Ünite 5
Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Roman: 1. Kuşak
1605 yılında yayınlanan Don Kişot Batı’daki ilk roman olarak kabul edilir. Sanayi devrimi ve modernleşmeyle birlikte roman türü Batı edebiyatının lokomotifi konumuna gelir. Tanzimat’la birlikte başlayan yeni Türk edebiyatında roman türünün ilk örneklerine de ancak bu modernleşme döneminde rastlarız.
Ahmet Hamdi Tanpınar, bizde roman ve öykü türünün başlamasını çevirilere bağlar. Hakikaten de öyledir; 19. Yüzyılda yapılmaya başlayan çeviri eserlerden hemen sonra öykü, roman ve tiyatro türünde eserler neşredildiği gözlenmektedir.
İlk örnekler; Ahmet Mithat Efendi’nin 1870 yılında yayımlanmaya başlayan Kıssadan Hisse ve Letaif-i Rivayat serilerinde yer alan romanlar, Şemsettin Samî’nin 1872/1873 yıllarında çıkan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ve Namık Kemal’in İntibah ve Cezmi adlı romanlarıdır.
Birinci kuşak edebiyatçıların romanları ağırlıkla sosyal konulara eğilir;
Görücü usulüyle evlenme,
Batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
Köy hayatı ve köy halkı,
Kölelik,
Tarihi dönemleri konu alan eserler,
Fen bilileri ve tekniğe bağlı gelişmeleri ele alan eserler…
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
Batılı anlamda ilk romanımız Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’dır. İlk eser olması bakımından teknik anlamda kusurları vardır.
Romanın esas karakteri Talat, Aksaray’daki evinde annesi Saliha Hanım ve Arap dadı Ayşe Kadın ile birlikte yaşamaktadır. Kocasıyla mektepte tanışarak evlenmiş olan Saliha Hanım, oğlunun da görüp beğeneceği bir kızla evlenmesini arzulamaktadır.
Bir kalemde memur olarak çalışan Talat, tütün satıcısı Hacı Baba’nın üvey kızını (Fitnat)evin cumbasında görür ve âşık olur. Tutucu bir adam olan Hacı Baba, kızını sokağa çıkartmamaktadır. Evinde dikiş dikerek zaman geçiren Fitnat’da Talat’ı görmüş ve beğenmiştir. Fitnat’ı görebilmek için kadın kılığına giren Talat, Fitnat’ın dikiş öğretmeni Şerife Hanım’ın evine gider. Şerife Hanım’ın Fitnat’a okuma yazma öğretme teklifini kabul eden Talat, Râgıbe adıyla Hacı Baba’nın evine gidip gelmeye başlar. Finat’ı gizli kimliğiyle görmeye başlayan Talat halinden memnundur. Fitnat bir gün Râgıbe Hanım’a cumbadayken gördüğü ve beğendiği genç bir adamdan söz eder. Fitnat bu genci Râgıbe Hanım’a benzetmiştir. Râgıbe Hanım’da Fitnat’a bir erkek kardeşi olduğunu söylemiştir.
Romanın bundan sonraki bölümünde Üsküdar’da büyük bir konakta yaşayan Ali Bey olaylara dahil olur. Boşadığı karısını geri çağırmak isteyen Ali Bey, eski eşinin öldüğü haberini alır ve kahrolur. Şerife Hanım, Ali Bey’in konağında bir cariyeye nakış dersleri vermektedir. Ali Bey’e eş arayan Şerife Hanım namzet olarak Fitnat’ı düşünür. Hacı Baba bu teklifi uygun bulur. Fitnat istemese de nikâh kıyılır. Râgibe’ye içini açan Fitnat, Talat’ı sevdiğini söyler. Kıyafetlerini çıkaran Râgıbe’de Talat olarak Fitnat’ın karşısına çıkar. Üvey kızının üzüntüsünü gören Hacı Baba, kızını dinlenmesi için Üsküdar’daki bir yakınının yanına yollar. Bu teklife çok sevinen Fitnat kendini Ali Bey’in konağında bulur. Yaşadığı entrika karşısında büsbütün yıkılan Fitnat’ı olaylardan habersiz olan Ali Bey kendi haline bırakır, ona yaklaşmaz. Fitnat’ın boynundaki muskayı ele geçirip okur; muskada ölen annesinin Fitnat’a vasiyeti yazılıdır. Fitnat’ın annesi Ali Bey’in boşadığı karısıdır. Tabiatıyla Fitnat’ta Ali Bey’in öz kızıdır. Bütün olayları öğrenen Ali Bey, Fitnat’ı Talat ile evlendirmeye karar verir. Ali Bey’in düşüncelerinden habersiz olan Fitnat bu sırada intihar eder (bıçakla bileklerini keser). Fitnat’ın başucunda gam ve kedere gömülen Talat da bu acıya katlanamaz ve ölür. Yaşanan bu olaylardan sonra Ali Bey’de çıldırır.
Görücü usulü evliliklerin doğru olmadığı mesajını yüklenen kurgusuyla bu eser sosyal içerikli bir roman olarak kabul edilmelidir.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta evlilik dışında kız çocuklarına eğitim verilmemesi, kölelik gibi konuların da eleştirisi yapılmaktadır (Arap asıllı Ayşe Kadın romandaki köledir).
Romandaki tesadüflerin aşırılığı romanı gerçekçilikten uzaklaştırmaktadır.
Roman, otuz altı bölümden oluşmaktadır. Her bölümün başında bölümün içeriğine uygun başlık kullanılmıştır.
Roman, Aksaray’daki evle başlar ve önce Saliha Hanım sonra da Talat’ın hikâyesi anlatılır.
Laleli’deki Hacı Baba’nın dükkânıyla anlatının ikinci bölümü başlar. Burada da Fitnat’ın hikâyesine yer verilmiştir.
Romanın üçüncü ayağı Üsküdar’daki konakta başlar. Önce Ali Bey’in hikâyesi verilir. Şerife Hanım aracılığıyla Konak, olay örgüsüne bağlanır. Fitnat’ın konağa gelişiyle kurgu bağlanmış olur. Fitnat’ın muskasıyla romandaki düğümler çözülür.
Ahmet Mithat Efendi
Yaşadığı yıllarda hâce-i evvel sıfatıyla anılan yazar, halka yönelik öğretici eserlerinde sade dil kullanmaya gayret eder.
Çok sayıda roman yazmış olan Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinde olay örgüsü bir tek kahramanın etrafında kurulmaz, çok sayıda kahramanın serüveni çevresinde örülür. Kahramanlarının yetiştiği çevre ile karakterleri arasında ilgi kurar. Genellikle gerçekçi tiplere yer verir (olağanüstü kahramanlara yer verdiği eserleri de vardır).
Romanlarında iyi karakterleri mutlu, kötü karakterleri ise kötü bir sona sürükler.
Sevip beğendiği romanların benzerlerini yazma hevesiyle çok sayıda eser vermiş olan yazar kendisinden sonra gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı da bu bakımdan (popülizm)etkilemiştir.
Değişik sanat anlayışları ve edebiyatçıların etkisinde kalan Ahmet Mithat Efendi, farklı akımların etkisinde farklı türlerde eserler vermiştir:
Hasan Mellah (Monte Cristo’ya alternatif gibidir), Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, A. Dumas tarzında yazılmış macera romanlarıdır.
Acaib-i Âlem, Ahmet Metin ve Şiraz, Jules Verne etkisinde yazılmış gezi ve bilimkurgu romanlarıdır.
Çengi, fantastik bir romandır, Ahmet Mithat Efendi’nin, çok beğendiği Don Kişot’un bir benzerini yazmak isteyerek kaleme aldığı eserdir.
Bahtiyarlık, köy romanıdır.
Yeniçeriler, Arnavutlar – Solyotlar, tarihi romandır.
Yeryüzünde Bir Melek, romantik; Henüz On Yedi Yaşında, realist; Müşahedat ve Taaffüf ise natüralist tarzda yazılmış romanlardır.
Bunca romana rağmen tekrara düştüğü pek görülmez. Eserlerinde yeni kurgular ve karakterler üretmekte hiç sıkıntı yaşamaz (bilgi birikiminin yanında hayal gücünün kuvvetli olduğunu da dikkate almak lazım).
Romanlarında kahramanlarının psikolojilerinden, duygu ve düşüncelerinden de söz eder. Romanlarının bazılarında kendisi/yazar kimliğiyle okuyucuya hitap eder (“Ey kâri!”, “Ey kârie!” gibi sözlerle okuyucuya seslenir), diyalog kurmaya çalışır, olaylara ve kahramanlara müdahale eder. Okurlarına yeni bilgiler vermek ve bir bakıma okurlarını eğitmek isteyerek kurguladığı hikâyeye müdahale eden Ahmet Mithat Efendi, bazı eserlerinde de kendi kendine konuşur. Bu müdahaleleri, hikâyesini anlattığı kahramana acımak yahut ona kızmak şeklindedir.
Eserlerinde ders vermeyi amaç edindiği için, eser sonlarında kıssadan hisse bölümleri yer alır.
Eserlerinde meddah tarzı anlatım yolunu seçtiği için laubali söyleyişi dikkat çeker. Üslûp kaygısı gütmemiştir.
Değişik konularda farklı tekniklerde eserler vermiş olması bakımından Ahmet Mithat Efendi’yi edebiyatımız için yol açıcı olarak kabul etmek yanlış olmaz.
Bahtiyarlık ve Bir Gerçek Hikâye adlı eserlerinde köy hayatından söz etmiştir.
Bahtiyarlık
Bahtiyarlık; köy hayatıyla şehir hayatını kıyasladığı bir eserdir. Öyküden ziyade roman tekniğiyle yazılmış bir eserdir. Eserde köy hayatı şehir hayatına üstün tutulmuştur. Dönüşümlü olarak şehir ve köy hayatından sahnelere yer verilirken anlatılan hikâyelerden köy hayatının şehir hayatına üstün geldiği sonucuna ulaşılır.
Mekteb-i Sultani’de yatılı okuyan iki öğrenci Senai ve Şinasi eserin tipleridir.
Senai, varlıklı bir köylü çocuğudur. Şinasi ise İstanbullu bir memur çocuğudur. Senai’nin hayali okulu bitirip şehirde kalmak, Şinasi’nin hayali ise okulu bitirip bir köye yerleşmek ve köy hayatı yaşamaktır.
Okulu bitirdikten sonra Şinasi, Senai’nin köyüne gider ve orada çiftlik kurar. Modern tarıma dayalı yaşam alanı inşa eder. Kısa süre içinde mutlu ve huzurlu olduğu kadar getirisi de yüksek bir standarda ulaşır.
Senai ise okulu bitirir bitirmez kendini Beyoğlu’nun eğlencesine bırakır. Rizette adlı Fransız şarkıcıyla ilişki kurar. Babasının gönderdiği paralarla bu hayata devam eder. Fransa’ya gidip orada hukuk tahsili yapmak hayali kuruyorsa da bu amacına ulaşamaz. Romantizmin etkisinde yazılmış olan eserde tabiatla iç içe, köy hayatı idealleştirilmiştir.
Eserde çiftlik dışında köy hayatına dair detaya inilmez. Yerel konuşmalara da yer verilmez. Bu olumsuzluklara karşın Yamalı Musa Ağa tiplemesi oldukça başarılı bir köy ağası tiplemesidir. Yazar, köy ağası aracılığıyla o dönemde uygulanmakta olan iltizam usulünü de eleştirmiştir.
Felatun Bey ile Rakım Efendi
1875 tarihli bu eserin Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri arasında önemli bir yeri vardır. Tanzimat’tan sonra başlayan batılılaşmanın yanlış anlaşılmasını ele alan ilk eserdir. Birbirine zıt tiplemelerle Osmanlı toplumsal hayatı sade ve gerçekçi bir dille anlatılmaktadır.
Kutupluluk üzerine kurulu roman, çift zincirli olay örgüsüne sahiptir.
Felatun Bey, alaturkadan alafrangaya bir anda geçen, öğrenim düzeyi düşük bir babanın çocuğudur. Felatun Bey de babası gibi tahsili zayıf bir kimsedir. Babasının izinde alafranga bir hayat yaşamaktadır. Büyük bir kalemde çalışan Felatun Bey, eğlence ve gezmelerden zaman buldukça kaleme gidebilmektedir. Ancak Çarşamba günleri gidebildiği kalemde arkadaşlarında bütün bir hafta yaptıklarını anlatarak vakit geçirir. Kendini Eflatun’dan daha akıllı zanneden, kibirli ve kendini beğenmiş biridir. Babasının yirmi bin kuruşluk gelirine güvenen Felatun Bey’in kitaplara karşı özel bir merakı vardır; yeni çıkan kitapları aldırtır ve üzerlerine Ahmet Plâtun isminin A. P. harflerini bastırtıp kütüphaneye koyar ama asla okumazdı. Zaten okuyabilecek kadar birikimli biri değildir. Lüks yerlerde eğlenmek ve para harcamaktan mürekkep bir hayata sahiptir. Kız kardeşi Mihriban da Felatun Bey gibi şımarık ve sorumsuz biridir.
Romanın ikinci bölümünde karşımıza çıkan Râkım Efendi, Felatun Bey’den tamamen farklı, onun zıttı bir kişiliktir. Kavas olan babasını henüz bir yaşındayken kaybetmiş olan Râkım Efendi’yi annesi ve Arap dadısı yetiştirmiştir. Delikanlılık çağında annesini kaybeden Râkım Efendi, Hariciye kaleminde kendine bir iş bulur. Bulduğu her işe koşan Râkım Efendi, bir yandan da öğrenimine devam eder. Ermeni bir dostunun kütüphanesinde kitap okur. İlerlettiği Fransızcasıyla yaptığı çevirilerle para kazanmaya başlar. Yabancıların çocuklarına Türkçe ders verir. Felatun Bey’i aksine kendi kültürüyle barışık birisidir.
Râkım Efendi, Felatun Bey’de gördüğümüz olumsuzlukların giderildiği kişidir. Ahmet Mithat Efendi, Râkım Efeni tiplemesiyle, insanın kendi emeğiyle hayatını sürdürmesi, kendi kültürel değerlerine sahip çıkması gerektiğini anlatmaya çalışır.
Müşahedat (1891) adlı romanı yazılış tekniği ve de olay örgüsü bakımından dünya edebiyatı kapsamında ilk olma iddiasındadır. Ahmet Mithat Efendi, bu romanıyla Emile Zola’nın natüralizmine karşı bir natüralist tarz ortaya koymuştur. Avrupa’da örnekleri görülen natüralist romanlarda hakim olan kötümser havaya karşı, iyimser bir tarzda roman yazmak istemiş ve bunu da başarmıştır.
Müşahedat, takip adlı bir bölümle başlar. Anlatıcı, Beykoz’daki evinden İstanbul’daki matbaasına gitmek üzere Şirket-i Hayriye’nin vapuruna biner. Yolculuğun detaylı bir şekilde anlatıldığı bu bölümde anlatıcı kimliğiyle Ahmet Mithat Efendi karşımıza çıkar. Anlatıcı, her gün bindiği vapurda tanınmış bir yazar olarak itibarlı bir kişidir.
Yolculuk sırasında yaşlı bir kadının yanında biri sarışın diğeri esmer iki kadının Fransızca konuştuklarına şahit olur. Konuşulanlara kulak verir; yazmak istediği roman için bu kadınların anlattıkları hikâyeyi kullanmaya karar verir. Vapur yolculuğundan sonra da kadınları takip eder. Beyoğlu’ndaki evlerine kadar sürer bu takip. Tereddüt etse de kapıyı çalar. Kapıyı açan hizmetçi kadına kendini tanıtarak kadınlarla görüşmek istediğini bildirir. Avagni ve Siranuş isimli kadınlardan Siranuş, Ahmet Mithat Efendi’yi yazılarından tanımaktadır ve bu nedenle onunla görüşmeyi kabul eder.
Siranuş yazara, Avagni’nin hikâyesini anlatır. Anlatılanlarda bahsi geçen Refet’i bulur ve onun öyküsünü dinler. Bu şekilde Seyit Numan ve Siranuş’u da dinler. Anlatılanları bir kurgu içerisinde bir araya getiren yazarın yazdıklarını anlatan kişiler okuyup düzeltmeler yaparlar. Böylelikle Müşahedat, hem roman kişilerinin serüvenlerinin anlatıldığı hem de romanın yazılışının anlatıldığı bir romana dönüşmüş olur.
Roman, şimdi ve geçmiş’e ait iki metnin iç içe örülmesiyle vücuda getirilmiş olur.
Namık Kemal
Çok yönlü bir aydın olan Namık Kemal, bazı eserlerinin ön sözünde ve makalelerinde edebiyat ve roman hakkındaki görüşlerini dile getirir. Realist yazarlardan fazlaca etkilenmiş olan Namık Kemal, edebiyata meraklı kişilere Batı edebiyatını referans gösterir.
İntibah ve Cezmi adlarında iki roman yazmıştır. Konusunu sade tuttuğunu söylediği İntibah’la roman türünde bir örnek ortaya koymak istemiştir. İsmi Son Pişmanlık olan eser sansür tarafından İntibah’a çevrilmiş ve bu adla 1876 yılında yayınlanabilmiştir.
Realist tasvirlere yer verilmesi, psikolojik çözümlemelere gidilmesi bakımından Türk edebiyatının ilk edebi romanı olarak kabul edilen eser, sosyal içerikli romantik ekole bağlı olarak yazılmıştır. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle İntibah, aşk, kıskançlık ve intikam duygularını işleyen psikolojik bir eserdir.
Geniş bahar tasvirleriyle başlayan romanda gerçek hayattan uzakta özenle yetiştirilmiş bir gencin uygun olmayan bir kadına ilk görüşte âşık olması anlatılır. Gencin cariyelerinden birinin bu gence tek taraflı aşkıyla olay örgüsü dramatikleşir. Romanın başkişisi Ali Bey, Mehpeyker’e olan aşkı nedeniyle hayatını mahveder. Sahip olduğu varlıkları bu kadının uğrunda harcar. Annesinin ölümüne neden olur. Kendisine karşı düzenlenen bir suikasttan son anda kurtulur. Cariye Dilaşup, Ali Bey uğruna kendini feda eder. Kurtulan Ali Bey, olayları ancak idrak eder. Ne var ki son pişmanlık fayda getirmemektedir.
Romanın mesajı, hayatı yeterince tanımayan gençlerin karşılaşabilecekleri durumlar ve yapabilecekleri hatalar üzerinedir.
Annesi tarafından babasız büyütülmüş olan Ali Bey, arkadaşlarıyla birlikte gittiği Çamlıca’da Mehpeyker’le karşılaşır. Bu kadın yüzünden evini ve işini ihmal etmeye başlar. Annesi, Dilaşup’u yanına alarak oğlunun Mehpeyker’den uzaklaştırmak ister. Ali Bey’in arkadaşı Âtıf Bey’in amcası Mesut Efendi, Ali Bey’i Mehpeyker hakkında uyarır. Ali Bey, Mehpeyker’den uzaklaşmayı dener. Gururu incinen Mehpeyker Ali Bey’in peşini bırakmaz. Amacına ulaşamayan Mehpeyker, Dilaşup’a iftira atarak satılmasına sebep olur. Dilaşup’u satın alan Mehpeyker, Ali Bey’i öldürmeye karar verir. Suikast planını öğrenen Dilaşup Ali Bey’i uyarır. Ali Bey’in kılığına giren Dilaşup, Mehpeyker’in adamları tarafında Ali Bey zannedilerek öldürülür. Suikasttan kurtulan Ali Bey, kolluk kuvvetlerine haber verir. Mehpeyker’i öldürür. Dilaşup’u ve annesini kaybeden Ali Bey hapse girer. Hapishanede pişmanlıklar içerisinde altı ay kalabilen Ali Bey, burada ölür.
Roman genelinde Namık Kemal’in ahlakçı tavrı ve mekân tasvirlerindeki yetersizliği romanda hemen göze çarpan teknik zaaflardır. Romanın hemen başındaki oldukça uzun bahar tasvirleri, kasidelerde gördüğümüz nesip bölümlerinden alınmış gibi durmaktadır. Edebi dil kullanmak kaygısındaki yazarın bazı bölümlerde fazlaca ağdalı dil kullanması romanın zayıf taraflarıdır.
Tarihi roman olan Cezmi (1880), konusunu II. Selim devrinde başlayıp yaklaşık yüz yıl devam eden Osmanlı İran savaşlarını konu edinir.
Yazarın 1877’de Midilli’ye gittikten sonra kaleme aldığı eserin birinci fasıl’ının ilk alt bölümünde 16. Yüzyıl Asya ve Avrupa’sının genel panoraması verilir. Batı’daki gelişmeler karşısında Osmanlı’nın tutumu anlatılır.
Roman, idealize edilen Cezmi’nin savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve savaş sırasında tanışıp dost olduğu Adil Giray’ı esaretten kurtarma çabaları üzerine kuruludur.
Cezmi, Osmanlı İran savaşları sırasında Kırım Ordusu kumandanı Adil Giray ve kardeşi Gazi Giray ile tanışıp dost olmuştur. Bir başka muharebede esir edilen Adil Giray, Kazvin Sarayında tutulmaktadır. Romanda Adil Giray’a âşık olan Şahın karısı Şehriyâr ile kız kardeşi Perihan’ın serüvenlerine de yer verilir.
Adil Giray, Perihan’a âşık olmuştur. Perihan Sünnî’dir. Şehriyâr Adil Giray’ın gönlünü fethe çalışırken Adil Giray, İran tahtını Şiilerin elinden almanın hesaplarını yapmaktadır. Tahtı ele geçirmeyi planlayan Adil Giray yardımcı olması için Cezmi’yi saraya getirtir. İran’a yolunu tutan Cezmi türlü tehlikeleri atlatarak Adil Giray’a ulaşır. Hazırlıklara başlarlar ancak Şehriyâr ve Vezir Mirza Süleyman durumdan haberdar olup, Perihan ve Adil Giray’ı öldürmek üzere harekete geçerler. Çıkan çatışmada Şehriyâr, Perihan ve Adil Giray ölürler. Çatışmalardan yaralı olarak kurtulan Cezmi, Adil Giray ve Perihan’ı defnederek İran’dan ayrılır.
Namık Kemal, bu romanında İntibah’a kıyasla daha başarılıdır. Diyalogların ve hareketlerin az oluşu, tasvirlerin öznel ve abartılı oluşu, psikolojik çözümlemelere yeterince yer verilmemesi göze çarpan kusurlardır. Romantizmin etkisiyle romanın acıklı bir sonla kapatılması eserin zayıf yanıdır.
Romantik bir eser olan Cezmi ile Namık Kemal, genç edebiyatçılara konu seçimi için Türk tarihini işaret etmektedir.
Şemsettin Sami ve Ahmet Mithat Efendi halka yakın ve popülist oldukları halde Namık Kemal, edebi kaygıları daha fazla olan bir edebiyatçıdır.