Aöf Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri 2.Ünite (1.Kısım) Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri 2.Ünite (1.Kısım) Ders Notları



CUMHURİYET’E KADARKİ TÜRK HİKÂYESİNE GENEL BİR BAKIŞ

  • Hikâye”, Türk kültür tarihinde en azından bin yıllık geçmişe sahip ve giderek zenginleşen
bir anlam çemberi içinde köklü ve yaygın bir kelime ve kavramdır. Çünkü
kelime kültür tarihimizde; “tarih, destan, kıssa, masal, mesel, menkıbe, rivayet,
lâtife, fıkra, hurafe, roman, öykü, anlatı, benzetme” anlamlarında da kullanılmıştı
r. Bunlardan “destan”, “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “lâtife”, “fıkra”, “öykü” ve “roman”,
bugün ayrı birer tür olarak kabul edilir. O zaman genel anlamı bakımından
hikâyenin, bugün “öykü”de ifadesini bulan tek bir türün değil, “mit”ten “modern
hikâye” veya “roman”a kadar uzanan türlerin “genel” adı olduğunu unutmamamız
gerekir. Yani hikâye, öncelikle insanın sözü keşfettiği günden bugüne en çok başvurduğ
u bir anlatım tarzı; edebiyat sanatı içinde “mit”ten “modern hikâye”ye kadar
uzanan pek çok anlatma esasına bağlı eser/türün ortak üst formu; son iki asırdır
da, anlatma esasına bağlı eser/türler şemsiyesi altında bağımsız bir edebî türdür.
  • Modern hikâye ise; gerçek ya da gerçeğe uygun olay ve durumların; insan, zaman
ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgusal bir dünya çerçevesinde ve üzerinde
durulan konu, tema ve mesaja uygun bir biçimde kurgulanıp; ayrıntıya girilmeden
yoğunlaştırılarak, okuyucuya estetik haz verecek tarzda anlatılmasından do-
ğan kısa ve mensur metin/türdür.
  • Türk edebiyatında modern hikâye 1870’li yıllardan itibaren görülmeye başlar.
  • 1923 öncesi Türk hikâyesini; Tanzimat hikâyesi, Servet-i Fünûn
hikâyesi ve Millî Edebiyat hikâyesi gibi üç dönem veya ekol altında toplayıp
değerlendirmek mümkündür. Bunlara -daha geri plânda olmak üzere- Fecr-i Âti
hikâyesi ile Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim ve Ebubekir Hazım Tepeyran gibi ba-
ğımsız yazarların hikâyelerini de ilâve etmek gerekir.

  • Tanzimat Hikâyesi: Gelenekten pek çok unsur taşımakla birlikte modern
Türk hikâyesi veya Tanzimat hikâyesi, Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât-ı Aziz
Efendi’si (1852), Emin Nihat’ın Müsameretnâme’si (1870), Ahmet Mithat Efendi’nin
Kıssadan Hisse (1870) ve Letâif-i Rivâyât’ı (1870-1895) ile başlar.
  • Bunları bir sonraki nesle mensup olan Sami PaşazâdeSezâi’ninKüçük şeyler (1892)
adı altında kitaplaştırdığı hikâyeleri, Recaizâde Mahmut Ekrem’in üç hikâyesi ile
Nâbizâde Nâzım’ın -başta Karabibikolmak üzere- hikâyeleri takip eder. Sami Paşazâde
Sezâi ve Nâbizâde Nâzım’ın hikâyeleri gerek kurgu, gerek temel unsurlar,
gerekse dil ve üslûpları bakımından modern Batı hikâyesine daha yakın eserlerdir.
  • Servet-i Fünûn Hikâyesi: Edebiyatımızda hikâyenin hem yapı hem de dil
bakımından gerçek formuna ulaşması ve yaygınlaşması, Halit Ziya Uşaklıgil’in on
beş kitabı (Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, ihtiyar Dost vb.) dolduran
150 civarındaki hikâyesi ile mümkün olmuştur. Ayrıca Halit Ziya hikâyelerinin konuları,
dilleri ve üslûplarıyla, Servet-i Fünûn mektebinin diğer hikâye yazarları olan
Mehmet Rauf (Son Emel, Menekşe, Bir Aşkın Tarihi vb.), Hüseyin Cahit (Hayat-ı
Muhayyel, Hayat-ı Hakiye Sahneleri), Ahmet Hikmet (Hâristan ve Gülistan) ve
Safveti Ziya’yı (Bir Safha-i Kalp, Hanım Mektupları, Kadın Ruhu) geniş ölçüde etkilemiştir.
Bu sebeple Servet-i Fünûn hikâyesi; sanatı önemseyen anlayışı, bireyin
iç dünyası üzerinde yoğunlaşan psikolojik özelliği, romantik ve içe dönek kahramanları,
hayal-hakikat çatışması eksenindeki konu ve temaları (aile, hayat mücadelesi,
aşk, merhamet, yalnızlık, ölüm vb.), sağlam kurgular› ve okuyucuyu zorlayan
dilleriyle, oldukça homojen bir görünüm arz eder. Önemli ölçüde realizmin
esas olduğu Servet-i Fünûn hikâyesi, Millî Edebiyat’ın kendini büyük ölçüde kabul
ettirdiği Balkan Harbi yıllarına kadar geçerliliğini korur.
  • Bağımsızlar: Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti ve Millî Edebiyat anlayışlarının geçerli
olduğu dönemlerde eser vermelerine rağmen bu gruplara katılmayan bazı yazarlar
da mevcuttur. Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim ve Ebubekir HâzımTepeyran gibi
isimler bu grupta sayılabilir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar:(1864-1944), ilk hikâyesini yayımladığı
1884’ten Cumhuriyet sonrasında da devam eden uzun sanat hayatında herhangi bir
edebiyat topluluğa katılmadan, büyük ölçüde Ahmet Mithat Efendi’nin yolundan
giderek halk için yazmayı amaç edinmiş popüler bir yazardır. O, sanat anlayıflı bakı
mından realizm ve natüralizme; dünya görüşü bakımından ise pozitivizme bağ-
lıdır.
  • Hüseyin Rahmi, hikâyelerinde istanbul’un konak ve köşklerindeki hayat kadar,
kenar mahallelerdeki hayatı, bu hayatın insanlarını anlattır. Çok büyük ölçüde güçlü
gözlemlerine dayanarak yenileşme dönemi istanbul hayatının değişik kesitlerinden
renkli ve realist tablolar sunar. Halkın yaşama biçimi ve hayatını düzenleyen
değerler sistemini hareket noktası olarak alır ve daha çok hayatın bozuk, çirkin ve
komik yanlarını anlatmayı tercih eder. Yanlış batılılaşma ve yozlaşma, aile hayatındaki
aksaklıklar, kadın-erkek ilişkisi, zengin-fakir çatışması, batıl inançlar, toplum
hayatındaki değişmeler, onun hikâyenin asıl konularını oluşturur. Sosyal aksaklıkları
abartarak ve mizahî bir tavırla tenkit eder.
Hüseyin Rahmi Gürpınar hikâyelerinde, hedef aldığı okuyucu kitlesini dikkate
alarak konuşulan dili kullandı. Özellikle kahramanlarını kendi ağız özellikleri ile
konuşturmada büyük başarı gösterdi. Böylece sakağın dilini roman ve hikâyeye taşı
dı. Bununla birlikte pürüzsüz ve kusursuz yazma konusunda pek titiz davranmadı.
Ciddi bir üslûp endişesi taşımadı. Romanlarına göre teknik bakımından daha
başarılı olduğu toplam 100 civarındaki hikâyesinden bir kısmını 1920’den sonra kitaplaştı
rarak Cumhuriyet hikâyesine de katkıda bulundu. Bunlar; Kadınlar Vaizi
(1920), Meyhânede Kadınlar (1925), Kâtil Buse (1932), Namusla Açlık Meselesi
(1933), iki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden ilk Çıkış(1934), Gönül Ticareti
(1939), Melek Sanmıştım şeytanı(1943), Dirilen iskelet (1946), Eti Senin Kemiği Benim
(1963)’dir.

  • Millî Edebiyat Hikâyesi: Millî Edebiyat hareketi, “Yeni Lisan” olarak bilinen
dilde sadeleşme hareketi ile birlikte 1911’de başlar. Türkçü/milliyetçi düşünceye
dayanan Millî Edebiyat, dilinin yalın ve anlaşılır; konularının millî, milliyetçi ve yerli
oluşu ile kendinden önceki mekteplerden ayrılır. Millî Edebiyat anlayışı içinde
hikâye türünde eser veren yazarlar; Ömer Seyfettin, Memduh şevket Esendal, Refik
Halit Karay, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğ
lu, Halide Edib Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, F. Celâlettin’dir. Adı geçen yazarlar,
II. Meşrutiyet sonrasında tanınıp şöhrete ulaşmışlarsa da Cumhuriyet sonrasında
da hikâye yazma ve yayımlamayı sürdürmüşler; dolayısıyla hem Cumhuriyet hikâyesinin
hazırlayıcıları hem de bilfiil yazarları olmuşlardır.

Ömer Seyfettin: Millî Edebiyat’ın en önemli hikâye yazarı, hiç şüphesiz Ömer Seyfettin (1884-
1920)’dir. Aynı zamanda hareketin kurucusu ve teorisyeni olan yazar, kısa sanat
hayatı müddetince kaleme aldığı 150 hikâyesiyle, Türk edebiyatına önemli katkı-
larda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu çözülme ve yıkılma sürecinin
farkında olan Ömer Seyfettin, idealist ve milliyetçi bir yazardır. Hikâyeleriyle
okuyucuda millî şuuru uyandırmak, millî kimliğe ait değerleri sezdirmek, yaşanan
yanlışlık ve çarpıklıkların farkına vardırmak ister. Bunun için hikâyelerinde
çoğu zaman tenkitçi; bazı hikâyelerinde ise alaycı ve muzip bir tavır sergiler.
Ömer Seyfettin hikâyelerinde kimi zaman çocukluk hatıralarını(ilk Namaz, Kaşağı,
Falaka, And), kimi zaman yaşanan hayatın gözlemlerini (Bomba, Beyaz Lâle,
Hürriyet Bayrakları), kimi zaman tarihi (Başını Vermeyen şehit, Diyet, Forsa,
Topuz, Ferman), kimi zaman da folkloru (Yalnız Efe, Yüz Akı, Kurumuş Ağaçlar)
kaynak olarak kullanır. Bu noktada o, realist bir yazardır. Hatta realistliğini zaman
zaman “çirkin”i yansıtmaya kadar götürür (Bomba, Beyaz Lâle). Birer vak’a hikâyesi
olan metinlerini klâsik bir yapı içinde kurgular. Zıt güçlerin çatışmasıyla gerilimi
yükseltir ve okuyucuyu şaşırtan ve sarsan bir sonuçla bitirir. O, hikâyelerinin
genel kurgusu ve temel unsurlarının nitelikleri bakımından, Maupassant tarzı hikâye
anlayışına bağlıdır.
Ömer Seyfettin’in hikâyeciliğindeki bir başka temel nitelik, dil ve üslûbunda somutlaşır.
Yeni Lisan ve Millî Edebiyat hareketlerini başlatan yazar, “Edebiyatsız
edebiyat yapmak” düşüncesiyle yola çıkarken istanbul hanımlarının konuşma dilini,
yazı ve edebiyat dili hâline getirmeye çalışır. Bu sebeple onun dili, son derece
açık ve yalındır. Hatta yalınlık endişesi, zaman zaman hikâyelerinin bir hayli kuru
kalmasına sebep olur. Onun hikâyelerindeki bir başka üslûp özelliği, mizahî ve eleştirel yaklaşımdır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu: Millî Edebiyat’ın bir başka önemli hikâye yazarı, Ahmet Hikmet Müftüoğlu
(1870-1927)’dur. II. Meşrutiyet yıllarına kadar olan dönemde Servet-i Fünûn mektebine
bağlı olan Müftüoğlu, bu tarihten sonra Türkçülük/milliyetçilik düşüncesini
benimser. Bu dönemde kaleme aldığı hikâyelerinden on sekizini Çağlayanlar
(1922) adı altında kitaplaştırırken, bazı hikâyeleri gazetelerde kalır. Hikâyelerinde
çeşitli olay, insan ve mekâna dair unsurlardan hareketle Türk ruhu ve kimliğini anlatmaya
çalışır. Türkün kahramanlık, yiğitlik, asillik, incelik ve vekâr gibi değerlerini sezdirmek ister.
Meselâ “Üzümcü”de, sokakta gördüğü bir satıcının sesi, tavırları
ve vücudunda, Türk ruhu ve kimliğinin kristalize olmuş örneği durumundaki
Mehmetçik’i görür.Müftüoğlu’nun hikâyelerinin kaynağı, yer yer Türk tarihi ve
destanları; yer yer de Balkan, Birinci Dünya ve istiklâl harplerine dair gözlem ve
hatıralardır. Klâsik hikâye formundan zaman zaman bir hayli uzaklaşan metinler
gücünü, yazarın his ve heyecanlarından alır. Ayrıca onun son derece sade bir dili;
şairane bir üslûbu vardır. Çeşitli edebî sanatlarla zenginleştirilen ve mensur şiire
yaklaşan üslûbunda hitabet bir hayli belirgindir.

Aka Gündüz: Şiir, roman türlerinde de eserler kaleme alan Aka Gündüz (1886-1958), Cumhuriyet
öncesi ve sonrasında hikâyeleriyle Millî Edebiyat anlayışı içinde yer alır.
Hikâyelerini Türk Kalbi (1911) ve Türk’ün Kitabı(1913), Bu Toprağın Kızları
(1927), Hayattan Hikâyeler (1928), Sarı Zeybek (1936) isimli kitaplarında toplar.
Onun ilk kitabındaki hikâyelerde Trablusgarp, ikincisinde ise Balkan Harbi sebebiyle
yaşanan felâketlerin anlatımı öne çıkar. Kaybedilen topraklarda Türklerin
maruz kaldıkları zulümler, savaşlarda gösterilen kahramanlıklar, Türk’ün vatanseverliği,
bazı yozlaşmalar ve azınlıkların şımarıklıkları, hikâyelerin belli başlı konuları
nı oluşturur.Bu hikâyelerde erkek kahramanlar öne çıkar.
Hikâyelerini zaman zaman şiir parçaları ile zenginleştirenyazar, kendini hikâyeden çekmez.
Olaylar ve insanlar karşısında tavrını ve heyecanı
nı ortaya koyar. Bu sebeple üslûbu zaman zaman hitabeye kayar. Diyaloglara
geniş yer verir. Yalın bir dille sıcağı sıcağına günün olaylarını anlatması, dönemin
edebiyat kamuoyu tarafından takdirle karşılanmasını sağlar.

Refik Halit Karay: Millî Edebiyat’ın hikâye türündeki bir başka önemli yazarıRefik Halit Karay
(1888-1965)’dır. Fikrî bakımdan Millî Edebiyat’ın temelini teşkil eden Türkçülük/
milliyetçilik düşüncesine uzak duran Karay, hikâyeleriyle bu harekete önemli
katkılarda bulunmuştur. ilk hikâyeleri ile sürgün yıllarına dair gözlem ve intibaları
na dayanarak yazdığı hikâyelerini, memleket veya Anadolu edebiyatı konusunda
bir çığır açan Memleket Hikâyeleri (1919) adı altında kitaplaştırır. istanbul’un kenar
semtlerinde oturan orta ve alt gelir gruplarına mensup insanlarla Anadolu’nun çeşitli
köy ve kasabalarında yaşayan insanların hayatlarından çeşitli görünümler sunan
Memleket Hikâyeleri’nde işçi hakları, cinsel arzular, batıl inançlar, din istismarı,
bürokrasinin uyuşukluğu, Anadolu ve insanının hayat mücadelesi ve içinde bulunduğu
yoksulluklarını anlatır. Refik Halit Karay, ikinci sürgün döneminin (1922-
1938) gözlem ve intibalarının ürünü olan Gurbet Hikâyeleri’nde (1940) topladığı
hikâyelerini yazdı. Gurbet Hikâyeleri’ndeki en önemli tema, vatan özlemi ve yabancı
lık duygusudur (Eskici, Akrep, Köpek, Kaçak, istanbul). Bu hasret, “Eskici”deki
küçük Hasan ve adını bilmediğimiz eskicide bütün burukluğu ile somutlaşır.
Hayvan kahramanların öne çıktığı hikâyelerde de (Zincir, Keklik, Akrep, Köpek)
aynı tema ekseninde hayat bulur.
Refik Halit, baştan sona Maupassant tarzına bağlı kaldığı hikâyelerinde güçlü
bir gözlem gücüne sahiptir. Sağlam bir kurgu içinde, daha çok olay örgüsünü öne
çıkarır. Olay örgüsünde çatışma açık bir biçimde okuyucuya sunulur ve sonu ço-
ğu zaman trajik biter. Mekân tasvirlerinde realist ve başarılıdır. Belli bir sosyal ve
tabiî çevre içinde ele alınan olaylar ve insanlar, son derece canlıdır. Daha çok “dış”
üzerinde yoğunlaşan yazar, kahramanlarının psikolojilerini tahlil etmekten uzak
durur. Asıl şöhretini mizah türündeki yazıları ve hikâyeleri ile sağlayan Refik Halit’in
bir başka önemli yanı, Türkçeyi kullanmadaki başarısıdır. Yazar, hikâye, roman,
mizah ve denemelerinde son derece berrak, duru, tabiî, yalın ve açık bir dilkullanır.
Konuşma dilini, edebî esere taşımada son derece başarılıdır. Üstelik o,
ahenkli ve pürüzsüz bir üslûba sahiptir.
Halide Edib Adıvar: Öncelikle “romancı” olarak tanıdığımız Cumhuriyet öncesi ve sonrası kadın yazarı
mızHalide Edib Adıvar (1882-1964), hikâye türünde de bir hayli eser vermiştir.
Harap Mabedler(1911), Dağa Çıkan Kurt (1922), izmir’den Bursa’ya (1922;
Y.Kadri, F.Rıfkı ve M.Asım’la birlikte) ve Kubbede Kalan HoşSada(1974), onun hikâyelerini
topladığı kitaplarıdır. Adıvar’ın sanat hayatında görülen iki farklı dönem,
hikâyeleri ve hikâyeciliği için de geçerlidir. Buna göre yazar, gençlik dönemi eserlerinden
oluşanHarap Mabedler’deki hikâyelerinde ferdiyetçidir. Zeminini çeşitli
sebeplerin oluşturduğu hayal kırıklıkları, yalnızlık, fedakârlık, annelik, aşk, ölüm,
bu hikâyelerin belirgin temalarını oluşturur. Hikâyelerde santimantal ve bedbin bir
ruh hâli hâkimdir. Yine bu hikâyelerde Servet-i Fünûn dil ve üslûbunun tesiri dikkati
çeker.
Halide Edip, Balkan Harbi yıllarından itibaren toplumcu veya Millî Edebiyat
anlayışına kayar. Dağa Çıkan Kurt ve izmir’den Bursa’ya isimli kitaplarında yer
alan hikâyeler (Kabak Çekirdekçi, Tanıdığım Çocuklardan; Vurma Fatma, Emine’nin
şahadeti, Bayrağımız Altında), bu dönemin ve anlayışın eserleridir. işgalci
güçlerin Türk vatanına saldırıları, Türklerin buna karşı verdikleri mücadele, bu
esnada yaşanan zulümler ve acılar, hikâyelerin asıl konuları oluşturur. Meselâ
Dağa Çıkan Kurt” hikâyesinde, vahşî hayvanların ormanı istilâ etmeleri, barışı
sağlamak için kurdu av olarak ilân etmeleri, ülkesi talan edilen ve yaralanan kurdun
intikam için dağa çıkmasını anlatılır. Bir çocuğun rüyası olarak kurgulanan
hikâye, semboliktir. Kubbede Kalan HoşSada da yer alan metinlerde ise, daha
çok Doğu-Bat› sentezi ve bu eksenindeki problemler üzerinde yoğunlaşmış olması
yla dikkati çeker.
Teknik bakımından zayıf olan Halide Edib’in hikâyeleri, romanlarında olduğu
gibi, çoğunlukla bir kadın kahraman etrafında şekillenir. Bu kadınlar, irade, kültür
ve karakter bakımından güçlüdürler. Başlangıçtaki hissedilen Servet-i Fünûn dil ve
üslûbu tesiri, giderek yalın, tabiî ve sade Türkçeye doğru ilerler. Ancak Halide
Edib, bir sanatkâr olarak en çok dil ve üslûbu yönüyle eleştirilir. Çünkü o, bu konuda
itinasızdır. Fazıl Ahmet Aykaç’ın, “leziz fakat kılçığı bol sardalya” benzetmesi,
onun dil ve üslûbu için sık sık tekrarlanan bir tespittir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Halide Edib gibi, öncelikle romanlarının kendisine sağladığı şöhretle tanıdığımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) da, hikâye türünde vermiş oldu-
ğueserlerle dönemin Türk edebiyatına önemli katkılarda bulunmuş yazarlarımızdandır.
Onun Bir Serencam (1913), Rahmet (1923), izmir’den Bursa’ya (H.Edib
F.Rıfkı ve M.Asım’la ortak 1922) ve Millî Savaş Hikâyeleri (1947) isimli kitaplarda
yer alan 60’a yakın hikâyesi mevcuttur. Sanat hayatının ilk yıllarında Servet-i Fünûn
mektebi ile Fransız edebiyatının tesiri altında bulunan Yakup Kadri, ferdiyetçi
sanat anlayışına sahiptir. Sosyal baskı-fert çatışması, ekseninde bireyin mutsuzlukları
nı ele alır. Bir Serencam’da yer alan; “Baskın”, “Bir Kadın Meselesi”, “Bir
Ölünün Mektupları”, “şapka”, “Nebbaş”, “Yalnız Kalmak Korkusu” isimli sekiz hikâye,
yalnızlık, karşılıksız aşk, cinsellik, ölü sevicilik gibi ferdî temalarıyla, bu anlayı
şın somut örnekleridir.
Yakup Kadri, sanat hayatının ikinci devresinde dikkatini sosyal hayata çevirmiş;
toplumun problemleri üzerine eğilmiştir. Rahmet ve Millî Savaş Hikâyeleri isimli
kitaplarda toplanan bu hikâyelerinde (Zeynep Kadın, Ses Duyan Kız, Teslim Teslim,
Güvercin Avı, Bir şehit Mezadı, Köyünü Kaybeden Kadın), savaşın getirdiği
büyük yıkımlar ve acılar ön plâna çıkar. Ayrıca o dikkatini Anadolu ve insanına çevirmiştir. Hikâyelerinin yarıdan fazlasının mekânı Anadolu’dur. Bu itibarla Yakup
Kadri, Refik Halit ile birlikte, memleket edebiyatına önemli katkılarda bulunur. Ancak
bedbin bakış açısı ve Maupassant’tan gelen hayatın kusurlu tarafına bakma
tavrı yüzünden hikâyelerdeki Anadolu ve insanı, Yaban romanında olduğu gibi,
büyük ölçüde olumsuz nitelikleriyle karşımıza çıkar.
Yakup Kadri, hikâyelerinde realisttir. Gerek eserin malzemesini temin etmede
gözlem ve belgelere müracaat etme, gerek bu malzemeyi determinist bir yaklaşımla
işleme, gerekse kahramanları karşısındaki tavrı bakımından Maupassant’a ve
realist geleneğe bağlı kalmıştır. Bununla birlikte onun gerçekçiliği, dıştan çok içe
yöneliktir. Psikolojik realizmi gündeme getiren bu tavır, eserlerinde zihin ve ruh
tahlilini önemli kılar. 1915’lere kadar olan eserlerinde, önemli ölçüde Edebiyat-ı
Cedîde’ye yakın bir dil kullanan Yakup Kadri, hep sanatkârânelik endişesi içinde
olmuştur. Bu çerçevede bir süre Yeni Lisan hareketine karşı çıkar. Ancak sanat hayatı
nın ikinci döneminde (1915’ten sonra), yavaş yavaş Millî Edebiyat’ın sade dil
anlayışına yönelir ve bunda karar kılar. Bununla birlikte kendine has bir üslûp endişesinden
hiçbir zaman vazgeçmez.

Memduh Şevket Esendal: Doğrudan doğruya Millî Edebiyat hareketine katılmamış olsa da, hikâyelerinin
dili ve konusu bakımından bu hareket içinde değerlendirilmesi gereken bir başka
yazarımız Memduh şevket Esendal (1883-1952)’dır. Onun sanat hayatında iki
devre söz konusudur. Esendal, 1908-1920 yılları arasını kapsayan birinci devrede
kaleme aldığı hikâyelerinde, kendisinden önceki Türk hikâyesinin hazırladığı edebî
birikimlerden yola çıkar. Dış dünya ile psikolojik hâlin ifadesini esas aldığı bu
dönemde, tenkitçi, tasvirci ve tahlilci olma yönleriyle belirginleşen bir sosyal gerçekçilik
anlayışına sahiptir. Klâsik giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine göre şekillenen
bu devrenin hikâyeleri gücünü, dış dünyadan seçilmiş olaylardan ve tezatların
çatışmasından alır. Esendal, bu dönemde Maupassant tarzı hikâyeler yazar.
Memduh şevket, 1920’ye kadar olan dönemde kaleme aldığı 40-45 civarındaki
hikâyesinde Bulgar zulmü (Veysel Çavuş, Bomba, Korku, Baba Halil), sosyal de-
ğerlerde yozlaşma (ihtiyar Çilingir, Gödeli Mehmet), köylünün durumu (Pazarcı-
lık, Buğday Almaya Köye Gitmiştik, ıane, Hasan Kahya Hastalandı), yöneticilerin
zihniyeti ve halka bakışları (Hürriyet Gelirken, ınsanın Ben’i) gibi konular üzerinde
durur. Ele aldığı konularda çok açık tenkitçi bir tavır sergiler.
İlk eserlerinde Servet-i Fünûn diline yakın duran yazar, daha
sonra Millî Edebiyat’ın getirdiği Yeni Lisan hareketinin dil anlayışını benimsemiştir.
Yazar, 1921’den sonra Çehov tarzı hikâyeyi benimseyerek Türk hikâyesine
yeni bir tarz kazandırır.

Reşat Nuri Güntekin: Daha çok romancılığı ile tanınan Reşat Nuri Güntekin (1889-1956), 1917-1930
arası dönemde hikâyeye geniş yer ayırmış, 200 civarında hikâye kaleme almıştır.
Klâsik bir giriş-gelişme-sonuç yapısına sahip olması, belirgin bir mesaj taşıması,
belli bir gerilim içinde gelişen olay örgüsünün zaman zaman şaşırtıcı bir sonla bitmesi
gibi nitelikler, Güntekin’in hikâyelerini Maupassant tarzına bağlar. Eski Ahbap
(1919), Recm, Gençlik ve Güzellik (1919), Roçild Bey (1919), Tanrı Misafiri (1927),
Sönmüş Yıldızlar (1928), Leylâ ile Mecnun (1928), Olağan ışler(1930) hikâyelerini
topladığı kitaplarıdır.
Reşat Nuri’nin eserlerinin kaynağı, özellikle müfettişlik görevi sebebiyle uzun
yıllar Anadolu’yu dolaşması sırasındaki gözlem ve tecrübeleridir. Bu hikâyelerinin
önemli bir kısmında (daha çok ilk dönem hikâyeleri) santimantal ve romantik bir
yaklaşımlabireysel konu ve temaları öne çıkaran Güntekin, bir kısmında da gözlemci
gerçekçi bir yaklaşımla sosyal konu ve temalar üzerinde durur. Bu çerçevede
aşk teması ilk sırada yer alır. Söz konusu aşkların bir kısmı, kavuşmayla sonuçlanması
mümkün olmayan türdendir (Sönmüş Yıldızlar, Bir Hazin Hakikat, Bir
Hayal Kırıklığıvb.). Aşka büyük değer veren yazar, onu yaşanması gereken insanî
bir duygu olarak görür. Aile ve bu kurum çevresindeki birtakım problemler (eşler
arası denklik, taraflardan birinin ihaneti vb.) hikâyelerindeki ikinci önemli konuyu
teşkil eder (Akrep, Deniz Banyosu, Gölgelerin Busesi, Bir Zaaf Dakikasıvb.).
Çocuk ve çocukla ilgili birtakım problemler, yazarın önemsediği bir başka konudur
(Çocuk Kavgası, Bilek Saati, Bir istifa).
Reşat Nuri Güntekin, bütün eserlerinde Anadolu coğrafyası üzerindeki Türk
insanının sosyal ve psikolojik yapısını, günlük hayatını anlatır. ınsanın ve hayatın
iç yüzünü sergilemeye çalışır. Bir-iki eseri dışında, herhangi bir ideolojiye sapmayan
yazar, eserlerinde hep sevgi ve hoşgörüyü esas alır. Acıma ve sevgi temaları-
nı, hiçbir zaman eserlerinden eksik etmez. O, en olumsuz şartlarda bile veya en
olumsuz kişilerde bile bu tür olumlu değerleri görmeye çalışır. Hiciv ve sosyal
tenkidi öne çıkardığı eserlerinde de bu tavrını korur. Bütün eserlerinde sade, temiz
ve tabiî bir Türkçe kullanır. Bu sebeple onun yalın, süsten uzak, tabiî ve lirik
bir üslûbu vardır.

Maupassant tarzı hikayenin kendine özgü temel özellikleri:
Maupassant tarzı hikâye, olay örgüsünü önemser. Büyük olay ve çatışmalara dayanır. Seçilip ayıklanmış bir
gerçekçilik dikkati çeker. Belirgin bir giriş, gelişme ve sonuç bölümleri ile önemli sosyal mesaja sahiptir. Ayrı
ntıyı anlatımıyla okuyucunun hayaline fazla bir şey bırakmaz.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK HİKÂYESİ
Cumhuriyet dönemi Türk hikâyesi Tanzimat’tan itibaren ortaya konan hikâye birikiminin doğal bir devamıdır.
1923-2010 dönemi Türk hikâyesini şu dört başlık altında değerlendirilir:
• Cumhuriyet’in ilk Hikâyecileri/Millî Edebiyat Anlayışını Sürdürenler
• Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler
• Bireyin iç Dünyasını Esas Alanlar
• Yeni Arayışlar
Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri
  • Bu grubu oluşturan yazarlar, ilk eserlerini Sultan II. Abdülhamid döneminde kaleme
almış olmakla birlikte asıl II. Meşrutiyet sonrasının hürriyet ortamında kimliklerini
kazanmışlardır.
  • Hüseyin Rahmi Gürpınar, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib Adıvar, Memduh şevket Esendal, Reşat Nuri Güntekin gibi isimler, Cumhuriyet döneminde de hikâye yazmayı sürdürmüşlerdir.
Memduh Şevket Esendal:(1884-1952), sanat hayatının ikinci devresinde Çehov tarzı hikâyeler yazar.
  • Dış dünyayı hikâyenin itibarî dünyasına taşırken çok
büyük ölçüde tabiîliği esas alır. Olay örgüsü için büyük olaylar ve çatışmalara ihtiyaç
duymaz. Okuyucunun merak duygusunu kamçılayacak gerilimlerden uzak
durur. Çoğu zaman belli bir giriş bölümü kullanılmadan ve doğrudan doğruya
olayla başlayan hikâye, belli bir sonuca ulaşmadan da bitiverir. Daha çok kişilerin
ruhhâllerini sezdirmenin esas olduğu bu hikâyelerde dramatik unsur öne çıkar.
  • Memduh şevket, hikâyelerinde aile kurumu, yöneten-yönetilen ilişkisi, günlük
hayatı çerçevesinde küçük insan, yozlaşma, çocuk ve çocukluk gibi birkaç ana konu
etrafında yoğunlaşmıştır. O dikkatini, Türk milletinin imparatorluk’tan Cumhuriyet’e
geçiş dönemi problemleri üzerinde yoğunlaştırmış bir yazardır. istanbul,
Ankara ve bazı Anadolu şehir, kasaba ve köylerini geniş mekân olarak kullanırken
daha çok fakir ve kenar semtlere yönelir. Farklı kesim, kültür, meslek, yaş, cinsiyet,
sosyal durum ve karakterdeki insanları, başarıyla dikkatlere sunar. Zengin şahı
s kadrosu, çok büyük ölçüde dışa dönük ve aktif insanlardan oluşur. Bu çerçevede
dikkatini memur, bürokrat ve yarı aydın, ev kadını, alafranga, esnaf, din adamı
ve dedikoducu tipleri üzerinde yoğunlaştırdığı görülür.
  • Güçlü bir Türkçecilik şuuruna sahip olan Memduh şevket’in dil ve üslûbu, sanat
hayatı müddetince belli bir dinamizm içinde olmuştur. ilk hikâyelerinde, Servet-
iFünûn ile Millî Edebiyatın Yeni Lisan anlayışı arasında gidip gelen yazar,
1920’lerden itibaren hızla konuşma diline yaklaşır ve sokağın dilini yakalamaya çalı
şır. 1930’lara gelindiğinde ise, artık onun için asıl olan konuşma dilidir. Tabiîlik,
yalınlık, açıklık, iyimserlik ve yer yer mizahilik, onun üslûbunun belli başlı nitelikleridir.
  • Hayatında sadece iki hikâye kitabı(Hikâyeler Birinci Kitap (l946), Hikâyeler
ikinci Kitap (l946) yayımlayabilen Esendal’ın hikâyeleri ölümünden çok sonra
kitaplaşabildi. Bunlar: Otlakçı(l958), Mendil Altında (l958), Temiz Sevgiler (l965),
Ev Ona Yakıştı(l971), Sahan Külbastısı(l983), Veysel Çavuş (l984), Bir Kucak Çiçek
(l984), ihtiyar Çilingir (l984), Hava Parası(l984), Bizim Nesibe (l985), Kelepir
(l986), Gödeli Mehmet (l988), Güllüce Bağları Yolunda (1992), Gönül Kaçanı Kovalar
(1993)’dır.

F. Celâlettin: Cumhuriyet öncesinden 1950’lere uzanan bir başka hikâyeci F. Celâlettin
(1895-1975)’dir. Asıl adı Fahri Celâlettin Göktulga olan yazar, ilk hikâyelerini Birinci
Dünya Savaşı yıllarının sonlarına doğru yayımlamaya başlamış; 1923’te basılan
ilk kitabıTalak-ıSelâseile büyük alâka toplamıştır. Cumhuriyet döneminde Kına
Gecesi (1927), EldebirMustafendi(1943), Avurzavur Kahvesi (1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955) isimli hikâye kitaplarını yayımlamıştır. Yer yer eski hikâyelerinin yeni
basımlarını da içeren kitaplarında toplam 78 hikâyesi mevcuttur.
  • F.Celâlettin’in uzun sanat hayatı müddetince hemen hemen hiç değişmeden aynı
anlayışı sürdürmüştür. O, giriş-gelişme-sonuç esasına göre kurgulanmış, kişileri
idealize edilmiş, okuyucuyu şaşırtan ve kıssadan hisse veren geleneksel hikâye tarzı
na bağlıdır. Bu itibarla F.Celâlettin, Cumhuriyet öncesi Türk hikâyesini Cumhuriyet
sonrası hikâyesine bağlayan bir yazar durumundadır. Hikâyelerinden bazılarında
(Koltuk, Akşamcı), Hüseyin Rahmi-Ahmet Rasim çizgisine bağlı kalarak istanbul’un
kenar semtlerindeki çeşitli yerli hayat tablolarını, az görülen tipler etrafında
anlatır.
  • Doktor olmanın getirdiği birikimle daha çok insanın mizacı üzerinde yo-
ğunlaşır. Kadın-erkek ilişkileri, eski kına geceleri ve düğünler, bu eksende yaşanan
değişik problemler, sosyal hayat, gelenekler ve insan ilişkilerindeki değişme,
onun önemsediği konulardır. “Yeni hikâyeciliğimizin yol açıcıları”ndan biri olarak
kabuledilen yazar, realist bir anlayışla hayata bakar. Çoğu zaman mizahî bir yaklaşı
m sergileyerek ideolojik tavırdan uzak durur.

Osman Cemal Kaygılı: (1890-1945), Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim’in yolunu
takip eden bir başka yazarımızdır. O, Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor
Varda (1938) isimli hikâye kitapları ile bir halk yazarı olarak dikkati çeker. Özellikle
istanbul’un kenar semtlerinde yaşayan alt tabaka insanların (mirasyediler,
külhanbeyleri) hayatlarını realist bir biçimde ele alır. Dil ve üslûbu çok itinalı olmasa
da sıcak, samimi ve mizahidir.

Kenan Hulusi Koray: Yazı hayatına 1928’de başlayan Kenan Hulusi Koray (1906-1943), aynı yıl
kurulanYedi Meşaleciler isimli grubun tek hikâye yazarıdır. Koray’ın sanat hayatı
nda iki devre söz konusudur. 1928-1931 yılları arası dönemde daha çok mensur
şiire yaklaşan şiirsel bir üslûpla romantik ve masa başı hikâyeler yazarken 1931’den
sonraVakit gazetesi etrafındaki sosyal gerçekçi hikâyeci grubuna katılıp bu doğ-
rultuda eser verdi. Ömer Seyfettin ve Sadri Ertem’in tesirinde kaldı. Onun hikâyelerinin
bir kısmınıBir Yudum Su (1929), Bahar Hikâyeleri (1939), Son Öpüş
(1939), Bir Otelde Yedi Kişi (1940) isimli kitaplarında toplanırken bir kısmı gazetelerde
kaldı.



Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler
Birinci Kuşak (1930-1945)
ü İkinci Dünya Savaşı ortamında giderek artan
sosyal sorunları (ahlâkî ve ekonomik çöküntü) anlatır. Sağlam ve edebî niteliklere
sahip bir dil ve üslûbunun olduğu söylenemez. Son hikâyelerinde M.ş. Esendal’ı
n hayat ve insanlar karşısındaki yumuşak tavrının tesirinde görülen Tarus, hikâyelerini
Doktor Monra’nun Mektubu (1938), Tarus’un Hikâyeleri (1947), Apartman
(1950), Ekin iti (1953), Köle Hanı(1954) isimli kitaplarında toplamıştır.
Cumhuriyet dönemi Türk hikâyesinde en belirgin
özelliğinin eleştirel ve toplumcu gerçekçilik olduğunu görürüz. BaşlangıcıNâbizâde
Nâzım ve Hüseyin Rahmi’ye kadar giden bu anlayış; toplumun içinde yaşadığı
hayatın yakından gözlemi, tespit edilen bütün problemlerin açık biçimde tasviri ve
eleştirisini esas alır. Realist olan yazar, çok büyük ölçüde gözlemlenebilen dış gerçeklik
üzerine yoğunlaşır. Eleştirel ve toplumcu gerçekçilik, özellikle 1930 sonrası
nda Vakit gazetesi etrafında toplanan yazarlarla yeni bir boyut kazanır. Sadri Ertem’in
öncülüğündeki bu ilk kuşak; Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, Hakkı Süha
Gezgin, Refik Ahmet Sevengil, Kenan Hulusi Koray ve Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur.

Sadri Ertem: yazı hayatına Cumhuriyet öncesinde başlaması
na rağmen asıl eserlerini harf inkılâbından sonra verdi. Hikâyelerini Silindir
şapka Giyen Köylü (1933), Bacayı indir Bacayı Kaldır (1933), Korku (1934), BayVirgül(1935), Bir şehrin Ruhu (1938) isimli kitaplarında topladı. “Sanat balık gibidir,
toplumsal suyun içinde yaşar” diyen yazar açık bir realist/natüralist ve sosyal
gerçekçi tavır sergiledi. Köylünün ağa ve tüccarlar, işçinin de patronlar tarafından
sömürülmesi, bürokrasinin halk üzerindeki baskısı, aydın-halk ikiliği, batıl inançlar,
tek parti döneminin temel ilkeleri gibi, çok açık sosyal ve toplumsal konular
üzerinde yoğunlaştı. Vakit gazetesi etrafında bütünüyle realizmden beslenen yeni
bir anlayış getirmeye çalıştı. Ancak o hayata hep maddeci bir zihniyet açısından ve
karamsar bir gözle baktı.Kendine özgü sağlam bir dil ve üslûp oluşturabildiği söylenemez.

Selahattin Enis: (1892-1942)’tir. Bataklık Çiçeği’nde (1924) sadece on üç hikâyesini kitaplaştırabilen Selahattin Enis’in diğer hikâyeleri, yayımlandıkları dergilerde kalmıştır.
  • Maupassant ve Zolavarî gerçekçiliği benimseyen Selahattin Enis, döneminde pek anlaşılamamış ve yadırganmıştır. “Çingeneler” isimli hikâyesi sebebiyle yargılanmak durumunda kalmıştı
r. Natüralist anlayışa bağlı olan Selahattin Enis’in hikâyeleri konuları, olayları ve
kahramanları bakımından gözlem ve gerçeğe dayanır. Ancak bu gerçek, büyük ölçüde
acı ve rahatsız edicidir.
  • hikâyelerini, kadın-erkek, namuslu-namussuz, fakir-zengin, iyikötü
zıtlıklarından doğan çatışmalar üzerine kurar. Bu yaklaşımıyla sosyal hayatın
aksayan, çürüyen yanlarına neşter vurur. Konuları ve kahramanları karşısında çok
açık eleştirel tavır takınır. Özellikle fahifleler çevresindeki fuhuş ve cinsellik üzerinde
ısrar eder. “Bir Kadının Son Mektubu”, “Bağırsak”, “Bataklık Çiçeği”, “şaheser”,
“Buhran”, “Hufre” gibi pek çok hikâyesinde ahlâken düşmüş kadınların sebep oldukları
felâketleri anlatır. Söz konusu hikâyeler, onun anti-feminist olduğunu düşündürür.

Nahit Sırrı Örik: Edebiyat dünyasına LesOeuvresLibres (1927) isimli Fransız dergisindeki “Zeynep
La Courtisane” (Kibar Fahifle Zeynep) isimli hikâyesi ile ilk adımını atan Nahit
SırrıÖrik(1895-1960), edebiyatımıza hikâye, roman, oyun, seyahat, hatıra,
çeviri, tarih türlerinde verdiği eserleriyle önemli hizmetlerde bulundu. O, başta Abdülhamid
Düşerken isimli romanı olmak üzere; Kırmızı ve Siyah (1929), Sanatkârlar
(1932), Eski Resimler (1933), Eve Düşen Yıldırım (1934) isimli kitaplarında topladığı
hikâyeleriyle Cumhuriyet öncesi Türk toplumunun sosyal hayatında yoğun
biçimde yaşanan çöküş süreci üzerinde durdu ve bu dönemin hayatından realist
sahneler sundu. Merkezinde daha çok güçlü kadınların yer aldığı eserlerinin itibarî
dünyasında, bu kadınların erkekleri ve çevrelerini nasıl tahrip ettiklerini vurguladı.
Onun eserlerinde kaybolan değerler karşısında duyulan hüzün ve yaşanan
çürüme karşısında hissedilen kapalı bir ironi, kendini hissettirir. Yakın tarihe olan
ilgisi, içinde büyüdüğü konak hayatı, ona sosyal hayattaki çöküşü, insan ilişkilerini
anlatmada geniş imkânlar sağlar. Bu bakımdan yer yer Abdülhak şinasi Hisar’ı
hatırlatır. Eserlerinde hatıra ve gözlemlerinden geniş ölçüde faydalanır. Objektif ve
soğukkanlı bir yaklaşım sergiler. Dönemin edebî yönelişleri ve modalarından uzak
duran Nahit Sırrı’nın sakin ve akıcı bir üslûbu vardır.

Bekir Sıtkı Kunt: Sanat hayatına şiirle başlayan Bekir Sıtkı Kunt (1905-1959), 1930’dan sonra
öyküye yöneldi ve bu türde farklı yazarların tesirinde kaldı. Sadri Ertem’in Vakit
gazetesinde başlattığı sosyal gerçekçi anlayışın tesiri altında hikâyeye başlayan
Kunt’ta bu tavır, ilk kitabıMemleket Hikâyeleri’nde son derece belirgindir. Zira o,
sanatın bir gayesi olduğuna inanmaktadır. “Realistim. Halkın ve köylünün ıztıraplarını, dertlerini, ihtiyaçlarını göstermeyi ve onları intibaha, tayakkuza, idrake
sevk etmeye çalışmayı vazife bilirim. Sanatı uyandırıcı bir kamçı olarak kullanmak
isterim. Sanat için sanat fikrine taraftar değilim. Sanatı gayeye varmak için
vasıta telakki ederim.” (Yazar, 1938: 88) Bu çerçevede yazar, köylünün sıkıntıları-
nı, yoksulluklarını dile getirir. Bir hayli sert eleştirel bir tavır sergiler. Bununla birlikte
Sadri Ertem çizgisinden Fahri Celalettin’e çizgisine yöneldiği Talkınla Salkım
ve Herkes Kendi Hayatını Yaşar kitaplarındaki hikâyelerinde gözlemci gerçekçilikte
daha başarılıdır. Mesleğinin gereği daha yakından tanıdığı çevrenin insanlarını
anlatır. Eleştiren yaklaşımını yumuşatarak, olanı olduğu gibi vermeyi önemser.
  • Bekir Sıtkı Kunt 1940’tan sonra, Maupassant tarzı hikâyeden Çehov tarzı hikâyeye
yönelir. Herkes Kendi Hayatını Yaşar’daki hikâyelerle başlayan bu yöneliş,
Yataklı Vagon Yolcusu ve Ayrı Dünya ile devam eder. Olayları düpedüz anlatmanı
n sanat olmadığını düşünen yazar, Memduh şevket Esendal’ın diline, anlatışına
ve hikâye anlayışına yaklaşır. “Hayat Her Zaman Olduğu Gibi” hikâyesi, Esendal’ı
n “Hayat Ne Tatlı” adındaki hikâyesiyle büyük benzerlikler gösterir. iddialı bir
yazar olmayan Bekir SıtkıKunt, daha çok “küçük insan”ların hikâyecisidir. Siyasî
ve memuriyet hayatıyla ilgili çalışmaları, genç denilebilecek bir yaştaki ölümü,
onun sanatta ulaşmak istediği hedefi yakalamasına imkân vermemiştir. Hayatı boyunca
Vakit, Varlık, Yurt ve Dünya, Adımlar, Yeditepe dergilerinde 60 civarında
öykü yayımlayan Kunt hikâyelerini; Memleket Hikâyeleri (1933) Talkınla Salkım
(1937), Herkes Kendi Hayatını Yaşar (1941), Yataklı Vagon Yolcusu (1948), Ayrı
Dünya (1952) isimli kitaplarında topladı.

Sabahattin Ali: Edebiyata 1925’lerde şiirle başlayan Sabahattin Ali (1907-1948), bir süre sonra
şiirden hikâye ve roman türlerine yöneldi ve edebiyatımızda daha çok hikâyeleri
ve hikâyeciliği ile tanındı. Toplam 65 hikâyesi bulunan yazar, ilk kitabıDeğirmen’deki
(1935) hikâyelerinde büyük ölçüde devrinde moda olan masa başı romantik
hikâye geleneğine bağlı kaldı. Bunlardan bazılarında Maupassant, Edgar
Allen Poe, Maksim Gorki tesiri açıkça dikkati çeker. Daha çok mevcut düzene karşı
çıkan kahramanların hikâyesini anlatır. Söz konusu hikâyeler ile yazarın toplumda
yerini bulamamış titiz ve alıngan kişiliği arasında yakın ilişkiler mevcuttur.
  • Sabahattin Ali hikâye yazarlığındaki olgunluğunu, Kağnı(1936) ve Ses (1937)
isimli kitaplarındaki hikâyeleriyle erişti. Orta Anadolu’daki öğretmenlik yıllarına ait
çeşitli izlenim ve gözlemleri ile hapishânede dinlediklerine dayanan bu hikâyelerde
(Ses, Kağnı, Kamyon, Kafa Kağıdı, Skandal) oldukça başarılıdır. Gerçekçi bir
yaklaşımla Anadolu’daki hayatı, bu hayatın ezilen insanlarını anlatır. Güçlü bir tabiat,
halk ve memleket sevgisi dikkati çeker. Mekân, büyük ölçüde köy ve kasabadı
r. 1936-1942 yılları arasının hikâyelerini toplayan Yeni Dünya’da (1943), Ömer
Seyfettin ve Refik Halit’in devamı olma ile Sadri Ertem’den gelen sosyal tenkitçilik
dikkati çeker. Son hikâye kitabıSırça Köşk’te (1947) ise bütünüyle tenkitçi-sosyal
gerçekçidir. Böylece Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Samim Kocagöz gibi
yazarlarla devam edecek olan yolu belirlemiştir.
  • Sabahattin Ali’nin hikâyeleri yaşanan hayattan seçilerek alınmış sağlam bir konu,
çok iyi gözlemlenmiş bir tabiat, sağlam ve düzenlenmiş bir vak’a çerçevesinde
hayat bulur. Bu hikâyeler, Maupassant tarzının giriş, gelişme, sonuç bölümleri çerçevesinde
sağlam bir kurguya sahiptirler. Yazar, hikâyelerinin malzemesini teminde
gözlem ve hayatından geniş ölçüde faydalanır. Ancak o hayata, olaylara ve insanlara,
hep belli bir dünya görüşünden bakar. Çoğu zaman mesajı öne çıkarır ve
türün unsurlarını belli bir amaca göre düzenlemeye kalkışır.

İlhan Tarus: (1907-1967), yazı hayatına tiyatro türünde kaleme aldığı eserleriyle
başlamış; ancak başarısız olması üzerine hikâye ve roman türlerine yönelmiştir.
Edebiyatı “tamamen sosyal endişe” çemberinde görüp “sanat endişesi”ni tanımadı-
ğını belirten yazar, bu anlayışın sonucu olarak eserlerinde daha çok “güdümlü”
kalmıştır. Hikâyelerinin konularını, memuriyeti sebebiyle yakından gözleme imkânı
bulduğu çevre ve yerlerdeki insanların (gecekondu insanları, memurlar, bürokratlar,
mahpuslar, kasaba insanlar› vb.) hayatından almıştır.
  • İkinci Dünya Savaşı ortamında giderek artan
sosyal sorunları (ahlâkî ve ekonomik çöküntü) anlatır. Sağlam ve edebî niteliklere
sahip bir dil ve üslûbunun olduğu söylenemez. Son hikâyelerinde M.ş. Esendal’ı
n hayat ve insanlar karşısındaki yumuşak tavrının tesirinde görülen Tarus, hikâyelerini
Doktor Monra’nun Mektubu (1938), Tarus’un Hikâyeleri (1947), Apartman
(1950), Ekin iti (1953), Köle Hanı(1954) isimli kitaplarında toplamıştır.

İkinci Kuşak (1945-2000)
ü Cumhuriyet döneminin ikinci kuşağını oluşturan Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Bekir Yıldız gibi isimlerle varlığını sürdürür.
Adı geçen yazarlar hikâyelerinde ülkenin tamamı veya bir bölgesindeki sosyal problemleri eleştirel bir yaklaşımla ele alırlar. Özellikle köy ve köylü, alt gelir grupları, köyden şehre göç etmiş insanların hayat mücadeleleri, bu mücadele esnasında yaşanan çatışmalar hikâyelerin temel konuları olur.

Kemal Bilbaşar: Hikâyelerini Anadolu’dan Hikâyeler (1939), Çevizli Bahçe (1941), Pazarlık
(1941), Pembe Kurt (1953), Üç Bulutlu Hikâyeler (1956), Irgatların Öfkesi (1971)
isimli kitaplarında toplayan Kemal Bilbaşar(1910-1983), daha çok memleket hikâyeleri
sınırları içinde kalması ve eleştirel gerçekçi kimliğiyle dikkati çeker. Sanat
hayatına hikâye ile başlayan yazar, genellikle konularını Kuzey-Anadolu ve Batı-
Anadolu bölgesi kasaba insanlarının hayatlarından alır. Çok açık tezatlar üzerine
(tutucu kişi-aydın kişi, zengin-fakir, güçlü-zayıf) kurguladığı hikâyelerinde ikinci
Dünya Savaşı yılları ve sonrasında yaşanan sosyal/toplumsal aksaklıkları (rüşvet,
kumar, fuhuş, karaborsacılık, vurgunculuk vb.) anlatır. Titiz bir dil işçiliği, tasvirlerde
özgünlük ve insanı kavramada derinlikten mahrum olan Bilbaşar, bolca şive
taklitlerine yer verir.
Kemal Tahir: Toplumcu bir yazar olan Kemal Tahir (Demir) (1910-1973), edebiyata 1931’de
şiir ile başladı. 1940’ta hikâyeye geçti. Daha sonra da roman türünde karar kıldı.
Ancak uzun süre çeşitli takma adlarla, sanat düzeyi zayıf hikâye ve romanlar yayı
mladı. Asıl başarılı romanlarını ise 1950’den sonra yazdı. 1955’te Göl insanları
adı altında kitaplaştırabildiği hikâyelerinde köy merkezli toplumsal meseleleri ele
aldı. Çok yakın gözlemlerin ürünü olan hikâyelerde, Sabahattin Ali ve Sadri Ertem’den
daha ileri düzeyde toplumsal yapıyı derinden kavrayan bir bakış dikkati
çeker. Bu yönüyle de o, diğer köy hikâye ve romancılarından ayrılır. Ayrıca Kemal
Tahir, basit şive taklitlerine de yaslanmaz.

Orhan Kemal: İkinci kşlak sosyal ve toplumcu gerçeklilik akımının önemli temsilcilerinden
biri Orhan Kemal (1914-1970)’dir. Edebiyata şiirle başlayan Orhan Kemal, Nazım
Hikmet ile tanışmasından sonra hikâye ve romana yöneldi ve asıl şöhretini bu türlerdeki
eserleri ile kazandı. Onun kendinden öncekilerden (Sadri Ertem, Sabahattin
Ali) farkı, anlattığı hayatın içinden gelmesidir. Özellikle hikâyelerinde işçi ve küçük memur gibi orta tabaka; dilenci, çöpçü ve fahişeler gibi alt tabaka insanının
hayat mücadeleleri ve özlemlerini anlatır. Eserlerini ağa-ırgat, patron-işçi, zenginfakir
zıtlığından doğan çatışmalar üzerine kurar. Onun büyük sıkıntı, yokluk ve sefalet
içindeki kahramanları, söz konusu durumlarına rağmen birtakım güzel insanî
değerleri benliklerinde taşırlar.
ü Hatıra, gözlem ve izlenimlerinden geniş ölçüde faydalanan Orhan Kemal’in hikâyelerinin
mekânı, daha çok yaşadığı (Adana, hapishane, istanbul’un kenar semtleri)
çevrelerdir. Olay hikâyesini benimseyen yazar, ele aldığı konuları derinlemesine
incelemekten uzaktır. Yüzeysel görünümleri anlatmakla yetinir. Eserlerinde
diyaloga ve şive taklitlerine geniş yer verir. Konuşma dilini esas aldığı üslûbunda
yeterince itina göstermez. Hikâye kitapları; Ekmek Kavgası(1949), Sarhoşlar (1951)
Çamaşırcının Kızı(1952), 72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş
Payı(1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı(1963), işsiz (1966),
Önce Ekmek (1968)’tir

Samim Kocagöz: Cumhuriyet döneminin bir başka hikâyecisi sosyal ve toplumcu hikâyecisi Sami
Kocagöz (1916-1993)’dür. Başlangıçta Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Sait Faik’in
tesiri altında kalan Kocagöz, 1950’lerden sonra kendi sanatkâr kimliğine kavuşur.
“Memleket hikâyeleri” çerçevesinde değerlendirebileceğimiz 150 civarındaki
hikâyesinde büyük ölçüde Söke ve civarındaki insanların hayatlarını anlatır.
Topra¤a bağlı bir hayat sürdüren bu insanlar (ortakçılar, ırgatlar, köylüler), özellikle
makinenin (traktör) tarıma girmesinden sonra pek çok problemle yüz yüze kalı
rlar. “Arada sırada başka çevreler üzerine yazdığı birkaç hikâyesini bir yana bırakı
rsak, Kocagöz’ün, hemen hemen bütün hikâyelerinde, Menderes vadisinin dağ
ve ova köylerindeki yaşayış, ağalar-ortakçılar arasında sürüp giden toprak davaları
nı, çökmüş bir düzenden arta kalan yeni bir çağı, eski-yeni çekişmelerinin altında
kaynaşan menfaat kavgalarının anlatıldığını görürüz.” (Alangu, 1968, C.2, s.332)
Bu bağlamdaki eserlerinin özünü, geleneksel üretim tarzı ile endüstriyel üretim
tarzı arasındaki çatışmalar oluşturur. Büyük ölçüde gözleme dayanan bu hikâyelerinde
Kocagöz, toplumcu endişe ile sanat endişesi arasında bir tavır sergiler. Telli
Kavak (1941), Sığınak (1946), Sam Amca (1951), Cihan şoförü (1954), Ahmet’in
Kuzuları(1958), Yolun Üstündeki Kaya (1964), Yağmurdaki Kız (1967), Alandaki
Delikanlı(1978), Zar Kanat (1985), Gecenin Soluğu (1985) ve Baskın (1990),
Kocagöz’ün hikâyeleri topladığı kitaplarıdır.

Fakir Baykurt: Köy Enstitüsü kökenli olan bir başka hikâyecimiz Fakir Baykurt (1929-
1999)’tur. Baykurt, yazı hayatına şiirle başladı. Asıl şöhretini roman ve hikâyeleriyle
kazandı. “Kitleleri uyundurmak ve bilinçlendirmek” arzusuyla toplumcu sanat
anlayışını benimseyen yazar, daha çok kırsal kesimdeki insanların ve köy/köylünün
çeşitli meseleleri üzerinde yoğunlaştı. Son dönem hikâyelerinde Almanya’da
çalışan işçilerin yaşadıkları sıkıntı ve çatışmaları ele aldı. Özellikle kahramanların
konuşmalarında mahallî ağız özelliklerini öne çıkardı. Yalın, açık bir dil kullandı.
ideolojik yaklaşımı çok öne çıkarması ve sanatı ihmal etmesi yüzünden romanları
ndaki başarıya ulaşamadı. Hikâyelerini Çilli (1955), Efendilik Savaşı(1961), Karı
n Ağrısı(1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı(1970), On Binlerce
Kağnı(1971), Can Parası(1973), içerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), Kalekale
(1978), Barış Çöreği (1982), Gece Vardiyası(1985), Duisburg Treni (1986)
isimli kitaplarında topladı.

Bekir Yıldız: Yakın dönemin bir başka sosyal gerçekçi yazarıBekir Yıldız (1933-1998)’dır.
Yazar, hikâyelerinin konularını önce Güney Doğu Anadolu’dan, sonra büyük şehrin
kenar semti insanlarından, daha sonra da Almanya’daki insanların hayatlarından alır. Çok açık zıtlıklar (töre-modern hayat, birey-toplum, ağa-köylü, Türk-Alman)
üzerine kurulan bu hikâyeler, arzulananı temsil eden tematik güç ile nefret
edileni temsil eden karşı güç arasındaki çatışmaya dayanır. Bu bağlamda yazar; evlilik
kurumundaki çarpıklıklar, yabancılaşma, insanî ilişkilerdeki yozlaşma, köyden
kente/Almanya’ya göç meseleleri üzerinde durur. Bekir Yıldız, 1980 sonrası hikâyelerinde
gerçeküstücü ve fantastik hikâyeye doğru kayar. Hikâyelerini Reşo Ağa
(1968), Kara Vagon (1969), Kaçakçı şahan (1970), Sahipsizler (1971), Evlilik şirketi
(1972), Beyaz Türkü (1973), Alman Ekmeği (1974), Dünyadan Bir Atlı Geçti
(1975), insan Posası(1976), Demir Bebek (1977), Mahşerin insanları(1982), Bozkı
r Gelini (1989) isimli kitaplarında topladı.

Necati Cumali: ikinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda şiirle edebiyat dünyasına adımını atan
Necati Cumalı(1921-2001), daha sonra hikâye, roman ve oyunlar yazarak edebiyatı
n diğer türlerinde de eserler verdi. Hikâyelerinin bir kısmında (Yalnız Kadın,
Değişik Gözle), kendi “ben”inin merkez alırken, bir kısmında (Susuz Yaz) taşra hayatı
ve insanlarını anlatan Cumalı, tütün işçilerinin problemleri, köylünün tabiatla
mücadelesi, kadın-erkek ilişkileri üzerinde durdu. Gözlemlerinden geniş ölçüde
faydalanarak kasaba insanı ve kadın gerçeği üzerinde yoğunlaştı. Sanat hayatının
akışını dikkate aldığımızda Cumalı’nın Sait Faik tarzı hikâyeden sosyal gerçekçi hikâyeye
doğru kaydığını görürüz. Necati Cumalı’nın hikâyeleri; Yalnız Kadın (1955),
Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken Uyuyamam (1969), Mekadonya
1900 (1976), Kente inen Kaplânlar(1976) isimli kitaplarında toplandı.

Aziz Nesin: Cumhuriyet dönemi sosyal ve toplumcu gerçekçi ikinci nesil yazarlarından Aziz
Nesin, Haldun Taner ve Rıfat Ilgaz, hikâyelerindeki mizahî ve ironik tavırlarıyla di-
ğerlerinden önemli ölçüde ayrılırlar. Bunlardan Aziz Nesin (1916-1995), mizahî hikâye
alanında Cumhuriyet döneminin önemli yazarıdır. Yazı hayatına şiir ve realist
hikâyelerle başlayan Aziz Nesin, bir süre sonra asıl kimliğini oluşturan mizahî
hikâyelerde karar kıldı. Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı ve
Refik Halit gibi önceki dönemlerin mizah yazarlarından ve halk mizahından da
faydalanan yazar, zaman içinde kendine özgü bir mizah anlayışı geliştirmiştir. Böylece
birey ve toplum hayatındaki birçok aksaklığı, çarpıklığı veya yanlışlığı kıyası-
ya eleştirmiştir. Söz konusu eleştiriler zaman zaman seslendiği toplumun dinî ve
ahlâkî değerlerine kadar uzanır.
ilk hikâyesini 1943; ilk kitabını da 1945’te yayımlayan Nesin, çok yazan ve hayatı
nı kalemiyle kazanan popüler bir yazardır. Bu sebeple kimi hikâyeleri “taslak”
olmanın ötesine geçemezken, zaman zaman tekrara düşmüş; hayata ve insana belli
bir düşüncenin perspektifinden bakmanın doğal sonucu olan “güdümlü edebiyat”
sınırlarında kalmıştır. Üstelik o, dil ve üslûp üzerine ciddi bir endişeye sahip
değildir. Otuzun üzerinde hikâye kitabı ve 2000’i aşkın hikâyesi bulunan Aziz Nesin’in
hikâyelerinden önemli bir kısmı dergilerde kalmıştır. Hikâye kitaplarından
bazıları; Geriye Kalan (1948), it Kuyruğu (1955), Yedek Parça (1955), Fil Hamdi
(1956), Damda Deli Var (1956), Koltuk (1957), Kazan Töreni (1957), Deliler Boşandı
(1957), Hangi Parti Kazanacak (1957), Ölmüş Eşek (1957), Mahallenin Kısmeti
(1957), Bay Düdük (1958), Gıdıgı(1958), Gözüne Gözlük (1960), Namus
Gazı(1964), Vatan Sağ Olsun (1968), Büyük Grev (1978), Maçinli Kız için Ev
(1987)’dir.

Haldun Taner: Daha çok tiyatro türünde verdiği eserleriyle tanınan Haldun Taner (1916-
1986), aynı zamanda hikâye türünde de başarılı eserler kaleme almış; şişhane’ye
Yağmur Yağıyordu isimli hikâyesiyle Yeni istanbul gazetesinin açtığı yarışmada
Türkiye birinciliğini kazanmıştır. Yaşasın Demokrasi (1949), Tuş(1951), şişhane’ye Yağmur Yağıyordu (1953), On ikiye Bir Var (1954), Sancho’nun Sabah Yürüyüşü(1969), Yalıda Sabah (1983), Ayışığında Çalışır (1954), Taner’in hikâye kitaplarıdır.
ü Hikâyeye ikinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda başlayan Haldun Taner, ele aldı-
ğı konu, var ettiği kahraman ve tasvir ettiği zaman ve mekân karşısında takındığı
hafif ironik tavrıyla dikkati çeker. F.Celalettin tarzının yeni temsilcisi olur.
ü İnsanların -daha çok zengin, sözde aydın,cahil köylü- çeşitli zaaf ve eksikliklerini (cahillik, bencillik, kabalık, sonradan görmüşlük, gösteriş budalalığı, züppelik vb.) başarıyla sergileyen yazar, sert eleştirel
bir tavır yerine ironiyi tercih eder.
ü “Ona göre bütün düzensizlikler,
bozukluklar, daha çok kişilerin yaratılışlarındaki bozukluklardan, eğitim ve öğretim noksanlıklarından, aileye ve yakın çevreye bağlı kötü etkiler, alışkanlıklar, görgüsüzlüklerden gelmekteydi. Onun kendine has canlı, nükteli ve yer yer meddahları hatırlatan bir üslûbu vardır.

Rıfat Ilgaz: Hikâyelerinde ironiyi öne çıkaran bir başka yazarımız, aynı zamanda şair ve romancı
olan Rıfat Ilgaz (1911-1993)’dır. 1950’den sonra hikâye ve roman türlerine
yönelen Ilgaz, özellikle Hababam Sınıfı(1957) romanıyla meşhur oldu. Radarın
Anahtarı(1957), Don Kişotistanbul’da(1957), Kesmeli Bunları(1962), şevket Usta’nı
n Kedisi (1965), Garibin Horozu (1969), isimli kitaplarında topladığı hikâyelerinde
Rıfat Ilgaz, sosyal eleştiri ile mizahı birlikte götürür.
Halikarnas Balıkçısı: Kendine özgü özelliklerini unutmamak kaydıyla bu gruba dahil edebileceğimiz
bir başka önemli yazarımız, asıl adı Cevat şakirKabaağaçlı olan Halikarnas
Balıkçısı(1886-1973)’dır. Sürgün edilip uzun süre yaşadığı Bodrum’u çok sevmesinden
dolayı, buranın eski adı olan Halikarnas’ı isim olarak aldı. Yazı hayatı
na 1908’den sonra başlamasına rağmen 1925’e kadar fazla bir varlık gösteremedi.
Onun asıl sanatkârlık kimliği, Bodrum’a sürgün edilmesinden sonra teşekkül
etti. Cevat şakir, Bodrum’da bulunduğu uzun yıllar boyunca kendini bir taraftan
tabiata, denize, deniz insanlarına verirken, diğer taraftan bu dünyanın hikâye ve
romanını yazmaya gayret etti. ilk hikâye kitabıEge Kıyılarında (1939) fazla ilgi
çekmediyse de ilk romanıAganta, Burina, Burinata(1946), ona şöhretin kapı-
larınıaralad.
ü Halikarnas Balıkçı’sının gerek roman, gerekse hikâyelerinin değişmez ve temel
konusu deniz ve deniz insanlarıdır.
ü Büyük bir deniz ve tabiat tutkunu olan yazar, hikâye ve romanlarında
hep bu tutkuyu anlattı.
ü Cevat Şakir, Türk edebiyatına ciddi manada denizi ve deniz insanları
nı kazandırdı.
ü Halikarnas Balıkcısı Sait Faik’e öncülük etmiştir.
ü Sait Faik, denizi temel
obje olarak değil, kendini anlatmada bir aracı olarak kullandı.
ü Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde dikkati çeken bir başka husus, Bodrum merkezli Eğe Denizi medeniyetini
anlatmış olmasıdır. Onun eserlerinde mitoloji, folklor ve tarih geniş yer
tutar.
ü Halikarnas Balıkçısı’nın Ege Kıyılarında (1939), Merhaba Akdeniz (1947),
Ege’nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957) kitaplarında topladı-
ğı
ü Hikâyeleri, kurgu, dil ve üslûp bakımından birtakım arızalara sahiptir.
ü Kimi zaman bir hayli uzayan tasvirler, kimi
zaman vakayı keserek okuyucuya bilgi verme tavrın
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst