nzeytinevi
Yeni Üye
- Katılım
- 22 Şub 2013
- Mesajlar
- 764
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
Açıköğretim Din ve Toplum Ders Notları / Ders Kitabı
Sınavlarda Hepinize Başarılar Diliyoruz..
DİN VE TOPLUM
ÜNİTE 1: Temeller ve Tanımlar
Temeller ve Tanımlar
• Thomas Hobbes: “İnsan insanın kurdudur.” İnsanların bir toplum halinde yaşadıkları bütün durumlarda ölesiye ve öldüresiye bir rekabet içinde bulundukları vurgulanmıştır.
- Ünlü kitabı: Leviethan: Kaos durumundaki toplumsal hayatta devletin rolünü ifade eden yedi başlı ejderha metaforuna başvururken Batı siyaset biliminin ve felsefesinin klasikleri arasında yer alır.
• İnsan doğası üzerine tartışan Rousseau, Locke ve Montesquieu gibi aydınlanma filozoflarının asıl dertlerinin insanın nasıl olup da toplum halinde yaşamaya başladığını anlamaktı.
• Rousseau: Toplum Sözleşmesi, İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve Emile gibi eserler yazmıştır.
- Doğa durumunda özünde iyi olan insanların sosyalleşmeyle birlikte bozulduğunu söylemiştir. Tekrar o “iyi” öze dönebilmek için bir erdem olan cumhuriyetle idare edilmeleri gerekir.
• Locke: Doğa durumundaki insan hakkındaki fikirleri liberalizmin de felsefesi kaynağın oluşturmuştur. Ona göre insan doğası itibarıyla iyidir ve hiçbir vesayet ihtiyaç duymaz.
• Montesquieu: Kuvvetler Ayrılığı düşüncesini ilk defa formüle eden düşünürdür. Kanunların Ruhu Üzerine ve İran Mektupları isimli eserleri vardır.
• Bütün toplumlar bir üretim, tüketim ve paylaşım ilişkileri ortaya koyarlar, bu da “ekonomi” dediğimiz davranış örüntülerini görünür kılar.
• Yine bütün toplumlar gelecek nesillere sahip oldukları anlam kodlarını, kültürünü, tarzlarını aktarmak üzere bazı düzenlemelere, uygulamalara veya davranış örüntülerine yani “eğitim” davranışlarına sahiptir.
• Bütün bu davranış örüntüleri nerede olursa olsun ve hangi zamanda olursa olsun insan toplumsallığının ayrılmaz yanlarını oluşturur. Sosyoloji edebiyatında bu davranış örüntülerine “sosyolojik kurumlar” adı verilir.
• Burada kurum, “davranış örüntülerini” ifade eder.
• İşte din de böylesine bir kurumdur. Ne kadar eski olursa olsun ve nerede olursa olsun insanların öte dünyada, görünen dünyanın ötesiyle ilgilendikleri, nereden gelip nereye gittikleriyle ilgili soruları anlamlandırdıkları ve toplumda kutsal ve din dışı alanları oluşturup tamamladıkları belli bir davranış düzeyi daha vardır. Bu da din kurumudur.
• Karl Marx toplumu alt yapı üst yapı arasındaki bir belirlenim ilişkisi olarak tanımlamıştır.
- Altyapı ekonomi yani maddi üretim ilişkilerinden oluşur ve her zaman kendi ihtiyaçları temelinde belli bir aile, bir siyaset, bir din ve ideoloji bir aile ve bir eğitim düzenini üstyapı yaparak belirler.
- Ekonomik altyapı diğer bütün üstyapı olarak nitelenen kurumları tek taraflı olarak belirler.
• Althusser: Yapısalcı Marksizmin ünlü düşünürüdür. Kurumlar arasındaki belirlenimcilik ilişkisini Marksın altyapı/üstyapı eksenine üçüncü bir boyut getirerek açıklar.
- Ona göre toplum yapısı ekonomi, siyaset ve ideoloji ayakları üzerine oturur.
• Weber ise; Protestan ahlakı ile kapitalist ruh arasındaki çekiciliğe dair görüşleri bir ekonomik olgu olarak kapitalizmin oluşumunda bir dinsel zihniyet olarak Protestanlığın çok önemli bir katkısı olmuştur.
• İdeolojik yapıların ve bilhassa dinin ekonomik davranışı belirlediği örnekler çokça bulunabilir.
- İsrail devlet ve toplumunun tüm şekillenişi dinin anlamlandırdığı bir çerçevede gerçekleşir.
- Amerika’daki Mormonlar dinin toplumu şekillendirdiği tipik toplum biçimlerindendir.
- İslam’ın da toplumu baştan aşağıya yapılandırdığı örnekler çoktur.
• Toplumun başka kurumsal örüntüleri örneğin, siyaset, ekonomi, aile veya eğitim durumu bu toplumların önceliklerini belirleyebilir.
- Böylece dindarlığın içeriği veya etkinliği diğer kurumsal örüntülerin belirleyiciliği altında kalır.
- Din yine var olmaya devam etse de belirleyiciliği azalır. Hiçbir toplum için özü itibarıyla dinin veya diğer sosyolojik kurumların daha belirleyiciliği olduğu yönünde bir saptama yapılamaz.
- Toplumlarda hangi kurumların daha belirleyici olacağı toplumun tarihine, dinanizmine göre değişir.
DİNİN SOSYOLOJİK TANIMI
• Din olgusu bütün toplumlarda rastlanacak kadar yaygın ve eski bir davranış örüntüsüdür.
Ancak dinin her toplumda ortaya çıkış kaynağı farklıdır. Din geniş bir gerçekliğe sahiptir.
• Din kendini tanımladığı kadar dünyayı da inananlar ve inanmayanlar şeklinde tanımlar. Her din kendine göre “doğru din” hakkında kendini işaret eden bir tanıma sahiptir.
• Sosyoloji belirli bir dinin kendini veya genel olarak dibi tanımlayışıyla yetinemez.
• Toplumların ortak bir davranış örüntüsü binbir çeşitliliğe sahip olan din olgusunda ortak olanın ne olduğunu aramaya çalışır.
- Aynı zamanda o davranışı dinsel olarak nitelemeyi gerektirecek olanın ne olduğuna dair genel kuralları belirlemeye çalışır.
- Bu açıdan, dinlerin din tanımı dinin sosyolojik tanımının kendini en temelde ayırt etmesi gereken şeydir.
- Sosyolojik düşünme ile dinsel düşünme temelden birbirinden farklıdır.
• E.B. Tylor: Bilimsel olarak kabul edilebilecek “asgari bir din tanımı” için, “ruhsal varlıklara inanmayı” şart koşuyor.
• Durkheim’ın din olgusu Tylor’un bu tanımına eleştiri ile başlar.
- “Din, kutsal şeylere, yani bir kenara ayrılmış ve yasaklanmış şeylere ilişkin inanç ve uygulamaların birleşik bir sistemi (düzeni) –kilise diye anılan - bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve pratikler (uygulamalar), onlara taraftar olanların tümü” olarak ifade edilir.
Kutsal ve Din Dışı
• Kutsal kavramı Durkheim’ın bütün toplumları incelerken baz aldığı kavramlardan biridir.
- Ona göre bütün toplumlar her şeye “kutsal” ve “din dışı” şeklinde ayıran bir kategorilendirme düzenine sahiptirler.
• Kutsaldan ise sadece Tanrılar veya kutsal ruhlar kast edilmez. Bir taş, bir ağaç, bir odun parçası veya bir ev, bir simge, bir nehir veya herhangi bir cisim kutsal olabilir.
• Sosyoloji bu kutsalların bizatihi kendi etkilerinin var olup olmadığı sorusuyla ilgili değildir.Kendilerine atfedilen inancın doğruluğu veya yanlışlığı ile ilgili asla bir şey söylemeksizin insanların onlara yakıştırdıkları özellikler dolayısıyla kendi davranışlarını belirlemeleri sosyolojik açıdan önemsenecek bir durumdur.
• Din de durkheim’a göre “kutsal şeylere yani bir kenara ayrılmış ve tabulaşmış şeylere ilişkin birleşik bir inançlar ve davranışlar sistemidir.”
• Durkheim’in dinde aradığı bir özellik de bir kilise veya bir inananlar topluluğunun kutsal karşısında temsil edilmesidir.
- Kilise ile cemaat bu açıdan birbirini tamamlayan boyutlar da sayılabilir.
• Kutsallaştırma sadece bilinen geleneksel dinlerde olmuyor, ateist bazı toplumsal hareketlerde de yaratılan şahıs kütleri, mücadele sürecinde atfedilen kutsallık, ölümlerin şehitlikle nitelenmesi gibi durumlar da din sosyolojisi açısından incelenmeyi hak eder.
• Aguste Comte’un da nihayetinde idealize ettiği dünyayı bir tür pozitivizm dini olarak tasarladığını biliyoruz. Bu dünyanın peygamberleri bilim adamları, cenneti insanların hafızları, kilisesi fabrikalardır ama baştan sona bir kutsallık arayışıyla bezenmiş olduğunu görüyoruz.
Cemaat veya Tek Bir Ahlaklı Toplulukta Birleştiren İnançlar Bütünlüğü
• Dinlerin en önemli işlevlerinden birisi mensuplarını ortak bir inanç etrafınd birleştirmeleridir.
• Fenomenoloji ve etnometodolojiye göre bütün toplumlar ancak bu ortak algılar sistemiyle (düzeniyle) var olabiliyorlar.
• Din bu ortak algılar düzenini en iyi düzenleyen mekanizmalardan biridir sadece. Dinin yeterince güçlü olmadığı toplumlarda bile bunun yerini değişik düzeylerde büyük veya küçük çaplı ideolojiler alır.
• Dinin inanç paylaşımının en doğrudan toplumsal sonucu cemaatleşmedir. Cemaat ortak inanç ve algıya dayalı olarak oluşan topluluğu başkalarından ayıracak bir bilinci de geliştirir.
• Dinin inananları gerektiğinde tam bir öbek bilinci içinde inanmayanlara karşı bir birlik ve dayanışma davranışına kolaylık girerler.
• Dini cemaat böylece insanlara bir kimlik verirken başkalarından ayrışmayı da öğretir.
• Dinin sosyolojik tezahürleri açısından en önemli yanı cemaat boyutudur. Çünkü dinin doğrudan etkisi yol açtığı bu öbek bilinci, dayanışma örüntüleri ve bunun üzerinden girilen ittifak veya çatışmalardır.
• Dinin sosyolojik görünürlüğü de yine bu cemaat boyutunda olmaktadır.
DİN SOSYOLOJİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
• Din sosyolojisinin ortaya çıkışı ve gelişimi genel olarak sosyolojinin ortaya çıkışı ve gelişimiyle aşağı yukarı aynı tarihe sahiptir.
• Orta Çağ Hristiyan kozmolojisinin diğer insanlar ve inançlar hakkındaki görüşlerine karşılık İslam dünyasında çok daha eski bir literatür (edebiyat) vardır.
• Büyük İslam bilgilerinden Şehristani’nin el-Milel ve’n-Nihal isimli eseri ile Endülüslü büyük alim İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel ve Ehvai ve’n Nihal isimli eseri bu alandaki en önemli öncü metinlerdir.
- Bu eserlerde farklı dinler kendi kavramlarıyla tanıtılırken bir tür fenomenolojik veya anlamacı din sosyolojisi çabasının ilk örneklerini de verilmiş, farklı dinlerin inançları kendi kavramlarıyla anlatılmaya çalışılmıştır.
- Milel; milletin(yani dinin) çoğulu olarak vahye dayalı bütün dinleri kapsayan bir kavramdır. Nihal ise kupkuru zan ve vehim anlamına gelen Nıhle’nin çoğulu olarak vahye dayanmayan din, düşünce veya akımları kapsıyor.
- Bu sınıflandırmaların insanların ırk ve kavimlerine göre değil inanç ve eylemlerine referansla yapılmış olması dikkat çekicidir.
• Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim: Kitabü’l Milel ve’n Nihal, Tel-his’ül Aksam li- Mezahibi’l Enam, Musaraatü’l Felasife, Tarihü’l Hükema ve el-Mehde’ve’l Mead
• Batı’da ise Hristiyanlığın veya Yahudiliğin başka dinlere olan ilgisi nispeten daha zayıf kalmıştır.
• Yahudilik İsrailoğullarının dışında kalan insanların tamamını gentile olarak neredeyse tek kategoride değerlendirirken inançlarını önemsiz, ilgilenmeye değmez olarak görmüştür. Arapça “ümmi” diye ifade edilen “okuma-yazma bilmez” olarak anlaşılan sözcük aslında “Yahudi Olmayan” anlamına gelir.
• Hristiyanlar için de insanlar yeterince tanımlanmış ve sınırlı bir çeşitliliğe sahipti. Yahudilik ve Hristiyanlık dışında kalanlara paganistler olarak önemsenebilecek bir çeşitlilik arz etmiyordu.
• Bryan S. Turner’ın tespitiyle bu huzursuz teolojinin etkisi altındaki oryantalizm özellikle 17 .y.y dan beri öteki kültürlerle karşılaştıkça bu yüzden derin bir “ötekilik” algısı oluşturmuştu.
• F.Bacon’un ve David Hume’un dinin tabiatına dair yaklaşımları din sosyolojisinin ve antropolojinin modern zamanlardaki ilk nüvelerini oluşturmuştur.
• Özellikle David Hume’un yaklaşımı dinler tarihine dair doğrusal bir ilerleme modeli yerine çok daha açıklayıcı bir döngüsel sarkaç modelini önermiştir.
- Pozitivist yaklaşım dinlerin çok Tanrılı, hurafeci bir anlayıştan tek Tanrılı rasyonel bir noktaya doğru evrildiğini anlatır.
- Hume ise, çok daha önceden hem dinler arasında hem de her dinin kendi içinde çok Tanrıcılıktan(hurafecilikten) tek Tanrıcılığı (kitabiliğe) ve oradan tekrar çok Tanrıcılığa doğru geçişler olduğunu anlatır.
- Hume: Aydınlanmanın nedenselci ve akılcı tezlerine karşı çıkmış, deneyselci bir yaklaşımı benimsemiştir. Dinin Doğası üzerine olan kitabu din sosyolojisi tarihi açısından başlangıç metinlerinden biridir.
• Comte tarihi doğrusal bir ilerleme mantığı üzerine kuruyordu. Üç Hal Yasası olarak bilinen bu kurgusuna göre, Comte, dini “teolojik” dediği birincil hale ait görüyordu.
- Felsefi dediği ikinci halde zayıflayaraj da olsa ayakta kalmış olan dinin, geleceğin “pozitif bilimsel” halinde tamamen yok olacağını ön görüyordu.
• Marks da dini bir üst yapı kurumu olarak ve yine bir sorun olarak inşa ederken bu yaklaşımıyla din sosyolojisinin şekillenmesine önemli katkı yapmış oluyordu.
- Ona göre din diğer üst yapı kurumları gibi egemen sınıflarına çıkarına hizmet eden bir ideoloji olarak görüyordu.
• Durkheim’ın dinin özünü ve kökenini bulak üzere ilkel dinler üzerine yaptığı ve “Dini Hayatın Temel Biçimleri” başlığı altında toplamış çalışmaları ile Weber’in Marks’ın maddeci yaklaşımlarına bir tür reddiye gibi algılanmış olan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eseri din sosyolojisi alanını disipline eden temek referansları olmuştur.
DİNİN KÖKENİNE DAİR SOSYOLOJİK TEORİLER
• Comte bugün bir veri, bir gerçek olarak karşımızda duran din olgusunun tamamen insanın kendi bilgisizliğini telafi etmek üzere başvurduğu bir açıklamalar toplamı olarak kendi uydurmasıyla ortaya çıkmış olduğunu söylemiştir.
• Maden Tanrı bu sebebi açıklanamayan olaylar dolayısıyla ortaya çıkmıştır, o halde bütün nedenleri ortaya koyduğumuzda, yani bilim bütün açıklanamayanları açıkladığında, Tanrı fikrine de ihtiyaç duymayacağız demektir. O yüzden geleceğin pozitif dünyası bilimin her şeyi açıklayacağı bir dünya olacağı için dine de Tanrı fikrine de yer kalmayacaktır.
• Halbuki dinin on binlerce yıl önce nasıl ortaya çıkmış olabileceğini bugünden tespit etmek mümkün değil. Kaldı ki Comte’un düşündüğünün aksine insanlar daha fazla bilgilendikçe dinsel açıklamaların yeri ayrı tutuluyor hatta bu açıklamalarla dini düşünce daha da pekişebiliyor.
• Ludwing Feuerbach Tanrının yine insan tarafından uydurulmuş olduğunu, ama biçim olarak Comte’un düşündüğünden farklı olarak ve bir ihtiyaç yaratıldığını düşünmüştür.
- Ona göre yeryüzünde yetenekleri ve güçleri bakımından doğa karşısına oldukça zayıf kalan insan, kendi zaaflarının ve eksiklerinin tamamlanmış olduğu kendi varlığının mükemmel bir suretini Tanrı olarak yaratmış.
- Ona göre bir dönemin düşüncesine yansıyan Tanrı öğrenince aslında sadece o dönemin insanını öğrenmiş oluruz.
- Yine de o, dinin toplumsal işlevini önemsemekte, bu işlevler üzerinde durmaktadır.
- Feuerbach Sol Hegelcilerin ünlü temsilcilerindendir. Hristiyanlığın Özü isimli kitabıyla din hakkındaki görüşleri marksın kendi kuramını geliştirmesinde önemli olmuştur. Marks onun görüşlerinden etkilenirken ondan farkını ortaya koymak için yaptığı eleştirileri sayesinde kendi görüşünü de geliştirmiştir.
• Marksa göre din bir üst yapı kurumu olarak insanlarca yaratılmış olgudur.
- Marksa göre insan dini inşa eder, din insanı değil. İnsan insanın dünyası, devleti, toplumudur. Dinsel ızdırap aynı zamanda gerçek ızdırabın bir ifadesi, gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, bastırılmış varlığın müşahadesi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir, tıpkı ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi. Din insanın afyonudur.
• Durkheim’in çalışmalarına yön veren varsayımlar şöyle sıralanabilir.
1- Dinin en ilkel toplumlarda da bulunan temel bir şekli vardır ve ilk ortaya çıktığında nasıl ise bu şekil bugünkü ilkel kabilelerde de aynı şekliyle bulunabilir. Avusturalya kabileleri arasında yaşamakta olan din binlerce yıl önce dinin ilk ortaya çıktığında yaşayan dinle aynıdır.
2- Din toplumların gelişmesine paralel olarak basitten karmaşığa, çok Tanrılıktan tek Tanrılığa doğru bir evrim geçirir/geçirmiştir.
3- Nitekim Durkheim dinin basitçe insan tarafından ve toplumsal bir işlevi yerine getirmek üzere uydurulmuş olduğu varsayımına dayanıyor.
• Din fikrinin ilk defa bütün insanlığın aklına nasıl gelmiş olduğunu bugünden bilimsel bir yolla tespit etmenin imkanı yoktur. Çünkü:
1- Bugün bazı ilkel kabilelerde dinin yaşanma biçimi dinin geçmişteki bütün örneklerde böyle yaşanmış, doğmuş olmasını da göstermez.
2- Nasıl bugün ilkel kabilelerle eş zamanlı olarak alabildiğine gelişmiş medeniyetler örneklerini beraber sergiliyorlarsa geçmişte de en ilkel sanılan dinsel biçimlerle eş zamanlı olarak daha medeni veya karmaşık versiyonlar da ortaya koymuştur.
3- Dahası çok ilkel sayılabilecek bazı toplumlarda yine tek tanrılı dinsel inançların varlığı da gösterilebilir.
4- Esasen dinin kökeninin çok Tanrılı olduğu ve dinlerin Tek Tanrılı bir dine doğru geçiş yaptığı düşüncesi basit bir evrimci tarih anlayışını temel almaktan kaynaklanıyor.
- Oysa bu temel varsayımın kendisi sorunludur. Dinin çok Tanrılık ile Tek Tanrılık arasındaki veya rasyonalizm ile irrasyonalizm arasındaki seyri konusunda ampirik örnekler David Hume’un sarkaç modelini daha fazla doğruluyor.
- Ancak ilk dinsel tecrübenin nasıl yaşanmış olabileceğine dair gözlem ve deneye dayalı modern bilimin söyleyebileceği fazla bir şey yoktur.
• Esasen köken sorunu sadece din konusunda değil, aile ve siyasetle ilgili diğer konularda da benzer yanlışlara yol açmaya teşne bir sorundur.
• İlk dönem hakkındaki bilgiler ampirik değil mantıksal olarak temellendirilir.
O mantığın temeli ise;
a) Bütün toplumların aynı süreçlerden geçtiği,
b) Bu sürecin basitten karmaşığa, özel mülkiyetin yokluğundan mülkiyetli topluma ve ailenin de bu mülkiyetin bir parçası olduğu,
c) Bugünün ilkel kabilelerinde ( nasılsa gelişimini tamamlamamış olması dolayısıyla) eski toplumun görülebileceği gibi alt varsayımlara dayanıyor.
DİN SOSYOLOJİSİ VE DİNİ SOSYOLOJİ FARKI
• Din sosyolojisi, dinin bir toplumsal kurum olarak toplumdaki rolünü ve etkisini incelemeye çalışan bir bilim dalıdır.
• Dinin sosyolojik bir kurum olduğu yani dünyanın her yanındaki bütün toplumlarda mutlaka var olduğu üzerinde uzlaşılmış bir tespittir.
• Toplumlarda paylaşılan belli bir kutsallık inancı ve bu kutsallık etrafında paylaşılmış bir uygulamalar alanı varsa sosyoloji için ilgiye veya kayda değer bir din olgusu da var demektir.
• Sosyolojinin görevi paylaşılan bu kutsallıkların toplumda ne ölçüde etkili olduğu, toplumu bir arada tutma veya başka toplumlara dair ne tür algılar ürettiği ve bu algılardan ne tür toplumsal dayanışma veya çatışmaların ortaya çıktığını tespit etmeye çalışmaktır.
• Bunun yanı sıra, din olgusunun diğer sosyolojik kurumlarla olan etkileşimlerini de inceler.
• Teokrasi, laiklik veya din devlet ilişkilerine dair diğer kombinasyonlar da din sosyolojisinin önemli konularındandır.
• Demokratik siyasete katılımda bulunan vatandaşların davranışlarında dini inanç veya cemaatleşmelerinin etkisi de din sosyolojisi açısından her zaman önemsenen konulardan olmuştur.
• Dini sosyoloji, sosyolojiyi dinin veya belli bir dinin perspektifinden (bakış açısından) ele almaktadır.
• Buna göre söz konusu dinin nasıl bir toplum yapısı önerdiği, kurumlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair tespitlerinden ziyade önerileri temellendirilmeye çalışılır.
• Burada söz konusu dinin içinden, o dinin hakikat iddialarına inanılmış olarak yola çıkılır.
• İbn Haldun’un Mukaddime isimli kitabı aslında İbretler Kitabı olarak tasarladığı tarihin yöntem bilgisini içeren giriştir.
DİNİN SOSYOLOJİK İNCELEMESİ: METODOLOJİ TARTIŞMASI
• Metodoloji her zaman bir şeyin aslına en uygun bilgiyi elde etmenin yolunun ifade eder.
• Sosyolojik metodoloji de din olgusunun toplumdaki etkilerini, insanlar için anlamını gerçeğe en yakın şekilde çözümlemek hedeflenir.
• Derinlemesine mülakat, odak grup (öbek) çalışması, katılımcı gözlem gibi yollar din sosyolojisi çalışmaları için çokça başvurulması gereken yollardır.
• Marksist bakış açısından, örneğin, din nasılsa bir üstyapı kurumu olduğu için onu anlamak için ona bakmak bile gereksizdir. Var olan üretim ve paylaşım ilişkilerine bakarak bu ilişkilerin nasıl bir din kurumu gerektirdiği çıkarsanabilir. Açıktır ki bu da metodoloji sorunudur.
• Aktörlerin (oyuncuların) kendi eylemleri hakkındaki niyetleri veya anlam kodları genellikle ihmal edilir. Oysa bu niyetler ve açıklamalar çok önemlidir ve insanların belli olaylara katılırken hangi niyet ve motivasyonla hareket ettiklerini gösterir.
• Dini incelemenin bir yolu olarak bir din cemaatinin referans aldığı metinleri incelemek sıkça başvurulan bir yoldur. Fakat her zaman sağlıklı sonuç vermez.
BİR SOSYAL FAKTÖR (ETKEN) OLARAK DİN VE DİNİ İNANÇLAR
• Sosyoloji sosyal oyuncuların, yani insanların birbirleriyle etkileşimlerini, bu etkileşimler sonucunda ortaya çıkarttıkları sosyal olay ve olguları ele alır.
• Bir kişinin kendi başına yaptığı ve sadece kendisini ilgilendiren, kendi bireyselliğiyle sınırlı kalan bir davranış genellikle sosyal bir davranış olarak nitelenmez.
- Sosyal sayılabilmesi için başka birinin davranışına yönelmesi ve başka insanlarla bir etkileşim içinde olması gerekli görülür.
• Dua eyleminin bir anlamı olduğu ve bu eylem yoluyla dünyaya bir etkide bulunabileceği ortak anlayışının kendisi dünyaya bir etkide bulunuyordur. Topluca yapılan duanın dünyanın algılamasında ve inşasında özel bir etkisi vardır.
• Sosyolojik anlamda farklı Allah düşüncelerinin insanların hayatları üzerinde farklı etkileri oluyor.
• Farklı dini inançlar farklı eylem tarzlarını ortaya çıkarabiliyor. Bu dini inancın insan üzerindeki etkisini gösteriyor.
• Tanrı veya din sonuçta insanın zihninde veya kalbinde olan bir konu olsa da insan davranışları üzerinde en azından bu yolla da olsa bir aktör (oyuncu) olarak etkide bulunmaktadır.
KLASİK SOSYOLOJİK TEORİLERDE DİN
• Rousseau, Locke ve Hobbes’dan Montesquieu ve Tacqueville’ye ve Vico, Newton, Hume, Spinoza, Leibniz, Kant ve Hegel’e kadar bütün büyük felsefecilerin dine dair bir açıklamaları veya duruşları olmuştur.
• Alexis de Tacqueville: Liberal düşüncenin öncü isimlerindendir. Amerika’da Demokrasi isimli kitabı vardır.
- Dinin Amerikan toplumu içinde bir sivil toplum ve demokrasi kültürünün oluşumuna yaptığı katkılar Amerika’daki 9 aylık doğrudan gözlemlerine dayalı tam bir din sosyolojisi çalışması örneğidir.
• Rousseau’nun Toplumsal Sözleşmesi’nde din ve devletin birlikteliğini ideal toplum için ideal bir durum olarak önerdiği çalışması da güçlü tarihsel verilere dayalı ampirik bir boyuta sahiptir.
• Hume’un dinlerin tarihini bir sarkaç modeliyle açıklayan yaklaşımları da sonuçta bir din üzerinde yaptığı gözlemsel incelemelere dayanıyor.
Aguste Comte
• Bir hurafe olarak dinden evrensel bilim dinine: Sosyolojinin kurucusu kabul edilen Comte aynı zamanda pozitivizmin de kurucusudur.
• Saint simon’dan etkilenerek insanlık tarihini bir evrim süreci içinde değerlendirilmiş ve dinin de bu evrim sürecinde paralel olarak bir değişim geçirdiğini düşünmüştür.
• Comte, insanlık tarihini üç evreye ayırmıştır;
1- Teolojik Evre: Dinsel ve mitolojik düşünce veya bilgi biçiminin hakim olduğu dönem.
2- Metafizik Evre: Felsefi düşüncenin hakim olduğu dönem. Bilimsel evreye nazaran ilkel bir evredir.
3- Bilimsel Evre: Pozitif düşüncenin egemen olacağı dönem.
• Comte dinsel düşünceyi ilkel zamanlardaki insanlık durumuna özgü bir cehalete bağlamış ve bilgi seviyesinin artışı oranında aşılacak bir evre olarak gördüğü halde Comte’un kendisinin bilimsel dönemlere özgü bir din inşa etme yoluna gitmiş olması da ilginçtir. Dinin toplum için işlevsel yönleri olan bir gereklilik olduğunu da kabul etmiş oluyor.
• Comte bu düşünceden hareketle bir insanlık dini tasarladı. Temelimde bilimin olduğu bu dinde kendini de başrahip olarak ilan etti.
Karl Marx: Yanlış Bilinç ve Kalpsiz Bir Dünyanın Kalbi Olarak Din
• Marks’a göre dinin gerçek bir varlığı yok, olsa olsa maddi dünyanın çarpıtılmış bir yansımasıdır ve toplumdaki işlevi de bu temel varsayıma göre değerlendirilmelidir.
• Hegel’in Hukuk Felsefesi’ni Eleştiriye Katkı isimli meşhur eserinde din eleştirisinin Almanya’da tamamlanmış ve geride kalmış olduğunu söylemişse de o bu eleştiriye daha da ileriye götürmüştür.
• Dinin bireysel değil toplumsal bir ürün olduğunu ve bu ürünün de yanlış ve aldatıcı bir dünya oluşturduğunu anlatır.
• Din egemen düzenin sürdürülebilmesi için gerekli ideolojik desteği, bu düzenin yaraladığı ve konumları gereği isyan noktasına gelebilecek insanlara gerekli teselliyi ve huzuru yatıştırıcı bir afyonla yani aldatarak verir.
• Marksa göre dine karşı mücadeleyi doğrudan dine yöneltmek de gereksizdir. Çünkü asıl olan bu haliyle yansıtmasını sağlayan maddi gerçekliği, yani üretim ilişkilerini değiştirmektir.
• Marksın din konusundaki çalışmaları şu kitaplarında ağırlıklı olarak yer almıştır:
- Hegel’in Hukuk Felsefesi’ni Eleştiriye Katkı
- Alman İdeolojisi
- Feuerbach Üzerine Tezler
- Kapital
• Kısacası Marks, dine tem bir üstyapı kurumu olarak hem de ideoloji olarak yaklaşmış, her iki yaklaşımında da dinin bir insan kuruntusu olduğunda ısrar etmiştir.
• Din sosyolojisinin sonradan epeyce gelişmiş çerçevesi açısından birkaç eksiği veya yanlışı zikredebiliriz.
- Dinin işlevi hususunda kendi teorik çerçevesini bir açıklama temeli olarak almış, dinlerin kendi içlerindeki çeşitliliklerine ve ne dediklerine hiç bakmadan bütün dinlerin üstyapı kurumları olarak maddi dünyanın bir yanlış bilinci olduğuna hükmetmiştir.
- Halbuki dindar insanların bu çeşitlilikleri arasında tam da egemen sınıflara direnişi motive eden, o direnişe dair güçlü teorik dayanaklar oluşturan söylemler de olabilir, olmuştur da.
- Marks dini bir ideolojiye indirgerken tarihsel materyalizmi doğrultulmuş bir ideoloji olarak sunmuş, oysa bunun da benzer bir çarpık bilince yol açmasını da görememiştir. Emile Durkheim: Toplumsal Yapıştırıcı Olarak Din
• Din sosyolojisinin gerçek anlamda çerçevesi belirlenmiş bir disiplin olarak ilk defa Durkheim tarafından uygulanmıştır.
• Din olgusunu bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmış ve onun toplumdaki rolünü, işlevini ampirik yöntemlere dayanan yaklaşımlarıyla açıklamaya çalışmıştır.
• Durkheim bütün dinlerin kökeninin bir olduğunu ve dünyada var olan bütün dinlerin beli bir tarihsel gelişimin değişik evrelerine göre şekillendiğini düşündü.
•Sanayi toplumu farklı kültürlere ve inançlara sahip birçok insanı bir araya getirmiştir. Daha önce homojen bir çevrede yaşamakta olan ve bundan dolayı beraber yaşadığı insanlarla aynı anlam dünyasını paylaşan modern insan şehirde kendi inancını hiç tanımayan, o inançlara karşı tamamen kayıtsız insanlarla karşılaştıkça kendi inançlarına olan bağlılığında bir güvensizlik hissi oluşmaya başlıyor.
• Durkheim’in anomie (anomi) dediği bu oluşum sanayi sonucu oluşan kentlerin tipik özelliğidir. Bu ortam paylaşılan normların zayıflaması anlamına geliyor.
• Durkheim’in meşhur eseri İntihar, dini inançların bu şekilde zayıflaması ile intihar oranının artışı arasında da anlamlı bir ilişkinin var olduğunu bulgular.
• Protestanların daha fazla yaşadığı ülkelerde de cemaat değerlerini daha fazla önemseyen Katolikliğe nazaran daha fazla intihar vakasının yaşandığını tespit eder.
• Durkheim gerçek bir sorunun çözümüne yönelmiştir.
• Durkheim’in dinle ilgili temel kitabı Dini Hayatın Temel Biçimleri’dir. Temel varsayımı bütün dinlerin özünün aynı olduğu ve hepsinin belli bir evrim sürecinde aynı aşamalardan geçerek geliştikleridir.
• Durkheim dinin “en temek” biçimlerinden, din hakkındaki en temel, basit şeyi kast ettiğini söylüyor ve onu da “kutsal” ve “kutsal olmayan” şeyler arasındaki ayrıma indirger.
• Din her tarafta bulunan sosyal bir kurumdur. Ancak ilkel insanlar arasında dinin en temel formu olarak totemizmi temsil eder.
• Durkheim, insanlar durduk yere bir toteme tapmazlar der. Aksine totem dedikleri şey genellikle kendi toplumsal varlıklarını temsil eden bir simgedir. O simge ise kendilerini sınırlandırır veya kendi kabilelerine karşı olan başka bir simgeyle olan ilişkisine göre konumlandırılır.
• Kısacası, totem toplumun kendisini temsil eder ve toteme tapınmak aslında bizzat toplumun kendisine tapınmak anlamına gelir.
• Her takımı temsil eden simgenin zamanla fanatik taraftarları için fetişleşme sürecine girdiğini görebiliyoruz. Bu totemizmin bir tür örneği sayılabilir mi?
• Durkheim yapısalcı-işlevselci düşüncenin en önemli ismi sayılır. Toplumu bir organizma olarak düşünmüş ve her toplumsal kurum veya birimin bu yapıda bir işlevi yerine getirdiğini düşünür.
• Dinin de işlevi toplumu bir arada tutmak, toplumu kaynaştırmaktır.
• Robert K. Merton örneğin, bir işlevi yerine getiren herhangi bir kurum veya birimin bunu hangi ölçekteki bir toplum için yerine getirdiğini sormuştur.
Max Weber: Anlamlı Sosyal Eylem ve Motivasyon Olarak Din
• Yorumlamacı sosyolojinin ilk ve en önemli ismi olan Weber’in din sosyolojisi ile ilgili çok özel ve güçlü çalışmaları vardır.
• Sosyolojinin başlıca rolünü sosyal eylemin yorumlanması ve anlaşılması olduğunu söyleyen Weber’e göre “sosyal eylem” de anlamlı eylemden ibarettir. İnsan bütün eylemlerini bir anlam atfederek yapan bir varlıktır.
• Weber’e göre pozitivist sosyologlar kişinin kendi eylemi hakkındaki yorumunu dinlemeden kendi heybelerindeki teorilerden yola çıkarak o insanların eylemlerini açıklamaya koyuluyorlar.
• Teoriden yola çıkarak gerçekliği açıklamak özellikle Marksistlerin çok sık yaptıkları bir hata.
“Açıklamacı sosyoloji” ile “anlamacı sosyoloji” arasındaki bir ayrımın netleşmesine yol açarken weber’in birinci önceliğinin eylemin oyuncularını “anlamak” olduğu görülür.
• Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu nda Marksistlere göre basitçe ekonomik şartların bir sonucu veya türevi olmaktan ibaret olan Protestan hareketin, aksine kapitalizmin ortaya çıkmasında etkili olan bir çalışma ve iş ahlakı motivasyonu sağladığını keşfeder.
• Weber kapitalizmin ilk ortaya çıktığı yerlerin Protestanların yoğun olarak yaşadığı yerler olduğundan hareketle varır.
• Weber için anlamacı sosyolojinin adı “verstehende sociology”
• Din sosyolojisi ve Din sosyolojisi üzerine makalelerinin derlendiği kitapları da vardır.
Gerçekliğin Zihinsel İnşası ve Din (Fenomenoloji ve Etnometodoloji)
• Weber sonrası din çalışmalarının giderek onun gölgesi altında yürütüldüğünü söylemek abartılı olmaz.
• Fenomenoloji din çalışmalarında insanların dünyayı zihinlerinde nasıl ve hangi kavramlarla kurduklarını araştırır. Gerçekliğin gerçekte ne olduğu değil, o gerçekliğin insan zihnine nasıl yansıdığı önemlidir.
• Fenomenin Türkçesi görüngü, Osmanlıcası zahiriyedir.
• Felsefe fenomenoloji modern dönemde Edmund Husserl’in çalışmalarıyla somutlaşır.
• Fenomolojik ismin ilk önemli ismi Alfred Schutz’dur, ama onun başladığı yolu sonuna kadar yürüyen geliştirdiği anlamacı sosyoloji yöntemleriyle Max Weber olmuştur.
• Daha sonra Mircea Eliade ile Peter Berger’in çalışmaları dinin fenomonolojik yolla çalışması için en önemli çalışmaları yapmışlardır.
• Din herşeyden önce bir inanç olarak bir güçlü zihinsel performanstır. Bu performans gerçekliğin algılanması, etkilenmesi ve dönüştürülmesinde çok önemlidir.
• Bu yaklaşıma göre gerçekliğin anlamanın yolu bizzat gerçekliğe gitmek değil, gerçekliğin insan zihnine nasıl yansıdığına gitmekten geçer.
• Etnometodolojinin de temeli fenomenolojiye dayanır. İnsanların zihinlerine gerçekliğin yansıyan bir görüntüsü vardır ancak bu görüntünün her insan tekinin zihninde aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Herkes kendi zihnine yansıyan gerçeklik ile başkalarının zihnine yansıyan gerçekliğin aynı olduğunu zanneder veya varsayar.
• Harold Garfinkel geliştirdiği bir yöntemle bizim ortak gerçek algımız ne kadar farazi olduğu bazı testlerle gösterilmeye çalışılır.
• Hem Fenomenoloji hem Etnometoloji; hem geleneksel hem modern toplumda din olgusunun nasıl işlediğini anlama konusunda çok önemli bir metodolojik yaklaşım sunuyorlar.
ÜNİTE SONU
ÜNİTE 1: Temeller ve Tanımlar
Temeller ve Tanımlar
• Thomas Hobbes: “İnsan insanın kurdudur.” İnsanların bir toplum halinde yaşadıkları bütün durumlarda ölesiye ve öldüresiye bir rekabet içinde bulundukları vurgulanmıştır.
- Ünlü kitabı: Leviethan: Kaos durumundaki toplumsal hayatta devletin rolünü ifade eden yedi başlı ejderha metaforuna başvururken Batı siyaset biliminin ve felsefesinin klasikleri arasında yer alır.
• İnsan doğası üzerine tartışan Rousseau, Locke ve Montesquieu gibi aydınlanma filozoflarının asıl dertlerinin insanın nasıl olup da toplum halinde yaşamaya başladığını anlamaktı.
• Rousseau: Toplum Sözleşmesi, İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve Emile gibi eserler yazmıştır.
- Doğa durumunda özünde iyi olan insanların sosyalleşmeyle birlikte bozulduğunu söylemiştir. Tekrar o “iyi” öze dönebilmek için bir erdem olan cumhuriyetle idare edilmeleri gerekir.
• Locke: Doğa durumundaki insan hakkındaki fikirleri liberalizmin de felsefesi kaynağın oluşturmuştur. Ona göre insan doğası itibarıyla iyidir ve hiçbir vesayet ihtiyaç duymaz.
• Montesquieu: Kuvvetler Ayrılığı düşüncesini ilk defa formüle eden düşünürdür. Kanunların Ruhu Üzerine ve İran Mektupları isimli eserleri vardır.
• Bütün toplumlar bir üretim, tüketim ve paylaşım ilişkileri ortaya koyarlar, bu da “ekonomi” dediğimiz davranış örüntülerini görünür kılar.
• Yine bütün toplumlar gelecek nesillere sahip oldukları anlam kodlarını, kültürünü, tarzlarını aktarmak üzere bazı düzenlemelere, uygulamalara veya davranış örüntülerine yani “eğitim” davranışlarına sahiptir.
• Bütün bu davranış örüntüleri nerede olursa olsun ve hangi zamanda olursa olsun insan toplumsallığının ayrılmaz yanlarını oluşturur. Sosyoloji edebiyatında bu davranış örüntülerine “sosyolojik kurumlar” adı verilir.
• Burada kurum, “davranış örüntülerini” ifade eder.
• İşte din de böylesine bir kurumdur. Ne kadar eski olursa olsun ve nerede olursa olsun insanların öte dünyada, görünen dünyanın ötesiyle ilgilendikleri, nereden gelip nereye gittikleriyle ilgili soruları anlamlandırdıkları ve toplumda kutsal ve din dışı alanları oluşturup tamamladıkları belli bir davranış düzeyi daha vardır. Bu da din kurumudur.
• Karl Marx toplumu alt yapı üst yapı arasındaki bir belirlenim ilişkisi olarak tanımlamıştır.
- Altyapı ekonomi yani maddi üretim ilişkilerinden oluşur ve her zaman kendi ihtiyaçları temelinde belli bir aile, bir siyaset, bir din ve ideoloji bir aile ve bir eğitim düzenini üstyapı yaparak belirler.
- Ekonomik altyapı diğer bütün üstyapı olarak nitelenen kurumları tek taraflı olarak belirler.
• Althusser: Yapısalcı Marksizmin ünlü düşünürüdür. Kurumlar arasındaki belirlenimcilik ilişkisini Marksın altyapı/üstyapı eksenine üçüncü bir boyut getirerek açıklar.
- Ona göre toplum yapısı ekonomi, siyaset ve ideoloji ayakları üzerine oturur.
• Weber ise; Protestan ahlakı ile kapitalist ruh arasındaki çekiciliğe dair görüşleri bir ekonomik olgu olarak kapitalizmin oluşumunda bir dinsel zihniyet olarak Protestanlığın çok önemli bir katkısı olmuştur.
• İdeolojik yapıların ve bilhassa dinin ekonomik davranışı belirlediği örnekler çokça bulunabilir.
- İsrail devlet ve toplumunun tüm şekillenişi dinin anlamlandırdığı bir çerçevede gerçekleşir.
- Amerika’daki Mormonlar dinin toplumu şekillendirdiği tipik toplum biçimlerindendir.
- İslam’ın da toplumu baştan aşağıya yapılandırdığı örnekler çoktur.
• Toplumun başka kurumsal örüntüleri örneğin, siyaset, ekonomi, aile veya eğitim durumu bu toplumların önceliklerini belirleyebilir.
- Böylece dindarlığın içeriği veya etkinliği diğer kurumsal örüntülerin belirleyiciliği altında kalır.
- Din yine var olmaya devam etse de belirleyiciliği azalır. Hiçbir toplum için özü itibarıyla dinin veya diğer sosyolojik kurumların daha belirleyiciliği olduğu yönünde bir saptama yapılamaz.
- Toplumlarda hangi kurumların daha belirleyici olacağı toplumun tarihine, dinanizmine göre değişir.
DİNİN SOSYOLOJİK TANIMI
• Din olgusu bütün toplumlarda rastlanacak kadar yaygın ve eski bir davranış örüntüsüdür.
Ancak dinin her toplumda ortaya çıkış kaynağı farklıdır. Din geniş bir gerçekliğe sahiptir.
• Din kendini tanımladığı kadar dünyayı da inananlar ve inanmayanlar şeklinde tanımlar. Her din kendine göre “doğru din” hakkında kendini işaret eden bir tanıma sahiptir.
• Sosyoloji belirli bir dinin kendini veya genel olarak dibi tanımlayışıyla yetinemez.
• Toplumların ortak bir davranış örüntüsü binbir çeşitliliğe sahip olan din olgusunda ortak olanın ne olduğunu aramaya çalışır.
- Aynı zamanda o davranışı dinsel olarak nitelemeyi gerektirecek olanın ne olduğuna dair genel kuralları belirlemeye çalışır.
- Bu açıdan, dinlerin din tanımı dinin sosyolojik tanımının kendini en temelde ayırt etmesi gereken şeydir.
- Sosyolojik düşünme ile dinsel düşünme temelden birbirinden farklıdır.
• E.B. Tylor: Bilimsel olarak kabul edilebilecek “asgari bir din tanımı” için, “ruhsal varlıklara inanmayı” şart koşuyor.
• Durkheim’ın din olgusu Tylor’un bu tanımına eleştiri ile başlar.
- “Din, kutsal şeylere, yani bir kenara ayrılmış ve yasaklanmış şeylere ilişkin inanç ve uygulamaların birleşik bir sistemi (düzeni) –kilise diye anılan - bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve pratikler (uygulamalar), onlara taraftar olanların tümü” olarak ifade edilir.
Kutsal ve Din Dışı
• Kutsal kavramı Durkheim’ın bütün toplumları incelerken baz aldığı kavramlardan biridir.
- Ona göre bütün toplumlar her şeye “kutsal” ve “din dışı” şeklinde ayıran bir kategorilendirme düzenine sahiptirler.
• Kutsaldan ise sadece Tanrılar veya kutsal ruhlar kast edilmez. Bir taş, bir ağaç, bir odun parçası veya bir ev, bir simge, bir nehir veya herhangi bir cisim kutsal olabilir.
• Sosyoloji bu kutsalların bizatihi kendi etkilerinin var olup olmadığı sorusuyla ilgili değildir.Kendilerine atfedilen inancın doğruluğu veya yanlışlığı ile ilgili asla bir şey söylemeksizin insanların onlara yakıştırdıkları özellikler dolayısıyla kendi davranışlarını belirlemeleri sosyolojik açıdan önemsenecek bir durumdur.
• Din de durkheim’a göre “kutsal şeylere yani bir kenara ayrılmış ve tabulaşmış şeylere ilişkin birleşik bir inançlar ve davranışlar sistemidir.”
• Durkheim’in dinde aradığı bir özellik de bir kilise veya bir inananlar topluluğunun kutsal karşısında temsil edilmesidir.
- Kilise ile cemaat bu açıdan birbirini tamamlayan boyutlar da sayılabilir.
• Kutsallaştırma sadece bilinen geleneksel dinlerde olmuyor, ateist bazı toplumsal hareketlerde de yaratılan şahıs kütleri, mücadele sürecinde atfedilen kutsallık, ölümlerin şehitlikle nitelenmesi gibi durumlar da din sosyolojisi açısından incelenmeyi hak eder.
• Aguste Comte’un da nihayetinde idealize ettiği dünyayı bir tür pozitivizm dini olarak tasarladığını biliyoruz. Bu dünyanın peygamberleri bilim adamları, cenneti insanların hafızları, kilisesi fabrikalardır ama baştan sona bir kutsallık arayışıyla bezenmiş olduğunu görüyoruz.
Cemaat veya Tek Bir Ahlaklı Toplulukta Birleştiren İnançlar Bütünlüğü
• Dinlerin en önemli işlevlerinden birisi mensuplarını ortak bir inanç etrafınd birleştirmeleridir.
• Fenomenoloji ve etnometodolojiye göre bütün toplumlar ancak bu ortak algılar sistemiyle (düzeniyle) var olabiliyorlar.
• Din bu ortak algılar düzenini en iyi düzenleyen mekanizmalardan biridir sadece. Dinin yeterince güçlü olmadığı toplumlarda bile bunun yerini değişik düzeylerde büyük veya küçük çaplı ideolojiler alır.
• Dinin inanç paylaşımının en doğrudan toplumsal sonucu cemaatleşmedir. Cemaat ortak inanç ve algıya dayalı olarak oluşan topluluğu başkalarından ayıracak bir bilinci de geliştirir.
• Dinin inananları gerektiğinde tam bir öbek bilinci içinde inanmayanlara karşı bir birlik ve dayanışma davranışına kolaylık girerler.
• Dini cemaat böylece insanlara bir kimlik verirken başkalarından ayrışmayı da öğretir.
• Dinin sosyolojik tezahürleri açısından en önemli yanı cemaat boyutudur. Çünkü dinin doğrudan etkisi yol açtığı bu öbek bilinci, dayanışma örüntüleri ve bunun üzerinden girilen ittifak veya çatışmalardır.
• Dinin sosyolojik görünürlüğü de yine bu cemaat boyutunda olmaktadır.
DİN SOSYOLOJİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
• Din sosyolojisinin ortaya çıkışı ve gelişimi genel olarak sosyolojinin ortaya çıkışı ve gelişimiyle aşağı yukarı aynı tarihe sahiptir.
• Orta Çağ Hristiyan kozmolojisinin diğer insanlar ve inançlar hakkındaki görüşlerine karşılık İslam dünyasında çok daha eski bir literatür (edebiyat) vardır.
• Büyük İslam bilgilerinden Şehristani’nin el-Milel ve’n-Nihal isimli eseri ile Endülüslü büyük alim İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-Milel ve Ehvai ve’n Nihal isimli eseri bu alandaki en önemli öncü metinlerdir.
- Bu eserlerde farklı dinler kendi kavramlarıyla tanıtılırken bir tür fenomenolojik veya anlamacı din sosyolojisi çabasının ilk örneklerini de verilmiş, farklı dinlerin inançları kendi kavramlarıyla anlatılmaya çalışılmıştır.
- Milel; milletin(yani dinin) çoğulu olarak vahye dayalı bütün dinleri kapsayan bir kavramdır. Nihal ise kupkuru zan ve vehim anlamına gelen Nıhle’nin çoğulu olarak vahye dayanmayan din, düşünce veya akımları kapsıyor.
- Bu sınıflandırmaların insanların ırk ve kavimlerine göre değil inanç ve eylemlerine referansla yapılmış olması dikkat çekicidir.
• Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim: Kitabü’l Milel ve’n Nihal, Tel-his’ül Aksam li- Mezahibi’l Enam, Musaraatü’l Felasife, Tarihü’l Hükema ve el-Mehde’ve’l Mead
• Batı’da ise Hristiyanlığın veya Yahudiliğin başka dinlere olan ilgisi nispeten daha zayıf kalmıştır.
• Yahudilik İsrailoğullarının dışında kalan insanların tamamını gentile olarak neredeyse tek kategoride değerlendirirken inançlarını önemsiz, ilgilenmeye değmez olarak görmüştür. Arapça “ümmi” diye ifade edilen “okuma-yazma bilmez” olarak anlaşılan sözcük aslında “Yahudi Olmayan” anlamına gelir.
• Hristiyanlar için de insanlar yeterince tanımlanmış ve sınırlı bir çeşitliliğe sahipti. Yahudilik ve Hristiyanlık dışında kalanlara paganistler olarak önemsenebilecek bir çeşitlilik arz etmiyordu.
• Bryan S. Turner’ın tespitiyle bu huzursuz teolojinin etkisi altındaki oryantalizm özellikle 17 .y.y dan beri öteki kültürlerle karşılaştıkça bu yüzden derin bir “ötekilik” algısı oluşturmuştu.
• F.Bacon’un ve David Hume’un dinin tabiatına dair yaklaşımları din sosyolojisinin ve antropolojinin modern zamanlardaki ilk nüvelerini oluşturmuştur.
• Özellikle David Hume’un yaklaşımı dinler tarihine dair doğrusal bir ilerleme modeli yerine çok daha açıklayıcı bir döngüsel sarkaç modelini önermiştir.
- Pozitivist yaklaşım dinlerin çok Tanrılı, hurafeci bir anlayıştan tek Tanrılı rasyonel bir noktaya doğru evrildiğini anlatır.
- Hume ise, çok daha önceden hem dinler arasında hem de her dinin kendi içinde çok Tanrıcılıktan(hurafecilikten) tek Tanrıcılığı (kitabiliğe) ve oradan tekrar çok Tanrıcılığa doğru geçişler olduğunu anlatır.
- Hume: Aydınlanmanın nedenselci ve akılcı tezlerine karşı çıkmış, deneyselci bir yaklaşımı benimsemiştir. Dinin Doğası üzerine olan kitabu din sosyolojisi tarihi açısından başlangıç metinlerinden biridir.
• Comte tarihi doğrusal bir ilerleme mantığı üzerine kuruyordu. Üç Hal Yasası olarak bilinen bu kurgusuna göre, Comte, dini “teolojik” dediği birincil hale ait görüyordu.
- Felsefi dediği ikinci halde zayıflayaraj da olsa ayakta kalmış olan dinin, geleceğin “pozitif bilimsel” halinde tamamen yok olacağını ön görüyordu.
• Marks da dini bir üst yapı kurumu olarak ve yine bir sorun olarak inşa ederken bu yaklaşımıyla din sosyolojisinin şekillenmesine önemli katkı yapmış oluyordu.
- Ona göre din diğer üst yapı kurumları gibi egemen sınıflarına çıkarına hizmet eden bir ideoloji olarak görüyordu.
• Durkheim’ın dinin özünü ve kökenini bulak üzere ilkel dinler üzerine yaptığı ve “Dini Hayatın Temel Biçimleri” başlığı altında toplamış çalışmaları ile Weber’in Marks’ın maddeci yaklaşımlarına bir tür reddiye gibi algılanmış olan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eseri din sosyolojisi alanını disipline eden temek referansları olmuştur.
DİNİN KÖKENİNE DAİR SOSYOLOJİK TEORİLER
• Comte bugün bir veri, bir gerçek olarak karşımızda duran din olgusunun tamamen insanın kendi bilgisizliğini telafi etmek üzere başvurduğu bir açıklamalar toplamı olarak kendi uydurmasıyla ortaya çıkmış olduğunu söylemiştir.
• Maden Tanrı bu sebebi açıklanamayan olaylar dolayısıyla ortaya çıkmıştır, o halde bütün nedenleri ortaya koyduğumuzda, yani bilim bütün açıklanamayanları açıkladığında, Tanrı fikrine de ihtiyaç duymayacağız demektir. O yüzden geleceğin pozitif dünyası bilimin her şeyi açıklayacağı bir dünya olacağı için dine de Tanrı fikrine de yer kalmayacaktır.
• Halbuki dinin on binlerce yıl önce nasıl ortaya çıkmış olabileceğini bugünden tespit etmek mümkün değil. Kaldı ki Comte’un düşündüğünün aksine insanlar daha fazla bilgilendikçe dinsel açıklamaların yeri ayrı tutuluyor hatta bu açıklamalarla dini düşünce daha da pekişebiliyor.
• Ludwing Feuerbach Tanrının yine insan tarafından uydurulmuş olduğunu, ama biçim olarak Comte’un düşündüğünden farklı olarak ve bir ihtiyaç yaratıldığını düşünmüştür.
- Ona göre yeryüzünde yetenekleri ve güçleri bakımından doğa karşısına oldukça zayıf kalan insan, kendi zaaflarının ve eksiklerinin tamamlanmış olduğu kendi varlığının mükemmel bir suretini Tanrı olarak yaratmış.
- Ona göre bir dönemin düşüncesine yansıyan Tanrı öğrenince aslında sadece o dönemin insanını öğrenmiş oluruz.
- Yine de o, dinin toplumsal işlevini önemsemekte, bu işlevler üzerinde durmaktadır.
- Feuerbach Sol Hegelcilerin ünlü temsilcilerindendir. Hristiyanlığın Özü isimli kitabıyla din hakkındaki görüşleri marksın kendi kuramını geliştirmesinde önemli olmuştur. Marks onun görüşlerinden etkilenirken ondan farkını ortaya koymak için yaptığı eleştirileri sayesinde kendi görüşünü de geliştirmiştir.
• Marksa göre din bir üst yapı kurumu olarak insanlarca yaratılmış olgudur.
- Marksa göre insan dini inşa eder, din insanı değil. İnsan insanın dünyası, devleti, toplumudur. Dinsel ızdırap aynı zamanda gerçek ızdırabın bir ifadesi, gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, bastırılmış varlığın müşahadesi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir, tıpkı ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi. Din insanın afyonudur.
• Durkheim’in çalışmalarına yön veren varsayımlar şöyle sıralanabilir.
1- Dinin en ilkel toplumlarda da bulunan temel bir şekli vardır ve ilk ortaya çıktığında nasıl ise bu şekil bugünkü ilkel kabilelerde de aynı şekliyle bulunabilir. Avusturalya kabileleri arasında yaşamakta olan din binlerce yıl önce dinin ilk ortaya çıktığında yaşayan dinle aynıdır.
2- Din toplumların gelişmesine paralel olarak basitten karmaşığa, çok Tanrılıktan tek Tanrılığa doğru bir evrim geçirir/geçirmiştir.
3- Nitekim Durkheim dinin basitçe insan tarafından ve toplumsal bir işlevi yerine getirmek üzere uydurulmuş olduğu varsayımına dayanıyor.
• Din fikrinin ilk defa bütün insanlığın aklına nasıl gelmiş olduğunu bugünden bilimsel bir yolla tespit etmenin imkanı yoktur. Çünkü:
1- Bugün bazı ilkel kabilelerde dinin yaşanma biçimi dinin geçmişteki bütün örneklerde böyle yaşanmış, doğmuş olmasını da göstermez.
2- Nasıl bugün ilkel kabilelerle eş zamanlı olarak alabildiğine gelişmiş medeniyetler örneklerini beraber sergiliyorlarsa geçmişte de en ilkel sanılan dinsel biçimlerle eş zamanlı olarak daha medeni veya karmaşık versiyonlar da ortaya koymuştur.
3- Dahası çok ilkel sayılabilecek bazı toplumlarda yine tek tanrılı dinsel inançların varlığı da gösterilebilir.
4- Esasen dinin kökeninin çok Tanrılı olduğu ve dinlerin Tek Tanrılı bir dine doğru geçiş yaptığı düşüncesi basit bir evrimci tarih anlayışını temel almaktan kaynaklanıyor.
- Oysa bu temel varsayımın kendisi sorunludur. Dinin çok Tanrılık ile Tek Tanrılık arasındaki veya rasyonalizm ile irrasyonalizm arasındaki seyri konusunda ampirik örnekler David Hume’un sarkaç modelini daha fazla doğruluyor.
- Ancak ilk dinsel tecrübenin nasıl yaşanmış olabileceğine dair gözlem ve deneye dayalı modern bilimin söyleyebileceği fazla bir şey yoktur.
• Esasen köken sorunu sadece din konusunda değil, aile ve siyasetle ilgili diğer konularda da benzer yanlışlara yol açmaya teşne bir sorundur.
• İlk dönem hakkındaki bilgiler ampirik değil mantıksal olarak temellendirilir.
O mantığın temeli ise;
a) Bütün toplumların aynı süreçlerden geçtiği,
b) Bu sürecin basitten karmaşığa, özel mülkiyetin yokluğundan mülkiyetli topluma ve ailenin de bu mülkiyetin bir parçası olduğu,
c) Bugünün ilkel kabilelerinde ( nasılsa gelişimini tamamlamamış olması dolayısıyla) eski toplumun görülebileceği gibi alt varsayımlara dayanıyor.
DİN SOSYOLOJİSİ VE DİNİ SOSYOLOJİ FARKI
• Din sosyolojisi, dinin bir toplumsal kurum olarak toplumdaki rolünü ve etkisini incelemeye çalışan bir bilim dalıdır.
• Dinin sosyolojik bir kurum olduğu yani dünyanın her yanındaki bütün toplumlarda mutlaka var olduğu üzerinde uzlaşılmış bir tespittir.
• Toplumlarda paylaşılan belli bir kutsallık inancı ve bu kutsallık etrafında paylaşılmış bir uygulamalar alanı varsa sosyoloji için ilgiye veya kayda değer bir din olgusu da var demektir.
• Sosyolojinin görevi paylaşılan bu kutsallıkların toplumda ne ölçüde etkili olduğu, toplumu bir arada tutma veya başka toplumlara dair ne tür algılar ürettiği ve bu algılardan ne tür toplumsal dayanışma veya çatışmaların ortaya çıktığını tespit etmeye çalışmaktır.
• Bunun yanı sıra, din olgusunun diğer sosyolojik kurumlarla olan etkileşimlerini de inceler.
• Teokrasi, laiklik veya din devlet ilişkilerine dair diğer kombinasyonlar da din sosyolojisinin önemli konularındandır.
• Demokratik siyasete katılımda bulunan vatandaşların davranışlarında dini inanç veya cemaatleşmelerinin etkisi de din sosyolojisi açısından her zaman önemsenen konulardan olmuştur.
• Dini sosyoloji, sosyolojiyi dinin veya belli bir dinin perspektifinden (bakış açısından) ele almaktadır.
• Buna göre söz konusu dinin nasıl bir toplum yapısı önerdiği, kurumlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair tespitlerinden ziyade önerileri temellendirilmeye çalışılır.
• Burada söz konusu dinin içinden, o dinin hakikat iddialarına inanılmış olarak yola çıkılır.
• İbn Haldun’un Mukaddime isimli kitabı aslında İbretler Kitabı olarak tasarladığı tarihin yöntem bilgisini içeren giriştir.
DİNİN SOSYOLOJİK İNCELEMESİ: METODOLOJİ TARTIŞMASI
• Metodoloji her zaman bir şeyin aslına en uygun bilgiyi elde etmenin yolunun ifade eder.
• Sosyolojik metodoloji de din olgusunun toplumdaki etkilerini, insanlar için anlamını gerçeğe en yakın şekilde çözümlemek hedeflenir.
• Derinlemesine mülakat, odak grup (öbek) çalışması, katılımcı gözlem gibi yollar din sosyolojisi çalışmaları için çokça başvurulması gereken yollardır.
• Marksist bakış açısından, örneğin, din nasılsa bir üstyapı kurumu olduğu için onu anlamak için ona bakmak bile gereksizdir. Var olan üretim ve paylaşım ilişkilerine bakarak bu ilişkilerin nasıl bir din kurumu gerektirdiği çıkarsanabilir. Açıktır ki bu da metodoloji sorunudur.
• Aktörlerin (oyuncuların) kendi eylemleri hakkındaki niyetleri veya anlam kodları genellikle ihmal edilir. Oysa bu niyetler ve açıklamalar çok önemlidir ve insanların belli olaylara katılırken hangi niyet ve motivasyonla hareket ettiklerini gösterir.
• Dini incelemenin bir yolu olarak bir din cemaatinin referans aldığı metinleri incelemek sıkça başvurulan bir yoldur. Fakat her zaman sağlıklı sonuç vermez.
BİR SOSYAL FAKTÖR (ETKEN) OLARAK DİN VE DİNİ İNANÇLAR
• Sosyoloji sosyal oyuncuların, yani insanların birbirleriyle etkileşimlerini, bu etkileşimler sonucunda ortaya çıkarttıkları sosyal olay ve olguları ele alır.
• Bir kişinin kendi başına yaptığı ve sadece kendisini ilgilendiren, kendi bireyselliğiyle sınırlı kalan bir davranış genellikle sosyal bir davranış olarak nitelenmez.
- Sosyal sayılabilmesi için başka birinin davranışına yönelmesi ve başka insanlarla bir etkileşim içinde olması gerekli görülür.
• Dua eyleminin bir anlamı olduğu ve bu eylem yoluyla dünyaya bir etkide bulunabileceği ortak anlayışının kendisi dünyaya bir etkide bulunuyordur. Topluca yapılan duanın dünyanın algılamasında ve inşasında özel bir etkisi vardır.
• Sosyolojik anlamda farklı Allah düşüncelerinin insanların hayatları üzerinde farklı etkileri oluyor.
• Farklı dini inançlar farklı eylem tarzlarını ortaya çıkarabiliyor. Bu dini inancın insan üzerindeki etkisini gösteriyor.
• Tanrı veya din sonuçta insanın zihninde veya kalbinde olan bir konu olsa da insan davranışları üzerinde en azından bu yolla da olsa bir aktör (oyuncu) olarak etkide bulunmaktadır.
KLASİK SOSYOLOJİK TEORİLERDE DİN
• Rousseau, Locke ve Hobbes’dan Montesquieu ve Tacqueville’ye ve Vico, Newton, Hume, Spinoza, Leibniz, Kant ve Hegel’e kadar bütün büyük felsefecilerin dine dair bir açıklamaları veya duruşları olmuştur.
• Alexis de Tacqueville: Liberal düşüncenin öncü isimlerindendir. Amerika’da Demokrasi isimli kitabı vardır.
- Dinin Amerikan toplumu içinde bir sivil toplum ve demokrasi kültürünün oluşumuna yaptığı katkılar Amerika’daki 9 aylık doğrudan gözlemlerine dayalı tam bir din sosyolojisi çalışması örneğidir.
• Rousseau’nun Toplumsal Sözleşmesi’nde din ve devletin birlikteliğini ideal toplum için ideal bir durum olarak önerdiği çalışması da güçlü tarihsel verilere dayalı ampirik bir boyuta sahiptir.
• Hume’un dinlerin tarihini bir sarkaç modeliyle açıklayan yaklaşımları da sonuçta bir din üzerinde yaptığı gözlemsel incelemelere dayanıyor.
Aguste Comte
• Bir hurafe olarak dinden evrensel bilim dinine: Sosyolojinin kurucusu kabul edilen Comte aynı zamanda pozitivizmin de kurucusudur.
• Saint simon’dan etkilenerek insanlık tarihini bir evrim süreci içinde değerlendirilmiş ve dinin de bu evrim sürecinde paralel olarak bir değişim geçirdiğini düşünmüştür.
• Comte, insanlık tarihini üç evreye ayırmıştır;
1- Teolojik Evre: Dinsel ve mitolojik düşünce veya bilgi biçiminin hakim olduğu dönem.
2- Metafizik Evre: Felsefi düşüncenin hakim olduğu dönem. Bilimsel evreye nazaran ilkel bir evredir.
3- Bilimsel Evre: Pozitif düşüncenin egemen olacağı dönem.
• Comte dinsel düşünceyi ilkel zamanlardaki insanlık durumuna özgü bir cehalete bağlamış ve bilgi seviyesinin artışı oranında aşılacak bir evre olarak gördüğü halde Comte’un kendisinin bilimsel dönemlere özgü bir din inşa etme yoluna gitmiş olması da ilginçtir. Dinin toplum için işlevsel yönleri olan bir gereklilik olduğunu da kabul etmiş oluyor.
• Comte bu düşünceden hareketle bir insanlık dini tasarladı. Temelimde bilimin olduğu bu dinde kendini de başrahip olarak ilan etti.
Karl Marx: Yanlış Bilinç ve Kalpsiz Bir Dünyanın Kalbi Olarak Din
• Marks’a göre dinin gerçek bir varlığı yok, olsa olsa maddi dünyanın çarpıtılmış bir yansımasıdır ve toplumdaki işlevi de bu temel varsayıma göre değerlendirilmelidir.
• Hegel’in Hukuk Felsefesi’ni Eleştiriye Katkı isimli meşhur eserinde din eleştirisinin Almanya’da tamamlanmış ve geride kalmış olduğunu söylemişse de o bu eleştiriye daha da ileriye götürmüştür.
• Dinin bireysel değil toplumsal bir ürün olduğunu ve bu ürünün de yanlış ve aldatıcı bir dünya oluşturduğunu anlatır.
• Din egemen düzenin sürdürülebilmesi için gerekli ideolojik desteği, bu düzenin yaraladığı ve konumları gereği isyan noktasına gelebilecek insanlara gerekli teselliyi ve huzuru yatıştırıcı bir afyonla yani aldatarak verir.
• Marksa göre dine karşı mücadeleyi doğrudan dine yöneltmek de gereksizdir. Çünkü asıl olan bu haliyle yansıtmasını sağlayan maddi gerçekliği, yani üretim ilişkilerini değiştirmektir.
• Marksın din konusundaki çalışmaları şu kitaplarında ağırlıklı olarak yer almıştır:
- Hegel’in Hukuk Felsefesi’ni Eleştiriye Katkı
- Alman İdeolojisi
- Feuerbach Üzerine Tezler
- Kapital
• Kısacası Marks, dine tem bir üstyapı kurumu olarak hem de ideoloji olarak yaklaşmış, her iki yaklaşımında da dinin bir insan kuruntusu olduğunda ısrar etmiştir.
• Din sosyolojisinin sonradan epeyce gelişmiş çerçevesi açısından birkaç eksiği veya yanlışı zikredebiliriz.
- Dinin işlevi hususunda kendi teorik çerçevesini bir açıklama temeli olarak almış, dinlerin kendi içlerindeki çeşitliliklerine ve ne dediklerine hiç bakmadan bütün dinlerin üstyapı kurumları olarak maddi dünyanın bir yanlış bilinci olduğuna hükmetmiştir.
- Halbuki dindar insanların bu çeşitlilikleri arasında tam da egemen sınıflara direnişi motive eden, o direnişe dair güçlü teorik dayanaklar oluşturan söylemler de olabilir, olmuştur da.
- Marks dini bir ideolojiye indirgerken tarihsel materyalizmi doğrultulmuş bir ideoloji olarak sunmuş, oysa bunun da benzer bir çarpık bilince yol açmasını da görememiştir. Emile Durkheim: Toplumsal Yapıştırıcı Olarak Din
• Din sosyolojisinin gerçek anlamda çerçevesi belirlenmiş bir disiplin olarak ilk defa Durkheim tarafından uygulanmıştır.
• Din olgusunu bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmış ve onun toplumdaki rolünü, işlevini ampirik yöntemlere dayanan yaklaşımlarıyla açıklamaya çalışmıştır.
• Durkheim bütün dinlerin kökeninin bir olduğunu ve dünyada var olan bütün dinlerin beli bir tarihsel gelişimin değişik evrelerine göre şekillendiğini düşündü.
•Sanayi toplumu farklı kültürlere ve inançlara sahip birçok insanı bir araya getirmiştir. Daha önce homojen bir çevrede yaşamakta olan ve bundan dolayı beraber yaşadığı insanlarla aynı anlam dünyasını paylaşan modern insan şehirde kendi inancını hiç tanımayan, o inançlara karşı tamamen kayıtsız insanlarla karşılaştıkça kendi inançlarına olan bağlılığında bir güvensizlik hissi oluşmaya başlıyor.
• Durkheim’in anomie (anomi) dediği bu oluşum sanayi sonucu oluşan kentlerin tipik özelliğidir. Bu ortam paylaşılan normların zayıflaması anlamına geliyor.
• Durkheim’in meşhur eseri İntihar, dini inançların bu şekilde zayıflaması ile intihar oranının artışı arasında da anlamlı bir ilişkinin var olduğunu bulgular.
• Protestanların daha fazla yaşadığı ülkelerde de cemaat değerlerini daha fazla önemseyen Katolikliğe nazaran daha fazla intihar vakasının yaşandığını tespit eder.
• Durkheim gerçek bir sorunun çözümüne yönelmiştir.
• Durkheim’in dinle ilgili temel kitabı Dini Hayatın Temel Biçimleri’dir. Temel varsayımı bütün dinlerin özünün aynı olduğu ve hepsinin belli bir evrim sürecinde aynı aşamalardan geçerek geliştikleridir.
• Durkheim dinin “en temek” biçimlerinden, din hakkındaki en temel, basit şeyi kast ettiğini söylüyor ve onu da “kutsal” ve “kutsal olmayan” şeyler arasındaki ayrıma indirger.
• Din her tarafta bulunan sosyal bir kurumdur. Ancak ilkel insanlar arasında dinin en temel formu olarak totemizmi temsil eder.
• Durkheim, insanlar durduk yere bir toteme tapmazlar der. Aksine totem dedikleri şey genellikle kendi toplumsal varlıklarını temsil eden bir simgedir. O simge ise kendilerini sınırlandırır veya kendi kabilelerine karşı olan başka bir simgeyle olan ilişkisine göre konumlandırılır.
• Kısacası, totem toplumun kendisini temsil eder ve toteme tapınmak aslında bizzat toplumun kendisine tapınmak anlamına gelir.
• Her takımı temsil eden simgenin zamanla fanatik taraftarları için fetişleşme sürecine girdiğini görebiliyoruz. Bu totemizmin bir tür örneği sayılabilir mi?
• Durkheim yapısalcı-işlevselci düşüncenin en önemli ismi sayılır. Toplumu bir organizma olarak düşünmüş ve her toplumsal kurum veya birimin bu yapıda bir işlevi yerine getirdiğini düşünür.
• Dinin de işlevi toplumu bir arada tutmak, toplumu kaynaştırmaktır.
• Robert K. Merton örneğin, bir işlevi yerine getiren herhangi bir kurum veya birimin bunu hangi ölçekteki bir toplum için yerine getirdiğini sormuştur.
Max Weber: Anlamlı Sosyal Eylem ve Motivasyon Olarak Din
• Yorumlamacı sosyolojinin ilk ve en önemli ismi olan Weber’in din sosyolojisi ile ilgili çok özel ve güçlü çalışmaları vardır.
• Sosyolojinin başlıca rolünü sosyal eylemin yorumlanması ve anlaşılması olduğunu söyleyen Weber’e göre “sosyal eylem” de anlamlı eylemden ibarettir. İnsan bütün eylemlerini bir anlam atfederek yapan bir varlıktır.
• Weber’e göre pozitivist sosyologlar kişinin kendi eylemi hakkındaki yorumunu dinlemeden kendi heybelerindeki teorilerden yola çıkarak o insanların eylemlerini açıklamaya koyuluyorlar.
• Teoriden yola çıkarak gerçekliği açıklamak özellikle Marksistlerin çok sık yaptıkları bir hata.
“Açıklamacı sosyoloji” ile “anlamacı sosyoloji” arasındaki bir ayrımın netleşmesine yol açarken weber’in birinci önceliğinin eylemin oyuncularını “anlamak” olduğu görülür.
• Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu nda Marksistlere göre basitçe ekonomik şartların bir sonucu veya türevi olmaktan ibaret olan Protestan hareketin, aksine kapitalizmin ortaya çıkmasında etkili olan bir çalışma ve iş ahlakı motivasyonu sağladığını keşfeder.
• Weber kapitalizmin ilk ortaya çıktığı yerlerin Protestanların yoğun olarak yaşadığı yerler olduğundan hareketle varır.
• Weber için anlamacı sosyolojinin adı “verstehende sociology”
• Din sosyolojisi ve Din sosyolojisi üzerine makalelerinin derlendiği kitapları da vardır.
Gerçekliğin Zihinsel İnşası ve Din (Fenomenoloji ve Etnometodoloji)
• Weber sonrası din çalışmalarının giderek onun gölgesi altında yürütüldüğünü söylemek abartılı olmaz.
• Fenomenoloji din çalışmalarında insanların dünyayı zihinlerinde nasıl ve hangi kavramlarla kurduklarını araştırır. Gerçekliğin gerçekte ne olduğu değil, o gerçekliğin insan zihnine nasıl yansıdığı önemlidir.
• Fenomenin Türkçesi görüngü, Osmanlıcası zahiriyedir.
• Felsefe fenomenoloji modern dönemde Edmund Husserl’in çalışmalarıyla somutlaşır.
• Fenomolojik ismin ilk önemli ismi Alfred Schutz’dur, ama onun başladığı yolu sonuna kadar yürüyen geliştirdiği anlamacı sosyoloji yöntemleriyle Max Weber olmuştur.
• Daha sonra Mircea Eliade ile Peter Berger’in çalışmaları dinin fenomonolojik yolla çalışması için en önemli çalışmaları yapmışlardır.
• Din herşeyden önce bir inanç olarak bir güçlü zihinsel performanstır. Bu performans gerçekliğin algılanması, etkilenmesi ve dönüştürülmesinde çok önemlidir.
• Bu yaklaşıma göre gerçekliğin anlamanın yolu bizzat gerçekliğe gitmek değil, gerçekliğin insan zihnine nasıl yansıdığına gitmekten geçer.
• Etnometodolojinin de temeli fenomenolojiye dayanır. İnsanların zihinlerine gerçekliğin yansıyan bir görüntüsü vardır ancak bu görüntünün her insan tekinin zihninde aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Herkes kendi zihnine yansıyan gerçeklik ile başkalarının zihnine yansıyan gerçekliğin aynı olduğunu zanneder veya varsayar.
• Harold Garfinkel geliştirdiği bir yöntemle bizim ortak gerçek algımız ne kadar farazi olduğu bazı testlerle gösterilmeye çalışılır.
• Hem Fenomenoloji hem Etnometoloji; hem geleneksel hem modern toplumda din olgusunun nasıl işlediğini anlama konusunda çok önemli bir metodolojik yaklaşım sunuyorlar.
ÜNİTE SONU
Sınavlarda Hepinize Başarılar Diliyoruz..