Aöf 16. -19. Yüzyıllar Türk Dili 2.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf 16. -19. Yüzyıllar Türk Dili 2.Ünite Ders Notları


BATI TÜRKÇESİ

Oğuz Türkçesi şivelerinin oluşturduğu Batı Türkçesi ; Güney-Batı Türkçesi, Güney Türkçesi veya Oğuzca olarak da adlandırılmıştır.
Batı Türk­çesi, günümüzde Azerbaycan Türkçesi, Horasan Türkçesi, Kaşgay Türkçesi, Irak Türk­mencesi, Türkiye Türkçesi, Türkmenistan Türkmencesi ve bunların çeşitli bölgelerde ko­nuşulan şivelerinden oluşur.
11. yüzyılda bu lehçeyi konuşan Selçuklu Devletinin yö­netici sınıfı ile onun dayandığı geniş Oğuz-Türkmen kitleleri 13. yüzyıldan sonra bu dil­le yazılı eserler vermeye başlamışlardır.
13. ile 15. yüzyıllar arasında Eski Anado­lu Türkçesi adlı bir edebiyat ve bilim dili ve geleneği oluşmuştur.
Bu gelenek, 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16. yüzyılın başlarından itibaren yazı tarzı, imla, edebî şe­killer, konu, dünya görüşü, üslup, kelime tercihi ve cümle yapıları gibi belli başlı alanlarında standartlaşmaya ve istikrara ulaşmıştır. Bu yönüyle Batı Türkçesi, yeni kültür ve edebiyat dili kimliğiyle bir kültür dili olarak ortaya çıkmıştır.
Bu Türk kültür dili, tarihi dönemlerde Türk­ler tarafından Lisan-ı Türki, Türki veya Türkçe olarak, Tanzimat döneminden sonra ise Lisan-ı Osmani veya Osmanlıca olarak isimlendirilmiştir. Günümüzde bu tarihî kültür Türkçesine Osmanlı Türkçesi veya Os­manlıca denir.
16. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
16. yüzyılda Türkçe, mektep, medrese, tekke, kışla, resmi daire ve padişah sarayı ile yüksek rütbeli memur ve komutan sarayları gibi sosyal alanlarda kullanılan ortak dil olmuştur.
16. yüzyıldan itibaren Türkçede göreceli bir standartlaşma görülse de özellikle Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak’ta yazılmış birçok eserde, Batı Anadolu’da yazılmış eserlerde rastlanmayan bazı kelime ve eklere rastlanır. Bu durum Azerbay­can ağızlarının tesiri olarak görülür.
Eski Anadolu Türkçesi döne­minde yazan birçok şair hem özgün konu ve üslupları, hem de coşkun edalarıyla kla­sik sayılabilecek nitelikte eserler ortaya koymuşlar, diğer şairler üzerinde etkili olmuşlardır. Bunlar arasında Hasanoğlu, Kadı Burhaneddin, Seyyid Nesimi ve Habibi önde ge­lir.
16. yüzyılda bu şive ve gelenek doğrultusunda yazan, ancak Türk şiir ve düzyazısını birkaç basamak üste taşıyarak ona çok daha görkemli bir kimlik kazandıran Bağ­datlı Fuzuli olmuştur.

Türkçeye Arapça ve Farsçadan alınan kelimeler daha çok isim, sıfat ve az sayıda zarf ve bağlaçlar olmuştur.
Arapça ve Farsça dil unsurlarının Türkçe yazılan eserlerde kullanım derecesi, yazarın eğitim seviyesi, içinde bulunduğu edebi çevre, işlediği konu ve hitap ettiği kişilerin sos­yal statüsüne göre değişiklik göstermiştir.
Çok iyi din ve edebiyat tahsili gör­müş, aydınlar çevresinde eserler üreten ve eserlerinin okuyucusu olarak tahsilli ve yüksek bürokrat ve aydın kesimlere hitap eden yazarlar eserlerinde konuş­ma Türkçesinde rastlanmayan Arapça ve Farsça dil unsurlarını kullanmışlardır.
Halk ve geniş kitleler için yazılan eserlerde kullanılan Türkçe daha sadedir. Halk için yazılan dinî nitelik­li eserlerden ilmihaller (Akaid kitapları), peygamber tarihleri (Kısasü’l-Enbiyalar), sure ve hadis tercüme ve şerhleri, vaazlar, din dışı alanlardan rüya tabirleri (tabirnameler), çeşit­li falnameler, aşk ve kahramanlık hikâyeleri, nasihatnameler, halk tıbbı gibi birçok alanda yazılan eserlerin dili ve üslubu okuyucunun seviyesi gözetilerek kaleme alınmıştır.
Gazel, kaside ve mesnevi gibi Arap ve Fars estetiği ile gelişen divan şiiri, Türk divan edebiyatının kurulduğu on dördün­cü ve on beşinci asırlardan başlayarak yerli hayat unsurlarını yansıtmaya başlamıştır. Bu durum 16. yüzyılda çok daha ileri seviyelere çıkmıştır.


KÜLTÜR VE EDEBİYAT MERKEZLERİ

Türk edebiyatı ve kültürünün merkezi bu dönemde, İstanbul’dur.

Bağdat, Bursa, Edirne, Kastamonu ve Kütahya gibi şehirlerde edebi ve kültürel faaliyetler sürüyor olsa da çekim merkezi İstanbul’dur.

Edebi dilin kurulmasında olduğu gibi edebi eserlerin yazılması, desteklenmesi ve çoğal­tılması alanında da saray mensupları öncü olmuştur.

16. yüzyılda padişah II. Beyazıt (Adli), Yavuz Sultan Selim (Selimi), Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbi), II. Selim (Selimi), Sul­tan III. Murat (Muradi) ile birlikte şehzadelerden Cem Sultan, Şehzade Korkut (Harimi), Mustafa (Muhlisi) şiirleriyle kültür hayatına katkıda bulunmuşlardır.

16. yüzyılda Hayali ve Baki’nin Kanuni Sultan Süleyman’dan teşvikler görmesi, Ber­gamalı Kadri’nin Osmanlı Türkçesi grameri üzerine yazdığı “Müyessiretü’l-Ulûm” isim­li eserini Kanuni’nin veziri ve aynı zamanda sanatçıların hamisi Pargalı İbrahim Paşa’ya sunması ; devlet erkanının sanatçılara gösterdiği ilgiyi örneklerler.



4. DÖNEMİN ÖNDE GELEN ŞAİRLERİ

16. yüzyıl, Türk dilinin edebi ekol kuran etkili şairlerinin Türkçenin üs­tün nitelikli eserlerini yazarak güçlerini ve sanatlarını asırlarca hissettirecekleri bir çağ olmuştur.



FUZULİ VE ESERLERİ

Bağdat ve çevresindeki Türk toplumu içinde doğup büyüyen Fuzuli, Türkçeden başka Arapça ve Farsça eserler yazmış olsa da esas büyük eserlerini Türkçe yazmış, sanat gücünü anadili olan Türkçede göstermiş­tir.
Divan şiirinin gazel, kaside, mesnevi, murabba, muhammes müseddes gibi hemen he­men bütün türlerinde söyleyiş, teknik ve üslup özellikleriyle ve yüksek nitelikli eserler or­taya koymuş , sonradan yetişen nesilleri etkilemiştir.
Türkçe Divanı, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve şiir parçalarıyla zenginleştiril­miş Kerbela vakasını anlattığı Hadikatüs-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) isimli men­sur eseri ile Şikāyetnāme isimli mektubu çok sevilmiştir.
Şiirlerinde ortaya konan alçak gönüllülük, aşk yolunda çekilen acı ve ıstırabı kabulleniş, gönül adamlığı , tekkelerde, dost meclislerinde ve sanat ortamlarında tasavvufi kül­türü yaşatan geniş halk kitleleri tarafından benimsenmiştir.
Onun “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su” mısrasıyla başlayan Su Kasidesi, “Perişān hālin oldum sormadın hāl-i perīşānım” mısrasıyla başlayan murabbası ve birçok gazeli ezberlenerek dilden dile, kuşaktan kuşağa geçmiş, kültür Türkçesinin ortak değeri olmuştur.
Fuzuli’nin dili Eski Anadolu Türkçesi ile Azeri şivelerinin birçok özelliklerini yansıtır.
Fuzuli, eserleriyle hem Oğuz Türkçesinin çeşitli şivelerinin konuşuldu­ğu Azerbaycan, Irak ve Doğu Anadolu bölgelerinde hem de Anadolu, Balkanlar, Kırım ve Mısır coğrafyasında Türk şiirinin üstad şairi olarak üne kavuşmuştur.
Şairin eserleri Orta Asya Türk bölgelerin­de de okunmuş , çoğaltılmış, ve böylece Çağataycanın hakîm ve güçlü olduğu bu bölge­lerde de Oğuzcanın edebi bir dil olarak varlığı ortaya konmuştur.
Çağatay şiirinin büyük şairi Ali Şir Nevayi ile birlikte Fuzuli’nin eserlerine de bu bölgelerde şerhler yazılmış, eser­lerinde kullandığı kelime ve ifadeleri açıklayan lügatler hazırlanmıştır.
Fuzuli, Türkçe eserlerindeki üstün edebi gücü ve başarısıyla birlikte yazdığı Arapça ve Farsça eserler sayesinde de Arapça ve Farsçanın karşısın­da Türkçenin edebi bir dil olarak varlığını kabul ettiren sanatçıların başında gelir; çünkü Türkçe konuşamayan İslami toplumlara, bir Türk olarak onların kendi bildikleri dillerle ulaşabilmeyi başarmıştır. Nitekim Farsça divanının önsözünde ve Hadikatü’s-Süeda isimli eserinde diğer diller karşısında Türk­çenin gelişmesi ve yer edinmesi için ne kadar çırpındığını ve mücadele ettiğini ortaya ko­yar.
11. yüzyılda, Kaşgar­lı Mahmut, Türkçenin gücünü göstermek için Türk lehçelerinin sözlük ve grameri üzeri­ne yazdığı Divanü Lügati’t-Türk isimli çalışmasını Bağdat’ta hazırlamış , eserinde Türk­çe kelime ve cümlelerin gramer özelliklerini açıklarken döneminde henüz İslami denebi­lecek Türk edebiyatı geleneği oluşmadığı için halk edebiyatı verilerini kullanmış ve Türk­çenin edebi şivesi olarak Karahanlı bölgesinin Türkçesi olan Hakaniye lehçesini göster­mişti. Aradan beş asır geçtikten sonra, 16. yüzyılda, Fuzuli, yine Bağdat’tan seslenerek, eserlerindeki çeşitlilik, orijinallik, dinî ve tasavvufi derinlik ve sahip olduğu geniş okuyucu kitlesiyle Oğuz Türkçesinin, İslam medeniyetinin yeni ve güçlü bir edebi dili olarak Arapça ve Farsçanın yanında yerini almasını sağlamıştır.



BAKİ

İstanbul’da doğup büyüyen ve çok güçlü bir medrese tahsili yapan Baki, şiir alanında sadece 16. yüzyılın değil Türk di­van şiiri tarihinin en başarılı şahsiyetlerinden biridir.
Şiirlerinde dindışı konuları işler . İleri sürdüğü fikirler ve dünyaya bakış açısı serbest, ra­hat ve özgündür. Türk şiirine aruz veznini doğal bir akıcılıkla uygulayan şai­rin gazellerindeki mısra ve beyit bütünlüğü dikkat çeker.
Yerli hayat unsurla­rını İstanbul şivesiyle dillendiren şair Osmanlı şiir dili gelene­ğinin kurucusudur.
Şairin birçok beyit ve mısrası özdeyiş ha­linde kültürlü kesimlerce asırlarca zevkle okunmuş ve ezberlenmiştir. Bunlar arasında bu beyitler sayılabilir: “Kadrini seng-i musallāda bilip ey Bākī / Durup el bağlayalar karşı­na yārān saf-saf ”, “Avāzeyi bu āleme Dāvūd gibi sal / Bākī kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş”, “Minnet Hudā’ya devlet ü dünyā fenā bulur / Bākī kalır sahīfe-i ālemde adımız”.
BAĞDATLI RUHİ = > Bağdatlı Ruhi’ye ününü kazandıran sadece 16. yüzyılın değil belki de bütün Türk edebiyatının en güzel yergi şiirlerinden sayılan terkib-i bendi olmuştur. Şairin eserlerinde geçen “Gör zāhidi ki sāhib-i irşād olayın der / Dün mektebe vardı bugün üstād olayın der”, “Dünyā talebiyle kimisi halkın emekde / Kimi oturup zevk ile dünyāyı yemekde”, “Hālin kime açsan sana bir hikmeti var der / Öldürdi bizi āh bilinmez mi bu hikmet” gibi beyitle­ri Türkçenin kalıplaşmış ifadeleri haline gelmiş, her dönem zamandan ve şartlardan şika­yet eden kesimlerce tekrar edilerek asırlarca dilden dile aktarılmıştır.
HAYALİ => Bu dönemde önceki yüzyılda Necati ve Ahmet Paşa’yla sınırlı bir şekilde başlatılan yer­li hayat unsurlarını yöresel ifadelerle yansıtma girişimi devam ettirilmiştir. Bu şairlerden Hayali, Vardar Yenicesi’nde doğup büyümüş, İstanbul’a gelerek saray meclislerinde bulun­muştur. Tasavvufa meyil göstermiş, derviş hayatı yaşamış ve şiirlerinde samimi bir sufi olarak ortaya koyduğu rindane edası ve Rumeli Türkçesi özellikleriyle oluşturduğu özgün söyleyişle beğeni kazanmıştır. Onun meşhur “bilmezler” re­difli gazelinde geçen “Ol māhīler ki deryā içredir deryāyı bilmezler” bir özdeyiş halinde Türkçede yaygın olarak kullanılmıştır. Padişah Kanuni tarafından da çok sevilen şaire ha­yatının sonuna doğru bir sancak bağlanmış ve bey unvanı verilmiştir.

DİĞER ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER ; Bu dönemde şiirlerinde yansıttıkları yerli hayat tasvirleri, özgün imgeleri ve söyleyiş gücü bakımından Zati, Hayreti, Nev’i daha çok gazel türünde ünlenmişlerdir. Taşlıcalı Yahya, Kara Fazlı, Lāmī ve Azeri İbrahim Çelebi ise yazdıkları mesnevilerle kendilerini kabul ettirmişlerdir.

ŞİİRDE YENİ TARZ VE ÜSLUPLAR

Agehi, şiirlerinde denizcilikle ilgili terim ve ifadeleri yaygın kulla­narak edebi dile yeni bir anlatım gücü, söyleyiş güzelliği ve samimiyet katmıştır.
Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi gazellerinde basit Türkçe (Türki-i basit) denilen halkın konuşma dilinin yalınlığı ve akıcılığını yansıtan bir kelime hazinesi ve üslup dene­mişlerdir.
Halk konuşma Türkçesi daha çok halk edebiyatı türlerinin ortak dili olmuş, geniş halk kitleleriyle haşır neşir olmuş halk âşıklarının, ozanların, kıssahanla­rın, meddah ve ortaoyunu ustalarının ortak dil ve üslubu olarak yaşamıştır.


16. YÜZYIL NESİR YAZARLARI VE TÜRKÇE
Süslü Nesir

Bu asırda nesir sahasında göze çarpan en önemli özellik edebi nesir (inşa) denilen Arapça ve Farsça kelimeleri içeren terkiplerle kurulmuş ağır ve uzun cümle yapılarına sahip düz­yazı üslubunun yaygınlık kazanmasıdır.
Süslü nesir eserlerinin yazarları gibi okuyucuları da Arap ve Fars dili ve edebiyatı ge­leneklerini iyi bilen dönemin yüksek tahsilli aydınlarıdır.
Bu tür düzyazı eserlerinde üslu­bu oluşturan temel anlayış nesir yapısını seci adı verilen iç kafiyelerle ve aralara serpişti­rilen beyit ve kıtalarla şiire yaklaştırmaktır.
Şiirin öz ve hakiki edebiyat sanatı olarak algı­landığı çağlarda nesir alanında bu türden yaklaşımlar aydın zümre edebiyatında çok yay­gındır.
Aydın zümre nesri daha çok resmi olarak görevlendirilmiş devlet memurları ile ulema mensupları tarafından izlenmiştir . Üslup ağır karmaşık ve ağdalıdır .Sıra­dan olayların anlatıldığı kısımlarla karşılıklı diyalogların nakledildiği bölümlerde üslup sadeleşir.
Edebi üslup daha çok sosyal ve siyasal olayların anlatıldığı vekayi­name ve tarih türü ile yazar ve şairlerin tanıtıldığı tezkire türünde yaygın olarak kullanıl­mıştır.
Dönemin önemli münşilerinden (inşa yazarlarından) olan Ahdi (Gülşen-i Şuarā), Âşık Çelebi (Meşāirü’ş-Şuarā), Ferīdun Bey (Münşeāt) Gelibolulu Mustafa Āli (Ahbār, Kavāidü’l-Mecālis, Menākıb-ı Hünerverān), Hoca Saadeddin (Tācü’t-Tevārih), Kı­nalızade Ali Çelebi (Tezkiretü’ş-Şuāra), Latifi (Tezkire), Nişancı Celālzāde Mustafa Çele­bi (Tabakātü’l-Memālik fi Derecetü’l-Mesalik), gibi bir grup sanatçı bu edebi üslubu yaygın ola­rak kullanan yazarlardır.
Süslü nesrin özellikleri :
1) Konuşma dilinde kullanılmayan bir çok Arapça ve Farsça kelime kullanılmıştır.
2) Arapça ve Farsça kelimeler sık sık üçlü, dörtlü, hatta beşli Farsça terkipler içinde kullanılmıştır.
3) Tarihi olaylara ve şahsiyetlere telmihte bulunulmuş, soyut ve karmaşık teş­bih, istiare ve mecazlar kullanılmıştır.
4) Cümleler birbirine secilerle ve edatlarla bağlanarak uzatılmış ve konunun ana fik­rini anlamak zorlaşmıştır.



Orta Nesir

Osmanlı aydınlarının geniş okuyucu kitlelerini düşünerek kaleme aldıkları konuşma dili özelliklerine yakın daha sade, anlaşılır ve külfetsiz nesir üslubudur.
Eğitimli kesimlerin günlük konuşmalarında da kullandıkları alıntı kelime, kısa terkipler ve yaygın olarak bili­nen İslami ve ilmi terimler bu nesir üslubunda tabii bir şekilde kullanılır. Burada terkipler ve cümleler nispeten daha kısa, örnekler ve edebi sanatlar daha somut ve hayattandır.
Bu üslupla yazanlar arasında Fuzuli (Hadikatü’s-Süedā), Latifi (Evsāf-ı İstanbul), Lütfi Paşa (Tevārih-i Āli Osman, Āsafnāme), Mehmed Âşık (Menāzirü’l-Avālim), Selaniki Mustafa Efendi (Selaniki Tarihi), Sā’i Çelebi (Tezkiretü’l-Bünyān), Sehi Bey (Heşt Behişt), ve Seydi Ali Reis (Mir’ātü’l-Memālik, Kitābü’l-Muhit) yüzlerce yazar arasında öne çıkan isimlerdir.
Orta nesir halk için yazılan kānunnāmelerde, halka yönelik fetvalarda, tarihlerde, se­yahat eserlerinde daha yaygın kullanılmıştır. Aydın zümre edebiyatında en çok kullanılan nesir üslubu bu üsluptur. Süslü nesir ve orta nesir eserlerin yazarları aydın kesimden oldukları için eserlerinde her iki üsluba da dahil olan kısımlar görülebilir.


Halk Nesri

Halkın günlük konuşma Türkçesi unsurlarıyla oluşturulmuş mensur destanlar, halk hikâyeleri, peygamber kıssaları, menakıpnameler, masallar, nasihatnameler, falnameler ve ilmihaller halk nesri üslubuyla yazılmıştır.
Konuşma dilinin kelime hazinesi ve cümle ya­pısıyla kurulan bu üslupta halk inançları, atasözleri, basit benzetme ve istiareler ve günlük hayattan alınan örnekler çok kullanılır.
Halkın konuşma diliyle yazıldığı için bu tür eser­lerde yer yer şivelerden alınmış kelime, ifade ve gramer şekilleri ile ağızlarda yaşamaya de­vam eden Eski Anadolu Türkçesinin özellikleri de görülür.


16. YÜZYIL HALK EDEBİYATI

Halk âşıkları Türk dili ve kültürünün ortak amaç ve motifler çevresinde gelişmesi ve birbirinden uzak yöre ve bölgeler arasında yayılması konusun­da büyük işlevlere sahip olmuştur. Kelime hazinesi, gramer şekilleri ve sanat zevki alanlarında Türkçenin belirli seviyede istikrara ve standarda ulaşmasına bu gezgin âşıkların etkisi büyük olmuştur.
Çeşitli dönemlerde çöğürcü, âşık, hak aşığı veya ozan gibi isimlerle nitelendirilen gezgin âşıklar aydın zümre tarafından küçümsenmiş olsa da geniş halk kitleleri tarafından büyük saygıyla karşılanmıştır. Hece vezni ile dörtlük biri­minin esas olduğu halk şiiri konu bakımından dindışı ve dinî/tasuvvufi (tekke şiiri) ol­mak üzere iki bölümde incelenir.
Dindışı âşık edebiyatının bu dönemde temsilcileri ; Bahşi, Ozan, Kul Mehmet, Öksüz Dede ve Köroğlu’dur. Bahşi’nin “yürüdü” redifli koş­ması Sultan Selim’in Mısır Seferini anlatır.
Köroğlu => Köroğlu’nun yiğitlik ve kahramanlık temalı bir çok koşması (koçak­lamaları) Türkçenin en etkileyici ve meşhur şiirleridir. Bunlar arasında “gümbürlenir” redifli koşma Türk ellerinde ve obalarında en çok çalınıp söylenen ve bili­nen koşmalardan olmuştur.
Pir Sultan Abdal =>16. Yüzyılın en önemli tekke şairi Pir Sultan Abdal’dır. Batıni tasavvufi görüşlere sahip Kızılbaş Türkmenler arasında pir olarak kabul edilen Pir Sultan Abdal’ın birçok şiiri batı­ni görüşlere sahip Türkmen gruplar arasında çok ünlenmiş Türkçenin en çok çalınıp söy­lenen ilahi ve nefeslerinden olmuştur.Şairin meşhur “ağaçdandur” re­difli ilahisinin ilk kıtasında görülen Türkçenin sadeliği ve işlekliği onun şiirlerinin daimi­liğinin ve yaygınlığının sebeplerini de ortaya koyar.



17. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ

17. Yüzyılda imparatorluk ulaşacağı en geniş sınırlara ulaşmış, ancak devlet yönetimin­de, orduda ve kurumların işleyişinde bozulmalar başlamıştır.

Sa­rayda padişah hanımları ile annelerinin ikti­dar mücadelelerine girmesi, çocuk yaştaki şehzadelerin padişah olması, yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin isyanlar çıkarması sonucu devlet yönetiminde zaafiyetler meydana ge­lmiştir.

Asrın ikinci yarısında sadrazam olarak işbaşında bulunan Köprülüler döneminde devlet düzeninde ciddi düzelmeler görülür.

17. yüzyılın Osman­lı padişahlarından II. Mehmed (Adli), I. Ahmed (Ahmed), II. Osman (Faris / Farsi) ve IV. Murad (Muradi) şiirler yazan, sanatla haşır neşir padişahlardır.
Devletin iki şeyhülislamı, Şeyhülislam Yahya ve Şeyhülislam Bahayi 17. asırda başarılı şiir­ler yazan devlet adamları arasında önde gelir.
Şiirde görülen iki önemli üslup ve sanat anlayışı dönemin şair­leri ve aydınları arasında rağbet görmüştür. Bunlardan birincisi İran ve Hindistan bölge­si şairleri arasında yayılarak Osmanlı şairlerini etkilemiş olan Sebk-i Hindi üslubu, diğeri ise daha yerli unsurlara sahip felsefi ve hikemi konuları içeren şiir anlayışıdır.
Sebk-i Hin­di üslubu genel olarak Arapça ve Farsça kelimelerden oluşmuş terkipler yoluyla mecaz ve benzetme gibi söz sanatları oluşturarak oldukça soyut ve anlaşılması zor imajlar kurma­yı bir üslup olarak benimsemiştir.
Sebk-i Hindi özellikle Naili, Neşāti, Fehīm-i Kadim ve Şeyh Galip gibi şairlerin eserlerinin ana üslubu olması bakımından önemli olsa da Türk dilinin gelişmesi uzun soluklu olamamış bir akım şeklinde kalmıştır.
Hikemi şiir anlayışı ise daha çok Nabi’nin şiirlerinde görülen vecize olabilecek mana yönü derin mısra ve beyitlerden meydana gelmiş şiir anlayışı olarak ortaya çıkmıştır ve üslup bakımından daha sade ve anlaşılırdır.


DÖNEMİN ÖNDE GELEN ŞAİRLERİ (17.Yüzyıl)
Nef’i => Türk edebiyatının en sert hicivlerini yazan şair olarak bilinse de kaside alanındaki sami­miliği, konu bütünlüğü ve gösterişli ses kompozisyonuyla şöhret kazanmıştır. Türkçe Di­vanı, Farsça Divanı ve hicviyelerinden oluşan Siham-ı Kaza isimli eserleri vardır. Siham-ı Kaza dönemin önde gelen bürokratları ve aydınları arasındaki çekişmeleri göster­mesi ve ölümüne sebep olan hicviyeleri içermesi bakımından ayrıca önemlidir.
Nabi =>Aslen Urfa’lı olan Nabi, İstanbul Türkçesini en başarılı kullanan şairlerdendir. Dönemin hikemi şiir anlayışının temsilcisidir. Eserlerinde diğer şairlere göre daha sade ve tabii dil kullanır. Orta dü­zeyde eğitilmiş kitlelere hitap eden bir dil ve sanat zevki anlayışı vardır. Bu yönüyle hem kendi döneminde, hem de sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiş ve bundan dolayı bir Nabi ekolü oluşmuştur. Nabi’nin Türkçe divanı , Farsça Divançe, Hayriyye, Surname ve Münşeat isimli eser­leri önemlidir.
Şeyhülislam Yahya => Alçak gönüllü bir eda ile ele aldığı gazellerinde tasavvufi konuları işler. Eserlerinde ağdalı dil ve üsluptan kaçındığı, daha orta seviye bir şiir dili an­layışında olduğu görülür. Şiirleri divanında toplanmıştır.
Sabit =>Bosnalı olan Sabit, şiirlerinde çok yaygın olarak atasözü, deyim ve halk tabirlerini kullana­rak özgün söyleyiş ve imgeler oluşturmuştur. Gazel ve mesnevilerinde Nabi ile Nev’izade Atayi’nin etkisi hissedilir. Divan’ından başka Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername ve Derename isimli mesne­vileri vardır..
Neşati => Sebk-i Hindi üslubunun temsilcilerinden Neşati, Mevlevi şeyhidir. Kasidede Nef ’i’nin, ga­zelde Urfi ve Enveri gibi Sebk-i Hindi şairlerinin etkisinde oluşturduğu yeni hayaller ve söyleyiş tarzıyla üne kavuşmuştur. Bu akımın diğer temsilcileri olan Naili ile Fehim ise şi­irlerinde karamsar ve üzgün bir tutum içinde anlaşılması zor terkiplerle soyut imgeler oluşturmuşlardır.
Naili => Gazellerinde Sebk-i Hindi akımının etkisiyle soyut ve karmaşık imgeler kullanmıştır. Is­tırap, tasavvufi çile ve dervişane tevazu şiirlerinde hâkim konu ve tutum olmuştur. Ve­ciz ifadeler, kısa ve yoğun tasvirler gazellerinde sıkça uyguladığı üslup özelliklerindendir.
Dönemin Diğer Şairleri ; Bu dönemin diğer şairleri ; Bahti, Cevri, İsmeti, Mantıki, Nedim-i Kadim ve Vecdi ‘dir.

MESNEVİLER

Dev­rin şairleri arasında sakiname ve şehrengiz türlerinde eserler yazmak moda olmuştur. Sa­kinameler genel olarak alegorik tarzda, tasavvufi öze sahip içki meclislerini anlatan mes­nevilerdir.
Kafzade Faizi, Şeyh Mehmet Allame, Şeyhülislam Yahya, Riyazi ve Tıfli gibi şa­irler sakiname yazan şairler arasındadır.
Belirli şehirlerin güzellikleriyle o şehirlerde yaşa­yan güzellerin övüldüğü mesneviler olan şehrengiz türünde Neşati, Edirne, Tabi ise İstan­bul üzerine şehrengiz yazmışlardır.


NESİR EDEBİYATI

Bu yüzyıl, nesir edebiyatında kendi başına ekol olmuş şahsiyetlerin yetiştiği bir dönem ol­muştur. Hem süslü nesir hem orta nesir hem de halk nesrinde çok önemli eserlerin ortaya konduğu bir dönemdir.
Süslü nesirde isimleri bu tarz nesir eserleriyle özdeşleşen Veysi ve Nergisi Arapça ve Farsça terkiplerle örülü üsluplarıyla süslü nesir anlayışını çok daha zor ve ağır seviyelere ulaştırmışlardır.
Veysi, Hz. Muhammed’in hayatını anlattığı ve Siyer-i Veysi olarak bilinen Dürretü’l-Tac fi-Sahibü’l-Mirac isimli eseriyle tanınmıştır.
Nergisi ise Murtaza Paşa’nın Macaristan seferini anlattığı El-Vaslu’l-Kāmil ile Münşeāt isimli eserle­riyle bilinir.
Bu yazarların nesir anlayışları Türkçenin doğal gelişiminin dışında yapay bir üslup olarak kalmış, faz­la gelişme alanı bulamamıştır.
Bununla birlikte orta nesir dediğimiz hem okumuş aydın kesime hem de orta düzey eğitim almış geniş halk kitlelerine hitap eden eserler dönemin aydınları tarafından daha geniş şekilde izlenen yöntem olmuştur. Bu üslupla kaleme alınmış eserler daha çok ta­rih, nasihatname, tezkire ve seyahatname türünde olmuştur.
Tarih eserleri arasında Ha­san Beyzade’nin Tarih-i Al-i Osman, İbrahim Peçevi’nin Peçevi Tarihi, Abdurrahman Hıbri’nin Edirne şehrinin tarihini anlattığı Enisü’l-Müsamirin ve Ahmed bin Lütfullah’ın yazdığı Müneccimbaşı Tarihi orta nesrin bu dönemde önde gelen eserleridir.
Tezkire ala­nında ise Riyazi, Faizi, Rıza, Yümni, Asım ve Güfti gibi yazarlar ortaya koydukları tezkire­lerinde orta nesri büyük ölçüde devam ettirmişlerdir.
Katip Çelebi => bilimsel eserlerini büyük ölçüde orta nesir üslubuyla yazmıştır. Osmanlı İm­paratorluğunun en önemli bilim adamlarından biridir. Yazar Düsturü’l-Amel isimli eserinde Osmanlı devleti yönetimindeki aksakların giderilmesi yönünde bilgi vermiş, Mizanü’l- Hak’ta dönemin bilim anlayışlarından bahsetmiş, bir coğrafya kitabı olan Cihannüma’da dönemin en son coğrafya bilgilerini ortaya koymuş, yazarlar ve eserler sözlüğü olarak ka­leme aldığı Keşfü’z-Zünun’da ise eser tanıtmış ve yazarlar­dan bahsetmiştir.
Evliya Çelebi Sadece 17. yüzyılın değil bütün Türk tarihinin en önemli yazarlarından biridir. Osmanlı coğrafyası ile komşu ülkelere yaptığı ge­zilerde gördüğü ve tecrübe ettiği konuları 10 ciltlik Seyahatname’sinde ortaya koymuştur. Eserde yöresel diller ve kültürler yazarın ağzından ilk elden bütün canlılığıyla dile getirilmiştir. Seyahatname’de kullanılan dil ve üslup İstanbul konuşma Türkçesinin şehirli orta sınıf edebiyatının dil ve üslup özellik­leridir. Osmanlı Türkçesinin geçirdiği ses değişmelerini de ortaya ko­yan özellikler gösteren Seyahatname, Türk dilinin gramer, üslup ve konu bakımından zen­ginliklerini ortaya koyan bir başyapıt olma özelliğine sahiptir.

17. YÜZYIL HALK EDEBİYATI

Bu yüzyıl Türk halk edebiyatı tarihinin en güçlü dönemlerinden biridir. Hem âşık edebi­yatı sahasında hem de tekke-tasavvuf sahasında büyük şahsiyetler yetişmiştir.
Âşık edebi­yatında Karacaoğlan, Gevheri ve Âşık Ömer, tekke edebiyatında Aziz Mahmud Hüdayi ve Niyazi-i Mısri gibi bu dönemin güçlü sanatçıları halk kültürünün gelişmesi, ortak bir Türk dili kültürünün oluşması ve Türkçenin işlek bir dil ola­rak yayılması bakımından yüzyıl­larca sürecek bir ekol yaratmışlardır.
Özellikle Gevheri ve Âşık Ömer’in klasik şiirin dil ve üslubundan etkilenerek oluşturduğu aruz vezinli koşmalar bu halk şiiri türünün şehir­li ve okumuş çevrelerce de beğenilmesine ve benimsenmesine vesile olmuştur.
Karagöz ve Ortaoyunu gibi halk seyirlik oyunları da geniş kitlelerin ilgilendiği alanlar olarak gelişme göstermiştir.

Karacaoğlan => 17. yüzyıl halk âşıkları arasında en güçlü isim, koşmaları türküler halinde asırlarca okunan Karacaoğlan’dır. Çukurovalı olan şai­rin 16. yüzyılın ikinci yarısıy­la 17. yüzyılın birinci yarısında yaşadığı sanılır, adına Karacaoğlan ile İsmihan Hikâyesi gibi aşk hikâyeleri oluşturulmuş ve diyar diyar gezerek sazıyla koşmalar söylemiştir. Türkçenin halk arasında yaygın kullanılan kelime, deyim ve söyleyiş özelliklerini eserlerinde işleyen şair, aşk, kadın, sevgiliden ayrılık ve tabiat güzelliği gibi ko­nularla ilgili bireysel duygularını halk şiirinin kalıpları içinde dile getirmiştir. Şairin bugün de türkü olarak zevkle dinlenen ela gözlüm isimli koşması vardır. Kullandığı Türkçenin basitliği, saflığı ve içtenliği ile hayallerin ve edebi sanatların yok denecek kadar az olması onun eserlerinin halk tarafından sevilmesinin en önem­li sebepleridir.
Gevheri =>17.yüzyılın ikinci yarısıyla 18. yüzyılın birinci yarısında yaşamıştır. Eğitimlidir , gezgin şair olarak koşmalar söylemiştir. Toplumsal olaylarla ve sorunlarla fazla meşgul olmayan Gevheri, şiirlerinde şahsi duygular­la aşk, ayrılık ve sevgililerin övülmesi konularını işlemiştir. Divan şiirine mahsus ka­fiye, vezin ve ifadeleri de kullanan Gevheri hem halk şiiri geleneğini hem de divan şiiri geleneğini eserlerinde etkili bir biçimde kullanmıştır. Bu yönüyle halk şiirinin şehirli şiiri olmasında da etkili olmuş, bu gelenek içinde sade Türkçeyle söylen­miş şiir anlayışının yayılıp gelişmesine etkide bulunmuştur.
Âşık Ömer =>Orduda asker olarak çeşitli savaşlarda bulunmuş ve sadece 17. yüzyılın değil bütün Türk âşık edebiyatı tarihinin en ünlü halk âşıklarından olmuştur. Sadece saz şairleri ge­leneğinin değil divan edebiyatı geleneğini de iyi bilen kültürlü ve eğitimli bir saz şairidir. Aydınlı olduğu sanılmaktadır. Aruz vezniy­le divan edebiyatı nazım türlerinde de yazmıştır. Halk edebiyatı nazım türleri içinde ba­zen aruz veznini de kullanarak halk şiirini divan şiirine yaklaştırmış, şehirli popüler şiirin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Halk ve divan şairlerini değerlendirdiği Şairnâme isimli uzun manzumesinde şiir geleneğine vakıf eleştirel yaklaşımları bulunan aydın bir sanatçı kimliği ile edebi gücünü ortaya koyar. Türk halk şiirini yeni tarz, teknik ve konularla yük­sek bir olgunluğa ulaştırmıştır.
Diğer Halk Şairleri ; Kuloğlu, Katibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Benli Ali, Gazi Âşık Hasan’dır.

TEKKE ŞAİRLERİ

Aziz Mahmud Hüdayi => Celvetiye tarikatinin kurucusu ve dönemin önemli ilim ve kültür adamlarından birisidir. Türkçe ve Arapça eserler yazmıştır. Şiirlerin­de hem aruz hem de hece vezni kullanmıştır.
Niyazi-i Mısri => Halvetiye tarikatına mensup bir tekke şairidir. Çeşitli şehirlerde tasavvu­fi fikirlerini yayma faaliyetlerinde bulunmuş geniş bir taraftar toplamıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde, Nesimi ve Fuzuli’nin, hece ile olan şiirlerinde, Yunus Emre’nin etkisi görülür. Yunus Emre tarzında yazdığı ilahileri bu dönem tekke edebiyatının en çok okunan ve se­vilen şiir türlerinden olmuştur.


18. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ

Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyılda siyasi alanda bir takım zayıflıkların ortaya çıktığı bir dönemdir. Osmanlı Devleti bu yüzyıla 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’nın ağır sonuçları altında girmiş, devlet yöneticileri bu antlaşmadan sonra ortaya çıkan siyasi du­rumu düzeltmek için yeni arayışlara girmiştir. Bu sebeple Batıdaki gelişmeleri görmek ve yerinde incelemek için Avrupa’ya elçiler göndermeye başlamışlardır.
Bu yüzyıl, bazı Avru­pa ülkeleriyle askeri ilişkilerin gerginleştiği ve bunlar karşısında mağlubiyetlerin yaşandı­ğı bir dönem olurken Fransa ve İngiltere gibi bazı diğer Avrupa ülkeleriyle askeri, bilim­sel ve kültürel ilişkilerin ve işbirliklerin geliştiği dönem olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun sanat ve kültür hayatı askeri alanlarda görülen zayıflamaların aksine tür, konu ve üslup bakımın­dan zengin ve oldukça canlı bir şekilde devam etmiştir.
17. yüzyılda başlayan soyut şiir tarzı Sebk-i Hindi, Şeyh Galib gibi divan şiirinin güçlü şairleri üzerinde etkisini gösterme­ye devam etmiştir.
18. yüzyılın şair padişahı , Necib mahlasıyla şiirler ya­zan ve hattatlığa karşı da eğilimi olan padişah III. Ahmet dir.


LALE DEVRİ

III. Ahmet’in 1718 ile 1730 yıllarını kapsayan padişahlık dönemi kültür, sanat, mima­ri ve hayat tarzında Avrupa ve İran’daki gelişmelerden etkilenerek ortaya çıkan yerel bir kültürel sentez ve yenilik dönemi olarak değerlendirilir.
Avrupa’daki gelişmele­ri yerinde görüp incelemesi ve devlet büyüklerini bu konuda bilgilendirmesi amacıyla 28 Mehmet Çelebi Fransa’ya elçi olarak gönderilmiştir. Matbaanın kurulması da Mehmet Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın girişimleriyle gene bu dönemde olmuştur.
Sarayda ve yeni inşa edilmiş park ve eğlence mekanlarında şiir ve sanat meclisleri oluşturulmuş, buralarda yeni hayatın ruhuna uygun şiir ve musiki eserleri yazılıp icra edilmiştir.
Yüzyılın diğer önemli padişah şairi III. Selim’dir. Asrın son kısmında padişah olan III. Selim aynı zamanda hattat ve bes­tecidir. Selim ve İlhami mahlaslarıyla yazdığı şiirleri bir divan dolduracak kadar çoktur.


EDEBİYATTA MAHALLÎLEŞME

Yerel dil, şive, kültür unsurları ile halk yaşayışının genel bir eğilim olarak etkili biçimde manzum eserlerde görülmesi olayına mahallîleşme adı verilmiştir.
Bir önceki dönemde Nabi ve Sabit’in şiirlerinde yaygın kullanılan atasözleri, deyimler ve günlük hayata dair re­feranslar 18. yüzyılda sadece gazel türünde değil mesnevi, şehrengiz, manzum tarih­ler ve mizahi şiirlerde de yaygın bir şekilde görülmeye başlamıştır.
Nedim de dahil olmak üzere bu dönem gazel ve kaside şairleri üzerinde Nabi’nin etki­si büyük olmuştur. Gazel ve kaside alanında Nedim, Selim, Rasih Bey, Sami, Seyyid Vehbi, Salim, Koca Ragıp Paşa, Haşmet ve Fıtnat Hanım dönemin önde gelen şairleri arasındadır.


DÖNEMİN ÖNDE GELEN ŞAİRLERİ
Nedim => 17. yüzyılın ikinci yarısında başlayan mahallîleşme akımı Lale Devri dö­neminde Nedim’in şiirleriyle zirveye ulaşmıştır. Bu akım doğrultusunda şiir yazan birçok şair için Nedim, ilham kaynağıdır. Nedim, Lale Devrinin getirdiği sosyal durumu yansıtması sebebiyle Lale Devri şairi unvanını kazanmıştır. Şarkı türü Nedim’le büyük üne kavuşmuş, eğlence, ge­zip tozma, müzik, dünyevi aşk, kadın ve erkek modası, konuşma üslubu ve adabı ve genç­lik ilişkileri bu şiir türünde renkli duyuş, düşünüş ve imajlarla tasvir edilmiştir. Bu dönemde şehirli kitlelerin günlük hayatı ve sanat zevki divan edebiyatının eserle­rinde kendisini daha etkili biçimde hissettirmiştir.
Şeyh Galib Şeyh Galib soyut divan şiirinin son önemli temsilcisidir. Divanında bulunan ga­zel, kaside ve tardiyeleriyle özgün bir sanat anlayışı oluşturmuştur. Şeyh Galib’in , Hüsn ü Aşk mesnevisi Türk edebiyatının tasavvufi bir konu etrafında oluşturul­muş soyut allegorik kahramanların anlatıldığı bir eserdir. Eserin genel yapısı ve felsefesi üzerinde Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun isimli eserinin etkisi vardır.

Diğer Önde Gelen Şahsiyetler ve Eserleri

Bursalı İsmail Beliğ’in Bursa Şehrengizi ile Sakiname adlı eserleri dönemin önem­li mesnevi eserlerindendir. Bu türde kaleme alınmış Darendeli Bekayi’nin ,Battalname’si de çok tanınmış bir eserdir.
Sünbülzade Vehbi’nin Lütfiyye mesnevisi bir öğüt mesnevisidir. Vehbi’nin çok okun­muş 2 manzum sözlüğü de vardır. Bunlardan Farsça-Türkçe olan sözlüğün ismi Tuhfe, Arapça-Türkçe olanınki ise Nuhbe’dir. Her iki sözlük de Farsça ve Arapça öğrenenler için başlangıç kitabı olarak yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Enderunlu Fazıl’ın Hubanname ve Zenanname adlı mesnevileri sırasıyla değişik mil­letlerin erkek ve kadın güzelleri hakkındadır. Defter-i Aşk isimli kitabında ise şair kendi aşk tecrübelerini anlatır.
Çeviri sahasında Nahifi Dede’nin 6 cilt olarak aynı vezinle beyit beyit yaptığı Mevlana’nın Mesnevi isimli eserinin tercümesi hem döneminde hem de sonraki dönem­lerde Türk edebiyatının önemli çeviri eserlerinden olmuştur.


18. YÜZYILDA NESİR

Nesir sahasında da çok sayıda eserin ortaya konduğu 18. yüzyılda çeşitli biyografik eserler, şairler tezkiresi ve mensur tarihler ve sefaretnameler yazılmıştır.

Biyografik eserler arasında Osmanzade Taib’in kendi dönemine kadar olan sadrazam­lar hakkında bilgi verdiği Hadikatü’l-Vüzera;
Sakıp Mustafa Dede’nin mevlevi büyüklerini anlattığı Sefine-i Nefise fi Menakibi’l-Mevleviyye;
Şeyhülislam Esad Efendi’nin 100 beste­cinin hayatını anlattığı Atrabü’l-Asar
Müstakimzade Süleyman Saadeddin’in 88 şeyhü­lislamın hayatını anlattığı Devhat’ü-l-Meşayih isimli eserleri önde gelir.

Tezkire alanında Safayi Tezkiresi 470 civarında şair hakkında bilgi verir.
Salim Tezkiresi,
Azizzade Hüseyin Ramiz’in Adab-ı Zurefa’sı
Esrar Dede’nin Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye’si önde gelen çalışmalardan olmuştur.
Dönemin mensur ta­rihçiliğinde Naima Tarihi, Raşid Tarihi, Asım Tarihi, Silahtar Tarihi ve Vasıf Tarihi döne­min tarih eserleridir.
Sefaretname türünde ; Dürr-i Yekçeşm’in İran Sefaretnamesi, 28 Mehmed Çelebi’nin Sefaretname-i Fransa, Ahmet Res­mi Efendi’nin Berlin Sefaretnamesi ve Vasıf Ahmet Efendi’nin İspanya Sefaretnamesi öne çıkar.
Giritli Aziz Efendi’nin yazdığı Muhayyelat dönemin halk hikâyeleri tarzında yazılmış üç ayrı hayali hikâyeden oluşmuştur. Binbir Gece Masallarıyla benzerlik gösteren bu ese­rin en önemli özelliği eserde kullanılan dil ve üslubun sadeliğidir.
Dil ve üslup yönüyle daha sonraki Türk hikâyeciliğini etkilemiş olan Muhayellat Türk hikâye yazıcılığının ilk özgün eserlerindendir.


18. YÜZYIL HALK EDEBİYATI

Halk ve Divan şairlerinin anlayış olarak birbirlerinden etkilenerek iki gelenekten de beslenen daha karma anlayışla eserler yazmaları devam etmiştir. Bazı halk âşıkları aruzla koşmalar ve türküler söylemişlerdir.
Divan şiirinin bu dönemdeki güçlü temsilcileri Nedim ve Şeyh Galip de hece vezniyle koşmalar yazmıştır. Mahallîleşme anlayışının sonucu olarak görülen bu du­rum şehirli popüler şiirin temellerinin zenginliğini ve konularının genişliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Halk âşıklarının ele aldıkları konulardan birisi de Osmanlı ordu­larının yaptıkları savaşlardır. Bunlar arasında Âşık Ravzi ve Âşık Mustafa’nın Ruslar kar­şısında kazanılan Prut Zaferine dair destanları, Âşık Kamil’in Bender şehrinin kaybedil­mesi üzerine söylediği Bender Destanı sayılabilir.
Halk âşıklarının ortaya koyduk­ları Nemçe destanları ile Cezayir şairlerinin Cezayir’de yapılan savaşlara dair söyledikle­ri türküler dönemin halk edebiyatının hayatla ne kadar içli dışlı olduğunu gösterir.


TEKKE ŞAİRLERİ

İlahi türünde şiirler söyleyen bu dönem tekke şeyhleri ve şairleri üzerinde Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Hacı Bayram Veli gibi büyük tekke şairlerinin etkisi vardır.
Bu dönemin önde gelen tekke şairleri Diyarbakırlı Ahmed Mür­şidi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır. İbrahim Hakkı’nın sade ve lirik bir üslupla kaleme aldığı ve Allah ve insan sevgisini işlediği “Neylerse güzel eyler” redifli ilahisi halk arasında çok sevilmiştir. Şair , Yunus Emre ile başlayan Anadolu ilahi geleneğini devam ettirmiştir.

  • 19. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
19. yüzyıl Osmanlı imparatorluğunun ordu, siyaset ve devletin genel felsefesi alanların­da yenileşme, modernleşme ve Avrupalılaşma dönemidir.

Çeşitli siyasi problemlerin se­bebi olarak görülen yeniçerilik kaldırılmış (1826), yerine yeni ordu oluşturulmuş, 1839 ta­rihinde de Tanzimat Fermanı ilan edilerek yapılacak yeniliklerin genel hatları ortaya kon­muştur.

1856 Islahat Fermanı ve 1876 Birinci Meşrutiyetin ilanıyla bilim, eğitim, hukuk, siyaset ve uluslararası ilişkiler konusunda yer yer kesintiler ve karşı hareketler görülse de modern devlet kurumlarının oluşturulması bakımından önemli gelişmeler elde edilmiş­tir.

Yeniliklerin çoğu Bulgar, Yunan ve Sırp gibi azınlık milletlerin Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsızlıklarını kazanmaya çalışmalarını engellemeye yöneliktir.
.
Yenileşme hareketi III. Selim, II. Mahmut ve I. Abdülmecit gibi padişahların yönetiminde Rıfat Paşa, Reşit Paşa, Ali Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa gibi üst düzey devlet bürokratlarının gayret ve çalışma­larıyla yürütülmüştür.

Başta Fransızca olmak üzere Avrupa dillerini bilen bürokratlar yetiştirmek amacıyla Tercüme Odası kurulmuştur.
Üniversitede okutulacak derslerde kullanılmak üzere kitaplar hazırlayacak olan Encümen-i Daniş kurulmuştur.
Modern eğitim kurumları olarak daha önceden faaliyetlerine başlayan Mühendishane-i Bahr-i Hüma­yun ile Mühendishane-i Berri Hümayun okullarına ek olarak Kız Rüşdiyesi (kız orta­okulu), Mekteb-i Mülkiye (Siyasi Bilimler), Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) gibi okullar açılmıştır.
Bu yenileşme döneminde eğitim ve kültür alanında yapılan çalışmaların en önemli so­nuçlarından birisi kurulan modern eğitim kurumlarında Türkçenin zorunlu bir ders ola­rak okutulması ile bu derste okutulacak Türkçe gramer kitaplarının yazılması olmuştur. Bu durum Türk dili ve edebiyatının gelişmesi, yaygınlaşması, standartlaşması ve en önemlisi kurumsallaşması bakımından çok etkili olmuştur.
Bu alanda Fuat Paşa ile Ahmet Cevdet Paşa’nın 1851 yılında yazdıkları Kavaid-i Osmaniye Türkçenin ilk okul grameridir.
Şinasi’nin Türk atasözleri derlemesi olan “Durub-ı Emsal-i Osmaniye” ve Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani ile Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türki isimli sözlükleri bu yönde öncü çalışmalar olmuşlardır.
Yenileşmeye başlayan divan şiiri 19. yüzyılda anlayış ve edebiyat şekilleri karşısında yapısını koru­makla birlikte konu ve bakış açısı yönünden genel felsefesini değiştirmiştir. Mesela hürriyet kavramı kaside formu içinde, vatan sevgisi kavramı gazel türü içinde anlatılmaya başlanmıştır.
Şiirin edebiyat sa­natı içindeki gücü, Batıdan gelen roman ve tiyatro gibi yeni edebî türler karşısında da sar­sılmaya başlamıştır. “Edebiyat sanatı şiir ve manzume içinde ortaya konulmalıdır” gibi an­layış bu yeni türler karşısında değişmeye başlamış, roman ve kısa hikâye gibi nesir edebi­yatı türleri yaygınlaşmaya başlamıştır.
19. yüzyılda divan şiiri geçmiş yüzyıllarda ortaya koyduğu yüksek seviyeli eserler ça­pında eserler üretememiştir.
1860’lı yıllarda Hersekli Arif Hikmet, Leskofçalı Galip, Os­man Şems, Kazım Paşa, Yenişehirli Avni gibi şairler “Encümen-i Şuara” ismi verilen bir şiir hareketi başlatarak divan şiirinin yeniden güç kazanması için çalışmışlarsa da bu iste­nen başarıyı sağlayamamıştır.
Bununla birlikte eski divan tarzı şiir yazma çalışmaları de­vam etmiş, bu yönde oluşturulmuş şiirlerden oluşan yüzlerce divan yazılmıştır.
Dönemin önemli divan şairleri arasında bulunan Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) şiirlerinde Fuzuli, Baki, Nef ’i, Nedim ve Şeyh Galib’in etkisinde yazmıştır. Leskofçalı Ga­lip (1827-1867) şiirlerinde Sebk-i Hindi üslubunu devam ettirmiş bir şairdir. Osman Nev­res daha çok şarkı ve mersiye türünde şöhret kazanmıştır. Dönemin eski şiir anlayışını de­vam ettiren diğer önemli şairleri arasında Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet, Fehim ve Agah Paşa sayılabilir.
Tanzimat döneminin yenilikçi anlayışta yazan şairleri arasında Namık Kemal ve Ziya Paşa eski şiir anlayışını kıyasıya eleştirerek gazel ve kaside gibi divan edebiyatı türlerinde modern fikir ve konuları yeni üslupla yazmışlardır. Batı edebiyatlarında o dönemde po­püler olan vatan sevgisi, hürriyet, adalet, dayanışma, sosyal ve bireysel haklar gibi konula­rı şiirlerinde işleyen bu iki şair aynı zamanda Tanzimat döneminin önemli fikir ve siyaset adamıdır. Siyasi görüşlerinden ötürü hayatlarının büyük bölümü sürgünlerde geçmiştir.
Muallim Naci eski şiiri eleştirmeden, onu yeni fikir, anlayış ve üslupla zenginleştire­rek özgün şiirler yazmıştır.
Dönemin önemli Tanzimat şairlerinden olan Abdülhak Hamit dil yönünden eskiyi devam ettirse de konu, teknik ve üslup bakımından yenilikçi bir şair­dir.
Servet-i Fünun akımının şairlerinden Recaizade Mahmut Ekrem şiirin kafiye ve şekil özellikleri bakımından da değişmesi konusunda tartışmalara katılmış, o yönde değişiklik­lere gittiği şiirler yazmıştır. Ancak XIX. yüzyılın sonunda divan şiirinin vezni aruz, kafiye anlayışı istisnai durumlar olsa da genel olarak eskiden olduğu gibi özellikle Arapça alıntı kelimelerde hem göz (aynı harf) hem de kulak (aynı ses) bakımından benzerliği esas alır.
Bu yüzyılda Türkçe ilk gazetenin yayımlanmasıyla gelişmeye başlayan gazetecilik dili ile roman türünün popülerlik kazanmasıyla ortaya çıkan yeni tahkiye üslubu Türk ne­sir dili için dönüm noktası olmuştur. 1831’de Türkçe yayımlanan ilk gazete olan Takvimi Vekayi’den sonra 1840 yılında Ceride-i Havadis ve 1860’ta Tercüman-ı Ahval gazeteleri çıkmış, bun­ları diğerleri takip etmiştir.
Tanzi­mat dönemi edebiyatçıları için edebiyatın en büyük amacı halkı eğitmektir. Bu sebeple edebi eserlerde yer yer propaganda izleri vardır.

  • TANZİMAT DÖNEMİNİN ÖNDE GELEN YAZAR VE ŞAİRLERİ
Şinasi => Türk aydınları tarafından çıkarılan ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval’in Agah Efendiyle birlikte sahibi ve yazarıdır. Durub-ı Emsal-i Osmaniye isimli atasözleri derlemesini yapmıştır. Şair Ev­lenmesi isimli ilk Türk tiyatro eserini yayımlamıştır. Fransız şiirinden yaptığı tercümele­ri Tercüme-i Manzume isimli kitapta, kendisinin yeni tarz şiirlerini ise Müntehabat-ı Eş’ar isimli kitaplarında toplamıştır.
Ziya Paşa => Fransız edebiyatından yaptığı tercümelerle kendisinden bahsettiren Ziya Paşa, Encümen-i Şuara üyeliği de yapmıştır. Namık Kemal ile birlikte Avrupa’da sürgündeyken Muhbir ve Hürriyet gazetelerini çıkardı. Avrupai düşünce tarzını anlattığı Terci’-i Bend, eleştirel yönleri olan Terkib-i Bend, Doğu şiiri antolojisi olan 3 ciltlik Harabat ile dil ve edebiyat üzerine görüşlerini açıkladığı Şiir ve İnşa makalesi yazarın en önemli eserleridir.
Namık Kemal => Türk edebiyatının yenileşmesi için hem fikrî alanda hem de uygulama alanında çok ça­lışmış bir edebiyatçı ve devlet adamıdır. Bir taraftan Hürriyet Kasidesi ve Vatan Mersiyesi gibi modern kavramları eski şiir kalıpları içinde dile getirirken bir taraftan da Vatan Yahut Silistre gibi tiyatro eserleri ve İntibah gibi romanlar yazarak yeni edebiyat türlerinde eser­ler vermiştir. Avrupa’da da gazete çıkararak siyasi faaliyetlerini yürütmüş olan yaza­rın önemli eserleri, yukarıdakilerden başka, tiyatro alanında Gülnihal, Akif Bey, Zavallı Çocuk, Kara Bela, Celaleddin Harzemşah ve roman alanında Cezmi’dir.
Ahmet Mithat Efendi => İlk dönem Türk romancılığının en verimli ve etkili yazarıdır. Önceleri Namık Kemal’in ya­yınladığı İbret gazetesinde yazan Ahmet Mithat bir süre Rodos’ta sürgün hayatı yaşamıştır. 1878 yılında çok uzun ömürlü bir gazete olan Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarmaya baş­lamış, yazılarını da burada yayımlamıştır. Türk romancılığında çok farklı konu­larda eser yazan bir edebiyatçı olarak bilinir. Onlarca romanı arasında Felatun Bey ile Rakım Efendi, Henüz On Yedi Yaşında ve Jön Türkler çok popüler olmuş eserlerdir.
Şemsettin Sami => Osmanlı devlet adamı ve edebiyatçısıdır. Türkçede ilk roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ın yazarıdır. Türk dili, tarihi ve kültürü konusunda bilinçli çalışmalar yapmıştır. Bu alanda en önemli eserleri 6 ciltlik ansiklopedik bir çalışma olan Kamusü’l-Alam, Fransız­cadan Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Fransevi, Türkçeden Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Türki ve okullar için hazırladığı çeşitli isimlerde Türkçe dilbilgisi kitaplarıdır.
Dönemin Diğer Şair ve Yazarları ; Abdülhak Hamit şiir ve tiyatro oyunu alanındaki eserleriyle, Ahmet Vefik Paşa Moliere’den yaptığı adaptasyon oyunlarıyla, Nabizade Nazım gerçekçi romanlarıyla dö­nemin önde gelen yenilikçi edebiyatçılarıdır.

19.YÜZYIL HALK EDEBİYATI

Halk edebiyatı bu yüzyılda halk âşıklarının usta-çırak ilişkisi geleneği içinde büyük sa­natçılarını ve eserlerini yetiştirmeye devam etmiştir.
Bu halk âşıkları arasında Anadolu’da öne çıkan isimler arasında Bayburtlu Zihni, Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli ve Dadaloğ­lu vardır.
Azerbaycan sahasında ise Âşık Elesker döneme damgasını vuran âşıktır.
Bu yüz­yılda büyük sosyal ve tarihi olayları uzun manzumeler şeklinde terennüm eden destanlar da yazılmıştır. Bunlar çeşitli âşıklar tarafından Türk-Rus ve Türk-Yunan savaşla­rının anlatıldığı destanlar, Türk askerini ve komutanlarını övücü ve yüceltici cesurane ifa­delerle doludur.
Ispartalı Âşık Seyrani’nin Vak’a-yı Hayriye Destanı, Âşık Ali’nin Nizip Destanı, Süruri’nin Silistre Savaşını anlattığı “yürüdü” redifli destanı bu tü­rün diğer önemli örnekleridir.


HAZIRLAYAN:DERYA DENİZ
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst