Açıköğretim Suç Sosyolojisi Ders Notları / Ders Kitabı 1,2,3,4, Üniteler

nzeytinevi

Yeni Üye
Katılım
22 Şub 2013
Mesajlar
764
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açıköğretim Suç Sosyolojisi Ders Notları / Ders Kitabı


SUÇ SOSYOLOJİSİ

1-ÜNİTE


A) Suç ve Sapma Teorileri

1) GİRİŞ
İlk ortaya çıkışlarından günümüze, devletlerin en azından iki temel fonksiyonu icra etmelerinin beklendiğini söyleyebiliriz:
(1) güvenlik,
(2) adalet.

Bu itibarla, bir toplumu oluşturan bireylerin devletten talep edebilecekleri en temel hizmet, güvenlik ve adaletin sağlanmasıdır.Güvenlik ve adaleti sağlayamayan bir devlet iflas etmiştir.Suç, işte bu iki fonksiyonu birden ilgilendiren önemli bir problemdir. Sapma ise, suça benzemekle birlikte ceza adalet sisteminin alanına girmeyen norm ihlalleridir.

B) TEMEL KAVRAMLAR

2) Suç ve Sapma Nedir?
Gerçekleştirilen davranışın hukuk sistemi tarafından mı yoksa yalnızca toplum tarafından mı yaptırıma tâbi tutulduğuna bakarak bu davranışın suç olarak mı yoksa sapma olarak mı değerlendirildiğini söyleyebiliriz.
Bu çerçevede suçu “kanunlarda açıkça yasaklanan ve karşılığında bir ceza öngörülen her türlü eylem olarak, sapmayı ise toplumsal normlar çerçevesinde öngörülen kabul edilebilirlik sınırlarının dışına taşan her türlü davranış” olarak tanımlayabiliriz.

Suç ve sapma, her ne kadar birbiriyle ilişkili kavramlar olsalar da, aslında farklı kavramlardır.

Bir eylemin suç olup olmadığını anlamak için başta ceza kanunları olmak üzere hukuk sistemi içinde yasaklanan bir eylem olup olmadığına bakmamız gerekirken, sapma için bir davranışın sosyal normlar ve değerlerle ne ölçüde uyumlu olduğuna bakmak gerekir.

Suç Teorileri isimli eserinde Dolu (2011: 34), “her ne kadar çoğu sapma teşkil eden davranış suç olarak tanımlanmış olsa da, her suç bir sapma olmadığı gibi her sapma da bir suç değildir” diyerek bu iki kavram arasındaki farkı izah etmektedir. Farklılıklarıyla birlikte suç ve sapmanın pek çok ortak özelliği bulunmaktadır.

Öyle ki, suç ve sapmanın birbirinden farkını izah için geliştirilen argümanlar bu kavramların ortak noktalarından çok daha azdır.
Ayrıca, kriminoloji literatüründe araştırılan ana konunun suç ya da sapma olması önemli değildir.
Zira kriminoloji bilimi açısından “onay görmeyen davranışların” toplum tarafından mı yoksa devlet tarafından mı yaptırıma tabi tutulduğunun bir önemi yoktur.
“Her ne kadar çoğu sapma teşkil eden davranış suç olarak tanımlanmış olsa da, her suç bir sapma olmadığı gibi her sapma da bir suç değildir.”

3) Suç Mekanizması Nasıl işliyor?

Suç mekanizmasına göz attığımızda, temel olarak suçun iki unsurunu görüyoruz.
Bir suçun gerçekleşebilmesi için birinci unsur suç motivasyonu, ikinci unsur ise suç fırsatıdır.
Suç = Suç işleme Motivasyonu + Suç Fırsatları.


C) SUÇ TEORİLERİ
Suçun nedenlerini açıklayan görüşlerin doğaüstü güçler perspektifi, klasik okul, pozitivist okul ve eleştirel perspektif olmak üzere temel olarak dört temel paradigma altında sınıflandırıldığını görmekteyiz (Dolu, 2011)
Doğaüstü güçler perspektifi Orta Çağ cehaletini ve dogmalara saplanmış bir devrin suç ve suçluya bakışını yansıtırken, Klasik Okul Aydınlanma Çağı ile birlikte insanı tüm sosyal analizlerin merkezine koyan rasyonalite ve akılcılık eksenli bir bakış açısıyla suçu “rasyonel bir tercih” olarak ele almıştır.
Pozitivist Okulla birlikte ise biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörlerin önemli olduğu vurgulanmıştır.

Biyolojik teoriler suçlu davranışı bireyin sahip olduğu biyolojik yapıdaki bozukluk, gerilik ya da patolojiye bağlarken, psikolojik teoriler ise suçu, bireyin erken yaşlardan itibaren yaşadığı kötü tecrübeler, yanlış güdülenmeler ve sosyalleşememe ya da hatalı sosyalleşmeyle açıklamıştır.

Sosyolojik suç teorileri ise suçu, bireyi çepeçevre saran sosyal ve fiziksel çevrenin bir ürünü olarak bazen sosyal yapıların bazen de sosyal süreçlerin bir ürünü olarak ele almıştır.
Eleştirel perspektif ise suçu, güç ve çatışma perspektifinden ele alarak başta ceza adalet sistemi olmak üzere devlet aygıtının sisteme hakim sınıfları, elitleri ve güçlüleri korumak üzere inşa edilmiş kurumlar olduklarını savunmaktadır.

4) Pozitivist Okul

Pozitivist Okul suçu determinist bir takım faktörlere bağlamıştır.
Pozitivist Okula göre suç, bireyin tamamen özgür iradesi dışında kalan birtakım biyolojik, psikolojik ve sosyolojik faktörlerin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır.

5) Sosyolojik Suç Teorileri

bölümde sırasıyla
(1) sosyal düzensizlik teorisi,
(2) kontrol teorileri,
(3) öğrenme teorileri,

(4) anomi ve gerilim teorileri ile
(5) damgalama teorilerini ele alacağız.


a) Suç Ekolojisi Yaklaşımı: Sosyal Düzensizlik Teorisi

Kriminoloji literatüründe suç ekolojisi olarak bilinen yaklaşım, suçu Klasik Okul ile biyolojik ve psikolojik suç teorilerinin birey eksenli düşünce tarzının aksine,bireyi içinde bulunduğu çevre ile bir bütün halinde ele alarak suçlu davranışı tekil ve bağımsız bir olay (olgu) olarak değil, sosyal ve fiziksel çevrenin bütünlüğü içinde çoğul bir olgu olarak inceler.
Temelleri 1800’lerin başlarında Belçikalı meşhur bir matematikçi ve istatistikçiolan Adolphe Quetelet ile Fransız bir hukukçu ve istatistikçi olan André-Michel Guerry tarafından atılan suç ekolojisi yaklaşımı, bugün kriminolojide Kartografik Okul olarak bilinen suç ekolojisi çalışmalarının ilki sayılmaktadır.

Suç olgusunu belli bir mekânda, belli bir zaman dilimi içerisinde meydana gelen suçların ortaya koyduğu “büyük resim” çerçevesinde anlamaya çalışan suç ekolojisi yaklaşımı, günümüzde kullanılan en kapsamlı suç haritalarına esas teşkil etmektedir.

Suç ekolojisi yaklaşımının kriminoloji literatüründe en derin etki yapan örneği,1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların ortalarına kadar etkili olan Chicago Okuludur.

“İnsan, yaşadığı çevrenin çocuğudur” diyen Chicago Okuluna göre suçun nedenlerini insanların yaşadıkları sosyal ve fiziksel çevrede aramak gerekir.



Avrupa olmak üzere dünyanın her yerinden Amerika’ya göç eden insanlar o günün şartlarında “rüzgâr şehir” olarak anılan Chicago’yu öncelikli tercihleri arasında tutuyorlardı.
Ernest W. Burgess isimli bir şehir kent sosyologu, Chicago şehrinin gelişim şeklini, demografik özelliklerini ve nüfus hareketlerini inceleyerek şehir gelişiminin rastgele meydana gelmediğini, şehrin merkezinde bulunan iş
merkezlerinden başlayarak, şehrin dış kısımlarına doğru adeta hayali halkalar halinde şehrin beş temel bölgeye ayrıldığını tespit etmişti.

Şehrin merkezinde en fakir insanlar yaşarken dış halkalarda daha zenginlerin yaşadığını fark eden Burgess (1925), bu yapının ortaya çıkış nedenini öncelikle ulaşım maliyetlerine bağlamıştı.Sonuçta, yaptığı araştırma ile geliştirdiği şehir yapısını izah eden modele “yoğunlaşma bölgeleri modeli” ismini veren yazar, bu alanda yapılan çalışmaları

1925 yılında yayınlanan “şehir” (The City) isimli kitapta topladı (Park vd 1925). Burgess’in çalışmalarını yakından takip eden Shaw ve McKay (1942), yoğunlaşma bölgeleri modelini kullanarak bu çalışmaya suç verilerini eklemeye başladılar.
Dünyada ilk kez Chicago’da kurulan çocuk mahkemelerinden ve polisten aldıkları suç kayıtlarını, haritalar üzerine işlemeye başladılar.
Çalışma sonunda herkesi şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı.
Şehrin merkezinde iyice yoğunlaşan suç, Park ve Burgess’in modelindeki her bir halkayla birlikte şehrin dış tarafına doğru azalarak ilerliyordu.

b) Kontrol Teorileri

Kontrol teorileri diğer kriminoloji teorilerinin cevaplamaya çalıştığı “insanlar neden suç işler?” sorusunun yanlış olduğunu, zira insanların uygun fırsatı yakaladıkları zaman zaten suç işleyeceklerini iddia eder.
Bu bağlamda, temel varsayım olarak insanın özünde iyilik potansiyeliyle dolu bir varlık yerine, her an kötülük yapmaya müsait ve kötülüğe hazır bir varlık olarak değerlendirilir.
Kontrol teorilerinin temel bakış açısına göre, cevaplanması gereken asıl soru“insanlar neden suç işlemez?” olmalıdır.
Kontrol teorilerinin genel olarak iç ve dış kontrol mekanizmaları üzerine yoğunlaşan iki ana akım olarak geliştiğini görmekteyiz. Suçun bir tür iç kontrol veya öz-kontrol mekanizmasıyla önlenebileceğinisavunan görüşler suçu engelleyecek mekanizmayı bireyin içine konumlandırırken, dış kontrol üzerinde duran teoriler bireyi suçtan alıkoyacak asıl faktör olarak bireyi çepeçevre saran sosyal ortamı işaret etmektedirler.

c) Sosyal Bağ Teorisi

Kriminoloji literatürünün en önemli eserlerinden biri sayılan “Suçun Nedenleri” (Causes of Crime) isimli kitabı ile Travis Hirschi 1969 yılında “Sosyal Bağ Teorisi”ni (Social Bond Theory-SBT) ortaya atmıştır.
Hirschi’ye göre suç, insanların içinde yaşadıkları toplumla aralarındaki sosyal bağların zayıflamasının doğal bir sonucudur.
SBT’ ye göre sosyal bağların güçlü oluşu toplumsal yapıyı oluşturan bireyleri birbirine kenetleyerek suç ve sapma teşkil eden davranışların ortaya çıkmasını engellemektedir.
Bu bağların zayıflamasıyla birlikte yalnızlaşan bireyin suç ve sapma teşkil eden davranışlarda bulunma olasılığı artmaktadır.
SBT’ nin dört temel bileşeni bulunmaktadır:
(1) bağlılık,
(2) adanmışlık,
(3) sürekli meşguliyet ve
(4)
inanç.


Bağlılık: Başta çocuklar ve gençler olmak üzere bireylerin özellikle aileleri ve içinde yaşadıkları toplumu ve sosyal ortamı oluşturan insanlarla sıkı bağlarının olması ve bu kimselerle iyi ilişkiler içinde olması insanları suçtan alıkoyan önemli bir faktördür.


Adanmışlık: insanlar hayatlarının önemli bir bölümünde gerek maddi gerekse manevi birtakım hedeflere ulaşmak için çalışır çabalarlar.

Sonuçta bireyler elde ettikleri serveti, makamı ve insanların gözünde elde ettikleri değerleri kolaylıkla bir kenara atmak istemezler.
İşte bu noktada, SBT bize belli bir amaca doğru yürüyen ve hayatta kendisini belli bir ideale (iyi bir insan olma, işinde başarılı bir personel olma, herkesin yardımına koşan bir insan olma) adayan insanların suç işleme olasılıklarının herhangi bir hedefi ve ideali olmayan insanlara göre daha az olacağını söylemektedir.
SBT ayrıca, “insanların kaybetmekten korkacakları şeyler ne kadar çoksa, o ölçüde sahip oldukları bu değerleri riske atmak isteği azdır” demektedir.

Sürekli Meşguliyet: Bir İngiliz atasözü “boş eller şeytanın atölyesidir” (idle hands are devils workshop) demektedir. SBT’ ye göre eğer ki insanların kendilerini sürekli meşgul edecek faydalı uğraşları yoksa bu insanların yanlış işlerle uğraşmaları ve suç işlemeleri doğal bir sonuçtur


İnanç: SBT’ ye göre insanların bir kuralı çiğnemelerinin en temel nedeni o kuralın geçerliliğine, kendileri ve içinde yaşadıkları toplum için faydasına inanmamalarıdır.


d) Öz-Kontrol Teorisi

Travis Hirschi Micheal Gottfredson isimli başka bir kriminologla bir araya gelerek bu kez “doğrudan kontrol” imkânı sağlayacak “iç-kontrol eksenli” bir model geliştirmiştir.
Yazarlar, toplumsal kontrol mekanizmalarının önemli olduğunu söylemekle birlikte asıl önemli faktörün bireyin kendi kendini kontrol altına alması olduğunu iddia etmişlerdir.
1990 yılında yayınladıkları “Genel Suç Teorisi” isimli kitap ile yazarlar literatürde
“Öz-Kontrol Teorisi” (ÖKT) olarak da bilinen modeli ortaya atmışlardır.
ÖKT, bireyin herhangi bir şekilde toplumsal engellemeyle karşılaşmasa bile suç işlememesinin yüksek bir öz kontrol ile mümkün olacağını savunmuştur.ÖKT’ ye göre öz kontrolü yüksek bireyler, içinde bulundukları ortamda ne kadar suç fırsatı olursa olsun suç işlemezler.
Gottfredson ve Hirschi’ye göre suçu önlemenin en etkin yolu bireyin öz kontrolünü geliştirmekten geçer.
Öz-kontrol arttıkça suç işleme olasılığı azalır.
Gottfredson ve Hirschi (1990), öz-kontrolü düşük olan bireylerin özelliklerini; beklemeye tahammülsüz, sabır ve sebattan yoksun, hayal kırıklıklarına dayanma gücü az, çalışkanlıktan uzak, her an risk almaya hazır, heyecanı ve tehlikeyi seven, sözlü ifade kabiliyetleri zayıf ve problemlerini güç kullanarak çözmeye eğilimli olmak şeklinde sıralamaktadır.

Yazarlar, öz-kontroldeki zayıflığın nedeni, daha çok küçük yaşlardan itibaren kazandırmakla yükümlü olan aileye bağlamaktadır.Etkin ebeveyn terbiyesinden mahrum olarak yetişen çocukların öz-kontrolünün zayıf olacağını belirten yazarlar, özellikle günümüzde ailelerin çocuklarıyla ilgilenmemesi, çocuklarını yakından izle(ye)memesi ve bunun bir sonucu olarak da çocuklarının hatalı ve yanlış davranışlarını erken dönemlerde fark edememelerinin öz kontrolü yüksek çocuklar yetiştirmeye engel teşkil ettiğini söylemektedirler.

Öz-kontrolü yüksek bireyler yetiştirebilmek için en önemli faktör etkin ebeveyn terbiyesidir.

e) Öğrenme Teorileri

Lombroso ve takipçilerinin biyolojik determinizm fikirlerini reddederek işe başlayan öğrenme teorisyenleri, suçlu davranışın nedenini bireyin çevresiyle olan etkileşimine bağlamışlardır.
Sutherland’ın modeli kriminoloji literatüründeki ilk öğrenme teorisi olması ve daha sonra geliştirilen teorilerin de hep bu teorinin temel argümanları etrafında şekillenmesi nedeniyle büyük önem taşımaktadır.

f) Ayırıcı Birliktelikler Teorisi

Suçu öğrenmeyle izah eden eserlerin ilki olarak kabul edilen 1903 tarihli “Taklit Kanunları” isimli kitabında Gabriel Tarde (1903: 74), kendisine “toplum nedir?” şeklinde yöneltilen bir soruya “toplum taklittir” cevabını verdiğini nakletmektedir.
Suç da dahil olmak üzere pek çok sosyal davranışın taklit yoluyla kazanıldığını savunan Tarde, öğrenme literatüründe önemli bir çığır açmıştır.
Tarde’den (1903) oldukça etkilenen Edwin Sutherland, bu fikirleri George Herbert Mead’in (1934) “sembolik etkileşim” yaklaşımıyla birleştirerek kendine ait yeni bir sentez yapmıştır.
Sutherland, “Ayırıcı Birliktelikler Teorisi” (Differential Association Theory) adını verdiği teorisini geliştirmiştir.

Yazarın teoriye bu ismi vermesinin iki nedeni olduğu belirtilmektedir.
ilki, öğrenmede birlikteliklerin önemli olduğuna, ikincisi “kimle birlikte olduğuna bağlı olarak” kişinin hayatında bir kırılma yaşanacağına inanmasıdır.
Zira “üzüm üzüme baka baka kararır”, “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” ve “körle yatan şaşı kalkar” gibi pek çok atasözümüzde olduğu gibi.
Sutherland de, insanların kimlerle birlikte olduğuna bağlı olarak nasıl insanlar olacağının belirleneceğini düşünmüş ve bu mantıktan hareketle suçluları suçsuzlardan “ayırıcı birliktelikleri ifade bağlamında teorisine bu adı vermiştir(Dolu, 2011: 236).

Sutherland’a göre ayırıcı birliktelikler teorisinde, öğrenmenin bireyi adım adım nasıl suç işlemeye götürdüğünün anlatıldığı 9 ilke bulunmaktadır (Sutherland ve Cressey, 1978: 80-82):

1) Suçlu davranış öğrenilir,
2) Suçlu davranışın öğrenilmesi, aynen diğer davranışların öğrenilmesinde geçerli olan öğrenme mekanizmalarıyla gerçekleşir. Yani, suçun öğrenilmesi ile başka bir davranışın öğrenilmesi arasında “öğrenme bakımından” herhangi bir fark yoktur.
3) Ancak bu öğrenme kişinin tek başına öğrenmesi şeklinde gerçekleşmez; kişi suçlu davranışı diğer bireylerle iletişim ve etkileşimle öğrenir.
4) Suçlu davranışın öğrenilmesinde bireye yakın ve bireyin değer verdiği kişilerle olan iletişimi en etkili faktördür.
5) Öğrenmenin derecesini ve etkisini; görüşme sıklığı, görüşme/birliktelik süresi, önem durumu ve görüşme/birliktelik yoğunluğu gibi faktörler belirler.
6) Suçlu davranışın öğrenilmesiyle iki şeyin öğrenilmesi kastedilir:
(i) suç işleme teknikleri,
(ii) suç işlemeyi haklı çıkaracak gerekçeler.
Birinci öğrenme ile birey, suçun nasıl işleneceğini öğrenirken; ikinci öğrenme ile gerek suç işlemeden önce gerekse de suç işledikten sonra vicdani azaptan nasıl kurtulacağını öğrenir.

7) Birey, öğrenme sürecinde suç işlenmesinin iyi ve güzel olduğu yönünde veya suç işlemenin yanlışlığı yönünde tanımlamalara da maruz kalır.
8) Bireyin suç işlemeyi tercih etmesinin nedeni, suç işlenmesini takdir edilecek, hoşa gidecek, doğru eylemlermiş gibi tanımlayan söylemlere daha fazla maruz kalmasıdır.
9) Her ne kadar çeşitli ihtiyaçlar veya değerler suçlu davranışların gerekçesi olarak ileri sürülse de, suçlu davranışı açıklamak için bu ihtiyaçlar ve değerler tek başına yeterli olamazlar zira bu ihtiyaçlar suç işlemeden de karşılanabilir.
Sutherland’a göre bireyi suç işleme çizgisine en çok yaklaştıran şey, bireyin su işlemeyi haklı çıkaracak tanımlamalara, suç işlemenin yanlış olduğunu ifade eden tanımlamalardan daha fazla maruz kalmasıdır.

g) Anomi ve Gerilim Teorileri

Anomi teorileri ile “neden baz› toplumların diğer toplumlardan daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılırken, gerilim teorileri ile “neden aynı toplum içindeki baz grupların diğerlerinden daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılır (Dolu, 2011: 301).
Emile Durkheim, insan arzularının ve isteklerinin dipsiz okyanuslar gibi sonsuz olduğunu söylemiştir.
Durkheim, elini uzattığı her şeyi elde etmek, her dilediğinin olmasını istemek arzusunda olan insanın kendi kendini sınırlayıp kontrol altına alamayacağını, bunun için toplumun bireyi sınırlandırması ve kontrol altına alması gerektiğini iddia etmiştir.

Ne var ki, toplumsal yapıda meydana gelecek sarsıntılar ve düzensizlikler toplumun bireyi kontrol edebilme kapasitesini ciddi biçimde zayıflatır.Bunun en önemli sebebi, Durkheim’in “anomi” olarak ifade ettiği, bozulan sosyal yapıdır.

Anomi kavramını ilk olarak “Toplumsal iş Bölümü”(Division of Labor in Society) isimli kitabında ortaya atan Durkheim, daha sonra bu kavramı intihar vakalarını açıklamak için kullanmıştır.
Durkheim’ a göre toplumların gelişim süreçleri her zaman sabit bir hız ve ritimde gerçekleşmez.
Savaşlar, doğal afetler, yangınlar, ekonomik patlamalar ve ekonomik çöküşler toplumsal hayatta çok hızlı değişimlere yol açar.
Bu tür zamanlarda, toplumsal hayat, sosyal hayatımızı düzenleyen normlardan ve kurallardan daha hızlı değişir.
Bu durumda, eski kurallar, normlar ve değerler, ortaya çıkan yeni durumları düzenlemekte yetersiz kalır.
işte, ortaya çıkan bu kuralsızlık ve normsuzluk durumuna Emile Durkheim “anomi” ismini vermiştir.
Anomi, sosyal hayatın, sosyal hayatı düzenleyen normlardan, değerlerden ve kurallardan daha hızlı değişmesi sonucu eski normlar, değerler ve kuralların yeni oluşan durumları düzenleyememesi sonucu ortaya çıkan normsuzluk ve kuralsızlık halidir.


Amerikalı bir sosyolog olan Robert K. Merton, Amerika’da gözlemlenen yüksek suç oranlarının anomi ile izah edilebileceğini söyleyerek Durkheim’in anomi teorisininin bu amaçla kullanılabileceğini savunmuştur.
Bu fikir üzerinde çalışan Merton, anomi teorisini ABD özeline uyarlayarak literatürde “Klasik Gerilim Teorisi” adı verilen teoriyi geliştirmiştir.
Merton’ a göre, toplumun önüne konulan hedeflere yapılan vurgu, bu hedeflere nasıl ulaşabileceği konusunda yapılmamaktadır.

Uyumluluk:
Hem toplumsal hedefleri hem de bu hedeflere ulaşabilmek için toplum tarafından onaylanan yolları kabul kişilerin seçtiği uyum şekline uyumluluk adını veriyoruz.

Bu grupta yer alan insanlar toplumun çoğunluğunu oluştururlar.

Yenilikçilik: Yenilikçilik olarak adlandırılan diğer bir grupta yer alan insanlar ise, herhangi bir ahlaki kaygı gütmeksizin her türlü para, zenginlik ve statü hedefine kestirme yoldan ulaşmak isterler.

Bu insanlar toplumsal hedefleri kabul ederken bu hedeflere gitmek için toplum tarafından onaylanan yolları ve araçlar› reddederler.

Şekilcilik: Bu grupta yer alan insanlar, toplumsal hedeflere ulaşamayacaklarını düşündükleri için aslında bu hedefleri reddederler; ancak, sanki bu amaçları kendileri de benimsiyormuş gibi bu hedeflere giden yolları kabul ederler.


Geri Çekilme:
Bu gruptaki insanlar ne toplumsal hedefleri ne de bu hedeflere giden yolları kabul etmezler.

Kendilerini toplumdan soyutlayan bu kişiler sosyal hayatın hiç bir alanına katılmak ve herhangi bir katkı sağlamak istemezler.

İsyankârlık:
Hem toplumsal hedefleri hem de bu hedeflere giden yolları reddeden isyankârlık grubundaki insanlar, geri çekilme grubundakiler gibi içinde yaşadıkları sosyal düzeni reddetmekle kalmazlar; aynı zamanda yeni toplumsal hedefler ve bu hedeflere giden yeni yollar ve araçlar oluşturmak isterler.


h) Damgalama Teorileri

Suçun nedenlerini açıklamaya çalışan diğer görüşlerin aksine damgalama teorisi insanların suça ve suçluya gösterdikleri tepkiler üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşımdır. Charles H. Cooley’in (1902) “ayna benlik” ve George H. Mead’in (1934) “sembolik etkileşim” modellerinin temelini oluşturduğu bu yaklaşıma göre,
insanların kendilerine ait kimlik ve benlik algıları üzerinde hem kendileri hakkında sahip oldukları kendi düşüncelerin hem de diğer insanların kendileri hakkındaki düşünceleri etkilidir.

Yani, bir kimse kendisinin nasıl biri olduğunu ancak kendisini toplum aynasında görerek anlayabilir.

Herkesin herhangi bir sebeple hata edebileceğini ve suç işleyebileceğini savunan damgalama teorisi, asıl önemli olan noktanın insanlara yaptıkları hatalardan sonra nasıl davranılacağı olduğunu vurgulamaktadır.
Temelde suça gösterilen toplumsal tepkilerle ilgilenen damgalama teorisi, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, suçluya gösterilen tepkiye göre bireyin suçlu bir kariyere veya toplumun üretken, faydalı ve değerli bir bireyi olarak yaşamını sürdürebilmesine neden olunacağını söylemektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde damgalama teorisinin genel olarak iki ana akım halinde gelişmekte olduğunu görmekteyiz:
(1) ayrıştırıcı utandırma/damgalama,
(2) birleştirici utandırma.


i) Ayrıştırıcı Utandırma (Damgalama) Yaklaşımı

Ayrıştırıcı utandırma ya da damgalama yaklaşımı çerçevesinde değerlendirebileceğimiz çeşitli görüşleri geliştiren Frank Tannenbaum (1938), Edwin Lemert (1951) ve Howard Becker (1991) gibi sosyal bilimcilere göre bireylerin işledikleri (gerçek veya sanal) bir suç sonrasında toplumun ve ceza adalet sisteminin bu kimselere göstereceği tepkilerle, bu kişilerin daha sonra tekrar suç işleme olasılıkları artacaktır.

Suç işleyen bir kimsenin gerek toplum tarafından ayıplanması, kınanması ve dışlanması gerekse de ceza adalet sistemi tarafından bir dizi işlemden geçirilerek yaptırıma tabi tutulması bireyin alnına silinmez bir leke sürer.

“Bir kişinin adı çıkacağına canı çıksın” veya “adın çıkmış dokuza, inmez sekize” gibi atasözlerimiz de esas itibariyle aynı hadiseden bahsetmektedir.
Ayrıştırıcı utandırma yaklaşımında öne çıkan üç önemli kavram vardır:
(1) baskın statü,
(2) geçmişe dönük yorum yapma,
(3) kendini gerçekleştiren kehanet.


Baskın Statü: Her insanın kendi hayatında kolaylıkla değiştiremeyeceği cinsiyeti, etnisitesi, milliyeti, mesleği vb. pek çok özelliği insanların sosyal statüleridir.

Roller ise bu statülere bağlı olarak kişinin içinde bulunduğu ortama göre farklılaşan özelliklerdir.
Bazen bu statü ve rollerden bazıları diğerlerinin üstüne çıkar ve baskın statü halini alır.
İşte o zaman kişi hep bu kimlikle bilinir ve bu kimliğe göre muamele görür.
Kişinin işyerinde bir polis komiseri olması onu mahallesinde de komiser olarak bilinip tanınmasına neden olur.
Aynı şekilde bir kişinin asker olması da onu herkesin gözünde komutan yapar.
Bu kimseler her yerde “komutanım” veya “komiserim” diye çağırılır. işte bu tip statülere baskın statü denilir.

Geçmişe Dönük Yorum Yapma: Kişiye ait bir hata, kusur ya da suçun ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar bu kimseyle yaşadıkları geçmiş hatıraları bu yeni bilgilerle yeniden düşünür yeni bir gerçeklik inşa ederler.

Örneğin, bir kimsenin hırsızlık yaptığının ortaya çıkması, geçmişte bu kimsenin olduğu ortamlarda kaybolan şeylerin de bu kişi tarafından çalınmış olabileceği düşüncesini akla getirir.
Geçmişte sebebi bilinmeyen olaylar, öğrenilen yeni bilgilerle ve oluşturulan kurgularla doldurulur.

Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Suç işleyen/hata yapan kişiye insanların sürekli olarak “sen şöyle kötü bir insansın!”, “senden adam olmaz”, “sen bir hırsızsın” ve benzeri sözlerle örselenmesi, bu kimselerin bir müddet sonra kendilerine söylendiği gibi kişiler olmasına yol açabilir.

Kültürümüzde “bir adama kırk kere deli dersen deli olur” atasözüyle ifade edilen durum da esas itibariyle budur.
Damgalama teorisi, ayıplama, kınama ve diğer toplumsal tepkilerin bireyi geri dönülmez bir yola sevk edeceğini savunmuş ve insanların yaptıkları hatalı davranışlardan sonra kendilerini bir daha düzeltemeyip bu hata veya suç üzerine devam etmelerini, gösterilen aşırı toplumsal tepkilere bağlamıştır.
Ayıplama ve utandırmanın her zaman bu tür bir etki göstermeyeceğini savunan “birleştirici utandırma teorisi” ise bize farklı bir senaryo sunmaktadır.



ÜNİTE-2

TURK SOSYOLOGLARI


Kamu Düzeni ve Güvenliği: Polislik


1) GÜVENLİK KAVRAMI

Güvenlik, toplum yaşamında kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, kısa bir ifadeyle bir emniyet halidir.Kendisinin ve yakınlarının can ve mal güvenliğinin sağlanması ve sürdürülmesi bireyin temel kaygısı olmuştur. Maslow (1943), geliştirdiği bu sınıflandırmayı iki temel varsayıma
dayandırmıştır.
Bunlardan birincisinde, insan davranışlarının temelinde ihtiyaçların bulunduğunu; ikincisinde ise bazı ihtiyaçların diğerlerinden daha önemli olduğunu ifade etmektedir.
Maslow (1943), ihtiyaçlar piramidine göre insanların davranışlarının temelini oluşturan ihtiyaçları beş basamakta sıralamaktadır.

Bu ihtiyaçlar ve sıralaması şöyledir:

1. Fizyolojik ihtiyaçlar,
2. Güvenlik ihtiyacı,
3. Ait olma ve sevgi ihtiyacı,
4. Takdir ve saygı ihtiyacı,
5. Kendini ispatlama ihtiyacıdır.

İnsan ihtiyaçları hiyerarşisinde yeme, içme ve barınma gibi temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra ikinci sırada yer alan en önemli ihtiyaç güvenliktir.Bireyler burada kendileri için fiziki, sosyal, ekonomik, siyasal, hukuki ve psikolojik açıdan emniyette hissedebilecekleri bir ortama ihtiyaç duymaktadır.

Bu anlamda bireyin; geçimini sağlayabileceği, yaşamını sürdürebileceği güvenceli, sigortalı bir iş araması, can ve mal emniyetini güvende olduğunu hissedeceği bir konuta sahip olmaya çalışması, güvenli bir fiziki ve sosyal çevre oluşturmaya çalışması ve bir siyasal kurum olan devleti oluşturması hep bu güvenlik ihtiyacının karşılanması çerçevesinde değerlendirilebilir.

Güvenlik, insanın sahip olduğu değerler, can ve mal varlığına yönelik herhangi bir tehdidin ya da tehdit korkusunun olmaması olarak tanımlanabilir (Wolfers,1962).Güvenlik birey, toplum, devlet ve hatta küresel toplum için hayati öneme sahiptir.

Güvenlik kavramı birey ve toplumun Anayasa ve yasalar ile sınırı çizilen ölçüler içerisinde varlığını devam ettirmesi, yaşamını sürdürmesi, kendini geliştirmesi durumu; güvenlik hizmeti ise bu durumun sağlanması, korunması ve sürdürülmesi görevinin profesyonel kurum ve personel tarafından yerine
getirilmesi olarak da tanımlanabilmektedir.

Güvenlik kavramı ve hizmetlerinin evrimi hukuktan bağımsız düşünülemez.

Güvenlik hizmetleri ile adalet hizmetleri birbirine paralel sunulan ve birbirini tamamlayan iki hizmet türü olarak değerlendirilmektedir.
Güvenlik; genel anlamda bireyin ve toplumun her türlü suç riskine karşı korunması, temel hak ve özgürlüklerin yasal sınırlar içerisinde kullanılmasını mümkün kılan ortamın sağlanması, yasalara karşı gelen, suç işleyen kişilerin yakalanarak, haklarında adlî işlemlerin yapılması için gerekli sistemli, kurumsal ve profesyonel yapının oluşturulmasıdır (Aydın, 2002:124).


Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi güvenlik, birey ve toplum yaşamının, kamu düzen ve huzurunun mevcut yasalar ve toplumsal ahenk içerisinde aksamadan sağlanması, bireylerin herhangi bir mağduriyet korkusu taşımadan yaşayabilmesi halidir.
Güvenlik, demokratik hukuk devleti yapısı içerisinde bireylerin en temel hak ve özgürlüklerini rahat bir şekilde kullanabildikleri ortam ve bireylere yönelebilecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı devletin üstlendiği görev ve sorumluluklar olarak da tanımlanabilir.Güvenlikle ilgili iki temel anlayıştan söz edilmektedir.
Bunlardan birincisi asayiş olarak da ifade edilen sert güvenlik, ikincisi ise insani güvenlik olarak da tanımlanan yumuşak (esnek) güvenliktir.Sert güvenlik konseptini asayişin sağlanması odaklı ve öncelikli klasik güvenlik
modeli olarak da tanımlamak mümkündür.
Bu modelde güvenliğin ancak askeri, polisiye ve silahlı mücadele yöntemleriyle sağlanabileceği ileri sürülmektedir.Yumuşak (esnek) güvenlik yaklaşımı birey odaklı insani değerlere ağırlık veren bir anlayışı yansıtmaktadır.Burada birey güvenlik politikalarının merkezinde yer almaktadır.
Bu yönüyle yumuşak güvenlik konsepti, ekonomik refah, sağlık, eğitim, siyasal özgürlük ve demokrasi yoluyla sorunlarla ve tehditlerle başa çıkma kapasitesini öne çıkarır.
Yumuşak güvenlik yaklaşımını etkin kılmadan sert güvenlik modelinin başarıya ulaşması pek mümkün değildir.
İnsani güvenlik yaklaşımı günümüz demokratik değerleri, insan hakları anlayışı ile örtüşen bir modeldir.
Diğer taraftan, sadece yumuşak güvenlik modeline dayanarak ortaya konulan sorun çözme yetene¤i de sert güvenlik tedbirlerine ihtiyaç duyabilir.
Güvenlik kavramına değinilen bir yerde “emniyet ve asayiş” kavramlarından da söz etmek gerekir.

Asayiş, kargaşanın, karmaşıklığın olmaması, sükûn ve istikrarın var olmasıdır.

Bu anlamda asayiş; hukuka uygun ve gerekli önlemlerin alınması sonucu devlete, topluma, kişilere, mal ve eşyalara yönelik tehlike, kaza ve sabotajların söz konusu olmadığı bir ortam, düzensizlik ve karışıklıkların önlendiği, hayatın normal akışının sağlandığı hali, dirlik ve düzenin varlığı konusunda kamuda oluşturulan
yaygın ve yerleşik inancı ifade etmektedir.
Fransız ihtilalinden sonra yayımlanan “insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”
güvenlik olgusuna bireylerin en temel hakları arasında yer vermiştir. 1839 yılında çıkarılan Tanzimat Fermanı ile de Osmanlı Devleti güvenlik konusunu reform önerilen temel alanlar içine almıştır.
Bu kapsamda, reform yapılması önerilen dört temel konudan bir tanesi “insanların can ve mal güvenliğinin garanti altına alınması” ilkesi olarak tespit ve ilan edilmiştir.

2) Devlet Güvenliği (Milli Güvenlik)

Milli Güvenlik kavramı özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası küresel bir öneme sahip olmuş, ulusal, bölgesel ve küresel güvenliği sağlamaya yönelik çok kapsamlı işbirlikleri geliştirilmiştir.
Güvenlik, bireyler için olduğu kadar devletler için de en başta gelen ihtiyaçlardan biridir.
Devlet güvenliği top yekûn bir savaş sırasında, devletin varlığının dış düşmanlara karşı korunması anlamında kullanılmıştır. Milli güvenlik genelde devletin iç ve dış güvenliğine ilişkin geniş bir alanı içine almaktadır.
Devletin iç ve dış, her türlü tehlikelerden korunmuş bir şekilde varlığını, hukuki, sosyal ve bağımsız olarak sürdürmesi şeklinde tanımlanabilir.

Milli güvenlik özellikle ikinci Dünya Savaşından sonra küresel bir boyut kazanmıştır.

Kolektif güvenlik ihtiyacının sonucu olarak BM, NATO, Varşova Paktı ve AGIT (Avrupa Güvenlik ve işbirliği Teşkilatı) gibi uluslararası güvenlik kuruluşları oluşturulmuştur.
Türkiye’de devletin iç ve dış olmak üzere genel güvenlik politikalarının ve stratejilerinin belirlendiği en üst organlar Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve Bakanlar Kuruludur.
Cumhurbaşkanının başkanlığında Başbakan, ilgili bakanlar, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MGK Genel Sekreterinin katılımıyla toplanan MGK’nın kararları, Bakanlar Kurulu için sadece tavsiye niteliklidir.
Bu konulardaki asıl sorumluluk ve yetki, Bakanlar Kuruluna aittir.
Anayasa’nın 117. Maddesine göre; Milli Güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.

3) Kamu Güvenliği (İç Güvenlik)

Kamu güvenliği (iç Güvenlik); bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde vatandaşların, toplumun, özel ve kamuya ait bina ve tesislerin her türlü tehdit ve tehlikelerden uzak olması, olası tehditlere karşı korunmasıdır (Seçkin, 2001,20).
Kamu güvenliği, devletin varlığı ile bireylerin can ve mal emniyetinin sağlanması, toplumun huzuru, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, bireylerin güvensizlik kaygısı taşımadan yaşamını sürdürmesi açısından önemlidir.
İç güvenliği sağlamak devletin en başta gelen görevidir.
Devlet bu yükümlülüğünü kolluk (polis ve jandarma) kuvvetleri ve istihbarat birimleri aracılığıyla yerine getirir.

Polis ve jandarma vatandaşların;

Can ve mal güvenliğini sağlamak, suçları önlemek,
Suçluları yakalamak ve adalete teslim etmek,
Vatandaşların huzurunu bozacak her türlü bireysel ve toplu davranışı engellemek,
Yasalara aykırı eylemlere, davranışlara izin vermemek,
Bunları gerçekleştirenleri yakalayıp adalete teslim etmek,
Yardıma ihtiyaç duyanlara yardım etmek,
Kanunların kendilerine verdiği diğer görevleri yerine getirmek suretiyle iç güvenliği sağlamaya çalışır.
Kamu düzenini sağlamak, kamu düzenini korumak ve bozulduğunda eski haline getirmektir.

Başka bir deyişle; toplum hayatının barış, düzen ve güvenlik içerisinde devamını sağlamak, polisin temel görevlerinden biridir.


Kamu; bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme ve toplum; Düzen ise; huzur, tertip ve her şeyin yerli yerinde olması anlamına gelmektedir.

Kamu düzeni denince akla ilk gelen huzur, güven, asayiş ve emniyettir.
Bu anlamda kamu düzeni, bütün toplumun emniyet, huzur ve güven içerisinde olması, gelişmesi ve yaşamını sürdürmesi için uygun bir ortamın oluşturulması anlamını taşımaktadır.
Kamu düzeni, genel olarak bir ülkede yaşayan insanların tamamının huzuru ve emniyeti için alınması gerekli olan önlemlerin bütününü içerir.Bu anlamıyla kamu düzeni, çok geniş kapsamlı bir kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır. İnsanların toplu halde yaşayabileceği böyle bir ortamı hazırlamak, o düzeni tesis
etmek kamu düzeninin sağlanmasının bir gereğidir.

Devlet; kamu düzeninin korunması ve kollanmasına ilişkin üzerine düşen görevleri kolluk görevlileri aracılığı ile yerine getirmektedir.

Kolluk görevlileri de, kendilerine yasalarla verilen görev ve yetkileri kullanmaktadır.
Kamu düzeni anlayışının bir gereği olan amme ve şahıs tasarruf emniyeti; temel hak ve hürriyetlerin kişiler tarafından meşru bir surette kullanılmasının sağlanması için uygun ortamı oluşturmak; toplumu ve kişileri, tehlike ve tehditlere karşı korumak anlamını taşır.

4) Güvenlik Hizmeti

Güvenlik konsepti ve hizmetleri toplumsal değişime paralel olarak belirli bir evrim geçirmiştir.
Toplumsal yapının ihtiyaçları ve özelliklerine uygun olarak her zaman belirli ölçüler içinde bu ihtiyaçları karşılayacak yapılanmalar olmuştur.
Tarım toplumuna geçiş ile birlikte sosyal normlar ve buna paralel olarak hukuk nosyonu da oluşmaya başlamıştır.
Aile ve kabile içinde çözülemeyen türden sorunlar da bu dönemde, mal mülk sahibi olmaya başladıktan sonra ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu gruplar arasında meydana gelen sorunları çözmek üzere “arabuluculuk kurumu” oluşmuştur.
Asker ve polis gibi herhangi bir güce dayanmayan bu yapıda arabulucular sadece istiflari bir rol oynamış ve danışma işlevini yerine getirmişlerdir. Bu evrede yerine getirilen ve sosyal düzeni sağlamaya yönelik bir sorun çözücü yaklaşım olan bu yöntem, Çağlar (1999:122-4) tarafından “ilkel polislik” ve “informal polislik” olarak adlandırılmaktadır.
Tarım toplumlarında güvenlikten sorumlu ilk küçük askeri yapılanmalar ortaya çıkmıştır.
Paris polis teşkilatı örnek alınmak suretiyle İstanbul’da 1845 yılında yeni bir polis teşkilatı kurulmuştur.
Türk polis teşkilatının askerden ayrılarak sivilleşmesi süreci II. Meşrutiyetin ilanından sonra da devam etmiş, 1909 yılında içişleri Bakanlığına (Dâhiliye Nezareti) bağlı olmak üzere bütün ülkeyi kapsayan Emniyet Genel Müdürlüğü (Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü) kurulmuştur.

Güvenlik hizmeti kavramı geniş bir alana hitap etmektedir.

Günümüzde güvenlik kavramı artık bireysel, toplumsal, ekonomik, psikolojik, siyasal, hukuki, ulusal ve uluslararası bağlamda çok geniş ve girift bir boyut kazanmış durumdadır.
Güvenlik ekonomi, dış politika, istihbarat, iç güvenlik, sanayi, teknoloji gibi birçok alanda yer bulan bir kavram haline gelmiştir.
Bu geniş alanın güvenlik konusuna verdiği yer önemli olmakla birlikte günümüzde güvenlik denildiğinde daha çok devlet, savaş, suç, suçlular, terör, emniyet ve asayiş gibi konuların insanın aklına geldiği görülmektedir.
Günümüzde güvenlik birey, toplum, devlet ve uluslararası güvenliği içine alan geniş bir yelpazede ele alınmaktadır.
Devletler, tarih sahnesinde var oldukları günden itibaren, kamu otoritesini ve yurt savunmasını ilk başlarda ve büyük ölçüde tek bir yapılanma olan askeri kuvvetler eliyle sağlamıştır.

Güvenlik, devlet otoritesinin etkin bir şekilde tesis edilmesi, devlet kurumları ile birlikte diğer sosyal, ekonomik, siyasal, özel ve sivil toplum örgütlerinin sağlıklı bir şekilde işlevlerini yerine getirmesi, bireylerin yasalar çerçevesinde hak ve özgürlüklerini kullanması, bireylerin can ve mal emniyetinin sağlanması için gerçekleştirilen bir kamu hizmetidir.

Güvenlik hizmeti devletin en başta gelen görev ve yükümlülüklerindendir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin amaç ve görevleri Anayasa’mızın 5. Maddesinde:
“Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” olarak ifade edilmiştir.


Bu temel amacın uygulamada nasıl gerçekleştirileceği ise ilgili birçok kanunda

yer almıştır.

5) POLİS VE POLİSLİK

İlk toplumlarda var olan sosyal kurallar (social norms) yerini zaman içerisinde önce hukuk kurallarına bırakmış, daha sonra da bu kuralların uygulanmasını sağlamak üzere kanun uygulayıcı teşkilatlar ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de geçmişe bakıldığında ilk önceleri genelde ‘zabıta, kolluk, kolluk faaliyeti’ kavramlarının ‘polis ve polis faaliyetleri’ yerine kullanıldığı görülmektedir.
Devlet adına kamu düzenini sağlamakla görevli olan ve gerektiğinde zor kullanma yetkisine sahip kamu kurumlarına ve personeline ‘kolluk’, bu kurum ve personelin yerine getirdiği güvenlik hizmetlerine de ‘kolluk faaliyeti’ denilmektedir.

Kolluk genel kolluk ve özel kolluk şeklinde iki temel ayrıma tabi tutulmuştur.


Genel kolluk, ülke genelinde kamu düzenini sağlamak, suçları önlemek, suç işleyenleri yakalayıp adalet önüne çıkarmak ve yasaların verdiği diğer görevleri yerine getirmekle görevli ve yetkili kamu kurumlarını ve personelini ifade eden bir kavramdır.

Polis ve Jandarma Türkiye’de genel kolluk olarak tanımlanmaktadır.

Özel kolluk ise, genel kolluk dışında kalan, özel yasalara göre kurulan, bu yasalar çerçevesinde belirli görevleri ve görev alanları olan güvenlik kuruluşlarını ve personelini ifade etmektedir (şafak ve Bıçak, 2005).

Polis deyimi çeşitli evrelerden geçmiş, kökeni Yunanca ve Latinceden gelen bir
kelimedir. Yunanca “politeia”, Latince “politia” kelimelerinden türemiştir.
Eski Yunan’da ‘kent’ veya ‘şehir’ Latincede ‘kamusal yönetim’, ‘siyasi teşkilat’ karşılığı kullanılan ‘polis’, daha sonraları anlamını genişleterek ‘kent teşkilatı’ ve ‘devlet yönetimi’ gibi manalarda da kullanılmaya başlandı.
Bu anlamda polis deyimi, sitenin tüm kamu hizmetlerinin karşılığı olarak kullanılmıştır.


Bu dönemde, polis dendiğinde adeta devletin elde etmek istediği şu hedefler anlaşılmaktaydı:
1. Genel düzenleme
2. Kurallar koyma
3. İdare etme
4. Para basma gibi.

Polislik, bu yüzden sivil medeni toplumlarda kendini gösteren (sadece devlet yapısının sınırları içinde olmayan) sosyo politik bir fonksiyonu ifade eder.“Polis” kavramı, Avrupa’da ilk defa 18.yüzyılın ortalarında, suç önleme ve düzeni sağlama gibi özel fonksiyonlar anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Polis kelimesi bugünkü anlamda İngiltere’de ilk olarak (police) 1758 yılında John Fielding tarafından kullanılmış, yasal zeminini de 1800 yılında kurulan “Thames River Police” adlı polis teşkilatıyla ilgili olarak kullanılmak suretiyle bulmuştur.

Polislik, bir ülkenin iç sükûn ve güvenliğini, sağlık ve düzenini sağlamak ve bireylerin kendilerine ve mülklerine karşı olacak saldırıları korumak amacıyla, yönetim tarafından alınan ve yürütülmesi birtakım yaptırımlarla desteklenmiş ve garantilenmiş genel veya kişisel önlemleri ve bu bağlamda yürütülen hizmetlerin tümünü içerir.

Kamu düzenini sağlamakla görevlendirilen “icra ve inzibat kuvvetlerinin” başında polis gelmektedir.
Aydın (2002), “polis” kavramını izah ederken üç temel faktörden bahsetmektedir:“teşkilat” (organizasyon, örgüt), “fonksiyon”(görev, hizmet) ve “personel”.

Teşkilat olarak polis, asayişi sağlamak ve suçu önlemekle görevli, teşkilatlanmış, düzenli ve disiplinli bir güvenlik gücü olarak anlaşılmaktadır. Polisin icra ettiği fonksiyon (görev, hizmet), herhalde polisin günümüzde

anlaşılan yönünü izah etmede çok önemli bir rol oynamaktadır.
Polis söz edilen hizmetleri yerine getiren “personel” olarak da tanımlanabilmektedir.
Bu açıdan polis, geçmişte geçici olarak bu görevi yerine getiren “amatör” kişilerden oluşan bir topluluk iken, günümüzde yapmış olduğu görevini meslek olarak seçmiş, profesyonel kişilerden oluşan, eğitimli, düzenli bir bütün olarak karşımıza çıkmaktadır.
İçişleri Bakanlığına bağlı bütün birimler, Milli Eğitim, Savunma, Çevre ve Sağlık Bakanlıkları bünyesindeki kurumlar polislik karakteri taşıyan görevler icra ediyor denebilir.

DEMOKRATİK POLİS SİSTEMLERİ (Geleri, 2003)

Polis sistemleri ve modelleri ülkelerin yönetim sistemine göre farklılık göstermektedir.
Demokratik uluslarda polis sistemleri üç temel kategoriye ayrılır.

Bunlar şunlardır (Stead, 1977):

1. Dağınık (Parçalanmış) Polis Sistemleri,
2. Merkeziyetçi Polis Sistemleri,
3. Bütünleşmiş Polis Sistemleri.

a) Dağınık (Parçalanmış) Polis Sistemleri

Dağınık polis sistemleri bazen ‘sistemsiz’, ‘parçalanmış’ veya ‘son derece yerinden yönetilen’ polis modelleri olarak da ifade edilir (Hunter, 1990).
Bu model; suiistimal ve görevi kötüye kullanma uygulamalarının organize olmuş, bürokratik ve güçlü bir polis yapısı içerisinde yüksek seviyede olacağı endişesiyle ortaya çıkmıştır.

Bu modeli uygulayan uluslarda polisin otoritesi; görev yapılan bölgelerin fiziksel ölçüsü, coğrafi yapısı, nüfus yoğunluğu, endüstrileşme derecesi, politik atmosferi, kültür yapısı ve sosyal koşulları tarafından şekillendirilmektedir.

Bu uluslar, genelde daha fazla özgürlük (daha fazla temel hak ve özgürlüklere sahip olmak ve bunları rahat kullanmak) için suçu (suç seviyesinin belirli bir seviyede olmasını) normal karşılamakta; bu durumu yaşamın, endüstrileşmenin, zenginliğin ve demokratik yapının doğal bir parçası olarak değerlendirmekte ve kabul etmektedir.

Belçika, Kanada, Hollanda, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri, bu polis modelini uygulayan ülkelere örnek olarak verilebilir (Bayley, 1985). Bu ülkeler içerisinde, en dağınık ve suçlarla mücadeledeki başarı oranı nispeten

en düşük polis sistemi Amerika’da bulunmaktadır.

Amerikan Polisi

Amerika, küçük ölçekli polis teşkilatlarının bulunduğu bir ülkedir.
ABD’de ülke içerisinde polis hizmetlerinin sağlanması konusunda ciddi anlamda farklılıklar bulunmaktadır. Federal, yerel ve eyalet polisleri arasındaki sınırlar; görev, yetki ve sorumluluklar oldukça açık ve net bir şekilde belirlenmiştir.Her eyalet sınırları içerisinde, suçlarla mücadelede birinci derecede sorumlu olan yerel polis teşkilatlarıdır.
Federal ceza kanunlarının ihlalini oluşturan bütün suçlar F.B.I’ın görev ve sorumluluk alanı içerisine girmektedir.

Bu suçlar şunlardır:

1. Federal malın çalınması veya zarar görmesi,
2. Adam kaçırma,
3. Banka soygunu,
4. Sahtecilik,
5. Terör,
6. Kalpazanlık,
7. Yayın yoluyla aldatma.

F.B.I.’ın dışındaki diğer başlıca Federal kanun uygulayıcı güvenlik birimleri şunlardır:

1. Uyuşturucuyla Mücadele Teşkilatı (D.E.A.),
2. Göç ve Vatandaşlık Birimi,
3. Gümrük Polisi,
4. Gizli Servis,
5. Alkol, Tütün
6. Ateşli Silahlar Bürosu.

İlk eyalet polisi, 1905 yılında Pennsylvania’da kurulmuş ve bu uygulama, ülkenin diğer eyaletleri için bir model olmuştur.

Eyalet polisi, görev ve sorumluluk alanı itibariyle kamu düzeninin ve ülkeyi birbiriyle örümcek ağı gibi bağlayan otoyolların güvenliğinin sağlanması üzerine yoğunlaşmaktadır.
Günümüzde eyalet otoyollarında devriye gezmek, bu yollarda trafik kurallarına uyulmasını sağlamak, araç sürücülerinin belgeleriyle ilgili işlemleri yapmak, trafik kazalarına müdahale etmek ve motorlu araçlarla ilgili diğer işlemleri yürütmek eyalet polisinin günlük görev, yetki ve sorumlulukları içerisinde yer
almaktadır.
Amerika’da güvenlik hizmetlerinin en geniş ve önemli kısmı yerel seviyede yerine getirilmektedir.

Yerel polis yapılanması şunlardır:

1. Belediye Polisi,
2. Şerif
3. Memurlar

Amerika’nın küçük yerleşim yerleri büyük çoğunlukla şerif tarafından idare edilmektedir.

Şerifin sorumlulukları, tipik olarak günlük devriye hizmeti sunmak, işlenen suçları araştırmak ve soruşturmak şeklindeki rutin görevleri içermektedir.
Şerifin bürosu bu temel görevlerin yanı sıra, kasaba cezaevinin işletilmesi, kasaba adliyesinin koruma hizmetine yardımda bulunulması ve mahkeme tarafından verilen kararların ve tebligatların ilgili kişilere tebliğ edilmesi görevlerini de yerine getirmektedir.

b) Merkeziyetçi Polis Sistemleri

Merkeziyetçi polis sistemleri, polisin ulusal hükümetin doğrudan idaresi ve kontrolü altında olduğu ülkelerde görülmektedir.
Günümüzde Fransa, İtalya, Finlandiya, Türkiye, İsrail, Tayland, Tayvan, İrlanda, Danimarka ve İsveç gibi demokratik ülkeler, ‘polis devleti’ olma korkusundan uzak bir şekilde bu sistemi uygulamaya devam etmektedir.

Türk iç Güvenlik Sistemi

Türkiye’de iç güvenlik hizmetleri genel anlamda kamu ve özel olmak üzere iki temel kategoride yerine getirilir.
Kamu hizmeti olarak, iç güvenlik hizmetlerinin yürütülmesinden birinci derecede sorumlu makam içişleri Bakanlığı’dır.
Bu hizmetler Türkiye’de “genel kolluk” olarak tanımlanan “polis, jandarma ve sahil güvenlik” teşkilatları tarafından yürütülmektedir.
Fransız polis teşkilatından esinlenerek oluşturulan bu yapıda genel hatlarıyla, şehirlerde polis, kırsal alanda jandarma ve deniz sınırlarının güvenliğinde de sahil güvenlik teşkilatları güvenlik sektörünün kamu ayaklarını oluşturmaktadır.

İç güvenliğin sağlanmasında bir de genel kolluğun dışında kalan ve yasal yetkileri sadece belirli alanlar, belirli konular ve hukuki adımlarla sınırlı olan “orman muhafaza, gümrük muhafaza ve belediye zabıtası” gibi diğer kamu kurumları bulunmaktadır.

Bu birimler “özel kolluk” olarak adlandırılmaktadır.

Türkiye’de halen uygulanmakta olan ve özü itibariyle şehirlerde polis, kırsal alanlarda ise askeri bir kurum olan jandarmanın iç güvenlik hizmetlerinden sorumlu olması şeklindeki ikili iç güvenlik modelinin asıl kaynağı Fransa’dır.

Avrupa ülkeleri arasında Fransa’nın yanı sıra bu modeli benimseyen ülkeler Belçika, ispanya, Avusturya ve Türkiye’dir.
Türkiye’nin zamanında örnek aldığı Fransa’nın günümüzdeki Jandarma teşkilatlanması ile Türk Jandarma Teşkilatı arasında çok önemli farklar bulunmaktadır.
Buradaki en önemli ve dikkat çekici fark, Fransız Jandarması’nın sivilleşme
yolunda yapmış olduğu ilerlemedir.
Fransız Jandarması şimdi sivil iradenin denetim ve kontrolü altında iç güvenlik hizmeti veren bir kurum haline gelmiştir.

Askeri jandarma teşkilatına sahip AB ülkelerinden biri olan Belçika ise 2000 yılında iç güvenlik hizmetlerinin yürütülmesine yönelik radikal bir karar alarak jandarma teşkilatını tamamen kaldırmıştır.

Şu anda Belçika’da iç güvenlik hizmetlerinden sorumlu tek kurum polis teşkilatıdır.
Diğer taraftan, İspanya’da bulunan ve Türk jandarma teşkilatına benzer olduğu söylenen Guardia Civil ise, adından da anlaşılacağı üzere aslında sivil bir yapılanmadır ve gerek şeffaflık gerekse sivil kontrol ve denetim açısından oldukça ileri bir seviyededir.

Polis

Polisin teşkilat, kadro ve yönetim yapılanmasını düzenleyen 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu (ETK), 4 Haziran 1937 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Polis Teşkilatının merkeziyetçi yapısı 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 4.maddesinde; ‘Polis, silahlı icra ve inzibat kuvveti olup üniformalı ve sivil olmak üzere iki kısımdır’ şeklinde ifade edilmiştir.
Merkezde, içişleri Bakanlığına bağlı bir Genel Müdürlük olarak örgütlenen polis teşkilatı; merkez, taşra ve yurt dışı birimleri olan ve ülke içerisinde silahlı kuvvetlerden sonra en belirgin ve katı hiyerarşik yapıya sahip bulunan,
üniformalı bir kuruluştur.

Emniyet Genel Müdürlüğü merkez teşkilatı;

Genel Müdüre doğrudan bağlı birimler (istihbarat Daire Başkanlığı ve Teftiş Kurulu Başkanlığı gibi),

Genel Müdür Yardımcılarına bağlı Daire Başkanlıkları ile fiilen illerde örgütlenmekle birlikte merkeze bağlı birimler (Polis Meslek Yüksek Okulları gibi) şeklinde yapılanmıştır.


Taşra örgütlenmesi ise il emniyet müdürlükleri ile ilçe emniyet müdürlükleri ve amirlikleri şeklindedir.

Bu örgütlenme içerisinde en alt birimi polis merkezleri, karakolları ve noktaları oluşturmaktadır.
5442 sayılı il idaresi Kanununa göre, il genel idaresinin başı o ilin en büyük mülki amiri olan Validir.

İl Emniyet Müdürü de, bütün birimleriyle Valiye karşı sorumlu olup, onun emrindedir.

Aynı şekilde, ilçe düzeyinde ise ilçe idaresinin başı Kaymakamdır ve ilçe emniyet Müdürü veya Amiri de, ildeki düzenlemeye paralel olarak, Kaymakama karşı sorumlu olup, onun emrindedir.
Türk polisi 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 9’uncu maddesine göre; idari polis, siyasi polis ve adli polis, olmak üzere üç ana kısma ayrılmaktadır.İdari polis, sosyal ve genel kamu düzenini sağlamakla; siyasi polis, devletin genel emniyeti ile anayasal düzenini ilgilendiren hususlarda çalışmakla; adli polis ise, suç sonrası araştırma ve soruşturma işiyle görevli olan kısımlardır.

Adli polis, adli görevlerin yerine getirilmesinde cumhuriyet savcılarının emrinde olmakla birlikte, kanun gereği adli vazifelerin dışındaki hizmetlerde idarî yapılarının içindeki emir ve komuta zincirine tabi olarak görev yapmaktadır.


Jandarma

Türkiye’deki güvenlik birimlerinin yapılanması Fransa’dan esinlenerek gerçekleştirilmiştir.
Bu bağlamda güvenlik hizmetleri polis ve jandarma olmak üzere iki temel ve farklı teşkilat tarafından yürütülmektedir.
Jandarma, Polis Teşkilatı dışındaki diğer büyük genel kolluk birimidir.
Polisin görev alanı dışında kalan, kırsal bölgelerde görev yapmaktadır.
Jandarma Teşkilatı 14 Haziran 1839 tarihinde kurulmuş, 10 Haziran 1930 tarihinde çıkarılan 1706 Sayılı Kanun ile günümüzdeki hukuki statüsünü elde etmiş, daha sonra 1983 yılında çıkarılan 2803 Sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile kapsamlı bir hukuki çerçeveye oturtulmuştur.

Jandarma, Türkiye’ye has bir yapı içerisinde hem içişleri Bakanlığına hem de Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak varlığını ve faaliyetlerini yürütmektedir. 2803 Sayılı Kanunun 4. Maddesi Jandarmanın bağlı olduğu makamları ve bağlı olma koşullarını şu şekilde ifade etmektedir: “Jandarma Genel Komutanlığı, Türk

Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerinin ifası yönünden içişleri Bakanlığına bağlıdır.
Ancak Jandarma Genel Komutanı Bakana karşı sorumludur.”
Jandarma’nın görevleri 2803 Sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nda mülki, adli, askeri ve diğer görevler olmak üzere dört temel başlık altında toplanmıştır.

Mülki görevler: Bu görev alanı emniyeti, asayişi ve kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak ve suç işlenmesini önleyici faaliyetleri içermektedir.

Bunların yanı sıra, kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ceza infaz kurum ve tutukevlerinin dış koruma görevleri de bu görev alanı içine girmektedir.

Adli görevler: Suç işlendikten sonraki süreci ifade etmektedir.Suçların işlenmesinden sonra suçun ortaya çıkarılması, suçluların tespit edilip yakalanması ve delillerle birlikte adli makamlara ulaştırılması aşamalarındaki

faaliyetleri kapsamaktadır.

Askeri görevler: Jandarmanın, Genelkurmay Başkanlığına bağlı olmasından dolayı, askeri kurum ve nizamların gereği olan görevlerle, Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen görevleri kapsamaktadır.


Diğer görevler: Bu başlık altında yer alan görevler mülki, adli ve askeri görevler dışında kalan ve diğer kanun ve yasal düzenlemelerin yerine getirilmesi ve bu bağlamda hükümet kararlarıyla verilen görevleri ifade etmektedir.

Jandarmanın görev ve sorumluluk alanı, genel olarak, polisin görev sahası dışında kalan veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir (2803 sayılı JTGYK, Mad.10).

Jandarma sorumluluk alanı dışında olmakla birlikte:

• Polis teşkilatı kurulmamış olması,
• Özel kolluk kuruluşlarının sorumluluk alanına giren yerlerde jandarmayı ilgilendiren bir suç işlenmesi,
• Özel kolluk kuruluşlarının sorumluluk alanına giren konularda, bu kuruluş ve kuvvetlerin yokluğundan dolayı suç işlenmesi

c) Bütünleşmiş Polis Sistemleri

Bütünleşmiş polis sistemleri, “orta dereceli (ılımlı), yerinden yönetilen”, “birleşik” veya “uzlaşılan” polis sistemleri olarak da ifade edilir (Bayley, 1985).
Bu model, yerel ve merkezi yönetimlerin kontrolü paylaşabileceği bir yapı sunmaktadır.
Bu sistem içerisinde, merkeziyetçi polis teşkilatlarının neden olabileceği, olası kişi hak ve özgürlükleri ihlalleri ve diğer güç denemelerini engellemek ve aynı zamanda dağınık polis modelinden kaynaklanan etkisizlik ve verimsizlik sorunlar giderilmek istenmiştir.
Yerel kontrol ve sorumluluk sağlanırken, ülke genelinde uyulması zorunlu ulusal tek tip standartlar geliştirilmiştir.

Bu modelde, merkeziyetçi yapıdaki polis teşkilatı sayısından daha fazla, dağınık polis sistemindeki polis kurumundan ise daha az bağımsız polis teşkilatı bulunmaktadır.

Örneğin; İngiltere ve Kuzey İrlanda’da toplam 54 polis gücü görev yapmaktadır (Critchley, 1967).
Bütünleşmiş polis sistemini uygulayan ülkelere örnek olarak Japonya, Avustralya, Brezilya, Birleşik Krallık ve Almanya verilebilir.

GÜVENLİK HİZMETLERİNDE AÇIKLIK VE GİZLİLİK

Gizli suçla mücadele faaliyetleri denildiğinde, aklımıza genelde ilk önce, içinde hile ve aldatmanın ağırlıklı bir şekilde yer aldığı uygulamalar gelir.
Gizlilik ve hile adeta birbiriyle eş anlamlı iki kavram olarak algılanır.
Aynı şekilde; açık ve herhangi bir gizliliği gerektirmeyen, gizli yönü bulunmayan suçla mücadele yöntemleri dendiğinde ise, ilk anda, hilesiz, doğrudan ve aldatmayı içermeyen uygulamalar akla gelir.
İşin esasında, ilke olarak bu tür kolluk fonksiyonlarının hepsi birbirinden bağımsız olup farklı özellikler taşımaktadır.

Bu özellikler dikkate alındığında, dört (4) farklı suçla mücadele yöntemi ve kolluk faaliyeti ortaya çıkmaktadır.

Bunlar şunlardır: Açık ve hilesiz suçla mücadele faaliyetleri, açık ve taktiksel suçla mücadele faaliyetleri, gizli ve hilesiz suçla mücadele faaliyetleri ve gizli ve taktiksel suçla mücadele faaliyetleri.

Gizli ve Hilesiz Suçla Mücadele Faaliyetleri

Bir kamera, verici veya ses kaydedici çok kolay bir şekilde gizli kullanılabilir.
Şüpheli bir yer, karşı taraftan, açık görünmeyi sağlayacak bir yerden gizlice gözetim altında bulundurulabilir; şüpheli bir kişi, uzaktan ve gizlice takip altında bulundurulabilir; toplantı ve gösteri yürüyüşlerindeki konuşmalar gizlice kaydedilebilir; takip altındaki bir şahsın mektupları, sahibinin haberi olmadan gizlice kontrol edilebilir.

Gizli ve hilesiz suçla mücadele faaliyetleri başlıca beş önemli uygulamayı

içermektedir.
Bunlar şunlardır (Geleri ve ileri, 2003):
1. Bireylerin kendilerinin, araçlarının, evlerinin, işyerlerinin ve faaliyetlerinin elektronik vasıtalar olmaksızın, fiziksel olarak gizlice izlenmesi ve gözetlenmesi: Fiziki takip.

2. Bireyler arası iletişimi sağlayan her türlü haberleşme vasıtasının gizlice dinlenmesi ve/veya tespit edilmesi: iletişimin dinlenmesi ve tespiti.


3. Gizli kamera, minyatür mikrofon gibi araçlar vasıtasıyla; şüpheli şahısların konut, işyeri veya kamuya açık yerlerdeki her türlü faaliyetlerinin gizlice gözetlenmesi, izlenmesi ve/veya ses ve görüntü kaydına alınması: Teknik araçlar kullanmak suretiyle takip.


4. Kişilerin veya araçların, bilgisayar destekli sistem içerisinde uzun süreli olarak izlenmesi ve gözetlenmesi: Bilgisayar destekli uzun süreli takip.


5. Günümüzdeki bilgisayar teknolojisi çerçevesinde, suçların ve delillerin ortaya çıkarılması ve faillerin bulunması amacıyla; suç mahallindeki araştırmalar sonucunda ulaşılan ve muhtemel failde bulunması gereken özellikleri içeren verilerle, çeşitli kurumlara ait bilgisayar sistemlerinde kayıtlı kişisel verilerden, aranılan özelliklere uyanların depolanması, değerlendirilmesi ve karşılaştırılması yoluyla şüpheli şahıslara ulaşılması: Kayıt ve verilerin incelenmesi.


Gizli ve Taktiksel Suçla Mücadele Faaliyetleri

Örtülü faaliyetler, işin teknik boyutu anlamında hem gizlidir hem de aldatma ve hileyi içerir.
Bu faaliyete maruz kalan hedef kişi veya gruplar uygulanan yöntemin gerçek içeriğini bilmezler: Tamirci, simitçi, boyacı kılığında görev yapan polisler gibi.

Bu çerçevede, örtülü faaliyetler yoluyla bilgi toplamada kullanılan en önemli teknikler şunlardır (Pekin, 1999:670):

1. Resmi görevlilerin kimliklerinin gizli tutularak veya sahte kimlik düzenlenerek hedef grubun içine sokulması; gizli görevli kullanılması,

2. Resmi görevlilerin dışında hedef kişi ve grupla yakın ilişki içerisinde olan veya olma olasılığı bulunan kişilerle gizlice işbirliği yapmak suretiyle hedefin faaliyetleri hakkında bilgi elde edilmesi; bilgi kaynağı kullanılması.


3. Suçun ortağı (çalıntı malı satmak veya almak isteyen kişi gibi) rolünü üstlenmenin yanı sıra, muhtemel suç mağduru rolü de sıkça oynanmıştır.


Bu uygulamada örneğin (Geleri ve ileri, 2003);

1. Polis memuru, yankesicileri suçüstü yakalayabilmek amacıyla, yolda cüzdanı görünür bir şekilde yürüyen sıradan vatandaş gibi hareket etmektedir.

2.
Fuhuşla mücadelede klasik bir yol olan hayat kadınlarıyla pazarlık yaparak (kimli¤ini gizleyen bir polis memuru ya da polis adına çalışan bir vatandaşın) suçüstü yapma taktiklerinin yanı sıra, bayan polisler veya polis adına çalışan bayanlar “hayat kadını” rolünü üstlenerek, kendilerine para karşılığında fuhuş teklif eden erkeklerin yakalanmasını sağlamaktadır.


3.
Aynı şekilde, gizli polis görevlileri uyuşturucu veya çalıntı malı satın almak isteyen kişiler gibi davranmanın yanı sıra bu tür malları satan kişiler kılığına da girmektedirler.




3-ÜNİTE


Aile içi şiddet


1) AİLE KURUMU

 Aile, bağları kan, evlilik ya da evlatlık edinmeye bağlı olarak akrabalık olarak adlandırılan bir toplumsal kurumdur.Aile kurumu tüm toplumlarda görülmektedir.Modern toplumların en temel kurumu ailedir
 Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
 Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.
 Aile, bireyin korunduğu, desteklendiği ve geliştirildiği bir kurumdur.Öte yandan aile yaşamının birçok kişi için de üzüntü kaynağı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
 Aile, toplumda birtakım fonksiyonları yerine getirmektedir.

2) Geniş Aile

 Geniş aile, endüstri öncesi toplumlarında ve günümüzde de tarım toplumlarında olan bir aile yapısıdır.
 Geniş ailede ebeveynler, çocuklar ve diğer akrabalar bir arada yaşarlar.
 Bu ailede kan bağı ile bağlı olanların birlikteliği söz konusudur.
 Evli çiftler birbirlerinin akrabalarına karşı sorumluluk duyarlar.
 Geniş ailede aile üyeleri ekonomik zorunluluklar yüzünden bir arada yaşamıştır.
 Baba evin reisidir.
 Endüstrileşme ile birlikte aile üyeleri işçi haline geldi ve iş buldukları kentlere göç ettiler.

3) Çekirdek Aile

 Endüstrileşme ve toplumsal hareketlilik sonucu geniş ailenin yerini çekirdek aile almıştır.
 Modern aile anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile olarak adlandırılmaktadır.
 Çekirdek ailenin birden bire oluştuğu söylenemez.
 Kentlere göç sürecinde geniş aile, çekirdek aileye destek olmuştur.
 Endüstrileşme sonucu ailedeki bireylerin sorumluluklarında da değişmeler olmuştur.
 Çocuk, hasta ve yaşlıların bakımında aile dışında uzmanlaşmış profesyonel kurumlar rol almaya başlamıştır.
 Çocukların bakım ve eğitiminin aile dışına çıkması, kadının rolünde de değişmeleri getirmiştir.


 Kadın, sadece ev işleri ve annelik sorumluluğuyla sınırlı kalmamış; aynı zamanda ev dışında üretim faaliyetlerine de başlamıştır.
 Endüstrileşme sonucu kırsal kesimden kentlere göçler başladı.
 Bu göçlerin ilk durağı kentte yaşayan akrabaların evidir.
 Bu da endüstrileşme sonrası ailelerin genişlemesi anlamına gelmektedir.
 Kentte ayakta kalabilmek için akrabaların birbirlerine destek olmaları kaçınılmazdı.

4) Aile ve Demokrasi

 Aile, toplumdaki en küçük demokrasi ünitesi olarak tanımlanmaktadır.
 Aile toplumbilimi anlamında gelişim, evrim ve değişimden en çok etkilenen ve bunları en erken içselleştiren kurumdur.
 Osmanlı toplumunun geleneksel, ataerkil geniş ailesi, Atatürk devrimlerinin değiştirmeyi amaçladığı kurumlardan biridir.
 Aslında aile yapısını değiştirmeye yönelirken Atatürk’ün kafasındaki düşünce, kadının özgürlüğe kavuşmasıydı

5) Aile ve Değişim

 Ailenin yaşadığı yere göre gösterdiği farklılık kültürel, etnik, dini ve diğer faktörlere bağlı olarak açıklanmaktadır.
 Aile tiplerindeki farklılaşma, zaman içinde de ortaya çıkar.
 Bu farklılaşmalar yalnız yeni aile tiplerinin ortaya çıkmasıyla değil, aynı zamanda yerleşmiş aile tiplerindeki değişmelerle de meydana gelir.
 Aile yapısındaki değişmeler yaşam döngüsünün çeşitli aşamalarında ortaya çıkmaktadır.
 Bu aşamalar ailenin oluşması (evlilik, beraberlik) ailenin genişlemesi (doğum, evlat edinme, çocuk yetiştirme) ve ailenin çözülmesi (üyelerin aileden ayrılması, boşanma) olarak belirlenmiştir.

 Bunlara ek olarak ailenin çevresinde, değerlerde, yapıda ya da fonksiyonlardaki değişmeler, aile tipini etkileyen unsurlardır. Bu tür değişmeler büyük bir çoğunlukla ailenin dış baskılara karşı gösterdiği tepki ve talepler, ya da ailenin kendisi için yeni bir aile yaşamını seçmesi sonucunda meydana gelebilir (AAK, 1994, s.5).

 Endüstrileşme, kentleşme ve modernleşmenin beraberinde getirdiği değişimden en çok aile kurumu etkilenmiştir.
 Söz konusu değişim, ailenin yapısını değiştirmekte; ayrıca birtakım fonksiyonlarını yerine getirmesi için toplumun örgütlü desteğini almaktadır.
 Ancak aile tarihi, sosyal, ekonomik, siyasal olaylardan etkilenerek değişimlere uğramış olsa dahi, bir kurum olarak toplumdaki eğitici, sosyalleştirici, tüketici, esirgeyici, sosyal güvenlik rollerini korumaktadır.


 Değişim, tüm toplumlar için geçerli olan bir olgudur.
 Gelişme ve değişme yaşamın zenginleşmesi, bireylerin yaptıklarından daha çok doyum sağlamaları anlamına gelmekte ise de gelişme süreciyle, aile arasındaki ilişkiden söz edildiğinde çelişkili ifadeler kullanılır (AAK, 1994, s.6).
 Olumlu olarak ele alındığında değişme şu anlamları içermektedir (Acar, 1993, s.60):
sağlık, çevre koşulları ve beslenme olanaklarının iyileşmesi,
ortalama yaşamın yükselmesi,
ekonomik gelirin artması,

yaşam standartları,
eğitim düzeyi ve çalışma koşullarının gelişmesi ve

eğitim olanaklarının gelişmesi (küçük kent, ilçe veya büyük kentlerin sosyo-ekonomik yönden düşük olan bölgelerinde yaşayan genç kadınların yüksek öğrenim görme şanslarının artması).

Olumsuz açıdan bakıldığında ise;
Ailenin fakirleşmesi,
kadın erkek arasındaki eşitsizliklerin artması,
ailenin çözülmesi ve
destekleyici rolünün ortadan kalkması,
çocuk suçluluğunun artması ve
çocukların zararlı alışkanlıklar edinmesi gibi durumlar ortaya çıkmaktadır.


Toplumsal değişmenin ailede yol açtığı değişikliklerin başında ailenin yapısı, eşler arası sorumluluk paylaşımı ve cinsiyet rollerinin sosyalleşmesi gelmektedir.

 Birleşmiş Milletler Genel kurulunca 10.12.1948’de kabul edilen ‘insan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde kişilerin özel hayatına ve ailesine karışılmaması, ailenin toplumun temel birimi olarak korunması, yetişkin kadın ve erkeğin evlenmeye serbest iradeleriyle hakları olduğu, evlenmesi sırasında evlilik süresince ve evliliği sonlandırmada eşit haklara sahip olmaları öngörülmüştür.

6) Modernleşme ve Aile

 Modernleşme sonucu, işbölümü ortaya çıkmıştır.
 İş gücü, tarım ve tarım dışı sektörlerine göre dağılmıştır.
 Üretim tekniklerindeki gelişmeler ve kentleşme modernleşmenin önemli bir sonucudur.
 Kentleşmeyi artıran nedenlerin başında, modern tarım araçlarının ortaya çıkması sonucu tarım işgücü sayısının azalması gelmektedir.

Ayrıca miras yoluyla toprağın bölünmesi; kentin daha zengin eğitim, sağlık ve iş olanakları sunması kentleşmeyi artırmaktadır.

Modernleşme sosyal tabakalaşmaya da etki etmiştir.
Siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel yapılara göre sosyal tabakalaşmalar oluşmuştur.
Modernleşme sonucu gerçekleşen eğitim alanındaki ilerlemeler, tabakalar arasında hareketliliğin artmasına neden olmuştur.
 Modernleşme sonucunda okuryazarlık oranında, kadınların eğitiminde ve üniversite eğitiminin kalitesinde de artışlar kaydedilmiştir.


 Endüstrileşme sonucunda gelişmiş teknolojinin kullanımı ortaya çıkmıştır.
 Bu da yaşam düzeyinin artmasını sağlamıştır.
 Endüstrileşme toplumsal değerleri de etkilemiştir.
 Bireycilik gelişirken, aynı zamanda kadın erkek eşitliği hakkındaki tartışmalar da artmıştır.

7) Kentleşme ve Aile

 Kentleşme sonucu, kent nüfusu artar.
 Kentleşmenin en büyük nedeni, kırsal kesimdeki yaşam düzeyinin itici ve kentin çekici hale gelmesidir.
 Kentleşme, kırdan kente göç olgusunu da beraberinde getirir.
 Kentlerdeki olumsuz yaşam koşullarına rağmen köyden kente göç devam etmektedir.
 Kentleşme sonucunda geniş ailelerin azalması ve ailelerin küçülmesiyle karşılaşmaktayız.
 Geniş ailelerin yerini, ana baba ve çocuktan oluşan çekirdek aileler almaktadır.
 Kentleşme bireyin özerklik ve özgürlük duygularını artırır.
 Geniş aileden çekirdek aileye geçişin açıklanmasında özerklik ve özgürlük kavramlarından da faydalanılmalıdır.
 Kente göç, ailenin de içinde bulunduğu tüm ilişkileri değiştirir.

Atatürk 5 Şubat 1923’te İzmir’de verdiği söylev günümüze ışık tutmaktadır: Bir toplumsal yaşam iki cinsten (erkek ve kadından) yalnız birinin çağdaş gerekleri alması ile yetinirse, o toplumun yarıdan

çoğu güçsüzlük içinde kalır.
 Bir ulus ilerlemek ve uygarlaşmak isterse özellikle bu noktayı temel almak zorundadır.

8) Ailenin işlevleri

 Ailenin temel fonksiyonu neslin devamı, çocuğun yetiştirilmesi, aile üyelerine bakım, sevgi, gelişme ve disiplin sağlayıcı ve destekleyici bir çevre oluşturmaktır.
 Kültür ve ailenin yapısına dayalı olan fonksiyon ve ilişkiler ise giderek ailenin kendi dışındaki kişilerle olan etkileşiminde gerçekleşmektedir.
 Bunların başında üretim çalışmaları, ev işleri, sosyal ve kültürel normlar, beklentileri öğrenme, eğitim, sağlık, beslenme ve diğer sosyal çalışmalar gelmektedir.
 Ailenin diğer bir fonksiyonu sosyal ve kültürel değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasıdır.

9) Ailede işbölümü

 Geleneksel aile yaşamı yıllara göre değişmektedir.
 Tam gün çalışan kadınların sayısı artmaktadır.
 Günümüzde ailelerin nüfusları evliliklerin ilk yıllarında tamamlanmaktadır.
 Bu da çocuk sayısının azalmasına neden olmaktadır.
 Geleneksel ailedeki işbölümünde erkek ekmek parası kazanırken, kadın ise ev işlerini yapmaktadır.
 Aileyi etkileyen önemli olaylarda erkek karar verirken, kadın ise ev işlerine yönelik çalışmalarla ilgili kararları vermektedir.
 Evin tüm sorumluluklarını taşımak zorunda olan kadınlar, iş yaşamında da birçok sorunlarla karşı karşıya gelmektedir.
 Yöneticilik alanlarında “erkek kadınlardan emir almaz” düşüncesi iş yaşamında ağırlığını hissettirmektedir.
 Kadınların sosyal güvenliği göz ardı edilerek eşlerinin güvenliğinden yararlandırılması yoluna gidilmiştir.
 Kadınlar, ücretsiz aile ve tarım işçiliğinin vazgeçilmez elemanlarıdırlar.
 Erkekler, kadınların fiziksel olarak zayıf olduklarını öne sürseler bile,kadınların fiziksel gücü ön plana alınmış, onların akıllarından yararlanma geri plana atılmıştır.
 Endüstri öncesi toplumda geniş ailede yaşayan bireyler ve hizmetliler güçleri ölçüsünde ailenin gereksinimlerini karşılamak amacıyla üretime katkıda bulunmak zorundaydılar.
 Üretilen mal ve hizmetler öncelikle ailenin gereksinimini karşılamak amacına yöneliktir.
 Nüfus artışı, üretici-tüketici dengesini bozmuştur.
 Bireyler aile dışında da üretim yapmak zorunda kalmıştır.
 Bu durum ailenin yapısının değişmesine neden olmuştur.
 Büyük fabrika ve işyerlerinde üretimler işgücü gereksinimini ortaya çıkarmıştır.
 Ev ile işyeri ayrılmıştır.
 Geniş ailenin fonksiyonlarında değişimler ortaya çıkmıştır.

Endüstri öncesi toplumunda aile hem üretici, hem tüketici iken; endüstri toplumunda aile tüketicidir.

 Endüstri toplumunda mal ve hizmetler satın alınır ve evde tüketilir.
 Aile bireyleri ise emeklerini işverene satarak gereksinim duydukları mal ve hizmetleri satın alabilecekleri parayı kazanırlar.
 Bireylerin emeklerini satması ve gereksinim duydukları mal ve hizmetleri satın alması geniş ailenin yavaş yavaş kaybolması ve yerine çekirdek ailenin geçmesine yol açmıştır.
 Çekirdek ailenin birden bire oluştuğu söylenemez.
 Kentlere göç sürecinde geniş aile, çekirdek aileye destek olmuştur.
 Endüstrileşme sonucu ailedeki bireylerin sorumluluklarında da değişmeler olmuştur.


 Çocuk, hasta ve yaşlıların bakımında özel kuruluşlar gündeme gelmiş, çocukların eğitiminde de kurumsallaşmış profesyonel yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
 Çocukların bakım ve eğitiminin aile dışına çıkması, kadının rolünde de değişmeleri getirmiştir.
 Kadın sadece ev işleri ve annelik sorumluluğuyla sınırlı kalmamış aynı zamanda ev dışında üretim faaliyetlerine de başlamıştır.

10) Kadınların Rollerindeki Değişim

 Endüstrileşmenin ilk dönemlerinde kadının emeğinden ucuz iş gücü olarak yararlanılmıştır.
 Günümüzde gelişmekte olan ülkelerde kadının ekonomik faaliyetlere katılımı sınırlıdır.
 Ülkemiz gibi geleneksel yapısı, aile ilişkileri, kadın erkek ve karı koca ilişkilerinde hala yaşamakta olan gelişme yolundaki ülkelerde, simetrik aile tipine kısmen metropollerde rastlanmaktadır.

Kadın ve erkeğe özgü cinsiyet rolleri henüz geleneksellik özelliği taşıdığından kadının ev dışında çalışması büyük ölçüde onaylanmazken, kadından ev işlerini görmesi ve çocuklarına bakması,

erkekten ise ailenin geçimini sağlaması genel bir beklenti şeklinde sürmektedir
 Bireyler kendi kültürel yapıları içinde sosyalleşirler
 Toplumlarda cinsiyete dayalı bir işbölümü vardır.
 Bu durum endüstri öncesi toplumlarda daha da yaygın bir şekilde yaşanmıştır.
 Endüstrileşme öncesi fiziksel güce sahip olanlar, üretim sürecini de etkilemişlerdir.
 Üretim ile cinsiyet arasındaki ilişkiye baktığımızda kadınların erkeklere oranla dezavantajlı oldukları bir gerçektir.
 Aile yapısını oluşturan temel unsurlar olarak, kadın ve kocanın rolleri, çağdaş toplumlarda çalışma hayatında artan işbölümü ve ihtisaslaşma ile farklılaşmaktadır.
 Tarımın bir iktisadi faaliyet olarak yoğun bulunduğu kır bölgelerinde görülen geleneksel yapı içinde, kadının ücretli olması, kocasından farklı bir meslekte istihdamı ve tarım dışı faaliyette bulunması zorlaşmaktadır.
 Geleneksel yapı içinde sadece mesleki farklılık değil, fakat tarım dışı faaliyetlerin yoğun olduğu şehir bölgelerinde görüldüğü gibi, kadının ekonomik gücü erkeğe göre azdır ve alınacak aile içi ve dışı kararlara bir taraf olarak da rolü yeterli değildir.

11) ŞİDDET

 Şiddet, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, sükûnet ve huzura son vermek; birbirinin hakkını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak; yakıcı aşırı davranışlarda bulunmak ve aşırı derecede öfke ifade etmek şekillerinde kendini gösteren davranışlara denir(Erten & Ardalı, 1996, s. 143).

Çoğu zaman şiddet, ya içgüdüsel ve bu nedenle toplumsallaşma sürecinde çok az değişen, ya da sadece ve sadece çevre etkenlerinden kaynaklanan bir davranış olarak görülür.

 Genellikle psikiyatrisiler, şiddet eyleminde bulunan bireyin toplumla ve ebeveynleriyle olan ilişkilerine varana değin tüm geçmişini (aile içi şiddeti de göz önünde bulundurarak) ön plana
çıkarmayı yeğliyorlar (Moses, 1996, s.23).
 Şiddetin mağduru olan kadınlar çoğu kez hor görülmekte ve suçlanmaktadır
 Psikiyatrisiler, şiddete yol açan etkenleri araştırmak istediklerinde çoğu zaman ilk önce bireyin kişiliğini incelemek istemektedirler.
 Winnigott’a göre şiddete eğilimli bir kişide onu şiddete yönelten en önemli etkenler, ‘yetersiz kalan’ ana-baba-çocuk-aile ilişkisi, aile şefkati ve ayrıca nesilden nesile aktarılan şiddet içeren davranış Biçimleridir.
 ‘Şiddet’ en genelde kişiye sadece fiziksel şiddet kullanımı değil, ayrıca psikolojik açılardan onu incitebilen söz, tavır ve davranışları da içine alır.
 Şiddetin bu tanımı hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve her türlü baskıyı da içermektedir.
 Aile içi şiddet denildiğinde genel olarak kadın ve çocuklara karşı yapılan şiddet eylemleri akla gelmektedir
 Aile bireyleri arasında ortaya çıkabilecek çatışma, çelişki ve anlaşmazlıkların çözülmesinde şiddetin kullanımı bireylerin toplumsal ilişkilerine de yansıyabilecek bir demokratik kültür sorunu olarak da incelenmesi gerekli bir sosyal olgudur.

12) KADINA YÖNELİK ŞİDDET

 Kadına yönelik şiddet, özel ve kamusal alanda olmak üzere her yerde yaygın bir şekilde görülmektedir.
 Şiddet, temel hak ve özgürlüklerin en büyük engelleyicilerinden biridir.
 Aynı zamanda kadın haklarının kullanılması karşısındaki en büyük engellerden biri de şiddettir.
 Kadın ve erkek arasında kökü tarihsel ve geleneksel yaşama kadar uzanan güç dengesizliği vardır.
 Bu dengesizlikler, en yaygın olarak kadına karşı şiddet olarak kendisini yansıtmaktadır.
 Kadına karşı şiddet sosyal sınıf, kültür ve ekonomik düzeye göre değişiklik gösterse bile genel anlamda kadınlar toplum içinde yasal, sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda erkeklerle eşit haklara sahip
olmanın mücadelesini vermektedirler.
 Şiddet kadınlar üzerinde birçok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
 Bunların başında
kadınların ‘ben’ duygusunun ortadan kalkması,
kimlik ve düşünce gelişimlerinin zorlaşması ve
girişimci yapılarının azalması gelmektedir.


13) KADIN VE AİLE İÇİ ŞİDDET

 20. yüzyılın sonları dünyanın her yerinde kadın hareketlerinin yoğun bir şekilde yaşanmasına tanık olmuştur.
 Kadın hareketlerinin ana çerçevesi ‘toplumsal eşitlik’ ve ‘siyasal haklar’ etrafında oluşmaktadır.
 Kadın hareketlerine ilişkin ülkemizdeki gelişmelerin başlangıcına bakacak olursak bir edebiyat dergisinin kadın sayfasından başlayan ilk dile getirilişlerden sonra, kadınların gerçekleştirdiği bilinç yükseltme çalışmaları 1987-1988 yıllarında ‘dayağa hayır!’ kampanyasına dönüştü.
Bu kampanyanın merkezi İstanbul’du.
 Kampanya kadına yönelik şiddetin aile içi – eşler arası boyutlarına odaklanıyordu.
 Kampanya, Ankara ve İzmir başta olmak üzere birçok ile yayıldı, kadınların desteğini kazandı.

Eğitimli kadın yeteneklerini daha iyi bir şekilde ortaya koyma olanağını elde eder, iş bulma şansı artar.

 Sonuç olarak kadının aile ve toplumdaki saygınlığı daha da artar.
 Kadının aile ve toplumdaki saygınlığının artması, ailede ve toplumda alınacak kararlarda söz hakkına sahip olmasını sağlayacaktır.
 1975-1985 yılları arasındaki “Kadının On Yılı”, bu bağlamda tüm dünya kadınları için yaşamın niteliğini değiştirip geliştirecek ilke ve ölçütleri içeren stratejilerin saptandığı, programların yapıldığı bir dönem oldu.
 Kadınlar, bu On Yıl boyunca eşitlik ve ilerlemelerini engelleyen yeniden üretim ve üretim rollerine; siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel, yasal, eğitsel ve dinsel engelleyici koşullara ilişkin bir bilinçlenme, aydınlanma
sürecini yaşadılar.
 Ekonomik açıdan sömürülmelerini; ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki eşitsiz konumlarını sorguladılar.
 2000’li yıllara uzanan on yıllık süreyi eşitlik, hakkaniyet ve adalete dayalı yeni bir ekonomik, toplumsal ve siyasal yapılanma dönemi olarak programladılar (DPT, 1993, s.6).
 Günümüzde kadınların gündemindeki ana konular şunlardır:
 Yoksulluğun ve bilgisizliğin yok edilmesi, eşit istihdam olanakları, mesleki eğitim ve iş güvencesi, karar verme odaklarına eşit katılım, toplumda demokratik, yani eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu bir yapılanma, ailede sorumluluk, yükümlülük ve yetkileri eşit paylaşım ve kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yok edilmesi (DPT, 1993,s.6).

Kadına yönelik şiddeti haklı kılan nedenlerden biri de geleneksel kültürümüzdür.

 Toplumumuzda ‘Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’, atasözleriyle karşılaşmak mümkündür.
 Geleneksel değerler, erkek otoritesi ve kadının aşağı düzeyde rolü şeklinde devam etmektedir.
 Evlilik yaşı küçüldüğünde, şiddete maruz kalma da artmaktadır (Yüksel, 1995, s.277).

Aile iç şiddetin nedenleri aşağıdaki başlıklar altında ele alınabilir:

1. Bireysel (veya psikiyatrik) yaklaşım: Alkol tüketimi, kıskançlık veya diğer psikolojik problemlerin erkeği şiddet davranışlarına yönelttiğini savunur.

2. Sosyo-psikolojik yaklaşım: Şiddetin kuşaktan kuşağa kültürel yollardan aktarıldığını kabul eder.Bu görüşe göre, karılarına şiddet uygulayan erkekler, çocuk döneminde ailelerinde şiddet uygulamalarına tanık olmuşlardır.


3.
Sosyo-kültürel yaklaşım: Sosyo-ekonomik statü ile, kadına karşı şiddet arasında bir ilişkinin olduğunu varsayar. (Yüksel, 1995, s.275-276).


Geniş ailelerde yaşama, aile içi dayanışma duygusunun eksikliği veya olmayışı, aile bireylerinin karar alma süreçlerine katılmayışları ve olumsuz bir gelecek algısını taşımaları şiddet eğilimlerini artırmaktadır.

 Şiddete maruz kalan bir çocukluk yaşamak, bireyin yetişkinlik döneminde aile ve toplumsal hayatında bir şiddet uygulayıcısı olma olasılığını artırmaktadır.
 Aile içi şiddette yoksulluk, sağlıksız koşullarda yaşama ve destekalamama temel problemler arasındadır.
 Sosyo-ekonomik yönden yaşanan olumsuz koşullar, bireyleri toplumsal alanda sinik bir hale getirmektedir.
 Sürekli sinik yaşayan insanlar, ortamını bulduklarında patlamaktadırlar.
 Aile içi şiddete maruz kalan kadınların çoğunun ekonomik bağımsızlıklarının olmadığı ve eşlerine bağımlı oldukları bir gerçektir.
 Aile içi şiddete maruz kalan kadınların çocuklarına şiddet uyguladıkları ortaya çıkmıştır.
 Sadece aile içi şiddete uğrayanların değil, buna tanık olanların dayaşamlarında duygusal ve davranışsal olarak birtakım olumsuzluklar sergiledikleri saptanmıştır.
 Toplumun, erkek saldırganlığını onaylaması, kadın davranışlarında itaati savunması; erkekte istenilen özellikleri ‘mert’. ‘cesur’, ‘korkusuz’ifadeleri ile; kadında istenilen özellikleri ‘hanım kız’, ‘sessiz’, ‘uysal’ ifadeleri ile
betimlemesi, Erdal Atabek’in dediği gibi ‘Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık’ olgusunun yaratılması, erkeklerin şiddet uygulamasına izin vermektedir (Tekin & Gözütok, 1996, s.6).

 Aile içi şiddet problemi, kültürel anlamda bir bütünlük yaklaşımıyla incelenmelidir.

 Ailenin yapısı, gelenek ve görenekler, sosyalleşme, demografik özellikler, çevresel ve sosyo-ekonomik koşullar göz önüne alınmalıdır.
 Ayrıca sağlık, eğitim, siyaset, hukuk ve güvenlik kurumlarının rolü de göz ardı edilmemelidir.
 Kadına yönelik şiddet, temel özgürlükleri ve insan haklarını ortadan kaldırmaktadır.
 Kadın vücudu reklamları, video klipleri, video filmleri, posterleri, dergileri, afişleri ve takvimleri cinsel obje olarak süslemekte, bu yolla sembolik bir kadın imajı yaratılmaktadır

14) Erkeğin Şiddet Davranışlarını Yönlendiren Motivasyonlar

 Eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin bazıları iş ve arkadaş çevresinde uyumlu portreler çizebilmektedir.
 Erkeği kadından üstün gören geleneksel kültürün etkisi, işsizlik, alkol kullanımı gibi problemler aile içi şiddeti artırmaktadır.
 Ayrıca erkeğin ev dışında yaşadığı sorunları ev içine yansıtması da şiddetin nedenleri arasındadır.
 Kadına karşı şiddete başvuran erkekler üzerinde kapsamlı araştırmalar yapılmıştır.
 Bu erkeklerin çoğunda aşırı güvensizlik duygusu göze çarpmaktadır.
 Bu erkekler bu duyguyu bilinçaltında tutmak için maço görünürler, aşırı saldırgan davranırlar; her şeyi bildiklerini iddia ederler; her zaman özerkliklerine tecavüz edileceği korkusunu yaşarlar.
 Kendileri şiddete maruz kalmadan ilk darbeyi vurma telaşındadırlar.
 Aşırı bağımlıdırlar.
 Eşlerinin bakımına muhtaçtırlar.
 En küçük bir ayrılma, boşanma tehdidi bu erkeği paniğe sokar.
 Eşini veya sevgilisini sürekli aşağılayarak kendi özgüvenlerini yüksek tutmak eğilimindedirler.
 Bu erkeklerin özgüven eksikliği ev dışındaki yer ve zamanlarda - iş yaşamında, patronuyla ilişkisinde, arkadaş gruplarıyla beraber - sarsıntılar, yıkımlar yaşanmasına sebep olur.
 Erkek bunların acısını birlikte yaşadığı kadından çıkarıp, özgüvenini, özsaygısını ayakta tutmaya çalışır.

15) Ailede Şiddetin Başlıca Nedenleri

Ailede şiddetin başlıca nedenleri şunlardır:

• Ailenin kalabalık olması

• Aileyi etkileyen olumsuzluklara maruz kalma
• Çocukların kendilerine ait odalarının olmaması
• Engelli bir kardeşle birlikte büyüme
• Evden kaçma
• şiddet içeren video oyunları oynama
• Sosyal destek sisteminin zayıf olması
• Aile içi dayanışma duygusunun eksikliği
• Aileye yönelik kararların alınmasında katılımın olmayışı
• Ailedeki bireylerin gelecekleri hakkında karamsar olmaları
• Aşırı alkol tüketimi
• Ailede ‘bencil’ ve ‘gururlu’ değer yargılarının bulunması
• Kadının dışarıda çalışması, bazı ailelerde tartışma konusu olmaktadır.
Kadının kazancının tamamını ailesi için harcaması, tasarruf yapmaması bile tartışmayı ortadan kaldırmaya yetmemektedir.

16) ŞİDDETİN ALGILANMASI VE ŞİDDETE KARŞI TEPKİLER

 Şiddet, bazı ailelerde sürekli yaşanan bir olgudur.
 Bunun nedeni ise şiddetin kadınlar tarafından normalleştirilmesi ve kabulüdür.
 Korku ve çaresizlik, şiddetin normalleştirilmesine neden olmaktadır.
 Bunun sonucunda kadınlar şiddete karşı pasif bir hal almakta ve şiddete karşı çıkamamaktadırlar.
 “Kocasından dayak yemeyen kadın var mı? Kocadır, döver de sever de, bir tokattan bir şey çıkmaz” gibi anlatımlar şiddetin normalleştirilmesini kolaylaştırmaktadır.

17) Öğrenilmiş Çaresizlik

 Katı cinsiyet rolü sosyalizasyonu sonucunda bazı kadınlar yaşadıkları olumsuzlukların üstesinden gelemeyeceğine inanırlar.
 Bu kadınlar çaresiz olmayı öğrenirler.
 Öğrenilmiş çaresizlik içinde olan kadınların şiddetle karşılaştığında onunla baş etme veya ondan kaçma becerileri yoktur.
 Bunun sonucu kadının içinde bulunduğu çaresizlik, erkeğin uyguladığı şiddetin devam etmesini sağlar.
 Kadınların şiddete maruz kaldıkları halde eşleriyle olan ilişkilerini devam ettirmeleri nasıl açıklanmaktadır?
 ‘Öğrenilmiş çaresizlik’ yeterli bir açıklama mıdır?
 Kadınlar ailedeki eş ve annelik rollerini devam ettirmekte ısrar etmektedirler.
 Bunun nedeni ise sosyal ve ekonomik faktörlerle açıklanmaktadır.
 Kadınların evi terk etmesi halinde kocalarının daha fazla şiddete başvurmalarından korkmaları, kadının gidecek yerinin olmaması aile içi şiddetle yaşamayı zorunlu kılmaktadır.


18) AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
 Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi 2. maddeye göre taraf devletler;

a) Kadın ile erkek eşitliği ilkesini kendi anayasalarına ve diğer ilgili yasalara, henüz girmemişse dâhil etmeyi ve yasalar ile ve diğer uygun yollarla bu ilkenin uygulanmasını sağlamayı,


b) Kadınlara karşı her türlü ayrımı yasaklayan ve gerekli yerlerde yaptırımları da içeren yasal ve diğer uygun önlemleri kabul etmeyi,


c) Kadın haklarının erkeklerle eşit temelde himayesini, yetkili ulusal mahkemeler ve diğer kuruluşlarla kadının her tür ayrımcılığa karşı etkin bir şekilde korunmasını sağlamayı,


d) Kadınlara karşı herhangi bir ayrımcı hareket yapılmasından veya uygulanmasından kaçınmayı ve kamu yetkilileri ile kuruluşlarının bu yükümlülüğe uyumlu olarak hareket etmelerini sağlamayı,


e) Herhangi bir kişi veya kuruluşun kadınlara karşı ayırım yapma girişimini önlemek için bütün uygun önlemleri almayı,


f) Kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevcut yasa, yönetmelik, adet ve uygulamaları, değiştirmek veya feshetmek için yasal düzenlemeler de dahil, gerekli bütün uygun önlemleri almayı,


g) Kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan bütün ulusal cezai hükümleri yürürlükten kaldırmayı taahhüt etmektedir


Aile içi şiddetin önlenmesine yönelik önerilerden bazıları aşağıda dile getirilmiştir


1. Kadınların eğitime etkin katılımını önleyen ekonomik, kültürel, dinsel, bölgesel vb. engellerin kaldırılması.


2. Kadınlar arası okumaz-yazmazlığın tümü ile yok edilmesine yönelik proje ve uygulamaların güçlendirilmesi.


3. Kadın eğitimi konusunda aile ve kamuoyu desteği sağlamaya yönelik kampanyaların gerçekleştirilmesi.


4. Burs, kredi, yurt, yatılı okuma, barınma, sanat, spor ve beden eğitimi olanaklarından haberdar olmalarının ve gereğinde özel kotalarla ya da her iki cinse eşit temsil olanağı sağlayacak biçimde yararlanmalarının sağlanması.


5. Öğrenimi gelir sağlayıcı etkinliklerle paylaştıran üretime ve istihdama yönelik yenilikçi programların ve kursların okulu bırakmış ya da hiç okula gitmemiş kızlar ve kadınlara yönelik olarak uygulanması, uygulamanın merkezi yerel yönetim işbirliği ile sağlanması ve gönüllü kuruluşlara rol verilmesi.


6. Yetişkin kadınlara yönelik eğitim programlarının okul öncesi eğitim, yuva, kreş, gündüz bakımevi projeleri ile eşgüdümlü olarak düzenlenmesi.



7. Yetişkin kadınların eğitim istemlerinin güçlendirilmesi için onların gerçek gereksinimlerine dayalı sorunlarına yanıt verecek sağlık, beslenme ve ekonomik becerilerde yoğunlaşan programların desteklenmesi ve bu amaçla televizyonda özel bir kadın eğitimi kanalı oluşturulması.

8. Eğitim program, kitap ve iletilerinin cinsiyete dayalı kalıp yargılardan arındırılması; kadınların kamusal yaşama

erkeklerin aile ve ev yaşamına etkin katılımını gösteren örneklerin eğitim programlarında vurgulanması; aile içi rol, işlev ve sorumluluk dağılımında bireylere daha esnek yaklaşım ve tutumlar kazandırmak amacının, tüm örgün ve yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında göz önüne alınması.

9. Kadınları yalnızca eş-anne-ev kadını-nesne olarak belirleyen medya iletilerinin ayıklanarak birey ve insan olarak gereksinimlerinin gelişme gizil güçlerinin ve olanaklarının yaygın eğitimin içeriğine alınması.


10. “Kadın sorunlarına duyarlı” ve “kadın bakış açısından” konularına yaklaşan materyalin eğitim programlarına

özümsenmesi, bu doğrultudaki hizmet içi eğitime ve özellikle öğretmenlik formasyonu programlarına ağırlık verilmesi.

11. Kadınlarla ilgili verilerin, bilgilerin, araştırma ve çalışmaların geliştirilmesi yaygınlaştırılması ve yükseköğrenim

programları kapsamına alınması

12. Çevre, tüketim, korumacılık, verimlilik, demokrasi, insan ve vatandaşlık hakları ve laiklik konularında kadın bilgi ve etkisinin arttırılması.


13. Kadınların aile planlaması eğitime katılımlarında kendi bedenlerine sahip olma bilincinin (toplumsalın yanında

bireysel boyut) vurgulanması.

14. Niteliksiz kadın iş gücünün, meslek içi eğitim programlarına önem verilmesi.


15. Türkiye’nin hızla endüstrileşmesi ve GAP’ın tamamlanması gerçekleri göz önünde tutularak, mesleğe ve

istihdama yönelik bölge yatılı kız meslek liseleri açılması.

16. Tüm mesleki, teknik öğretimde kızların istihdam ve meslek edinmesini sağlayacak ve geleneksel rol modellerine kapanmalarını önleyecek düzenlemelerin esas alınması.


17. Kızların eğitimlerini tamamlamadan bir öğretim kurumundan ayrılmalarına veya bir üst eğitim kurumuna

devamlarını engelleyici kız ve erkekler arasındaki yasal ilk evlilik yaşı farklılaşmasının giderilmesi ve yasal ilk evlilik yaşının yükseltilmesi.





ÜNİTE -4

Suç önleme


1) Suç önleme kavramı

 Wilson’a göre suç önleme; toplumumuzdaki yaşam kalitesine olumlu yönde tesir etmek ve suçun kolayca işlenip yerleşemeyeceği çevrelerin gelişmesine yardımcı olmak için hem suç tehdidini azaltmak hem de emniyet ve güvenlik duygusunu arttırmak amacına yönelmiş tutum ve davranışlar bütünüdür.
 Brantingham ve Faust (1976) suç önlemeyle ilgili üç aşamayı ileri sürer: Asıl önleme, geniş kapsamda fiziksel ve sosyal çevrede suça zemin hazırlayan durumların değiştirilmesini, ikincil önleme, suça zemin hazırlayan durumlarda bireylerin ya da grupların yaşamlarına müdahale ya da erken belirlemeyi (teşhisi), Üçüncül önleme ise, suçluların tekrar suça yönelmesini engellemeyi, onları topluma kazandırmayı içerir.

Lab’in (1992) bu konudaki yaklaşımı ise şöyle: Suç önleme, gerçek, fiili suç seviyesini veya algılanan suç korkusunu azaltmak için tasarlanan her türlü faaliyettir.

 Suç önleme, suçu meydana gelmeden ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen girişimleri ifade eder.
 En yaygın çağdaş suç önleme tanımı ilk olarak İngiltere’de Kanun Uygulama Topluluğu tarafından yapılmış ve daha sonra Lousville üniversitesinin Ulusal Suç Önleme Enstitüsünce uyarlanmıştır.

Tanım şöyledir: Suç önleme, suç riskinin önceden sezilme si, görülmesi, tanınması ve değerlendirilmesi ve bunu ortadan kaldırmak veya azaltmak amacıyla gerekli politika ve faaliyetlerin hayata geçirilmesidir.

 Suçun önlenmesi ile ilgili olarak yapılan tanımlar genelde amaç odaklıdır.

Bu bağlamda, suç önleme yaklaşımları aşağıdaki olası amaçlardan en az birini yerine getirmek, başarmak istemektedir:

1. Suçun ortadan kalkması veya azalması,
2. Suçla ilgili endişe ve kaygıların ve suç mağduru olma korkusunun ortadan kalkması veya azalması,
3. Vatandaşların kendini koruma dürtüsünün ve toplumsal sorumluluk bilincinin geliştirilmesi,
4. Suçun meydana getirebileceği olumsuz etkilerin en az seviyeye çekilmesi,

Suç önleme tanımlarına bakıldığında genelde üç önemli noktaya vurgu yapıldığı görülmektedir.

 Birincisi, suç ciddi bir sorundur.
 ikincisi, üstesinden gelinmesi gereken bu suç tehlikesine karşı kararlı ve planlı
stratejilerin geliştirilip uygulamaya konulması zorunludur.
 Üçüncüsü ise, suç önleme programları, soyut ve teorik düşünce ve önerilerin
ilerisine geçerek, gerçek veya olası suç zincirini bozacak bazı somut müdahale
yöntemlerini suç meydana gelmeden önce uygulamaya koymalıdır.

Suç önleme fiili suç sayısını azaltmayı hedeflemenin yanı sıra insanların zihninde var olan suç sorununa ilişkin kaygıları gidermeyi de öncelikli hedefler içine almalıdır.

 Algı bazen fiili gerçeğin çok ilerisinde olumsuz etkiler yapabilmektedir
 Suç önleme ile suçu kontrol etme bazen eşanlamlı gibi algılanabilir.
 Ancak suç önlemede mevcut suç seviyesini aşağı çekme önemli bir hedef iken suçu kontrol etmede, açıkça dışarı vurulmasa bile, mevcut suç seviyesini kabul etme ve bunun daha fazla artmaması için çaba harcama düşüncesi ağır basmaktadır.


2) SUÇ ÖNLEME AŞAMALARI
 Suç önleme dört (4) temel aşamayı içerir. Bunlar şunlardır
1. Proaktif aşama
2. Önleyici aşama
3. Tepkisel aşama ve
4. Cezalandırıcı/Islah Edici aşamadır.

A. Proaktif Aşama

 1960’lı yıllarda ortaya çıkan ve suç öncesi suçun oluşması için elverişli olan ortamların ve unsurların tespit edilip ortadan kaldırılması (veya iyileştirilmesi) görüşüne dayanan bu yaklaşım, 1970’li yıllardan itibaren polis teşkilatları tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
 Bu strateji, esasında bilgi toplama, değerlendirme, analiz, sorun oluşturan alanların belirlenmesi, politik seçeneklerin ve planların hazırlanması ve son olarak da bu planların uygulanması ve sonuçlarının takip edilmesi aşamalarına dayanır

Bu model, belirlenen ortak amaç doğrultusunda toplumun her kesiminin işbirliği halinde çalışmasını gerekli kılar.

 Bu anlamda, geleneksel suç önleme yöntemlerinin kullanılmasıyla birlikte her derecede eğitim, sosyal yardım kurumları, gençlik ve spor, sağlık, ulaştırma, bayındırlık ve belediyeler gibi topluma farklı hizmetler sunan birçok kurumu, özel gönüllü sivil toplum örgütlerini (işadamları derneği, gönüllü sosyal yardım dernekleri gibi) içine alan geniş bir yelpazedir.

Bu özellikleri itibariyle suç önlemede suç öncesi ‘ortak yaklaşım’, ‘işbirliği halinde yaklaşım’ veya diğer bir ifadeyle ‘kurumlar arası işbirliği’ veya ‘çok kurumlu yaklaşım’ şeklinde bir anlayışla da özdeşleşmiştir.

 İnsanları suça iten nedenlerin üzerine gidilmesi gerekliliğini savunan bu yaklaşım toplumun aktif katılımı, rızası ve desteği ile yapılabilir.

B. Önleyici Aşama

 Suç eylemleri, işlenmesi düşünülen suç sonucunda elde edilebilecek kazanç, buna ulaşmak için harcanan emek ve göze alınan risk üçlüsünün bir arada değerlendirilmesiyle şekillenir.
 Önleyici aşama, caydırıcılık yoluyla suçların önlenmesini hedeflemektedir.
 Bu yaklaşımın, insanların içinde var olan suç işleme niyet ve eğilimini ortadan kaldırma ve onları ıslah etmek suretiyle topluma kazandırmak gibi bir amacı ve fonksiyonu bulunmamaktadır.
 Bu aşamada etkili olan aktörler arasında polis, özel güvenlik şirketleri, vatandaşlar ve medya yer almaktadır.
 Bu amaca yönelik gerçekleştirilen başlıca suç önleme faaliyetleri şunlardır: Devriye hizmetleri, vatandaşların bilgilendirilmesi, suç önleme kampanyalarının düzenlenmesi, özel güvenlik personelinin kullanılması, özel güvenlik sistemlerinin kullanılması (güvenlik kamerası, alarm sistemleri gibi) ve fiziki güvenlik önlemlerinin kullanılması (kapan, bariyer, çevre duvarı gibi).

C. Tepkisel Aşama

 Bu modelin özünü suç işlendikten sonra yapılan soruşturmalarla suçların aydınlatılması ve bu şekilde suçlular›n tekrar suç işlemelerinin önüne geçilmesi, bu başarıların kamuoyuna duyurulmak suretiyle potansiyel suçluların suç işleme azim ve kararlılığının kırılması, bu yolla suç seviyelerinin azaltılması ve vatandaşların güvenlik birimlerine olan güvenlerinin artırılması oluşturur.


 Brantingham ve Faust’a göre, tepkisel suç önleme yaklaşımı, aktif saldırganlar ve suç sonrası müdahale ile ilgilenir.
 Bu anlamda, polis faaliyetlerindeki dedektif çalışmalarının büyük önemi vardır.
 Bilgi toplama, yakalama, gözaltına alma, sorgulama ve yargılama çalışmaları, bir bütün olarak bu modelin içine girmektedir.
 Tepkisel aşama, itfaiye (yangın söndürme) polisliği olarak da tanımlanır (Alderson, 1983).
 Adli şubelerin, dedektif olarak bilinen sivil soruşturma personelinin yaptığı çalışmalar (suç araştırma ve soruşturmaları) bu kapsamda yer alır ve değerlendirilir.
 Polisin suç aydınlatmalarında göstermiş olduğu başarının kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar bulunmaktadır.

 Bu şekildeki bir uygulama sonucunda:

• Kanunlara saygılı vatandaşların polise olan güveni artar ve polisin itibarı hızla yükselir. Buna bağlı olarak da vatandaşlar, polisin suçla mücadele çabalarına daha çok destek verir. Bu da suçların önlenmesini ve aydınlatılmasını kolaylaştırır.

• Bu başarıları gören potansiyel suçluların bir kısmı, suç işledikleri takdirde kendi sonlarının da aynı şekilde olacağını ve en kısa sürede yakalanacaklarını düşünerek ya tamamen ya da kısmen suçtan vazgeçer


D. Cezalandırıcı/Islah Edici Aşama

 Bu süreç, suç sonrası yakalanıp yargılanan ve mahkûm olan suçlulara yönelik ceza vermenin yanı sıra, cezaevi ve cezaevi sonrası süreçte topluma kazandırılmalarını sağlayacak programların uygulanmasını içerir.
 Bu yaklaşımda, suç işlemiş olanların cezalandırma ve ıslah yoluyla ileride bir daha suç işlemelerinin önüne geçilmesi hedeflenir.
 Cezaevleri başta olmak üzere bir bütün olarak ceza adalet sistemi bu yaklaşımın en önemli parçasıdır.
 Mahkûmların hatalarını idrak edebilecekleri bir ortam İçerisinde eğitilerek topluma tekrar kazandırılması önemli bir konudur.
 Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için, cezaevlerinde görevli her seviyedeki personele çok büyük sorumluluklar düşmektedir.
 Bunun için, cezaevlerinde görevli personelin, mahkûmların psikolojilerini, kişiliklerini ve suç işleme nedenlerini yeterli derecede anlayabilecek ve buna göre sağlıklı ve etkili bir iyileştirici yaklaşım gösterebilecek, suçluları tekrar hayata kazandırıp toplumun sağlıklı ve kanunlara saygılı bir ferdi haline getirebilecek vasıflarda olmasında, bu konularda eğitim almalarında çok büyük önem bulunmaktadır.

 20.12.2005 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Yönetmeliği ile Adalet Bakanlığı Cezaevleri Genel Müdürlüğüne bağlı olarak illerde ve bazı ilçelerde kurulacak olan şube ve bürolar yoluyla cezaevlerinden çıkmış eski hükümlülerin tekrar suç işlemelerini önlemek ve topluma kazandırılmalarını sağlamak üzere üniversiteler, kurumlar ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği ve eşgüdüm içerisinde çalışılması hedeflenmektedir.


E. SUÇ ÖNLEMEDE 3 TEORİK YAKLAŞIM

 Suç önleme modelleri geleneksel, liberal ve radikal modeller olmak üzere üç temel kategoriye ayrılmaktadır.

1) Geleneksel Model

Geleneksel model yasaları, devletin ve kamunun otoritesini ön plana çıkaran bir modeldir.
 Bu yaklaşıma göre suç ve suçluluk aslında mevcut otoriteye karşı bir saygısızlık ve başkaldırıdır.
 Suçlular suç işlemeden önce fırsatları değerlendirmekte, risk analizi yapmakta ve daha sonra da seçimini yapmaktadır.

2) Liberal Model

 Bu modelde suç, sosyal bir sorun olarak görülmektedir.
 Bireyin içinde bulunduğu ortamın dezavantajları suçluluğun oluşmasında önemli bir etkendir

3) Radikal Model

 Radikal model, toplumdaki eşitsizliklerin suçların oluşmasındaki en önemli unsur olduğunu ileri sürmektedir.
 Bu yaklaşıma göre, insanların refah seviyesi ile temel hak ve hürriyetleri artırılmak, yönetime katılmaları ve eşit birer yurttaş olmalar sağlanmak suretiyle köklü bir değişim meydana getirilmelidir.

F. SUÇ ÖNLEME İlkeleri

 Üzerinde genel görüş birliğinin sağlandığı bu ilkeler suç önleme alanının uygulayıcı ve teorisyenleri için çok önemli bir kaynak ve rehber olarak görülmektedir.

Bu temel ilkeler şunlardır (NCPC’dan akt. O’Block vd., 1991: 10-17):


• Suç önlemenin geniş bir çerçevesi vardır: Suç önleme, sadece belirli suç türleri, belirli bir bölge veya belirli kişi veya gruplara yönelik bir yaklaşım değildir. Suç önleme bireylerin, ev ve işyerleri ile toplumun korunmasını

içerir. Bu açıdan toplumun her kesimi suç önlemenin hedef kitlesi içerisinde yer alır.

• Suç önleme herkesin işidir: Suç önleme sadece bir kurumun veya kesimin sorumluluğunda olan bir konu değildir. Suç önleme ancak geniş ve farklı kitlelerin katılımı ile anlam kazanır. Bu anlamda suç ve bu sorunun çözümü herkesin sorumluluk hissetmesi gereken bir konudur. Suç önlemenin herkesin işi ve görevi olması nedeniyle bu konu ile ilgili her türlü kaynak (bilgi, para ve araştırmalar gibi ) herkes tarafından ulaşılabilir olmalıdır.


• Suç önleme aktif işbirliğini gerektirir: Suç önleme hiç bir kişi veya kurumun tek başına üstesinden gelebileceği kadar basit ve dar kapsamlı bir konu değildir. Suç önleme bireyler, kurum ve kuruluşlar, topluluklar ve ceza adalet sistemi arasında ortaklık ve koalisyonlar yoluyla aktif işbirlikçi çabaları gerektirir.


• Suç önleme polisin en önemli görevlerindendir: Suç önleme programlarının hayata geçirilmesi ve uygulanmasında vatandaşlara yardım eden ilk ve en önemli kurum polistir. Suç önleme bütün polis faaliyetlerinin merkezi durumundadır. Polis, bu anlamda birinci derecede suç işlenmeden önce önlemler almak ve suçların oluşmasını önlemekle görevlidir.


• Suç önleme hükümetin sorumluluğudur: Temel stratejileri belirlemek, politika üretmek, rehberlik hizmeti sunmak ve kaynak sağlamak suretiyle toplumsal suç önleme çabalarına önderlik etmek hükümetin en önemli ve hayati sorumluluklarından biridir. Özellikle, merkezden yönetim yapılanmasının belirgin ve yaygın olduğu ülke ve toplumlarda bu sorumluluğun önemi daha da fazladır.



• Suç önleme ve e¤itim iç içe kavramlardır: Suçu önlemede anahtar unsur eğitimdir. Eğitim, gençlik ve aile üzerine eğilmeyle ve suç önlemeyle ilgili bilgilerin basın yayın organları tarafından yayılmasıyla desteklenmelidir.

• Suç önleme ihtiyaçlara göre ayarlanmalı, düzenlenmelidir: Belirli bir topluluk için kullanılan suç önleme programının aynı şekilde başka bir topluluk için de kullanılması aynı ölçüde verimli ve etkili sonuçlar doğurmayabilir. Bu nedenle, etkin suç önleme programları her bir topluluğun kendine özgü yapısı ve ihtiyaçlarına uygun olarak değiştirilip düzenlenmelidir.


• Suç önleme yaşam kalitesi sunar: Suç önleme, suç korkusunu azaltmak suretiyle bireylerin yaşamlarından haz almalarını, temel hak ve hürriyetlerini rahat bir şekilde kullanmalarını sağlar. Bireylerin, kendi topluluklarının

ilerlemesi yolundaki çalışmalara katılımına ve bu tür çabaları sahiplenmelerine yardımcı olur. Böylece, bireylerin yaşam kalitesini yükseltir.

• Suç önleme ileri görüşlülüktür: Suç önlemeye ilişkin ileri görüşlü yaklaşımlar, suçların işlenmesinde etkili olan yoksulluk, işsizlik ve uyuşturucu kullanımı gibi temel faktörler ve bunların toplum üzerindeki etkilerine hitap eder. Bu bağlamda, asıl suç nedenlerinin incelenmesi ve iyileştirilmesine yönelik çalışmalar büyük önem taşır.


• Suç önleme yüzeyin altına iner: Suç önleme, suç örneklerini analiz etmek, suç eğilimlerini önceden tahmin etmek, araştırmalar yapmak ve elde edilen başarıları değerlendirmek suretiyle suç önleme konusunda daha derin ve kapsamlı bir anlayış ve yaklaşımı önerir. Örneğin; Bir oto hırsızlığına müdahale eden polis, oto hırsızını yakaladıktan sonra o işin bitmiş olduğunu ve kapandığını düşünmez.

Bu konuda polis, şu soruların cevaplarını bulmaya çalışır:
Oto hırsızlığı en çok hangi bölgede işleniyor?
En çok hangi saatlerde işleniyor?
Genelde hangi tip ve model arabalar hedef seçiliyor?
Genelde hangi yöntemler kullanılmak suretiyle bu suç işleniyor?
Bu suçu işleyen suçlu tipleri kimlerdir?
Bu suçtan hüküm giymiş suçlular kimlerdir?
Bu sabıkalılardan hangileri yakın çevrede oturuyor?
Bu suçun önlenmesi için geliştirilebilecek önlemler nelerdir?

Polis bu sorulara geçerli ve rasyonel cevaplar vermek suretiyle konuyu derinlemesine inceler, analiz eder, böylece sadece hedefteki suçu değil, oradan hareketle genel anlamda o gruptaki suçları çözmeye ve önlemeye çalışır.


• Suç önleme parasal yatırıma değer bir alandır:
Suç önleme programlarına çok miktarda maddi kaynak harcanıp karşılığında aynı türden kazanç elde edilmese de, orta ve uzun vadede ulaşılacak sonuçlar yapılan masrafları telafi edici türdendir. Suç önleme çalışmalarına aktarılan maddi kaynağın çok kısa bir süre içerisinde kendisini amorti etmesi düşüncesi rasyonel bir değerlendirme değildir. Orta ve uzun vadede, insanların daha huzurlu olması, temel hak ve hürriyetlerin rahat ve mutlu bir şekilde kullanılması, birbirine karşı olumlu düşünce ve davranışlar sergileyen bir toplumun varlığı, bu uğurda harcanan her türlü maddi kaynağa değer bir sonuçtur. Sonuçta huzur, mutluluk, güven ve cesaretin olduğu toplumlarda üretim artacak, bu da beraberinde ekonomik kazancı ve zenginliği getirecektir.


G. SUÇ ÖNLEME SÜRECİ

 Suç önleme, suçla mücadele konseptinin merkez noktasıdır.
 Suç önleme bireysel anlamda bir suçun işlenmesinin ötesinde suç analizleri yapmak suretiyle belirli suç türlerine ilişkin farklı suç önleme önlemlerinin geliştirilmesi anlamını taşımaktadır.
Suç önleme süreci, ele alınması düşünülen sorunun ciddiyeti ve boyutlarının değerlendirilmesi, hangi yöntem ve araçlarla mücadele edilmesi gerektiği konusunda bazı destek ve ön çalışmaları gerekli kılar.

 Bu çerçevede, önleyici süreç beş aşamadan oluşur. Bunlar:

1. Sorunun tespiti: Belirli bir suç sorununun (türünün) durumu ve boyutları hakkında gerekli tüm bilgilerin ve verilerin toplanması.

2. Verilerin analizi: Sorun teşkil eden suçların işlenmesine izin veren veya kolaylaştıran fiziksel ve durumsal şartların belirlenmesi ve analiz edilmesi.


3. Fiziksel güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi ve planlanması: Belirli suçlara zemin hazırlayan, bu suçların işlenmesini kolaylaştıran fiziksel koşulları ortadan kaldıracak önleyici vasıtalar ve önlemlerle ilgili olarak, masrafları da içerecek şekilde, sistematik bir projenin hazırlanması.


4. En uygun planın seçilmesi ve uygulanması: Ortaya çıkan alternatif projeler içerisinden en ümit verici, uygulanabilir ve ekonomik olan güvenlik önlemlerinin seçilip uygulamaya konulması.


5. Takip ve değerlendirme: Uygulamaya konulan önlemlerle ilgili sonuçların takip edilmesi, değerlendirilmesi ve elde edilen deneyimlerin bu konuyla ilgili kişi ve kurumların istifadesine sunulmak üzere yayılması.


H. Sorunun Tespiti

 Toplum veya polisin sorun olarak gördüğü durum bir suç veya toplumsal bir konu, toplumu rahatsız eden bir davranış veya eylem de olabilir; 18 yaşından küçüklerin alkol kullanması, alkol tüketilen yerlere gitmeleri, toplumsal nitelikli gösteriler ve aile içi kavgalar gibi.
 Halkın ve polisin ilgisi sorun olarak görülen duruma karşı yönelir.
 Türü ve boyutu ne olursa olsun karşılaşılan sorun çok iyi tanınmalı ve bilinmelidir.

 Sorun belirlendikten sonra, bu konuyla ilgili ulaşılabilir bütün bilgiler (toplumun yapısı, zarar verilen veya çalınan eşya, mağdurun adı, soyadı ve adresi, işlenen suçların türü, işlenme yöntemleri, yoğun olarak işlendikleri
yerler, mağdur ve hedeflerin özellikleri, suçluların özellikleri, suçların genelde hangi zamanlarda ve koşullarda işlendikleri ve buna benzer bilgiler) toplanır.
 Ne kadar bol, gerekli ve kaliteli bilgi toplanırsa, ileri aşamalarda o kadar etkili analizler yapılır.
 Toplanan bilgiler bilgisayar ortamına aktarılır.
 Burada, hem okunabilir yazı hem de analiz edilebilir veri olarak altyapı oluşturulur ve buna göre sayısal girdiler kullanılır.
 Bu şekilde, sonradan veriler üzerinde değişiklik, ekleme ve analiz kolaylığı sağlanır.
 Çok sayıda karmaşık bilgilerden kısa bir süre içerisinde anlamlı ve önemli sonuçlar elde edilir.

İ. Verilerin Analiz Edilmesi

 Verilerin analiz edilmesinde izlenecek tek ve standart bir yöntem bulunmamaktadır.
 En uygun olan yol mevcut bilimsel ve istatistiksel analiz teknikleriyle mesleki deneyimi birleştirmektir.
 Değişkenlerin farklı kombinasyonlarını karşılaştırmalı tablolarda kullanmak genellikle sorunun asıl kaynağına inmeyi kolaylaştırır.
 Bu yaklaşım suç önleme çalışmalarında çok ciddi bir anlam ifade eder.
 Bu sistem yardımıyla hangi suçların genelde nerelerde, ne zaman, hangi yöntemlerle ve kimler tarafından işlendiği sayısal verilerle net bir şekilde ortaya konabilir.
 Buna ilave olarak, istenilen diğer bilgiler; suçlu hakkında kişisel bilgiler (hangi tip suçlular hangi tür suçlar üzerine yoğunlaşıyor), mağdurlara ilişkin bilgiler (genelde hedef olarak seçilen mağdur tipleri ve özellikleri, bunların farklı suç türleriyle olan bağlantıları) sağlıklı bir şekilde elde edilip değerlendirilebilir.

Fiziksel Güvenlik Tedbirlerinin Gözden Geçirilmesi ve Planlanması

 Bu aşama, sorun teşkil eden durum veya suçun tam anlamıyla analizi ve bu konuyla ilgili net bir resmin elde edilmesinden sonra devreye girer.
 Ortaya çıkan tabloya göre mevcut sorunu çözebilecek farklı güvenlik önlemleri ortaya konur.
 Bu önlemler maliyet analizini de içermelidir.

En Uygun Planın Seçilmesi ve Uygulanması

 Ortaya çıkan alternatif projeler içerisinden en ümit verici, uygulanabilir ve ekonomik olan güvenlik önlemi veya önlemleri belirlenir.
 Karar verilen güvenlik önlemleri paketinin uygulanması ve başarılı şekilde devam ettirilmesinde güçlükler yaşanabilir.
 Sorunun çözümü için ortak ve koordineli yaklaşım tercih edilir.
 Etkili, güvenli ve kalıcı bir çözümü başarabilmek için sorunun ilgili aktörleri (örnek; araç sahipleri, otopark yönetici ve elemanları ve polis) bir araya gelmeli ve konuyu işbirliği içerisinde ele almalıdır.

Sonuçların Takip Edilmesi ve Değerlendirilmesi

 Bütün bu yol ve yöntemler sonunda güvenlik önlemlerinin etkisinin hassas bir şekilde masaya yatırılması, artıları ve eksileri ile değerlendirilmesi ayrı bir önem taşır.
 Bu çerçevede, aşağıdaki soruların cevaplandırılmasına büyük ihtiyaç duyulur:
1. Sorun neydi?
2. Bu sorunun üstesinden gelmek için neler önerildi?
3. Hangi çözüm yolu benimsenip uygulamaya konuldu?
4. Uygulama sağlıklı bir şekilde yürütüldü mü?
5. İstenilen sonuç elde edildi mi? Suç önlendi veya azaldı m›?
6. Suçlarda azalma oldu ise, bu azalma gerçekten önleyici önlemlerin etkisiyle mi oldu? Suç azalmasında etkili olan başka (hesapta olmayan) unsurlar var m›?
7. Alınan önleyici önlemler sonucu azalan suçlardan bir kısmı başka yerlere yöneldi mi (yer değiştirdi mi)? Bu yer değiştirmenin boyutu yaklaşık olarak nedir?
8. Uygulanan güvenlik önlemleri maliyet-kazanç anlayışı içerisinde harcamaya, yatırıma değdi mi?

Elde edilen sonuçlar değerlendirilir. Uygulamaya konulan proje kayda değer bir başarı sağlamışsa uygulamaya devam edilir. Bu proje, katkısı olması açısından ilgili diğer birimlerle paylaşılır. Karşılaşılan sorun, güçlük ve eksiklikler tekrar gözden geçirilir, gerekli değişiklikler yapılır ve uygulamaya devam edilir.


SUÇ ÖNLEME VE POLİS

 Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 2. Maddesinin 1. Fıkrasının A bendinde polise; ‘Kanunlara, tüzüklere, hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygunolmayan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak’ görevi verilmiştir.
Devriye polisi, suç soruşturma şubeleri, polis merkezleri, diğer ilgili şubeler, sivil toplum örgütleri, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile geniş çapta halkın kendisi,bu faaliyet içerisinde yer almalıdır.

Devriye Hizmetleri

 Devriye kelimesi, Ortaçağ Fransa’sında ‘çamur veya kirli suda yürümek, gezinmek veya kürek çekmek’ anlamında kullanılan bir kavramdan türemiştir (Pate, 1986:137-140).
 Polisin Disiplinine, Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları Teşkilatı ile Vazifelerine Dair Talimatname’nin 155. maddesinde devriye polisi; “umumi emniyeti korumak, suçları olmadan evvel önlemek veya yapıldıktan sonra takip etmek ve lüzumunda halka yardımda bulunmak üzere karakol mıntıkasına çıkarılan ve dolaşarak vazife gören memurlardır,” şeklinde tanımlanmıştır.

 Diğer bir ifadeyle; genel güvenli¤i korumak, suçları işlenmeden önce önlemek, işlendikten sonra gerekli takibi yapmak, halka yardımcı olmak ve kendisine verilen diğer görevleri yapmak üzere, kendisine ayrılan sorumluluk bölgesinde karakol, merkez, ekip veya ilgili şubeler tarafından resmi veya sivil olarak göreve çıkartılan ve çevreyi gezerek (Miller, 2000: 9) önleyici hizmet görevi yapan personele ‘devriye polisi’; devriye polisinin görev yaptığı, sorumluluğuna verilmiş, sınırları belli olan hususi bir bölgeye ‘devriye bölgesi’, ‘devriye mıntıkası veya devriye alanı; devriye polisinin, hizmet sunduğu bölgede önceden belirlenmiş, takip etmesi gereken belirli bir yol haritasına “devriye güzergâh›” ve söz konusu bölgede devriye polisi tarafından yap›lan faaliyetlere de “devriye görevi veya devriye hizmeti” denir.


 Devriye hizmetleri, gelişmiş ülkelerde polisin hizmet verdiği alanlar içerisinde en fazla personelin istihdam edildiği alandır.

 Bayley’in (1994) yaptığı bir araştırmaya göre, Amerikan polisinin yaklaşık olarak %65’i devriye hizmeti için görevlendirilmektedir.
 Bunu %64 ile Kanada, %56 ile İngiltere, %54 ile Avustralya ve %40 ile Japonya takip etmektedir (Bayley, 1994: 16). Türkiye’de ise bu oran yaklaşık olarak %30’dur.

İstihbarat Faaliyetleri Yoluyla Suç Önleme

 İstihbarat, esasları Anayasa’da gösterilen devlet düzenini veya kişilerin güvenliğini tehdit eden faaliyetlerin yerine getirilmesinden önce, hukuka uygun olmak koşulu ile çeşitli teknik ve yöntemlerle bilgi toplama faaliyetlerine denir (şimşek ve Ömrü uzun, 2001: 39).

İstihbarat terimi iki anlama gelir.

 Birincisi, elde edilen bilgiler topluluğunu, ikincisi ise, bilgilerin elde edilmesi için uygulanan yöntemleri ve geçilen süreçleri ifade eder (Prunckun, 1990: 3).
 Polis, suçların önlenmesi amacıyla istihbarat faaliyetleri yoluyla aktif bir çalışma içerisindedir.
 Polisin istihbarat yetkisi 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (PVSK) 7.maddesinde düzenlenmiştir.
 İstihbarat geleceği görmek; meydana gelecek olayları, işlenecek suçları önceden tahmin etmek için kullanılan bir sihirli küre değildir (Meyer, 1987).
 İstihbarat, bilimsel araştırma yöntemlerine dayalı bir suçla mücadele uygulamasıdır.


 Suçlar öncesi suçluların yakalanması yoluyla suçların önlenmesi, çok ciddi olayların meydana gelmesinin engellenmesi (Godfrey ve Harris, 1971), suç sonrası suçluların yakalanması ve polis yöneticilerinin suçla mücadele politikalarının doğruluk ve başarı payını arttırıcı bilgilerin sunulması gibi çok önemli fonksiyonlar›n yerine getirilmesi söz konusudur

Kent Güvenliği Yönetim Sistemi

 Şehirlerde suçların işlenmesinin önüne geçilmesi, meydana gelen olayların aydınlatılması, trafik hizmetlerinin düzenlenmesi ve vatandaşların kendilerini daha güvende hissetmelerinin sağlanması amacıyla geliştirilmiş bilgisayar destekli güvenlik kamera sistemidir. Bu sistemlerin başlıca amaçları şu şekilde sıralanabilir:

i. İllerin genel güvenlik ve asayiş hizmetlerine katkı sağlamak.


ii.
Trafik akış ve yoğunluğunu izlemek.


iii.
Güvenlik kameraları vasıtasıyla elde edilen görüntüleri değerlendirerek meydana gelebilecek olası sorunlara karşı hızlı ve etkili önlemler geliştirmek.


iv.
Meydana gelen olayların aydınlatılması amacıyla kayıtları geriye dönük araştırarak incelemek, delilleri temin etmek.


v.
Trafik kameraları ve görüntü işleme sistemleri aracılığıyla plakaların veri tabanından sorgulanarak çalıntı araçları tespit etmek.


vi. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polis-halk ilişkilerine zarar vermeden yasadışı olayları önlemek, toplulukların provoke edilmelerine engel olmak.


KGYS 3 ana unsurdan oluşan bir projedir.
Bunlar:

Görüntüleme sistemi,
çağrı yönetim sistemi ve
mobil uygulamalar sistemidir.


Görüntüleme sistemi,
şehir genelinde konuşlandırılan kameralardan elde edilen görüntülerin izlenmesini, saklanmasını ve otomatik olarak üretilen alarmların kaydedilmesini sağlayan donanım ve yazılımlar ünitesidir.


Çağrı yönetim sistemi, polise yapılan çağrılara ve diğer bilgilere dayalı olarak polisin olay yerine sevk ve idaresini düzenleyen, aynı zamanda bu süreçte personel ile bu uygulamayı kullanan diğer kurum kullanıcılarının birbirleriyle iletişimini sağlayan Coğrafi Bilgi Sistemi ile desteklenmiş bilişim sistemidir.


Mobil uygulamalar sistemi ise kullanıcıların (sahada görev yapan devriye polisi gibi) KGYS’ den yararlanarak karşılaştıkları olay, şahıs ve araç karşısında zaman kaybetmeden ön bilgi almalarını sağlayan, kullanıcıları konum bilgisi ile destekleyen, gerçekleştirilen işlemlerden değerlendirme niteliğinde döküm, grafik ve harita üretebilen yazılım, donanım ve hizmetler bütünüdür.

 Sistem çok sayıda kamera, plaka tanıma sitemi, kırmızı ışık ve hız ihlal sistemi, yüksek çözünürlüklü portatif kamera sisteminden oluşmaktadır.

Güven Timleri

 Bir potansiyel suçlunun herhangi bir yer ve zamanda suç işlemesi halinde polis tarafından yakalanma olasılığını ‘öznel’ olarak değerlendirmesine ‘algılanan yakalanma riski’ denir.
 Simitçi, boyacı, esnaf, taksici, tamirci ve benzeri farklı görünümler ile dolaşan, sabit duran sivil polislerden oluşan özel ekipler özellikle kapkaç, yankesicilik, okul çevresinde çocuklara karşı işlenen suçlar ve benzeri suçlarla mücadelede, gerek bu suçların önlenmesi gerekse bu suçları işleyenlerin yakalanmasında önemli başarılar elde etmişlerdir.


 “Güven Timleri” olarak adlandırılan bu ekipler farklı yerlerde farklı zamanlarda farklı görünüm ve kimlikler ile ortaya çıkarak suçluların suçüstü yakalanmalarını sağlamışlardır

Toplum Destekli Polislik

 Otomobil devriyesi, polisi kendi içinde sınırlamış; toplum içinde dolaşma, insanlarla konuşma, onlarla iletişim kurma ihtiyacına rağmen polisi toplumdan dışlamış ve toplumla polis arasına soğuk duvarların, aşılması güç engellerin girmesine neden olmuştur.
 TDP’nin stratejik amacı Emniyet Genel Müdürlüğü TDP Hizmet Standardı ve Uygulamaları kitabında (2009:60), “toplumsal katılımı sağlayan, çevrenin sosyal yapısıyla bütünleşmiş, topluma olabildiğince yakın, kaliteli güvenlik hizmeti sunan ve toplumun güvenlik taleplerine her durumda cevap veren, güvenlik olgusuna bütüncül yaklaşan örnek bir polis modeli oluşturmak ve bu modeli ülke geneline kademeli olarak yaygınlaştırmak” olarak tanımlanmıştır.

Uygulamaya konulan yerin sosyo-kültürel yapısı, demografik, ekonomik, kültürel ve diğer koşulları dikkate alınmak suretiyle TDP ile ulaşılmak istenen temel amaçlar şunlardır:


• Suçların işlenmesini önlemek, suç seviyelerinin azalmasını sağlamak,


• Suç önleme faaliyetleri kapsamında programlar ve kampanyalar düzenlemek,


• Vatandaşların suç mağduru olma korkusunu azaltmak, toplumdaki bireylerin devlete ve polise güvenini sağlamak.


• Suç analizi ve hizmet alanlarına ilişkin analitik çalışmalar yapılmasını sağlamak,


• Vatandaşlar ile işbirliği içerisinde toplumdaki sorunları çözmeye çalışmak, bu işbirliğine önem ve öncelik vermek.


• Geleneksel polislik faaliyetlerini devam ettiren, hizmet sunma öncelikli, kendiliğinden harekete geçen polislik yaklaşımını benimsemek,


• Sosyal çevreyle ve hizmet sunulan insanlarla bütünleşmek,


• Yönetimde kalite ve etkinlik için uygulamaya ilişkin koordinasyonu ve ekip çalışmasını sağlamak,


• Güvenlik konusundaki toplumsal gereksinimlere ve taleplere cevap verebilmek için hizmetlere uygun nitelikte uygulama modelleri geliştirmek.


Bu hizmetler Türkiye genelinde il Emniyet Müdürlüklerine bağlı Toplum Destekli şube Müdürlükleri vasıtasıyla yürütülmektedir.


Bu bağlamda yürütülen başlıca faaliyetler şunlardır (EGM, 2010: 45):

• Mahalle toplantıları
• Site-Apartman toplantıları
• Okullarda düzenlenen bilgilendirme toplantıları
• Esnafa yönelik duyarlılığı artırıcı ve bilgilendirici toplantılar
• Vatandaşlarla yapılan toplantılar
• Resmi kurumlara yönelik bilgilendirme toplantıları
• Özel güvenlik kuruluşlarına yönelik bilgilendirme toplantıları
• Sivil toplum örgütlerine yönelik bilgilendirme toplantıları

Toplum Destekli Polislik kapsamında geliştirilen bir diğer önemli proje de “Güvenli Okul-Güvenli Eğitim Projesidir”.

 Çocukların güven içerisinde okula gitmeleri, öğrenimlerini sürdürmeleri ve eğitimlerini olumsuz etkileyebilecek olumsuzluklardan korunmaları amacıyla her okul yönetiminin irtibat halinde olacağı ve güvenlik sorunlarını paylaşabileceği irtibat görevlileri uygulaması başlatılmıştır.


 Polisin suç önleme kapsamında yürütmüş olduğu projelerden bir diğeri de “Umut
Yıldızı Projesidir”.
 Polis bu proje kapsamında yaşları 16-18 arasında olup da suça sürüklenmiş ve sokağa itilmiş çocuklara yönelik çok önemli bir sosyal sorumluluk faaliyeti yürütmektedir.
 Bu çalışmalar ile söz edilen çocukları suç mağduru olmaktan, suç işlemekten ve zararlı alışkanlıklardan korumak amaçlanmaktadır.
 Bu proje kapsamında ülke genelinde yürütülen çalışmalarda 6.035 çocuk tespit edilmiş, bunlardan 1.185’ine eğitim verilmiş, 303’üne de iş imkânı sağlanmıştır.

SUÇ ÖNLEME PROGRAMLARININ BAŞARILI OLMASI İÇİN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

 Suç önleme programları ve uygulamalarının başarılı olabilmesi için dikkate alınması, uyulması gereken bazı temel esaslar bulunmaktadır.

 Bu temel unsurları dokuz (9) ana başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar şunlardır:

1. Yüksek seviyede görünür olmak.
2. Tanımlanabilir olmak.
3. Suç sonrası müdahaleye haz›r olmak.
4. Sistemli ve devamlı olmak.
5. Suçla ilgili endişe ve korkuya yol açmamak.
6. Her yerde var olma algısını oluşturmak.
7. Suçla mücadelede elde edilen başarıları kamuoyuna duyurmak.
8. Kurumlar arası işbirliği içerisinde hareket etmek.
9. Vatandaşların katılımını sağlamaktır.

Suçlarla ilgili Endişe ve Korkuya Yol Açmamak

 Bu önlemlerin varlığı da bazen suç korkusuna yol açabilmektedir.
 Bu yaklaşım kapsamında, örneğin;
i. Kadınların, saldırılar karşısında kendilerini daha duyarlı ve dayanıklı yapabilecekleri yöntemler konusunda bilgilendirilmesi kapsamında sık sık, kadınlara karşı işlenen suçlardan söz edilmesi halinde kadınların daha fazla suç mağduru olma korkusu taşımaları ortaya çıkabilir.

ii. Yoğun olarak hırsızların, kapkaççıların ve gaspçıların varlığından söz ederek ev ve işyeri sahipleri ile vatandaşları önleyici önlemler almaya teşvik ederken, diğer taraftan bu insanların evlerini sahipsiz bırakamamalarına, korkularından dolayı geceleri dışarı çıkamamalarına ve gezip eğlenememelerine de neden olunabilir.


iii. Ağır suç olayları (cinayet, gasp, banka soygunu ve rehin alma gibi) ile olağanüstü durumlar hariç (yangın ve sel baskını gibi), çok fazla sayıda polisin belirli bir alanda üniformalı olarak yüksek seviyede görünür olması, insanlar›n o bölgeyi sorunlu ve riskli bir bölge olarak alg›lamalarına yol açabilir.


iv. Önleyici önlemlerin alınması ve halka duyurulması konularında ileriye gidilmesi ve aşırıya kaçılması halinde (bir AVM’nin çok yoğun bir şekilde özel güvenlik personeli görevlendirmesi, katı güvenlik önlemleri uygulaması gibi), insanların bu gibi yerlerin çok riskli ve sorunlu olduğu düşüncesine kapılması, huzursuz olması ve dolayısıyla da, kendilerini emniyette hissedecekleri farklı bir yere gitmelerine yol açabilir.


Kurumlar Arası İşbirliği içerisinde Hareket Etmek

 Bu anlamda, geniş kitlelerin katılımı ve işbirliğiyle suçların işlenmesinde etkili olan unsurların tespit edilmesi ve ortadan kaldırılması, suçların işlenmesinin zorlaştırılması, potansiyel mağdurların güçlendirilmesi yönünde fiziksel
önlemlerin alınması sağlanmalıdır.

Bu amaç doğrultusunda örnek olarak:

1. Bir ilde suç sorunuyla mücadele ederken suçun nedenlerinin, suçun işlenmesini kolaylaştıran unsurların tespit edilmesi ve buna yönelik çözüm yollarının geliştirilmesi konusunda polis, il özel idaresi, sanayi ve ticaret odası ve üniversiteler;

2. Bir yerleşim yerinde vatandaşların kendilerini güvende hissetmeleri, potansiyel suçluların caydırılması noktasında gece aydınlatmasının yeterli seviyede olmasını sağlamak hususunda polis, belediye ve elektrik idaresi;


3. Sokak çocuklarını suç mağduru ve sanığı olmaktan korumak için polis, belediye ve sosyal hizmetler;


4. Sporda şiddetin önlenmesine yönelik olarak polis, gençlik ve spor, kulüpler, federasyon ve ilgili diğer birimler birlikte işbirliği ve koordinasyon içinde hareket etmek zorundadır.


SUÇUN YER DEĞİŞTİRMESİ

 Dolayısıyla, suç önlemenin bu yönüne doğrudan hitap eden çalışma gerek sayı gerekse içerik olarak tatmin edici seviyede değildir.
 Suçun yer değiştirmesi, farklı birçok suç önleme araştırma ve programında ele alınıp incelenmiştir.
 Suçun yer değiştirmesi, suç önleme çalışmaları içerisinde dikkatle ele alınması gereken bir konudur.
 Uygulamadaki örnekler yer değiştirmenin her bir şekliyle ilgili sınırlı veriler sunmaktadır.
 Bunun başlıca nedeni, suç önleme çalışmalarının çoğunun bu konuya ek ve ikincil öneme sahip bir alan gözüyle bakmış olmalarıdır.  Bu programların asıl odak noktaları suç önlemenin farklı yönleri olmuş ve
bununla ilgili çalışmalar yapılırken az ve sınırlı bir dikkat de suçun yer değiştirmesine ayrılmıştır.

 Bu alanda en göze çarpan konu, suçun bir bölgeden başka bir bölgeye kayması olmakla birlikte suçun yer değiştirmesi aşağıdaki altı farklı şekilde olmaktadır (Barron, 1991: 22):


1. Suç bölgesinde yer değiştirme.

2. Suç zamanında yer değiştirme.
3. Suç işleme yönteminde yer değiştirme.
4. Suç hedefinde yer değiştirme.
5. Suç çeşidinde yer değiştirme.
6. Suçlu tipinde yer değiştirme.


VİZE SONU :)


Sınavlarda Hepinize Başarılar Diliyoruz..
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst