Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları-1- 1.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Çağdaş Türk Edebiyatları-1- 1.Ünite Ders Notları


Çağdaş Türk Edebiyatlarının Oluşum Süreci ve Gelişim Çizgisi


Dünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan Türk soyundan insanların oluşturduğu düşünülen topluluğa “Türk dünyası” denir. Türk dünyasının nüfusu 2011’de yaklaşık olarak 180-200 milyon civarındadır
Türk boyları, siyasî, sosyal ve kültürel hayat bakı­mından bir hayli değişik şartlar altında varlıklarını sürdürmektedir. Bunlar arasında ba­ğımsız devletlere sahip olanlar;
Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türk­menistan
başka milletlerin yönetimi altında bazı siyasî ve kültürel haklar elde etmiş olarak yaşayanlar;
Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Yakutistan
siyasî, kültürel hakka sahip olmayanlar da ;Suriye ve İran Türk­leri
yok olmaya yüz tutmuş olanlar;Karaylar, Polonya Tatarları
Türk boyları, tarihin en eski zamanlarından beri, çeşitli sebeplerle, üç kıtaya yayılmış, gittikleri yerlerde birçok devletler kurmuştur. Türklerin büyük bir çoğunluğu 9-10. yüzyıl­dan itibaren Müslüman olmuşsa da, diğer dinlere tâbi olanlar da vardır

nü­fusları az da olsa, eski inançlarını devam ettirenler;
Altay dağları yöresinde Tuva (Tuba), Hakas, Altay Kişi, Doğu Avrupa’da Hristiyan Gaga­vuzlar, Çin’de Budist Sarı Uygurlar, Kırım’dan Baltık ülkelerine kadar dağılmış, sayıları gü­nümüzde epeyce azalmış Musevî Karaylar
Türk boyları, dünyadaki coğrafî dağılımlarına göre -Hazar denizi merkez alındığın­da- basit bir şekilde;Güneybatı Türklüğü, Kuzeybatı-Kuzeydoğu Türklüğü ve Doğu Türk­lüğüolmak üzere üç büyük gurupta toplanabilir
Gü­neybatı Türklüğünü;Oğuzlar,Kuzeybatı-Kuzeydoğu Türklüğünü;Kıpçaklar,Doğu Türk­lüğünü;Karluklar
Çuvaş, Yakut, Halaç ve daha bazı küçük top­lulukların bu tasnif dışındadır.
Oğuz boylarının günümüzdeki belli başlı temsilcileri Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri ve Türkmenlerdir. Gagavuzlar da bu gruptadır


TÜRKİYE TÜRKLERİ (OSMANLI TÜRKLERİ)

Osmanlıların Avrupa’dan çekilme sürecinde birçok Türk topluluğu özellikle XIX-XX. yüzyıllar içerisinde değişik tarihlerde devletin sınırları dışında kalmıştır
Ro­manya, Yunanistan, Kıbrıs, eski Yugoslavya, Bulgaristan, Suriye ve Irak’ta kalan Türkle­rin Türkiye’yle bağları kopma noktasına gelse de, kültür hayatı itibarıyla Türkiye’den pek uzaklaşmamışlardır.
İçinde bu­lundukları devletlerin siyasî baskılarına rağmen, edebiyat hayatı Türkiye’yi takip etmiş, kullandıkları edebî dil de Türkiye Türkçesi olmuştur
Bu bakımdan eski Osmanlı top­raklarında kalan Türk topluluklarının edebiyatlarını ayrı ayrı edebiyatlar olarak al­gılamak doğru değildir
Örneğin; Balkanlar ve Kıbrıs’daki Türk topluluklarının edebiyatlarını ait oldukları coğrafyanın ismiyle tanımla­mak, yani; Kıbrıs Türk Edebiyatı diye adlandırmak ayrı bir etnik veya millî kimliğe ait olduklarını değil, oluştukları coğrafyayı gösterir.
Moldavya’daki Gagavuzlar dinleri itibarıyla (Ortodoks-Hristiyan) Osmanlı kültürünün belli ölçüde dışında kal­mışlar, Oğuz nitelikleri taşımasına rağmen farklı bir dil ve alfabe kullanmışlardır fakat;dil bakımından en yakın oldukları topluluk Türkiye Türkleridir

IRAK TÜRKLERİ

Irak’ta “Irak Türkmenlerinin Edebiyatı” olarak adlandırılan edebiyatı da Os­manlı edebiyatının bir kolu ve devamı olarak kabul etmek gerekir. Kullan­dıkları yazı veya edebiyat dili Osmanlı Türkçesi idi.
1918-1932 arasındaki İngiliz mandası sırasında bu bölgedeki Türkler azınlık durumuna düştü ve üzerlerindeki Arap milliyetçili­ğinin baskısı artmaya başladı.
1932’de Irak krallığı kuruldu. 1968’de Baas Partisi yönetimi ele geçirdi ve Türkler üzerindeki baskı zulme dönüştü
Iraktaki şovenist baskılar sebebiyle Türkler, kendilerini “Türk” değil “Türkman-Türkmen” olarak adlandırmak zorunda kaldı­lar.
Eski Sovyet Türkmenistanı’nda bu­lunan Türkmenlerle karıştırmamak gerekir; dil ve kültür itibarıyla onlardan farklılaşmış­lardır
XX. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı Türkçesinden yavaş yavaş mahallî dile doğru kaymaya başlamıştır
Türkiye Türkleri 1928-1929’da Latin alfabesine geçtikten sonra Irak Türkleri Arap al­fabesini kullanmaya devam ettiler.
Irak’taki “Türkmen” edebiyatı, sosyalist Baas Partisi yönetimi sırasında iyice kendi içine kapandı, belli ölçüde Türkiye edebiyatından uzaklaşır.
Siyasî şartların sevkiyle bir dö­nem Kuzey ve Güney Azerbaycan (İran Türk edebiyatı) edebiyatıyla yakın ilişkiler ku­ruldu ve bu ilişkiler edebiyata özellikle de şiire yansıdı.
Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra yeniden Türkiye ile yakın iliş­kiler kuruldu ve kültür hayatı tekrar Türkiye’ye yaklaşmaya başladı
Irak Türkleri, günümüzde Arap alfabesini kullanıyor, Edebî dilleri; mahallî bir nitelik kazanmış; Azerbaycan Türkçesi özellikleri ön plana çıkmıştır.

AZERBAYCAN-İRAN TÜRKLERİ (AZERÎ TÜRKLERİ)

Azerbaycan Türkçesinin oluşum süreci, bir halk olarak “Azerî Türkleri”nin oluşum süre­cinden öncedir.Azerbaycan Türkçesi yazı dilinin fonetik, morfolojik özellikleri Oğuzcanın içinde (bir başka yaklaşımla “Eski Anadolu Türkçesi” döneminde) XIII-XIV. yüzyıldan itibaren izlenmektedir
Azerbaycan Türklerinin tarih sahnesine çıkışları ise, Orta Doğu Türklüğünün (batıdaki Oğuzlarının) ikiye ayrılmasıyla mümkün olmuştur
Şah İsmail’in kurduğu Safevî Türk devleti (1501),uzun süren Osmanlı-Safevî hâkimiyet mücadeleleri, araya giren mezhep ayrımı (önceleri Kızılbaşlık-Sünnîlik, sonraları Şiîlik-Sünnîlik çekiş­meleri), “Osmanlı Türkiyesi” ve “Türk İran”ın Orta Doğu’yu aralarında paylaşmasıyla sonuçlanır
Safevîleri (1501-1732), Afşarlar (1736-1795), Kaçarlar (1795-1924) izledi, değişen hanedanlar oldu; devletin siyasî, kültürel niteliğinde fazla bir değişiklik olmaz
Safevîlerin ilk dönemlerinde Türk diline, devlet dili ve edebî dil olsada resmi dil Selçuklularda olduğu gibi Farsça ter­cih edildi
Sözlü edebiyatta seçkin yere sahip, İran’daki Türk şair ve yazarları genellikle iki dilde, Türkçe ve Farsça eserler verdiler
tarih boyunca batısında Osmanlı Türk ede­biyatını doğusunda da Çağatay (Türkistan) Türk edebiyatını yakından takip etti
Kafkasya ve İran’da yaşayan Oğuz Türkleri (günümüzdeki adlandırma ile Azerbay­can Türkleri) 1804’te başlayan Rus istilası ve 1813’te Rusya ile İran arasında imzalanan Gülistan Antlaşması’yla ikiye ayrıldı

1828’de yine aynı devletlerce imzalanan Türkmen­çayı Antlaşması ise bu durumu pekiştirdi. Kuzey Azerbaycan Rus yönetimine geçti, gü­ney Azerbaycan İran’da kaldı.
1924-25’e kadar İran’a hâkim ol­dular. Bu tarihten itibaren İran devleti, Farsların eline geçti, böylece Azerbaycan Türk­leri arka plana itildi.
Rus istilası altında kalan Kuzey Azerbaycan Türkleri, kendilerini XX. yüzyılın başına kadar “Müslüman” veya “Türk” olarak adlandırmıştır. Komşuları olan Ermeni, Gürcü ve Farslar da onlara “Türk” demekte devam etmiştir
Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de “Türk” kimliği anlayışı iyice pekişmiş ve yerleşmiş­tir. Türkiye’de Kafkasya ve İran’da yaşayan Türkler için bilim adamları; Türkiye Türkleri, Anadolu Türkleri, Kafkasya Türkleri, Azerbaycan Türkleri, İran Türkleri gibi adlandırırlar
Kafkasya’da da aynı problem, Batılılaşmanın bir sonucu olarak hissedilmiş, Azerbay­can aydınları, Rusların kendilerini “Tatar”, “Kafkasya Tatarı” “Azerbaycan Tatarı” veya sa­dece “Müslüman” olarak adlandırmalarını kabul etmemiş tarihî derinliği olan “Türk” nitelendirmesini istemişlerdir.

Hüseyinzade Ali Bey’in “Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir”; Onlar da kendilerini diğer Türk gruplarından ayırmak için yine coğrafyadan yararlanmış millî kimlikleri için “İran Türk­leri”, “Azerbaycan Türkleri”, “Kafkasya Türkleri” veya aynı manada “Azerî, Azerbaycanlı” tanımlarını kullanmaya başlamışlardır.
1918’de Kuzey Azerbaycan’da kurulan Türk dev­letinin kendisini “Azerbaycan Cumhuriyeti” olarak adlandırması, “Azerbaycan Tür­kü” ve “Azerbaycan Türkçesi”, “Azerbaycan Türk Dili”, “Azerbaycan Türk Edebiyatı” veya bunun kısaltılmış bir ifadesi olan “Azerbaycan” edebiyatı tanımlarını kullanırlar
Sovyetler Birliği’nde 1926 yılından itibaren Türkiye Türkleriyle Azerbaycan Türklerini birbirinden iyice ayırmaya yönelik “Azerbaycan Milleti”, “Azerbaycan Dili” kavramlarına dayanan tarih anlayışı olmuştur

1918’de Kafkasya Türklerinin Ermeni ve Bolşevik katliamlarından Türkiye askerî mü­dahalesi sayesinde kurtulması ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması,mezhep ayrılıklarını sona erdirip Türklük ve Müslümanlık bağlarını kuvvetlendirir
XX. yüzyıl başlarından itibaren aydınlar arasında “Türk­çülük” ve İslâmcılık” cereyanlarının güçlenmesini sağlamıştı.
Rusya’da İsmail Gaspıra­lı, Azerbaycan’da Hasanbey Melikzade Zerdabî, Hüseyinzade Ali, Ahmet Ağaoğlu, Meh­met Emin Resulzade gibi aydınların, 1906-1917 yılları arasındaki Rusya Müslümanları Kongreleri’nin ve aynı zamanda Türkiye’deki “Millî Edebiyat”, dilde sadeleşme hareketleri­nin bu yakınlaşmada, kaynaşmada büyük rolü olmuştur

Ruslar I. Dünya Savaşı sırasında kendi kontrolleri altındaki Doğu Anadolu bölgesin­de savaş ve Ermeni komitelerinin sebep olduğu yağma, öldürme, kıtlık ve açlık karşısın­da Doğu Anadolu Türklerine, Azerbaycan Cemiyet-i Hayriyesi’nin “Kardaş Kömeği” olarak adlandırılan yardımlarını Rusya’daki siyasî kargaşa sebebiyle engelleye­memişti.

“Büyük Ermenistan” rü­yalarının tarihe karışmasını görünce hem Ermeniler hem de Ruslar, Türkiye-Azerbaycan yaklaşmasına daha fazla tahammül edemediler
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Bolşevikleşmemesi”, Sovyet-Türkiye yakınlaşmasının da sonunu getirdi
Ermenistan ve Gürcistan cumhuriyetleri içindeki Türkler sürgün edilerek bu cumhu­riyetlerde etnik temizlik yapıldı (II. Dünya Savaşı’ndan sonra Aħısħa Türkleri de bu bağ­lamda sürgün edildi)

1920’li yıllarda başlayan aydınları ortadan kaldırma hareketi 1937’ye doğru kitlesel bir kırgın hâlini aldı
On binlerce Azerbaycan aydını “rejim düşmanı” ithamı ve bahanesiyle ortadan kaldırıldı veya Sibirya’ya sürgün edildi
İran, XX. yüzyıl başlarında Rusya ve İngiltere’nin kontrolü altına girmeye mecbur olsa da 1924 yılına kadar iyi kötü bağımsız­lığını ve Türk kimliğini koruyabildi.
1924’te İngilizlerin de yardımı ile Rıza Han, Türk Ka­çar hanedanını tahttan uzaklaştırarak İran’ın kontrolünü eline geçirdi ve kendini şah ilan etti. Böylece 1924’ten sonra İran bir Türk devleti olmaktan çıktı; siyasî, kültürel yapısında tamamen Farsların hâkim olduğu bir devlet hâline geldi
1924-1979 arasında İran’da Türkçe eğitim ve matbuat ta­mamen yasaklandı. Hâlen İran’da sıkı bir sansür uygulanmaktadır
Türkiye’de kullanılan terim­de “Azerî”ler, açıkladığımız gibi Oğuz Türklerin bir boyu olarak nitelendirilir, İran resmî makamları ise “Azerî”leri, Türkleştirilmiş İran halklarından biri olarak kabul ederler

Geçmişte Sovyetler Birliği’nde, zamanımızda ise İran’da, hükûmetlerin bu kasıtlı yaklaşımları, sözü edilen yörelerde Azerbaycan Türkleri arasında gittikçe yaygınlaşan “Türklük” bilincin ileride yol açacağından korkulan hareketleri önleme telaşıyla uygu­lamaya konulmuştur

1991’deki yeni bağımsızlık döneminden sonra Azerbaycan’ın önderi Haydar Aliyev’in “Biz bir millet iki devletiz!” sözleriyle bu konudaki kargaşaya resmen son ve­rilmiş bulunmaktadır

XIX(19). Yüzyılın Başlarında Azerbaycan
Asrın başlangıcında Güney Kafkasya ve Azerbaycan, siyasî ve idarî bakımdan tam bir kar­gaşa içerisindeydi. Osmanlılar Kafkasya’daki hâkimiyetlerini kaybetmişti
1747’te İran’da Afşar Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Kuzey Azerbaycan üzerindeki İran Türk dev­letinin nüfuzu zayıflamış, yerel beyler bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan’da 10 “han­lık” (beylik) bir tane sultanlık ortaya çıkmıştı
Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’da bazı kavim­ler arasında ise ufak, feodal karakterde idarî-siyasî teşekküller vardı
XIX. yüzyılda Ermenilerin bölgede bir devleti yoktu. Gürcülerin ise merkezi Tiflis olmak üzere küçük bir krallığı bulunuyordu
İran’ın baskılarından bunalan Gürcü yönetici­leri, 1783’te Rusya’nın himayesine girmeyi tercih ettiler,Gürcü kra­lı ölünce devlet tamamen Rusya’ya katılacaktı. 1801’de Gürcü kıralı öldü, Ruslar savaşma­dan Gürcistan’a yerleşti
Tiflis’te askerler için kışlalar, yönetim için büyük bina­lar yaptılar. Yollar güvenlik altına alındı, yeni okullar açıldı, ticaret gelişti. Bu tarihten son­ra Kafkasya’da geleneksel hayat tarzı hızla değişmeye başladı

1804’te Gence Hanlığı, kanlı bir savaştan sonra Rusların eline geçti. Bunu diğer hanlık­lar izledi. Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Azerbaycan hanlıklarının arasında devam edip giden hâkimiyet mücadeleleri, çeşitli ihtilaflar, bu hanlıkları siyasî, iktisadî ve askerî bakımdan bir hayli zayıflamıştı

Azerbaycan hanlıkları, Ruslarla birçok kere savaştılar ama, onları durduracak güce sa­hip değillerdi. Ruslar bölgedeki kesin hâkimiyet için Kacar Türk hanedanının yönetimin­deki İran’la ve Türkiye’yle birçok kere savaştı. İran’la yapılan Gülistan anlaşmasıyla (1813) Azerbaycan ikiye bölündü
1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra Rusya’da ortaya çıkan karga­şalık sırasında, Türkiye’nin de yardımıyla 28 Mayıs 1918’de Millî Azerbaycan Cumhuriyeti kurulduysa da 28 Nisan 1920’de Bolşevikler Azerbaycan’ı ele geçirerek Azerbaycan’da Rus hâkimiyetini tekrar kurdular. 1991 yılında, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle de Azerbaycan yeniden istiklaline kavuştu.

Güney Azerbaycan’da Şeyh Muhammed Hıyabanî (1920) ve Mir Cefer Pişeverî’nin (1944-45) kurdukları millî hükûmetler ise uzun ömürlü olmadı
Rus yönetimi Kafkasya’daki Müslümanları “Şiî” ve “Sünnî” olmak üzere resmen iki ayrı dinî idareye bölerek, Şiîlerin reisine “Şeyhülislâm” Sünnîlerin reisine de “Müfti” un­vanı verdi.böylece dinî hareketleri, medreselerdeki eğitimi kontrol altına aldılar, Müslümanlar arasındaki mezhep ayrımını kışkırtma imkânı elde ettiler.
1850-60 yılları arasında Azerbaycan’da ticaret iyice gelişti, Kafkasya ve Azerbaycan’da yeni yollar yapıldı, birçok yere demiryolu döşendi
Azerbaycan’ın birçok yerlerinde, daha çok “bey”lerin düşük ücretle çalıştırdığı köylüler sayesinde pa­muk ve tütün ekilen sahalar genişletildi, üretim arttı. O yıllarda süratle gelişen Rus kapi­talizmi, Azerbaycan’a uzanmış, birçok yerde Ruslar tarafından fabrikalar, imalathâneler açılmıştı
1850’lerden sonra Bakû şehri hızla gelişti, Kafkasya’nın önemli kültür ve mede­niyet merkezi oldu. Bu gelişmenin asıl kaynağı petrol sanayii idi, Rusya’nın İran’a ve Orta Asya memleketlerine ulaşan deniz yollarının üzerinde bir liman şehri olması da Bakû’nun gelişmesine etki etti, şehir kısa zamanda transit mal taşımacılığında önemi bir merkez oldu

Rus işgaliyle Kafkasya ve Azerbaycan’da önce değişim, ardından da “modernleşme” başladı, Çarlık idaresi 1802’den itibaren bu şehirde mülkî ve askerî mektepler açtı. 1820’de “Tiflisskié Védomosti”(Tiflis Haberleri) adında Rusça gazete neşredildi, matba­alar kuruldu
XIX. yüzyıl başlarında Tiflis’e dünyanın birçok yerlerinden seyyahlar, yazarlar, devlet adamları gelmeye başladı, 1825’de Rusya’da “Dekabristler İsyanı”adı verilen de­mokratik ayaklanmadan sonra bazı ihtilalciler, 1828’de bu şehre sürülmüştü. Bunlar ara­sında Doğu Avrupalı aydınlar, subaylar da vardı.
Çarlık hükûmeti, bazı siyasî suçluları Sibirya’ya sürgüne gönderiyor bir kısmını da Kafkasya’da ikamete mecbur ediyordu. Tiflis; inkılâpçı, ihtilalci, hürriyet taraftarı, demokratik ideallere bağlı aydınlarla, bürokratlarla, subaylarla dolup taşıyordu.

Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri

Kafkasya’daki ilk Rus okulu 1802’de Tiflis’te açıldı. 1829’da bu okul sadece aristokrat aile çocuklarının okuduğu “gimnaziya”ya çevrildi, Halktan kimselerin bu mektepte okumala­rı imkânsızdı. Okutulan dersler; Grekçe, Latince, din, matematik, fizik, kimya, tarih, coğ­rafya vs. idi. Bunların yanında tabiî ki Rusça da önemli bir yer tutuyordu
XIX. asırda da bu bölgede gayr-i müslimlerin; Gürcü, Ermeni, Yahudi ve Dağıstanlı halkların, kendi aralarındaki tabiî konuşma dili, ticaret ve seyahat sırasında kullanılan an­laşma vasıtası (Lingua Franca), Azerbaycan Türkçesi idi. Ruslar, Azerbay­can Türkçesi’nin öğrenilmesine önem verdiler. Zamanla bu ortak iletişim dili, Rusça oldu

Azerbaycan’da Ruslar tarafından ilk resmî okul, 1830’da “Şuşa Realni Mektebi” adıy­la açıldı. Bunu 1831’de Nuha (Şeki), 1832’de Bakû, 1833’de Gence ve 1837’de Şamahı ve Nahçivan şehirlerinde açılanlar izledi.
Buraları bitiren çocuklar orta tah­sillerine “Rus” mekteplerinde devam edebileceklerdi.

Azerbaycan’da ilk kız mektebi 1847’de Şamahı’da açıldı. Rusların, kendi emelleri doğ­rultusunda “Ruslaştırma”, “Hristiyanlaştırma” ve “sâdık memurlar” yetiştirme siyaseti ta­kip ettiği bu gibi mekteplere halk, çocuklarını vermek istemiyordu.bu yüzden Müslüman öğrenci azdı. Halkın bu okullara tepkisi zamanla giderek azalmaya başladı.
Rus yönetimi, 1912’den önce, Türklerin kendi dillerinde eğitim yapan okulların açılma­sına resmen izin vermedi, “Usul-i Cedid” okulların hemen tamamı, Rus yönetimi naza­rında medreselere bağlı dinî mekteplerdi ve buraları valiye bağlı “Müfti” ve “Şeyhülislâm” aracılığıyla denetleniyordu.
Rus okullarının açılışıyla hemen hemen aynı yıllara rastlayan bu özel mekteplerin yay­gınlaşmasının sebebi, medreselerde okuyan bazı ileri görüşlü aydınların, asrın ihtiyaçla­rına cevap verebilecek, din dışı derslerin de okutulacağı okulların yokluğunu hissederler
Özel okul açanların birçoğu, İsmail Gaspıralı’nın “Usul-i Cedid” adı verilen eğitim görüşlerinden, İslâm dünyasındaki yenilikçi düşüncelerden -özellikle Türkiye’den- Avrupa’daki ilmî keşiflerden haberdardı.
“Usul-i Cedid”de; Rusça, tarih, coğrafya, ma­tematik, ahlâk dersleri de okutulmakta, bu yeni dersler için hususî kitaplar yazılmakta, okuma kitapları (antolojiler) tertip edilmekteydi

Kendi evlerinin bir odasında veya maddî durumu müsait olanlar özel bir yer kiralayarak, orada para karşılığında çocukları okutuyorlardı. Bu iş iyice yerleştikten sonra, Rus okullarından mezun olanların da mektep açtığı, tek odalı sınıflardan özel okullara geçildiği, derslerin de ayrı ayrı hocalar tarafın­dan okutulduğu görülür
“mektepdârlık” (hususî mektep açıp öğretmenlik etme) edenlerin birçoğu halk arasında ilmî şahsiyeti ve ahlâkı ile tanınmış kimseler olduğu için tutucu ve câhil kimselerin engel­lemeleri uzun zaman sürmemiş, halk çocuklarını bu tarz mekteplere göndermeye başla­mıştı.
resmî Rus okullarına gidenlerin sayısı da artar Rusça öğrenmenin ihti­yaç olduğu kabul edilmiş,dinî bakımdan günah olmadığı anlaşılmıştı.
XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yaygınlaşan “Usul-i Cedit” mekteplerde birçok “Maarifçi” aydın yetiştirdi; XIX. asra hâkim aklî düşüncelerin, cemiyet, din ve insan anlayışının tesiri ve cazibesiyle, hura­felere, eski dünya görüşüne, cehalete, zulme ve haksızlığa karşı mücadeleye başladı
çok az bir kısım, biraz da dıştan gelen etkilerle, İslâm dinini, Şarktaki geri kalmışlı­ğın sebebi olarak algıladı. Bunda o zaman Rus aydınları arasındaki “nihilist” ve pozitivist düşüncelerin, misyonerlerin yaptığı yoğun propagandanın da rolü vardır.

Azerbaycan aydınları üzerinde, Türkiye’deki yenilikçi dü­şüncelerin, Rusya’da Çar’ın yetkilerinin sınırlandırılmasını, ülkede meşrutiyet idaresi­nin kurulmasını isteyen “Dekabristler”in, dünya bilim hayatında çığır açan gelişmele­rin, siyasî, sosyal ve iktisadî sahalardaki büyük değişikliklerin küçümsenmeyecek etkileri vardı.
Azerbaycan aydınlarından Abbasġuluağa Bakıhanof Ġüdsî, Mirze Feteli Ahundzade, Mirze Şefi Vâzıh ve başkaları Dekabristleri, Tiflis’te yakından tanımış, onlarla dostluk etmişti.

“Maarifçi”lerin karakteristik bir yanı da hürriyetçi ve halkçı düşüncelere sahip olmala­rıdır. Halkın eğitilmesi, cehâletten kurtarılması, gelecekte kendi kendini idâre etmeye ha­zırlanması, onların programının temelini oluşturur

Dekabristler: Rus Çarının yetkilerinin sınırlanmasını ve Rusyanın meşrutî monarşizmle idare edilmesini isteyen hürriyetçi, demokrat düşüncelere sahip asker ve aydınlar 14 Aralık 1825’te ayaklandılar fakat, başarılı olamadılar; liderleri öldürüldü, birçoğu sürgüne gönderildi. Onların ideallerini paylaşanlara “Debabrist” denilmektedir


KUZEY BATI VE KUZEY DOĞU TÜRKLERİ

Bu guruba Kırım Tatarları, İdil-Ural Tatarları, Sibirya Tatarları, Karaylar, Başkurtlar, Ku­muklar, Karaçay Balkarlar, Noğaylar, Kazaklar, Kırgızlar vd. dâhildir
Tarihin en eski çağlarından itibaren Ukrayna, Kırım, İdil-Ural bölgesinden doğuya Çin ve Moğolistan sınırlarına kadar uzanan geniş topraklar, Sakalar, Hunlar döneminden başlayarak, Avar, Hazar, Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman, Kıpçak, Türk-Moğol İmparatorlu­ğu, Altın Ordu gibi çeşitli devletleri kuran Türk halklarının ana yurdu olmuştur

Kuzeydoğu Asya’dan doğu Avrupa’ya uzanan topraklara hâkim güçlü Altın Ordu (1223-1506), devletinin Timur tarafından yıkılması, Timur’un ölümünden sonra da bü­yük Türk imparatorluğunun oğulları arasında parçalanması, sürekli taht kavgaları, ana yurt Türkistan’da ve ona tâbi eski Altın Ordu topraklarında küçük devletlerin, hanlık­ların ve beyliklerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Kı­rım Hanlığı (1426-1783), Özbek Hanlığı (1428-1599), Kazan Hanlığı (1437-1552), Ka­sım Hanlığı (1450-1681), Sibir Hanlığı (1464-1598), Astarhan Hanlığı (1466-1556), No­gay Ordası (14. yy. sonları-1604), Büyük Kazak Ordası (1520-1724), Küçük Cüz Kazakla­rı (1718 1845), Orta Cüz Kazakları (1750-1845), Uluğ Cüz Kazakları (1750-1845), Bükey Orda (1801-1845)

Tatarlar, Başkurtlar
Sıraladığımız çeşitli Türk boyların ait bu devletler, 1552’de İdil-Ural bölgesindeki Kazan Hanlığı’nın Korkunç İvan tarafından yıkılmasından XIX. yüzyılın sonlarına kadar doğuya ve güneydoğuya doğru sürekli genişleyen Rus istilasıyla karşılaşarak ardı ardına egemen­liklerini kaybetti.Rus yönetimi altında yaşamaya mecbur kaldılar.

Ruslar kendilerine Türk-Moğol ve Altın Ordu dönemlerinde hâkim olan Türk boylarından hınç ve kinle intikam aldılar. Hâlbuki Altın Ordu hâkim olduğu dönem­lerde, Ruslara dinî açıdan hiçbir baskı uygulanmamış, Rus sosyal ve kültürel hayatına do­kunulmamış, onlardan sadece vergi ve haraç alınmıştı.( bkz.İsmail Gaspıralı 1881’de Rusça yazdığı “Rusya Müslümanları” adlı eserinde Tatarların bu tavrını özellikle belirtir)
İsmail Gaspıralı, dönemindeki ağır sansürü göz önünde tutarak yazdığı “Rusya Müslümanları”nda, Rus hükûmetinden kendi vatandaşları olan Müslümanları-Tatarları asimile etme siyasetinden vazgeçmesi teklifinde bulunur buna rağmen rağmen, Rus yö­netimi asimilasyondan vazgeçmez.
Kazan’ın düşmesiyle birlikte Ruslar, katı haçlı ruhuyla hareket ederek, gayet büyük baskılar ve katliamlarla onları Hrıstiyan­laştırmaya (Ortodokslaştırmaya), Ruslaştırmaya başladılar.

Rus yönetimi ve din adamlarına göre İslâmiyet bir din değildi, Müslümanlar “pagan” (putperest) ve camileri de “puthane idi”
camiler, medreseler yıkıldı, din adamlarını öldürüldü, Tatarlara, Başkurt­lara ait maddî-manevî kültür mirası, yazma kitaplar, Müslümanların siyasî, sosyal, dinî kurumları yok edildi, Tatarların büyük bir kısmı bulundukları şehirlerden, verimli topraklardan kovulup çıkarıldı, boşalan verimli topraklar Rus aristokratlarına, manastırlara ve Rusya içlerinden kölelikten kurtulma vaadiyle göç ettirilen Rus köylüle­rine ve diğer bazı Hristiyanlara tahsis edildi
İmparatoriçe Anna’nın 1731 tarihli “ukaz”ıyla [fermanıyla] önlemler daha da ağırlaştırıldı. Yeni karar Müslüman kalmakta direnen Tatarları, Hristiyanlığı kabul ederek vergiden ve as­kerlikten bağışık tutulmuş kardeşlerinin yerine vergi ödemeye ve askerlik yapmaya zorluyor­du.
Hristiyanlaştırılmış Tatarlar ortaya çıktı. Kreşin denilen bu toplulu­ğun bir kısmı zamanla dilini ve kültürünü tamamen kaybederek Ruslaştı, Kimlikleri­ni tam olarak kaybetmeyenler ise, XIX. asrın başlarından itibaren bütün İdil-Ural bölge­sinde görülen İslâmiyetin yeniden güç kazanmasına bağlı olarak İslâm’a dönmeye başla­dı.1906’dan sonra Çarlık baskısının hafiflemesi üzerine, mahkeme­lere müracaat ederek İslâm dinine dönenler vardı.1522’den 1760’lara kadar büyük baskılarla süren, 1917’ye kadar devam eden bu asimilasyon hareketleri Tatarla­rın üzerinde etkilidir. Eski Kıpçak yurdunda, birbirine denk olmayan güçler arasında cereyan eden bu haçlı savaşı, Tatarların İslâmiyete sıkıca sarılmalarına ve ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçasının “İslâmiyet” olmasına sebep oldu
Rus esaretinden kurtulabilmek için sürekli doğuya doğru göç eden Tatarlar, zaman­la Rusya ile Türkistan arasında ticarete aracılık etmeye başladılar
Rus kraliçesi II. Katerina, 1763 ve 1776 yılları arasında Tatarların durumunu yumuşatan, onlara Rusya içinde de serbest ticaret imkânı sağlayan, bazı kanunlar, kararnameler yayımladı, Tatarların Kazak bozkırında ve Güneybatı Türkistan’da ticaret kolonileri kurmalarını kolaylaştırdı
Rus yönetimini bir hayli sarsan, Tatar ve Başkurtların da desteklediği Puga­çev (1773-1774) ayaklanması sırasındaki gelişmelerden korkuya kapılan Ortodoks kilise­sinin “Kutsal Sinod”u da Müslümanlar üzerindeki baskının hafifletilmesinden yana tavır aldı. 1773’te “Dinî Hoşgörü” fermanı yayımlandı.
Rusların kendi siyasî ve iktisadî çıkarlarını gözeterek XVIII. yüzyıl ortalarında Müs­lümanlar hakkındaki tavırlarını yumuşatmaları, doğu-batı ticaretinde Tatar tüccarları­nın iyice zenginleşmesine, Türkistan (Buhara) medreselerine öğrenciler göndermelerine ve Çarlık Rusya’sının değişik yerlerinde özellikle İdil-Ural bölgesinde ca­miler, medreseler yaptırıp din adamlarını himaye eden birer “mesen” olmalarına imkân hazırladı.
Dağıstan ve batı Türkistan medreselerine gidebilen ve oralarda dinî tahsil yapan Tatar­lar Buhara, Semerkant medreselerinde skolastik düşünceyle karşılaştılar
Arapça, Farsça öğrendiler, günlük pratiklerle ilgili dinî bilgiler edindiler

İstanbul, Kahire, Mekke, Medine gibi şehirlerde oku­yanlar ise Türkistan medreselerine göre dahi ileri seviyede olan Türk-Arap medreselerin­de görüp öğrendiklerini, XVIII. asrın sonları ve XIX. asrın başlarından itibaren İdil-Ural bölgesinde, sayıları gittikçe çoğalan medreselerde yaymaya başladılar.
Türkistan medreselerindeki skolastik düşünceyi eleştiren ve “içtihat” anlayışını, akılcı düşünceyi yeniden İslam toplumuna hatırlatmaya, onu uygulamaya başlayan din adamları;

Abdunnasır Kursevî (1776-1813), Şıhabüddin Mercanî (1818-1889), Arif Sayranî, Ni­zameddin El-Kuruçî
Türkistan’la yakın ilişkiler, İdil-Ural bölgesinde tarikatleri ve tasavvuf düşüncesini de güçlendirdi, XIX. yüzyılda bütün İdil-Ural bölgesinde, hem Tatarlar hem de Başkurtlar arasında, kaynağı Türkistan olan ve kökleri İran sûfîlerine, özellikle Türk dervişleri Ahmet Yesevî ve Süleyman Bakırganî’ye kadar uzanan tarikatler, özellikle Nakşibendi tarikati bir hayli yaygındır ve “hikmet” tarzı dinî-ahlakî şiirler halk arasında sevilerek okunmuştur
Türkiye’den de Kemal Ümmî (?-1475)’nin bu bölgelerde çok sevildiğini belirtmek gerekir.
Sufî şairlerin dili tabiî olarak Çağatay Türkçesine yakındır ama, zamanla bu tarz eserlerin dilinde de mahallîleşme yani Tatarca veya Başkurtçaya (kısmen Kazak­çaya) doğru bir gelişim görülür

*sufi şairler, hangi Türk halkına mensup olurlarsa olsunlar Kırım’da, İdil-Ural bölgesinde Ta­tarlar, Başkurtlar arasında değil batıdaki bazı Kazaklar arasında da sevilerek okunmuşlar­dır.Bunlar arasında;
Tacetdin Yalçıkul [Yahşıkul], Ebilmenih Kargalı, Hibatulla Salıhov, Şemsetdin Zeki, Şeyh Zeynullah Resuli (1833-1917) sayılabilir


Gabd­rehim Utız [Abdürrahim Otuz] İmeni (1754-1834)
Sosyal ve dinî hayattaki bozuklukları eleştirme mutasavvıf şair ve din âlimi
10 yıl Buhara’da okuyan (1788-1799), Afganistan’da bulunup ülkesine dönen, yeni içtihatların gerekli olduğunu ileri sürdü, din adamlarının cehaletini ve ahlakî zaaflarını eleştirdi, cehalete karşı çıktı
halkı bilim ve sanat öğrenmeye, kız erkek ayrı­mı yapmadan çocuklarını okutmaya ve Rusça öğrenmeye davet etti
Sufî Allahyar’ın Çağatay Türkçesiyle Sebatü’l-Gacizîn [Âcizin] ve Farsça Muradü’l-Garifin [Ârifîn] adlı eserlerine Arapça şerhler yazdı
Karısı Hamide’nin ölümü sebebiyle 1789’da yazdığı iki mersiye, Tatar edebiyatında sıradan bir insan, bir kadın hakkında yazılan ilk mersiye samimi duyguları yansıtır
Tacetdin Yalçıkul (1768-1838)
Sufî şairler arasında babasının hac seyahati sebebiyle Dağıstan Azerbaycan üzerin­den Türkiye’ye gelen ve önce Diyarbakır’da sonra İstanbul’da iki yıl tahsil
uzun yıllar Rusya’nın bazı bölgelerinde medreselerde hocalık yapar,
Şiirlerinden başka dinî, ahlakî eserleri de vardır; Sebatü’l-Âcizîn için yazdı­ğı ve kızı Azize’nin ismini verdiği Risale-i Gazize adlı şerh çok meşhurdur

Ebilmenih Kargalı (1782-1833)
Buhara’da tahsilini, 1816 yılın­da Buhara emirinin Türkiye’ye gönderdiği elçilik heyetinde görev alır, İstanbul’dan Hacca giderek memleketi Kargalı’ya döner.
“Terceme-i Hacı Ebilmenihadlı eserinde bir kısmını Hac ziyaretinde yazdığı tahmin edilen münacat, kasideler, manzum hikâyeler bulunur

Hibetulla Salıhov (1794-1867)
Tuhfetü’l-Evlad;manzumesinde Arapçanın fonetik özelliklerinden (Tecvid’ten) söz eder.
Mecmagı’l-Edeb [Mecmaü’l-Edeb];adlı dinî-ahlakî eserinde şeyh ve mürit olmanın şartlarından söz eder.Bu eserinde lirik şiirleri, üstadı Devletşa İşan’ın ölümü hakkında yazdığı iki mersiyede de yer alır
Diğer manzumelerin­de de sosyal bozukluklardan, adaletsizlikten, zenginlerin veya soyluların halka yaptıkları haksızlıktan, eziyetten, hocaların, şeyhlerin menfaat-perestliklerinden söz edilir

*Şemsetdin Zeki (1822-1865)
Doğuştan kördür, Orenburg bölgesinde Zek çayının ya­kınında bir köyde doğduğu için Zekî olarak anılır
Kazan’a gider Gölboyu Medresesi’nde okur. Birkaç yıl sonra bilgili bir hoca olarak dersler vermeye başlar ama, öğrencilere tar­tışmayı, mantıkla hareket etmeyi tavsiye ettiğinden medreseden kovulur
İyi derecede Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1865’te Hac­ca giderken Taganrog şehrinde vefat eder.
Tatarca yazdığı lirik ve mistik gazelleri halk ara­sında büyük bir şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde felsefî derinlik, incelik, akıcı bir dil dikka­ti çeker. Fuzulî’ye nazireler yazmıştır.


Kırım Tatarları
1475’de Osmanlı devletine bağlı bir hâle gelmesi, Türkiye ile siyasî, iktisadî, kültürel ya­kın ilişkilerin uzun zaman devam etmesi doğal olarak Kırım’ın Osmanlı kültürüyle yakın­laşmasına ve hatta bütünleşmesine zemin hazırlar, Çağatay Türkçesi’nin yerini yazı ve edebiyat dili olarak Osmanlı Türkçesi alır
Rusların İdil-Ural bölgesindeki Hristiyanlaştırma, Rus­laştırmanın hareketlerinin yıkıcılığına şahit olan Kırımlılar, dalgalar hâlinde “Ak Toprak­lar” [Hak Topraklar] dedikleri Türkiye’ye göç etmeye başlar
Kırım’ın Türk nüfusu gittik­çe azalır ve XIX. yüzyıla gelinceye kadar Türkiye ve İdil-Ural bölgesiyle ilişkileri de eskiye göre epeyce zayıflar.
1853-1856 yılları arasında Fransız ve İngilizlerin de katılımıyla Kırım’da sürüp giden Osmanlı-Rus Savaşı, aradaki maddî, manevî bağların yenilenmesine hizmet eder.Rusya’da 1860’lı yıllardan itibaren yeni bir Hris­tiyanlaştırma siyaseti yürürlüğe konulur.Kırım’daki modernleşme hareketleri İsmail Gaspıralı’nın 1881’de yayımlanan Rusya Müslümanları adlı eseriyle ve 1883’te Bahçesaray’da yayımlamaya başla­dığı Tercüman gazetesiyle başlar
Gaspıralı’nın 1884 yılından itibaren okuma-yazma kur­suyla başlattığı eğitim faaliyetleri gittikçe genişler, çok geçmeden bütün Rusya Müslüman­ları arasında “Usul-i Cedid” eğitim olarak adlandırılan bir “maarif ” hareketine dönüşür
1905 Rus meşrutiyetinden sonraki serbestlik ortamında Kırım’da da yeni gazeteler, ki­taplar yayımlanır
1917 devriminden sonra milliyetçi Kırım Türklerinin kurdukları hükûmet Bol­şevikler tarafından yıkılır, başkanı Numan Çelebi Cihan kurşuna dizilir .I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Kırım, sırasıyla Almanlar, ardından Beyaz Ruslar ve tek­rar Bolşeviklerin eline geçer.İsmail Gaspıralı’nın çizdiği yoldan ilerleyerek, Türkiye Türkçesine epeyce yaklaş­mış olan Kırım Tatar edebî dili, Sovyet döneminde, 1920’li yılların sonlarından itibaren Kırım’ın iç kısımlarında konuşulan ağızlara doğru yönlendirilerek “ortak edebî dil”den uzaklaştırılır.
II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru 18 Mart 1944’te Kırım Türkleri Kazakistan ve Özbekistan’a sürgün edilir. Sürgün edilenler yolda ve ulaştıkları yerlerde açlıktan, bakım­sızlık ve hastalıktan büyük kayıplar verir. Gaspıralı’dan itibaren oluşan modern kültür büyük öl­çüde yok edilir.
Kırım Türkçesi sosyal hayatta 13 yıl boyunca, yazı ve edebiyat dili olarak kullanılamaz. Stalin’in ölümünden sonra 1957’de Özbekistan’da Lenin Bayrağıadlı gaze­te ile 1976’da da Yıldız adlı derginin çıkartılmasına izin verilir
1991 yı­lından sonra sürgün edilenlerin bir kısmı (2011’de tahminen 250,000 kişi), Kırım’a döne­rek orada bu yeniden doğuş hareketini devam ettirir. Türkiye ile tekrar yakın ilişkiler ku­rulur. Kırım Tatarları hâlen Kiril harflerini kullanmaktadır ama, zaman zaman Latin alfa­besiyle de süreli yayın veya kitap basılmaktadır


Kazaklar
Kazakistan’da Rus istilası yaklaşık olarak 1731 yılında başlayıp 1869’da sona erdi. Bir müd­det Kazak feodal yöneticilerinin (beylerin) işbaşında kalmalarına izin verilse de sonraları yönetim tamamen Ruslara geçti
XIX. asrın başlarında İdil-Ural medreselerinde yetişen din adamlarının veya belli se­viyeye gelmiş medrese öğrencilerinin, yaz mevsiminde Kazaklar arasına yayılarak imam­lık ve öğretmenlik yapması âdet hâline gelmişti
Kazan’da 1830’lu yıllardan son­ra Kazan, İstanbul, Kahire gibi şehirlerde basılan dinî, edebî, tarihî kitapların bu gezgin hocalar, tüccarlar veya İstanbul üzerinden Hac ziyaretinden dönen kafileler tarafından Kazak bozkırına sokulması, Kazaklar arasında da yeni fikir­lerin yayılmasına hizmet etti.
XX. yüzyıl başlarından itibaren ise “Usul-i Cedid” medreseler, (Kazan, Ufa, Troysk, Omsk gibi şehir­lerde) aynı zamanda Kazak aydınlarını yetiştiren merkezler hâline geldi
iyi sevi­yede eğitim verenler;
Kazan ;Medrese-i Muhammediye Ufa ;Medrese-i Aliye [Medrese-i Gali­ye](Türk hocalar da bulunur)
Orenburg ;Medrese-i Hüseyniye Troysk;Medrese-i Resuliye
1789’da Orenburg’ta açılan mektepte tercümanlık ve mütercimlik okuyan öğrenciler arasında Kazaklar da vardı.
1825’te Orenburg’ta ve 1846’ta Omsk şehrinde açılan askerî okullarda Kazak soylula­rının bazı çocukları da okumaya başladı. Bu okullardan mezun olan Kazaklar, Rus yö­netiminde çeşitli memurluklarda görev aldı
1841’de Bökey Orda’da, Cihangir Han, “kendi ordasında ilk defa Türkçe ve Rusça asrî bir mektep açtı. Oğullarıyla birlikte sekiz Kazak çocuğunu Orenburg Neployev Askerî (Kadet) Mektebi’ne verdi
Ruslar’ın II. Katerina devrindeki yumuşak tavırları çok sürmez 1860’lı yıllardan sonra asimilasyon siyasetine geri dönerler, Ka­zak bozkırında Rus harfleriyle Kazakçanın da okutulduğu resmî okulların sayısı artar
Rus okullarında Kazakça XVIII. yüzyılda general Skalon’un hazırladığı Rus harfli “Alfabe”yle okutulmakta idi. 1870’li yıllardan itibaren misyoner papaz ve Türkolog Nikolay İlminski (1822-1891)’nin yine Rus-Kiril harflerine dayanarak yazdığı “Kendi Kendine Rusça” adlı kitap kullanılmaya başlar
XVI. yüzyıl başlarındaki son Moğol istilası (Kalmukların istilası, devletlerinin adı Cungar Hanlığı idi.) başka sebepleriyle birlikte Budizmle Müs­lümanlık arasındaki bir din savaşına dönüşmüş, bu savaşta özellikle Kazaklar İslâmiyeti ve Türkistan’ı savunmuştu
Tarihlerinde Aktaban Şuburundu olarak anılan bu dönem­de Kazaklar, büyük kayıplar vermiş, çok acı günler yaşamıştı
(Aktban Şuburundu (veya Şubrındı): 1723-1727 yılları arasındaki Kalmuk saldırılarında Kazaklar büyük bozguna uğradılar, güneye doğru kaçtılar. Bu zor dönem, “yalın ayakla koşmaktan, tabanlarda yara açılması ve kemiğin ortaya çıkması” anlamında gelen bu deyimle ifade edilir oldu )
olayları Ka­zak halk hikâyelerine ve kahramanlık destanlarına da yansımıştı. Bu mücadeleye konu olan bazı Kazak kahramanlık destanları açıkça “Gazavatname” özelliği taşımaktadır
Rus yönetimi, özellikle de papaz İlminski, Kazakları tam manasıyla “Müslüman” saymak istememiştir
İlminski’nin yaygınlaştırdığı ve bir sisteme oturttuğu Türk halklarının dilleri­ni Kiril-Rus alfabesiyle yazma geleneği, tarihte derin izler bıraktı
*Şokan (veya Çokan) Velihanov (1835-1865)
Rus askerî okulların­da yetişen, Cengiz Han’ın soyundan gelir, tarih, coğrafya, etnografya vs. gibi konulardaki bilimsel, orijinal ve objektif araştırmala­rını Rusça olarak yayımlar
Manas Destanı’nın bir kısmını derleyip Rusçasıy­la birlikte yayımlayarak, bu destanı bilim dünyasına tanıtması, edebiyat alanındaki en de­ğerli çalışmasıdır
Kuzeydoğu Türklüğünün tarih ve etnografyası hakkındaki makaleleri; bu bölgenin ve Doğu Türkistan’ın bazı yöreleri hakkında –tarih, beşerî ve fizikî coğrafya başta olmak üzere– çok yönlü araştırmaları, ona büyük bir şöhret ve itibar kazandırmıştır.
Ruslarla kültürel bütünleşmeden yana olmuş, fakat katıldığı bir sa­vaşta Rus askerlerinin sivil ahaliye acımasızca saldırıları onu cinnet geçirme noktasına ge­tirmiş, hayal kırıklığı içinde ölmüştür

*Ibıray (İbrahim) Altınsarin (1841- 1889)
Kazaklar arasında yeni okullar açılarak modern eğitimin yaygınlaştırılması; ilk ders kitaplarının ve modern edebiyatın ilk örneklerinin yazılması, Kazakça’nın edebî dil ola­rak işlenmesi hizmetleri bakımından önemlidir
misyoner İlminski’nin görüşlerinden etkilenerek Kazakların kendilerini geliştirmelerine, çağa ayak uydurmalarına Rusların imkân sağlayacağını sanıyordu.Bozkırda Rusça-Kazakça eğitim yapacak okulların açılmasında var gücüyle çalıştı,
Çağataycayı yazı dili olarak kullanan Kazakların kendi ana dilleriyle eğitim yapmalarının, resmî yazışmalarda ve edebî eserlerde Kazakçayı kullanmalarının gerek­li olduğunu ileri sürdü ve bu işte de başarı sağladı
İlminski’nin etkisiyle Arap harfleriyle ve önce Kuran okumayla başlayan eğitimin Kazaklar için zaman kaybına sebep olduğunu, bu yüzden Rus-Kazak mekteplerinde okutulmak üzere Rus-Kiril alfabesini kullanarak bir 1879’da Kirgizkaya Hrestomatiya (Kazakça Okuma Kitabı) ile Kazaktarga Orıs Tilin Üyretüvdin Bastavış Ku­ralı (Kazaklara Rusçayı Öğretmenin Temel Kuralı) adlı ders kitaplarını yazmıştır
Misyonerlere karşı tavır alarak Kazaklara İslâmın esaslarını kendi dilleriyle anlatan;

Şeraitü’l-İslâm-Musılmanlıktın Tutkası (1884) adlı bir ilmihal kitabı
Kazakça Okuma Kitabı’nı da bu sefer Arap harfleriyle, biraz kısaltarak Maktubat adıyla tekrar yayımlamıştır (1889).
Sosyal, ahlakî konularda, halk şiiri nazım şekillerinden ve geleneğinden uzaklaşma­dan ilk manzum hikâyeleri, masalları yazmış, başta Kirilov olmak üzere bazı Rus şair ve yazarlarından Kazak zevkine uygun çeviriler yaparak modern Kazak şiirinin ve nesrinin temelini atmıştır.
Ruslar XIX. yüzyılda Kazaklara “Kırgız”, Kırgızlara da “Kara Kırgız” diyordu



RUSYA TÜRKLERİNDE MİLLİ KİMLİK, MODERN EDEBİYAT, EDEBÎ DİL VE ALFABE MESELESİ

Çarlık yönetimi altındaki bütün Türk halkları arasında XIX. yy.’ın ortalarından itibaren önemli değişiklikler, gelişmeler görülür
Bu dönemde “İslamcılık” en önemli fikir ha­reketidir; hem kültürel hem de siyasî yanlarıyla geniş bir zümreyi etkisi altına almıştır Bu hareket, bünyesinde modernleşmeyi ve belli ölçüde “Türkçülüğü” (veya bazılarına göre kavimciliği) de barındırıyordu
Zamanla İslamcılık, XX. yüzyıl başlarından sonra siyasî yönleriyle, batılı emperyalistlere ve açıkça söylenemeyen Rus emperyalizmine karşı toplu bir mücadele aracına dönüştü.
İs­lam toplumlarının cehalet içinde bulunması, İslamcıları, eğitim hayatını topyekûn değiş­tirme ve reforma tâbi tutulma hedefine yöneltti.
Fransız Devrimi’nden sonra bütün dünyayı etkisi altına alan milliyetçi­lik cereyanı, XIX. asrın sonlarında bütün Türk dünyasında milli kimlik meselesi olarak et­kisini göstermeye başlamıştı
Bu mesele, Türkiye’de “Yeni Osmanlılar”la siyaset hayatımı­za girdi ve en meşhur temsilcisini Namık Kemal’de bularak “Osmanlıcılık” şeklinde orta­ya çıktı.
“Osmanlıcılar”, elbette ki hangi halkın, hangi soya mensup oldu­ğu çok iyi biliyorlardı ama, “millet” düşüncesinin imparatorluğu yıkacağını düşündüklerinden, demokratik hak ve hürriyetleri, kanun önünde eşit haklara sahip vatandaşlık kav­ramını öne çıkararak devletin Müslüman olan ve olmayan bütün vatandaşlarını “Osman­lılık” kimliği altında birleştirmeye çalıştılar.
Panslavizm cereyanı Rus devlet yönetiminde ve aydınlar arasında büyük destek buldu, Ortodoks kilisesi de bu cereyanı hararetle destekledi (Panslavizm: XIX. yüzyıl başlarında Slav halkları arasında gelişmeye başlayan, en basit şekilde Slav halklarının siyasî, kültürel birliğini kurmayı arzu eden düşünce)
İsmail Gaspıralı’nın önderlik ettiği bir Türkçülük ha­reketi 1880’li yılların başlarından itibaren ortaya çıktı. Gaspıralı Rus sansürünün baskı­sına rağmen millî kimlik, dil ve millî kültür hakkındaki düşüncelerini üstü örtülü bir şe­kilde açıklayabildi
XIX. asrın sonlarında İdil-Ural, Azerbaycan ve Kazak aydınları arasında özellikle mo­dern tarih araştırmalarının yol gösterdiği bir kimlik anlayışı şekillenmeye başladı
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Batılılaşmakprensiplerini düstur edin­miş Müsavat Partisi 1918’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurul­masında önemli rol oynamıştı, Bu düşünce Azerbaycan’ın milli bayrağında “mavi, yeşil ve kırmızı” renklerle ifadesini de bulmuştur
Türkçülük anlayışı, İsmail Gaspıralı’nın da büyük çabaları ve yol göstermesiyle İslam­cılıkla ve modernizmle iç içe gelişmişti
1920’li yılların sonlarına kadar Rusya Türkleri arasında İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikir­de, İşte Birlik”olarak formüle ettiği bu düşünceler oldukça geniş bir tabana sahipti
Gaspıralı, “Türklüğü” tek bir ulusal kimlik olarak düşünüyor, Osmanlıları, ve Çin Türklerini, Rusya’daki çeşitli Türk boylarını (Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen vs.) bu kim­lik çatısı altında bir “millet” hâline getirmeye çalışıyordu.
Kendisi de Tercüman gazetesini bu tek dille “sade İstanbul Türkçesi” ile çıkarmış, roman ve hikâyelerini de bu dille yazarak örnek göstermek istemişti
Tek kimlik ve bütün Türk halkları arasında ortak edebî dil ideali, epeyce taraftar bulmuş, Azerbaycan aydınları baş­ta;Hüseyinzade Ali Bey, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Resulzade olmak üzere onun bu ideallerine büyük destek vermiş, edebî dili Türkiye Türkçesiyle bütünleşecek noktaya ge­tirmişlerdi.
Özbek ceditçileri, Kazakların Alaş Orda önderleri vs. 1905’ten sonra Azerbaycan’da yayımlanan Hayat, İrşat, Terakki, Füyuzat, Şelale, İdil-Ural’da Vakit, ŞuraTürkistan’da Aynagibi süreli yayınlar da bu ideali desteklemişlerdi
Mahallî lehçelere ön­celik verseler de Fikir, Kazan Muhbiri, Ülfet, Mirat, Aykapgibi yayın organları Türk dün­yasında iş birliğini yürekten destekliyorlardı.
1905’ten sonra Rusya’da ortaya çıkan serbest ortamda, Fikir ve edebiyat hayatına atılan gençlerin bir kısmı za­ten İsmail Bey’in fikirleri ve etkisiyle yetişmişlerdi; fakat, Rus okullarından mezun bü­yük bir zümre, daha çok Rus muhitinin etkisi altında idi. Onlar millî kültürü ve millî ha­yatı Gaspıralı’dan farklı bir şekilde düşünüyorlardı
Modernleşmeye ve dönüşüme de ar­tık devrimci bir gözle bakıyor, Gaspıralı’yı ve onun gibi düşünenleri Çar hükûmetine kar­şı yumuşak davranmakla ve içte de “muhafazakâr” olmakla itham ediyorlardı
Halk yı­ğınlarını sınıf mücadelesine çekip bir an önce amaçlarına ulaşabilmek için de onlara “or­tak Türkçe” veya “edebî Türk dili” ile değil, o zamanki amaçlarına daha uygun olan pratik mahallî şivelerle hitap etmeyi tercih ediyorlardı
İsmail Bey’in bütün Türk dünyasını tek kimlik ve edebî dil çatısı al­tında toplama, çağdaş millî kültürle (modern edebiyat da bunun içinde) Türk boyları­nı birbirine yaklaştırma ve geliştirme projesi, uzak görüşlü olmayı başaramayan, döne­min “devrim” havasına kendilerini kaptırmış, Rusları hiç de iyi tanımayan bir kısım genç­ler tarafından baltalandı.
Sovyet hükûmeti ulusal kimlik ve “dil birliği”ne doğru gidişi bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpare Türk millî coğrafyasını da parça­ladı: Yeni halklar (milliyetler), yeni sınırlar çizilerek “vatanlar” ve her bir yeni “halk” için de “tarihler” (millî tarih-soy tarihi yerine mahallî coğrafyanın tarihi) icat edildi
Türkistan’da 1925 yılına kadar Bolşeviklere karşı direnen, bir ara önderliğini Enver Paşa’nın yaptığı Basmacılar da İslamcı-Türkçü ideallere sahipti.
Sovyetler 1920’lerde bu düşüncelerin aydınlar arasında bir hayli etkili olduğunu, La­tin harflerine geçme tasarılarının tartışılması için düzenledikleri 1926 Bakû Türkoloji Kurultayı’nda açıkça görmüşlerdi
1920’li yıllarda Sovyet önder­leri arasında bulunan Neriman Nerimanov, Sultan Galiyev gibi siyasetçilerin de kültürel açıdan bu düşüncelere yakın olmaları, Bolşevik yöneticileri iyice rahatsız etmiş’’ Türk” tehlikesini yok etmek için 1920-1937’ye kadar devam eden süre içinde bu düşüncelere sahip veya sempati besle­yen bütün aydınlar, ortadan kaldırılmıştı
“İç Rusya Müslümanları”nın ve “Türkistan Muhtariyeti”nin bütünlüğünü 1924’te bozarak bu bölgeleri hiç bir tarihî veya etnik gerçekliğe dayanmayan küçük cumhuriyetlere böldü­ler
(Bu konuda A. Benningsen-Lemercier C. Quelquejay’ın Stepte Ezan Sesleri: Sovyet Re­jimi Altındaki İslâmın 400 Yılı (Çev. Nezih Uzel, İstanbul, 1981) adlı eseriyle Olaf Carole’un “Sovyet İmparatorluğu: Sömürülen Topraklar, Sömürülen Milletler” (Çev. ZerhanYük­sel, 2 c., İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser, Yıl: ?) adlı eserine bakılabilir).

Alfabe konusuyla ciddi bir biçimde, ilk ilgilenen şahıs Azerbaycan Türklerinden Mir­za Fethali Ahundzade oldu. O eğitimde ve matbaacılıkta ortaya çıkan problemleri hal­letmek için 1857’de bir alfabe tasarısı hazırladı
Ahundzade de birkaç yıl sonra Arap harf­lerini ıslahtan vazgeçip, “Latin esaslı bir alfabe kabul etmekten başka bir çare kalmadığı­nı” ileri sürdü. Böylece Arap harflerinin ıslahı veya değiştirilmesi, Türk dünyasının gün­demine girmiş oluyordu.
Türkiye’de Tanzimat döneminde dilde sadeleşme ve Arap harflerinin eğitimde okunup yazılmasını kolaylaştırma için özel hareke işaretlerinin kullanılması yaygınlaşmaya baş­ladı. Çarlık Rusyası’nda da 1910’lı yıllardan sonra, Özellikle İdil-Ural Tatarları arasında Arap harflerini fonetikleştirme eğilimleri açığa çıktı ve yaygınlaştı
Rus yönetimi; 1920’li yılların başından itibaren bu meseley­le resmen ilgilendi Latin alfabesine geçme yollarını denedi
1926’da I. Bakû Tür­koloji Kurultayı’nı düzenledi. Türkiye de dahil, çeşitli yerlerden gelen temsilciler özellik­le dil ve alfabe meselesini tartıştılar.
Sovyet yönetimi, Arap harflerini kaldırmakla yetinmedi, asıl hedefi olan Türk boyları arasındaki alfabe birliğini ortadan kaldırma imkânını 1926-1928 yıllarında buldu.
Alfabe konusundaki ikinci hamle 1938-40 yıllarında ya­pıldı; ani bir kararla Latin alfabesinden Rus-Kiril alfabesine geçildi
Her bir Türk boyu için ayrı bir alfabe düzenlendi. Alfabelerdeki aynı karakterler, farklı sesleri göstermek için kul­lanıldı. Türk lehçelerindeki en ufak söyleyiş farklılıkları, imlâda esas alındı.Türk boyları birbirinden izole ederek hep birlikte Rus kültürünün güçlü etkisi altında kalmaya zorladı
Zek Velidi Togan; Rus yönetiminde çalışan memurlar veya Rus misyonerleriyle yakın teması olan aydınlar arasından çıktığını açıkla­yarak Tatarlardan Kayyum Nasiri, Kazaklardan İbrahim [Ibıray] Altınsarin’i ve Başkurt­lardan Dr. Kulayev


RUSYA TÜRKLERİ ARASINDA BASIN HAYATI VE MODERNLEŞME
İslam âleminde ilk matbaa 1727’de İstanbul’da kurulmuşsa da kitap basımının yaygınlık kazanması İstanbul ve Kahire’de (Bu­lak Matbaası’nda) 1820’li yıllardan sonradır.
İslam âleminin ihtiyaç duyduğu kitapların basıldığı üçüncü merkez Kazan şehri olmuştur, 1830-40’lı yıllardan sonra dinî, ilmî, edebî kitaplar basılmaya başlar. XX. yüzyılın başlarında Petersburg, Orenburg, Tiflis ve Bakû gibi yerlerde de Arap harfli kitap basan matbaalar çoğalır
Matbaacılığın iki önemli merkezinin Osmanlı topraklarında bulunması, Hac ziyare­tinden dönen kafilelerin Türkçe, Arapça, Farsça basılı kitapları götürüp Rusya Türkleri- Müslümanları arasında yaygınlaştırması, medreselerdeki yenileşme hareketlerini de güç­lendirmiş, onlara eskiye nispetle daha zengin kaynaklardan faydalanma imkânı vermiş­tir
Rusya Müslümanları, XIX. yy.’da halifenin ül­kesi olması bakımından Türkiye’deki din anlayışına saygı duyuyor, bu ülkedeki “ıslahatla­rı” önemli bir direnç olmadan benimsiyordu
Türkiye’den götürülen kitapların bir kısmı medreselerde okutulan ders kitapları olsa da önemli bir kısmı da ıslahat hareketlerinin arka planını oluşturan tarih, felsefe, coğrafya ve diğer konulardaki ilmî, edebî eserlerdi, Batı’dan tercüme edilmiş bir­çok eser de vardı.
XIX. yy.’ın sonlarına kadar Rus okullarından yeti­şip, Rusya Müslümanlarının-Türklerinin yenileşme hareketlerine katkıda bulunan aydın­ların sayısı çok azdır
İsmail Gaspıralı Rusya Müslümanları arasındaki modernleşme hareketlerine önder­lik eden aydınların biyografisi, eserleri ve yaptıkları işler hakkında yazdığı ve 1905-1907 yılları arasında Tercüman’da tefrika edilen Ak Gül Destesi Yaki Edebiyat-ı Cedide Ha­demeleribaşlıklı yazısında 18 kişiden söz eder:
Mirza Fethali Ahundof, Kayyum Efen­di Nasirof [Nasirî], Şıhabüddin Mercanî,
Hasan Bey Melikof [Zerdabî], Ahmed El-Hadi [Maksudî], Rızaeddin [Fahreddin],
Tahirî [Şakircan Tahirî], Neriman Bey [Nerima­nof], Mecid Bey [Sultan Mecid Ganizade],
Reşit Efendi [Abdürreşit İbrahimof], Ataul­lah Efendi [Ataullah Beyazıdof],
Muhammet Fatih Efendi [Fatih Kerimî], Fırkat Efen­di Ferganî [Zakircan Furkat],
Hayrulla Efendi Osmanof, Abdüsselam Efendi Ahundza­de, Muhammet Zahir Bigiyev,
Molla Sabircan Efendi, Ahund Yusuf Talıbzade (Gaspıralı 1905-1907: Tercüman).
İ. Gaspıralı’nın kendisi olmakla birlikte Hasan Bey Melikzade Zerdabî, Ali Merdan Topçubaşı, Hüseyinzade Ali Turan, Ahmet Ağaoğlu, Seyit Geray Al­kin gibi Rusya Türklerine önderlik eden bazı aydınların Rus okullarından çıkmışlardır.
Rusya Müslümanlarının yenileşme hareketlerinde medreseler ve kitaplar yanında ga­zete ve dergilerden de söz etmek gerekir
Rusya, Türklerinin kendi ana dillerinde seküler okullar açmalarını 1912’ye kadar engellediği gibi, Müslüman aydınların da gazete çıkarma teşebbüslerini ıs­rarla 1840’lı yıllardan itibaren engellemiş ve izin vermemiştir
Rusya Türkleri’nin ilk gazetesi olan Ekinçi’yi Azerbaycan Türklerinden Hasan Bey Melikzade Zerdabî, uzun uğraşlardan sonra 1875-1877 yılları arasında Bakû’da çıkarmış­tır.
Ekinçi gazetesinde;modernleşmenin ge­rekçeleri, zorunluluğu, Ce­haletle mücadele, modern eğitim, İslam dininin nasıl yorumlanması gerektiği, Rus kanun­larının mahiyeti, insan hakları (kadın problemi de bunun içinde), vatan ve millet sevgisi, çeşitli bilimler ve onların ulaştığı sonuçlar, modernleşmede tek bir yol izlemelerini sağlamak; yeni bir edebî dile ve yeni bir edebiyata ihtiyaç olduğunun üzerinde durulur.
Rus hükûmeti “93 Harbi”ni (1877-1788 Osmanlı-Rus Savaşı’nı) ve bu savaş süresinde halkın gazeteye gösterdiği ilgiyi bahane ederek Ekinçi’yi kapatır

Tiflis’te bir din adamı olan Said Ünsizade’nin Ziya (1879-1880), Ziya-yı Kafkasiye (1880-1884) gazetele­ri, kardeşi Celal Ünsizade’nin Keşkül (1883-1891, önceleri dergi sonra gazete olarak çıkar) ve Mehemmedağa Şahtahtlı’nın yine Tiflis’te çıkardığı Şark-ı Rus(1902-1905) gazeteleri yayımlanır.
Bu süreli yayınlar, sadece kendi bölgelerinin içinde kalmamış Rusya Müslümanlarının ekseriyetine, Türkiye ve İran’a da seslerini duyurabilmişlerdir
o dönemde dün­yada başta Cemaleddin Afganî, Namık Kemal ve diğer bazı Osmanlı aydınlarının çalışma­larıyla siyasî bir mahiyete de bürünmüş olan “İslamcılık” cereyanı da katı Rus sansürünün izin verdiği ölçüde, bu süreli yayınlarda kendi ifadesini bulmuştur
1905 Rus Meşrutiyeti’ne gelinceye kadar Rusya’da (Tercüman hariç) çıkartılan gaze­telerin tamamı görüldüğü gibi Azerbaycan Türklerine aittir.
İsmail Gaspıralı, bu gaze­tecilik faaliyetini, 1881 yılından itibaren Tiflis’te Ziya Matbaası’nda bastırdığı Tonğuç, Şafak gibi sayısı onu aşan küçük süreli yayınlarla devam ettirir
O da Rus yönetimiy­le epeyce uğraştıktan sonra 1883’te Kırım’ın Bahçesaray şehrinde Tercüman (Rusça adı Perevodçik’tir) adlı bir gazete çıkarma izni alabilir.
Tercüman 1918 yılına kadar yayımlanmış, kısa zamanda bütün Rusya Müslümanlarına hitap edebilmiş, onların eğitim ve modernleşme hareketlerine yön vermiş, ayrıca onların yegâne iletişim organı olma başarısını elde etmiştir.
Bakû’da 1905-1917 yılları arasında gaze­teler;Hayat, İrşat, Terak­ki, Tekamül, İttifak, Seda, Yeni İrşat, Basiret, Acık Söz, Yeni İkdam, Doğru Söz .
Dergiler;Füyuzat, Molla Nasreddin, Debistan, Rehber, Yeni Füyuzat, Güneş, Şelale, Dirilik, Tuti, Kurtuluş
Petersburg’ta ;Mirat, Ülfet,
Kazan’da, Kazan Muhbiri, Yuldız, Tilmiz, Tañ, Uralsk (Cayık)’ta Fikir, El-Asrü’-l-Cedid, Uklar, Orenburg’ta Ural, Vakit, Şura, Hacıtarhan’da Burhan-ı Terakki... gibi süreli yayınlar dönemin siyaset, fikir ve edebiyat ha­yatına önemli katkılarda bulundular
çok canlı ve renkli bir fikir ve edebiyat hayatını temsil eden bütün bu süreli yayınlar, Sovyet döneminde “Burjuva neşriyatı, antikomünist, pantürkist, panislamist, geri­ci yayınlar” denilerek küçümsendi, bunların üzerinde ciddi ilmî ve objektif araştırmalar ya­pılmadı.
Halbuki bu renkli basın hayatı, modernleşmenin bütün problemlerinin tar­tışıldığı, fikir yelpazesi epeyce geniş olan bir dünyayı temsil ediyordu
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, bütün Türk boyları Çarlık dönemindeki basın ha­yatını büyük bir merak ve millî heyecanla incelemeye başladı
Rus okullarında yetişen kuşak, 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra, siyaset ve kültür haya­tındaki yerini almıştı
1917 Rus Devrimi sırasında Bolşevik önderlerinin, her halka kendi gele­ceğini seçme hakkını vaat etmesi üzerine sosyalizm taraftarlarının sayısı iyice arttı
Buna rağmen, çeşitli Türk halklarının önderleri (içlerinde sosyalist eğilimliler de vardır), Bolşe­vik siyasetine kapılmayarak, 1917’den sonra Rusya’daki iktidar boşluğundan yararlanıp mil­li hükûmetler ve devletler kurma başarısını gösterdiler
1920’li yılların sonla­rından 1938’e kadar devam eden Stalin’in dönemindeki “temizlik” hareketi, eski milliyetçile­ri de sosyalist Türk aydınlarının ilk kuşağını da hemen hemen tamamıyla ortadan kaldırdı
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bazı Türk halkları bağımsızlığını elde edip millî devletlerini yeniden kurdular: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekis­tan ve Türkmenistan
farklı siyasî, kültürel statülere sahip olarak Rusya Federasyonu içinde kalanlar;
Tatarlar (İdil-Ural Tatarları), Başkurtlar, Çuvaşlar, Yakutlar, Karaçay-Malkarlar, Kumuklar, Noğaylar, Altay Kişi, Tuva, Hakas
Ana yurtlarına dönen Kırım Tatarları da Ukrayna Cumhuriyeti’ne bağlı “Kırım Özerk Cum­huriyeti” içinde yer aldı.


RUSYA MÜSLÜMANLARININ KONGRELERİ
1905 yılında Rus Meşrutiyeti’nin sağladığı imkânlardan biri de hükûmetin çeşitli yöreler­deki halkın taleplerine açık olduğunu bildirmesi idi.
Rusya Müslümanları arasında o sıralarda siyasî işlerde epeyce tecrübeli ve cesaret sa­hibi Abdurreşit İbrahim (Reşid Kadı adıyla da bilinir) ile Fransa’da tahsilini yaparak ülke­sine dönmüş olan Yusuf Akçura ve daha başka aydınlar öne çıkarak, Müslümanların ne­ler yapması gerektiğiyle ilgili görüşmeler yaptılar
1905 yılı mart ayının başında Kazan’da daha çok İdil-Ural bölgesinin aydınları, din adamları ve iş adamlarının öncülüğünde yapılan toplantıda, Petersburg’a gönderilecek bir heyet belirlendi, aynı zamanda “Umum Rusya Müslümanları”nın Petersburg’ta bir toplantı yapmaları için teşebbüse geçilmesine karar verildi.
Kırım, Kafkasya, Kazak, Türkistan Müslümanlarına davetnameler gönderildi, Yusuf Akçura İsmail Gaspıralı’ya, Abdurreşit İbrahim de Bakû’daki Ali Mer­dan Topçubaşı’na mektuplar yazarak durumu bildirdiler
Rus başbakanı Vitte’nin emri üzerine Orenburg İdare-i Ruhaniyesi başkanı müftü Mu­hammedyar Sultanov, resmî nitelikte bir toplantı düzenledi İdil-Ural bölgesinden bel­li başlı din adamlarını davet etti, Kurultay 10-15 Nisan 1905 tarihler­de Ufa’da toplandı
Hazırlıklardan, yazışmalardan sonra valiye resmen müracaat edilerek 15 Ağustos 1905’te Nijninovgorod şehrinde kurultay yapılması için izin istendi. Vali, bölgedeki sıkı­yönetimi bahane ederek izin vermeyince delegeler, “Gustav Struve” adlı gemiye binerek Oka nehri üzerinde gemide kurultayı gerçekleştirdi

II. Kurultay 13-23 Ocak 1906’da Petersburg’da, III. Kurultay da 16-21 Ağustos 1906 ta­rihlerinde Nijni Novgorod (Mekerce Panayırı)’da yapıldı.
Bu kurultaylar Rusya Müslümanları üzerinde derin tesirler yaptı, olumlu sonuç­ları oldu. Rus çarlığının asırlarca süren korkusu, baskısı artık dağılmıştı, özelikle genç­ler siyasî mücadele de dahil daha cesaretli adımlar atmaya başladılar. Gazetelerde Rus hükûmetinden haklar talep eden makaleler yayımlanır oldu.
Bu kurultaylarda Rusya Müslümanlarının birleşerek hükûmetten Rus vatandaşlarla eşit haklar talep etme; siyasî bir mücadele için İttifakadında siyasî parti kurma;
bütün köylerde okullar açarak ana dilinde eğitim yapma; her okulda aynı derslerin okutulması; medreselere fen derslerinin konulması gibi kararlar alabilmesi, onların artık işbirliği ya­pabildiklerini göstermesi bakımından da oldukça önemlidir
II. Kurultay’da alınan 30. Karar;
“Edebî Türk dilinin [Türkiye Türkçesinin] öğretimine bilhassa ehemmiyet verilecektir. Bu ders Müs­lüman talebeleri için (iki ve üç sınıflı) orta okullarda mecburî olup imkân olan yerlerde ilko­kullarda [O sırada ilkokulun 4 yıl, ortaokulun da 4 yıl olması düşünülüyordu. Ayrıca köy­lerde iki sınıflı ilk okullar da vardı.] da okutulmalıdır
XX. yy. başlarında Rusya Müslümanlarının modernleşme hareketlerinin artık olgunlaştığını, siyasî mücadele verecek bir noktaya gel­diğini, aydınların eğitim, edebî dil konusunda anlaştıklarını göstermektedir

HAZIRLAYAN : MELİS EDEBİYAT
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst