Aöf Sosyal Politika Dersi 7.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Sosyal Politika Dersi 7.Ünite Ders Notları




ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN GRUPLAR ( DEZAVANTAJLI GRUPLAR )


Özel olarak korunması gereken gruplar kavramı yerine (sosyal) risk grupları,dezavantajlı gruplar, handikaplı gruplar gibi farklı kavramlar da kullanılabilmektedir.

Özel olarak korunması gereken gruplar; toplumda yetersiz yaşam koşulları içinde yaşayan; demografik değişkenlere bağlı olarak, farklı nicelik ve nitelik gösteren; fizyolojik, psikolojik, sosyal, sağlık, ekonomik, siyasal ve kültürel açılardan çağdaş yaşam koşullarına ulaşmak için devletin sorumluluğunda ve organizasyonunda, toplumsal güvenlik içinde, toplumsal koruma ve hizmete gereksinim duyan sosyal gruplardır”. Özel olarak korunması gereken gruplar arasında çocuklar, gençler, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, azınlıklar, eski hükümlüler, kadınlar, tek ebeveynli aileler ve yoksullar yer almakta ancak literatürde bunlara farklı dezavantaja sahip diğer gruplar da eklenmektedir.

ÇALIŞMA YAŞAMINDA ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN BELLİ BAŞLI GRUPLAR

KADINLAR

Kadınlar tarihin her döneminde çalışma yaşamında sürekli olarak yer almış ancak ücretli işçi olarak çalışma yaşamına Sanayi Devrimi ile birlikte girmişlerdir. İngiltere’den başlamak üzere diğer Avrupa ülkelerinde kadınların çalışma yaşamında özel olarak korunmaları ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Kadın işgücü kullanımı 19. yüzyılın sonunda metalürji, araba, kimya gibi ağır sanayilerdeki gelişmelere bağlı olarak geçici bir süre sınırlanmış, buna karşılık I. Dünya Savaşı sırasında savaş koşulları nedeniyle kadınlar tüm iş kollarında çalışmak zorunda kalmışlardır. I. ve II. Dünya Savaşları kadınların statüsünü etkilemiş, kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başlamıştır. Dünya Savaşları sonrasında kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başladığı görülmektedir.

Hâlen gelişmekte olan ülkelerde çok uluslu şirketler kadını ucuz emek olarak kullanmakta, kaçak göçmen kadınlar vasıf düzeylerine bağlı olmaksızın göç ettikleri ülkelerde sanayi ve hizmet sektöründe kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Tüm dünyada işgücüne katılım açısından kadın ile erkek arasındaki büyük farklılık bulunmakta, gelişmekte olan ülkelerde kadınların büyük bölümü tarım sektöründe yer alırken gelişmiş ülkelerde hizmet sektörü ağırlık kazanmaktadır. Kadının çalışma yaşamındaki durumuna Türkiye açısından bakıldığında ise 1840’lardan itibaren önce Müslüman olmayan kadınlar, 1860’lardan sonra Müslüman kadınlar dokuma fabrikalarında ücretli işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Geçmişten günümüze tüm dünyada kadınlar çalışma yaşamına katılma ve çalışma yaşamında başarılı olma konusunda çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorunlardan bir bölümü cinsiyet ayrımcılığından bir bölümü iş- aile sorumluluklarının dengelenmesindeki zorluklardan kaynaklanmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları cinsiyet ayrımcılığı uygulamaları eğitim ve meslek seçiminde, işe alınma, iş sırasında ve iş ilişkisinin sona ermesi aşamalarında ortaya çıkmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar nedeniyle fizyolojik (biyolojik) farklılıkları açısından ve cinsiyet ayrımcılığına karşı korunmaları önem kazanmakta, bu amaçla çeşitli politikalar oluşturulmaktadır. Kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacıyla tüm ülkelerde kanunlarla kadınların yer altı ve su altında yapılan işlerde çalıştırılmaları yasaklanmakta, sanayiye ait işlerde gece çalıştırılmaları kurallara bağlanmakta, çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir.

Cinsiyet temelli ayrımcılığın önlenmesi amacıyla uluslararası örgütler pek çok düzenleme yapmıştır. Türkiye’de kadın işçileri korumaya yönelik ilk düzenleme ise 24.04.1930 tarih 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapılmıştır. Daha sonra 03.06.1936 tarihve 3008 sayılı İş Kanunu’ndan itibaren tüm iş kanunlarında kadın işçileri korumaya yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Türkiye’de hâlen çalışma yaşamında kadınların korumasına yönelik çok sayıda kanun ve yönetmelikte düzenleme bulunmaktadır. Ancak kadın işçilerin çalışma yaşamında korunması ile ilgili en ayrıntılı düzenleme 22.05.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer almaktadır. Türkiye’de kadınların çalışma yaşamında korunmasına yönelik mevzuat açısından önemli ilerlemeler sağlanmasına karşılık, kadınların işgücüne katılım oranının düşük olmasında; din, gelenekler, kadının eğitim düzeyi, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, ailenin ekonomik durumu ve işyerlerindeki ayrımcılık önemli rol oynamaktadır.

ÇOCUKLAR – GENÇLER

Çocuk ve gençlerin işçi statüsünde çalışma yaşamına girişleri Sanayi Devrimi ile birliktebaşlamıştır. ILO 138 sayılı İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’nde en az çalıştırılma yaşı 15 olarak kabul edilmiş, ülkelere belli koşulların varlığı halinde en az çalıştırılma yaşını bu yaşın altında belirleyebilmeleri konusunda esneklik tanınmıştır. Bu dönemde çocuklar ve gençler kadınlar gibi dokuma fabrikaları ve maden ocaklarında çok kötü koşullarda, çok düşük ücretle, çok uzun süre, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu durum tepkilere neden olmuş, İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerde çocuk ve gençleri korumaya yönelik hukuki düzenlenmeler yapılmıştır. Uluslararası alanda da ilk olarak 1890 Berlin Konferansı’nda çocukların çalıştırılma yaşı, çalışma süreleri ve iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin dilek niteliğinde kararlar alınmıştır.

ILO günümüze kadar çocukların ve gençlerin korunması ile ilgili çok sayıda sözleşme ve tavsiye kabul etmiştir.
Sözleşmeler;
* en az çalıştırma yaşı,
* çalışma koşulları,
* sağlık muayeneleri,
* sağlık ve güvenlik,
* gece ve yer altı çalışması ile mesleki eğitim konularında çocukları ve gençleri koruyucu düzenlemeler getirmektedir.
Örgüt 1992 yılında da çocuk işçiliği ile mücadele etmek amacıyla “Çocuk Çalıştırılmasının Ortadan Kaldırılması Uluslararası Projesi’ni (IPEC)” başlatmıştır. Projenin uzun vadeli hedefi; çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak, kısa ve orta vadeli hedefi ise çocukların korunması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Proje; projeye katılan ülkelerde kamu ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülmektedir. Proje; vergi çalışmaları, kalkındırma, hukuki reform, farkındalık yaratma, sosyal mobilizasyon, çocukların tehlikeli işlerden korunması, bu işlerden çıkarılması, rehabilite edilmesi, çocuk işçilerin aileleri için alternatifler yaratılması faaliyetlerini içermektedir. Türkiye’de ise çocukların çalışma yaşamında korunması ile ilgili ilk düzenleme 151 sayılı Kanun’la 1921 yılında yapılmıştır.

YAŞLILAR

Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmekte, iklim, çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını engellemektedir. Ayrıca yaşlıları tanımlamak için kullanılan terimler birbirinden farklılık göstermektedir.
Terminolojide yaşlılar için
*yaşlı kişiler, *ileri yaştakiler, *üçüncü çağ, yaşlananlar, *80 yaş üstündekiler için dördüncü çağ gibi kavramlar kullanılmaktadır.
Yaşlılık; biyolojik, fizyolojik, fonksiyonel, kronolojik, sosyal ve duygusal yaşlılık olarak sınıflandırılabilmekte ancak kişinin doğumundan itibaren geçen zamana göre bir yıllık birimler esas alınarak belirlenen kronolojik yaşlılık kavramı yaşlılığın tanımlanmasında daha fazla kullanılmaktadır. Çalışma ekonomisi alanında 65 yaş yaşlılığın başlangıcı olarak genel kabul görmektedir. Geçmişi oldukça yeni olan yaşlılara yönelik sosyal politikaların oluşturulmasında; yaşlıların dünya nüfusu içinde oranının artması, geleneksel aile yapısından, çekirdek veya tek ebeveynli aile yapısına geçiş ile birlikte ortaya çıkan yaşlıların bakım sorunu, sosyal devlet anlayışı, insani nedenler, nüfusun yaşlanması ile birlikte kamunun tasarruf oranının düşmesi, sağlık ve emeklilik ödemelerinin özellikle gelişmiş ülkelerde önemli ölçüde artması sonucu sosyal güvenlik sistemlerinin içine düştüğü durum, işgücü arzının azalması riski ve yaşlı bağımlılık oranındaki artış önemli rol oynamaktadır.Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası belgeler diğer dezavantajlı gruplara göre sınırlıdır. Yaşlılarla ilgili önemli uluslararası belgeler arasında BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, Yaşlılık İlkeleri, Avrupa Konseyi’nin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 25. maddesi sayılabilir.

Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar arasında; yaşlılık sigortası, sosyal güvenlik garantisi olmayan veya gelir yetersizliği nedeniyle yoksul duruma düşen belli bir yaşın üzerindeki yaşlılara bu durumları devam ettiği sürece sürekli gelir veya aylık bağlanması, yaşlılara temel gereksinimlerini karşılamak üzere sürekli olmayan parasal yardım veya ayni yardımlar yapılması, muhtaç durumda olan yaşlılara başta sağlık hizmeti olmak üzere sosyal hizmetler sunulması sayılabilir. Yaşlılara sunulan sosyal hizmetler arasında kurumsal bakım hizmetleri büyük önem taşımaktadır.
Kurumsal bakım hizmetleri;
a) Huzurevi,
b) Yaşlı bakımevi,
c) Sokak yaşlıları
d) Yardım evi
e) Yaşlı apartmanları
f) Yaşlı köyleri gibi kurumlar aracılığıyla verilmektedir.

Günümüzde gelişmiş ülkelerde kurumsal bakım hizmetlerinin yaşlılar üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bu hizmetlerin yanında evde bakım hizmetlerine ağırlık verilmeye başlanmıştır. Evde bakım hizmetleri kapsamına evde yardım, evde takip hizmetleri, ev sağlık hizmetleri, süreli bakım, evlere yemek servisi, evlere bakım onarım hizmetleri gibi hizmetler girmektedir. Gelişmiş ülkelerde yaşlılara yönelik sosyal politikalar, yaşlıların ve ailelerinin yaşam kalitelerinin arttırılması ile kişilerin sağlıklı ve başarılı yaşlanarak toplumsal yaşama daha aktif şekilde katılmalarının sağlanması amacına yöneliktir.

Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. 1982 Anayasası’nın 61.maddesinde yaşlıların korunması ile ilgili “yaşlılar, devletçe korunur. Yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir. Bu amaçla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar ve kurdurur” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Farklı dezavantajlı gruplara yönelik çeşitli kanunlarda düzenlenen sosyal hizmetler 24.05.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ile bir araya getirilmiştir. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 03.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. Yaşlı ve özürlülerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. 2828 sayılı Kanun’un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaşlılara yönelik kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde yaşlılara yönelik kurumsal bakım;
a) Huzurevi b) Yaşlı bakım c) Rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır.

ÖZÜRLÜLER

BM verilerine göre özürlüler dünya nüfusunun %10’unu oluşturmakta, özürlülerin %80’ini gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Ancak dezavantajlı gruplar içinde en büyük gruplardan biri olan özürlülere yönelik sosyal politikaların oluşturulması oldukça zaman almış, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özürlülere yönelik sosyal politikalar gelişmiş ülkelerde gündeme gelmeye başlamıştır.

İşverenlerin özürlü istihdamını sağlamak amacıyla da kanunlarla belli sayıda işçi çalıştıran işverenlere,
• Belli sayı veya oranda işçi çalıştırma zorunluluğu getirilmesi (kota sistemi),
• Bazı iş ve mesleklerin ülke çapında sadece özürlülere ayrılması (tahsis yöntemi),
• Bazı iş ve mesleklerin kanunlarla belirlenen işyerleri, çalışma kolu veya mevkileri için özürlülere tahsis edilmesi (sınırlı tahsis yöntemi),
• Özürlülere işe girmekte öncelik ve tercih olanağı verilmesi ( öncelik ve tercihlerin tahsisi yöntemi),
• İşverenlerin işçi talepleri ile boş işlerini zorunlu olarak bir kuruma bildirmeleri ve kurumun bu talep ve boş işler doğrultusunda özürlüleri işe yerleştirmesi,
• Özürlü işçi çalıştıran işverenlere tazminat ödenmesi,
• Vergi muafiyeti getirilmesi
• Evde çalışma - tele çalışma gibi çalışma yöntemlerinin teşvik edilmesi söz konusudur.

Türkiye’de özürlülere yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. Özürlü çalıştırılma zorunluluğu ilk olarak 20.04.1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile getirilmiştir.4857 sayılı İş Kanunu’nda da özürlülerin istihdamı ile ilgili olarak 30.maddede düzenleme yapılmıştır. 30. maddeye göre ‘’ 50 ‘’ veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektör işyerlerinde %3, kamu işyerlerinde %4 özürlü çalıştırılması zorunlu olup, işverenler çalıştırmak zorunda oldukları özürlüleri Türkiye İş Kurumu (İş-KUR) aracılığıyla sağlayacaklardır.

ESKİ HÜKÜMLÜLER

Eski hükümlü, genel olarak işlemiş olduğu herhangi bir suçtan dolayı hakkında mahkûmiyet kararı kesinleşerek hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olduktan sonra cezasını tamamlayarak, cezaevinden çıkan ve hükümlülük niteliği ortadan kalkan kişi olarak tanımlanabilir. Eski hükümlülerin en önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. Eski hükümlülerin iş bulmaları çoğunlukla bu kişiler yeterli vasfa sahip olmadıkları için oldukça güçtür. Eski hükümlülerin çalıştırılması zorunluluğu sadece kamu sektörü için geçerlidir. Ancak eski hükümlülerin iş piyasası için gerekli vasfa sahip olmaları hâlinde bile toplumun ve işverenlerin önyargıları nedeniyle iş bulmaları oldukça güçtür. Bu nedenle özürlüler gibi eski hükümlüler için de kanunlarla ‘’ KOTA ‘’ sistemi veya işverenleri eski hükümlü çalıştırmaya özendirici tedbirler getirilmekte, kendi işlerini kurmaları için parasal, ayni ve teknik destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de eski hükümlülere vasıf kazandırmaya yönelik eğitim programları ileonların çalışma yaşamında korunmaları ile ilgili düzenlemeler henüz yetersizdir.Hâlen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesinde sadece kamu sektörü için %2 oranında eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu (kota) getirilmekte, kamu işverenlerinin çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri İŞKUR aracılığıyla sağlamaları öngörülmektedir.

GÖÇMENLER

BM kendi vatandaşı olduğu ülkeden başka bir ülkede bir yıl veya daha fazla süre kalan kişileri göçmen olarak kabul etmektedir. Göçmen işçi kavramı konusunda da uluslararası belgelerde genel kabul görmüş bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası belgelerde kaçak göçmen işçileri ve ailelerini de içine alan göçmen işçilerle ilgili en geniş kapsamlı tanım BM’nin Tüm Göçmen İşçilerin ve Ailelerinin Haklarının Korunmasına Dair Sözleşme’de yer almaktadır. Uluslararası göçün geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihin her döneminde insanlar ekonomik, siyasi, demografik veya coğrafik nedenlerle bir ülkeden diğerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde bu göç dalgası bütün hızı ile devam etmektedir. 2050 yılında göçmen sayısının 230 milyona çıkacağı, dünya nüfusunun %2,6’sının göçmenlerden oluşacağı tahmin edilmektedir. Türk hukukunda bağımlı ve bağımsız statüde yabancıların (göçmen işçi) Türkiye’de çalışabilmeleri 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun (YÇIHK) uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu ikili veya çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe çalışma izni alma şartına bağlanmıştır.

HAZIRLAYAN : ÖDÜL çOLAK
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst