu olan,
XI. yüzyıldan sonra Oğuzların bölgeye yoğun olarak gelmesinden sonra, “Oğuz yazı dili”nin doğu kolu olarak XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Selçuklu, Moğol, İlhanlı Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî dönemlerinde ilk yazılı ürünlerini veren yazı diline, oluştuğu coğrafyadan hareketle Azerbaycan Türkçesi ya da Azeri Türkçesi denilir.
Azerbaycan Türklerinin günümüzdeki (2012) nüfusu yaklaşık olarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde 9 milyon, İran’da (Güney Azerbaycan’da) 25-30 milyon arasında, Gürcistan ve Dağıstan’da 1 milyon civarında olmak üzere en az 35-40 milyon civarındadır
Azerbaycan (veya Azerî) Edebiyatı;
Anadolu Türkleriyle Türkistan Türkleri arasında bir köprü ve temas noktası oluşturarak gelişen edebiyattır,
Azerbaycan sözlü edebiyatı, bir yandan sözü edilen coğrafyada Türklerin tarih sahnesine çıkışına, diğer yandan Türkistan’daki genel Türk kültürüne bağlıdır. Tanımlanan bu coğrafyadaki yazılı edebiyat ise, XIII-XIV. yüzyıldan itibaren ilk ürünlerini verir
XIV-XV. yüzyıldan sonra Azerbaycan Türkçesiyle, Eski Anadolu Türkçesi ayrışır. XV-XVI. yüzyıla kadarki birçok yazılı eseri, Anadolu Türkçesiyle Azerbaycan Türkçesinin ortak mahsulleri olarak değerlendirmek doğru olur
XVII-XVIII. yüzyıllardaki mahallîleşme sebebiyle Anadolu Türkçesinden ve edebiyatından belirli ölçüde farklılaşır.
XIX. YÜZYIL AZERÎ EDEBİYATI
XIX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan ve Azerî Edebiyatı
1747'de Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da ortaya çıkan kargaşa ortamı ve yönetimin zayıflamasından yararlanan Kuzey Azerbaycan "bey"leri küçük devletler (Hanlıklar) kurmuşlardı.
1801'de Gürcistan'a yerleşen Ruslar 1804'ten itibaren bu Azerbaycan "Hanlık"larını ortadan kaldırdılar ve İran topraklarına girdiler
1813'te Çarlık Rusya ve İran arasında imzalanan Gülistan Anlaşması ile Azerbaycan toprakları Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölündü, Azerbaycan'ın nüfus ve toprak bakımından en büyük hissesi İran'da kalmıştı
XIX. Asrın Başlarında Azerî Edebiyatı
Rus istilasının bir sonucu olarak Azerî edebiyatı, XIX. yy.ın başlarından itibaren iki kola ayrıldı: Kuzey Azerbaycan’daki edebiyat, diğer sebepler yanında Rus etkisiyle asrî hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat, geleneksel yapı ve anlayış içinde taklit ve nazîre edebiyatı görüntüsündeydi
Kuzey Azerbaycan edebiyatındaki yenilik cereyanı gittikçe kuvvetlenirken, bir yandan da klasik edebiyat anlayışı hem Kuzey hem de Güney de varlığını sürdürüyordu, Halk edebiyatı ise, kendi yolunda gelişimini sürdürmekteydi.
Azerbaycan edebiyatında modernleşmeyle birlikte yeni edebî türler de ortaya çıkar: Roman, modern hikâye, tiyatro eserleri, makale, tenkit, edebiyat tarihi vs. Aruz vezninin kullanımı giderek azalsa da günümüze kadar devam eder, tamamıyla ortadan kalkmaz
Gazel, XIX. yy.ın sonlarından itibaren, konusunda ve dilinde bazı değişikliklere uğrayarak yok olmaktan kurtulur
kaside, mesnevî gibi türler, yerlerini “poéma” (manzum hikâye veya manzum roman) denilen nazım şekline bırakır
Klasik edebiyattaki mizah geleneği, gelişmekte olan modern edebiyatta da önemli temsilciler yetiştirir; Baba Bey Şâkir (1770-1844) / Ġasımbey Zakir / Séyyid Azim [Ezim] Şirvanî
Şairler; sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zalimliğini, rüşvetçiliğini, ahlâksızlığını, zalim ve çıkarcı “beyleri”, sahtekâr ve cahil din adamlarını ifşa eden manzumelerine tanınırlar
XX. yy. başlarında Mirze Ali Ekber [Elekber] Sabir mizah ve hiciv anlayışını değiştirerek satirik şiiri zirveye ulaştırır.
Güney Azerbaycan’da Edebî Hayat
Memleketin çeşitli yerlerinde mahallî derebeyleri (“han”lar) iyice güçlenmişti. Aslında İran, hiç bir zaman Osmanlı İmparatorluğu gibi merkezî bir yönetime sahip olamadı
en kuvvetli feodal; han veya büyük bir aşiretin reisi, İran’ı ele geçiriyordu, Safevîlerden Nadir Şah’a ondan Kerim Han Zend’e ve nihayet Kacar sülalesine yönetimin geçişi, hep bu şekilde olmuştu
Türk soyundan İran şahı Ağa Mehemmed Şah Kaçar’ın 1797’de Karabağ’da öldürülmesinden sonra, hanlıklar daha da güçlenmiş, nerede ise müstakil devletçikler hâline gelmişlerdi
memleketin kültürel hayatı da karmaşa içindeydi; güçlü kültürel merkezler yok gibiydi. Bu durum yazılı edebiyatı epeyce zayıflatmıştı.
Kuzey Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesine kadar, her iki Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî şartlar birbirine benziyordu
1813 Gülistan Anlaşması’ndan sonra Aras nehrinin sınırı teşkil ettiği, ülkenin Rusya ve İran arasında ikiye bölündüğü, Kuzey Azerbaycan, merkezi Tiflis’te olan “Kafkasya Umumî Valiliği”ne bağlanmış ve süratle merkezî bir idare kurularak hanların, beylerin nüfuzu kırılmıştı
Kuzey Azerbaycan’da ticaret hayatı canlanmış, Ruslar tarafından siyasî ve sosyal hayat süratle değiştirilmişti,Güney Azerbaycan’da ise eski hayat tarzı devam ediyordu
Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın edebî, dinî ve kısmen de olsa iktisadî ilişkileri devam etmişti. Kuzey’de zamanla gelişen yeni hayat, edebiyat anlayışı çok geçmeden Güney’e ulaşıyordu
Güney Azerbaycan’da(iran) yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Türk olmalarına rağmen geleneğe uyarak eserlerini Farsça yazan Abdurrahim Talibov / Zeynelabidin Şirvanî / Mirze Ağa
Tebrizî
Yeni edebiyat anlayışı ve yenilik eğilimleri, Güney Azerbaycan’da çok yavaş bir şekilde ortaya çıkıyordu
bu bölgedeki edebiyatta en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Bu devrin gazellerinde, geleneksel şiir anlayışı ve konuları yanında, gittikçe daha belirgin bir hâl almaya başlayan gerçek insanî duyguların, kişisel duygu ve düşüncelerin, hayata gerçekçi bir şekilde bakışın ifade edildiği görülür.
Tasvir edilen sevgili artık muhayyel bir varlık değil, canlı-kanlı gerçek bir insandır. Zamandan şikâyet, gittikçe gerçekçi bir anlayışa bürünerek sosyal, siyasî bir tenkit niteliği kazanır.
Güney Azerbaycan edebiyatında göze çarpan en belirgin özelliklerden biri de hemen her şairin kendi ana dili yanında Farsçayı da kullanmasıdır.
Medrese tahsili görmüş, klasik Türk ve Fars şiirini yakından tanımış aydınların sade bir Türkçeyle “âşık şiiri tarzı”nda manzumeler yazmaları, Azerî halk edebiyatı, halk şiiri için çok yararlı olmuştur
XIX. yy.da Andelip, Nebatî, biraz daha önceki dönemlerde Molla Penah Vakıf gibi büyük şairler, âşık şiirinin de klasik şiir gibi kalıplaşma sını, belli mazmunlar ve alışılmış ifadeler içinde canlılığını kaybetmesini önlemiş; âşıklar üzerinde de olumlu ve kuvvetli bir tesir göstermiştir.
* Séyyid Ebulġasım Nebatî (1812-1873)
Şiirlerinde ince bir ruh, seçkin bir güzellik duygusu, coşkun sevgi tezahürleri görülür,
“seyyid” ve tarikat şeyhidir, Mükemmel bir medrese tahsili görmüş, Farsça ve Azerî Türkçesiyle şiirler söylemiştir. orijinal sanatkârlık kudretine sahip bir şairdir
* Héyran Hanım
hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, XIX. asrın başlarında Tebriz ve Hoy şehirlerinde yaşadığı, ana tarafından “Dünbülî” aşiretinden olduğu biliniyor
4500 beyitlik divanında anadilindeki şiirleri, Farsça şiirlerine nazaran daha azdır. Klasik tarzdaki gazelleriyle Fuzulî’nin etkisinde kaldığı, bu büyük şaire nazireler yazdığı görülmektedir. Dili nisbeten sadedir
* Mirze Méhdi Şükûhî (1829/30-1896)
Tebriz’de doğmuş, Merağa’da yaşayıp bu şehirde de ölmüştür. Küçük yaşlarında yetim kalmış, tahsilini yarıda bırakarak baba mesleği aynacılıkla hayatını kazanmıştır.
Tebriz’de bir din adamına yazdığı hicviye sebebiyle işleri bozulmuş, Merağa’ya göç etmeye mecbur olmuştur. Bu şehirde de “bezzazlık” (gezgin kumaş, elbise satıcılığı) ile geçinmiştir.
Seyahate çıkarak Türkiye, Arabistan, Orta Asya ve İran’ın birçok yerini dolaşmış, sonra Tahran’a gelerek bir müddet kaldıktan sonra Merağa’ya dönmüştür
Seyahati sırasında yakından tanıdığı Şark halklarının siyasî, sosyal ve dinî vaziyeti, zaten kötümser olan tabiatında derin izler bırakmış, şairi gelecek hakkında ümitsizliğe düşürmüştür
Şark halklarını istismar eden han, bey, sahtekâr din adamları, aç gözlü tâcirler, ahlâksız kimseler onun mizahî şiirlerinden yakalarını kurtaramamışlardır. Realist bir şairdir.
Halkın yaşayını, âdetlerini, batıl inançlarını çok renkli, akıcı bir dille, ince bir alayla dile getirir
Divanı kendi sağlığında Tebriz’de defalarca basılmıştır. Münazara-i Akl ü Aşkadlı bir mesnevisi, Sadî’nin Gülistan’ı tarzında üç yüzden fazla, Farsça, küçük, nasihatâmiz hikâyeleri (latife) bulunmaktadır.
Kuzey Azerbaycan’da Modern Edebiyatın Ortaya Çıkışı
Batı düşüncesiyle temasa geçen bu ilk Azerî kuşağının üzerinde, Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’da oluşan hürriyetçi düşüncelerin, demokrasi idealinin, halkçılık prensiplerinin büyük etkisi vardır
Tıpkı ilk modernist Rus aydınlarında olduğu gibi “Batı” düşüncesi, yerli, millî ve dinî bilgilerle çeliştiği için bazı aydınlar bunalıma düştü.
Bazıları tamamen “Batı” tarzı düşünceleri -ki dolayısıyle Rus tesirini- reddederek kendi içlerine kapanıp kötümser bir hayat yaşadı. Bir kısmı da tam tersine dinî ve millî kültürü kısmen veya tamamen reddederek “Batıcı”, radikal yenilikçi düşünceleri benimsedi
Asrî düşüncelerle temasa geçen, Rusların bulunduğu muhitlerde yaşayan veya Rus memuriyetinde, askerî hizmette bulunan birçok Azerbaycan Türkü, en azından “reformist” düşünceleri benimsedi.
Islahatçı düşünceler, asrın sonlarına doğru Şéyh Cemaleddin Afganî (1838-1897)’nin de etkisiyle bütün Rusya Müslümanları arasında süratle yayıldı ve bir hayli taraftar topladı
Modern Azerbaycan edebiyatının öncüleri daha çok Rus hizmetine girmiş olan memurlar, askerler, aydınlar arasından çıktı.
* Abbasġuluağa Bakıhanov Ġüdsî (1774-1846)
Azerbaycan’da fikrî, edebî oluşumun, gelişmelerin içinde bulunan ve ona yön veren ilk aydınlardandır.
Gerçek manada âlim, mütefekkir, istidatlı bir şair ve tarih yazarıdır. Son Bakû (Bakı) hanının oğludur
dinî ilimler yanında aklî ilimler, Şark edebiyatı okumuştur. 1819’da Tiflis’e çağrılarak Kafkasya Umumî Valiliği’nde “Şark dilleri mütercimliği” vazifesine tayin edilir
Rusça öğrenir, Rus fikir ve siyaset muhitini, sosyal hayatını yakından tanır. Dostları arasında “asilzade” Rus subayı, bürokrat, edebiyatçı ve şair bulunuyordu. “Dekabristler”le de yakın ilişkiler kurmuştu.
Yüzyılın ilk çeyreğindeki Osmanlı, Rus ve İran savaşları sırasında tercümanlık ve mütercimlik yaptı
1846’da Hacca giderken geçtiği İstanbul’da I. Abdülmecid Han’a Arapça yazdığı Esrârü’l-Melekûtadlı astronomiye ait eserini takdim etti.
Padişahın emriyle, bu kitap Hayatizade Seyyid Şerif Bey tarafından Osmanlı Türkçesine çevrilerek 1848’de İstanbul’da bastırıldı. Eserin baş kısmında Abbasġuluağa hakkında bilgi de verilmiştir
Abbasġuluağa’nın eserlerinde Rus istila ve esaretine karşı millî şuuru uyandıracak fikirler bulunduğunu göz önünde tutarsak bu hareketinin siyasî bir anlamı olduğu da düşünülebilir.
Azerî edebiyatında modern hikâyenin müjdecisi olan nâzım-nesir karışık olarak yazdığı Kitab-ı Askeriyye’de, mesneviler ve âşık hikâyelerinin etkisi görülür.Bir demircinin oğlu olan Asker ve sevgilisinin birbirine kavuşabilmek için akıllıca, temkinli ve tedbirli hareket etmeleri, bu sayede amaçlarına ulaşmaları, bu eseri, mesnevi ve âşık hikayelerinden ayırır.
Şiirleri arasında Azerbaycan Türkçesiyle yazdığı ve pek meşhur olan “Tebriz Ehline Hitab”, Tebriz’deki esnafın, din adamlarının sahtekârlıklarını ifşa eden bir hicviyedir
kaybolmuş bir “Divan”ı da vardır, “ansiklopedik” bilgiye sahip bir “maarifçi”dir.
* Mirze Şefi Vâzéh (1794-1852)
Müstehzi, serbest fikirli, zeki, üstat bir şair ve mâhir bir hattat idi, Klasik medrese tahsilini tamamladıktan sonra imamlık-hocalık yapmamış, ömrünü muallimlik ederek geçirmiştir.
Gence’de ilk özel okulu açmış, 1846’da resmî Rus “Gence Realni Mektebi” açılınca oraya “Şeriat dersleri” öğretmeni olarak atanmıştır
Tiflis’te Rus, Gürcü, Ermeni ve hatta bazı Batı Avrupalı aydınların da içinde bulunduğu geniş bir çevreyle ilişki kurar
1844’te oluşturduğu ve başkanlığını yaptığı “Divan-ı Hikmet” adlı şiir ve sohbet meclislerinde hayatının en verimli dönemini yaşar. Abbasġuluağa Ġüdsî, M. F. Ahundzade, Kafkasya genel valisi tarafından Tiflis’te davet edilerek Almanca öğretmenliğine atanan Freidrich Martin Bodenstedt (1818-1892) de bu meclise devam edenler arasındadır
Hocalığı sırasında Mirze Şefi’yle Bodenstedt iyice kaynaşmış, hoca-öğrenci birbirleriyle yakın dost olmuşlardı
F. Bodenstedt, ülkesine döndükten sonra Kafkasya’daki hayatını anlatan Tausend und ein Tag im Orient (Berlin, 1850) adlı eserini yayımladı. Bu eserinde Mirze Şefi’den ve aralarındaki ilişkilerden de genişçe söz ediyordu
1851’de ise tamamen onun şiirlerinin çevirisinden ibaret olan Die Lieder des Mirze Schaffy (Mirze Şefi’nin Şarkıları) adlı eserini neşretti.
Eserin bu başarısı üzerine Bodenstedt 1873’ten itibaren “şarkıların” Mirze Şefi’ye değil, kendisine ait olduğunu ileri sürerek aynı eseri Aus dem Nachlasse Mirze Schaffy’s(Berlin, 1874) adıyla tekrar bastırdı
Mirze Şefi uzun süren öğretmenliği sırasında İvan Grigoryev’le birlikte çeşitli metinlerden oluşan bir ders kitabı hazırladı: “Tatarskaya Hrestomatiya Azerbaydjanskogo nareçiya” [“Azerbaycan Şivesinin Tatar Ders Kitabı”] adlı, “antoloji” mahiyetindeki bu eser, iki bölüm ve sözlük kısmından ibaretti
Kitapta Derbentname, Karabağnamegibi eserlerden tercümeler, Fuzulî’den şiirler vs. bulunuyordu
Bu ders kitabı İ. Grigoryev tarafından 1851’de Tebriz’de Kitab-ı Türkîadıyla taşbasma olarak ve 1856’da da Tiflis’te Rusça bastırıldı; ama, Rus sansürü izin vermedi.
Mirze Şefi, Azerbaycan edebiyatının modernleşmeye henüz ilk adımlarını attığı bir devrede, klasik şiir geleneğinden ve tasavvuf anlayışından belli ölçüde uzaklaşarak yazdığı, gerçek sevgiyi, dünya zevklerini ifade eden lirik şiirleri ve serazat düşünceleriyle yer almıştır.
* Ġasımbey Zâkir (1784-1857)
Babası, Karabağ’da Cevanşir adlı büyük bir oymağın “bey”lerindendir. Bu sebeple önceleri Rus ordusunda subay olarak çalıştı.
Azerî şiirinde Vâkıf ve Vidadî ile başlayan realizm çığırının, mahallîleşme cereyanının XIX. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir,Sözlü edebiyattaki “âşık tarzı şiir”den başarıyla yararlanmıştır.
Şiirlerindeki güçlü lirizm, güzellik ve aşk konularını sanatkârca, doğal ve samimi bir şekilde işlenmesi, modern Azerbaycan edebiyatının kurucusu M. F. Ahundzade’nin dikkatini çekmiştir
Gazellerindeki dil, bir az daha ağır olmasına rağmen, koşma ve geraylı sade ve çok akıcı bir halk diliyle söylenmiştir.( Geraylı: Azerbaycan halk şiirinde sekiz heceli koşmaya verilen isim)
Manzum hikâyeleri, temsilleri ve mektuplarıyla Azerbaycan’daki sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zulmünü, cahil ve çıkarcı din adamlarını, keyfi hareketleriyle tanınan “bey”leri sert bir şekilde hicvetmiştir.
* İsmail Bey Kutkaşınlı (1806-1869)
Soylu bir alileye mensuptur. Rus askerî mekteplerinde okumuş, 35 yıl Rus ordusunda subay olarak hizmet etmiş, topçu generalliğine kadar yükselmiştir.
Görevi sebebiyle Rusya’nın birçok yerlerinde bulunmuş, 1835’te Varşova’da, Fransızca yazdığı Rechid-bey et Saadete- Chanime [Reşit Bey ve Saadet Hanım] adlı hikâye kitabını yayımlamıştır.
Seyahat hâtıralarını “Sefernâme”adlı -tam ele geçmeyen- Azerî Türkçesiyle yazdığı küçük bir kitapta topladı
Azerî edebiyatındaki yerini Reşid Bey ve Saadet Hanım adlı hikâyesine borçludur. Eserin baş kahramanları, o zamanki genç nesli temsil eder
Reşid, soylu bir aileden olmasına rağmen, köylüleri seven, onların hür olmasını arzulayan bir gençtir. Saadet ise, merhametli, iyi bir kızdır. Devrin geleneklerine rağmen, evleneceği erkeği kendisi seçmek ister. Fakat, yine de babasına bağlıdır. İki genç, bazı hadiselerden sonra birbirine kavuşur.
Eserin en önemli yanı, kadın hukuku bakımından taşıdığı yeni fikirlerdir. Yazar, kadınların içinde bulunduğu durumdan dolayı, İslâmiyeti suçlamaz.
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Azerî Edebiyatı
1850’lerde, Rus istilasından yarım asır sonra, bütün Kafkasya gibi Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî hayatta büyük değişiklikler ortaya çıkar
yeni düşünceler, yeni edebî türler görülür. Özellikle 1850’lerden sonraki yıllarda aydınlar arasında “maarifçi-demokrat” düşüncelerin yaygınlık kazandığı görülür.
Cemiyette hüküm süren cahillik, gerilik, siyasî ve sosyal bozukluklara sert eleştiriler yöneltilir, Bu konuları işleyen edebî eserlerde istibdatla mücadele fikri işlenir, en geniş manada hürriyet arzusu, vatan ve millet sevgisi yüceltilir
Klasik Doğu ve Türk edebiyatından insan sevgisi, adaletsizliğe ve zulme karşı mücadele, halkçılık gibi düşünceleri devralır.
* Séyit Azim Şirvanî (1835-1888) (Azerî Türkçesinde “Séyid Ezim”)
XIX. yüzyılın en büyük şairidir. Lirik şiirleri, tesirli satirik manzumeleriyle şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde “Séyyid/Séyid” mahlasını kullandı.
1856’da Necef, Bağdad ve Şam’da medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra memleketine döndü. Bir din adamı olarak çalışmadı; mektep açıp öğretmenlik yapmaya başladı (1869-70)
Medreselerdeki alışılmış usullerden farklı olarak bu okulda çocuklara ilk önce anadillerinde okuma yazma öğretilmesi, ayrıca tarih, coğrafya, matematik gibi dersler ve daha sonraki yıllarda da “Rusça” okutulması halk arasında çok yadırgandı
Halkı aldatan cahil dini adamlarını; Rus yönetiminin kendilerine verdiği imtiyazlardan şımarıp halka kötü davranan, zulm eden beyleri; rüşvetçi Rus memurlarını; adaletsizliği, çeşitli sosyal bozuklukları; dine karıştırılan hurafeleri açıktan açığa yeren mizahî şiirler söylemeye başladı. Bu yüzden yoğun baskılarla karşılaşsa da yılmadı.
Séyit Azim, zengin bir tâcirin yardımıyla Hacca gitti. Türkiye ve İran muhitlerini de yakından tanıdığı, bu yöreler hakkında sağlam bilgi sahibi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır
Şamaħı’da “Beytü’s-safâ” adıyla bir şairler meclisi kurdu. Şair olarak şöhreti kısa zamanda bütün Azerbaycan’a yayıldı ve kendisine “serâmed-i dövrân” (dönemin öncüsü) unvanı verildi. Hazır cevaplığı, güzel konuşması, kuvvetli hafızası, geniş bilgisiyle tanınmıştı.
1875’te Bakû’da yayımlanan Rusya Türklerinin ilk Türk gazetesi olan Ekinçi’nin kurucusu Hesen Bey Melikzâde Zerdabî’yle de ilgi kurar, gazeteye manzum mektup, şiirler, yazar
Ekinçi’de yayımlanan şiirlerinde, “maarifçi” ideallerden bahseder, cehaleti, hurfeleri sert bir dille eleştirir, halkın yeni mekteplere ilgisini çekmeye çalışır
Ekinçi’den sonra Tiflis’te çıkartılan, Ziya, Ziya-yı Kafkaziyye, Keşkülgibi gazete ve dergilerde de aynı mahiyette şiirleri neşredilir.
Séyit Azim’in, tamamlayamadığı “Tezkire”sinde Türkiye, İran, Azerbaycan gibi geniş bir Türk coğrafyasına yer verilmesi dikkati çeker. Yine de “tezkire”deki Azerbaycan şairlerinin, çoğunu Şirvanlılar ve Güney Azerbaycanlı şairler teşkil eder. Türkçe külliyatı, “Eserleri” adı altında üç cilt hâlinde yayınlanır (Bakû, 1967-74).
Her şeyden önce halkın cehaletten kurtarılması için çocukların Usul-i Cedid mekteplerde, asrın ihtiyaçlarına göre, anadillerinde okutulması gerektiğini söylüyor, mekteplerde okutulacak ders kitaplarının çocukların anlayacağı sade bir dille yazılmasını istiyordu.
Örnek olarak Rebiü’l-Etfâladını verdiği manzum ve mensur hikâyelerden, temsillerden meydana gelen bir ders kitabı yazmış; fakat, Rus sansürü izin vermediği için bastıramamıştır. Kitap, Sadi’nin Gülistan’ı, Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı ile yakınlık gösterir.
Mevlana’nın Mesnevî’sinden, Kelile ve Dimne’den yararlansa da, aynen çeviri yapmamış, Kitapta siyasî, sosyal, ahlakî meseleler hakkında çok güzel işlenmiş hikâyeler bulunmaktadır, Hikâyelerin sonunda anlatılan olaya ve maksada uygun atasözleri ve deyimlere yer verilmiştir
eğitim konusundaki düşünceleri, 1883’ten sonra bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak kadar geniş bir alanda faaliyet yürüten İsmail Gaspıralı’ya paraleldir.
Kafkasya ve Azerbaycan’daki Müslümanların “Şii” ve “Sünnî” olarak, Rusların da körüklemeleri neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini doğru bulmamış, mezhep ayrımıyla mücadele eden şiirler yazmıştır
lirik şiirlerinde mutasavvıfane ifadeler görülse de tasavvufla alakası, sadece klasik şiir uslûbundan gelen tesirlere bağlıdır. Gazellerinde Fuzulî’nin etkisi görülmesine rağmen, taklitçi bir şair değildir.
Sosyal, siyasî muhtevalı şiirlerinde açık anlaşılır düşünceler, hicivler sert bir dille ifâde edilmiştir
1840’ta Rus yönetimi Azerbaycan’da bazı “bey”lerin, toprak ağalarının imtiyazlarını kaldırır, halk arasında Çarlık aleyhinde hareketler ortaya çıkıp şikâyetler artınca Rus hükûmeti geri adım atar. “Bey”, “ħanzade” olduklarını ispat edebilenlere imtiyazlarının iade edileceği açıklanır.
Bazı açgözlü kimseler, bu komisyonlara para yedirerek “bey” olduklarına dair berat almayı başarır. Böylece gerçek sayının çok üstünde “bey”ler ortaya çıkar
bu hususta yazdığı manzumelerinde hadiseleri, şahısların gerçek adlarını da vererek kaleme alır. Rus memurlarının haksız kararları, rüşvete düşkünlükleri, “bey”lerin açgözlülüğü, sahtekârlığı çok sert bir dille hicvedilir
devrinin ilerici, maarifçi şahsiyetleri arasında özel bir yer tutar, şiirleriyle modern edebiyatın ufuklarını genişletmesinde birinci derecede rol oynar…Yetiştirdiği öğrenciler arasında geleceğin satirik şairi ve modern şiirin gerçek kurucusu, Mirze [Elekber] Aliekber Sâbir
Modern Edebiyatın İlk Büyük Temsilcisi: Mirze Feteli [Feth Ali] Ahundzade (1812-1878)
Ahundzade, tiyatro yazarı, şair, edebiyat teorisyeni, mütefekkir ve reformisttir.
Babası Mirze Mehemmed Tağızâde, Tebriz civarındaki Hamine kasabasının soylu ailelerinden birine mensuptu. Annesiyle babası ayrılınca Feteli’yi annesinin amcası, tanınmış din adamı Ahund Ali Asgar, kendi yanında alıkoyarak tahsil ve terbiyesiyle bizzat meşgul olur
Azerbaycan’ın birçok yerlerinde dolaşır, yayla ve köy hayatını yakından gözlemleme imkânı bulur. Bu gözlem ve intibalarını daha sonra yazacağı eserlerde bilhassa, tiyatrolarında zengin bir malzeme olarak kullanır
Ali Asgar, Feteli’yi çok sever onu kendine evlatlık edinir. Bunun için Feteli “Aħundzade” olarak tanınmaya başlar. Resmî Rus vesikalarında ise “Aħundov” imzasını kullanır.
Gence’de Feteli, devrin tanınmış şair ve hattatlarından Mirze Şefi’yle tanışır. Ondan “nestalik” dersleri almaya başlar
Mirze Şefi, cahil, menfaatperest din adamlarını “şarlatan” olarak kabul ediyordu, Hacdan dönen Ahund Ali Asgar, Feteli’nin medrese tahsiline devam etmeme kararını anlayışla karşılayarak onu 1834 yılında Tiflis’e götürür, Kafkasya Umumî Valiliğine müracaat ederek, Feteli’nin “Şark dilleri mütercimi” vazifesine tayin edilmesini sağlar
Valilikte diplomatik yazışmaları kaleme alan masada çalışır, mahkeme evrakını, çeşitli kanunları tercüme eder. Bu bakımdan Çarlık yönetiminin siyasetini, devlet düzenini çok iyi kavrar.
Tiflis’te çok geniş bir muhit edinmekte gecikmez, Rus devlet memurlarıyla, askerlerle, diplomatlarla -ki o zaman Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın da Tiflis’te konsoloslukları vardı- Tiflis’e gelip giden yabancılarla, Rus aydınlarıyla, Dekabristler gibi siyasî sürgünlerle de tanışır
1848 yılında Nasirüddin Şah’ın tahta çıkışı münasebetiyle Rus hükûmetinin İran’a gönderdiği heyete dâhil edilir
seyahat intibalarını daha sonra yazacağı tiyatro eserlerinde ve Kemalüddevle Mektubları’nda kullanır
7 Mart 1849 tarihine kadar İran’da kalır memleketin ileri gelen devlet adamları, şairleri, sanatçıları ile görüşür, İran’ın yönetimi hakkında bilgi edinir
1851’de S. Petersburg’daki Rus Coğrafya Cemiyeti'nin Kafkasya Şubesi’ne üye olarak kabul edilir. 1850’den itibaren tiyatro eserleri yazmaya başlar, bunları 1859’da Temsilatadıyla bastırır
1857 yılından itibaren, fikrî hayatının en büyük faaliyetlerinden biri olan “Alfabe” meselesiyle uğraşır. Arap harflerini ıslah amacıyla hazırladığı Farsça layihasını (projesini) Türkiye, İran ve Rusya’nın önde gelen devlet adamlarına gönderir
Kanatince İslâm dünyasının geri kalmasının, cehalete boğulmasının esas sebebi; okunması ve yazılması çok zor olan Arap alfabesidir.
1863’te Rus yönetiminden izin alarak İstanbul’a gelir. Arap harflerini kendi esasları içerisinde ıslah etmeyi düşündüğü layihası, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’de Münif Efendi (Paşa’nın)’nin ve kendisinin de hazır bulunduğu bir komisyonda görüşülür.fakat reddedilir.
Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’ye Temsilât’ını da takdim etmiştir, bu eser de toplantıda görüşülür; edebî bakımdan yararlı olduğu belirtilerek Osmanlı Türkçesi’ne “tebdili” kararlaştırılır
kendisi de sonraları Münif Paşa’ya bir mektup yazarak İstanbul’da tiyatro binası yapılmakta olduğunu öğrendiğini, eserlerinin bu tiyatroda sahnelenmesini rica eder. Temsilât’ın Türkiye Türkçesine çevrilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirir.
İstanbul’dan hayal kırıklığı ile ayrılır; fakat, alfabe ıslahı konusundaki çalışmalarından vazgeçmez
Latin harflerine geçme fikrini ilk defa 1873’te İstanbul’daki “Hakaik” gazetesine yazdığı bir mektubunda açıklar; iki projeden bahseder; biri Arap harflerini ıslah etmek, ikincisi Latin harflerine dayalı yeni bir alfabe kabul etmek şeklindedir.
Aħundzade’ye, edebiyat tarihi ve Azerbaycan’ın sosyal-siyasî hayatında mühim bir mevki kazandıran Temsilât’taki komedileri, “Alfabe layihası”, “Kemalüddövle Mektubları” ve edebî, dinî, sosyal, siyasî konulardaki tenkitleridir
temel prensip olarak pozitif düşünceyi, akıl ve mantığı mutlak ölçü olarak ele aldığı görülür
1850-55 yılları arasında 6 komedi ;
*Hékâyet-i Molla İbrahimhelil Kimyager , * Hékâyet-i Mösyö Jordan Hekim-i Nebatât
*Derviş Mestelişah Câdûgûn-ı Meşhur, *Hékâyet-i Vezir-i han-ı Lenkeran
*Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan , *Hékâyet-i Merd-i esis Hacı Ġara
*Mürafie Vekillerinin Hékâyeti (bunları rus sansürü geciktirir)
Hikaye; Hékâyet-i Yusuf Şah (veya Aldanmış Kevakib)
bütün bu eserlerini Temsilât adıyla Tiflis’te bastırır (1859). Sansürden izin beklerken komedilerini Rusçaya da çevirir. Temsilât Türkler ve Müslümanlar arasında yazılan ilk tiyatro eserleri olur.
bu piyesleriyle kudretli bir dramaturg olarak karşımıza çıkar. Piyeslerde tenkit hedefi olarak seçilen tipler, sosyal meseleler, onda büyük bir müşahede kudreti ve tahlilci bir zeka olduğunu gösterir
Komedilerinde; sosyal bozukluklar, hurafeler, câhil din adamları ve çıkarcı dervişler, saf, bilgisiz köy kadınları, eşkıyalığı yiğitlik gösterisi zanneden oba delikanlıları, “eski günler”deki talancılık, eşkiyalık ve hırsızlığın özlemini çeken “bey”ler, hanlık devrindeki saray entrikaları ve idarecilerin adaletsizliği, Tebriz’deki dava vekillerinin hilekârlık ve dolandırıcılığı, İran ve Rus hükûmetlerinin zulmü, halka karşı acımasız tutumları, bu piyeslerde çok sert bir şekilde -bazan üstü kapalı- olarak tenkit edilir ( bu yüzden rus sansürü)
tiyatroyu, cemiyeti terbiye etmek, kötü alışkanlıkları, sosyal bozuklukları, insan tabiatındaki kötü ihtirasları ortadan kaldırmak yolunda yararlı bir vasıta görür
Yazılış tarihinden bir buçuk asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen, piyesleri, bugün bile değerini korumakta, sahnelerde ilgiyle seyredilmektedir
düşüncelerini, görüşlerini derli toplu bir şekilde fikrî bir eser olan “Kemallüddövle Mektubları”nda görmek mümkündür;
Tiflis’te 1866-1867 yıllarında kaleme alınmıştır. Esas itibariyle Ahundzade’nin hayalinde canlandırdığı iki şahsın (İran şehzadesiyle Hindistan şehzadesinin) birbirlerine yazdıkları mektuplardan ve bu mektuplara başkalarının verdiği cevaplardan ibarettir
bu eserini; Voltaire’in “İngilizler Hakkında Mektuplar” veya “Felsefî Mektuplar”ıyla Montesquieu’nün “Acem Mektupları” adlı eserlerin etkisinde kalarak yazdığı düşünülebilir.
Kemalüddevle Mektubları,;üslup ve kurgusu bakımından Voltaire’in eserine daha yakındır. Tabiî olarak Voltaire Hristiyanlığa, Aħundzade ise İslâmiyete hücum etmiştir.
herşeyden önce böyle bir eser yazmaya sürükleyen, “dinin insan cemiyetinin ilerlemesine, yükselmesine ve gelişmesine mâni olduğu” yolundaki kanaatidir.
İnkılapçı düşünür kişiyi, düşünmeye sevkedecek sert ve acı uyarıların gerekli olduğuna inanmıştır. Komedilerini, birçok mektubunu, özellikle Kemalüddevle Mektubları’nı bu sebeple yazar
Açık fikir tartışmalarının, ilerleme ve yükselme için birinci şart olduğunu düşündüğünden, bu mektupları sözü edilen tarzda yazıp, tanıdıklarına nüshalarını çoğaltarak göndermiş, İslâm dünyasında din, cemiyet, insan hakkında, genel bir tartışmayı başlatmak istemiştir.
Kendi deyimiyle o, İslâm dünyasında “protestanizm emele getirmek” (gerçek bir reform yapmak) istiyordu
Bu eserde sadece dinî problemler ele alınmış değildir. Onların yanında sosyal, siyasî, ahlakî meselelere de geniş yer verilir. Hürriyet, demokrasi, kadın hukuku, mektep-maarif meseleleri, ekomomik problemler vs. de tartışmaya açılır
Şarkı bir bütün olarak düşünür. Onun nazarında Şark, İslâm ülkelerinden, Türkiye, İran, Hindistan ve -kısmen- Rusya’dan ibarettir. Fransız ihtilalini, ihtilalcilerini ve ihtilalin mütefekkirlerini çok iyi tanır
Halkın kendi kendini idare edeceği demokratik, adaletli bir idarenin hasretini çeker. Cemiyeti düzenlemek için medenî kanunların zarurî olduğunu bildirir. Halk devleti “kanun-i esasî”ye (anayasaya) sahip olmalıdır
İnkılapçı mütefekkirde “millet” kavramı yoktur; bütün Müslümanları bir “halk” olarak görür. Nazarında bir İranlı ile Azerbaycanlının veya bir Türkiyelinin hiçbir farkı yoktur
Ömrünü “Elsine-i Selase” mütercimi, tercümanı olarak geçiren bir kimsenin bu hususu bilmemesi imkânsızdır. (Elsine-i Selase: Türkçe, Arapça ve Farsça için kullanılan klişeleşmiş bir tabir.)
Çağındaki Rus yönetiminin zulmünü, bozuk düzenini açıktan açığa tenkit etmekten çekinir. Zaten o dönemde bir Rus memurunun bunu yapması da imkânsızdır
eserlerinde zaman ve zemini değiştirerek bu eksiğini telafi etmenin yolunu bulur. Mesela; Mürafie Vekilleri, Lenkeran hanının Veziri ve Aldanmış Kevakib’
İran’da tiyatro eserleri yazan ve yazdıklarını değerlendirmesi için Ahundzade’ye gönderen Mirze Ağa han’ın, açıkça İran devletini ve vezirleri piyeslerinde tenkit ettiğini görünce onu uyarmıştır
ansiklopedist bir şahsiyettir. Devrinin birçok meseleleri hakkında fikirlerini söylemiş, eleştirmiş, bazen de çözüm yolları tavsiye etmiştir
Rusya ve İran’daki Türkler arasında, modern edebiyatın nazarî meselelerine önem vermiş ve bu konulardaki düşüncelerini bilinçli olarak kaleme almış ilk şahsiyettir.
Edebî, tenkidî meseleler hakkındaki değerlendirmelerini, nazarî görüşlerini;
*Féhrist-i Kitap (1859, *Temsilât’ın önsözü), *Nazm ve Nesr Hakkında (1862),
* Tenġid Risalesi (1862), * Hékâyet (1865) *Kritika (1871 İran’da çıkan Millet adlı gazete için yazılmıştır)
Mirze Ağa’nın Piyesleri Haġġında Kritika (1871). Ayrıca Kamalüddövle Mektubları’nda da yerli geldikçe edebî meselelerden söz eder
realist bir sanat görüşüne sahiptir. Realist bir eserde en belirgin özellik olarak “satirik” hüviyeti öne çıkarır
Piyesleri sebebiyle tiyatro sanatından daha geniş olarak söz eder. Kendisinin Türk-İslam dünyasında ilk tiyatro eseri yazan şahıs olduğunun bilincindedir
Şarka hâkim olan cehâlet ve batıl inançlardan, kötü alışkanlıklardan, menfaatçilikten insanları kurtarmada tiyatro eserlerinin önemli bir rol oynayabileceğini düşünür
Piyeslerin açık, anlaşılır bir dille yazılmasını, içlerinde ahlâka aykırı sözler ve hareketlerin bulunmamasını teklif eder
XIX. asırda Azerbaycan edebiyatının en büyük edebî-fikrî şahsiyetidir. Değeri yüksek eserler ortaya koymuş, yeni edebiyatın temelini atarak kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiştir
Azerbaycan’da Tiyatro (XIX. Yüzyılda Oluşumu ve Gelişmesi)
Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da tiyatronun ortaya çıkışı, her şeyden önce Avrupaî hayat tar
Bakû ise 1860-1880’li yıllardan sonra petrol sanayinin gelişmesine bağlı olarak süratle değişip Avrupaî bir şehir niteliği kazanır.
Tiflis’te prenslerin, asilzâdelerin, büyük devlet memurlarının konaklarında bu bölge ahalisinin yabancı olduğu yeni bir yaşama biçimi hâkim olmuştu
Müslümanlar -ki bunların büyük bir çoğunluğu Türklerdi- bu hayata uzun zaman yakınlık duymadılar; bu hayatı “kâfir”lerin yaşama biçimi olarak kabul ettiler
Tifliste genel vali Knyaz (Prens) Vorontsov 1849-1851 yılları arasında bir tiyatro binası yaptırır ve maiyetinde çalışan Türk, Gürcü, Ermeni aydınlarını tiyatro eserleri yazmaları için teşvik eder
Mirze Feteli Ahundzade, 1850’den itibaren altı komedi ve bir hikâye yazar Rus sansürü komedilerini Azerbaycan Türkçesiyle bastırmasına izin vermez.
onları Rusçaya çevirmeye başlar,1851’den itibaren bu Rusça çevirileri, Türkçelerinden daha önce Tiflis’te Rusça yayımlanan “Kavkaz” adlı gazetede art arda neşredilir.
Azerbaycan Türkçesiyle kaleme alınan, Azerbaycan’ın bu ilk tiyatro eserleri, önce Rusça basıldıkları gibi, sahneye de önce Rusça ve Ruslar tarafından konuldular
Ahundzade’nin Rusça sahneye konulan ilk eseri “Mösyö Jordan”dır. 1851 yılı mart ayı içerisinde Petersburg’da asilzâdelerden birinin evinde düzenlenen müsamerede sahnelenir ve büyük bir ilgiyle karşılanır
İkinci olarak Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan, 31 Ocak 1852’de Tiflis’te yine Rusça oynanmış, Ahundzade de seyirciler arasında yer almıştır
Ahundzade’nin komedileri, Rusya başta olmak üzere Fransa, İngiltere gibi memleketlerde de sahnelenir. XIX. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa’da en çok tanınan şarklı yazardır.
Yazar, komedilerinin ana dilinde sahneye konulması için gayret sarfetmesine rağmen, onun bu isteği yaklaşık yirmi yıl sonra gerçekleşir.
23 Mart 1873 tarihinde Bakû’da meşhur gazeteci Hesen Bey Melikzade Zerdabî ve geleceğin tiyatro yazarı, Necef Bey Vezirli (1854-1926)’nin yönetiminde “Bakû Réalni Mektebi”nin öğrencileri, “Lenkeran hanının Vezirî”ni sahneye koyar. Böylece Azerbaycan tiyatro sahnesi de açılmış olur
1880 yılından sonra tiyatro faaliyetlerinde bir canlanma görülür. Özellikle “Gori Muallim Mektebi”ni bitiren genç öğretmenler, gittikleri yerlerde öğrencilerini başlarına toplayarak çeşitli eserleri sahneye koyar. 1880 yılında ilk profesyonel denilebilecek “Dram Cemiyeti” Nahçivan’da kurulur. (öğretmenlerden oluşur)
(Gori Muallim Mektebi veya Gori Seminaryası”: Rusların 1876’da Tiflis yakınlığındaki Gori şehrinde, ilkokullara öğretmen yetiştirme amacıyla kurdukları okul. Bu okulun Azerbaycan bölümü 1879’da açılmıştır)
hem Rusya’nın değişik yörelerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerinden gelen -çoğunluğu işçi- çeşitli meslekten insanlarla, Rus yönetim ve askerleriyle, epeyce güçlü olan Ermeni kolonisiyle, şehir kozmopolit bir hüviyete bürünmüştü
Bakû petrollerinin yarattığı iş olanakları her ırktan insanı kendine çekiyordu, Bakû’da kültür ve sanat hayatı da süratle gelişti. Azerbaycan kültür ve basın hayatının merkezi artık Kafkasya Umumî Valiliği’nin başkenti Tiflis değil, Bakû idi.
Gazeteler Bakû’da çıkmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet kazandı.
Rus meşrutiyeti (1905), ardından gelen İran meşrutiyet hareketleri (1906-1911) ve Türkiye meşrutiyeti (1908), İslamcılık, Türkçülük, sosyalistlik, Batıcılık gibi politika ve kültür anlayışları Azerbaycan’ı derinden etkilemeğe başlamıştı. Bu çerçeve içinde tiyatro da gelişimini büyük bir hızla sürdürüyordu.
İlk tiyatro binası 1858’de Şamahı’da inşa edilmişti ama, 1880’de Bakû’da Hacı Zeynelabidin Tağıyév tarafından yaptırılanı Azerî tiyatrosunun gelişiminde çok önemli bir rol oynadı.
Bakû petrol zenginlerinden Mayılov’un yaptırdığı tiyatro binası izledi.
1880’li yıllardan itibaren Azerbaycan tiyatrosunun ve sahnesinin gelişmesinde H. Zerdabî, Necef Bey Vezirli, S. M. Ġenizade, N. Nerimanov gibi aydınlar büyük rol oynadı. Bunların bazısı hem aktör hem rejisör hem de piyes yazarı olarak birkaç işi birden yapıyorlardı.
* Necef Bey Vezirli (1854- 1926)
Ahundzade’den sonra ikinci tiyatro yazarı piyeslerinde Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel problemleri realist bir şekilde işlenir.
şehir hayatını, tüccar ve zengin sınıfın yaşantısını ele alan bu piyeslerde, sözü edilen zümrelerin ahlâken yaşadığı buhranlar, kendi milletine yabancılaşması, toplumdan kopuşu, geniş halk yığınlarının dertlerinden uzak, sorumsuz bir hayat yaşaması acı bir istihza ile tasvir edilir.
1896’da ilk trajedi (facia) olan;Müsibet-i Fahreddin
Diğer piyesleri;
*Év Terbiyesinin Bir Şekli (1875), * Gemi Lövbersiz Olmaz (1876),
*Daldan Atılan Daş Topuğa Deyer (1890), *Sonraki Pişmanlık Fayda Vérmez (1890),
*Adı Var Özü Yoh (1981), *Yağışdan Çıhdıġ Yağmura Düşdük (1895),
*Pehlivan-ı Zemâne (1898-1900)
*eserlerin dışında yazarın tercüme ve tebdil (adapte) piyesleri de vardır.
HAZIRLAYAN:MELİS EDEBİYAT