Açıköğretim Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi 2 Ders Notları / Ders Kitabı

nzeytinevi

Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2013
Mesajlar
764
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açıköğretim Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi 2 Ders Notları / Ders Kitabı


1. ÜNİTE

İlk toplumlarda bireylerin mülkiyet kavramı gelişmemişti.
Bireylik bilinci oluşmamıştı.
Devlet kurma aşamasına gelemeyen toplulukların en belirgin özelliği “insan birey olarak gerçek yerini henüz bulamamıştır.
Devletin belirmesindeki ilk toplumsal öge bilinçlenme aile kavramının ortaya çıkmasıyla başladı.En güçlü ailenin reisi gittikçe zenginleşti ve aile ve mülkiyet kavramı gelişti.Mülkiyeti çok olan reislere herkes itaat etti ve böylece devlet oluştu.

Kültür: Bir insan topluluğunun belli bir zaman içinde her alanda ürettiği maddi manevi bütün değerlerin toplamıdır. Ekonomi, bilim, sanat, din vs.her türlü değer kültürdür.

Medeniyet –Uygarlık:
Eğer kültür yerleşik düzene geçerek kentleşmiş topluluklar tarafından üretiliyorsa ve belli toplulukların bu tür kültürler arasında büyük benzerlikler varsa o takdirde uygarlık söz konusudur.
Bir devletin en önemli işlevi: Devlet kendisine güvenen insanları ancak hukuk kuralları koyarak yönetebilir.Hukuk kuralları devletin üstün gücünü gösteren en önemli kanıtıdır.

İlk anayasa İngiliz kolonisi olan Kuzey Amerika’dan geldi. İngiliz kralına karşı ayaklandılar ve ilk yazılı anayasayı yazdılar. 18.yüzyılın sonlarında yazıldı ve insanlığın yazılı en eski anayasası oldu.Bu ayrıca tarihteki ilk ihtilal ve daha sonra yapılan tarihteki ilk devrimdir.

İhtilal: Mevcut siyasi düzeni bazı güçlü önderlerin öncülüğünde halkın zorla başından atması demektir.
İnkılap: Toplumdaki düzenin kısa sürede ve belli bir zorlama ile değiştirilerek, yerine yeni bir sosyal yapının kurulması demektir.
İhtilal ile ortadan kalkan düzenin boşluğunu yeni esaslara dayanarak bir devlet kurarak kapattılar işte bu ikinci aşamaya devrim veya inkılap denir.Yani eski düzeni bir takım geçici zorlamalarla yıkmaya ihtilal, ihtilal sonucu yeni bir düzen oturtmaya inklap ya da devrim diyoruz.
Aydınlatma çağına en büyük katkı Amerikan Devrimi ve ondan sonra gelen Fransız Devrimi’dir.Daha sonra bir çok ulus bu ihtilal ve devrimleri takip etmiş eşitlikçi toplum olma yolunda önemli adımlar atmıştır.
Devrim devrilmişin yerine konan demektir. Fransada 1879 yılındaki ihtilalle krallık ve soyluluk kalktı ve laiklik ilkesi devlete temel oldu.
* Din ve ahlak devrim dışı kalmak zorundadır zorlanamaz.
Evrim (Evolution) toplumsal kurumların kendiliğinden hissedilmeden ve zamanın koşullarına uyarak değişmesidir.
Devrim (Revolution) ise öyle değildir.Eski düzene yeni kadrolarla gidilmesidir. Devrim de darbe yapılmaz.Devrim bütün siyasal, hukuksal, eğitsel, bilimsel konuları kapsamına alırken, din ve ahlak gibi manevi değerlere dokunmaz.

George Kohler bugünkü Avrupa birliği düşüncesinin Amerikan ve Fransız devrimlerinin ortak düşüncesinden ortaya çıktığını söyler.
Fransız düşünürleri aydınlanma çağına katkısı olmuştur

**Türk inkılabında egemenlik ve bağımsızlık mücadelesi birlikte yürütülmüştür.
**Türk inkılabı bağımsızlık için mücadele verilmesinden dolayı Fransız inkılabından farklıdır.
** Bir toplumdaki kurumların köklü ve hızlı bir biçimde zorla değiştirilmesi inkılaptır.
**Zorlayıcı baskıların kısa tutulması devrimin başarısını büyük ölçüde etkiler.
**Tarihte bilinen ilk devlet Sümerlerdir.
**ilk çağ uygarlıklarından Mısırda hükümdarlar kendini tanrı olarak gösterirlerdi.
** Reform: Bazı toplumlarda devlet yapısının çeşitli alanlarda işlerliğini yitirmesi sonucu düzeltmelere gidilmesine Reform denir.
**Koydukları hukuk kurallarını egemen olduğu Avrupa ve kuzey Afrika ülkelerinin çoğunda uygulayabilen devlet Roma imparatorluğudur.
** Batıda ortaçağın sonlarına doğru bir uyanış başlamış ve bu uyanış sonucu aydınlanma çağı açılmıştı.

Bu uyanışın nedenleri:
Kapalı ve içine dönük ekonomik yaşamın kırılması
ilkçağın büyük düşünürlerinin yapıtlarının yeniden değerlendirilmesi
Aklın giderek özgürleşmesi Coğrafi keşiflerin etkisidir.
Bütün yurttaşların devlet gücü üzerinde hakkı olduğu yolundaki görüşlerin belirlenmeye başladığı dönem Aydınlanma Çağı’dır./ Avrupa kıtasını derinden etkileyen ve bütün 19.yüzyılda getirdiği yenilikler Avrupa toplumları tarafından benimsenen devrim Fransız devrimidir.

Türk devriminin sosyolojik ve hukuksal açıdan tarihte eşi görülmemiş bir devrim olmasının nedeni diğer devrimlerde görülen özelliklerin ulusal kalıba dökülüp kendine özgü bir model oluşturmasıdır.


ÜNİTE 2.

Eski Türkler kurdukları devletlerin başına Kaan veya Hakan adını verdikleri lideri getiriyorlardı. Türk inanışına göre Gök Tanrı, Kaan ailesine devleti yönetme yetkisi veriyordu.Türkler Orta Asya’da göçebe kabileler birliği biçiminde yapılanıyorlardı. Dinamik bir yapıları vardı ,çok hareketliydiler.
İslamiyet 7.yy’da Arap Yarımadası’nda belirdi.

Hz Muhammed Arap kabilelerini birleştirip islamiyete geçirdi.Peygamberimizin ölümünden sonar ilk dört halife döneminde İslam Devleti dört bir yana hızla yayıldı.Dört halife devrinden sonra iktidarı ele alan Emeviler İslamiyeti türklere zorla yaymaya çalıştı.Emevi saltanatı yıkılıp Abbasi Devleti kurulunca bu zorlama siyaseti bırakılıp ticari ilişkiler ile birlikte Türkler kendiliğinden İslamiyeti seçti.Bu andan itibaren türkler islamiyetin en büyük yayıcısı ve kurtarıcısı oldu.İslamiyetin kabulü ile türkler İran ve Ortadoğuya yerleştiler.Bu bölgelerde Türk-İslam devletleri kurdular.Bunlar arasında en önemlisi Selçuklu Devleti oldu.

Selçuklular 1057 yılında Abbasi halifesini Şiilerin elinden kurtarınca onlardan ‘’Doğunun ve Batının Hükümdarı’’ sıfatı aldılar.Böylece İslam dünyasının siyasal egemeni oldular.
Moğollar bir süre islamiyete direnip Selçuklu Devleti ile büyük savaşlar yaptı.Bunun sonucunda Anadolu Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırdılar ve dağılan devlet beyliklere ayrılmak zorunda kaldı. Bu beyliklerden en küçüğü ve en batıda olanı Osmanlı Beyliği Bizans’ın güçsüz düşmesinden faydalanarak sınırlarını batıya doğru genişleterek git gide güçlendi .Moğol istilasını (Timur istilası) savuşturdu. Büyük bir imparatorluk haline geldi. İstanbul fethedildi.

Osmanlı padişahının vekiline Sadrazam veya Vezir-i Azam denirdi.Padişah mührünü taşır ülkeyi onun adına yönetirdi.Bunların bir can ve mal güvenliği yoktu.Ulemalar (din adamları) din adına adalet dağıtıp yargıçlık yapardı.Padişah kendi işlerini yaptırabilmek için onları hoş tutardı.Bu da ulemaları git gide ayrıcalıklı konuma soktu. Sipahiler elde edilen toprakları yönetmekle görevlendirilirdi.Sipahiler devletin temsilcisiydi.Toprağı halka bir seferliğine satar sonra nesilden nesile toprak işlendiği sürece belli bir vergi alırdı.Alınan verginin geri kalanı köylünün olurdu.
Erkek gayrimüslimler cizye adında vergi verirlerdi.Devlet yönetimine katılamazlardı.Ancak Eflak ve Boğdan (Romanya) yöneticileri gayrimüslimlerden seçilirdi.

Osmanlının gerileme Nedenleri;
yapısı gereğince denizlere açılabilecek konumda olmaması nedenle büyük coğrafi keşiflere katılamayıp denizaşırı ülkelere yerleşemedi.Avrupadaki denizaşırı ticaret Anadolu ve Rusya üzerinden yapılan ticareti çökertti.Böylece ekonomisi tarıma dayalı Osmanlı’nın tarım ürünleri batıdaki pazarlarını yitirdi.Doğa bilimlerinde ardı ardına yapılan buluşlar, baskı tekniğinin bulunması, kralların eğitim işine eğilmeleri, bireylerin bilinçlenmeleri batıda yeni bir girişimci ortam yarattı. Böylece ekonomik gelişmelerin yanında bilim alanındada geri kaldı Osmanlı.

Avrupa ise 1648 tarihinde mezhepler arası savaşı (Otuz Yıl Savaşları) Vestefalya Barışı ile bitirdi. Rusya hızla gelişmeye başladı ve Osmanlı üzerinden sıcak denizlere açılmak istiyordu. Osmanlı savaşmak için vergileri artırdı dirlik adı verilen yeni peşin vergiyi çıkardı halk dahada ezildi. Rusya, Avusturya, İran ve Venedik’le savaşarak zayıfladı ve Fransız ihtilali’yle gerileme tam bir çöküş durumuna geçti. Fransız ihtilalinin saçtığı demokrasi ve ulusçuluk akımları bağrında pek çok ulusu barındıran Osmanlı için bir yıkım oldu.Avusturya parçalandı.Sırplar ve Yunanlılar bağımsızlık kazandı. Araplar Vahhabi Ayaklanmalarını çıkardı. Ekonomik sömürme, düşmanlarla savaş, ulusal ayaklanmalar ve iyice gerileyen kültürel düzey Osmanlıları kötü sona yaklaştırdı.

Çöküşü gören Osmanlı ıslahatlar yapmaya başladı.ilki 1727 de matbaa’yı kabul ederek basım tekniğini kullanmaya başladılar. (Avrupa 1454 ‘ten beri kullanıyordu) 2 Mühendislik Okulu kuruldu.Ordu yeniden düzenlenmeye çalışıldı.Ulusçuluk akımı ile ayaklanan gayrimüslimleri devlete kazandırmaya çalıştılar.Bu arada aydınlar; islam içinde kalmak isteyen islamcılar,batıyı taklit etmek isteyen batıcılar olarak ikiye ayrıldılar..

Namık kemale göre Osmanlının ıslahatlarının sebebi zayıflayan devleti kurtarmaktı kesinlikle insanları önemsemiyordu ıslahatla devleti eski gücüne getireceği sanılıyordu.
III Selim devletteki bozuklukları iyi teşhis etmişti.ulaşmak istediği düzene Nizamı Cedid “ Yeni Düzen” adını verdi.ilk diplomatik temsilciliği o kurdu. Padişahla ayanlar arasındaki yetki bölünmesi anlaşmasına senedi ittifak adı verildi.II. Mahmut 1826 da yeniçeri ocağı kaldırıldı.Merkez örgütüne yeni bir biçim Verdi.ilk kez devlet işlerini birbirinden ayırdı ve bakanlıklar kurdu. İlk kez İtfaiye, polis ve askeri okullar,tıbbiye vs.kurdu.Memurların haklarını yasalarla güvece altına aldı.II Mahmut yaptıklarıyla Osmanlı tarihinin en büyük reformcusu ünvanını aldı.

Abdulmecit 3 kasım 1839 da Tanzimat fermanını ilan etti.Tanzimat Fermanı ile eşitlikçi yasalar getirilip hukuk devleti kurulmaya başlandı.Yargılamalar halka açık ve bağımsız yargıçlarca yapıldı.Vergi adaleti sağlanması ve askerliğin kısalması gibi konularda düzenlemeler getirildi.
Hukuk Devleti; Yurttaşını rahat ve huzur içinde yaşatan, onun malını canını ve onurunu koruyan,eğemenliğin kaynağını yurttaşa dayandıran onu bütün özgürlüklerle donatan devlettir. Hukuk devletinin en önemli varlık temeli bütün insanlara can güvencesi vermesidir.
1856’da Abdulmecit Islahat Fermanı’nı yayınladı böylece Müslüman ve gayrimüslimler eşit haklara kavuştu.

Osmanlı tarihinde ilk kez siyasal özgürlükler uğruna mücadele eden Genç Osmanlıların tek istediği padişahın yanında halkın temsilcilerinin bulunduğu bir meclisin bulunması idi.
II.Abdulhamit tarafından 23 aralık 1876 da ilan edilen anayasa ‘Kanuni Esasiye’ ile meclis kuruldu.
1876 yılında silahlı kuvvetler ile sivil aydınlar birleşerek Sultan Abdulaziz’i tahttan indirdiler.Ordunun ilk kez siyasal yaşama müdahalesi de bu olayla başladı.

1787-1878 tarihlerinde Türk-Rus savaşı başladı istanbulu Ruslara bırakmak istemeyen İngilizlerin baskısı sonucu Ruslar bizimle Ayastefenos Barış Antlaşmasını imzaladı daha sonra bu anlaşmayı Berlin de biraz değiştirildi. Kars, Ardahan, Batum Ruslara verildi. Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsızlıklarını ilan etti.Bosna Hersek, Avusturya,Macaristan imparatorluğuna bırakıldı.Bulgaristan hemen hemen tam bağımsız oldu. Kıbrıs adası İngilizlere bırakıldı.
İstibdat dönemi : kaybedilen topraklar nedeniyle mecliste ağır eleştirilen 2.abdulhamit meclisi tatil etti.ve tam 30 yıl onları toplamadı. Devleti tekrar kurtarmaya çalışmışsa da Doğu Rumeli, Mısır, Girit gibi yerlerin yitirilmesine engel olamadı. Dış borçları ödemeye çalıştı.
II.Abdulhamit alacaklı devletlerin Duyuni Umumiye adında bir (Genel borçlar Yönetimi) örgüt kurarak devlet gelirlerine el atmalarını önleyemedi.

Cumhuriyet dönemine kadar en fazla okul II.Abdulhamit tarafından kuruldu. Ancak II.Abdulhamid’in kurduğu bu okullarda yetişen genç subaylar durumu pek beğenmiyor ve padişaha karşı halkı aydınlatmaya çalışıyorlardı, gizli dernekler kuruyor ve yeraltından özgürlük mücadelesi yürütüyorlardı.Bu aydınlara genç Jön Türkler adı takılmıştı. Bu dernekleri tek çatı altında önce Osmanlı terakki ve ittahat cemiyeti daha sonradan adı ittahat ve terakki olarak değiştirildi.
1866 yılında Avusturya’ya karşı ayaklanan Macarlar bağımsızlıklarını kazandılar. 1867 de ise tekrar Avusturya ile birleşerek Avusturya Macaristan adını aldılar.

İkinci Meşrutiyet.:
Abdulhamidin ürkek ve ihtiyatlı siyasetini yetersiz bulan genç subaylar yeniden anayasal bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtulacağına inanan ittihat ve terakki derneği subayları 1908 temmuz ayı içinde saraya baş kaldırdı. Padişah bunu bastıramadı sonunda meclisi 23 temmuz 1908’de tekrar açma kararı aldı.Böylece 2. Meşrutiyet dönemi başlamış oldu.İttihatçılar padişaha sempati duydular ve mesrutiyeti yeterli görüyorlardı.Meşrutiyet Sözcük anlamı bakımından “Şarta Bağlanmış’demekti. Hükümdarın siyasal yetkilerini demokratik bir anayasa ile şarta bağlamak yani halkla hükümdar arasında bir yetki paylaşımına gidilmesi demekti.

Seçimler yapıldı ve yeni parlomento kuruldu ancak Meclisi mebusan’ın hiçbir yetkisi yoktu. Derviş vahdeti adındaki kıbrısta yetişen bir İngiliz casus Volkan adıyla yayınladığı gazetede şeriat çığırtkanlığı yapmaya başladı.13 nisan’da istanbul’da büyük bir gerici ayaklanma başladı.Bu olay İttahat ve Terakki’nin Selanik’teki merkezinden duyuldu ve hareket orduları bu ayaklanmaları bastırdı. Meclis yeniden toplandı ve suçlu gibi görülen 2. Abdulhamit tahttan indirildi. Yerine 5. Mehmet Reşat geçirildi. Bu dönemde Siyasal örgütlenme ve toplantı hakkı yurttaşlara verildi. Böylece türkiyede ilk siyasal partilerin kurulması yolu açıldı. Meclisi mebusanın yetkileri artırıldı.Hükümetin meclise karşı sorumluluğu kabul edildi.Padişahın yasama yetkisi daraltıldı.Yargı güvensizliği yaratan 113. madde kaldırıldı.

Osmanlı 1912 yılının ekim ayında isviçredeki Uşi kentinde İtalyanlarla Uşi Barış Antlaşması imzalandı.Libya italya’ya verildi. Rodos ve 12 ada ise Balkan Savaşı sonunda Osmanlı’ya geri verilecekti. İtalyanlar bu adaları 1947 yılına kadar ellerinde tuttular ve ikinci dünya savaşını yitirdikleri için Yunanistan’a bıraktılar.

1913 yılının mayıs ayında imzalanan Londra Barış Antlaşması ile batı sınırımız çizildi.midye enez çizgisine çekildi.imroz ve Bozcaada dışındaki bütün ege adaları yunanistana verildi.
Ünlü ittihatcı Enver bey 23 ocak 1913 tarihinde başbakanlığı basarak harbiye nazırını öldürdü bu olay Babali Baskını adıyla anılır.

Önemli Notlar
Islahat hareketleri başlayıncaya kadar Osmanlıda en çok ihmal edilen kurum eğitim’dir.
**Türkler Abbasiler döneminde islamiyeti kabul etmişlerdir.
**Osmanlı döneminde erkek gayrimüslimlerden alınan vergiye cizye denir.
**1648 yılında imzalanan Vestefalya Barışı 30 yıl savaşlarını bitirmiştir.** Osmanlı devleti 18.yüzyılda Rusya, Venedik, Avusturya ve İranla Savaşmıştır.
** Osmanlı devletinde ilk kez özerklik ve bağımsızlık kazanan uluslar Sırp ve Yunanlardır.
**Osmanlı padişahlarından 3.Selim’in ulaşmak istediği düzene Nizamı Cedid (Yeni Düzen) denir.
**İlk kez 2.Mahmut döneminde Kitap basım tekniği uygulanmıştır.
**3 kasım 1839 da ilan edilen Tanzimat fermanında devletin içine düştüğü durumdan kurtulması için öne sürülen ilk çare yurttaş ile devlet arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmaktır.
**Osmanlı devleti Abdulmecit döneminde Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’yı yanına çekebilmek için Islahat Fermanı’nı ilan etti.
** 23 aralık 1876’da ilan edilen anayasa ile Kanuni Esasiye’de yürütmeyi denetleme yetkisi meclise aitti.
**Osmanlı Devleti Berlin anlaşmasında Kars, Ardahan ve Batum’u kaybetti.
** 1878 yılında imzalanan Ayestefanos ön barış anlaşması yerine aynı yıl Berlin anlaşması imzalandı.
** Duyuni Umumiye adı verilen uluslarası örgüt Osmanlı devletinden alacaklı ülkeler arasında kuruldu.
** 20. yüzyıl başlarında İngiltere bazı gizli antlaşmalarla başta İstanbul olmak üzere Rusların göz diktiği her yerin onlara verilmesine razı olmuştu, ingilterenin böyle bir politika izlemesinin nedeni Almanların çıkarlarını tehdit etmesiydi.

2.Meşrutiyet döneminde anayasada padişahın yasama yetkisi kısıtlanmış, meclisi mebusanın yetkileri artırılmış, yurttaşlara siyasal örgütlenme hakkının tanınması sağlanmış, yargı güvensizliği yaratan 113. madde kaldırılmış, siyasal partilerin kurulmasına olanak tanınmıştır.
2. Meşrutiyet’in ilan edilmesini sağlayan cemiyet ittihat ve terakki cemiyetidir.
2. meşrutiyete karşı çıkan ayaklanma 31 mart olayıdır.
2. Meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı devletinin kaybettigi topraklar: Bulgaristan, Ege Adaları, Arnavultluk, Trablusgarp tır.

**İttihat ve Terakki, Babali baskını sonucu ülke yönetimini tümüyle ele geçirmiş diktatörlük rejimi kurmuştur.
** ittahat ve terakkinin önde gelenleri Balkan Savaşı sırasında toprak kayıplarını gerekçe göstererek babali baskınını yaptılar.
**Balkan Savaşları sırasında Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir.
**Osmanlı devleti Lozan Anlaşması ile İmroz ve Bozcaada dışındaki ege adalarını kaybetti.
**Osmanlı 1912 yılındaki Uşi anlaşmasıyla trablusgarp’ı kaybetti.
** 2.Meşrutiyet-31 Mart Olayı –Trablusgarp savaşı-Balkan savaşı sırasıyla olmuştur.
** ittahatçılar Babali Baskınından sonra rejime el koymuşlardır.
** Birinci balkan savaşlarına Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ ve Sırbistan katılmıştır (Romanya Katılmamıştır)
**Osmanlı devleti balkan savaşından sonra Karadağ hariç (Makedonya, Ege adaları, Arnavutluk ve Batı Trakya’yı kaybetmiştir) ** Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan’dan sonra en son Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir.
**Şeyhülislam padişahın yaptığı işlerin dine uygunluğunu saptar.
**Islahat Hareketleri başlayıncaya kadar en çok ihmal edilen kurum ordu ve donanma’dır.
**Tanzimat Fermanı ile sağlanan en önemli güvence can güvenliği’dir.
**Meşrutiyet sözcüğünün anlamı padişahın yetkilerinin anayasa ile sınırlandırılmasıdır.

ÜNİTE 3
İttahat ve terakki; Türk ulusçuluğunu bir ideoloji haline getirmeye çalışmışlardır. Ziya Gökalp (1876-1924) ittahat ve terakkinin en önde gelen ideoloğudur. Türkçülük bilincini yerleştirmeye çalışmışlardır.Bunu yaparken islamcılık ve Osmanlıcılık ilkelerini de yaşatmaya çalışmışlardır.Türkçülük İlk önce dil ile başlamıştır.

Başlıca düşünce akımları;
İslamcılık; Bütün felaketlerin islamdan uzaklaşmadan dolayı geldiği ve yeniden islama dönülmesi gerektiğini savunuyorlardı.

Osmanlıcılık;
Dinleri ulusları inançları ne olursa olsun herkes Osmanlı çatısı altında toplanıp çok uluslu bir devlet olma düşüncesindeydi.Ama çok uluslu imparatorluklar yerine dünyada yavaş yavaş ulusal devlet anlayışı hakim olduğundan bu akımın tutması zordu.

Kişisel Girişim ve Yerinden Yönetim; Saraya mensup Prens Selahattin (1877-1948) adlı bir aydının başlattığı bu hareket kişisel girişime değer veren ilk akılcı akımdır.yapılan bütün reformların kişiye değil devlete dönük olduğunu anlayan selahattin insana geniş özgürlüklerin tanınması ve çeşitli etnik grupların federasyona benzer bir şekilde yaşamalarını öneriyordu.

Yukarıdaki akımların en tutarlı olanı Türkçülük ve İslamcılıktı ittahatçılar Türkçülüğe önem verdiler ve bu amaçla türk gençlerini yetiştirmek türk kadınlarına bazı haklar tanımak ulusal bir burjuvazi yaratmak için ellerinden geleni yaptılar.

İttihatçıların Hataları
1.Babali Baskını’ndan itibaren iç siyasette tam bir parti hegemonyası kurarak demokratik gelişmenin önünü kestiler.

2.
Dış siyasette yakında çıkacak kanlı savaşta yansız kalmayı ve bundan yararlanarak reformlar yapmayı başaramadılar.

Almanya’ya Yanaşma
Almanya içinde dağınık halde yaşayan küçük devletler 19.yy’da birleşme duygusu içindeydi.Bu devletlerden en büyüğü Prusya’yı lider seçerek Rusya’nın da desteği ile Avusturya ve Fransa ile savaşarak bağımsızlıklarını kazanıp Birleşik Alman İmparatorluğu’nu kurdular.(1871)
Bu yıllarda İngiltere denizlerde çok büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuştu.O dönemde en büyük sömürgeci ülkeler sırasıyla; İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda ve Belçika idi. O dönemde Almanya kralın yetkisiyle Bismarck yönetimindeydi.Bismarck sömürgecilik yerine sanayiye yönelip ordusunu güçlendirdi. Almanya imparatoru I.Wilhelm ölünce yerine geçen II.Wilhelm savaşçı bir politika takip ettti.

II.Wilhelm şu sebeplerle Osmanlı üzerinde egemenlik kurmak istedi.
1 – İngiliz sömürgelerindeki müslümanları kışkırtmak
2 – Mısır’ı da alan İngilizlerin Süveyş kanalı yoluyla yaptıkları ulaşımın önünü Osmanlı yardımıyla kesmek
3 – Fazla nüfuslarını Batı Anadolu’ya yerleştirmek.

Not:
1868 yılında Süveyş kanalını Fransızlar açtı ama İngiltere satın aldı.

II.Wilhelm Osmanlı Devletini 1898 yılında ziyaret etmiş burada müslümanların tek dostunun Almanya olduğunu dile getirdikten sonra ilişkiler gitgide gelişmiştir. Osmanlı bu ziyaretten sonra Almanya’ya imtiyazlar vermiş bunlar arasında en çarpıcı olanı Avrupayı Basra Körfezi’ne bağlayacak olan Bağdat Demiryolu Hattı’nın yapımını vermesi olmuştur.
İngiliz, Fransız, ve Rus politikaları Osmanlı Devleti’ni çökertmek istediğinden Osmanlı, Almanlarla yakınlık kurmuştur.
Balkan Savaşları bitiminde Almanya ile Askeri Yardım Antlaşması imzalanmıştır.Antlaşma gereği büyük türk birliklerinde Almanlara komuta yetkisi verilmişti.Ordu bu sayede iyi hale geldiyse de Almanlar bizim ordumuzda her zaman baskın çıktılar.

I. DÜNYA SAVAŞI
Birinci Dünya savaşının nedenleri ;

1914-1918 emperyalist devletler alman imparatorluğunun kurulmasıyla dengeyi yitirdiler.çekişen ekonomik çıkarların yol açtığı gerginlik müthiş bunalıma yol açtı, İngiltere ve fransanın çok pazarını kapan Almanya gerginliğin artmasına neden oluyordu.balkan yarımadasında Osmanlı eğemenliğinden çıkan devletler arasında kıyasıya bir rekabet başladı.

Birarada yaşayan islavların (Slavlar) en büyükleri Ruslar, Polonyalılar (Lehler) Çekler, slovaklar, Slovanler, Hırvatlar, Bulgarlar ve sırplar belli başlı ıslav uluslarıdır.Slavlar bağlı oldukları Avusturya-Macaristan’ı yıkmak amacındaydılar. Ortoks ruhu taşıyan Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplar ise Osmanlı egemenliğine son vermek istiyorlardı.

Berlin barışına göre Bosna Hersek, Avusturya Macaristan imparatorluğuna verilmişti. İngiliz ve Almanların çekişmesinden dolayı Balkanlar karışıktı. Sırp ulusçular Bosna Hersek’i kendi toprakları içine almak için ayaklanmalar yapıyor Rusya’da kışkırtmalarıyla buna destek veriyordu.Rusya ile Avusturya’nın arası bu kışkırtmalardan dolayı çok gergindi.
İngiltere Rusya’yı Osmanlı Devleti üzerinde serbest bırakmıştı.Bu da Almanya’nın emellerini tehlikeye atıyordu.
İtalya kendi çıkarları doğrultusunda Almanya’nın tarafındaydı.

Birinci Dünya Savaşını başlatan kıvılcım:
Bosna Hersek’in merkezi olan Saraybosna’ya gezmek için gelen Avusturya Macaristan imparatorluğu veliahtı ve eşi gezi sırasında sırp teröristlerce 28 haziran 1914 te öldürüldü.bu olay büyük yankı yaptı Avusturya Macaristan hükümeti kendi güvenlik güçlerinin sırbistana giderek bu katilleri yakalamasını istedi bunun üzerine Sırplar kabul etmedi.ve 28 temmuz 1914 te Avusturya Macaristan Sırbistana savaş ilan etti.
Rusya, Avusturya-Macaristan’a karşı ayaklanıp Sırpların yanında yeralınca, 1 Ağustos’ta Almanya Rusya’ya savaş ilan etti. Almanya bu olayı değerlendirmek isteyen Fransa’ya karşı da savaş açtı.
Almanya, Belçika üzerinden Fransa’ya ordu gönderince daha önceden Belçika’nın yansız olduğuna dair antlaşmayı Almanya’nın bozması
İngiltere’yi harekete geçirdi ve 4 ağustos’ta Almanya’ya karşı savaş ilan etti.
Almanların Rusya İngiltere ve fransaya karşı açtığı savaşa 12 ağustos’ta Avusturya Macaristan imparatorluğu’da katıldı.

Savaşın tarafları belirlendi:
İttifak (Bağlaşma) Devletleri ; Almanya, Avusturya-Macaristan
İttifak (Anlaşma) Devletleri ; Rusya, İngiltere, Fransa
İlk önce İttifak devletlerine katılan İtalya önce yansız olduğunu ilan edip sonra İtilaf Devletlerine katıldı.Bu olay cepheleri Kuzey İtalya’ya da taşıdı.
Batı Avrupa cephelerinde Fransa’yı işgal edeceği ümidiyle saldıran Almanya, Fransız ve İngiliz direnişi ile karşılaşınca başarılı olamadı.Anca Doğu Avrupada Almanlar ve Avusturyalılar Ruslar’a karşı başarılı oldular.

Osmanlı Devletinin savaşa girişi
Enver Paşa savaşa Almanların yanında girmeyi kurtuluş ümidi olarak görüyordu.Osmanlı savaştan istifade ederek 2 Ağustos 1914’de kapitülasyonları kaldırdığını açıkladı.İtilaf Devletleri (Rusya, İngiltere, Fransa) Osmanlının savaşmayacağı düşüncesiyle bu kararı onayladılar. Almanya ve Avusturya ise bu karara uzunca bir sure dirense de sonunda kabul ettiler.Bu dış politikada dostluk denen kavramın çıkarlar üzerine kurulu olduğunu gösterdi.

Almanlar Osmanlıyı savaşa çekerek İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki milyonlarca müslümanın kutsal cihat ruhu ile ayaklanacağını sanıyordu.
Alman gemisi Goeben ve Breslau Osmanlı limanlarına sığındı ve Osmanlı bu iki gemiyi satın aldığını bildirdi ve gemilerin mürettabatını Osmanlı emrine aldığını duyurdu.28-29 ekim 1914 gecesi bu gemiler Enver paşanın buyruğu ile Rus limanlarını bonbalamaya başladı. Ve anlaşma devletleri sırasıyla Osmanlıya savaş ilan ettiler. Doğu cephesinde Rusya ile savaş başladı. Erzurum, Erzincan, Muş, Bitlis, Trabzon Rusların eline geçti.

Bu durum karşısında Enver Paşa Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak için Sarıkamış’ta Rusların karşısına ordu gönderdi.Ancak soğuk karşısında 100bin askerimiz Allahuekber dağlarında soğuktan donup şehit düştü.

1917’de Rusya’da ihtilal çıktı ve Rusya savaştan anlaşma yaparak çekildi.
3 Mart 1918 Brets Litovsk anlaşması. Anlaşma gereğince Berlin Anlaşması’nda bizden aldıkları Kars, Batum ve Ardahan’ı geri verdiler.

Çanakkale cephesi; İngiliz ve Fransız donanmaları direnci çok zayıflayan Rusya’ya yardım götürebilmek ve Almanya’nın harekatını daraltmak için Boğazları ele geçirmek düşüncesi ile 19 şubat 1915 de Kumkale ve Sebdulbahir mevkilerini bombardımana tuttu.Daha sonra ilerleyen gemiler Nusret mayın gemisinin önceden kurduğu mayınlara düştüler.9 ocak 1916 tarihinde gizlice boğazları terk ettiler.Ruslara yardım imkansızlaştı.İstanbul kurtuldu.

Irak Kanal ve Filistin Cepheleri: İngilizler ve Araplarla savaşıldı. Irak Cephesi: İngilizlerle savaşıldı Osmanlı bu cephede yenildi.İngilizler Bağdat’a kadar ilerlediler. Kanal ve Filistin Cephesi: İngilizlerle Cemal Paşa komutasındaki birliklerimizle savaşıldı.İngilizler Suriye’ye kadar geldiler ve savaş bitti. Ayrıca birliklerimiz Galiçya Cephesinde Ruslar’a karşı başarılı savaşlar verdi.
Osmanlının savaşa girmesi sadece Rusyayı çökertti.

Doğu cephelerinde İngiltere’ye yardım götüren gemileri batırmak için Almanya denizaltılar üretti ve gemileri birer birer batırdı.Alman gemilerince yanlışlıkla batırılan Amerikan gemileri yüzünden Amerika 1917’de İtilaf Devletlerine savaş ilan etti.Anca bir sure sonra Amerika Cumhur Başkanı Wilson insaoğlunun bird aha savaşmaması için gerekli gördüğü koşulları Wilson ilkeleri adı altında belirledi.Tüm devletler Kabul ettiler ve savaş sona erdi.

Wilson ilkeleri; Savaşı kazansa bile hiçbir ülke toprak alamayacak. Başka devletlerin eğemenliği altındaki uluslara kendilerini yönetme imkanı verilecek. Yenenler yendiklerinden savaş tazminatı almayacaklar. Bütün bu işleri düzenleyen bir uluslar arası örgüt kurulacaktı. İlk önce Bulgaristan anlaşma devletleriyle anlaştı ve savaştan çekildi.Sonra Osmanlılar çekildi.30 ekim 1918 de.

NOTLAR
Türk inkılabının hazırlık evresi Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlar. Ziya Gökalp Türkçülük bilincini yerleştirmeyi hedefleyen ideologlardandır.

Osmanlıcılık : Osmanlı Devletinde yaşayan dinleri ulusları inançları ne olursa olsun eşit gören sistemdir.
Prens Selahattin Kişisel girişim ve yerinden yönetimin öncüsüdür.
Almanların Osmanlı üzerinde eğemenlik kurmak istemesinin sebepleri. İngiliz sömürgelirinde yaşayan Müslümanları ayaklandırmak. Süveyş kanalını kontrol etmek . fazla nüfuslarını batı anadoluya yerleştirmek, Ortadoğu ticari yollarını ele geçirmektir.
Almanyanın II.Wilhem in imparatorluk olmasıyla Osmanlıya yaklaşmasından en fazla İngiltere rahatsız olmuştur.

Rusya panislavizm düşüncesiyle slav ırklarını birliştirmek istemiştir. Avusturya Macaristan ise bu düşünceye karşı çıkmıştır.
Slav kökenli uluslar Slovaklar Sırplar Bulgarlar Hırvatlar dır (Arnavultlar slav değildir)
Bulgaristan’ın bağlaşıklarıyla birlikte savaşa girmesi Osmanlı ile Almanya’nın arasını açmıştır.
İngiltere’nin Hindistan ile olan ulaşımını kesmek için Osmanlı Almanların isteğiyle Kanal Cephesini açtı.
ilk savaştan çekilen ve anlaşma yapan devlet Bulgaristan dır.
ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasından hemen sonra Wilson ilkeleri yayınlanması gerçekleşmiştir.



ÜNİTE 4.


SAVAŞ SONUNDA
Rus Çarlığı yıkıldı.
Bolşevik ihtilaliyle sosyalist bir devlet kuruldu.
Alman imparatorluğu yıkıldı.
II:Wilhem in yurdu terk etmesinden sonra Alman Cumhuriyeti kuruldu.
Yeni yönetim anlaşma devletleriyle Versay Anlaşması imzaladı.
Antlaşma sonunda Almanya’da eşi görülmemiş bir enflasyon ve işsizlik yaşandı,yenen devletlerce ekonomisi ve sanayisi kısıtlandı,yenildiği devletlere onarım adı altında paralar ödettirildi.(Wilson ilkesine göre yenilen devletlerden tazminat alınmayacaktı ancak adı onarım bedeli olarak değiştirilerek yenen devletlere paralar ödettirildi.) Sıkıntıya düşen Almanya’da 1933 yılında faşist bir rejim kuruldu.
Avusturya Macaristan imparatoru I.Karl ülkesini terk etti.
Macaristan ve Avusturya ayrı birer devlet haline geldi.
Avusturya Cumhuriyet ilan etti ve Saint Germain antlaşması imzalandı.
Yugoslavya ve Çekoslavakya yeniden kuruldu.
Polanya kuruldu.
Yenilenler arasında Bulgaristan ise Neuilly(Nöyi) Anlaşması imzaladı ve savaştan kurtuldu.
Osmanlı imparatorluğu da çöktü 10 ağustos 1920 de imzalanan Sevr Antlaşması imparatorluğun çöküş belgesi olmuştur ve topraklarının paylaşılmasını kabul etmiştir.

Yeniden hatırlamak için tekrarlayalım.
Almanya ile Versay Antlaşması
Avusturya ile Saint Germen Antlaşması
Macaristan ile Trianon Antlaşması
Bulgaristan ile Neully(Nöyi) Antlaşması
Dağılmış Osmanlı ile Sevr Antlaşması

Yenenlerin Durumu: Birinci dünya savaşı yenen ülkelere de büyük yarar sağlamadı. İngiltere bir ekonomik bunalıma sürüklendi. Fransa da ağır ekonomik bunalımların etkisiyle demokraside istikrarsızlıklar başladı. Yine ekonomik sıkıntılar yüzünden italyada faşizm iktidar oldu. ABD’nin ekonomik durumu bozuldu.

OSMANLI DEVLETİNİ PAYLAŞMA ANLAŞMALARI:
19. yüzyılın sonlarında kadar Osmanlı ülkesini parçalamak isteyen tek güç Rusya idi. Çünkü boğazları ele geçirmek istiyordu.Açık denizlere ancak bu yolla çıkabilecekti. Fakat Rusyanın bu politikasına Akdenizde çıkarları olan İngiltere karşı çıkıyordu. İngiltere Ortadoğudan İngiliz sömürgelerine uzanan yolun Rusya’nın denetimine geçmesini istemiyordu.Benzer bir politika izleyen Fransa da İngiltere gibi rus saldırıları karşısında zaman zaman Osmanlı yanında yer alıyordu.Durumun farkına varan Rusya; Almanya ve Avusturya’ya yanaştı. Bu üç devlet arasında 18 haziran 1881 yılında üç imparator Antlaşması imzalandı.

Ancak 19.yüzyıl sonlarında Almanya’nın önce siyasal birligini kurup sonra sömürgeciliğe yönelme düşüncesi, Fransa İngiltere ve Rusya arasında bir yakınlaşmanın başlamasına yol açtı.
Asıl büyük rakibin Almanya olduğunu anlayan İngiltere, Rusya’yı kendi tarafına çekebilmek için bu devlete Osmanlı ülkesini vermeyi kabul etti.Bu nedenle Osmanlı üzerindeki geleneksel İngiliz politikası değişti.8-9 haziran 1908 de Reval’de İngiliz kralı ile Rus çarı arasında yapılan görüşmede iki hükümdar Osmanlı üzerinde tam anlaşmaya vardılar ve Rusya Osmanlı ülkesi üzerindeki politikasında serbest kaldı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ; Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasından ve Osmanlı devletinin savaşa katılmasından bir süre sonra anlaşma devletleri Osmanlı ülkesini paylaşmak için ilk planı 18 mart 1915 te imzaladılar.bu anlaşmada Rusya nın alacağı yerler belirlendi İtalya’nın savaşa katılması ve pay verilmesiyle ilgili 26 nisan 1916 da Londra’da yeni bir sözleşme imzalandı.
16 mayıs 1916 da ise Sykes-Picot Antlaşması’yla Arap toraklarının İngiltere ve Fransa arasında pay edilmesi kararlaştırıldı.
18 mart 1917 deki Saint Jean De Maurienne Anlaşması’yla İtalya’ya verilecek yerlerde karara bağlandı. Bu durumda devletlerin Osmanlı ülkesinden alacakları topraklar şu şekilde belirlendi.

Rusya’nın payı; Midye – Enez çizgisinin doğusu, Doğu Trakya, İstanbul ve Çanakkale Boğazları, İmroz ve Bozcaada, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz.

İngiltere’nin payı: Irak’ın büyük bir bölümü , Basra Körfezi kıyıları, Ürdün.

Fransa’nın payı: Çukurova bölgesi, Sivas’a kadar uzanan iç Anadolu, iskenderun’dan Lübnan’a kadar uzanan sahil şeridi, Irak ve suriyede bazı topraklar.

İtalya’nın payı : Ege Bölgesi, Akdeniz bölgesinin Silifke’ye kadar uzanan kısmı. Ege’den Bursa’ya kadar uzanan bölge.

1917 yılında Rusya’da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve bu ülkenin savaştan çekilmesi paylaşma planlarında değişiklik olmasına yol açtı. Anlaşma devletleri Rusya nın payına düşen boğazları kendi ortak yönetimlerine almayı kararlaştırdılar. Doğu Anadolu’yu ise ikiye bölerek güneyinde İngiliz koruyuculuğunda bir bölge ve kuzeyinde bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına karar verdiler.
Barış görüşmelerinin savaş devam ederken sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi için belli bir süre silah bırakılır.Buna ateşkes denir.

Mondros ateşkes anlaşması, ittihat ve Terakki hükümetinin sadrazam Talat paşaya ateşkes imzalama yetkisini vermesinden kısa bir süre sonra Talat paşa istifa etti ve yerine Ahmet izzet paşa sadrazam oldu.Yeni hükümetin kurulmasından sonra ateşkes görüşmelerine başlandı. Limni adasının Mondros limanında yapılan görüşmelerde Osmanlı devletini Bahriye Nazırı Rauf Bey, Anlaşma devletlerini ise İngiliz amiral Calthorpe temsil etti.

5 gün süren görüşmeler sonunda 30 ekim 1918 de Mondros ateşkes anlaşması imzalandı.25 maddelik bu ateşkesin önemli hükümleri şunlardır;
**Boğazlar derhal açılacak ve müstahkem mevziler işgal edilecek,
**Anlaşma devletleri güvenliklerini tehdit eden bir duruma düşerlerse Osmanlı ülkesinin diledikleri stratejik noktasını işgal edebilecekler ,
** Doğu Anadolu’da bulunan altı ilde karışıklık çıkarsa Anlaşma devletleri buraları işgal edebilecekler (bu bölgenin Ermenilere verilmesi düşünülüyor),
**bütün haberleşme anlaşma devletlerinin denetimine bırakılacak,
**Osmanlı orduları terhis edilecek, bütün savaş gemilerine, cephaneye ve diğer silahlara el konulacak,
**Anadolu dışında kalan Osmanlı birlikleri bölgedeki Anlaşma devletleri komutanlarına teslim olacaklar, ülkenin bütün limanlarından anlaşma devletleri yararlanacak, demiryolları anlaşma devletlerinin denetimine bırakılacaktır.

Bütün bu hükümler Osmanlı devletinin daha barış yapılmasını bile beklemeden Anlaşma Devletleri tarafından parçalanıp paylaşılacağını göstermektedir.

Rauf bey ateşkes görüşmeleri sırasında yunan ordusunun işgal eylemlerine karışılmaması konusunda hassasiyetini dile getirmiş ve bu konuda Amiral Carthorpe den güvence almıştır. Gerçekten de Yunanistan anlaşma devletleri tarafına geç katılmakla birlikte türk topraklarında gözü olduğunu her fırsatta dile getiriyordu.ancak Carthorpe’un verdiği güvencenin bir bağlayıcı niteliği olmayacak ve yunanlılar türk topraklarına gireceklerdi.

PARCALANMA SÜRECİNİN BAŞLAMASI VE İŞGALLER:
Ateşkes antlaşmasının uygulanması sorunu; ateşkes hükümlerinde yer alan ordunun terhisi, silah ve cephanenin teslimi ve 7.maddede yer alan işgal hakkı Osmanlı devletinin hareket edemeyecek duruma getirmişti. Anlaşma devletleri hiç vakit kaybetmeden ateşkes koşullarını uygulamaya başladılar. 13 kasım 1918 de İngilizler, Fransızlar , İtalyanlar ve yunan gemilerinden oluşan bir filo İstanbul boğazına demir attı ve şehri kontrolü altına aldı. Bu gelişme calthorpe nu İstanbul ve izmire girilmeyecek şeklinde verdiği sözü geçersiz olduğunu gösteriyordu. Amiral Calthorpe boğazların kontrolü sırasında yunan gemilerinden yararlanılmayacağı konusunda güvence vermişti.

İşgaller; boğazların anlaşma devletlerinin kontrolüne girmesinin yanı sıra Fransızlar Dörtyol, Mersin, Adana ve civarını, Afyonkarahisar istasyonunu İngilizler Batum, Antep, Maraş, Urfa ve Kars illerini, Konya istasyonunu İtalyanlar ise Antalya, Kuşadası, Fethiye, Bodrum, Milas ve Marmaris ile yakın bölgeleri işgal ettiler.

İngilizler daha sonra Urfa, Maraş ve Antep’i Fransızlara bıraktılar.aynı tarihlerde ermeni faliyetleri de yeniden başladı. Ermeniler bir yandan türk ordusunun kafkasyayı boşaltmasından yararlanarak doğu anadoluda toprak elde etmeyi hedeflerken diğer yandan Fransızlardan aldıkları destekle Çukurova bölgesinde Türkler üzerinde baskı kurdular.
Yunanistan ise anlaşma devletlerinin yanında savaşa katılmasının karşılığı olarak doğu Trakya’yı ve Batı Anadolu bölgesini istiyordu.

Paris Barış Konferansı ve Yunanistan: konferans savaşın galip devletlerinin katılmasıyla ocak 1919 da toplandı . Görüşmelerde İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya’nın etkinliğinde geçti. Wilson ilkelerine açıkça karşı çıkamayan Antlaşma Devletleri bu ilkeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştılar. Bu nedenle manda ve himaye yönetimleri gündeme getirildi. Bu arada italya’nın karşı çıkmalarına karşın İzmir ve çevresinin Yunanistan a verilmesi kararlaştırıldı. İngiltere İzmir gibi önemli bir limanın İtalya gibi güçlü bir devletin kontrolünde olmasını kendi çıkarlarına aykırı görerek bölgenin yunanistana verilmesini savundu.

Almanya ve ortadoğudaki emellerinin gerçekleşmesi için İngiliz desteğine ihtiyaç duyan Fransa’da istemeyerek de olsa İngiliz görüşünü destekledi. Amerikalılar ise Ege Bölgesinin Yunanistan a bırakılmasını uydurma belgelere inanarak kabul ettiler. Sonuçta karar kesinleşti. Bu kararın iki sonucu oldu. Birincisi Anadolunun bölüştürülmesine yunanistanın da ortak edilmesi ve ikincisi ise İtalya ile müttefiklerinin arasının açılmasıdır. Paris barış konferansında alınan karar kısa bir süre sonra uygulandı . yunanlılar 15 mayıs 1919 da izmiri işgal ettiler.

İŞGALLERE KARŞI İLK TEPKİLER:
Azınlıkların olumsuz tepkileri; 1918 yılına gelindiğinde Osmanlı ülkesindeki azınlıklar şöyle sayabiliriz. Doğu Trakya, Ege ve Marmara Bölgelerinin bazı kesimleriyle Doğu Karadeniz kıyılarında sayıları kesin olarak bilinmeyen Rumlar, Doğu Anadolu ve Çukurova bölgesinde yaşayan Ermeniler, yine bazı büyük kentlerde yaşayan Yahudiler.

Bu azınlıklardan Rumlar Yunanistan’la birleşmek için çaba sarfetmişler ve bu amaçla dernekler kurmuşlardı. Bu derneklerin en önemlisi Mavri Mira derneğidir. Fenerdeki Rum Ortodoks Patriği’nin de desteğini alan bu dernek Rumların Yunanistan’a katılması için yoğun bir çalışma içine girmişti. Doğu Karadeniz’de faliyet gösteren bir başka Rum derneği Pontus’un amacı Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 de yıkılan Trabzon Rum Devleti’ni canlandırmaktı. Yunanistan ve anlaşma devletlerinden destek alan bu iki dernek yıkıcı eylemlerinde çoğu zaman işbirliği yapmışlardır.

Mondros ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden hemen sonra Doğu Anadolu, Ermeniler tarafından işgal edilmeye başlandı. Ayrıca aynı dönemde Rum dernekleri ve Fransızlardan destek alan Ermeni çeteleri Çukurovada Türkleri katletmeye başladılar.

Osmanlı yönetiminden memnun olan Yahudiler, Rum ve Ermeniler gibi silahlı yıkıcı eylemlere girişmemişlerdir. Ancak Rum ve Ermeni faliyetlerine ses çıkarmamışlardır. Filistinde kendi devletlerinin kurulmasıyla ilgilenmişlerdir.

Araplar Osmanlı ülkesinde ayrıcalıklı olarak yaşamalarına rağmen savaş sırasında İngilizlerden yana tavır takınmışlardı. Arap temsilciler Paris Barış Konferansı’nda Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bir kez daha dile getirmişlerdir.

Bazı Türklerin Olumsuz Tepkileri; Çok sayıda türk olumsuz duygular içindeydiler bunları iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grupta bulunanlar gerçekten yursever kişilerdi ve uzun yıllar alınan yenilgiler nedeniyle umutsuzluğa düşmüşlerdi. İkinci gruptakiler ise umutlarını tamamen işgal güçlerine bağlamışlardı kurtuluşu imkansız gören bu kişiler anlaşma devletlerine sığınmaktan başka çare olmadığını savunuyorlardı. Özellikle ingiltereyi kızdırmamak için her yola başvuruyorlardı.

Olumlu Tepkiler; pek çok yurtseverin en umutsuz ortamda bile bağımsız yaşama idealinden vazgeçmemiş ve haksızlıklara karşı mücadele etme kararı almışlardı.


NOTLAR

=== izmirin yunanlılara verilmesi ocak 1919 da toplanan Paris barış konferansında ingilterenin isteği ve italyanın karşı çıkması sonucu verilmiştir.
=== Mondros ateşkes anlaşmasını Osmanlı devleti adına imzalayan kişi Bahriye Nazırı Rauf Bey’dir.
=== Birinci dünya savaşı sonrası Avusturya Macaristan topraklarında kurulan devletler.Arnavutluk Yuğoslavya - Çekoslavakya ve Macaristandır.
=== Mondros ateşkes anlaşması sonrası Çukurova Fransızlar tarafından işgal edildi.
=== Çanakkale ve İstanbul boğazı anlaşma devletlerinin ortak kontrolünde işgal edildi.
===1825-1855 tarihleri arasında rus çarı I.Nikolay St Petersburg daki İngiliz büyükelçisine “Boğaziçinde hasta bir adam var.ölüm döşeğinde öldüğü zaman büyük bir miras bırakacak bu yüzden bu mirası şimdiden anlaşarak bölüşelim.”tezini söylemişti.
===1856 Yılında Kırım Savaşı sonunda Ruslar yenilmiş ve Paris barışı’nı imzalamak zorunda kalmışlardır.Kırım savaşı Ruslara karşı İngiliz ve Fransızlarla girdiğimiz tek savaştır. Paris barışıyla Osmanlı imparatorluğu’nun ülke bütünlüğü güvence altına alınmıştır. Osmanlıda ıslahat fermanına dayanarak bütün ülkede düzeltimler yapacağını bildiriyordu.paris barışını imzalayanlar bu fermana dayanarak Osmanlının iç işlerine karışmaya başladılar.
===ingilterenin rusyayı Osmanlı ülkesi üzerinde serbest bırakması anlamını taşıyan gelişme Reval görüşmesi
===Almanya’nın büyük bir sömürgeci güç olarak ortaya çıkması ingilterenin hangi ülkeye yaklaşmasına sebep oldu/ Rusya
===Bulgaristan cephesinin çökmesinden sonra ateşkes imzalamaya hazır olduğunu bildiren Osmanlı yetkilileri aşağıdakilerden hangisine güvenmekteydiler/ Wilson ilkeleri.
===Mondros ateşkes anlaşması imzalandığı sırada Osmanlı devletinin sadrazamı Ahmet İzzet Paşaydı.
===Mondros ateşkes anlaşmasının hemen sonrasında ülkeden gizlice ayrılan üç ittihatçı paşa kimlerdir /Enver Paşa – Cemal Paşa – Talat Paşadır



ÜNİTE 5.


BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE MUSTAFA KEMAL:
Birinci Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal Sofya’da askeri ateşeydi. Enver paşa ile anlaşmazlığa düşen Mustafa Kemal Bey, Balkan Savaşlarından sonra Sofya’ya komutan olarak atanmıştı. Aynı dönemde yakın arkadaşı Fethi Okyar Bey’de Sofya’da büyükelçiydi.

1 mart 1914’te yarbaylığa yükseltilen Mustafa kemal Bey I.Dünya Savaşı çıktığı sırada Sofya'daki görevini sürdürüyordu. Savaşın başlamasıyla birlikte cephelerde görev isteyen Mustafa kemal in bu isteği Enver paşa tarafından bir süre engellemişse de daha sonra Tekirdağ’da bulunan 19. Tümen Komutanlığına atandı. Yarbay Mustafa Kemal burada düzenlediği birliklerle 25 nisan 1915 te Arıburnu’na asker çıkaran Anlaşma devletleri birliklerini durdurdu. Ünü yurt içinde ve dışında yayılmaya başlayan Mustafa Kemal Bey 1 haziran 1915 te Albaylığa yükseldi.

14 ocak 1916’da Edirne’de 16. kolordu komutanlığına getirildi. 1 nisan 1916’da ise Tuğgeneralliğe yükseltildi.6 temmuz 1916 da Bitlis ve Muş’u Rusların elinden kurtaran Mustafa kemal paşa 18 mart 1917 de 2. ordu 5 temmuz 1917 de ise 7. ordu komutanlığına komutanlığına atandı.

Alman subaylarının kendi istekleri doğrultusunda birliklerimizi kullanmalarından rahatsız oldu ve bu koşullar altında savaşı sürdürmenin anlamsız olduğunu belirterek ekim ayında istanbul’a döndü.
15 aralık 1917- 5 ocak 1918 tarihleri arasında Velihaht Vahdetin’e Almanya ziyareti sırasında refakat eden Mustafa kemal paşa bir süre için Viyana da tedavi gördü. Tedavi dönüşünde tekrar Filistin’de bulunan 7.ordu komutanlığına atandı.

Burada İngilizleri Halep yakınlarında durdurdu.Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra Suriye’deki yıldırım orduları komutanı olan Alman General Von Sanders’ın görevi bırakması üzerine 31 ekim 1918’de istanbula döndü.

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İSTANBULDAKİ ÇALIŞMALARI:
Osmanlı hükümetinin durumu; Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada sadrazam olan Ahmet izzet Paşa’nın baskılar karşısında istifa etmesinden hemen sonra yerine Tevfik Paşa atandı.(Sadrazam padişah vekili yani onun işlerini yürüten kişidir.) İngilterenin dostluğunu kazanma politikası izleyen Tevfik Paşa zamanında 21 aralık 1918’de Meclis-i Mebusan padişah tarafından feshedildi. Meclisten güven oyu almış olan Tevfik Paşa bir süre sonra padişahla anlaşmazlığı düştü.3 mart 1919’da görevi bırakmak zorunda kalan Tevfik Paşa’nın yerine İngiliz hayranı ve Padişahın eniştesi Damat Ferit sadrazamlığa getirildi.

Damat Feritin sadrazam olmasıyla İngiliz koruyuculuğuna girme girişimlerine hız verildi. Hatta hükümet direnmenin boşuna olduğunu anlatmak ve bu yönde halkı ikna etmek için Anadoluya nasihat heyetleri “öğüt Kurulu” gönderdi. Bu heyetler gittikleri yerlerde halka padişah ve hükümete bağlı kalmalarını, bozgunculara inanmamaları gerektiğini öğütlüyorlardı.
Bu arada Damat Ferit hükümeti İzmir’i gözden çıkarmış ve yurtsever bir kişi olan İzmir valisi Nurettin Paşa’yı görevden alarak yerine İzzet Paşa’yı getirmişti. Sonuçta bu girişimler İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini kolaylaştırmış ve toplumun direniş gücünü kırmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbuldaki Çalışmaları: Mustafa Kemal Paşa 13 Şubat 1918’den itibaren İstanbul’da görevi bulunmayan bir general olarak yaşamaya başladı. İttihatçıların savaş suçlusu sayıldığı ve tutuklandığı bir dönemde Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarıyla toplantılar yapıyor ve ne yapılması gerektiği konusunda görüşlerini öğreniyordu.
Damat Ferit, sadrazam olmasından sonra işbirliği ortamının kalmamasıyla Anadolu’ya geçmekten başka çıkar yol olmadığını görmüştü.

Mustafa Kemal Paşa, padişahı düşmanları ve Damat Ferit’i ürkütmeden kafasındaki tasarıyı uygulama fırsatı kolluyordu. Anadolu’ya geçecek ve orada mücadeleye başlayacaktı. Bu arada Kazım Karabekir Paşa Erzurum’daki 15. kolordu komutanlığına, Ali Fuat Paşa ise Ankara’daki 20. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı. Artık sıra Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesine gelmişti.

Mustafa Kemal Paşanın Samsuna Çıkmasını hazırlayan Olaylar;
Doğu Karadeniz bölgesindeki Pontuslu Rum’ların saldırılarına karşı Türklerin de kendilerini savunmaları Anlaşma Devletleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Bu nedenle 1919 yılı şubat ayından itibaren İngilizler giderek sertleşen bu mücadeleyi Osmanlı hükümetine şikayet ettiler. Damat Ferit bu sorunu çözmek için yetenekli ve temiz bir askerin varlığına ihtiyaç duydu. Mustafa kemal paşa harbiye nezaretindeki arkadaşlarını da devreye sokarak bu işin üstüne gidilip sorunu çözebileceğini anlatmış olmalıdır ki, o bölgedeki 9. ordu müfettişliğine atanmıştır.

30 nisan 1919’da bu göreve atanan Mustafa kemal Paşa’dan şu görevleri yerine getirmesi istendi; yetki bölgesindeki huzurun sağlanıp sürekli kılınması, ordu ve halkın elinde bulunan silah ve cephanenin güvenli depolarda koruma altına alınması, Türklerin kurduğu direnme örgütlerinin ortadan kaldırılması. Bu görevle 16 mayıs 1919 günü Bandırma gemisiyle İstanbul’dan ayrılan Mustafa kemal Paşa, 19 mayıs 1919’da Samsun’a ulaştı.

19 Mayıs 1919 a kadar Yurttaki Direniş Hareketleri; Birinci dünya savaşı sona ererken Osmanlı devletinin parçalanacağını anlayan bazı yurtsever subaylar gizli komiteler kurmuşlardı. Bunların en önemlisi Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan hemen sonra Rumlarla Mücadele etmek için kurulan İslam İhtilali Komitesi’dir Mondros sonrasında Mustafa Kemal henüz İstanbul’a ulaşmadan Kars’ta ulusal bir örgütlenme başlamış ve burada Ermeni tehdidine karşı koymak amacıyla Kars İslam Şurası toplanmıştı.(5 kasım 1918) Kısa bir süre sonra Edirne’de Trakya –Paşaeli Müdafaa Heyeti Osmaniyesi kuruldu. İstanbul’da ise Vilayeti Şarkiye Müdafai Hukuki Milliye Cemiyeti kuruldu.
Ardından büyük İzmir kongresi toplandı bu kongrede “REDDİ İLHAK” düşüncesi belirdi.Bu arada siyasal faaliyetlerin yanı sıra askeri açıdan direnişler de ortaya çıkmıştır. ilk olarak Fransızlara karşı Kurtuluş Savaşı’nın ilk cephesi aralık 1918’de Mersin Tarsus Osmaniye yöresinde açıldı. Yine izmirin işgali’nden sonra batıda ilk direniş, Ayvalık’ta ilk savunma denemeleri yapılarak gösterilmişti.

Mustafa Kemal Paşanın İlk Çalışmaları;
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan sonra düşüncelerini gerçekleştirmek için çalışmalara başladı. Ancak kentte sembolik de olsa İngiliz birlikleri vardı ve bundan dolayı rahat çalışması mümkün değildi. Bu nedenle 25 mayıs 1919’da Havza’ya geldi ve askeri alanda önlemler aldı ve yurtta direniş azmini yaygınlaştırmak için emirler verdi. Askeri önlem olarak öncelikle komutanlardan ateşkes hükümlerine uyulmasını ve askerin terhisinin önlenmesini istedi. Ayrıca ulusa çağrılar yaptı ve askeri sivil yöneticilere telgraflarla Anadolu’da neler yapabileceği konusunda ipuçlarını verdi. Bu arada İngilizler durumdan şüphelendiler ve 6 haziran’da harbiye nezaretine başvurarak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geri çağırılmasını istediler.

Harbiye nezaretinin çağrısına Mustafa kemal uymadı. Amacı bir an önce 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ile buluşmaktı. Çünkü Osmanlı devleti sınırları içinde toplu askeri güç olarak sadece 15. kolordu kalmıştı. Mustafa Kemal karargahı Erzurum’da olan bu kolordunun merkezinde çalışmalarını daha güvenli ve sağlıklı olarak sürdürebilirdi. Bu nedenle 13 haziran da Havza’dan ayrıldı.

Amasya Genelgesi : 13 haziranda Mustafa kemal Amasya’ya geldiği sırada ülkede durum iyi değildi.Yunanlılar Ege bölgesi’nin hem kuzeyinden hem de güneyinden ilerliyorlardı. 25 Mayısta Manisa’yı, 27 Mayısta Aydın’ı işgal etmişlerdi. Bu arada silahlı direnişler de artmıştı. Kuvayi Milliye adı verilen birlikler düzenli ordu kuruluncaya kadar askeri faaliyetlerde bulunacaklar ve yararlı olacaklardı. Mustafa kemal ilk iş olarak birbirinden habersiz çalışan Kuvayi Milliye birliklerini ve diğer direniş örgütlerini tek çatı altında toplamayı düşünüyordu.

Bu çalışmalar içinde olduğu günlerde Ali Fuat Paşa ve Rauf Paşa da Amasya’ya gelmişlerdi. Rafet bey ise zaten kendisiyle birlikteydi. Mustafa Kemal 21-22 haziran gecesi hazırladığı belgeyi bu üç şahısla tartıştı ve imzalamalarını istedi. Ali Fuat Paşa hemen imzaladı. Rafet ve Rauf Beyler ise isteksizce imza koydular. 22 haziranda yayınlanan Amasya Genelgesi özetle şöyle diyordu. ( Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Osmanlı hükümeti sorumluluğunun gereklerini yerine getirememektedir. Bu tutumu ise ulusumuzu yok olmuş tanıttırmaktadır. Ulusun bağımsızlığını gene ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır.

Ulusun bu işi yapabilmesi ve halkın sesini dünyaya duyurabilmesi için her türlü etkiden uzak bir ulusal kurul oluşturulmalıdır. Bu kurul Sivas ta toplanacaktır. Her livadan ulusun güvenine sahip üçer temsilci sessizce ve gizlice Sivas’a gönderilecektir. Bu ulusal bir sır gibi saklanacaktır ayrıca İstanbul Hükümeti ulusal derneklerin telgraflarını çektirmeme kararı almıştır. Bu karar dinlenmeyecektir. Komutanlar birliklerini terhis etmeyeceklerdir) dendi.

Osmanlı hükümetine başkaldırı niteliği taşıyan Amasya Genelgesi’nin (tamimi’nin) içerik açısından üç temel ögesi vardır. Birincisi Osmanlı hükümetinin kararlarının geçersiz sayılması . ikincisi ulusun kurtuluş kararının kendisinin vermesi ve üçüncüsü ise bunu sağlamak için bütün ulusu temsil eden kişilerden uluşan bir kurulun toplanmasıdır.

Amasya genelgesi “ Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle ulusal egemenliğe doğru giden yolu açan belgedir.
Ayrıca Amasya Tamimi, bir ihtilal bildirisi olarak da değerlendirilmektedir. Amasya Tamimi İstanbul’da tepkiyle karşılandı. Dahiliye Nazırı, Mustafa Kemal’i görevden alındığını bildirdi. Mustafa Kemal ise bu görevin kendisine Savunma Bakanlığı ve Padişah’ın onayı ile verildiğini söyleyerek kabul etmedi. Amacı elden geldiğince 9. ordu komutanlığı makamını elinde tutmaktı.

SORULAR

**Birinci dünya savaşı çıktığı sırada M.Kemal Sofyada askeri ateşeydi.
**Mondros ateşkes anlaşması sonrasında Osmanlı hükümetinin anadoluya gönderdiği nasihat heyetinin amacı halkın padişaha bağlı kalmasını sağlamak ve direnmemelerini öğütlemekti.
** Mondros ateşkes anlaşmasını imzalandığı sırada Osmanlı sadrazamı Ahmet İzzet Paşaydı. Talat paşa istifa etmiş yerine gelmişti.
** Mondros ateşkes anlaşmasından sonra ilk kurulan direniş cemiyeti İslam İhtilali Komitesidir.
** Mustafa Kemal Havza’da hangi olayın protesto edilmesini istemiştir./izmirin işgalinin protesto edilmesini istemiştir.
** Amasya tamiminde imzası olanlar kimlerdir?/ M.Kemal, Ali Fuat Bey, Rafet bey, Fauf bey’in imzaları bulunmaktadır.
** Ankara’daki 20. kolordu kamutanlığına Ali Fuat Paşa atanmıştır.** Kurtuluş savaşının ilk cephesi Mersin Tarsus Osmaniye’dir.
** 5kasım 1918’de toplanan Kars İslam Şura’sının temel amacı Ermeni tehditlerine karşı tedbirler almaktı.
** Mustafa Kemal Samsun’dan sonra ilk olarak Havza’ya gitti.** Mustafa kemal Havza’da İstanbul hükümetinin varlığını kabul etmediğini açıklamıştır.
** 30 ekim 1918 de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Mustafa kemal Çanakkale cephesinde anzaklara karşı savaşmaktaydı.



ÜNİTE 6


Kongre; Sözlük anlamı olarak belli bir amaca ulaşmak isteyen kişilerin bir araya gelerek sorunları görüşmeleri ve hedefe varabilmek için kararlar almaları yolunda düzenledikleri toplantı demektir.
Kongreler sadece Türkler tarafından düzenlenmiş değildir.Ateşkes öncesi anlaşma devletlerince işgal edilen arap ülkelerinde suriyenin bağımsızlığı için toplanan Genel Suriye Kongresini örnek olarak göstermek mümkündür. Kurtuluş savaşı yıllarında kimi dernekler belli ufak bir yöreyi kurtarmak için kongreler toplarken (Balıkesir Kongresi) kimi dernekler ise büyük bir coğrafi bölgeyi kurtarmak için kongreler düzenlemişlerdir( Alaşehir Kongresi) üçüncü tür kongreler isi bütün ulusu içine alacak niteliktedir.(Sivas Kongresi)

ERZURUM KONGRESİNE KADAR GELİŞİM;
Amasya tamimine kadar ülkede 8 kongre toplanmıştı bunların biri dışında diğerleri yöresel nitelikteydi. Kars’ta 4 ardahan da 2 izmirde 1 kongre toplanmıştı. Tüm ulusu birleştirici tek kongre ise Göz Hekimi Esat Paşa’nın girişimiyle istanbulda toplanan Milli Kongre idi. Kongre yurdun savunulması için bütün ulusal güçlerin toparlanması, Osmanlı devletinin ulusal kurumuna alınması için çaba sarfedilmesi gibi amaçları gerçekleştirmek istiyordu. Tüm iyi niyetine karşın milli kongrenin ömrü az oldu.

Erzurum kongresi sırasında ise ünlü Balıkesir kongresi toplandı. 27 haziran 30 temmuz tarihleri arasında toplanan kongrede , yunan işgaline karşı cephelerin kurulması ve ulusal birliklerin oluşturulması kararları alındı. Ancak bu kongre yerel bir kongre idi.

ERZURUM KONGRESİ; Yurdun çeşitli bölgelerinde yerel kongreler toplanırken Doğu Anadolu’da durum iyi değildi. Bölgede ciddi bir Ermeni işgali tehtidi vardı.Bu nedenle İstanbul’da kurulan Vilayet-i Şarkiye Müdafai Hukuki Milliye Cemiyeti etkinliğini Doğu Anadolu’ya kaydırmıştı. 13 nisan 1919’da İngilizlerin Kars’taki ulusal kuruluşu basarak kenti Ermenilere teslim etmeleri Erzurum’da da endişe yarattı bu arada Erzurum’daki 15.Kolordu Komutanlığı’na atanan Kazım Karabekir kente gelmiş ve ermeni tehlikesine karşı gizli çalışmalara başlamıştı. Aynı günlerde Mustafa Kemal, Samsun’a çıktı ve Havza’da kurtuluş için ilk önemli adımları attı.

Mustafa Kemal, Doğu Anadolu illerinin temsilcilerinden oluşan Erzurum Kongresine katılma kararı verdi. Bu kongrenin dört açıdan yararı olabilirdi.
A) Erzurum’daki 15.kolordunun yurttaki tek derli toplu güç olduğundan hareketle Kazım Karabekir Paşa’nın yardımıyla bütün yurda örnek olabilecek bir örgütlenme modeli kurabilirdi.
B) Erzurum ve bazı önemli doğu illeri henüz işgal edilmemişti. Bu nedenle burada kongre güven içinde toplanabilirdi.
C) bununla birlikte Erzurum, Ermeni tehdidi altındaydı ve bu nedenle halktan savunma için yardım sağlanabilirdi.
D) Erzurum kongresinin başarılı olması Sivas kongresini olumlu etkileyebilirdi.

Kongre öncesinde Mustafa Kemal ile İstanbul hükümeti ilişkileri;
Mustafa Kemal, Amasya’dan ayrılıp Erzurum’a doğru giderken Osmanlı Hükümeti’nin emriyle kendisini tutuklamaya gelen Elazığ Valisi Ali Galip’in komplosunu tehlikesizce atlattı.
Bu arada Damat Ferit, Paris Barış Konferansı’na çağrılmış ve burada hiç varlık gösteremeyerek aşağılanmıştı.

Mustafa kemal Erzurum’a geldikten kısa bir süre sonra 7/8 temmuz gecesi Osmanlı hükümeti tarafından görevden alındığına dair telgrafı aldı ve kendisi de hemen tüm resmi görevlerinden istifa ettiğini açıkladı. Artık Mustafa kemal normal bir vatandaştı. Bu durumda kazım Karabekir Paşa’nın, Mustafa Kemal’in kendisinin ve ordusunun emrinde olduğunu açıklaması Mustafa Kemal’i oldukça rahatlattı.
Bundan sonra Erzurum Kongresi çalışmalarına daha da hız verildi. Kongre 23 Temmuz 1919’da toplandı.
Kongre açılınca Mustafa Kemal oybirliği ile başkanlığına seçildi.
Mustafa Kemal ilk amacı bölgesel olan kongreye ulusal bir nitelik kazandırmak oldu. Bunun için ulusu temsil eden bir kurul oluşturulmasını bu kurul içinden çıkacak bir hükümet kurulmasını ve bu hükümetin istanbul’dan ayrı olduğunu söyleyerek üstü kapalı da olsa yeni bir devletin kurulacağını sezdirmek istiyordu.

Kongrede beliren görüş, özetle yurdun bütünlüğünü sağlamak için ulusal iradenin belirmesi gereklidir. Bu ulusal iradenin ve onun çevresinde toplanan ulusal güçlerin varlığı padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır. Kongrede ayrıca bölgedeki azınlıkların tam bir güvenlik içinde olduğu sömürüye yol açmaması koşuluyla dış yardım alınabileceği karara bağlandı. En önemli kararlardan birisi ise doğudaki bütün derneklerin birleştirilmesi ve Şarki Anadolu Müdafai Hukuk Cemiyeti adı altında toplanmasıdır. Bu dernegin iş görebilmesi için heyeti temsiliye kuruldu ve başkanlığına Mustafa kemal getirildi.

Erzurum kongresinin sonuçları;
1-Kongreyle direniş hareketlerinin tek çatı altında toplanabileceği ve yurtseverlerin tek amaç etrafında toplanmalarının mümkün olduğu kamuoyuna ilk kez gösterildi.
2-Sivas kongresinin toplanması kolaylaştı.
3-Gelişmelerden rahatsız olan Damat Ferit ise Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in tutuklanarak istanbul’a gönderilmeleri emrini verdi.

ERZURUM’DAN SİVASA YENİ KONGRELER;

İkinci Balıkesir Kongresi; birinci Balıkesir kongresi 27 haziran 30 temmuz tarihleri arasında toplanmıştı. Yunan işgalinin yayılması üzerine Egeli yurtseverler 26-30 temmuz tarihleri arasında Balıkesir’de ikinci kongreyi topladılar. Yerel niteliği ağır basan kongre sonunda Ege’deki direniş büyük ölçüde örgütlendi ve Kuvayi Milliye birlikleri güçlendirildi.

Birinci Nazilli Kongresi; Yunanlılar Aydın’dan sonra 4 haziran 1919 da Nazilli’yi de işgal etmişlerdi. Nazilli’nin kurtarılması için Yörük Ali Efe ve Mehmet Efe komutasındaki Kuvayi Milliye birlikleri kurulmuştu. Ancak bu efeler arasında uyuşmazlık vardı bu uyumsuzluğu gidermek için Mustafa Kemal ve Celal Bayar görevlendirildi. Galip hoca takma adlı Celal Bey ve arkadaşları çabalarıyla Nazillili yurtseverleri henüz işgal edilmemiş olan Muğla’da bir kongre topladılar. Kongrede Osmanlı hükümetine yardımcı olmanın yanı sora Kuvayi Milliye birlikleri arasında uyum sağlanması konularında karar alındı bu kongre oldukça yerel niteliklidir.

Alaşehir Kongresi; Egeli yurtseverlerin girişimleriyle ulaşım açısından elverişli olan Alaşehir’de 16-25 Ağustos tarihleri arasında bir kongre düzenlendi. Kongrede Nazilli ve Erzurum kongrelerinin sonuçları görüşüldü kongrede alınan karara göre yunanlılar en büyük düşmandı ve onlarla mücadele edilmeliydi ancak Yunanlıları kovmak için anlaşma devletleriyle görüşmeler yapılabileceği doğrultusunda garip bir karar alındı. Alaşehir kongresi sırasında 18 ağustos’ta Muğla’da bir başka toplantı daha yapıldı. Bu kısa kongrede yerel kuvayi milliyenin güçlendirilmesi kararlaştırıldı.

SİVAS KONGRESİ;
Erzurum kongresinin toplanmasını önleyemeyen Damat Ferit bu kez Sivas Kongresi çalışmalarını önlemek için uğraşmaya başladı. Kongrenin önlenmesini iki esas noktaya dayandıran bir taktik kullandı.
1- Mustafa Kemal ve arkadaşları ittihatçı olduğu yolunda söylentiler çıkarmak,
2- İngiltere ile anlaşarak Yunanlıların makul bir çizgide durmasını sağlamaktır.

Yunanların ilerlemesinin yurttaki direnişi arttırdığını bilen Damat Ferit, İngiliz Generali Milne’nin adı ile alınan bir hat üzerinde (Ayvalık-Akmaz-Gölmarmara-Aydın-Selçuk hattı) Yunan ordularının bir süre bekletilmesini sağladı. Amacı savaştan bıkmış insanları kendi etrafına çekerek Mustafa Kemal’in eylemini önlemekti.

Sivas kongresi hazırlık aşamasında şiddetli direnmelerle karşılaştı. Bu direnmeleri şöyle özetlemek mümkündür. Bazı kimseler Damat Ferit gibi düşünüyorlardı. Onlara göre kongrenin toplanması anlaşma devletlerinin iyice olumsuz tutum içine girmelerine neden olabilirdi. Büyük bir karamsarlık içinde bulunan bazı yurtseverler ise kongrenin yarar sağlamayacağına inanıyorlardı. Ayrıca korku ve endişe duyuyorlardı. Bazı kişiler ise girişimi Alaşehir’de olduğu gibi yerel bir hareket olarak görüyorlardı. Bir başka zorluk ise seçilen bazı kişilerin istanbul’a bağlı yöneticiler tarafından gönderilmemesiydi.

Tüm bu güçlüklere karşın Sivas kongresi 4 eylül 1919 da toplandı kongreye engellemeler yüzünden ancak 31 kişi katıldı. Alınan kararlar----- daha ilk gün Mustafa kemal başkan seçilememesi için kulis faaliyetlerine başlayan bir gurubun bulunmasına karşılık Mustafa Kemal bu faaliyetleri boşa çıkardı. Ve başkan seçildi bir diğer sorun Amerikan Mandası isteyenlerin ortaya çıkmasıydı. Manda; bir ulusun bir başka devlet tarafından yöneltilmesi anlamına geliyordu. Sivas kongresinde amerikan mandası isteyenler arasında Rafet Bey, İsmail Hami (Danişment) ve Halide Edip gibi aydınların bulunması ilginçti. Mustafa Kemal ve arkadaşları manda düşüncesiyle sonuna kadar mücadele ettiler. Sonunda Amerikan senatosuna bir mektup gönderilmesi kararlaştırıldı ve sonuçta manda reddedildi. 11 eylül’de sona eren kongrede alınan kararları şöyle özetleyebiliriz.

SİVAS KONGRESİNDE ALINAN KARARLAR
--- Yurtta dağınık bir şekilde faliyet gösteren dernekler Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti adı altında birliştirildi.
--- Bu cemiyetin kuruluş ve bağımsızlık için var gücüyle çalışması bir başka devletin güdümüne girilmemesi ve Türklerin yaşadığı yerlerin terk edilmemesi kararlaştırıldı.(Manda ve himayenin Kesinlikle Reddi)
--- Damat Ferit hükümetinin düşürülmesi ve yeni yurtsever bir hükümetin kurulması için çaba sarfedilmesi kabul edildi.
--- Osmanlı parlementosunun yeniden toplanması için çalışmalar yapılması kararlaştırıldı.
--- Mustafa kemal Sivas kongresini bir kurucu meclis gibi çalıştırmak istemişse de yeni devlet kurma fikrine henüz hazır olmayan en yakın arkadaşları bile buna karşı çıkmıştı. Bununla birlikte kongrede alınan kararları uygulamak için Heyeti Temsiliye seçildi ve başkanlığına Mustafa Kemal getirildi.

Sivas Kongresinin Sonuçları;

Her şeyden önce yurtta birbirinden habersiz ve dağınık bir şekilde mücadele veren örgütler birleşterildi.
Manda düşüncesinden kesinlikle vazgeçildi. Damat Ferit ile kesinlikle mücadele etme ve padişah üzerinde meclisi mebusanın toplanması için baskıda bulunma kararı alınmıştı. Sonuçta damat Ferit baskılara dayanamayarak 1 ekim 1919 da istifa etti yerine dürüst ve yurtsever bir asker olan Ali Rıza Paşa sadrazam oldu. Damat feritin istifası Anadolu hareketi açısından siyasi bir zaferdir.

SİVAS’TAN SONRA TOPLANAN KONGRELER;
Sivas’tan sonra toplanan kongrelerin hepsi Batı Anadolu ve Trakya da çalışmıştı. Balıkesir kongresinin Sivas Kongresi kararlarını kabul etmeme eğilimi üzerine Heyeti Temsiliye başkanı M.Kemal’in duruma müdahalesi ile üçüncü ve dördüncü kongreden sonra Anadolu ve Rumeli müdafai hukuk cemiyetine katılma kararı alındı. Bu kararın alınmasında Hacım Muhittin (Çarıklı) Beyin önemli katkıları oldu. Bu arada ikinci ve üçüncü nazilli kongreleri toplandı. Ancak üçüncü kongrede Anadolu ve Rumeli müdafai hukuk cemiyeti ile ilişki kurulması kararlaştırıldı. En olumlu toplantı Muğla’da yapıldı Muğlalı yurtseverler Sivas için Muğla kongresini toplayarak yurttaki direnişin bir bütün olduğunu kabul ettiler. Doğu trakyaya gelince, buradaki yurtseverler hiçbir zorluk çıkarmadan Sivas kongresinin sona ermesinden hemen sonra Heyeti Temsiliye kararlarına uymayı kabul etmişlerdir.

KUVAYİ MİLLİYE;
Düzenli Ordunun yetersizliği, hatta yokluğu karşısında yerel halkın silahlanarak kurdukları direniş birliklerine kuvayi milliye denilmiştir. Kurtuluş savaşında ilk kuvayi milliye birliğinin İzmir’i işgali üzerine 19 mayıs 1919 da Alaşahir’de kurulmasının kararlaştırıldığı ileri sürülür. Bu birlikler sayesinde Yunan kuvvetlerine önemli kayıplar verdirilmişti. Mustafa kemal ise bu birliklerin elden geldiğince denetim altına alınması için çaba sarfetmiştir.

Erzurum kongresinde Kuvayi Milliye’yi güçlendirmenin esas olduğu kararı alınmış ve dağınıklıktan kurtulmasına çalışılmıştır. Sivas kongresinin devam ettiği günlürde Kuvayi Milliye birliklerine çeki düzen verilmesi için Ali Fuat Paşa Batı Anadolu’daki Kuvayi Milliye birliklerinin komutanı olarak atanmıştı. Ali Fuat Paşa ve onun görevlendirdiği Rafet Paşa sayesinde Batı Anadolu’da düşmana zarar veren bir Kuvayi Milliye ortaya çıktı. Güney Anadolu’da ise direniş daha şiddetliydi. Fransızlar; Urfa, Maraş ve Antep’i İngilizlerden devralarak bölgedeki varlıklarını güçlendirmişlerdi. Bu durumda bölge halkı da Fransızlara karşı şiddetli bir direniş göstermeye başladı. Kurtuluş Savaşı’nın en güçlü milis birlikleri Güneydoğu’da ortaya çıktı. Güneydoğu Kuvayi Milliyesi ile Batı Anadolu’dakiler arasında şu fark vardı. Güneydoğu halkı birliklere topyekün katılmış ve Fransızlara karşı durmuşlardı. Heyeti temsileyenin otoritesini benimsedikleri için bölgeye seçme subaylar gönderilmiş ve direnişe güç verilmiştir.

Kuvayi Milliyeye Karşı Tepkiler;
Kuvayi milliyenin başarıları anlaşma devletlerini rahatsız etti ve sert önlemleri gündeme getirdi. Öncelikle Damat Ferit hükümeti Muğla ve civarında sıkı yönetim ilan etti ve Kuvayi Milliyeciliği yasakladı. Kısa bir süre sonra da İtalyanlar şehri işgal ettiler. Yine Damat Ferit in kışkırtmalarıyla Konya’nın Bozkır ilçesinde heyeti temsiliyeye karşı ayaklanmalar çıktı. Bu ayaklanmalar biter bitmez Damat Ferit ve İngilizler tarafından silahlandırılan Aznavur adlı eski bir asker ayaklanmalarla Kuvayi Milliye hareketine karşı Bursa – Balıkesir yöresinde dehşet saçtı. Ayaklanmalar bastırıldı. Ancak Anzavur yakalanamadı. Yine izmit’ten Bolu’ya iç Anadolu’dan Midyat’a kadar uzanan bölgelerde zaman zaman Kuvayi Milliye’ye karşı hareketler gözlendi.

HATIRLATMALAR;
Mustafa Kemal hangi olay öncesinde tüm resmi görevlerinden istifa etti? Erzurum Kongresi öncesinde./
Kurtuluş savaşında yurtta dagınık olan direnme örgütleri hangi olayla birlişmişlerdir? Sivas Kongresi nde Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti adı altında tek çatı altında birleştirildi.
Ege’de Kuvayi Milliye’nin örgütlenmesine büyük katkı sağlayan Hacı Muhittin Bey hangi kongrede Anadolu ve Rumeli müdafai hukuk cemiyetine katılma kararı alınmasında etkili olmuştur? Balıkesir Kongresi
Sivas kongresi sürerken Batı Anadolu’daki Kuvayi Milliye birliklerine komutan olarak atanan kimdir? Ali Fuat Paşa’dır.
Kuvayi Milliye’ye karşı Damat Ferit’in kışkırtmasıyla çıkan ayaklanma Anzavur Ayaklanması’dır.
Ünlü Göz Hekimi Esat Bey’in girişimleriyle toplanan kongre Milli Kongredir.
Sivas kongresi hem katılanlar açısından hemde toplanış amacı açısından ulusal nitelik taşır.
Manda ve himaye tam anlamıyla Sivas kongresinde reddedilmiştir.
Önce İngilizlerin daha sonra Fransızlara devrettikleri üç yerleşim yeri Urfa, Maraş, Antep
Erzurum kongresi sürerken batı anadoluda Balıkesir kongresi düzenlendi.
29 kasım 1918’de istanbulda kurulan Milli Kongrenin amacı Anadolu’da yeni bir hükümetin kurulmasının sağlanmasıdır.
Yunanlıların yurtan kovabilmek için diger Anlaşma devletleri ile görüşmeler yapılabileceği kararı Alaşehir kongresinde alınmıştır.
Sivas kongresi sonrası Damat Ferit’in sadrazamlıktan alınmasından sonra yerine Ali Rıza Paşa sadrazam olarak atanmıştır.
Birinci dünya savaşı sırasındaki Suriye ve Filistin cephesindeki ordu yıldırım ordularıdır.
Ahmet İzzet Paşa’nın yerine sadrazam olan Tevfik Paşa döneminde mebusan meclisi fesedildi.
Yurtsever subayların kurduğu gizli komitalar İslam ihtilali komitasıdır.
İşgallere karşı kurulan tepki dernekleri Trakya-paşaeli müdafai heyeti osmaniyesi , vilayeti şarki … , İzmir müdafai hukuki.. , reddi ilhak cemiyeti
Yunan birliklerine karşı ilk savunma Ayvalık’ta oldu.
Havza’da Mustafa Kemal İzmir’in işgalinin protesto edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında düzenli ordu kuruluncaya kadar Kuvayi Milliye’den yararlanmıştır.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıktıktan sonra ilk adım olarak direniş örgütlerini tek çatı altında toplamayı amaçlamıştır.
Amasya tamiminde yer alanlar: Vatanın bütünlüğü ulusun bagımsızlığı tehlikededir, İstanbul hükümeti sorumluluğunu yerine getirememektedir, ulusun bağımsızlığını gene ulusun azim ve kararı kurtaracaktır, Sivas’ta ulusal bir kurul toplanacaktır.
Amasya tamimi bir ihtilal bildirisi niteliğindedir.

Belirli bir amaca ulaşmak isteyen kişilerin bir araya gelerek sorunları görüşmeleri ve hedefe varabilmek için kararlar almaları yoluyla düzenlenen toplantıya kongre denir.
Mondros sonrası direniş amacıyla toplanan ilk kongre Kars İslam Şurası
Milli kongre’yi Esat Paşa kurmuştur. Amacı anadoluda yeni bir hükümetin kurulmasının sağlanmasıdır.
Erzurum kongresinde direniş hareketlerinin tek çatı altında birleşebileceği kanıtlanmıştır ancak bu direniş örgütleri Sivas kongresinde tek çatı altında birleştirilmiştir.
Sivas kongresinde amerikan mandası isteyenler Wilson ilkelerine güveniyorlardı.
Mustafa Kemal’e karşı ilk muhalefet Sivas kongresinde çıkmıştır.
Mustafa kemal Sivas kongresini kurucu bir meclis gibi çalıştırmak istemesi yeni bir devletin temellerini atmayı amaçlamıştı.
Sivas kongresinde alınan kararları uygulamak için Heyeti Temsiliye oluşturulmuştur.
Sivas kongresi öncesi toplanan kongrelerin hepsi Batı Anadolu ve Trakya’da toplanmıştır.
Anzavur Ayaklanması Kuvayi Milliye hareketini yok etmek için yapılmıştır.



ÜNİTE 7.


Türk tarihinde iki önemli siyasal kuruluş;

Türk tarihinde ilk düzenli siyasal örgütlenme ve muhalefet İttihat ve Terakki Derneği ile başladı. Derneğin amacı II.Abdulhamit’in baskı yönetimine son vermek ve anayasalı monarşiye yeniden geçmekti. 1909’daki anayasa değişikliğinden sonra tam olarak yasallaşan dernek 1913 yılında siyasal bir partiye dönüştü. Özellikle Türklük bilincinin uyanmasında rol oynayan parti, Türkçü ve İslamcı siyaset arasında bir çizgi izledi. Demokrasi ve özgürlük gibi vaatlerle iktidara gelen ittahat ve terakki, kısa zamanda muhalefete tahammül edemeyen totaliter bir yapıya büründü. Bununla birlikte siyasal düşüncelerin İstanbul dışına da yayılması konusunda önemli hizmetleri oldu.
Mondros ateşkesinden sonra kurulan hükümetler özellikle de Damat Ferit hükümetleri İttahatçıları savaş suçlusu ilan etmişlerdi. Bu suçlama o döneme yurt dışına kaçan Enver Talat ve Cemal Paşa gibi ittihatçıların ulusal kurtuluş mücadelesinde etkin olmalarını engellemiş oldu. Bütün bunlara karşın İttihat ve Terakki Partisi meşrutiyet düşüncesinin yanı sıra ulusal devlet bilincini geliştirmiş ve gelecekte cumhuriyeti hedefleyen yeni bir siyasal yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti
İttihat ve terakki gibi önemli bir siyasal örgüt varlığını yitirirken ateşkes sonrasında onun bıraktığı boşluğu Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti doldurdu. Bu örgüt başlangıcını Reddi ilhak ve Müdafai Hukuk derneklerinde bulmuştur. Sivas kongresiyle birkaçı dışında tüm bu dernekler ve kuruluşlar birleşerek yurt düzeyinde yayılan bir büyük örgüt durumuna gelmişlerdi. Dernegin asıl amacı siyasaldır. Gerçekten de Sivas kongresinde alınan kararların hepsi siyasaldır. Meclisi Mebusan’ın toplanması ve Damat Ferit’in düşürülmesi derneğin siyasal faliyetine tipik bir örnektir. Dernek daha sonra TBMM’nin kuruluşunu sağladığı ve zafer sonrasında da Mustafa Kemal tarafından rejimin ilk siyasal partisi haline geldi.

SİVAS KONGRESİ SONRASI SİYASAL GELİŞMELER;
Mustafa Kemal Paşa’ya göre Mebusan Meclisi’nin yapacağı bir iş kalmamakla birlikte, Sivas’ta bu meclisin toplanması yönünde alınan karar doğrultusunda çalışmalar yapılmaktaydı. Diğer taraftan Osmanlı Parlementosu ulusu temsil eden bir organdı. Bu nedenle yeni kurulan (Ali Rıza Paşa Hükümeti) Osmanlı hükümetiyle anlaşma yolları aranmalıydı.
Bütün bunlar gerçekleştirilirken de Kuvayi Milliye birliklerinin, Heyeti Temsiliyenin disiplini ve düzeni altına alınmasına çalışılmalıydı.

Osmanlı Hükümeti’yle anlaşma- Amasya Protokolleri;
Sivas Kongresi’ni engelleyemeyen ve büyük bir siyasal yenilgiye uğrayan Damat Ferit 1 ekim 1919’da istifa etmiş yerine yurtsever ılımlı bir asker olan Ali Rıza Paşa sadrazam olmuştu. Yeni hükümet bir an önce barış yapabilme gerekçesiyle Anadolu ile iyi geçinmeye ve işbirliği yapmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla Bahriye Nazırı Salih Paşa, İstanbul hükümeti temsilcisi olarak Amasya’ya geldi ve Mustafa Kemal Paşa ile 20-22 ekim tarihlerinde görüşmeler yaptı. Amasya kararları olarak tarihe geçen bu görüşmeler sonunda özetle şu kararlar alındı;
İstanbul Hükümeti, Heyeti Temsiliye’yi tanıyacak; Meclisi Mebusan toplanacak; Anadolu hareketlerinin temsilcileri ile iyi geçinilecek; buna karşılık Heyeti Temsiliye de yurdun bütünlüğüne bir zarar gelmemesi koşuluyla İstanbul hükümetinin işlerine karışmayacaktı.
Bu kararların alındığı Amasya protokollerinin önemi son derece büyüktür. Bu görüşmelerle İstanbul hükümeti Heyeti Temsiliye’yi kendine denk bir siyasal organ olarak görmüş ve onun varlığını tanımış oldu.

Ankaranın ulusal kurtuluş hareketinin merkezi yapılması;
Amasya’da yapılan görüşmelerden sonra tekrar Sivas’a dönen Mustafa Kemal burada komutanlarla önemli toplantılar yaptı. Bu toplantılarda Meclisi Mebusan’ın nerede ve nasıl toplanacağı konusu tartışıldı. Bu toplantılarda meclisin İstanbul’da toplanması kararlaştırıldı ayrıca Heyeti Temsiliye’nin sürekli çalışabileceği uygun bir kent aranıyordu sonuçta Ankara’da karar kılındı. Mustafa kemal ve heyeti temsiliye 27 aralık 1919 da ankaraya geldi. Ankara’nın merkez olarak tayin edilmesinde şu etkenler rol oynar;
• Ankara stratejik açıdan çok önemli bir yerdi.
• İstanbul’dan gelen demiryolu Ankara’da sona eriyordu. Bu bakımdan ulaşım açısındanda önemliydi.
• Batı Cephesi’ne yakın olduğu gibi diğer çarpışma alanlarınada eşit uzaklıktaydı.

ASKERİ GELİŞMELER;
Mustafa Kemal, Ankara’ya geldiğinde işgaller ve bu işgallere direnişler yoğunlaşmaktaydı. Ankara’ya gelmesinden once, sembolik işgal güçleri kentten ayrılmak zorunda kalmıştı.
Bununla birlikte Eskişehir –Ankara demiryolu İngilizlerin denetimine girmişti.
Yunanlılar ise Batı Anadolu’da milne hattı adı verilen çizgide durmuşlardı.
İngiliz General Milne’nin saptadığı çizgi Ayvalık-Gölmarmara – Aydın–Selçuk hattıydı.

MECLİSİ MEBUSANIN AÇILMASI ;
Parlamento, halk temsilcilerinin bir araya gelip çalıştığı kurulun, anayasa hukukundaki adıdır.
Gerçek demokrasilerde halkın parlamentoda temsiline büyük özen gösterilir. Osmanlıda ilk parlemento dönemi 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet ile başladı. Bu dönemde halkın seçtiği temsilçilerden oluşan Meclisi Mebusan ve padişahın seçtiği kişilerden oluşan Meclisi Ayan’dan oluştu. Kısa süren dönemden sonra 1908 yılındaki anayasal değişikliklerle Meclisi Mebusan’ın yetkileri artırıldı.Ancak parlemento Mondros Ateşkesi sonrası feshedildi.

Meclisi Mebusanın açılış hazırlıkları; hazırlıklar sırasında iki nokta üzerinde tartışmalar çıktı. Birincisi meclisin toplanacağı yer konusuydu. Bu konuda Mustafa kemal ile Salih paşa arasında Amasya’da yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanmış ve İstanbul dışında toplanılması kararlaştırılmıştı. Ancak bu karar istanbuldaki hükümet çevrelerince uygun görülmemiş ve onaylanmamıştı. Mustafa Kemal’e göre İstanbul dışında toplanan bir meclis padişahın etkisinden çıkabilir ve ulusal kararlar alınabilirdi. Ancak Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşları bile meclisin İstanbul dışında toplanmasına sıcak bakmıyorlardı. Bu nedenle yalnız kalan Mustafa kemal itirazları sonuçsuz kaldı ve meclisin İstanbul’da toplanması kararlaştırıldı.
İkinci konu ise mecliste hangi konuların tartışılıp karara bağlanacağıydı Mustafa Kemal sağlıklı kararların alınabilmesi için kendisinin Meclis Başkanı seçilmesi ve mecliste bir Müdafai Hukuk grubunun kurulmasını istedi.

Meclisi Mebusanın açılması ve çalışmaları;
Son Osmanlı parlementosu 12 ocak 1920’de toplandı. Ancak Mustafa Kemal’in istekleri gerçekleşmedi. Meclis 28 Ocak tarihine kadar başkanını seçemedi ve istenilen Müdafai Hukuk grubunu kuramadı. 28 ocak 1920’de gizli olarak toplanan mecliste Misakı Milli kabul edildi. Bu belgenin kabulünden birkaç gün sonra müdafai hukuk grubu yerine Felahı Vatan grubu kuruldu ve meclis başkanlığına da Reşat Hikmet Bey seçildi.

MİSAKI MİLLİ ; 28 ocak 1920’de Meclisi Mebusan’da kabul edilen Misakı Milli daha Erzurum Kongresi sırasında hazırlanmaya başlanmıştı. And metni Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmış ve İstanbul’a giden milletvekillerine verilmişti. Misakı Milli’nin içeriği özetle şöyledir;

• Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde imzalanan Ateşkes Antlaşmasının çizdiği sınırlar içinde her bakımdan birlik oluşturan yurttaşların oturdukları yerler hiçbir biçimde yurttan koparılamaz.
• Osmanlı saltanatının ve halifeliğin merkezi İstanbul’un güvenliği sağlaması koşuluyla boğazlar açılabilir.
• Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya’da ateşkes sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum’da halk oyuna başvurulması gerekir.
• Osmanlı devletindeki Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde halkoylamasına başvurulabilir.
• Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasal, ekonomik, hiçbir anlaşma kabul edilemez. Bu koşulları tartışmasız benimsenmedikçe hiçbir atntlaşma yapılamaz.

Misakı Millinin Niteliği;
Hukuksal açıdan Misakı Milli bir parlemento kararıdır. Ancak kararı padişah onaylamamıştır. Kararın en kısa ifadesi ‘’Türklerin vatanı bir bütündür ve parçalanamaz.’’ olarak belirtilebilir bu metinle kongrelerde beliren ulusal istekler Osmanlı parlementosuna yansıtılmıştır. Dikkatle incelendiğinde kesin bağımsızlık ilkesinin yer aldığı görülür.

Misakı Millinin Sonuçları;
Misakı Milli’nin ilan edilmesi meclis ve hükümet üzerinde baskıların artmasına yol açtı. Ali Rıza Paşa baskılar karşısında 3 mart 1920’de görevinden ayrıldı. Yerine yeni hükümeti Salih Paşa kurdu ancak aynı baskılar Salih paşa hükümetinede uygulandı.

İSTANBUL’UN İŞGALİ ;
Anlaşma devletleri 16 MART 1920de sadrazam Salih Paşa’ya bir nota vererek İstanbul’un resmen işgal edileceğini bildirdiler. İşgal hemen başladı. Resmi dairelere el konuldu. Bazı askerler şehit edildi. Meclisi Mebusan basıldı ve Kuvayi Milliyeci olarak bilinen üyeler tutuklandı.
18 martta toplanan meclis bu koşullar altında çalışmanın mümkün olmayacağına karar vererek toplantılarını durdurdu. 11 nisanda ise Padişah kanuni esasideki yetkilerini kullanarak Meclisi Mebusanı dağıttı.

İstanbul’un İşgalinin sonuçları;
İstanbul’un işgali ülkede şok tesiri yaptı olay miting ve gösterilerle protesto edildi. Bu arada Mustafa Kemal’in ne denli haklı olduğu da anlaşılmıştı. Artık tek umut Mustafa Kemal Paşa ve Ankara idi.
Bu nedenle istanbul’dan Ankara’ya bir göç başlamıştı. Mustafa Kemal ise İstanbul işgal edilir edilmez 19 mart’ta bir genelge yayınlayarak, yeniden seçimlere gidileceği ve yeni bir parlemento toplanacağını duyurdu.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞ HAZIRLIKLARI;
Mustafa Kemal Paşa’nın gerçekleştirmek istediği düşünceler;
İstanbul’un işgali ve Meclisi Mebusan’ın dağıtılması, Mustafa Kemal Paşa’ya yeni bir devlet kurulması için uygun bir ortam yarattı. O öncelikle dağıtılan Meclisi Mebusan’ın yerine yeni bir kurum açmaya yöneldi. Bu kurum ancak bir kurucu meclis olabilirdi. Ancak tasarıyı kamoyu benimsemedi.Kimsenin aklından Osmanlı devletinin son bulduğu düşüncesi geçmiyordu. Bu nedenle Ankara’da toplanacak meclis için kurucu meclis ifadesi yerine Selahiyeti Fevkaladeyi Haiz Bir Meclis (Olağanüstü yetkilere sahip bir meclis ) deyimi kullanıldı.
Aslında ikisi arasında önemli bir fark yoktu. Bu isim değişikliği ile kurucu meclis deyiminden rahatsız olanları ferahlatmıştı.

İstanbulun işgalinden sonraki siyasal ve askeri gelişmeler;
Ali Rıza Paşa’nın yerine Salih Paşa’nın sadrazam olması Anlaşma Devletleri’ni tatmin etmedi. Ortamın iyice gerginleşmesi üzerine Nisan ayı başında Salih Paşa görevinden ayrılmak zorunda kaldı. 5 nisan 1920’de Damat Ferit , tekrar sadrazam oldu.
Damat Ferit’e gore; Kuvayi Milliye, Anadolu’yu istila tehtidi altına sokuyordu ve bu nedenle yok edilmeliydi. Bunun için öncelikle Mustafa Kemal’in yeni meclis çalışmalarına engel olmak istemiş ve bu yolla Kuvayi Milliye’nin güçsüz bırakılmasını amaçlamıştı. Bunun için şubat ayında tekrar faaliyetlerini yoğunlaştıran Anzavur birliklerine yardım etmeye başladı.

Yine nisan ayında kışkırtmalar sonucu Kuvayi Milliye’ye karşı Düzce’de büyük bir ayaklanma çıktı .
18 Nisan’da ise Kuvayi Milliye’ye karşı Kuvayi İnzibatiye adında yeni bir örgüt kurduğunu açıkladı. Bu örgüt İzmit ve çevresinde dehşet saçmaya başladı.
Bu sıralarda Batı Anadolu’daki Kuvayi Milliye’ye Çerkez Ethem’in katılması ulusal kuvvetlere güç verdi. Öncelikle Anzavur Ayaklanması bastırıldı ve düzen yeniden sağlandı.
Batıdaki bu gelişmelerin yanı sıra Güneydoğu’daki Kuvayi Milliye Fransızlara karşı büyük başarılar kazanmıştı. Kuvayi milliye birlikleri Fransızları 11 şubat’ta Maraş’tan 10 Nisan’da ise Urfa’dan kovmuşlardı. Aynı tarihte Antep şehri de hiçbir dış yardım almaksızın Fransız kuşatmasına direniyordu.
Bütün bu gelişmeler karşısında Damat Ferit 11 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade’den, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öldürülmesinin caiz olduğuna dair bir fetva aldı. Aynı fetvada Kuvayi Milliye birlikleri de kafir ilan edildi.

TBMM nin toplanması için yapılan hazırlıklar;
İstanbul’un işgali sırasında bazı milletvekilleri tutuklanmış, bir kısmı ise Ankara’ya ulaşmıştı. Boşlukların doldurulması amacıyla her livada yeniden seçimler yapıldı ve seçilen milletvekilleri Ankara’ya gelmeye başladılar. Ancak bazı yerlerde Anlaşma Devletleri ve Damat Ferit engellemeleriyle karşılaşıldı. Yinede 23 Nisan tarihi geldiğinde yeteri sayıda milletvekili Ankara’ya gelebildi.

HATIRLATMALAR;
Türk tarihindeki ilk düzenli siyasal örgüt ve muhalefet, İttahat ve Terakki Derneği’dir.
Osmanlı döneminde ilk parlementolu dönem 23 aralık 1876 da I.Meşrutiyetin ilanıyla başladı.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Ferahı Vatan gurubu kurulmuştur.
Misakı Milli, Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından alınan bir karardır.
Mustafa Kemal ve Salih Paşa arasında yapılan Amasya görüşmelerinin en önemli sonucu Osmanlı heyetinin, Heyeti Temsiliyenin varlığını tanımasıdır.
Anlaşma Devletleri’nin Misakı Milli’nin kabul edilmesine karşı İstanbul’u resmen işgal ederek tepkilerini gösterdiler.
İstanbul’un resmen işgal edilmesi TBMM’nin açılmasına yol açmıştır.
Damat Ferit’in istifasından ve Sivas kongresinden sonra yerine Ali Rıza Paşa sadrazam oldu.
Kuvayi Milliye’ye karşı Kuvayi İnzibatiye kuruldu.
Oluş sıraları; – Amasya görüşmeleri yapıldı -Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelmesi sağlandı - Son Osmanlı Mebuslar Meclisi toplandı.
Kurtuluş savaşı sırasında mücadele eden Anadolu ve Rumeli müdafai hukuk cemiyeti daha sonra rejimin ilk siyasal partisi oldu.

Oluş sıraları ; Havza Genelgesi – Amasya Genelgesi-–Erzurum Kongresi- Sivas Kongresi - Amasya Görüşmesi.
İttihat ve Terakki’nin amacı anayasalı monarşik bir rejime geçmekti.
İttihatçıların ulusal kurtuluş mücadelesinde yürütücü rol oynamalarını engelleyen temel etken savaş suçlusu olarak ilan edilmeleriydi.
İttihat ve Terakki Partisi’nin siyasal varlığını yitirdikten sonra ortaya çıkan boşluğu Reddi ilhak ve Müdafai Hukuk Dernekleri tamamladı.
Meşrutiyet düşüncesiyle birlikte ulusal devlet bilincini türk toplumuna sokan ittihat ve terakkidir.
Damat Ferit ‘in siyasal olarak yenilgiye uğradığını Sivas kongresinin toplanması kanıtlamıştır.
Amasya görüşmeleri; Osmanlı hükümeti – Heyeti Temsiliye arasında yapıldı.
İstanbul Hükümeti, Heyeti Temsiliye’nin varlığını Amasya protokolleriyle kabul etmiştir.
Amasya Görüşmeleri’nde İstanbul hükümetini Salih Paşa temsil etmiştir.
Ankara’nın Heyeti Temsiliye’nin merkezi olmasının nedeni stratejik açıdan elverişli bir yer olmasıdır.
Milne Çizgisi; Ayvalık Akmaz- Gölmarmara – Aydın - Selçuk çizgisidir.
Misakı Milli’de alınan kararların özü ‘’Türklerin anavatanı parçalanamaz.’’
Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde belirlenen ulusal istekler, Misakı Milli’nin ilan edilmesiyle Osmanlı Parlementosu’na yansımıştır.
Misakı Milli’de temel ilke kesin bağımsızlık ilkesidir.
Ali Rıza Paşa baskılara dayanamayıp istifa edince yerine Salih Paşa geçti.
Misakı Milli’nin ilanından sonra İstanbul işgal edilmiştir.
İstanbul işgal edilip Meclisi Mebusan’ın dağıtılması TBMM’nin Ankara’da toplanmasına uygun bir ortam yaratmıştır.
Kuvayi inzibatiyenin kurulması Osmanlı devletinin niteliksiz kaldığının kanıtıdır.
TBMM açılmadan Maraş, Urfa ve Antep Fransızlardan kurtulmuştu.



ÜNİTE 8.


TBMM.NİN AÇILIŞI;
Yeni seçilen ve İstanbul’dan kaçabilen milletvekilleri nisan ayı başlarında Ankara’ya ulaşmışlardı. Milletvekillerinden başka pek çok aydın ve yurtsever de Ankara’ya akın ediyordu. Bu nedenle Ankara’da konut sıkıntısı doğdu. Öncelikle milletvekillerinin barındırmak için Erkek Öğretmen Okulu milletvekillerine ayrıldı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Partisi’nin Ankara örgütü tarafından açılan kulüp binası ise meclisin toplantı yeri olarak seçildi.
Bu arada Ankara’da devam eden sembolik Fransız işgali de tamamen ortadan kaldırıldı.
23 nisan 1020’de cuma günü TBMM açıldı. Toplantıyı en yaşlı üye olan Sinop milletvekili Şerif Bey açtı. Önce Büyük Millet Meclisi adıyla açılan meclis 9 ay kadar sonra TBMM adını aldı.
Millet Meclisi kavramının kullanılması Meclisi Mebusan’dan tümüyle farklı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Şerif Bey yaptığı açılış konuşmasında meclisin yetkilerini de belirtmiştir. Bu meclis ulus tarafından toplanmıştı ve ulusun yetkilerini bizzat eline almasıyla olmuştu. Yine aynı konuşmada padişaha bağlılık dile getirilmekle birlikte, meclisin içte ve dışta tam bağımsızlık ilkesine olan kesin bağlılığı dile getirilmiştir.
Ertesi gün Mustafa Kemal meclis başkanlığına seçildi ve bu görevini Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar sürdürdü. Meclis çalışmalarına hemen başladı. Yürütme işlerini görmek üzere geçici bir kurul seçildi ( Muvakkat İcra Heyeti)

Genel olarak TBMM; kuruluşundan itibaren bir kurum olarak süreklilik göstermiş ve ana ilkesi hiçbir zaman değişmemiştir. Bu ilke egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ilkesidir. Birinci TBMM’nin kuruluşuyla ortaya çıkan sistem çok ufak değişikliklerle 1961 yılına değin devam etti. İlk TBMM uzun bir süre saltanat ile birlikte yaşamak zorundaydı ve ayrıca bağımsızlık savaşının yürütülmesi görevini yüklenmişti.

TBMM’nin meşrutiyeti;
Meşrutiyet geniş anlamıyla, bir kurumun toplumda geçerli olabilmesi için dayandığı kural, inanç ya da güçtür. Toplumda pek çok ilişki geçerliliğini yasalardan alır. Yasaların meşruiyet (geçerlilik) kaynağı ise anayasadır. TBMM kurulduğu zaman bir anayasaya dayanmıyordu ancak bu durum TBMM’nin meşru olmadığı anlamına gelmez.Bu yüzden ulus tarafından tanınmasına herhangi bir olumsuz etki yaratmadı. Ulus,TBMM’yi kendi iradesiyle meşru kılmıştır.
Kuvayi Milliye’nin doğması ,kongrelerini yapması ve Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti’nin kurulması TBMM’nin açılışını kolaylaştıran gelişmeler olarak değerlendirilebilir.

TBMM’nin Yapısı;

Pek çok kişi, hatta Mustafa Kemal Paşa’nın bazı arkadaşları bile TBMM’yi geçici olarak görüyorlardı. Ancak TBMM, ulusal egemenliğe kesinlikle sahip çıkması ve kurduğu düzenin ulusal olması nedeniyle çok sağlam temellere dayanıyordu. Bu nedenle geçici olması beklenemezdi.
1921 Anasayası’nın birinci maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğunu belirtmiştir. Bu hüküm Osmanlı devletinin tarihe karıştığını ifade etmektedir.

TBMM ilk aylarında tercihini yapamamış ve her iki egemenlik anlayışı arasında bocalamıştı. Mustafa Kemal de istemeyerek de olsa bu çelişkiye bir süre katlanmıştır. Çünkü geçiş dönemi yaşanıyordu ve egemenlik anlayışı kökünden degişiyordu. Mustafa kemal iki yıl içinde kademeli olarak ulusal egemenliği dışında hiçbir kaynağın kabul edilemeyeceğini meclis üyelerine kavratmıştır.
TBMM’nin bir başka özelliği ise ulusal bir düzen kurmuş olmasıdır. TBMM türk ulusunu temsil etmektedir. Yeni kurulan devlet türk ulusuna dayandırılmaktadır bu büyük bir devrimdir. Burada ulusçuluk, etnik köken ve ırk gibi öğelere dayanmaz.

TBMM’nin Hukuksal Niteliği; Bütün siyasal sistemler güçler birliği ve güçler ayrılığı olarak iki ana kümede toplanır. Rejim ne olursa olsun devletlerde yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç işlev vardır.
Yasama:Yasama işlevi toplum yaşamını düzenleyen hukuk kurallarının temeli olan yasaları koymaktır.
Yürütme:Yasaların uygulanması gerekir. Uygulanamayan kuralların hiçbir değeri yoktur.
Hukuk kurallarını uygulayan organa hükümet denir.
Yargı: Hükümetler yürütme işlevini yerine getirirler hukuk kuralları her zaman dogru biçimde uygulanmayabilir. Ayrıca yurttaşlar arasında anlaşmazlıklar çıkabilir. Bu durumda haksızlıkların gidermek ve anlaşmazlıkları çözmek ve kurallara uymayanları cezalandırmak gerekir. Bunu yargı işlevi gerçekleştirir.

Eğer bütün güçler ayrı ayrı organlarda değilde tek organda birleşmişse; buna güçler birligi sistemi denir. Bütün bu işlevler her biri ayrı güce sahip organlarca yerine getiriliyorsa bu durum güçler ayrılığı söz konusudur.

TBMM hem yasaları koyacak hem uygulayacak hemde gerekirse yargı işlevini yerine getirecekti. Bir hükümet yoktu. İcra vekilleri heyeti adı verilen kurula TBMM Hükümeti de denirdi. Fakat her konuda son söz meclise aitti. TBMM üç gücü de ulustan aldığı yetkiye dayanarak ulus adına kullanırdı.
Ancak parlementonun yapısı ne kadar demokratik olursa olsun kesin bir güç birliği sisteminin bazı önemli sakıncaları doğabilir. Ancak önder ve kadrosu çabuk karar alan, aldığı kararı hemen uygulayabilecek ulusal bir organa ihtiyaç duyuyordu. Bir savaş vardı. Bu savaş hem dış düşmanlara karşı hemde Osmanlı hükümetine karşı yürütülüyordu. Bunu kazanmak için TBMM’nin yetkilerini kıskançlıkla kullanması gerekliydi.

TBMM nin çalışmaları;
TBMM’nin iç siyaset’teki temel hedefi savaşı kazanmak olmakla birlikte, dış siyaset alanında da kendini tanıtmak için her türlü girişimde bulunmuştur.
TBMM üyelerinin büyük bir çoğunluğu Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti mensuplarıydı. Bu nedenle ilk günlerde meclis üyeleri arasında tam bir görüş birliği vardı. Ancak ARMHC bir siyasal parti degildi. Çeşitli dünya görüşlerine sahip yurttaşlar yurdun kurtuluşu için bir araya gelmişlerdi. Onların birbirine bağlayan tek öğe bu amaçtı.

Ancak bu üyeler arasında zamanla, Mustafa kemal’in izlediği genel politikaya karşı çıkanlar bir grup oluşturdular. Bu gruba ikinci Müdafai hukuk grubu denildi. Bu grubun büyük bir çoğunlugunun karşı çıkması kişisel nedenlere dayanıyordu. Ancak gruplar bir siyasal parti temsilcisi olmadıklarından içlerinde bir siyasi parti disiplini yoktu. Birinden diğerine geçmek mümkündü. Bu nedenle sayıları sık sık değişiyordu.

Bu arada TBMM, otoritesini yaymak ve gücünü yurdun her yerinde gösterebilmek için her türlü önemi alıyordu. Bunların başında İstanbul hükümeti ile her türlü ilişkinin kesilmesi gerekiyordu. Çıkarılan Hıyaneti Vataniye Yasası ile İstanbul hükümetiyle ilişkiye girenler vatan haini sayılmıştır.
TBMM dış dünyaya da kendisini kabul ettirme yoluna girmiştir.Bunun için İlk olarak Rusya’da yeni kurulan Sosyalist Hükümet’le ilişkiler kurulması için girişimler başlatıldı.
Diğer yandan 30 mayıs 1920’de Fransa hükümeti ile 20 günlük bir ateşkes anlaşması imzalandı.

TBMM bu çabalar içinde iken, Damat Ferit ile İngilizler de boş durmuyorlardı. Damat Ferit’in İstanbul’da kurduğu mahkeme 11 mayıs 1920 de Mustafa Kemal Paşa’yı ölüm cezasına çarptırdı. Bu cezayı Vahdettin onayladı.Diğer taraftan da İstanbul hükümeti anlaşma devletleriyle barış imzalamak için çalışmalarını artırmıştı.

TBMM ye karşı tepkiler;
Kuvayi Milliye’nin kesin olarak birleşmesi;
1920 yılı başından TBMM’nin toplanmasına kadar geçen sürede dört kongre daha toplanmıştır. Bu kongreler Edirne, Oltu, Balıkesir ve Lüleburgaz’da toplanmıştır.
TBMM’nin açılmasından sonra da kongreler toplandı. Bunların en önemlisi 9-14 mayıs 1920 de toplanan Büyük Edirne Kongresi’dir. Kongrede Anadolu’daki birliğin benimsenmesi kabul edildi. Ama barış görüşmelerine Trakyalılar olarak katılarak Trakya’nın Yunanistan’a verilmesini önleyebileceklerini düşünüyorlardı.
2 ağustos 1920’de toplanan Afyon Kongresi’ne TBMM temsilcileri de katılmış ve Batı Anadolu tümüyle ulusal devlet otoritesi için alınmıştır.
5 ağustos ve 8 ekim 1920 tarihlerinde toplanan Pozantı kongresinde de TBMM’nin denetiminde kararlar alınmıştır. Pozantı kongreleriyle Kuvayi Milliye’nin birleşmesi olayı tamamlanmış oldu.

Asgeri Gelişmeler;
TBMM’nin açılması Anlaşma Devletleri tarafından tepkiyle karşılandı. Bu devletler tarafından yönlendirilen Yunan ordusu Milne Çizgisi’ni dört bir yandan aşarak Batı Anadolu’da ilerlemeye başladı. 22 haziran 1920 de başlayan bu saldırı sonucunda Alaşehir, Balıkesir, Bursa ve Uşak başta olmak üzere Batı Anadolu’da pek çok yerleşim merkezi işgal edildi.
Trakyada da saldırı hazırlıklarına girişen Yunan ordusuna karşı TBMM’de büyük bir tepki oluştu. Bu arada Doğu Anadolu’da Ermenistan devleti TBMM açılınca geniş kapsamlı bir saldırıya başlamıştı.

Ayaklanmalar:
TBMM’nin açılmasından önce damat Ferit’in kışkırtmalarıyla başlayan ayaklanmalar Nisan sonlarında doğru daha da arttı. Daha önce Düzce ve Bolu’da çıkan ayaklanmalar şiddetlendi. Yozgat’ta, Zile’de, Viranşehir’de ve Konya’da olumsuz hareketler görüldü. Marmara bölgesinde ise Anzavur ve Kuvayi İnzibatiye birlikleri eylemlerini sürdürüyorlardı. Çerkez Ethem’inde yardımıyla bu ayaklanmalar Ağustos ayı başlarında bastırıldı. Ama Sevr Barışı’nın imzalanmasıyla ayaklanmalar yeniden başladı.
Ayaklanmalar 1920 yılının sonlarına doğru kesin olarak etkisiz hale getirildi.

HATIRLATMALAR
TBBM’yi, Osmanlı Meclisi Mebusan’ından ayıran en önemli özellik ulusal bir nitelik taşıması.
TBMM yazılı bir anayasaya dayanmadığı dönemde meşrutiyetini ulusun kendisinden alıyordu.
TBMM 20 mayıs 1920’de Fransa ile 20 günlük ateşkes imzaladı.
Kuvayi Milliye birlikleri birleşmeyi Pozantı kongresinde tamamladı.
Heyeti Temsiliye’nin görev ve yetkileri TBMM’nin açılmasıyla sona ermiştir.
Birinci TBMM’nin temel amacı bağımsızlık savaşını kazanmaktı.
TBMM’nin güçler birliği sistemini benimsemesinin temel amacı yerinde ve çabuk kararlar alıp, uygulamaktı.
TBMM’de Mustafa Kemal ve taraftarlarının oluşturduğu gruba Birinci Müdafai Hukuk grubu deniyordu.
Birinci TBMM’yi kendisinden sonra gelen meclislerden ayıran en temel özellik saltanat ile birlikte yaşamasıdır.
TBMM’nin açılışına karşı Anlaşma Devletleri’nin uyguladığı plan Yunanlıların ileri harekata geçirilmesidir.
Hangisi Ankara’da bir ulusal meclis açılmasına karşı çıkmıştır. /Hürriyet ve itilaf fırkası
1921 Anayasası’nda yer alan egemenlik kayatsız şartsız ulusundur” maddesi Osmanlı imparatorluğunun tarihe karıştığının kanıtıdır.
Birinci TBMM’deki bazı milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’nın çizdiği genel politikalara karşı çıkarak İkinci Müdafai Hukuk grubunu kurmuştur.
Büyük Edirne Kongresi’nde anadoludaki birliğin benimsenmesi kabul edildi.



ÜNİTE 9.

Ulusal ordunun kurulması ve kurtuluş savaşı;

Bir devletin geleceğini güvenlik altına almak, ulusal çıkarları savunmak amacıyla başta askeri güç olmak üzere devletin ve ulusun maddi – manevi bütün olanaklarının ve kaynaklarının kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeleye savaş denir.

TBMM kuruluncaya kadarki direnme hareketlerini ve Kuvayi Milliye etkinliğini savaş olarak nitelemek mümkün değildir. Bir devlet tarafından yönetilen, düzgün bir savaş durumunun alınması TBMM’nin kurulmasıyla mümkün olmuştur.
TBMM nin bir devlet olarak varlığı işgalci güçler tarafından hemen tanınmadı. Onlar için görüşülebilecek tek siyasi güç Osmanlı devleti idi.
TBMM’nin açılmasıyla yeni bir türk devleti kurulmuştu.
Ulusal egemenlik ilkesini her dönem savunan TBMM, aldığı çeşitli kararlar ve çıkardığı yasalarla Yunan tehlikesi karşısında yeni bir ordunun kurulması yolunda yoğun bir çaba içine girmişti.
22 haziran 1920’de Yunanlılar Milne Çizgisini aşarak, Batı Anadolu’da ilerlemeye başlamışlardı.

Yunanların bu saldırıya iten nedenler şunlardı:
• TBMMnin açılması ile Anlaşma Devletleri ve Yunanistan kesin tavırlarını artık koymak gereğini duymuştu.
• San Remo’da imzalanacak barışla ilgili taslağa karşı direnişi kırmak
• Türk ulusuna direnmenin anlamsız olduğunu göstermek.

Planlı yunan saldırısı ile, Kuvayi Milliye birliklerini dağıtıp kısa zamanda Alaşehir, Balıkesir, Bursa ve Uşak’ı ele geçirmişlerdi. Bu arada bütün Doğu Trakya da Yunan kuvvetlerinin eline geçmişti.

Yunan saldırısının tepkileri;
Kuvayi Milliye birliklerinin Yunan ileri harekatı karşısında tutunamayıp başarısız olması, TBMM’de büyük bir düş kırıklığı yarattı. Saldırı öncesinde Kuvayi Milliye birlikleri, TBMM Hükümeti Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanmıştı. Ancak Kuvayi Milliye birlikleri, merkezden gönderilen subaylara değil, kendi şeflerine itaat ediyorlardı. Zaman zaman amaçlarının dışına çıkarak suçsuz insanlara zararlar verebiliyorlardı. Bu durumda halktan gelen tepkiler Kurtuluş Savaşı’nın aleyhine bir durum yaratıyordu. Ayrıca Kuvayi Milliye, yurtseverlikleri bir yana, savaş sanatından anlamayan insanlardan kuruluydu.

Aynı dönemde Osmanlı ordusunu canlandırmak da mümkün değildi. TBMM kurulur kurulmaz Kuvayi Milliye birliklerine belli ölçüde çeki düzen vermek için Milli Savunma ve Genelkurmay işlerini düzenlemeye başlamıştı. Ancak bu çabalardan sonuç alınamamış ve Kuvayi Milliye birlikleri Yunan saldırısı karşısında tutunamamıştı. Bu saldırının kolay gelişmesi Anlaşma Devletleri’ni de umutlandırmıştı.

Ulusal ordunun kurulmaya Başlaması;
Kuvayi Milliye’nin Yunan saldırısı karşısında tutunamaması düzenli bir ulusal ordunun kurulmasının şart olduğunu ortaya çıkarmıştı. TBMM’nin ikna edilmesinden sonra hızla ordunun kurulmasına geçildi. Batı cephesi, bu yeni oluşturulmaya başlanan ordunun ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlendi. Ordunun kurulmasıyla Mustafa kemal mücadeleyi halka mal etmek yolunda çok önemli bir adım atmış oldu.

Kaynak Sorunu; ordunun kurulması kolay degildir. Orduyu savaş için donatmak beslemek ve yönetmek daha da zordur. Oysa Osmanlı devletinde bırakınız Birinci Dünya Savaşı’nın gerektirdiği askeri teknolojiyi daha basit savaş ihtiyaçlarını giderecek hiçbir sanayi kuruluşu yoktu. Halkın eğitim düzeyi düşüktü. Ülkede doğru dürüst bir ekonomik etkinlik yoktu. Ulaşım büyük ölçüde yabancıların işlettiği demiryollarından ibaretti. Sağlık işleri içler açısıydı.

Tanzimat döneminden itibaren aydın meslek sahipleri yetiştirilmeye çalışılmış, yüksek okullar açılmıştı. Bu okullardan mezun olan üst düzey bürokratlar hekimler öğretmenler subaylar ülkenin geleceği üzerinde etkili olmaya başlamışlardır. Ancak hala bilgi üretilemiyordu. Aydınların büyük bir kısmı Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında askere alındılar ve çoğu bu savaşlarda yaşamını yitirdi. Buna karşılık çok iyi yetişmiş türk subayları için bütün bu savaşlar deneyim kazanmalarına neden olmuştu. Kurtuluş savaşı sırasında yeni kurulan ordunun insan kaynakları açısından sorunu vardı. Halk uzun süren savaşlardan bıkmış ve yılgın bir durumdaydı. İkinci sorun orduyu donatmak sorunuydu. Askere alınacak insanların silahını cephanesini giysisini ve besisini sağlamak büyük sorundu. Ayrıca Osmanlı yönetiminin kışkırtmalarıyla çeşitli direnişler ortaya çıkmıştır.

TBMM’nin kurulmasından sonra askere alma işleri sert önlemlerle hızlandırıldı ve istiklal mahkemeleri yoluyla başı bozukluk giderilmeye çalışıldı. TBMM’nin korkunç bir para sıkıntısı içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Bu parasal sıkıntıyı atlatabilmek için; halktan bağış toplamak, bankaların elinde bulunan paralara el koymak, posta havalelerini geciktirmek gibi uygulamalara gidildi. Ayrıca İtalyanlardan ve Fransızlardan borç bile alındı. Yine İslam cemaatleri özellikle Hindistan Müslümanlara önemli miktarda paralar göndermişlerdi.

Siyasal Gelişmeler;
Genel Olarak; TBMM’nin açılışını önleyemeyen Damat Ferit, bu olaya tepkisini 10 ağustos 1920’de Sevr Barışı’nı benimseyerek ortaya koydu.

SEVR BARIŞI; Paris Barış Konferansı’nda, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı ülkesini paylaşma kararlarında olduklarının farkında olmayan Osmanlı yönetimi, barış çabalarına devam etmekteydi. Hatta sadrazamlığa getirilen Damat Ferit, Paris’teki barış görüşmelerine katılmışsa da bunda başarı sağlayamamıştı. Ancak TBMM’nin açılması için yapılan hazırlıklar gerek Damat Ferit’i gerekse Anlaşma Devletleri’ni harekete geçirmiş ve barış çalışmalarına hız verilmişti.

19 nisan 1920’de San Remo’da yapılan toplantıda Barış Taslağı hazırlandı. San Remo’da alınan kararlar Paris’e çağrılan Osmanlı temsilcisi Tevfik Paşaya sunuldu.
Tevfik Paşa’nın tepki gösterdiği bu taslak üzerinde görüşmelerin yapıldığı bir sırada Yunan saldırısı başladı 22 haziran 1920 Anlaşma Devletleri bu yolla hazırlanan taslağın kabul edilmesi için baskı yapıyorlardı. 10 ağustos 1920’de direnme gücü kalmayan Osmanlı, Padişahın yolladığı Saltanat Şurası tarafından, Paris’te, Sevr Barış Antlaşması’nı onayladı.

SEVR Antlaşması’na göre sınırlar;
• Barış, Osmanlı devleti ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Yugoslavya ve Çekoslavakya arasında imzalandı. bu barışa gore;
• Irak, Lübnan ve Suriye bölgeleri Osmanlıdan ayrılıyor ve buralarda İngiliz ve Fransız manda yönetimi kuruluyordu.
• Doğu anadoluda bir ermeni devleti ve bir özerk bölge kuruluyordu.
• Batı Anadolu ve Doğu Trakya Yunanistan’a veriliyordu.
• Boğazlar Anlaşma Devletleri’nin ortak yönetimine bırakılıyordu.

Egemenlik haklarını kısıtlayan hükümler;
***Osmanlı ordusu 50700 kişiyi geçmeyeçekti.
*** Zorunlu askerlik uygulaması kaldırılacaktı.
***Azınlıklara çok geniş haklar verilecek ve bu konuda hükümet denetlenecekti.
***Ekonomik, yönetsel ve yargısal kapütilasyonların kapsamı genişletilmişti.
***Osmanlı, savaştan zarar görenlere tazminat ödeyecekti.

İç anadolunun güney yarısı, Akdeniz Bölgesi ve yunanlılara bırakılan ege kesimi dışında bütün Anadolu İtalyanların, Silifke, Kayseri, Tokat, Mardin çizgisi içinde kalan bölge Fransızların,
Mardin’in doğusu da İngilizlerin nüfus bölgesi olacaktı.

Sevr Barışının Değerlendirilmesi;
Sevr Barışı’nda Misakı Milli’ye hiçbir biçimde saygı gösterilmemişti. TBMM’nin anlaşmaya tepkisi çok sert oldu. Anlaşma tümüyle reddedildi. Barışı imzalayanlar ve onaylayanlar vatan haini ilan edildi. Böylesi ağır bir barış, türk ulusunun direnme bilincini artırmıştır.

SEVR BARIŞINDAN SONRAKİ GELİŞMELER;
İç Durum;

Sevr Barışı’nın imzalanması TBMM üzerinde olumsuz etki yapmadığı gibi mücadele hırsını ve azmini şiddetlendirmişti. Ancak Barış sonrasında Damat Ferit’in kışkırtmalarıyla ayaklanmalar yeniden başladı. Düzce, Yozgat ve Konya’da yeniden ayaklanmalar başladı.
Diğer yandan ulusal orduya katılmak istemeyen Kuvayi Milliyeciler sorun çıkarmaya başlamışlardır. Kuvayi Milliyecilerin çıkardığı en önemli ayaklanma Demirci Mehmet Efe’nin başkaldırısıydı . Diger yandan bazı Kuvayi Milliyeciler halka sert davranıyorlardı.
Bütün bunların yanında doğuda Ermeni ilerleyişi devam ediyordu. Ayrıca Güney’de Fransızlara karşı yürütülen direniş sürüyordu.

DIŞ İLİŞKİLER; TBMM hükümeti 1920 sonbaharına kadar batılı devletlerle ilişki kurmadı bu süre zarfında Rusya’daki yeni yönetimle ilişkiye geçilmişti. Çarlık taraftarlarını destekleyen Anlaşma Devletleri’nin, boğazlara ve İstanbul’a egemen olmasını çıkarlarına uygun görmeyen Sovyet Rusya da TBMM hükümeti ile ilişkilerini geliştirmeye başladı.. Bunun sonunda iki yeni rejim kadrosu arasında yakınlaşma başladı. TBMM Dışişleri Bakanının Moskova’da yaptığı görüşmeler sonrası Sovyet Rusya Misakı Milli’yi tanıdığını açıkladı. TBMM ordularının Ermenistan üzerinde sağladığı zaferden sonra ilişkiler iyice gelişti.

Ermeni Sorunu;
Ermeniler, Kafkasya’nın güneyinden başlayarak Çukurova’ya kadar uzanan geniş bir bölgede dağınık bir şekilde yaşamaktaydılar. Osmanlı sınırları içinde yıllarca huzur ve barış içinde yaşayan Ermeniler 19. yüzılın sonlarına doğru Ruslar ve İngilizlerin kışkırtmalarıyla Osmanlı yönetimine baş kaldırmaya başladılar.

Rusyanın amacı,
Osmanlı devletini zayıflatarak boğazlar yoluyla Akdeniz’e, Doğu anadoluya ve oradan da Basra körfezine inmekti.
İngilizler ise Rusya’yı yalnız bırakmamak ve Ermenileri kendi taraflarına çekmek için müdahale etmeye başlamıştı. 20. yüzyılın başlarında İngiliz-rus yakınlaşması sonunda kışkırtmalar daha da arttı. Ancak Ermeni halkının büyük bir kısmı bu olaya karışmadı.
Rusya’da eğitilen Ermeni Çeteciler terör eylemlerinde bulunmuşlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Doğu da Ermeni yıkıcı faaliyetlerinin artması üzerine 1915 yılında bölgede yaşayan Ermeniler başka yerlere göçe tabi tutuldu.

Bu göç esnasında Ermeniler; Suriye ve Lübnan’a yerleştirildiler. 1917 yılındaki Bolşevik ihtilali sonrasında, Ruslar Kafkasya’yı boşalttı. Bu olaydan kısa bir süre sonra bölgede Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan devletleri kuruldu.

Mondros Ateşkesi’nin imzalanmasından sonra ise Osmanlı orduları Kafkasya’yı ve Doğu Anadolu’nun sınır bölgelerini boşalttılar.Bu durumdan istifade eden Ermeniler, türk birliklerinin çekildikleri yerleri işgal etmeye başladılar. Bu durumda Ermenistan ile bir savaş kaçınılmaz oldu.

Paris Barış Görüşmeleri’ne katılan Ermeniler Kafkasya’dan Çukurova’ya kadar uzanan bölgeyi istemişlerdi. Sevr Barışı ile bu bölgenin büyük bir kısmı Ermenilere bırakılmıştı.
TBMM’nin açılmasından sonra artan Ermeni saldırıları karşısında Doğu Cephesi kuruldu ve komutanlığına Kazım Karabekir Paşa getirili. Böylece düzenli ordunun ilk cephesi açılmış oldu.
Ermenilere karşı yürütülen karşı harekat sonunda 2-3 Aralık 1920’de taraflar arasında Gümrü Barışı imzalandı . Gümrü barışı ile; Ermenistan bugünkü doğu Anadolu sınırımızı tanıdı. Sevr anlaşmasını geçersiz saydığını açıkladı. Tbmm hükümeti topraklarından ayrılan Ermenilerin üç yıl içinde geri dönebilecekleri Kabul edildi. Ermenistan Türkiye’ye karşı düşmanca tutum içine girmeyeceğini kabul etti. Buna karşılık TBMM hükümeti de istenildiği takdirde ermenistana askeri ve siyasi yardım etmeyi kabullendi.

Gümrü Barışı’nın nitelikleri; TBMM hükümetinin hem askeri hem de siyasi ilk başarısıdır. Tbmm hükümeti doğuda düzenli bir savaş yürütmüş ve kazanmıştır. Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutumu olumlu bir çizgiye gelmiştir. Ermeniler türk toprakları üzerindeki isteklerinden vazgeçmiştir. Ermeni sorunu denilen yapay sorun kapanmıştır. Bu barışla TBMM, devletlerarası alanda varlığını ilk kez kanıtlamıştır. Osmanlı devleti deyimi hiç geçmemiş, tarihte ilk kez bir türk devleti uluslar arası bir antlaşmada Türklüğünü vurgulamıştır.

Gümrü Barışı’ndan sonra 23 şubat 1921’de Gürcistan ile Barış Antlaşması imzalandı. Ardahan ve Artvin geri alındı. Ayrıca Batum’da türk tarafına geçtiyse de barışın kalıcılığı açısından sonra burası Rusya’ya verildi. Gümrü Barışı ile Doğu Cephesi kapandı. Bunun sonunda, batıda Yunanlılara ve güneyde Fransızlara karşı daha etkin bir mücadele verilmeye başlandı.


HATIRLATMALAR;
22 haziran 1920 de başlayan yunan saldırısının amacı Sevr Antlaşması’nın taslağının kabul edilmesini sağlamaktı.
Kuvayi Seyyare Çerkes Ethem’in birliklerine verilen isimdir.
Sevr Barış Anlaşması, padişah tarafından kurulan Saltanat Şurası tarafından onaylanmıştır.
Kuvayi Milliye’den sonra düzenli ordu kurulmuştur.
İtalya’nın San Remo kentinde Sevr Barış Anlaşmasının taslağı üzerine görüşmeler yapılmıştır.
İşgallere karşı Kurtuluş Savaşı TBMM’nin kurulmasıyla başlamıştır.
San Remo ve Paris’te belirlenen Sevr Barış taslağını Osmanlı’ya kabullendirmek için Yunan saldırıları başlamıştır.
Sevr’e göre Arap toprakları, İngiliz ve Fransız mandası olarak bırakılmıştır.
TBMM, Sevr Barış Antlaşması’nı tümden reddetmiştir.
Sevr Barışı’nın Osmanlı devleti açısından hükümsüz olmasının nedeni parlemento tarafından onaylanmamasıdır.
Kuvayi Milliyecilerin çıkardığı en büyük ayaklanma Demirci Mehmet Efe Ayaklanması’dır.
Boğazların ve Anadolu’nun batılı emperyalistlerin eline geçmesini istemeyen ve Türk Kurtuluş Savaşı’na destek veren devlet Rusya’dır.
Kars, Ardahan ve Batum; Berlin anlaşmasıyla Ruslara verilmiştir.
Düzenli ordunun ilk büyük başarısı Doğu’da Kazım Karabekir komutasında Ermenilerle yapılan savaş olmuştur.
Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler, İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla ayaklandılar.




ÜNİTE 10.


1920 YILININ BİTİŞİNE DOĞRU SİYASAL GELİŞMELER;
1920 yılının son ayının başında imzalanan Gümrü Barışı, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasıdır.
İtalyanlar ve Fransızlar, Sevr Barışı’nın uygulanabilirliği konusunda kuşku duymaya başladılar. Bu kuşkunun nedenleri özetle;
Sevr Barışı, Osmanlı parlementosu tarafından onaylanmadığı için hukuksal açıdan yürürlüğe girmemişti.

• TBMM ordusunun doğuda Ermenileri durdurması ve güneyde Fransızlara karşı zafer aşamasına gelmesi, yurtlarından oldukça uzakta savaşan Fransız ve İtalyan askerlerin durumu sorgulamalarına yol açmaktaydı.

• Anadolu’da oluşan güç İtalyan ve Fransız diplomatlarınıda düşündürmeye başlamıştı.
Bütün bu gelişmelerin karşısında Damat Ferit’in başarısız olduğuna karar verildi. Ankara inandırılmadan ve Sevr Barışı’nın uygulanamayacağını anlayan İngilizler bile daha ılımlı bir kişinin sadrazam olmasını düşünüyorlardı. Sonuçta Damat Ferit, 16 ekim 1920’de istifa etti ve yerine daha ılımlı bir devlet adamı olan Tevfik Paşa getirildi. İkinci kez hükümet kuran bu kişi, Osmanlı devletinin son sadrazamıdır.

Yeni kurulan hükümet TBMM ile anlaşmak için eski sadrazamlardan (başbakan) ve yeni kabinenin bakanlarından Ahmet İzzet Paşa ve Salih Paşa’yı Mustafa kemal ile görüşmek için Anadolu’ya gönderdi. 5 aralık 1920 de Bilecik Görüşmesi yapıldı. Ancak toplantıdan sonuç çıkmadı.
1920 yılı sonlarında İngilizler TBMM hükümetini zorlayabilmek için hazırlıklara başladılar. Yine aynı dönemde Batı Cephesi’nde Çerkez Ethem de ayaklanmaya hazırlıklarına başlamıştı.

GÜNEY CEPHELERİ;
Fransızlarla Çarpışmalar; Güneyde Fırat Nehri’nin doğusunda kalan bölgeye İngilizler yerleşmişti. Fırat’ın batısında Fransızlara bırakılan bölgelerde 1919 yılı başlarında Kuvayi Milliye etkinliği başlamıştı. Fransızlar daha TBMM açılmadan 11 şubat 1920’de Maraş’tan, 10 Nisan 1920’de ise Urfa’dan kovulmışlardı. Antep şehri ise Fransızlara 11 ay kadar direndikten sonra 9 şubat 1921 de kurtulmuştu.

İtalyanların Durumu; İtalyanlar, Güneybatı’da, Antalya’dan Milas’a kadar olan bölgeye yerleşmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında tüm Ege Bölgesi’nin İtalyanlara verilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak Ege Bölgesi, Yunanlara verilince, İtalyanlarda İngiliz siyasetine karşı büyük bir tepki doğdu. Bu nedenle İtalyanlar işgal bölgelerinde Türklere kötü muamelede bulunmadılar. Yunanlara karşı direnen Kuvayi Milliye’ye sempati ile bakıyorlardı. Sakarya Zaferi’nin kazanılmasından sonra İtalyanlar işgal bölgelerinden kendi istekleriyle çekildiler.

İç Cephe; 1920 yılı sonlarına doğru iç cephe kapanmıştır. Çerkes Ethem’in ayaklanması hem iç cepheyi hem de Batı Cephesini ilgilendirmektedir.

Doğu Trakyada Durum;
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra Doğu Trakya’daki türk birlikleri her açıdan desteksiz kalmışlardı. İngilizlerin işgalinde bulunan boğazları geçip yardım ulaştırmak imkansızdı. 1920 yılında Yunan işgaline uğrayan Doğu Trakya’daki türk birlikleri Bulgaristan’a sığındı.

BATI CEPHESİ;
Çerkes Ethem Olayı ve Birinci İnönü Savaşı;
Kurtuluş savaşının bunalımlı dönemlerinde Heyeti Temsiliye’ye katılan Çerkez Ethem kısa zamanda gösterdiği başarılarla TBMM’nin vazgeçemediği bir güç haline geldi. Ancak düzenli ordunun kurulması, Çerkes Ethem’in hoşuna gitmedi. Yetkilerini kaybetmek istemeyen Çerkez Ethem, düzenli ordunun kuruluşu tamamlanınca üstü konumundaki komutanları dinlememe ve onları saymama yoluna gitti. Demirci Mehmet Efe’yi kışkırtarak ayaklanmaya sürükleyen Ethem, bir ara Mustafa Kemal’i de tutuklamaya kalktı. 27 aralık 1920 de Kütahya yöresinde TBMM’ye karşı isyan bayrağını açtı.

Aralık ayı sonunda Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe ayaklanmaları sürerken Yunanlılar, Batıda ilerlemeye başladılar. Batı cephesi komutanı İsmet Bey, Yunan saldırısının durdurulmasına öncelik verdi. 6-11 ocak 1921 tarihleri arasındaki çarpışmalarda ,Yunan ordusu İnönü’de durduruldu.(1. İnönü Zaferi)
Ardından Ethem’in kuvvetleri üzerine yüklenen birliklerimiz Ethem’in kuvvetlerini dağıttı ve ayaklanmayı bastırdı. Ethem ve kardeşleri Yunanlılara sığındılar.

Birinci İnönü zaferinin sonuçları;
***Yunan saldırısının durdurulması TBMM hükümetinin otoritesini ve saygınlığını arttı.
***Anlaşma devletleri arasındaki çekişmeler de iyice su yüzüne çıktı.
***Özellikle Fransızlarla İtalyanlar, yeni türk devletini, artık görüşülmesi gerekli bir siyasal varlık olarak kabul etmeye başlamıştı.

LONDRA KONFERANSI;

1.İnönü zaferi sonrasında TBMM hükümetinin Londra konferansına çağırılması önemli bir aşamadır. Anlaşma Devletleri, her iki hükümeti birbirine düşürmek için Osmanlı hükümetini de davet etmişlerdi. 23 şubat 1921’de başlayan görüşmelerde ilk söz Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa’ya verildi. Ancak Tevfik Paşa ‘’-Söz ulusumuzun asıl temsilcilerine aittir.’’ diyerek sözü TBMM hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey’e verdi . Tevfik Paşa bu tutumu ile Anadolu hareketinin yanında olduğunu kabul ediyordu.

Konferansta sunulan öneri, Sevr Barışının ufak bazı degişiklerini içeren bir metindi. Bu nedenle öneri reddedildi.
TBMM temsilcisi Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey, İngiliz Fransız ve İtalyan temsilcileriyle görüşmeleri sonunda TBMM, eşitliğe dayanmayan bu anlaşmaları onaylamadı.
Başarısızlığa rağmen Londra konferansı önemli bir siyasal aşamayı oluşturdu. Anlaşma devletlerinin Sevr Barışı’nın bazı hükümlerinin artık tartışma konusu edilebileceğini ve bu gibi konularda TBMM hükümeti ile görüşmeyi kabullenmelerini göstermesi açısından bir diplomatik başarı olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bu şekilde Anlaşma Devletleri, TBMM hükümetini, konferansa çağırmakla siyasal bir varlık olarak tanımış oldu.


Moskova Antlaşması; Daha sonra Rusya’ya giden TBMM kurulu 16 mart 1921’de Sovyet hükümeti ile tarihe adı Moskova Anlaşması olarak geçecek bir belge imzaladı. Ermenilere karşı kazanılan zafer ve Birinci İnönü zaferi Ruslardaki tereddütleri ortadan kaldırmıştı. Bu anlaşmaya gore; Sovyet Rusya Sevr Barışı’nı kesinlikle tanımıyor ve TBMM hükümetine her türlü maddi ve siyasi destek vermeyi yükleniyordu. Bu durumda tbmm hükümeti kendisine güçlü bir bağlaşık bulmuş oluyordu.

TBMM’nin İlk Anayasası; TBMM kurulduğu günden itibaren ulusal eğemenliği vazgeçilmez bir ilke olarak kabul etmiş ve meclis hükümeti sistemini benimsemişti. Meclis, kuruculuk yetkisini kullanarak 20 ocak 1921 de ulusal egemenliğe dayanan ilk anayasamızı yaptı. Bu anayasa ile TBMM daha düzgün bir hukuksal-siyasal yapı kazanmıştı.

2.İnönü Savaşı;
Londra konferansında reddedilen barış tasarısının kabulünü sağlamak için Yunanlıların daha geniş çaplı bir saldırı yapmaları gerekmişti. İnönü Yöresine doğru 23 Mart’ta başlayan Yunan saldırısı, 31 Martta yine durduruldu. Yunanlılar, Afyon-Bozüyük çizgisinin gerisine çekilmeye başladılar.Yunan ordusunun dağıtabilmek için Aslıhanlar ve Dumlupınar yörelinde çarpışmalar devam etti.

Yunanların yeni saldırısı ve Kütahya- Eskişehir savaşları;

İkinci İnönü Savaşı sonunda istedikleri sonucu elde edemeyen Yunanlılar, Türklere karşı Aslıhanlar ve Dumlupınar’da saldırı gücüne sahip olmadıklarını anlamışlardı.
Yunan ordusu, İngilizlerin de verdiği bol miktarda silah, cephane, araç ve gereçle çok güçlü bir duruma geldi. 10 temmuz 1921’de Yunan saldırısı başladı. Saldırı karşısında tutunamayan türk ordusu daha fazla kayıp vermemek için Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekildi. 24 temmuza kadar devam eden çatışmalarda, Kütahya, Afyon ve Eskişehir Yunanlılar tarafından işgal edildi. Yunanlılar biraz daha takviye alıp son darbeyi vurmak için hazırlıklara başladılar.

Yunan Saldırısının iç Siyasete Yansıması;
Yunanlıların kazandıkları başarı İngilizleri Sevr Barışı’nın uygulanması konusunda, Yunanlıları ise Ankara’ya ulaşma konularında bir hayli umutlandırmıştır.
Ankara’da bir panik ve telaş vardı. TBMM’nin Kayseri’ye nakledilmesi, ordunun dağıtılıp tekrar Kuvayi Milliye’ye dönülmesi gibi öneriler yapılıyordu. Komutanlar sert bir biçimde eleştiriliyordu.

Başkomutanlık; Yunan saldırısı sonrasında Ankara’da ortaya çıkan olumsuz havada Mustafa Kemal’in olağanüstü yetkilerle donatılması gündeme geldi. Eğer olağanüstü yetkilerle donatılırsa verdiği kararlar hemen uygulanır ve işler daha çabuk yürürdü. Görüşmeler sonunda 5 Ağustos 1921’deTBMM, Mustafa kemal’e kendi yetkilerinin bir bölümünü üç ay süreyle devretti. Mustafa kemal bu yasa ile Başkomutan olarak atandı. Bu yetkiyle Mustafa Kemal’in verdiği kararlar kanun sayılacaktı.

SAKARYA SAVAŞI;
Başkomutanlığa getirilen Mustafa Kemal’in tek amacı; Sakarya ırmağı’nın doğusuna çekilmiş olan türk ordusunu en kısa zamanda yeni yunan saldırısına karşı koyabilecek duruma getirmekti. Bunun için ilk olarak 7-8 Ağustos’ta ulusu özveriye çağıran Tekalif-i Milliye Emirleri’ni yayınladı.

Başkomutan ulustan özetle şunları istiyordu:
***Halkın ve tacirlerin elinde bulunan yiyecek ve giyecek maddelerinin %40‘ı, bedelleri sonradan ödenmek üzere orduya verilecekti.
***Öküz ve at arabalarının %10’unu, binek ve taşıt hayvanlarının %20’sini, teslim edeceklerdi. ***Halkın elinde ne kadar silah ve cephane varsa üç gün içinde orduya verecekti.
***Yurttaki bütün teknik araç ve gereçlerinde de %40’ına el konulmuştu.
***Teknik elemanlarımızın hepsi ordunun buyruğuna alınmıştı.
***Her aile bir takım çamaşır ile birer çift çorap ve çarık hazırlayıp orduya verecekti.
Tekalifi Milliye emirleri için her ilde komisyonlar kuruldu ve emirlerin uygulanmasını çabuklaştırmak için istiklal Mahkemeleri gönderildi.

Yunanlılar 23 Ağustos’ta Sakarya Irmağı kıyısında mevzilenen türk güçlerine karşı saldırıya geçtiler. Çarpışmalar Sakarya ırmağı ve çevresinden oluşan 100 km uzunlukta bir cephe üzerinde 13 eylül’e kadar devam etti. Türk kuvvetlerine karşı üstünlük sağlayamayan Yunan kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya çizgisine geri çekildiler. Sakarya Savaşı’nın türk ulusu açısından tarihsel önemi şudur; bu savaşı yitirseydik türk varlığı Anadolu’dan kesinlikle silinecekti. Ayrıca, Yunanlılar 1071 Malazgirt ve 1176 Miryakefalon Savaşlarıyla yitirdikleri Anadolu’yu geri almak istiyorlardı. Sakarya Zaferi bu planı bozmuştur.

SAKARYA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI;
İç siyasette, TBMM’nin saygınlığı arttı. Herkes TBMM ile kurulan düzenin sağlam ve kalıcı olduğunu anladı. Savaşı yürütüp kazanan kadro, siyasal açıdan büyük bir güç kazandı. TBMM, 19 eylül 1921’de yaptığı toplantıda Mustafa Kemal’e gazilik ünvanı ve Mareşallik rütbesini verdi. Sakarya Zaferi’nin tek olumsuz yanı bozuk olan ekonominin dahada kötüleşmesiydi.

Dış Siyasetteki sonuçları; Anlaşma devletleri arasındaki dayanışma sona erdi. Fransa ile İtalya ingiltere’den iyice koptu. Sovyet Rusya TBMM’ni daha fazla ciddiye almaya başladı. Bunun sonunda Sovyet Rusya’nın aracılığıyla 13 ekim 1921’de Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Kars Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla, Türkiye’nin doğu sınırı tam anlamıyla güvenlik altına alındı.
Kars Antlaşması’ndan kısa bir süre sonra Fransa ile TBMM Hükümeti arasında 20 ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı. İngiltere’nin tüm karşı çıkmalarına rağmen imzalanan bu anlaşmayla türk Fransız çatışması sona erdi. Hatay-İskenderun dışındaki bugünkü güney sınırımız (Suriye Sınırımız) çizildi.

Yine aynı dönemde İtalyanlar işgal ettikleri topraklardan sessiz sedasız çekildiler. Fransa ve İtalyanın bu tutumları ordunun ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli rol oynamıştır. TBMM hükümeti bu devletlerden malzeme almaya başladı. İngiliz kamuoyunda ise Anadolu hareketine karşı sempati uyanmaya başladı. İngilizler, Yunanlılara desteklerini azalttılar ve Anadolu’da Türk-Yunan kuvvetleri yalnız başlarına kaldılar.

BÜYÜK TAARRUZ; (Başkumandan Meydan Muharebesi 30 ağustos 1922)
Sakarya Zaferi’yle Yunan ordusunun saldırı ve ilerleme gücü büyük ölçüde yok edilmişti. Ancak iş bitmiş değildi. Yunan ordusunun Anadolu’dan tamamen sökülüp atılması gerekliydi. Bunun için Mustafa Kemal’in isteği ile uzun ve kapsamlı bir hazırlık dönemine girildi. Bu arada öncelikle TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, görüşmeler yapmak için Avrupa’ya gönderildi. Yapılan görüşmeler sonrasında anlaşma devletleri, 22 mart 1922 de Türk ve Yunan hükümetlerine ateşkes önerdiler. Türk hükümeti, Yunanlar’ın Anadolu’yu boşaltmaları şartıyla Ateşkesi kabul edeceğini açıkladı. 26 mart 1922’de Anlaşma Devletleri, bu kez barış esaslarını içeren bir öneri sundular. Bu öneri ; Doğuda uluslar kurumu gözetiminde, bir Ermeni yurdu kurulacak; Doğu Trakya’da Tekirdağ Türklere, Edirne Yunanlılara bırakılacak, İzmir Türklere geri verilecek ama oradaki Rumlar yönetimde söz sahibi olacaklar, türk ordusundaki asker sayısı 85 bine çıkaçak. Kapitülasyonlar üzerinde pazarlık yapılabilecek.

TBMM Hükümeti, Sevr Antlaşması’nın bir benzeri olan bu taslağı kabul etmedi.
Aynı zamandada büyük taarruz hazırlıklarına hız verdi. Bu arada 5 mayıs 1922’de Başkomutanlık süresi uzatılmayan Mustafa Kemal 3 ay daha uzatılması için meclisi ikna etti ve Başkomutanlık görevi kendisi istemediği halde 20 temmuz’da sınırsız uzatıldı. Mustafa Kemal, başkomutanlık görevini, 29 ekim 1923’e kadar sürdürdü.

Hazırlıkların tamamlanmasından sonra, 26 ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. 29 Ağustos akşamına kadar Aslıhanlar- Dumlupınar bölgesi kuşatıldı. 30 ağustos günü başkomutan tarafından yönetilen Büyük Meydan Muharebesi’yle Yunan ordusunun asıl güçleri yok edildi. Başkumandan Meydan Muharebesi olarak bilinen bu muharebe sonunda Yunan ordusu dağınık bir şekilde geri çekilmeye başladı. Yunanların işgalinde bulunan yerleşim merkezleri birer birer kurtarıldı. Türk ordusu 9 Eylül’de İzmir’e 11 Eylül’de Bursa’ya girdi. 18 Eylül’e gelindiğinde Anadolu’da Yunan askeri kalmamıştı.


ÜNİTE 11.

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BiTiŞi;

Birinci dünya savaşının bitişi; 1.Dünya Savaşı, Almanya’nın yol açtığı mühim ekonomik ve siyasal çalkantılardan çıktı. Ama savaş kıvılcımlarını ateşleyen Almanlar değildi. Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın Balkanlardaki çıkar çatışması savaşın kıvılcımıdır. Savaş, Almanya’nın önderliğini yaptığı İttifak Devletleriyle, İngiltere ve Fransa’nın önderliğini yaptığı itilaf Devletleri arasında geçti.
Özellikle ABD’nin savaşa katılması savaşın sonunu belli etmişti. 1918 yılı sonlarına doğru çarpışmalar sona erdi. En son Osmanlı devleti ile 10 Ağustos 1920 tarihinde antlaşma imzalandı.

Birinci Dünya Savaşı Türkler açısından ne zaman bitti?;
Osmanlı hükümeti 30 ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı, 10 ağustos 1920’de Sevr Barışı’nı imzaladı. Ancak gerek ateşkes anlaşması gerekse barış anlaşması türk ulusunun direnmesiyle uygulanamadı.
Anadolu’da yeni bir türk devleti kuruldu. Osmanlı Devleti açısından bitmiş olan savaş, türk ulusu açısından bitmemişti. 2-3 aralık 1920’ye kadar Ermenilerle, 20 ekim 1921 tarihine kadar Fransızlarla savaş devam etti. Aynı tarihlerde en sert çatışmalar ise Yunanistan ile meydana geldi. Yunanlılara destek veren ve boğazları işgal altında tutan İngilizler’de savaşın içindeydi.

Büyük Zaferden sonra devletlerarası hukuk açısından durum; Türklerin Yunanlılara karşı yürüttüğü savaş Eylül 1922’de başarı ile sona erdi. Ancak bu sadece bir askeri başarıydı. Bu başarının siyasal bir zafere dönüşmesi gerekiyordu. Bir yanda kağıt üzerinde varlığını sürdüren ve anlaşma devletleriyle barış imzalayan Osmanlı vardı. Diğer yandan bu anlaşmayı reddeden ve savaşı sürdüren yeni bir devlet vardı.

MUDANYA ATEŞKES ANLAŞMASI;
Mudanya’daki ateşkes görüşmelerinde TBMM hükümeti, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa tarafından temsil edildi. İngiliz, Fransız ve İtalyan generalleri de görüşmelere katıldı. Yunan temsilcisi ise görüşmelere katılmadı. Sonuçta 11 ekim 1922 de anlaşma imzalandı.

- Türk ve Yunan orduları arasında silahlı çatışma sona erecek.
- Yunanlılar Doğu Trakya’yı ateşkesin imzalanmasından sonra 15 gün içinde terk edecek.
- Yunanlıların boşalttıkları Doğu Trakya, Anlaşma Devletleri temsilcileri aracılığıyla türk memurlarına bırakılacak ve bu işlem 30 gün içinde bitirilecek
- Doğu Trakya’yı boşaltan Anlaşma Devletleri sadece Meriç’in batısında bir miktar asker tutabilecek.
- Barışın sağlanmasına kadar TBMM hükümeti, 8000 Jandarma erini Doğu Trakya’da tutabilecek.
- Barış anlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul ve boğazlardaki devletlerin varlığı devam edecekti.

11 Ekim’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması 15 ekim’de yürürlüğe girdi. Doğu Trakya’nın teslim alınması için Rafet Bey görevlendirildi. Rafet Bey 19 Ekim’de İstanbul’a girdi ve TBMM temsilcisi olarak kentte kaldı.
Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla, Anlaşma Devletleri yeni türk devletinin varlığını kabul etmiş oluyordu. 19 Ekim’de Yunanlıların büyük destekçisi İngiliz başbakan Liyod George görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

SALTANATIN KALDIRILMASI;
Egemenlik denilen devlet gücü bir aileden gelen kişilere ait olursa bu takdirde monarşi sistemi söz konusudur.
Mudanya Ateşkesi’nin imzalanmasından sonra İstanbul’daki hükümetin varlığı her bakımdan tartışmalı bir duruma gelmişti. Buna rağmen Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa Lozan Barış görüşmelerine, TBMM hükümetiyle birlikte katılmak için 17 ekim 1922’de TBMM’ye telgraf çekmiştir.
Anlaşma Devletleri, 27 Ekim 1922’de İsviçre’nin Lozan kentinde bir barış konferansı düzenlediklerini bildirdiler. Hem TBMM hükümeti hem Osmanlı hükümeti bu konferansa katılmak için girişimlere başlaması TBMM’de büyük tepkiye neden oldu. Anlaşma devletlerinin her iki hükümeti de davet etmelerinin nedeni hükümetler arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanmak ve TBMM hükümetinin pazarlık gücünü azaltmaktı.

Bütün bu gelişmeler saltanatın kaldırılmasını gerekli kılıyordu.
Sonuçta, Mustafa Kemal ve pek çok milletvekilinin önergesi TBMM’de görüşülmeye başlandı. M. Kemal, tarihsel ve bilimsel açıklamalarda bulunarak milletvekillerini ikna etti.
1 kasım1922’de yapılan oylamada saltanat ve halifeliği birbirinden ayıran 2 önerge kabul edildi ve saltanat kaldırıldı. Halifeliğin, Osmanlı ailesine ait olduğu ve halifenin TBMM tarafından bu aile içinden seçileceği kabul edildi. Artık Osmanlı ailesinin sadece halifelik hakkı kalmıştı.
Saltanatın kaldırılmasından sonra padişah Vahdettin 17 kasım 1922’de İstanbul’da bulunan İngiliz askeri makamlarına sığındı ve ülkeden ayrıldı.
TBMM, ertesi gün Osmanlı veliahtı Abdulmecit Efendi’yi halife seçti. Artık Lozan’da sadece TBMM hükümeti türk ulusunun temsilcisi olacaktı.

LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI;
Konferans yeri olarak TBMM hükümetinin İzmir teklifi kabul edilmemiş ve Anlaşma Devletleri’nin önderliklerinde Lozan’da karar kılınmıştı. Bundan sonra konferansta, Türkiye’yi kimin temsil edeceği tartışılmaya başlandı. Mondros ateşkes anlaşması’nı Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Bey, Anlaşma Devletleri’yle hesaplaşabilmek için Lozan’a gitmek ve tarihe olumlu bir şekilde geçmek istiyordu. Bunun için İsmet Paşa’yı bu göreve getirdi. İsmet Paşa’nın yanı sıra temsilci olarak Rıza Nur ve Hasan Saka beylerde heyete dahil oldu. Böylece türk heyeti kurulu oluştu.

Türk heyeti kesinlikle ödün vermeyeceği konuları belirtti:
1- Doğu sınırı; Ermeni yurdu söz konusu olamaz, olursa görüşmelerin kesilmesi gerekir.
2- Kapitülasyonlar kabul edilemez. Eğer görüşmelerin kesilmesi gerekirse yapılır.

Konferans 20 kasım 1922’de başladı.Konferansın bir tarafında Türkler, diğer tarafında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya vardı. Bu devletler arasında özellikle Yunanistan İngiltere Fransa ve İtalya ile önemli sorunlarımız vardı.
Türkiye ve Yunanistan arasında, Doğu Trakya sınırının çizilmesi, Ege Adaları’nın durumu, Türkiye’deki Rumların durumu, Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı sorunları vardı.
Diğer devletlerle sorunlarımız ise kapitülasyonların uygulanmasından doğan sorunlar, Osmanlı borçları, yabancı şirket alacakları, Musul ve boğazların durumu sorunları vardı.

Görüşmeler Sonucunda;
Boğazlar konusunda uzlaşma sağlandı.
Musul sorununun ileride çözülmesi kararlaştırıldı.
Ermeni yurdu beklentileri tarihe karıştı.
Kapitülasyonlar ve borçlar konusunda anlaşma sağlanamadı , anlaşmazlık devam edince heyetler konferansı terk etti.
Daha sonra 23 Nisan 1923’te görüşmeler tekrar başladı. Ancak yine kapitülasyonlar ve borçlarda sorun çözülemedi.
Yunanlılar savaş tazminatı vermek yerine buna karşılık Karaağaç’ı vermeyi teklif edince sorun çözüldü.

Lozan Barış anlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı.Anlaşmaya göre;
Suriye sınırı; Fransızlarla daha önce imzalanan Ankara anlaşması’nda olduğu şekilde kabul edildi.
Irak sınırı; sorun çözülemedi. Daha sonraki Türk-İngiliz görüşmelerine bırakıldı.
Batı sınırı; Misakı Milli’ye göre çizildi. Batı Trakya ve Ege Adaları alınamadı. Yunanistan’dan istenilen savaş tazminatına karşılık Karaağaç alındı. Anadoluya yakın ege adalarının silahsızlandırılması kabul edildi.

Kapitülasyonlar; Tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırıldı.
Azınlıklar; Bütün azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi. Ayrıcalıklar kaldırıldı. Anadoludaki Rumlar ve Yunanistan’daki Türklerin değiş tokuşu kabul edildi.İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler bu değişimden ayrı tutuldu.
Savaş Tazminatı; Yunanlılar Karaağaç’ı tazminat olarak verdi.
Devlet Borçları Sorunu; Osmanlı borçları, Osmanlı devletinden ayrılan devletler arasında pay edildi. Türkiye’nin ödemesi gereken borçlar takside bağlandı.
Boğazlar sorunu; Boğazların denetimi Türkiye’nin başkanı olduğu bir uluslar arası komisyon tarafından yönetilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilecekti.
***Yeni türk devleti, Lozan Barışı ile varlığını ve bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirdi.
***Barış ile Akdeniz’in doğusunda güvenlik sağlandı.
***Anadolu’nun Türkleşme süreci tamamlandı.
***Ermeni iddiaları tarihe gömüldü.
***Türkiye’nin bazı istekleri gerçekleşmedi. Batı Trakya ve Ege Adaları geri alınamadı.
***İmroz ve Bozcaada dışındaki Musul ve Hatay sınırlarımız dışında kaldı. Ve birinci dünya savaşı hukuksal olarak sona erdi.

ÜNİTE 12

Kurtuluş Savaşı’nın bitmesi ve Lozan Barışı’nın imzalanması ile, Türk Devleti bir daha savaşın içine girmemiş, kalıcı bir barış ortamı sağlanmış, sıra yapılacak devrimlere gelmiştir.
Türk Devriminin gerçekleşmesindeki en önemli husus, tam bağımsız bir devletin varlığıdır. İkinci önemli husus ise ulusun sahip olduğu egemenliği sınırsız bir biçimde kullanabilmesi ve ona ortak başka hiçbir güç kabul etmemesidir.
Saltanat kaldırılıncaya kadar padişah, milletvekilleri de dahil bir çok kişi için devlet başkanı konumundaydı.TBMM saltanatı kaldırınca Devlet başkanlığı bir sorun haline geldi.

CUMHURİYET’İN İLANI
Büyük Zaferden sonra TBMM’de güçlü bir muhalefet belirmeye başlamıştı. Gazi’ye karşı olan ama bunu tam olarak ifade edemeyen pek çok ikinci grup milletvekili, şimdi, özellikle halife ve saltanat yanlısı önemli bazı İstanbul gazetelerinin desteği ile amansız bir mücadeleye girişmişlerdi. Bu karşıcalığın (muhalefetin) ana düşüncesi şuydu: ‘’Gazi M. Kemal Paşa’nın işi bitmişti. Askerlik sanatını yerine getirip yurdu kurtarmıştır ve artık onun yapabileceği bir şey kalmamıştır. Bir köşeye çekilmeli, politikaya karışmamalıdır.’’ Bu düşünceye sahip olanlar, Gazi M.Kemal Paşa’nın bird aha milletvekili seçilip meclise girmemesi için özel bir yasa bile çıkarmışlardı.

Kurtarılan yurt kalkınmaya, gelişmeye ve ilerlemeye muhtaçtı. Gazi M.Kemal Paşa, bir avuç aydınla bu yeni mücadelesini yürütecek ve hedeflerini halka benimsetecekti.Bu amaçla Başkomutan yurt içinde uzun yolculuklara başladı.

Büyük zaferin kazanılması ve ardından saltanatın kaldırılması dolayısı ile siyasal açıdan bölünmeye başlayan ve iyice yorulan Birinci Dönem TBMM, 16 Nisan 1923 günü çalışmalarını sona erdirerek, yeni seçimlerin yapılmasını kararlaştırdı. Böylece türk parlamento tarihinin en onurlu görevini yerine getiren bu meclisimizin siyasal yaşamı kapandı.
Ulusal kurtuluş mücadelesinde M.Kemal’in başkanlığı altındaki ‘’Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’’ derneği üyeleri mecliste en etkili milletvekilleri idi. M.Kemal bu milletvekilleri ile büyük bir parti kurmak için seferber olup, yurt gezilerine başladı. Tam bu sırada Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması yurtta büyük bir sevincin yanında, M.Kemal ve arkadaşlarına hayranlık ve saygı yarattı.
11 Ağustos 1923 günü ‘’ikinci dönem TBMM’’ açıldı.

11 Eylül 1923’te Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ‘’Halk Fırkası’’ adındaki partiyi yaşama geçirdiler. Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin temeli üzerinde yeni türk devletinin ilk siyasal partisi kurulmuş oldu.
Meclisteki halifeyi hala kurtarıcı olarak gören saltanatçı milletvekilleri, yeni kurulan Halk Fırkası partisinin karşısında olsalarda azınlıkta kaldılar.

Saltanatın kaldırılması, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması, Halk Fırkası’nın kurulması gibi olaylar,milletvekilleri arasında çok çeşitli görüşlerin ortaya atılmasına yol açtı. Meclis iyice parçalandı.1923 yılı Ekim ayı sonlarına doğru bir hükümet bunalımı ortaya çıktı. Meclis yeni hükümeti bir türlü oluşturamıyordu. Bunun sebebi güçler birliği ilkesinin katı bir biçimde uygulanmasıydı.
Her hizip kendi adayını desteklemekte, bölünmüş mecliste bunların içinden hiçbiri yeterli oy alamamaktadır.Sistemin düzeltilmesi gerekti. Yürütme gücünün başına bir devlet başkanı getirilir ve o da bir milletvekilini başbakan atarsa bunalım giderilirdi. Çünkü bu durumda başbakan bakanlarını kendisi seçecek, kabinesini oluşturacak, böylece meclis de bakanlarını doğrudan doğruya seçme işinden elini çekmiş olacaktı.

Başbakan hükümeti kurduktan sonra çalışma programını hazırlayıp meclisten güvenoyu isteyecekti. Meclis güvenini verirse bu kez yeni bir hükümet oluşturulabilirdi.
Tüm bunları sağlamak için anayasada değişiklik yapılması gerekti. İlk önce bir Devlet Başkanlığı kurulmalıydı. Saltanata dönülmeyeceğine göre rejimin adı Cumhuriyet olarak değiştirilmeliydi. Böylece devlet başkanına da Cumhurbaşkanı denilebilirdi. Sonuçta tüm bunlar gerçekleşti ve devletin adı Türkiye Cumhuriyeti oldu.(29 Ekim 1923) Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa oldu.O da yasa gereği başbakan olarak İsmet Paşa’yı seçti.

Halifeliğin Kaldırılması; Hem ilk dört halife hem de ondan sonra gelen Emevi ve Abbasi halifeleri Hazreti Muhammed’in kabilesi olan ’’Kureyş’’ soyundan çıkmışlardı.Halifelik için bu bir kuraldı.
Selçuklu türkleri 1055 yılında Abbasi halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı alıp Abbasi halifesini Şii bir kavim olan Büveyhilerin elinden kurtardı. Onun bu hizmetine karşılık halife, bütün siyasal ve dünyasal yetkilerini (halife olmak dışında) ’’Sultan’’ ilan ettiği Tuğrul Bey’e verdi. Tuğrul Bey’in kendisini halife ilan etmemesinin nedeni; Türklerin islamiyete ve Peygamberimizin soyundan gelen kişilere duyduğu saygıdır. Ayrıca Selçuklu sultanları Arap ve Kureyş kabilesi mensubu olmadıkları için bunu yapamazdı.

Moğollar XII.yy ortalarında Büyük Selçuklu Devleti’ne son verdiler. Ardından Bağdat’ı ele geçirip, halife ve sülalesini acımasızca öldürdüler. Bu durum halifeliği sona erdirdi. Ancak bu olaydan sonra bazı islam devletlerinin hükümdarları, saygınlıklarını ve güçlerini arttırabilmek için Kureyş soyundan gelen bazı kişileri göstermelik halife ilan ettiler.

Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Mısır’ı fethetti. Orada son verdiği Memlük Devleti hükümdarlarının kurduğu bir halifelik makamı buldu.O sırada bu makamda mütevekkil adlı ve Abbasilerle akraba bir kişi bulunuyordu.Bu göstermelik halifenin elinde İslam dünyasında kutsal sayılan bazı eşyalar vardı. Yavuz Sultan Selim bu halifeyi istanbul’a getirip kutsal eşyaları da sarayda koruma altına aldı. Bu eşyalara Emaneti Mukaddese (Kutsal Emanetler) denir ve günümüzde halaTopkapı sarayında koruma altındadır. Ayrıca Yavuz Sultan Selim, Memlüklerden islam dünyası için en kutsal yerler sayılan Mekke ve Medine’yi de aldığından Mekke ve Medine’nin hizmetkarı sanını da taşımıştır.

Osmanlı Padişahları devlet güçsüzleşmeye başlayınca, özellikle Batı’da saygın bir duruma erişmek için, bütün islam dünyasının temsilcisi sıfatını takınmaya, kendilerini halife saymaya başlamışlardır. Batılılar zamanın en büyük islam devletinin başındaki bu sıfatı benimsemiş olsalarda araplar halife sanını bir türlü kabul etmediler. Osmanlı’nın bu sıfatı taşıma sebebi yalnızca siyasal olup, gerçek anlamıyla halifelik 1258 Büyük Selçuklu’nun yıkılması ve Moğolların Kureyş kabilesini talan etmesi ile ortadan kalkmıştır.

TBMM’nin kurulması ve ardından saltanatın kaldırılması ile halifelik makamına gerek kalmamıştır. Ancak Cumhuriyet karşıtları böyle düşünmüyor, halifenin devlet başkanı olmasını istiyorlardı.TBMM tarafından halifelik makamına getirilen Abdulmecit Efendi, bu durum için pek hevesli gözüküyordu.Bu durumdan M.Kemal hoşnutsuzdu. Ancak saltanatın kaldırılmasından doğan boşlukta halife büyük kitlelerin desteğini görüyor bud a onu şımartıyordu. Halife Abdulmecit giderek TBMM başkanının kendisine gönderdiği yönergeleri dikkate almamaya, ödeneklerini az bulmaya başlamıştı. Ayrıca İstanbul basınında da ‘’Düzenin,dirliğin sağlanması için halifenin etrafında toplanmak kaçınılmaz koşuldur.’’ şeklinde yazılar yayınlanıyordu. İşte bu koşullar altında Cumhuriyet ilan edilince sözü geçen çevreler bir darbe daha yediler.

Cumhuriyet’in ilanından 4 ay sonra 31 Mart 1924 günü TBMM tarafından çıkarılan bir yasa ile halifelik tarihe karıştı. Osmanlı hanedanlığının tüm üyeleri süresiz sınırdışı edildi. Ancak rejim yerleştikçe 1973 yılında yasak tamamen kalktı.

Cumhuriyet’in ilanı, Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması bazı tepkici çevrelerin gruplaşmalarına yol açtı. Gruplaşan bazı düşünceler şöyleydi:
• Cumhuriyet’e ve halifeliğin kaldırılmasına kesinlikle karşı kişiler.
• Cumhuriyeti Kabul etmekle birlikte halifesiz toplum düşünemeyenler.
• Halifesiz bir Cumhuriyeti Kabul etmekle birlikte, daha ileriye gidilmemesi düşüncesinde olanlar. (Terakkiperver Cumh. Fırkası)
• Devrim adımlarını benimseyen, ama bunların çevresini çizemeyen ve her ne pahasına olursa olsun iktidara geçmeye çalışanlar.(İttihatçılar)

Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti kökenli olup Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılan Ali Fuat Bey, Refet Paşa, Rauf Bey, Adnan Bey gibi aydınlar Cumhuriyetimizin 2. Partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardır.Bu yeni partiye Cumhuriyete ve halifeliğin kaldırılmasına karşı olan herkes, bir umut kaynağı olarak görüp dolmuş amacından saptırmaya çalışılmıştır. Oysa bu partinin ana düşüncesi; toplumun kavuşması gereken yeniliklerin birdenbire değil, kendiliğinden, zamanla,evrim gücüne bırakılarak oluşması gerektiğidir.

Şey Sait Ayaklanması; Lozan Görüşmeleri’nde Türkiye-Irak Sınırı çizilememişti. Irak’ın sahip olduğu petrol yatakları ingilizlerin iştahını kabartmıştı.Türkiye ise türklerin çoğunlukta olduğu Irak’I bırakmak istemiyordu. 1924 yılında bu konu Uluslar Kurumu’na taşındı.Türkiye bu durumu kabulenemedi . Ancak ordusunun önemli komutanları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına geçtiğinden elinden bir şey gelmedi.

Doğu’da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyeleri ‘’Halifelik kaldırıldı.Din elden gidiyor.’’ propagandasıyla halkı kışkırttılar. Burada asıl amçları Irak’ın içindeki Kerkük-Musul bölgesinin kuzeyindeki toprakları Türkiye’den koparmaktı. Sonuçta bu propagandalar cahil halk üzerinde işe yarayınca 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait adlı kişi ayaklanma başlattı. Şeyh Sait bütün ayaklanma boyunca sarıldığı inandırma yöntemi,dinin kurtarılması temasıydı.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından bir kaç gün sonra İsmet Paşa görevi bırakmış yerine Ali Fethi Okyar Başbakan olarak atanmıştı.Ancak olayların önlenememesi üzerine İsmet Paşa yeniden Başbakan seçildi. İsmet Paşa’nın ayaklanmayı bastırmak için iki planı vardı:
1- Ayaklanmayı askeri açıdan ciddiye almak ve bastırılması için tam bir harekat planı yaparak, kısmi bir seferberlik ilan etmek.
2- Ayaklanmayı bastırdıktan sonra bu tür olayların tekrarlanmaması için siyasal önlemler almak.

Türk Genelkurmay’ı hazırlıklarını yaparken, TBMM bir yasa kabul etti. 4 Mart 1925 Takrir-i Sükun Kanunu’na göre; Gericilik hareketleri, ayaklanma, ülkenin toplumsal düzenini, dirliğini, güvenliğini bozma yolundaki bütün örgütler, kuruluşlar, basın organları kapatılabilecek veya etkinlikleri yasaklanabilecekti.

Şeyh Sait Ayaklanmasının sonuçları; Dış siyaset açısından bu ayaklanma özellikle ingilizlerin işine yaramıştır. Bu ayaklanma ile Kurtuluş Savaşı’nı yeni bitiren ordumuz hırpalanmış, böylece Musul-Kerkük üzerine bir askeri harekat yapılma olanağı kalmamıştır.
Irak sorunu 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Irak arasında bir antlaşma imzalanarak ortadan kalkmıştır.

Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra devrim adımlarının hızlandırılarak sürdürülmesi için bir huzur ortamına ihtiyaç olduğu ve bu nedenle bir süreliğine bu çok partili rejimi durdurmak gerektiği anlaşılmıştır. Bu düşünce ile, Takrir-I Sükun Yasası’na dayanılarak, 5 Haziran’da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır.

Öndere Suikast Girişimi; Gazi 7 Mayıs 1926 tarihinde çok geniş kapsamlı bir yurt gezisine çıkarak 15 Haziran’da izmir’e gelecekti.Gazi’nin bu geziye 1 gün gecikmeli katılması, suikastçileri deniz motoru ile Yunanistan’a kaçıracak kişiyi vicdana getirip itiraf etmesini sağlaması ile suikastçiler yakalanmış, bu vahim olay önlenmiştir.



ÜNİTE 13

ANAYASAL SİSTEMİN KURULMASI VE GELİŞİMİ

Insanlar arasında özel veya toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallara hukuk denir. Bu kurallara uyulmaması durumunda gerekenin yapılmasını buyuran esaslarda hukuk kuralları olarak adlandırılırlar.Bu kurallar uyulması zorunlu olan ve zorunlu olmayan olarak iki sınıfta toplanır. Uyulması zorunlu kurallara örnek olarak adam öldürmeyi yasaklayan kurallar verilebilir. Uyulması zorunlu olmayan kurallara örnek ise evlenme verilebilir.

Kanun, ulusal iradeyi temsil eden parlamentonun koyduğu kurallardır. Kanun hukuk kurallarının (yasaların) temelini oluşturur. Parlamentonun asıl görevi yasa yapan bir organ olmasıdır.
Hükümetlerin çıkardığı hukuk kuralları, kararname adıyla anılır. İşte yasama organı bazı durumlarda hükümete yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi tanıyabilir. Ama bu yetkiye dayanarak çıkartılan kararnamenin sonunda, parlamento tarafından onaylanması gerekmektedir.

Yasaları yürütme organı uygular. Bazı konuları hükümet kararname yoluyla çıkarttığı tüzüklerle uygular. Daha da ayrıntılara ilişkin düzenlemeler, gene yasalardan aldığı yetkilerle devlet makamlarınca çıkartılan yönetmeliklerle sağlanır. Yasa, kararname , tüzük ve yönetmelik hükümlerini uygulamakla görevli makamlar her özel durum için ayrı ayrı talimat ve yönerge denilen bir kezlik kararlar çıkartırlar. İşte toplum bütün bu hukuk kuralları ile bir ağ gibi örülmüştür.

Her hukuk kuralı daha üstünde yeralan bir hukuk kuralından kaynaklanır. Böylece hukuk kuralları arasında bir hiyerarşi (alt-üst ilişkisi) vardır. Yönergeler yönetmeliklere, yönetmelikler tüzüklere, tüzükler kararnamelere, tüzük ve kararnameler de yasalara aykırıhiçbir hüküm taşıyamazlar.
Tüm devlet işlerinin ayarlandığı en üst hukuk kuralına anayasa denir. Hiçbir yasa anayasaya aykırı biçimde yapılamaz ve uygulanamaz. Anayasa olarak anladığımız üst hukuk kuralı, ulusun kurucu ve yapıcı gücüne dayanan,bu nedenle egemenliği de ulusa ait sayan bir temel kuraldır. Bu temel kuralın dayandığı ve ulusun da uymak zorunda olduğu temel ilke, ‘’İnsanın yüceliği ve onurudur.’’ İnsan özgürdür ve güven içinde yaşaması sağlanmalıdır. Bu refah ve gelişmeyi sağlayan türden anayasalara demokratik anayasalar denir.

Hükümet sistemlerinin gücü üç ana bölümden oluşur. Bunlar; Yasama, Yürütme ve Yargı’dır.
Güçler Birliği ile oluşan Meclis Hükümeti Sistemi; Bu üç gücün (yasama, yürütme, yargı) parlamentoda birleşmesi Güçler Birliği sistemini doğurur.İşte bu tür sisteme Meclis Hükümeti Sistemi denilir. (1. Dönem TBMM bu sistemi katı bir biçimde uygulamıştır.)
Üç gücün bir yerde toplandığı system sakıncalı olup, büyük bunalımlar karşısında ani kararlar verebilme zorunluluğundan doğmuştur.

Güçler Ayrımı ve Başkanlık Hükümeti Sistemi; Üç gücün (yasama, yürütme, yargı) ayrı birer organa verilmesi ve seçimlerin halk tarafından yapılması, Güçler Ayrımı denilen kuramı doğurmuştur. Kuramın anayasaya uygulanması ise Başkanlık Hükümeti Sistemi’ni ortaya çıkarmıştır. Bu sistemde hükümet Başbakan’a bağlıdır. Bu sistemin en iyi örneği ABD’dir.

Parlamenter Sistem; Türk hukukçular İngiltere’den gördüğü Parlamenter Sistem uygulamasını sistemleştirip anayasa hukukuna geçirmişlerdir. Parlamenter Sistem’e göre; esas olan parlamentodur. Yürütme gücü de Parlamentonun içinden çıkar. Parlamento içinden çıkıp onun güvenini alan hükümet artık serbesttir. Ancak Parlamento kendi içinden çıkan hükümeti dilediği zaman denetleyebilir. Eğer hükümet parlamentonun güvenini yitirmişse güvensizlik oyu ile düşürülebilir. Ancak bu durum Devlet Başkanı’nın onayı ile gerçekleşir.

Parlamenter sistemde ana amaç; yasama ile yürütme arasında bir denge ve eşitlik kurup, yargıyı bağımsız bırakmaktır.
Not: Parlamentolu Sistem ayrı bir kavram olup, hem Meclis Hükümeti hem de Başkanlık Hükümeti’nin parlamentolu olduğu anlamına gelir. Parlamenter sistem ise yasama ve yürütme arasındaki dengeyi belirten bir rejimdir.

1876 Yılı Tanzimat döneminde ilk anayasa Kanuni Esasi adı altında ilan edildi.Bu anayasa tamamen padişahın egemenliği ve iradesi altında olup bazı değişiklikler geçirerek 1922 yılına kadar yaşamıştır.
TBMM 20 Ocak 1921’de ilk Anayasa’sını yaptı. Ancak bu eksikti, yurttaş haklarını, temel hak ve özgürlükleri,yargı işlerini içermiyordu. O dönemde 1921 anayasının eksikleri, Osmanlı Anayasası ile giderilmeye çalışılmıştır. Ancak 1 Kasm 1922’de saltanat kaldırılınca osmanlı anayasası geçerliliğini yitirmiş, ortada yalnızca 1921 Anayasası kalmıştır.

Bir yasa, devletin temel organlarını, bunların meşruiyet dayanaklarını,güçler arasındaki ilşkileri, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, genel olarak yönetim ilkelerini içermelidir. Devletin kurucularını oluşturan bu ilkelere dayanarak işleyen kurumlar, Anayasal Sistem’I oluşturur.

1924 Anayasası;
Cumhuriyet’ Döneminin ilk anayasası 20 Nisan 1924 tarihinde ilan edildi.3 Yıl yürürlükte kalan 1921 Anayasası’nın ardından çıkarılan 1924 Anayasası, 36 yıl yürürlükte kaldı.
TBMM 1921 Anayasısı’nda, anayasanın nasıl değiştirileceği konusunda herhangi bir hüküm koyarak kendini bağlamamış, böylece 2. Dönem meclisine kuruculuk yetkisi geçmiş olmuştur. Bu da 1924 Anayasası’nın ortaya konmasında kolaylık sağlamıştır. Ayrıca TBMM yeni anayasanın meclise konulması için meclisin 3’te 2’sinin oyunu alması şartı getirerek, kendi iradesini sınırlamıştır.

1924 Anayasası’nın baş ilkeleri Cumhuriyet ve Güçler Birliği’dir. 1924 Anayasası’na gore; Meclis’in üstünlüğ mutlaktır. Ayrıca egemenliğin kayıtsız şartsız türk ulusuna ait bulunduğu ve onun bu hakkını kullanacak tek makamın TBMM olduğu belirtilmiştir.

1924 Anayasa’sında tüm yasama ve yürütme gücü TBMM’ye aittir. 1924 Anayasa’sının hükümet oluşumuna bakıldığında, Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Bakanları ise Başbakan seçer. Meclis, hükümeti her an denetleyip düşürebilir. Hükümet pek çok işi görürken meclisin iznine veya onayını almak zorundadır. Yürütme işlerinin de başıdır. Ama bu konudaki yetkisi sadece başbakanı meclis içinden seçmek ve onun getirdiği Bakanlar Kurulu listesini onaylayıp meclise sunmaktadır. Yasaları onaylayıp yürürlüğe koymak işi de Cumhurbaşkan’ına ait bir yetkidir. O, önüne gelen yasayı onaylamadan tekrar görüşülmek üzere meclise geri gönderebilir. Ama, meclis o yasayı hiç değiştirmeden tekrar Cumhurbaşkanı gönderirse, bu kez ona yasayı imzalayıp yayınlamaktan başka bir iş düşmez.

Tüm yargı gücü mecliste toplanmıştır. Sistemde anayasa mahkemeleri yoktur. Sistemde yargıçların güvencesi yoktur. Görevden çıkarılmaları, çalışma biçimleri gibi konular, TBMM’nin çıkaracağı kanunlara bağlı, olduğundan system zayıftır. Meclis, cezaları hafifletmek ve değiştirmek yetkisine de sahip olduğundan yargı bağımlıdır.
1924 Anayasası, o dönemde pek bilinmeyen ekonomik ve sosyal haklara hemen hemen hiç yer vermemiştir.

1924 Anayasası’nın en önemli yanı TBMM’nin artık ‘’Olağanüstü Yetkilere Sahip Bir Meclis’’ olmaktan çıkmasıdır. Mileclis, 1924 Anayasası ile kendini bağlamıştır. Yeni bir anayasa kurulmasını engellemiştir. Ancak gerekli görülğü takdirde bazı hükümlerin değiştirilebileceği esasını getirmiştir.
Değişiklik istemini içeren öneri meclis, tam üye sayısının 3’te 1’inin imzasını taşımalıdır. Değişikliklerin kabulu için tam üye sayısının 3’te 2’sinin oyu gereklidir.

1924 Anayası’sının en önemli ve ilk değişikliği 1928’de laiklik ilkesinin anayasaya yerleşmesidir. Buna parallel olarak ‘’dinsel hükümlerin yerine getirilmesi’’ yükümlülüğü kaldırıldı.
5 Aralık 1934’te Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1937 Yılında iki maddeye türk devletlerinin nitelikleri olan ‘’Türkiye Cumhuriyeti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnklapçı’dır.’’ ibaresi eklendi.
Laiklik ilkesi ilk kez 1928’deki anayasa değişikliği ile geldi.

2.Dünya Savaşı’ndan sonra insan hakları, evrensel bir gelişme içine girmişti. Bir yandan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, diğer yandan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Her iki bildiriyi de kabul eden TC, anayasasında bu hakların güvence altına alınması için gerekli önlemleri içeren değişiklikleri yapmamıştı.

Bu değişiklikler;
- Siyasal iktidarın kişi özgürlüklerini kısma girişimlerini önleyecek hükümler koymak,
- Sosyal ve ekonomik hakları anayasaya almak,
- İnsan hakları ve anayasaya aykırı yasalar çıkartılırsa, bunları iptal edecek bağımsız bir organ kurmak,
- Yargı gücünü her bakımdan güvence altına alıp, tam bağımsız duruma getirmek.

Ne yazıktır ki bu yapılamadı. Siyasal iktidar seçim yitirmemek için özgürlükleri kısıtlamaya ve en vahimi yargı güvencesini ortadan kaldırmaya çalıştı. Bütün bu olanlar, sonunda bir askeri darbeye yol açtı. Kurulan ‘’Milli Birlik Komitesi’’ 1924 Anayasa’sının TBMM’ye ilişkin hükümlerini kaldırdı ve ulus adına egemenliğini geçici olarak ilan etti.

1961 Anayasa’sı
Sivil iktidarın başarısızlığı karşısında doğan boşluk, silahlı kuvvetlerimiz tarafından doldurulmuştur. Şimdi, Ulus adına hareket ettiğini söyleyen Milli Birlik Komitesi, ‘’kurucu güç’’ durumundadır.
Bu yeni Kurucu Güç, yeni anayasayı hazırlamak üzere türk tarihinde ilk kez bir ‘’Kurucu Meclis’’ oluşturdu. Bu meclis iki kanatlı idi: Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik Komitesi.

Temsilciler Meclisi, meslek kuruluşlarına mensup üniversitelerin seçtiği aydın kişilerden oluşuyordu. Demokratik bir meclisti. Temsilciler Meclisi’nde hazırlanan Anayasa Taslağı, Milli Birlik Komitesi’nde son biçimini aldı ve 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunularak kabul edildi.
61 Anayasında, Cumhuriyet ve Kayıtsız Şartsız Ulus Egemenliği aynen sürmektedir. Parlamento’nun kesin üstünlüğü sona ermiştir. TC’nin ‘’İnsan hakları’na dayalı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır.

Yasama gücü TBMM’ye aittir. Yeni TBMM iki kanattan oluşmaktadır. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu. Millet Meclisinin yetkileri daha fazladır. Cumhuriyet Senatosu ise yükseköğrenim görmüş ve 40 yaşını bitirmiş kişilerden seçilmektedir. Ayrıca Cumhurbaşkanı 15 üye atamakta, darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi üyeleri de doğal senatör olarak ömür boyu Cumhuriyet Senatosu’nda bulunacaklardır. Yasama işlerinde önsöz millet meclisinde olduğu gibi, hükümete güvenoyu vermek, yahut güvensizlik ile düşürmek de sadece millet meclisinin yetkileri içindedir.

Yürütme gücü de TBMM’ye aittir. Başbakan dışında, Bakanlıklara TBMM üyesi olmayan kişilerin de getirilmesi mümkündür. Millet Meclisi’nin gensoru yoluyla güvensizlik oyu vermesi,durumunda hükümet düşer. Buna karşılık Cumhuriyetimizin anayasa tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı’na Millet Meclisi’ni dağıtma yetkisi verilmiştir. Bu sayede Parlamenter sisteme bir geçiş açılmıştır. (108.md’de ancak olağanüstü hallerde )

1961 Anayasası’nda Yargı gücü, her bakımdan bağımsız bir duruma getirilmiştir. Yargıçların atanmaları, denetimleri, gene yargıçlardan oluşan bir kurula bırakılmaktadır. Bu kurul tamamen bağımsızdır. Yargı içinde bir de Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Bu yolla TBMM’nin anayasaya aykırı yasalar çıkarması durumunda iptal edilebilmektedir. Özgürlüklerin yasa ile sınırlandırılmasında bir ölçü getirilmiştir.

1961 Anayasası, 1920’den beri türk devletinin temel, siyasal yapısını oluşturan Güçler Birliği ilkesine son vermiştir.
İlk kez tam anlamıyla Sendikalaşma olanağı verilmiş; işçiye grev ve toplu söleşme hakları tanınmıştır. Üniversiteler başta olmak üzere bazı kuruluşlar özerkleştirilmiştir. Belli başlı devrim yasalarının anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceği hükme bağlanmıştır. 12 Mart 1971’de üstü örtülü bir askeri müdahale sonucu bu bozukluklara yol açtığı ileri sürülen bazı maddeler değiştirildi, ama huzursuzluklar artarak sürdü. Bu durumda yeni bir askeri müdahalenin gelmesi kaçınılmaz olmuştu. 12 Eylül 1980 Müdahalesi ile 1961 Anayasası’nın uygulanması büyük ölçüde donduruldu. Ardından yeni bir anayasa yapılma hazırlıkları başladı. Böylece bugün de yürürlükte olan 1982 Anayasa’sına gelindi.

1961 Anayasası’nın çöküşünü ve aynı zamanda 1980 Müdahalesi’nin sonucunda 1982 Anayasası’nın çıkmasını hazırlayan etkenler şunlardır: Toplumda demokrasi kültürünün eksikliği, hoşgörüsüzlük, ekonomik sıkıntılar, siyasal partilerin tek parti döneminden kalan alışkanlıkları, sürekli iktidarda bulunmak istekleri.

1982 Anayasası
12 Eylül 1980’de TSK, devlet yönetimine el koydu. Ulus adına yönetim hakkını Milli Güvenlik Konseyi (MGK) devraldı. Yeni bir Anayasa oluşturulması için yine bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Bu kurulu meclis’de iki kanatlıydı: Danışma Meclisi ve Milli Güvenlik Konseyi.

1961 Anayasası’nın ilk kanadı olan Temsilciler Meclisi, siyasal vetoplumsal kuruluşların seçtiği kişilerden oluşurken, 1982 Anayasası’ndaki Danışma Meclisi, MGK’nınatadığı kişilerden oluşuyordu.
Danışma Meclisi’nce hazırlanan Anayasa Taslağı, yapılan görüşmelerden sonra, Milli Güvenlik Konseyi’nden de geçti. Tıpkı 1961 Anayasası’nda olduğu gibi, bu metin de halkoyuna sunuldu. Ve halkın %90’ının oyunu alarak yürürlüğe girdi.

1982 Anayasası’nda Yasama ve Yürütme gücü TBMM’ce kullanılır. Bu bakımdan 1961 Anayasası’nın kurduğu system korunmuştur. Cumhuriyet Senatosu kaldırılmıştır. Ek olarak 1982 Anayasası’na eklenen; 45 gün içinde hükümet oluşturulmaz veya bu sure zarfında kurulan hükümetler, güveoyu alamazlarsa, Cumhurbaşkanı’nın meclisi dağıtıp meclisi dağıtıp yeniden seçimlere gitme yetkisi vardır.

82 Anayasası’nda Yargıçların özlük işlerini düzenleyen kurulun, başkanlığa Adalet Bakanı’nın getirilmesi siyasal otoriteyi yargı işlerine karıştırılması açısından eleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi varlığını sürdürmektedir.
Cumhurbaşkanı’nın bazı tek imza ile yaptığı işler, yargı denetimi dışında tutulmuştur. (Sakıncalıdır.)
Çok geniş bir biçimde düzenlenen temel haklar ve özgürlükler bölümünde oldukça kısıtlayıcı bir anlayış egemendir.

Türk Devriminin Anayasal Bakımdan Geçirdiği Değişiklik
1- Ulus egemenliği ve Cumhuriyet rejimi üzerinden tek partiden çoğulcu rejime geçiş.
2- Güçler Birliği’nin yerini giderek parlamenter sisteme bırakması.

Türkler, ilk anayasalarına, Padişah’ın kurucu gücüne dayanarak 1876 tarihinde Kanuni Esasi ile sahip oldular.
Kadınlara Siyasal Katılma Hakkı, ilk kez 1924 Anayasası ile verildi.
Tarihimizdeki ilk Kurucu Meclis 1961 Anayasası’nda oluşturulmuştur.



ÜNİTE 14

TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASETİ

Bir devletin siyaseti, o devletteki yetkili ve sorumlu organlarca, uzun veya kısa sürede gerçekleşmesi istenen amaçları ve onlara ulaşmak için izlenen yolları anlatır.

İç ve dış siyaset ayrı ayrı incelenip tartışıldıktan sonra elde edilecek sonuçlara göre devletin siyaseti belirlenmelidir. İç ve dış siyaset birbirine parallel olarak yürütülürse daha başarılı olunur.
Türkiye Devleti’nin Atatürk tarafından çizilen ve bugüne dek sürdürülen siyasal amacı barış’tır. Atatürk’e göre İç barış; cumhuriyet, eşitlik ve çağdaşlaşma gibi esaslı ülkülerin gerçekleşmesi ile sağlanır. Dış barış ise; ulusal çıkarlar tehlikeye düşmedikçe silahlı çatışmaya girmemek, karşılıklı görüşme ve anlayış çabaları ile mümkündür.

1923 – 1930 Yılları Arası İç Siyaset
Saltanatın kaldırılması ve ardından Cumhuriyetimizin ilanından sonra ilk önemli olay halifeliğin kaldırılmasıdır. Aynı yılın son baharında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ile başlayan tepkiler, 1925 yılı şubat ayında, Şeyh Sait Ayaklanması’nın çıkmasıyla doruğa ulaşmıştı. Bu yüzden 1925 yılı büyük bunalımlarla geçmiştir. Ayaklanmanın bastırılması en önemli hedef olmuş, bu amaçla hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-I Sükun kanunu kabul edilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılşı, Atatürk’ün böylece bazı yakın arkadaşlarından uzaklaşması, o yılın önemli olaylarındandır.

Tarih sırasına göre 1923-1930 arasında gerçekleştirilen inklaplar;
• Tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılması
• Şapa Kanunu
• Uluslararası saat ve takvimin kabulü
• Medeni Kanunun hazırlanıp yürürlüğe girmesi
• Anayasa’da değişiklik yapılarak laikliğe gidilmesi (1928)
• Uluslararası rakamların kabulü ve harf inklabı

1930’da yurtta iç düzen ve barış sağlanmış olup, Ulu Önder yalnızca iki konuda huzursuzdur: Yapılan ve yapılacak olan inklapların halka benimsetilmesi, oluşmayan ekonomi siyaseti sorunu.

1930 – 1938 Yılları Arası İç Siyaset
Bu yıllar arasında çıkarılan başlıca inklaplar;
• Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkı tanınması
• Uluslararası ölçülerin kabulü
• Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kurulması
• Üniversite Reformu
• Soyadı Kanunu
• Din adamlarının kılıklarının düzenlenmesi
• Anayasaya 6 ilkenin girmesi

Serbest Fırka’nın kurulması; Atatürk kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın oluşmasına hiçbir olumsuz tepki göstermemiştir. Ancak bu parti devleti parçalamaya götürülecek yolların içine girince, zorunlu olarak kapatılmış, Takrir-I Sükun kanununa dayanarak 1930 yılına kadar da tek partili, yani CHP’ye dayanan yönetim sürmüştür.
Fethi Okyar Bey, 12 Ağustos 1930’da, ‘’Serbest Cumhuriyet Fırkası’’ adını taşıyan devletimizin üçüncü siyasal partisini kurmuştur. Bu parti özellikle ekonomik konulara ağırlık veren, ekonomik liberalizmi benimseyen ilkelere dayanmıştı.

İnklap ilkelerine ters düşen görüşleri yoktu. 1925 yılından beri sessizce olayların gelişmesini bekleyen devrim karşıtları bu partiye doluşmuştur. 5 Eylül 1930’da İzmir’e gelen Fethi Bey önünde yapılan gösterilerde inklapçılara karşı çirkin ve küstah davranışlarda bulunulmuştu. Bu tür olayların sürüp gitmesi üzerine yurtdaşların henüz demokrasinin gerektirdiği olgunluğa erişemedikleri, bilinçsizce davranışlarla 1925 yılının bunalımlı ortamlarını geri getiren bir ortam yarattıklarını anlayan, kendisi de devrimci olan Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da partisini dağıtmak zorunda kaldı. Böylece Cumhuriyetin ikinci çok partili hayatı, üç ay gibi kısa bir zaman sürdü.

Önderin en elverişli ortamı oluşturmasına rağmen çok partili demokratik hayatın sürmemesi iki sebeple açıklanabilir:
• Demokrasi bireylerin hoşgörülü olmasına dayanan bir eğitimin sonucudur. Bu o dönemde başarılamamıştır.
• Devrimi hazmedemeyenler, yeni siyasal partiyi amaçlarına araç olarak, yani inklabı yıkmak için kullanmaya kalkışmışlardır.

Sonuç olarak; devrimin esasları topluma yerleşmeden çok partili demokrasiye geçişin son derece sakıncalı olduğu anlaşılmıştır.

Menemen Olayı; Fethi Okyar’ın partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmasından 5 hafta sonra, 23 Aralık1930 sabahı Fethi Okyar’ın İzmir gezisi sırasında çıkan karışıklıklardan etkilenen dindar Derviş Mehmet ve müritleri Menemen’de ayaklanmıştır. O sırada Menemen’de vatan görevi yapmakta olan Asteğmen Kubilay olayı duydu ve buyruğundaki askerlerle eylemin başladığı yere geldi., topluluğa dağılmasını ihtar etti. Derviş Mehmet ve yandaşları onu dinlemediler. Bunun üzerine Kubilay, tahta manevra mermileri ile doldurulmuş silahlar taşıyan askerlerine, göz korkutmak için ateş buyruğu verdi. Tahta mermilerin varlığını sezen Derviş Mehmet göğsünü onlara açtı. Tahmin edileceği gibi bu mermiler ona işlemedi. Derviş Mehmet bunun üzerine çevresindekileri azdırıp, ‘’görüyorsunuz ki dindar insanlara kurşun işlemiyor.’’ Gibi sözler sarfetti. Galeyana gelenler Kubilay’ın üzerine hücum edip başını kestiler.

Atatürk olayı çıktığı bir yurt gezisi sırasında, Edirne’de duydu. Derhal Menemen, Balıkesir ve Manisa’da sıkı yönetim ilan edildi. Katiller yakalanıp askeri mahkemeye verildiler.

Bursa Olayı; Atatürk’ün ezan ve kameniyi türkçeye çevirmesi ve artık namaz çağrılarının türkçe okunmaya başlaması üzerine 1 Şubat 1933’te Bursa Ulu Cami’de namazdan çıkan halkın kışkırtılmasıyla Hükümet Konağı önünde gösteri yapıldı. Ancak olay büyümeden önlendi.

Gençlikte Ulusal Bilincin Geliştiğini Gösteren 2 Olay;
• Türkiye’de yataklı vagon tekelini devletle yaptığı sözleşme ile elinde tutan bir yabancı ortaklık vardı. Ortaklığın İstanbul bürosunda bulunan bir türk memurun, şirket içinde türkçe konuşması üzerine hakaret group, cezalandırılması, İstanbul gençliğince kınanıp protesto edilmesine yol açmıştır.
• 17 Nisan 1933 gecesi Bulgaristan’ın Razgrat kentindeki bir türk mezarlığının bir bölümünün, saygısız bazı Bulgarlarca tahrip edilip türklere gözdağı verilmesi üzerine, İstanbul Gençliği toplanıp, İstanbul’daki bir Bulgar mezarlığına çelenk ve çiçekler bırakmışlardır.

Atatürk’e ikinci Suikast Girişimi; Daha önce de ayaklanıp Yunanistan’a kaçan Çerkez Ethem, 1935 yılı Ekim ayı başlarında kardeşini de yanına alıp, Yunanistan’ın kışkırtmalarıyla Atatürk’e suikast planı yapmış, Suriye sınırımızdan sızan 5 hayinden 1’inin yakalanması ve itiraf ettirilmesi üzerine bu girişim hazırlık evresinde önlenmiştir.

Tunceli Olayları;
• 1930 Temmuzunda Ağrı Dağı yöresinde eşkiyalık nedeniyle çıkan olaylar hemen bastırılmıştır.
• 1937 İlkbaharında Tunceli’de Cumhuriyet Hükümeti’nin giriştiği yol, okul yapımı gibi girişimlerden hoşlanmayan bazı gericilerin başlattığı olaylarda kısa sürede önlenmiştir.

İlk Başbakan değişikliği, 1937 yılında Atatürk’le bazı görüş ayrılıklarına düşen İsmet İnönü’nün görevi bırakması ve yerine Celal Bayar’ın geçmesi ile gerçekleşmiştir.
Atatürk’e hediye edilen çiftlikler, türk tarımı için bir okul ve labaratuvar olmuş, modern bir biçimde işletilmiştir. Ata 1937 yılında bu çiftlikleri ulusa bağışlamıştır. Servetinin diğer bölümünün yöneticiliğini de bağlı bulunduğu siyasal partiye (CHP) bırakmış, buradan elde edilecek tüm gelirinde Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu arasında pay edilmesini vasiyet etmiştir.

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Döneminde İç Siyaset;
Atatürk’ün ölümünden 1 gün sonra TBMM, Malatya Milletvekili olan İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanı seçtiler. İsmet İnönü’nün 1950 yılına kadar başarılı bir yönetim gösterebilmesinin sebepleri şunlardı:
- İsmet İnönü; Batı Cephesi komutanı, Lozan Barışı’nın kurucusu, devrimlerin yürütüsü sıfatlara sahipti ve aydınların desteğini görüyor, halk tarafından çok seviliyordu.
- Tek partili yönetim vardı ve İsmet İnönü, Atatürk’ten sonra CHP’nin değişmez genel başkanlığına getirilmişti.Siyasal açıdan en üstün kişi oydu.

İsmet İnönü’nün 1950’ye dek yaptıkları;
• Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tutmaya çalışmış, iç siyasette özellikle eğitim, kültür ve toprak reform sorunlarıyla ilgilenmiştir.
• Okur yazar oranını arttırmak için özellikle kırsal kesimlere öğretmen yetiştirmek amacıyla Köy Enstitüleri kurmuştur.17 Nisan 1940
• Batı ve Doğu kültürünün yüzlerce eserini türkçeye çevirtmiş ve bastırtmıştır.
• Tiyatroyu Türkiye’de benimsetip yaygınlaştırmıştır.
• İnönü, kalkınmanın baş koşullarından biri olan toprak reformunu gerçekleştirmiş, ancak bu konuda çok başarılı olamamıştır.

Ekonomik Sıkıntılarla mücadele anlamında;
• Durum: Kısıtlı olan bütçeyi her an çıkabilecek olan savaşa ayırıyordu. Ayrıca 2 milyon üretici erkek orduda savaşa hazır tutuluyor, bud a tarımdaki gelişmeyi engelliyordu. Sanayi gelişmiyor, yoksulluk günden güne artıyordu.
• Yapılanlar: Fırsatçı tüccarlar ağır vergilerle cezalandırıldı. 2.Dünya Savaşı’nda savaşan ülkelere satılan krom gibi mallarla büyük döviz kaldırıldı.
• İnönü, partisinin millletvekilleri arasında bazılarını Müstakil Grup adı altında hükümeti denetlemekle görevlendirdi.
Türkiye 1946 yılına kadar tek partili yönetimde kaldı.
1946 Yılında 2. Dünya Savaşı sona erdi. İki yıl öncesinden savaşı İngiltere ve ABD’nin kazanacağı belli olmuştu.

18 Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi kurulunca yeniden uzun yıllar sonra çok partili hayata geçildi. 7 Ocak 1946’da da CHP’den ayrılan bazı aydınlar Demokrat Parti’yi kurdular. Ancak 1946 Yılında tek dereceli seçimler yapıldı ve seçimi CHP yine kazandı. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde CHP ilk kez 26 yıllık iktidarını kaybetti ve Türkiye’ye yeni bir iktidar geldi.

1950-1960 arası iktidarda kalan bu partinin yaptıkları;
19 Mayıs 1950’de TBMM’de okunan hükümet programında Atatürk’ten hiç bahsedilmedi. Bu iktidarın hedefi devrime tepki yoluyla oy toplamaktı. İktidar Arapça ezanı serbest bıraktı.Bir süre sonra azanTerakkiperver Cumhuriyet Fırkası kalıntıları Ata’nın heykel ve büstlerini yıkıp talan etti. Kendilerine bayrak bile yaptılar. Buna sessiz kalan hükümet yalnızca ‘’Atatürk aleyhine işlenen suçlar’’ adı altında kanun çıkartmakla yetindi. Bu arada eski arapçaya dönmek için çabalarda bulunuldu. Köy Enstitüleri kapatıldı. Halka eğitim veren halkevlerine kilit vuruldu. Dış ülkelerden akılsızca krediler alınarak ülke büyük bir ekonomik kriz ve enflasyona sürüklendi. 1969 Yılında yine bu iktidar ‘’Tahkikat Komisyonu’’nu kurdu ve sadece kendi üyelerinden oluşan bu komisyontüm denetimi ele geçirdi.

İşte demokrasi kuracağız diye iktidara gelen bu kadro, işleri böyle sarpa sardırınca sonuç olarak 27 Mayıs 1960 Hareketi yapıldı. Bu hükümetin başkanı ve iki bakanı idam cezasına çarptırıldı.
Devrim karşıtlığı, 1961 Anayasası ile önlenememiş,12 Mart 1971’de Silahlı kuvvetlerin verdiği muhtıra ve hükümet değişiklikleri de kar etmemiştir. Yurt görülmemiş bir terör saldırısı içine düşünce de 1980 Darbesi kaçınılmaz olmuştur. 1982’de çıkan anayasa ile de günlük çözümlerin önüne geçilememiştir.


ÜNİTE 15

1.DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA DÜNYADAKİ SİYASAL DURUM
Almanya; Almanya’da 1933’te iktidara gelen ırkçı ve faşist lider Hitler, barış antlaşmasını ihlal ederek Almanya’yı yeniden silahlandırıyor, böylece ekonomik durumunu gideriyordu. Büyük Almanya’yı kurmak amacında hazırlıklara başlamıştı. İlk olarak 1938’de Alman saydığı Avusturya’yı Almanya’ya kattı. Bir yıl sonra ise içinde Almanların yaşadığı gerekçesiyle Çekoslavakya’yı işgal etti. İngiltere ve Fransa savaş sonu ekonomilerinin derdine öylesine düşmüşlerdi ki 1.Dünya Savaşı’nı kazandıkları
Almanya’ya karşı, Hitlerle anlaşma yapmayı bile göze almışlardı.Böylece Hitler iyice güçlendi.

İtalya; Dikdatör Mussolini yönetimindeki İtalya da bir Akdeniz ve Kuzey Afrika İmparatorluğu kurabilmek için 1935 yılında Habeşistan’a saldırıp işgal etti.Sonra da bizim bulunduğumuz Akdeniz’de iddialar ileri sürmeye başladı.

Sovyet Rusya; O dönemde Çarlık rejimini yıkan Sovyet Rusya iç savaşlarla uğraşıyordu. Rejimi sağlamlaştırmak için başlarındaki dikdatör Stalin, milyonlarca insana soykırım yapıyordu.

Japonya;
Uzak Doğu’daki egemenliğini arttıran Japonya’dabir yandan Kore, bir yandan Çin üzerinde sömürgeci bir siyaset izlerken, diğer taraftan da Pasifik Okyanusu’na açılarak oradaki Amerikan çıkarlarını tehdit ediyordu.

İspanya; İspanya’da 1936 yılında çıkan büyük iç savaş üç yıl sürerek, Almanya-İtalya ve Fransa-Rusya gruplarının güç gösterisi alanı durumuna geliyor ve sonunda orada da faşist eğilimli bir dikdatörlük rejimi kuruluyordu. Portekizde’de aynı nitelikte bir rejim belirmişti.

Uluslar arası çekişmeleri barış yoluyla gidermek isteyen Anlaşma Devletleri, 1920’de Uluslar Kurumu adında bir örgüt kurmuşlardı. Ancak kurum savaşı kazananların bir aracı oldu. Yenik devletler örgüte alınmadılar. Örgüte dilediklerini yaptıran İngiltere, Fransa, İtalya sanki diğer ulusların üstündeydiler.
1919 Yılında ortaya çıkmaya başlayan bu gelişmeler Atatürk’ün son zamanlarında tamamlandı. Dünya 15-16 yıl içinde yeni bir savaşı eşiğine geldi.

Cumhuriyet’in kurulmasına değin Türkiye’nin Dış Siyaseti
Yeni türk devleti kurulduktan sonra M.Kemal’in dış siyasetteki amacı şöyleydi;
• Osmanlı Devleti’nin uluslar arası varlığının silinmesi ve onun yerine tek türk varlığı olarak yeni devletin geçmesi,
• Yurdun düşmandan kurtulması için yürütülen savaşa mümkün olduğu kadar dış destek sağlanması,
• Zafere erişince de bir barış ortamı kurup yaşatma.

M.Kemal’in Dış Siyasette attığı adımlar şöyleydi:
- İlk önce Sovyet Rusya ile ilişkilerin kurulmasına başlanmıştır.
- Ermenilere karşı kazanılan zafer ve Gümrü Barışı ilk somut sonuçlardan olmuştur.
- Birinci İnönü zaferi üzerine toplanan Londra Konferansı’na İstanbul Hükümeti yanında TBMM Hükümeti’ninde katılması bir çeşit tanınma anlamına gelmiştir.
- Afganistan ile yapılan dostluk antlaşması
- Sovyetler Birliği ile yapılan Moskova Antlaşması ile bir büyük devletin, Osmanlı Hükümeti’ni tanımadığı ve TBMM hükümetini desteklediğini ilan etmesi.
- Sovyetlerin uydusu Doğu Anadolu’daki azınlıklarla Kars Antlaşması imzalanması.
- Sakarya Zaferi’nden sonra Fransızların TBMM Hükümeti ile aynı masaya oturarak Ankara Antlaşması ile ön barış yapmaları, TBMM’nin batılılar tarafından da resmen tanınmanın başlaması manasındaydı.
- Kesin Zafer ve ardından yapılan Mudanya Ateşkes Antlaşması
- Lozan Barışı ( Bu barış ile daha Cumhuriyet kurulmadan Türk Devlerinin bağımsızlığı, varlığı, bütünlüğü, tam sınırlamalar kaldırılarak uluslararası alanda tanınmıştır. )

1923-1938 YILLARI ARASI TÜRKİYE’NİN DIŞ SİYASETİ
Lozan Barış Antlaşması’ndan doğan sorunlar ve çözülmeleri

Bu sorunlar şunlardı:
Musul Sorunu, Türk Yunan Anlaşmazlığı, Boğazlar Sorunu, Hatay Sorunu.
Musul Sorunu; 5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere-Irak Antlaşması ile Musul ve çevresinin Irak’a bırakılmasını Kabul ediyorduk. Böylece bugünkü Irak sınırı çizilmiş oldu. İngiltere’den de bu sayede bir miktar yardım sağlandı.

Türk-Yunan Anlaşmazlığı; Kurtuluş Savaşı sırasında Ege Bölgesi’ndeki Rumlarla,Yunan ordusu arasında çok sıkı bir işbirliği vardı. Doğu Karadeniz’deki Rumlar ise bağımsız bir Pontus Devleti kurma davasına düşmüşlerdi. Zafer kazanılınca, yüzlerce yıllık Türk-Rum ortak yaşayışı artık süremezdi. İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler hariç, Türk ve Rumlar değiş tokuş edildi.1930 yılı içinde bütün değiş-tokuş sorunları çözüldü. 30 Ekim 1930’da imzalanan Türk-Yunan dostluk antlaşması ile oldukça sağlam bir barış ortamı kuruluyordu. Türk-Yunan dostluğu 2.Dünya Savaşı’na kadar sürdü. 1950 Yılından sonra özellikle Kıbrıs sorunu nedeniyle anlaşmazlıklar yeniden nüksetti.

Boğazlar Sorunu; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Karadeniz’in kuzeyinde sınırlarına Kırım’ı da dahil eden Ukrayna ve Karadeniz’e kıyısı olan yeni bir ülke Gürcistan ortaya çıktı. Böylece Boğazlar Sorunu’na Rusya’nın yanında Ukrayna ve Gürcistan’da dahil oldu.
1917 Yılında Ruslar 1.Dünya Savaşı’ndan çekilmiş, Boğazlar üzerindeki iddialarından vazgeçmişlerdi. Bu olaydan sonra Osmanlı Devleti, savaşı kaybedince, Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca Boğazları ilk kez teslim etmek zorunda kaldı. Daha sonra Anlaşma Devletleri, Osmanlılarla daha sonra imzaladıkları Sevr Barışı ile Boğazlar üzerindeki egemenliklerini sürdürdüler. Boğazlar savaş sırasında bile tüm devletlere açık olacak, silahsızlandırılacak, yönetimi ise uluslararası bir kuruluşa bırakılacaktı.

Boğazlar Sorununun Çözümü; İtalyanların Akdenizdeki emelleri ve Almanların istilacı tutumu, Boğazlar konusunda İngiltere ve Fransa’yı Türkiye’nin yanına çekti. İsviçre’nin Montrö kentinde açılan Boğazlar Konferansı sonucunda, 20 Temmuz 1936’da Montrö Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye göre; Boğazlara konulan tüm sınırlamalar kaldırıldı. Türk Devleti’nin bölgedeki tam egemenliği ve savunma hakkı kesin olarak tanındı. Herhangi bir savaşta Türkiye tarafsız ise savaş gemileri boğazdan geçemeyecekti. Türkiye bir savaşa girerse ve kendini yakın bir savaş tehlikesi içinde bulursa, boğazları istediği gibi açıp kapatmakta özgürdü. Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin bu denize geçirebilecekleri savaş gemileri, çeşit, büyüklük, ağırlık ve sure bakımından sınırlandırılıyordu. Ticaret gemileri ise türk denetiminde serbestçe geçebilecekti.

Motrö Sözleşmesinin süresi dolduğu halde, taraflardan hiçbiri değişiklik önerisinde bulunmamıştır.Bu nedenle sözleşme günümüzde geçerli olup dünya barışının önemli dayanaklarından biridir.
Hatay Sorunu; İskenderun ve Hatay 1.Dünya Savaşı’nın sonlarında İngilizlerce işgal edilmiş, daha sonra da aralarındaki anlaşma gereğince, Suriye ile birlikte Fransızlara devredilmişti.
Fransızlar 1921 yılı ortalarına doğru Anadolu’da tutunamayacaklarını anlamışlar ve Sakarya Zaferi’nden sonra 20 Ekim 1925’te, TBMM ile imzaladıkları Ankara Antlaşması ile savaşı bitirmişlerdir.
Ankara Antlaşması sonucu; Hatay Fransızlara bırakılmış, bunun sebebi ise savaşta fransızları susturup, cephelerde, İngiliz ve Yunanlıları yalnız bırakmak amacıyla yapılmış bir stratejik harekettir.
Ancak Fransa, Hatay’ı mandası konumundaki Suriye sınırlarına almak isteyince, Cumhuriyet hükümeti bu duruma itiraz edip konuyu Uluslar Kurumu’na taşıdı.

Uluslar kurumu kararına göre;
Hatay kısıtlı yetkileri olan bir devlet durumuna gelecek ve uluslar kurumunun denetimi altında kalacaktı. Ancak Fransızlar daha sonra burada oluşturulan seçim hazırlıklarını dürüst yürütmediler. Yarı bağımsızlığın gecikmesi ve üstüne büyük olaylar çıkması, Atatürk’ün hasta yatağından kalkıp ünlü Güney gezisine çıkmasına yol açtı. Bu olaydan sonra Ata’nın gelmesi üzerine Fransızların direnci kırılmış, seçimler yapılıp türklerden oluşan Hatay Parlamentosu kurulmuştur.

Fransa 1939’da, Avupa’daki bunalım silahlı çatışmaya dönünce, Fransa Türkiye’ye iyice yaklaşıp, Doğu Akdeniz’deki varlığını güvence altına almak istemiş ve Hatay’ın Türkiye sınırlarına alınmasını ikili anlaşma ile kabul etmiştir.

Türkiye’nin Barış ve Güvenlik Arama Çalışmaları;
1.Dünya Savaşı’ndan sonra silahsızlanma ve barış yoluyla imzalanan bu anlaşmalar arasında özellikle 1 Aralık 1925 tarihli Locarno ve 27 Ağustos 1928 tarihli Kelleogg Paktları, bugünkü Batı Avrupa Birliği’nin ilk öncüleri sayılırlar. Bu anlaşmalar ile savaş lanetleniyor, uluslararası çekişmelerin görüşmeler yoluyla giderilmesi gibi yöntemler belirtiliyordu.
Türkiye cephesinde ise; Cumhuriyet’in ilanından sonra, hemen her devletle dostluk ve işbirliği sözleşmeleri imzalanmıştır. Bu konudaki ilk önemli adım ise Türkiye’nin, İngiltere ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu Uluslar Kurumu’na alınmasıdır.

Balkanlarda gözü olan İtalya’nın tutumuna karşı, Balkan Antantı (Antlaşması) imzalanmıştır. Bu antlaşmaya gore Türkiye ve Yunanistan,10 yıl süreyle sınırlarını güvence altına aldılar. Bu antlaşmaya Yugoslavya ve Romanya’da katılarak, sınırlarını güvence altına aldılar. Ancak Romanya giderek Alman siyasetini benimsemiş, Bulgaristan tarafları Balkan sorunları üzerine kışkırtmış ve bu yüzden Balkan Antantı zayıflamıştır.
8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran ve Afganistan ‘’Sadabat Paktı’’ denilen antlaşma yapmışlar, dayanışma ve işbirliği içine girdiklerini belirtmişlerdir.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Almanya ile İtalya’nın saldırgan siyasetleri giderek artmış ve 1938 yılına gelinmiştir. O yıl Almanya, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Çekoslavakya’yı işgal ederek istediği yerleri ülkesine katmış, geri de kalan bölgede de kendine bağlı bir yönetim kurmuştur.
İngiltere ve Fransa kurdukları Çekoslavakya’nın yok oluşuna, 29 Ekim 1938’de Münih’te toplanan bir konferans sonucu, barışı sürdürmek için razı olmuşlardı. 1939’da ise İtalya, Arnavutluk’a saldırmıştı. ABD, bu durumda daha ileri gitmemeleri konusunda ihtarda bulunmuş, fakat Hitler bu konuda olumsuz tepki vermiştir.

Hitler, Almanya’nın doğusunda kurulan Polonya’nın Alman topraklarının bir bölümünü kapsadığını ileri sürüyordu. Polonya’nın doğusunda gözü olan Sovyetler Birliği de bunu destekliyordu. Sonunda faşist dikdatör Stalin, Polonya’yı ve Baltık yöresini imzaladıkları bir anlaşma ile paylaştılar. (23 Ağustos 1939) Bunun üzerine Alman Birlikleri 1 Eylül 1939’da Polonya’nın batısını, Sovyetler ise doğusunu işgale başladılar. Polonya’ya güvence vermiş olan İngiltere ile Fransa, Hitler’in bu son hareketi karşısında artık suskunluktan çıktılar. Her iki devlet 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilan ettiler. Böylece birincisinden çok daha kanlı ve acılı 2.Dünya Savaşı başlamış oldu.

İngiltere ve Fransa’nın sadece Almanya’ya savaş açmasının sebebi, Sovyetlere de savaş açması halinde, Sovyetlerin Almanya ile birleşip savaşın tehlikesini arttıracağı düşüncesidir.
Bu arada Almanya’nın desteğini alan Ruslar’ın Finlandiya’ya saldırması üzerine, Finler güneydeki topraklarını, Moskova Barışı imzalayarak Sovyetlere bırakmak zorunda kaldılar.
Hitler de bu arada Norveç, Danimarka, Belçika ve Hollanda’yı işgal etmiş, en son Fransızlara saldırmıştır.
Kuzey Afrika’da İtalyanlarla birlikte savaşan Almanlar, başarılar kazanıp Mısır’a kadar ilerlediler.(1940-42)

Arnavutluk’u işgal eden İtalyanlar, Yunanistan’a da yüklendiler. Ancak başarılı olamadılar. Bunun üzerine bağlaşığına yardım etmek isteyen Hitler, Yugoslavya’yı işgal ederek, Yunanistan’a saldırdı ve bu ülkeyi de egemenliği altına aldı.
Polonya ve Baltık işi amacına uygun biçimde çözülünce Hitler, ‘’dostu’’ olan Sovyetlere saldırmakta duraklamadı. Böylece Alman-Sovyet savaşı başlamıştı. Almanlar kısa sürede Avrupa Rusya’sının büyük bir bölümünü ele geçirdiler.
Daha 1940 Yılı sonlarında Alman-İtalyan bağlaşmasına Japonlar da katılmıştı.27 Eylül 1940. Japonlar Uzak Doğu’nun gelişmesine engel saydıkları ABD’nin donanmasına baskın yaptılar. Bunun üzerine ABD ve İngiltere, Japonya’ya savaş ilan ettiler. Japonlarla birlik olan Almanlar’da ABD’ye savaş açınca dünya felaketleri akıl almaz boyutlara ulaştı.
Sovyetler’de Almanların kendisine savaş açması üzerine İngiltere ve Amerika yanında savaşa dahil oldu.
Savaşın taraflarını şöyle belirtebiliriz: Bir yanda ABD,İngiltere, Sovyetler Birliği diğer yanda Almanya, İtalya, Japonya.

Savaşın Gelişimi;
• ABD, doğuda Sovyetlere katılarak birlikte Almanları çökerttiler.
• ABD, Kuzey Afrika’dan İngilizlerce kovulan İtalyanların üzerine saldırarak etkisiz hale soktular.
• ABD ve İngiltere, Batı Avrupa’da açılan cephede Normandiya Çıkartması’nı gerçekleştirerek Alman ve İtalyanlara bir darbe daha indirdiler.
• Almanya bu darbelerden sonra İşgal ettiği topraklardan çıkıp kendi ülkesini savunmaya çekildi.
• Bunun üzerine Sovyetler doğudan, ABD, İngiltere, artık kurtulmuş olan Fransa ise batıdan Almanya üzerine taarruza geçti ve Almanya ağır bir yeniliye uğradı.
• Uzak Doğu’da Japonya karşısında önceleri gerileyen ABD, daha sonra büyük başarılar kazandı.
• Savaş’ta etkisiz hale gelen İtalya’da, Mussolini İtalyan halkı tarafından linç edildi.

Savaş sırasında Türkiye’nin Siyaseti; Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında 19 Ekim 1939’da Karşılıklı Yardım Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Akdeniz’de taraflardan biri savaşa girerse, diğerleri ona yardım edeceklerdi. Ancak Türkiye, İngiltere ve Fransa’nın Sovyetlerle savaşması olasılığına karşı, 1925 Saldırmazlık Paktı’nın geçerliliğini ileri sürmüş ve iki devletle yaptığı 1939 Antlaşmasına karşılıklı yardımın Türkiye’yi bir savaşa sürükleyemeyeceğini öngören bir hüküm ekleterek kendini o bakımdan güvenceye almıştı.

Hitlerin Balkanlar’da ilerlemesi Sovyetleri kuşkulandırmıştı. Sovyetler Türkiye’ye 1925 tarihli saldırmazlık paktının yürürlükte olduğuna dair güvence verdiler.
Rusya üzerine saldıracağı sırada, Türkiye’den bir tehlike gelmemesine özen gösteren Hitler de, 18 Haziran 1941’de bizimle saldırmazlık paktı imzalayarak, Balkanlardaki konumunu güvence altına almıştır.
Avrupa Rusyası’nda ilerleyen Almanların hızını kesmek ve muhtaç olduğu malzemelerikısa yoldan elde etmek için Sovyetler, Türkiye’nin savaşa girmesini istemeye başladılar. İsmet İnönü, Türk-Alman saldırmazlık paktını ileri sürerek, öte yandan da ordusunun modern savaş araç ve gerçlerinden yoksun bulunduğunu söyleyerek, ülkeyi savaşın dışında tutmayı başarmıştır.

Savaşın Bitişi;
1942 Yılı içinde, bağlaşma antlaşması gereği Türkiye’yi savaşa sokmak için, özellikle ingilizler, Rusların isteği üzerine hükümetimizi zorlamaya başladılar. Türkiye savaşa girerse, Almanya önünde yeni bir cephe açılır ve ayrıca Rusya’ya çok muhtaç olduğu malzeme yardımı çabuk gönderilirdi.
İngiliz Başkanı Churchill, İnönü ile 1940 yılı ocak ayı sonunda Adana’da görüştü. İnönü ordunun eksiklikleri tamamlanırsa, savaşa gireceğine söz verdi. Ancak gereken yardım yapılamadığı için, inönü’nün sözü yerine getirilemedi. Sovyetlerin kışkırtması üzerine İnönü, 4-6 Aralık 1944’te Kahire’de Churchill ve ABD Başkanı Roosevelt,tarfından yine savaşa girmeye zorlandı.Bunun üzerine Türkiye, savaş sonu yerini alabilmek için, 1945 Şubatı Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek, bağlaşıklarının isteğini yerine getirdi. Ama aynı yıl Almanya kayısız şartsız teslim oldu. Böylece

Türkiye eylemli bir savaş içerisine girmemiş oldu. Japonyaya açılan savaş zaten sembolikti ve onlarında teslim olmasıyla Türkiye büyük bir savaşı zararsız atlatmış oldu. Türkiye Almanya ile savaşa girseydi büyük ihtimal savaş sonu bölüşmelerine konu olacaktı.İsmet Paşa’nın bu başarılı stratejisi bizi böyle bir sondan uzak tutmuştur.

Türkiye’nin savaş girmesi Sovyetlerin işini zorlaştırdığından 1925 yılında hıncını almak için, saldırmazlık antlaşmasını tek yanlı olarak kaldırdı. Bir sure sonra Boğazlar Rejiminin değiştirilmesini, buraların Türkiye ve kendisi tarafından ortak savunulmasını öneren ve Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan ve Artvin’i de isteyen bir notayı Türk hükümetine gönderdi. Türkiye bu notaya iki kez red cevabı Verdi. Türkiye’nin kararlılığını gören ABD ile İngiltere, Sovyet iddialarının karşısına dikilince, Sovyetler geri adım attı ve buson bunalım da böylece atlatılmış oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’yı adeta işgal eden ve genişleme eğilimi gösteren Sovyetler Birliğine karşı, Batılı devletler Kuzey Atlantik Savunma Antlaşması adlı savunma birliğini kurdular. (ingilizce baş harfleriyle NATO -4 Nisan 1949) Bu birlik Sovyetlerin genişlemesini durdurabilmiştir.Türkiye NATO’ya 10 Şubat 1952’de Yunanistan ile birlikte dahil olmuştur.
Sovyet tehtidi altında bulunan Batı Avrupa ülkeleri birleşerek Avrupa Konseyi’ni kurdular. 5 Mayıs 1949. Bu konseyin amaçları; Avrupa’yı demokratik değerlerin işlediği bir ülkeler topluluğu haline getirmek, insane hakları ve özgürlüklerini el birliği ile korumaktı..Türkiye Avrupa konseyine, 17 Aralık 1949’da girdi. Bu kurum özellikle insan hakları ihlaline karşı durdular ve bu konuda mahkemeler kurdular. (AİHM) Türkiye bu mahkemenin yetkilerini 1987 yılından itibaren tanımıştır.
25 Mart 1952’de Avrupa Konseyi aralarındaki ilişkiyi genişleterek, AvrupaTopluluğu’nu kurdular. (AB)
XX. Yüzyıl sonlarında Sovyetler Birliği ve onun dayandığı kominist rejim çöktü.Sovyetler Birliği dağıldı.


Sınavlarda Hepinize Başarılar Diliyoruz..
 

sinnur

Yeni Üye
Katılım
28 Şub 2015
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bölüm:
Kamu Yönetimi
Şehir:
Samsun
Arkadaşlar ders notlarını neden göremiyoruz?
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst