Çağdaş Türk Edebiyatları

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
1. Ünite


Çağdaş Türk Edebiyatlarının Oluşum Süreci ve Gelişim Çizgisi



Dünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan Türk soyundan insanların oluşturduğu düşünülen topluluğa“Türk dünyası” denir. Türk dünyasının nüfusu 2011’de yaklaşık olarak 180-200 milyon civarındadır

Türk boyları, siyasî, sosyal ve kültürel hayat bakı-mından bir hayli değişik şartlar altında varlıklarını sürdürmektedir. Bunlar arasında ba-ğımsız devletlere sahip olanlar;

Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türk-menistan

başka milletlerin yönetimi altında bazı siyasî ve kültürel haklar elde etmiş olarak yaşayanlar;

Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Yakutistan

siyasî, kültürel hakka sahip olmayanlar da ;Suriye ve İran Türk-leri

yok olmaya yüz tutmuş olanlar;Karaylar, Polonya Tatarları

Türk boyları, tarihin en eski zamanlarından beri, çeşitli sebeplerle, üç kıtaya yayılmış, gittikleri yerlerde birçok devletler kurmuştur. Türklerin büyük bir çoğunluğu 9-10. yüzyıl-dan itibaren Müslüman olmuşsa da, diğer dinlere tâbi olanlar da vardır



nü-fusları az da olsa, eski inançlarını devam ettirenler;

Altay dağları yöresinde Tuva (Tuba), Hakas, Altay Kişi, Doğu Avrupa’da Hristiyan Gaga-vuzlar, Çin’de Budist Sarı Uygurlar, Kırım’dan Baltık ülkelerine kadar dağılmış, sayıları gü-nümüzde epeyce azalmış Musevî Karaylar

Türk boyları, dünyadaki coğrafî dağılımlarına göre -Hazar denizi merkez alındığın-da- basit bir şekilde;Güneybatı Türklüğü, Kuzeybatı-Kuzeydoğu Türklüğü ve Doğu Türk-lüğü olmak üzere üç büyük gurupta toplanabilir

Gü-neybatı Türklüğünü;Oğuzlar,Kuzeybatı-Kuzeydoğu Türklüğünü;Kıpçaklar,Doğu Türk-lüğünü;Karluklar

Çuvaş, Yakut, Halaç ve daha bazı küçük top-lulukların bu tasnif dışındadır.

Oğuz boylarının günümüzdeki belli başlı temsilcileri Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri ve Türkmenlerdir. Gagavuzlar da bu gruptadır





TÜRKİYE TÜRKLERİ (OSMANLI TÜRKLERİ)

Osmanlıların Avrupa’dan çekilme sürecinde birçok Türk topluluğu özellikle XIX-XX. yüzyıllar içerisinde değişik tarihlerde devletin sınırları dışında kalmıştır

Ro-manya, Yunanistan, Kıbrıs, eski Yugoslavya, Bulgaristan, Suriye ve Irak’ta kalan Türkle-rin Türkiye’yle bağları kopma noktasına gelse de, kültür hayatı itibarıyla Türkiye’den pek uzaklaşmamışlardır.

İçinde bu-lundukları devletlerin siyasî baskılarına rağmen, edebiyat hayatı Türkiye’yi takip etmiş, kullandıkları edebî dil de Türkiye Türkçesi olmuştur

Bu bakımdan eski Osmanlı top-raklarında kalan Türk topluluklarının edebiyatlarını ayrı ayrı edebiyatlar olarak al-gılamak doğru değildir

Örneğin; Balkanlar ve Kıbrıs’daki Türk topluluklarının edebiyatlarını ait oldukları coğrafyanın ismiyle tanımla-mak, yani; Kıbrıs Türk Edebiyatı diye adlandırmak ayrı bir etnik veya millî kimliğe ait olduklarını değil, oluştukları coğrafyayı gösterir.

Moldavya’daki Gagavuzlar dinleri itibarıyla (Ortodoks-Hristiyan) Osmanlı kültürünün belli ölçüde dışında kal-mışlar, Oğuz nitelikleri taşımasına rağmen farklı bir dil ve alfabe kullanmışlardır fakat;dil bakımından en yakın oldukları topluluk Türkiye Türkleridir



IRAK TÜRKLERİ

Irak’ta “Irak Türkmenlerinin Edebiyatı” olarak adlandırılan edebiyatı da Os-manlı edebiyatının bir kolu ve devamı olarak kabul etmek gerekir. Kullan-dıkları yazı veya edebiyat dili Osmanlı Türkçesi idi.

1918-1932 arasındaki İngiliz mandası sırasında bu bölgedeki Türkler azınlık durumuna düştü ve üzerlerindeki Arap milliyetçili-ğinin baskısı artmaya başladı.

1932’de Irak krallığı kuruldu. 1968’de Baas Partisi yönetimi ele geçirdi ve Türkler üzerindeki baskı zulme dönüştü

Iraktaki şovenist baskılar sebebiyle Türkler, kendilerini “Türk” değil “Türkman-Türkmen” olarak adlandırmak zorunda kaldı-lar.

Eski Sovyet Türkmenistanı’nda bu-lunan Türkmenlerle karıştırmamak gerekir; dil ve kültür itibarıyla onlardan farklılaşmış-lardır

XX. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı Türkçesinden yavaş yavaş mahallî dile doğru kaymaya başlamıştır

Türkiye Türkleri 1928-1929’da Latin alfabesine geçtikten sonra Irak Türkleri Arap al-fabesini kullanmaya devam ettiler.

Irak’taki “Türkmen” edebiyatı, sosyalist Baas Partisi yönetimi sırasında iyice kendi içine kapandı, belli ölçüde Türkiye edebiyatından uzaklaşır.

Siyasî şartların sevkiyle bir dö-nem Kuzey ve Güney Azerbaycan (İran Türk edebiyatı) edebiyatıyla yakın ilişkiler ku-ruldu ve bu ilişkiler edebiyata özellikle de şiire yansıdı.

Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra yeniden Türkiye ile yakın iliş-kiler kuruldu ve kültür hayatı tekrar Türkiye’ye yaklaşmaya başladı

Irak Türkleri, günümüzde Arap alfabesini kullanıyor, Edebî dilleri; mahallî bir nitelik kazanmış; Azerbaycan Türkçesi özellikleri ön plana çıkmıştır.



AZERBAYCAN-İRAN TÜRKLERİ (AZERÎ TÜRKLERİ)

Azerbaycan Türkçesinin oluşum süreci, bir halk olarak “Azerî Türkleri”nin oluşum süre-cinden öncedir.Azerbaycan Türkçesi yazı dilinin fonetik, morfolojik özellikleri Oğuzcanın içinde (bir başka yaklaşımla “Eski Anadolu Türkçesi” döneminde) XIII-XIV. yüzyıldan itibaren izlenmektedir

Azerbaycan Türklerinin tarih sahnesine çıkışları ise, Orta Doğu Türklüğünün (batıdaki Oğuzlarının) ikiye ayrılmasıyla mümkün olmuştur

Şah İsmail’in kurduğu Safevî Türk devleti (1501),uzun süren Osmanlı-Safevî hâkimiyet mücadeleleri, araya giren mezhep ayrımı (önceleri Kızılbaşlık-Sünnîlik, sonraları Şiîlik-Sünnîlik çekiş-meleri), “Osmanlı Türkiyesi” ve “Türk İran”ın Orta Doğu’yu aralarında paylaşmasıyla sonuçlanır

Safevîleri (1501-1732), Afşarlar (1736-1795), Kaçarlar (1795-1924) izledi, değişen hanedanlar oldu; devletin siyasî, kültürel niteliğinde fazla bir değişiklik olmaz

Safevîlerin ilk dönemlerinde Türk diline, devlet dili ve edebî dil olsada resmi dil Selçuklularda olduğu gibi Farsça ter-cih edildi

Sözlü edebiyatta seçkin yere sahip, İran’daki Türk şair ve yazarları genellikle iki dilde, Türkçe ve Farsça eserler verdiler

tarih boyunca batısında Osmanlı Türk ede-biyatını doğusunda da Çağatay (Türkistan) Türk edebiyatını yakından takip etti

Kafkasya ve İran’da yaşayan Oğuz Türkleri (günümüzdeki adlandırma ile Azerbay-can Türkleri) 1804’te başlayan Rus istilası ve 1813’te Rusya ile İran arasında imzalanan Gülistan Antlaşması’yla ikiye ayrıldı



1828’de yine aynı devletlerce imzalanan Türkmen-çayı Antlaşması ise bu durumu pekiştirdi. Kuzey Azerbaycan Rus yönetimine geçti, gü-ney Azerbaycan İran’da kaldı.

1924-25’e kadar İran’a hâkim ol-dular. Bu tarihten itibaren İran devleti, Farsların eline geçti, böylece Azerbaycan Türk-leri arka plana itildi.

Rus istilası altında kalan Kuzey Azerbaycan Türkleri, kendilerini XX. yüzyılın başına kadar “Müslüman” veya “Türk” olarak adlandırmıştır. Komşuları olan Ermeni, Gürcü ve Farslar da onlara “Türk” demekte devam etmiştir

Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de “Türk” kimliği anlayışı iyice pekişmiş ve yerleşmiş-tir. Türkiye’de Kafkasya ve İran’da yaşayan Türkler için bilim adamları; Türkiye Türkleri, Anadolu Türkleri, Kafkasya Türkleri, Azerbaycan Türkleri, İran Türkleri gibi adlandırırlar

Kafkasya’da da aynı problem, Batılılaşmanın bir sonucu olarak hissedilmiş, Azerbay-can aydınları, Rusların kendilerini “Tatar”, “Kafkasya Tatarı” “Azerbaycan Tatarı” veya sa-dece “Müslüman” olarak adlandırmalarını kabul etmemiş tarihî derinliği olan “Türk” nitelendirmesini istemişlerdir.



Hüseyinzade Ali Bey’in “Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir”; Onlar da kendilerini diğer Türk gruplarından ayırmak için yine coğrafyadan yararlanmış millî kimlikleri için “İran Türk-leri”, “Azerbaycan Türkleri”, “Kafkasya Türkleri” veya aynı manada “Azerî, Azerbaycanlı” tanımlarını kullanmaya başlamışlardır.

1918’de Kuzey Azerbaycan’da kurulan Türk dev-letinin kendisini “Azerbaycan Cumhuriyeti” olarak adlandırması, “Azerbaycan Tür-kü” ve “Azerbaycan Türkçesi”, “Azerbaycan Türk Dili”, “Azerbaycan Türk Edebiyatı” veya bunun kısaltılmış bir ifadesi olan “Azerbaycan” edebiyatı tanımlarını kullanırlar

Sovyetler Birliği’nde 1926 yılından itibaren Türkiye Türkleriyle Azerbaycan Türklerini birbirinden iyice ayırmaya yönelik “Azerbaycan Milleti”, “Azerbaycan Dili” kavramlarına dayanan tarih anlayışı olmuştur



1918’de Kafkasya Türklerinin Ermeni ve Bolşevik katliamlarından Türkiye askerî mü-dahalesi sayesinde kurtulması ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması,mezhep ayrılıklarını sona erdirip Türklük ve Müslümanlık bağlarını kuvvetlendirir

XX. yüzyıl başlarından itibaren aydınlar arasında “Türk-çülük” ve İslâmcılık” cereyanlarının güçlenmesini sağlamıştı.

Rusya’da İsmail Gaspıra-lı, Azerbaycan’da Hasanbey Melikzade Zerdabî, Hüseyinzade Ali, Ahmet Ağaoğlu, Meh-met Emin Resulzade gibi aydınların, 1906-1917 yılları arasındaki Rusya Müslümanları Kongreleri’nin ve aynı zamanda Türkiye’deki “Millî Edebiyat”, dilde sadeleşme hareketleri-nin bu yakınlaşmada, kaynaşmada büyük rolü olmuştur



Ruslar I. Dünya Savaşı sırasında kendi kontrolleri altındaki Doğu Anadolu bölgesin-de savaş ve Ermeni komitelerinin sebep olduğu yağma, öldürme, kıtlık ve açlık karşısın-da Doğu Anadolu Türklerine, Azerbaycan Cemiyet-i Hayriyesi’nin “Kardaş Kömeği” olarak adlandırılan yardımlarını Rusya’daki siyasî kargaşa sebebiyle engelleye-memişti.



“Büyük Ermenistan” rü-yalarının tarihe karışmasını görünce hem Ermeniler hem de Ruslar, Türkiye-Azerbaycan yaklaşmasına daha fazla tahammül edemediler

Türkiye Cumhuriyeti’nin “Bolşevikleşmemesi”, Sovyet-Türkiye yakınlaşmasının da sonunu getirdi

Ermenistan ve Gürcistan cumhuriyetleri içindeki Türkler sürgün edilerek bu cumhu-riyetlerde etnik temizlik yapıldı (II. Dünya Savaşı’ndan sonra Aħısħa Türkleri de bu bağ-lamda sürgün edildi)



1920’li yıllarda başlayan aydınları ortadan kaldırma hareketi 1937’ye doğru kitlesel bir kırgın hâlini aldı

On binlerce Azerbaycan aydını “rejim düşmanı” ithamı ve bahanesiyle ortadan kaldırıldı veya Sibirya’ya sürgün edildi

İran, XX. yüzyıl başlarında Rusya ve İngiltere’nin kontrolü altına girmeye mecbur olsa da 1924 yılına kadar iyi kötü bağımsız-lığını ve Türk kimliğini koruyabildi.

1924’te İngilizlerin de yardımı ile Rıza Han, Türk Ka-çar hanedanını tahttan uzaklaştırarak İran’ın kontrolünü eline geçirdi ve kendini şah ilan etti. Böylece 1924’ten sonra İran bir Türk devleti olmaktan çıktı; siyasî, kültürel yapısında tamamen Farsların hâkim olduğu bir devlet hâline geldi

1924-1979 arasında İran’da Türkçe eğitim ve matbuat ta-mamen yasaklandı. Hâlen İran’da sıkı bir sansür uygulanmaktadır

Türkiye’de kullanılan terim-de “Azerî”ler, açıkladığımız gibi Oğuz Türklerin bir boyu olarak nitelendirilir, İran resmî makamları ise “Azerî”leri, Türkleştirilmiş İran halklarından biri olarak kabul ederler



Geçmişte Sovyetler Birliği’nde, zamanımızda ise İran’da, hükûmetlerin bu kasıtlı yaklaşımları, sözü edilen yörelerde Azerbaycan Türkleri arasında gittikçe yaygınlaşan “Türklük” bilincin ileride yol açacağından korkulan hareketleri önleme telaşıyla uygu-lamaya konulmuştur



1991’deki yeni bağımsızlık döneminden sonra Azerbaycan’ın önderi Haydar Aliyev’in “Biz bir millet iki devletiz!” sözleriyle bu konudaki kargaşaya resmen son ve-rilmiş bulunmaktadır



XIX(19). Yüzyılın Başlarında Azerbaycan

Asrın başlangıcında Güney Kafkasya ve Azerbaycan, siyasî ve idarî bakımdan tam bir kar-gaşa içerisindeydi. Osmanlılar Kafkasya’daki hâkimiyetlerini kaybetmişti

1747’te İran’da Afşar Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Kuzey Azerbaycan üzerindeki İran Türk dev-letinin nüfuzu zayıflamış, yerel beyler bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan’da 10 “han-lık” (beylik) bir tane sultanlık ortaya çıkmıştı

Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’da bazı kavim-ler arasında ise ufak, feodal karakterde idarî-siyasî teşekküller vardı

XIX. yüzyılda Ermenilerin bölgede bir devleti yoktu. Gürcülerin ise merkezi Tiflis olmak üzere küçük bir krallığı bulunuyordu

İran’ın baskılarından bunalan Gürcü yönetici-leri, 1783’te Rusya’nın himayesine girmeyi tercih ettiler,Gürcü kra-lı ölünce devlet tamamen Rusya’ya katılacaktı. 1801’de Gürcü kıralı öldü, Ruslar savaşma-dan Gürcistan’a yerleşti

Tiflis’te askerler için kışlalar, yönetim için büyük bina-lar yaptılar. Yollar güvenlik altına alındı, yeni okullar açıldı, ticaret gelişti. Bu tarihten son-ra Kafkasya’da geleneksel hayat tarzı hızla değişmeye başladı



1804’te Gence Hanlığı, kanlı bir savaştan sonra Rusların eline geçti. Bunu diğer hanlık-lar izledi. Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Azerbaycan hanlıklarının arasında devam edip giden hâkimiyet mücadeleleri, çeşitli ihtilaflar, bu hanlıkları siyasî, iktisadî ve askerî bakımdan bir hayli zayıflamıştı



Azerbaycan hanlıkları, Ruslarla birçok kere savaştılar ama, onları durduracak güce sa-hip değillerdi. Ruslar bölgedeki kesin hâkimiyet için Kacar Türk hanedanının yönetimin-deki İran’la ve Türkiye’yle birçok kere savaştı. İran’la yapılan Gülistan anlaşmasıyla (1813) Azerbaycan ikiye bölündü

1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra Rusya’da ortaya çıkan karga-şalık sırasında, Türkiye’nin de yardımıyla 28 Mayıs 1918’de Millî Azerbaycan Cumhuriyeti kurulduysa da 28 Nisan 1920’de Bolşevikler Azerbaycan’ı ele geçirerek Azerbaycan’da Rus hâkimiyetini tekrar kurdular. 1991 yılında, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle de Azerbaycan yeniden istiklaline kavuştu.



Güney Azerbaycan’da Şeyh Muhammed Hıyabanî (1920) ve Mir Cefer Pişeverî’nin (1944-45) kurdukları millî hükûmetler ise uzun ömürlü olmadı

Rus yönetimi Kafkasya’daki Müslümanları “Şiî” ve “Sünnî” olmak üzere resmen iki ayrı dinî idareye bölerek, Şiîlerin reisine “Şeyhülislâm” Sünnîlerin reisine de “Müfti” un-vanı verdi.böylece dinî hareketleri, medreselerdeki eğitimi kontrol altına aldılar, Müslümanlar arasındaki mezhep ayrımını kışkırtma imkânı elde ettiler.

1850-60 yılları arasında Azerbaycan’da ticaret iyice gelişti, Kafkasya ve Azerbaycan’da yeni yollar yapıldı, birçok yere demiryolu döşendi

Azerbaycan’ın birçok yerlerinde, daha çok “bey”lerin düşük ücretle çalıştırdığı köylüler sayesinde pa-muk ve tütün ekilen sahalar genişletildi, üretim arttı. O yıllarda süratle gelişen Rus kapi-talizmi, Azerbaycan’a uzanmış, birçok yerde Ruslar tarafından fabrikalar, imalathâneler açılmıştı

1850’lerden sonra Bakû şehri hızla gelişti, Kafkasya’nın önemli kültür ve mede-niyet merkezi oldu. Bu gelişmenin asıl kaynağı petrol sanayii idi, Rusya’nın İran’a ve Orta Asya memleketlerine ulaşan deniz yollarının üzerinde bir liman şehri olması da Bakû’nun gelişmesine etki etti, şehir kısa zamanda transit mal taşımacılığında önemi bir merkez oldu



Rus işgaliyle Kafkasya ve Azerbaycan’da önce değişim, ardından da “modernleşme” başladı, Çarlık idaresi 1802’den itibaren bu şehirde mülkî ve askerî mektepler açtı. 1820’de “Tiflisskié Védomosti” (Tiflis Haberleri) adında Rusça gazete neşredildi, matba-alar kuruldu

XIX. yüzyıl başlarında Tiflis’e dünyanın birçok yerlerinden seyyahlar, yazarlar, devlet adamları gelmeye başladı, 1825’de Rusya’da “Dekabristler İsyanı” adı verilen de-mokratik ayaklanmadan sonra bazı ihtilalciler, 1828’de bu şehre sürülmüştü. Bunlar ara-sında Doğu Avrupalı aydınlar, subaylar da vardı.

Çarlık hükûmeti, bazı siyasî suçluları Sibirya’ya sürgüne gönderiyor bir kısmını da Kafkasya’da ikamete mecbur ediyordu. Tiflis; inkılâpçı, ihtilalci, hürriyet taraftarı, demokratik ideallere bağlı aydınlarla, bürokratlarla, subaylarla dolup taşıyordu.



Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri

Kafkasya’daki ilk Rus okulu 1802’de Tiflis’te açıldı. 1829’da bu okul sadece aristokrat aile çocuklarının okuduğu “gimnaziya”ya çevrildi, Halktan kimselerin bu mektepte okumala-rı imkânsızdı. Okutulan dersler; Grekçe, Latince, din, matematik, fizik, kimya, tarih, coğ-rafya vs. idi. Bunların yanında tabiî ki Rusça da önemli bir yer tutuyordu

XIX. asırda da bu bölgede gayr-i müslimlerin; Gürcü, Ermeni, Yahudi ve Dağıstanlı halkların, kendi aralarındaki tabiî konuşma dili, ticaret ve seyahat sırasında kullanılan an-laşma vasıtası (Lingua Franca), Azerbaycan Türkçesi idi. Ruslar, Azerbay-can Türkçesi’nin öğrenilmesine önem verdiler. Zamanla bu ortak iletişim dili, Rusça oldu



Azerbaycan’da Ruslar tarafından ilk resmî okul, 1830’da “Şuşa Realni Mektebi” adıy-la açıldı. Bunu 1831’de Nuha (Şeki), 1832’de Bakû, 1833’de Gence ve 1837’de Şamahı ve Nahçivan şehirlerinde açılanlar izledi.

Buraları bitiren çocuklar orta tah-sillerine “Rus” mekteplerinde devam edebileceklerdi.



Azerbaycan’da ilk kız mektebi 1847’de Şamahı’da açıldı. Rusların, kendi emelleri doğ-rultusunda “Ruslaştırma”, “Hristiyanlaştırma” ve “sâdık memurlar” yetiştirme siyaseti ta-kip ettiği bu gibi mekteplere halk, çocuklarını vermek istemiyordu.bu yüzden Müslüman öğrenci azdı. Halkın bu okullara tepkisi zamanla giderek azalmaya başladı.

Rus yönetimi, 1912’den önce, Türklerin kendi dillerinde eğitim yapan okulların açılma-sına resmen izin vermedi, “Usul-i Cedid” okulların hemen tamamı, Rus yönetimi naza-rında medreselere bağlı dinî mekteplerdi ve buraları valiye bağlı “Müfti” ve “Şeyhülislâm” aracılığıyla denetleniyordu.

Rus okullarının açılışıyla hemen hemen aynı yıllara rastlayan bu özel mekteplerin yay-gınlaşmasının sebebi, medreselerde okuyan bazı ileri görüşlü aydınların, asrın ihtiyaçla-rına cevap verebilecek, din dışı derslerin de okutulacağı okulların yokluğunu hissederler

Özel okul açanların birçoğu, İsmail Gaspıralı’nın “Usul-i Cedid” adı verilen eğitim görüşlerinden, İslâm dünyasındaki yenilikçi düşüncelerden -özellikle Türkiye’den- Avrupa’daki ilmî keşiflerden haberdardı.

“Usul-i Cedid”de; Rusça, tarih, coğrafya, ma-tematik, ahlâk dersleri de okutulmakta, bu yeni dersler için hususî kitaplar yazılmakta, okuma kitapları (antolojiler) tertip edilmekteydi



Kendi evlerinin bir odasında veya maddî durumu müsait olanlar özel bir yer kiralayarak, orada para karşılığında çocukları okutuyorlardı. Bu iş iyice yerleştikten sonra, Rus okullarından mezun olanların da mektep açtığı, tek odalı sınıflardan özel okullara geçildiği, derslerin de ayrı ayrı hocalar tarafın-dan okutulduğu görülür

“mektepdârlık” (hususî mektep açıp öğretmenlik etme) edenlerin birçoğu halk arasında ilmî şahsiyeti ve ahlâkı ile tanınmış kimseler olduğu için tutucu ve câhil kimselerin engel-lemeleri uzun zaman sürmemiş, halk çocuklarını bu tarz mekteplere göndermeye başla-mıştı.

resmî Rus okullarına gidenlerin sayısı da artar Rusça öğrenmenin ihti-yaç olduğu kabul edilmiş,dinî bakımdan günah olmadığı anlaşılmıştı.

XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yaygınlaşan “Usul-i Cedit” mekteplerde birçok “Maarifçi” aydın yetiştirdi; XIX. asra hâkim aklî düşüncelerin, cemiyet, din ve insan anlayışının tesiri ve cazibesiyle, hura-felere, eski dünya görüşüne, cehalete, zulme ve haksızlığa karşı mücadeleye başladı

çok az bir kısım, biraz da dıştan gelen etkilerle, İslâm dinini, Şarktaki geri kalmışlı-ğın sebebi olarak algıladı. Bunda o zaman Rus aydınları arasındaki “nihilist” ve pozitivist düşüncelerin, misyonerlerin yaptığı yoğun propagandanın da rolü vardır.



Azerbaycan aydınları üzerinde, Türkiye’deki yenilikçi dü-şüncelerin, Rusya’da Çar’ın yetkilerinin sınırlandırılmasını, ülkede meşrutiyet idaresi-nin kurulmasını isteyen “Dekabristler”in, dünya bilim hayatında çığır açan gelişmele-rin, siyasî, sosyal ve iktisadî sahalardaki büyük değişikliklerin küçümsenmeyecek etkileri vardı.

Azerbaycan aydınlarından Abbasġuluağa Bakıhanof Ġüdsî, Mirze Feteli Ahundzade, Mirze Şefi Vâzıh ve başkaları Dekabristleri, Tiflis’te yakından tanımış, onlarla dostluk etmişti.



“Maarifçi”lerin karakteristik bir yanı da hürriyetçi ve halkçı düşüncelere sahip olmala-rıdır. Halkın eğitilmesi, cehâletten kurtarılması, gelecekte kendi kendini idâre etmeye ha-zırlanması, onların programının temelini oluşturur



Dekabristler: Rus Çarının yetkilerinin sınırlanmasını ve Rusyanın meşrutî monarşizmle idare edilmesini isteyen hürriyetçi, demokrat düşüncelere sahip asker ve aydınlar 14 Aralık 1825’te ayaklandılar fakat, başarılı olamadılar; liderleri öldürüldü, birçoğu sürgüne gönderildi. Onların ideallerini paylaşanlara “Debabrist” denilmektedir





KUZEY BATI VE KUZEY DOĞU TÜRKLERİ

Bu guruba Kırım Tatarları, İdil-Ural Tatarları, Sibirya Tatarları, Karaylar, Başkurtlar, Ku-muklar, Karaçay Balkarlar, Noğaylar, Kazaklar, Kırgızlar vd. dâhildir

Tarihin en eski çağlarından itibaren Ukrayna, Kırım, İdil-Ural bölgesinden doğuya Çin ve Moğolistan sınırlarına kadar uzanan geniş topraklar, Sakalar, Hunlar döneminden başlayarak, Avar, Hazar, Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman, Kıpçak, Türk-Moğol İmparatorlu-ğu, Altın Ordu gibi çeşitli devletleri kuran Türk halklarının ana yurdu olmuştur



Kuzeydoğu Asya’dan doğu Avrupa’ya uzanan topraklara hâkim güçlü Altın Ordu (1223-1506), devletinin Timur tarafından yıkılması, Timur’un ölümünden sonra da bü-yük Türk imparatorluğunun oğulları arasında parçalanması, sürekli taht kavgaları, ana yurt Türkistan’da ve ona tâbi eski Altın Ordu topraklarında küçük devletlerin, hanlık-ların ve beyliklerin ortaya çıkmasına sebep oldu.



Kı-rım Hanlığı (1426-1783), Özbek Hanlığı (1428-1599), Kazan Hanlığı (1437-1552), Ka-sım Hanlığı (1450-1681), Sibir Hanlığı (1464-1598), Astarhan Hanlığı (1466-1556), No-gay Ordası (14. yy. sonları-1604), Büyük Kazak Ordası (1520-1724), Küçük Cüz Kazakla-rı (1718 1845), Orta Cüz Kazakları (1750-1845), Uluğ Cüz Kazakları (1750-1845), Bükey Orda (1801-1845)



Tatarlar, Başkurtlar

Sıraladığımız çeşitli Türk boyların ait bu devletler, 1552’de İdil-Ural bölgesindeki Kazan Hanlığı’nın Korkunç İvan tarafından yıkılmasından XIX. yüzyılın sonlarına kadar doğuya ve güneydoğuya doğru sürekli genişleyen Rus istilasıyla karşılaşarak ardı ardına egemen-liklerini kaybetti.Rus yönetimi altında yaşamaya mecbur kaldılar.



Ruslar kendilerine Türk-Moğol ve Altın Ordu dönemlerinde hâkim olan Türk boylarından hınç ve kinle intikam aldılar. Hâlbuki Altın Ordu hâkim olduğu dönem-lerde, Ruslara dinî açıdan hiçbir baskı uygulanmamış, Rus sosyal ve kültürel hayatına do-kunulmamış, onlardan sadece vergi ve haraç alınmıştı.( bkz.İsmail Gaspıralı 1881’de Rusça yazdığı “Rusya Müslümanları” adlı eserinde Tatarların bu tavrını özellikle belirtir)

İsmail Gaspıralı, dönemindeki ağır sansürü göz önünde tutarak yazdığı “Rusya Müslümanları”nda, Rus hükûmetinden kendi vatandaşları olan Müslümanları-Tatarları asimile etme siyasetinden vazgeçmesi teklifinde bulunur buna rağmen rağmen, Rus yö-netimi asimilasyondan vazgeçmez.

Kazan’ın düşmesiyle birlikte Ruslar, katı haçlı ruhuyla hareket ederek, gayet büyük baskılar ve katliamlarla onları Hrıstiyan-laştırmaya (Ortodokslaştırmaya), Ruslaştırmaya başladılar.



Rus yönetimi ve din adamlarına göre İslâmiyet bir din değildi, Müslümanlar “pagan” (putperest) ve camileri de “puthane idi”

camiler, medreseler yıkıldı, din adamlarını öldürüldü, Tatarlara, Başkurt-lara ait maddî-manevî kültür mirası, yazma kitaplar, Müslümanların siyasî, sosyal, dinî kurumları yok edildi, Tatarların büyük bir kısmı bulundukları şehirlerden, verimli topraklardan kovulup çıkarıldı, boşalan verimli topraklar Rus aristokratlarına, manastırlara ve Rusya içlerinden kölelikten kurtulma vaadiyle göç ettirilen Rus köylüle-rine ve diğer bazı Hristiyanlara tahsis edildi

İmparatoriçe Anna’nın 1731 tarihli “ukaz”ıyla [fermanıyla] önlemler daha da ağırlaştırıldı. Yeni karar Müslüman kalmakta direnen Tatarları, Hristiyanlığı kabul ederek vergiden ve as-kerlikten bağışık tutulmuş kardeşlerinin yerine vergi ödemeye ve askerlik yapmaya zorluyor-du.

Hristiyanlaştırılmış Tatarlar ortaya çıktı. Kreşin denilen bu toplulu-ğun bir kısmı zamanla dilini ve kültürünü tamamen kaybederek Ruslaştı, Kimlikleri-ni tam olarak kaybetmeyenler ise, XIX. asrın başlarından itibaren bütün İdil-Ural bölge-sinde görülen İslâmiyetin yeniden güç kazanmasına bağlı olarak İslâm’a dönmeye başla-dı.1906’dan sonra Çarlık baskısının hafiflemesi üzerine, mahkeme-lere müracaat ederek İslâm dinine dönenler vardı.1522’den 1760’lara kadar büyük baskılarla süren, 1917’ye kadar devam eden bu asimilasyon hareketleri Tatarla-rın üzerinde etkilidir. Eski Kıpçak yurdunda, birbirine denk olmayan güçler arasında cereyan eden bu haçlı savaşı, Tatarların İslâmiyete sıkıca sarılmalarına ve ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçasının “İslâmiyet” olmasına sebep oldu

Rus esaretinden kurtulabilmek için sürekli doğuya doğru göç eden Tatarlar, zaman-la Rusya ile Türkistan arasında ticarete aracılık etmeye başladılar

Rus kraliçesi II. Katerina, 1763 ve 1776 yılları arasında Tatarların durumunu yumuşatan, onlara Rusya içinde de serbest ticaret imkânı sağlayan, bazı kanunlar, kararnameler yayımladı, Tatarların Kazak bozkırında ve Güneybatı Türkistan’da ticaret kolonileri kurmalarını kolaylaştırdı

Rus yönetimini bir hayli sarsan, Tatar ve Başkurtların da desteklediği Puga-çev (1773-1774) ayaklanması sırasındaki gelişmelerden korkuya kapılan Ortodoks kilise-sinin “Kutsal Sinod”u da Müslümanlar üzerindeki baskının hafifletilmesinden yana tavır aldı. 1773’te “Dinî Hoşgörü” fermanı yayımlandı.

Rusların kendi siyasî ve iktisadî çıkarlarını gözeterek XVIII. yüzyıl ortalarında Müs-lümanlar hakkındaki tavırlarını yumuşatmaları, doğu-batı ticaretinde Tatar tüccarları-nın iyice zenginleşmesine, Türkistan (Buhara) medreselerine öğrenciler göndermelerine ve Çarlık Rusya’sının değişik yerlerinde özellikle İdil-Ural bölgesinde ca-miler, medreseler yaptırıp din adamlarını himaye eden birer “mesen” olmalarına imkân hazırladı.

Dağıstan ve batı Türkistan medreselerine gidebilen ve oralarda dinî tahsil yapan Tatar-lar Buhara, Semerkant medreselerinde skolastik düşünceyle karşılaştılar

Arapça, Farsça öğrendiler, günlük pratiklerle ilgili dinî bilgiler edindiler



İstanbul, Kahire, Mekke, Medine gibi şehirlerde oku-yanlar ise Türkistan medreselerine göre dahi ileri seviyede olan Türk-Arap medreselerin-de görüp öğrendiklerini, XVIII. asrın sonları ve XIX. asrın başlarından itibaren İdil-Ural bölgesinde, sayıları gittikçe çoğalan medreselerde yaymaya başladılar.

Türkistan medreselerindeki skolastik düşünceyi eleştiren ve “içtihat” anlayışını, akılcı düşünceyi yeniden İslam toplumuna hatırlatmaya, onu uygulamaya başlayan din adamları;



Abdunnasır Kursevî (1776-1813), Şıhabüddin Mercanî (1818-1889), Arif Sayranî, Ni-zameddin El-Kuruçî

Türkistan’la yakın ilişkiler, İdil-Ural bölgesinde tarikatleri ve tasavvuf düşüncesini de güçlendirdi, XIX. yüzyılda bütün İdil-Ural bölgesinde, hem Tatarlar hem de Başkurtlar arasında, kaynağı Türkistan olan ve kökleri İran sûfîlerine, özellikle Türk dervişleri Ahmet Yesevî ve Süleyman Bakırganî’ye kadar uzanan tarikatler, özellikle Nakşibendi tarikati bir hayli yaygındır ve “hikmet” tarzı dinî-ahlakî şiirler halk arasında sevilerek okunmuştur

Türkiye’den de Kemal Ümmî (?-1475)’nin bu bölgelerde çok sevildiğini belirtmek gerekir.

Sufî şairlerin dili tabiî olarak Çağatay Türkçesine yakındır ama, zamanla bu tarz eserlerin dilinde de mahallîleşme yani Tatarca veya Başkurtçaya (kısmen Kazak-çaya) doğru bir gelişim görülür



*sufi şairler, hangi Türk halkına mensup olurlarsa olsunlar Kırım’da, İdil-Ural bölgesinde Ta-tarlar, Başkurtlar arasında değil batıdaki bazı Kazaklar arasında da sevilerek okunmuşlar-dır.Bunlar arasında;

Tacetdin Yalçıkul [Yahşıkul], Ebilmenih Kargalı, Hibatulla Salıhov, Şemsetdin Zeki, Şeyh Zeynullah Resuli (1833-1917) sayılabilir





Gabd-rehim Utız [Abdürrahim Otuz] İmeni (1754-1834)

Sosyal ve dinî hayattaki bozuklukları eleştirme mutasavvıf şair ve din âlimi

10 yıl Buhara’da okuyan (1788-1799), Afganistan’da bulunup ülkesine dönen, yeni içtihatların gerekli olduğunu ileri sürdü, din adamlarının cehaletini ve ahlakî zaaflarını eleştirdi, cehalete karşı çıktı

halkı bilim ve sanat öğrenmeye, kız erkek ayrı-mı yapmadan çocuklarını okutmaya ve Rusça öğrenmeye davet etti

Sufî Allahyar’ın Çağatay Türkçesiyle Sebatü’l-Gacizîn [Âcizin] ve Farsça Muradü’l-Garifin [Ârifîn] adlı eserlerine Arapça şerhler yazdı

Karısı Hamide’nin ölümü sebebiyle 1789’da yazdığı iki mersiye, Tatar edebiyatında sıradan bir insan, bir kadın hakkında yazılan ilk mersiye samimi duyguları yansıtır



Tacetdin Yalçıkul (1768-1838)

Sufî şairler arasında babasının hac seyahati sebebiyle Dağıstan Azerbaycan üzerin-den Türkiye’ye gelen ve önce Diyarbakır’da sonra İstanbul’da iki yıl tahsil

uzun yıllar Rusya’nın bazı bölgelerinde medreselerde hocalık yapar,

Şiirlerinden başka dinî, ahlakî eserleri de vardır; Sebatü’l-Âcizîn için yazdı-ğı ve kızı Azize’nin ismini verdiği Risale-i Gazize adlı şerh çok meşhurdur



Ebilmenih Kargalı (1782-1833)

Buhara’da tahsilini, 1816 yılın-da Buhara emirinin Türkiye’ye gönderdiği elçilik heyetinde görev alır, İstanbul’dan Hacca giderek memleketi Kargalı’ya döner.

“Terceme-i Hacı Ebilmenih” adlı eserinde bir kısmını Hac ziyaretinde yazdığı tahmin edilen münacat, kasideler, manzum hikâyeler bulunur



Hibetulla Salıhov (1794-1867)

Tuhfetü’l-Evlad;manzumesinde Arapçanın fonetik özelliklerinden (Tecvid’ten) söz eder.

Mecmagı’l-Edeb [Mecmaü’l-Edeb];adlı dinî-ahlakî eserinde şeyh ve mürit olmanın şartlarından söz eder.Bu eserinde lirik şiirleri, üstadı Devletşa İşan’ın ölümü hakkında yazdığı iki mersiyede de yer alır

Diğer manzumelerin-de de sosyal bozukluklardan, adaletsizlikten, zenginlerin veya soyluların halka yaptıkları haksızlıktan, eziyetten, hocaların, şeyhlerin menfaat-perestliklerinden söz edilir



*Şemsetdin Zeki (1822-1865)

Doğuştan kördür, Orenburg bölgesinde Zek çayının ya-kınında bir köyde doğduğu için Zekî olarak anılır

Kazan’a gider Gölboyu Medresesi’nde okur. Birkaç yıl sonra bilgili bir hoca olarak dersler vermeye başlar ama, öğrencilere tar-tışmayı, mantıkla hareket etmeyi tavsiye ettiğinden medreseden kovulur

İyi derecede Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1865’te Hac-ca giderken Taganrog şehrinde vefat eder.

Tatarca yazdığı lirik ve mistik gazelleri halk ara-sında büyük bir şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde felsefî derinlik, incelik, akıcı bir dil dikka-ti çeker. Fuzulî’ye nazireler yazmıştır.





Kırım Tatarları

1475’de Osmanlı devletine bağlı bir hâle gelmesi, Türkiye ile siyasî, iktisadî, kültürel ya-kın ilişkilerin uzun zaman devam etmesi doğal olarak Kırım’ın Osmanlı kültürüyle yakın-laşmasına ve hatta bütünleşmesine zemin hazırlar, Çağatay Türkçesi’nin yerini yazı ve edebiyat dili olarak Osmanlı Türkçesi alır

Rusların İdil-Ural bölgesindeki Hristiyanlaştırma, Rus-laştırmanın hareketlerinin yıkıcılığına şahit olan Kırımlılar, dalgalar hâlinde “Ak Toprak-lar” [Hak Topraklar] dedikleri Türkiye’ye göç etmeye başlar

Kırım’ın Türk nüfusu gittik-çe azalır ve XIX. yüzyıla gelinceye kadar Türkiye ve İdil-Ural bölgesiyle ilişkileri de eskiye göre epeyce zayıflar.

1853-1856 yılları arasında Fransız ve İngilizlerin de katılımıyla Kırım’da sürüp giden Osmanlı-Rus Savaşı, aradaki maddî, manevî bağların yenilenmesine hizmet eder.Rusya’da 1860’lı yıllardan itibaren yeni bir Hris-tiyanlaştırma siyaseti yürürlüğe konulur.Kırım’daki modernleşme hareketleri İsmail Gaspıralı’nın 1881’de yayımlanan Rusya Müslümanları adlı eseriyle ve 1883’te Bahçesaray’da yayımlamaya başla-dığıTercüman gazetesiyle başlar

Gaspıralı’nın 1884 yılından itibaren okuma-yazma kur-suyla başlattığı eğitim faaliyetleri gittikçe genişler, çok geçmeden bütün Rusya Müslüman-ları arasında “Usul-i Cedid” eğitim olarak adlandırılan bir“maarif ” hareketine dönüşür

1905 Rus meşrutiyetinden sonraki serbestlik ortamında Kırım’da da yeni gazeteler, ki-taplar yayımlanır

1917 devriminden sonra milliyetçi Kırım Türklerinin kurdukları hükûmet Bol-şevikler tarafından yıkılır, başkanı Numan Çelebi Cihan kurşuna dizilir .I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Kırım, sırasıyla Almanlar, ardından Beyaz Ruslar ve tek-rar Bolşeviklerin eline geçer.İsmail Gaspıralı’nın çizdiği yoldan ilerleyerek, Türkiye Türkçesine epeyce yaklaş-mış olan Kırım Tatar edebî dili, Sovyet döneminde, 1920’li yılların sonlarından itibaren Kırım’ın iç kısımlarında konuşulan ağızlara doğru yönlendirilerek“ortak edebî dil”den uzaklaştırılır.

II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru 18 Mart 1944’te Kırım Türkleri Kazakistan ve Özbekistan’a sürgün edilir. Sürgün edilenler yolda ve ulaştıkları yerlerde açlıktan, bakım-sızlık ve hastalıktan büyük kayıplar verir. Gaspıralı’dan itibaren oluşan modern kültür büyük öl-çüde yok edilir.

Kırım Türkçesi sosyal hayatta 13 yıl boyunca, yazı ve edebiyat dili olarak kullanılamaz. Stalin’in ölümünden sonra 1957’de Özbekistan’da Lenin Bayrağı adlı gaze-te ile 1976’da da Yıldız adlı derginin çıkartılmasına izin verilir

1991 yı-lından sonra sürgün edilenlerin bir kısmı (2011’de tahminen 250,000 kişi), Kırım’a döne-rek orada bu yeniden doğuş hareketini devam ettirir. Türkiye ile tekrar yakın ilişkiler ku-rulur. Kırım Tatarları hâlen Kiril harflerini kullanmaktadır ama, zaman zaman Latin alfa-besiyle de süreli yayın veya kitap basılmaktadır





Kazaklar

Kazakistan’da Rus istilası yaklaşık olarak 1731 yılında başlayıp 1869’da sona erdi. Bir müd-det Kazak feodal yöneticilerinin (beylerin) işbaşında kalmalarına izin verilse de sonraları yönetim tamamen Ruslara geçti

XIX. asrın başlarında İdil-Ural medreselerinde yetişen din adamlarının veya belli se-viyeye gelmiş medrese öğrencilerinin, yaz mevsiminde Kazaklar arasına yayılarak imam-lık ve öğretmenlik yapması âdet hâline gelmişti

Kazan’da 1830’lu yıllardan son-ra Kazan, İstanbul, Kahire gibi şehirlerde basılan dinî, edebî, tarihî kitapların bu gezgin hocalar, tüccarlar veya İstanbul üzerinden Hac ziyaretinden dönen kafileler tarafından Kazak bozkırına sokulması, Kazaklar arasında da yeni fikir-lerin yayılmasına hizmet etti.

XX. yüzyıl başlarından itibaren ise “Usul-i Cedid” medreseler, (Kazan, Ufa, Troysk, Omsk gibi şehir-lerde) aynı zamanda Kazak aydınlarını yetiştiren merkezler hâline geldi

iyi sevi-yede eğitim verenler;

Kazan ;Medrese-i Muhammediye Ufa ;Medrese-i Aliye [Medrese-i Gali-ye](Türk hocalar da bulunur)

Orenburg ;Medrese-i Hüseyniye Troysk;Medrese-i Resuliye

1789’da Orenburg’ta açılan mektepte tercümanlık ve mütercimlik okuyan öğrenciler arasında Kazaklar da vardı.

1825’te Orenburg’ta ve 1846’ta Omsk şehrinde açılan askerî okullarda Kazak soylula-rının bazı çocukları da okumaya başladı. Bu okullardan mezun olan Kazaklar, Rus yö-netiminde çeşitli memurluklarda görev aldı

1841’de Bökey Orda’da, Cihangir Han, “kendi ordasında ilk defa Türkçe ve Rusça asrî bir mektep açtı. Oğullarıyla birlikte sekiz Kazak çocuğunu Orenburg Neployev Askerî (Kadet) Mektebi’ne verdi

Ruslar’ın II. Katerina devrindeki yumuşak tavırları çok sürmez 1860’lı yıllardan sonra asimilasyon siyasetine geri dönerler, Ka-zak bozkırında Rus harfleriyle Kazakçanın da okutulduğu resmî okulların sayısı artar

Rus okullarında Kazakça XVIII. yüzyılda general Skalon’un hazırladığı Rus harfli “Alfabe”yle okutulmakta idi. 1870’li yıllardan itibaren misyoner papaz ve Türkolog Nikolay İlminski (1822-1891)’nin yine Rus-Kiril harflerine dayanarak yazdığı “Kendi Kendine Rusça” adlı kitap kullanılmaya başlar

XVI. yüzyıl başlarındaki son Moğol istilası (Kalmukların istilası, devletlerinin adı Cungar Hanlığı idi.) başka sebepleriyle birlikte Budizmle Müs-lümanlık arasındaki bir din savaşına dönüşmüş, bu savaşta özellikle Kazaklar İslâmiyeti ve Türkistan’ı savunmuştu

Tarihlerinde Aktaban Şuburundu olarak anılan bu dönem-de Kazaklar, büyük kayıplar vermiş, çok acı günler yaşamıştı

(Aktban Şuburundu (veya Şubrındı): 1723-1727 yılları arasındaki Kalmuk saldırılarında Kazaklar büyük bozguna uğradılar, güneye doğru kaçtılar. Bu zor dönem, “yalın ayakla koşmaktan, tabanlarda yara açılması ve kemiğin ortaya çıkması” anlamında gelen bu deyimle ifade edilir oldu )

olayları Ka-zak halk hikâyelerine ve kahramanlık destanlarına da yansımıştı. Bu mücadeleye konu olan bazı Kazak kahramanlık destanları açıkça “Gazavatname” özelliği taşımaktadır

Rus yönetimi, özellikle de papaz İlminski, Kazakları tam manasıyla “Müslüman” saymak istememiştir

İlminski’nin yaygınlaştırdığı ve bir sisteme oturttuğu Türk halklarının dilleri-ni Kiril-Rus alfabesiyle yazma geleneği, tarihte derin izler bıraktı

*Şokan (veya Çokan) Velihanov (1835-1865)

Rus askerî okulların-da yetişen, Cengiz Han’ın soyundan gelir, tarih, coğrafya, etnografya vs. gibi konulardaki bilimsel, orijinal ve objektif araştırmala-rını Rusça olarak yayımlar

Manas Destanı’nın bir kısmını derleyip Rusçasıy-la birlikte yayımlayarak, bu destanı bilim dünyasına tanıtması, edebiyat alanındaki en de-ğerli çalışmasıdır

Kuzeydoğu Türklüğünün tarih ve etnografyası hakkındaki makaleleri; bu bölgenin ve Doğu Türkistan’ın bazı yöreleri hakkında –tarih, beşerî ve fizikî coğrafya başta olmak üzere– çok yönlü araştırmaları, ona büyük bir şöhret ve itibar kazandırmıştır.

Ruslarla kültürel bütünleşmeden yana olmuş, fakat katıldığı bir sa-vaşta Rus askerlerinin sivil ahaliye acımasızca saldırıları onu cinnet geçirme noktasına ge-tirmiş, hayal kırıklığı içinde ölmüştür



*Ibıray (İbrahim) Altınsarin (1841- 1889)

Kazaklar arasında yeni okullar açılarak modern eğitimin yaygınlaştırılması; ilk ders kitaplarının ve modern edebiyatın ilk örneklerinin yazılması, Kazakça’nın edebî dil ola-rak işlenmesi hizmetleri bakımından önemlidir

misyoner İlminski’nin görüşlerinden etkilenerek Kazakların kendilerini geliştirmelerine, çağa ayak uydurmalarına Rusların imkân sağlayacağını sanıyordu.Bozkırda Rusça-Kazakça eğitim yapacak okulların açılmasında var gücüyle çalıştı,

Çağataycayı yazı dili olarak kullanan Kazakların kendi ana dilleriyle eğitim yapmalarının, resmî yazışmalarda ve edebî eserlerde Kazakçayı kullanmalarının gerek-li olduğunu ileri sürdü ve bu işte de başarı sağladı

İlminski’nin etkisiyle Arap harfleriyle ve önce Kuran okumayla başlayan eğitimin Kazaklar için zaman kaybına sebep olduğunu, bu yüzden Rus-Kazak mekteplerinde okutulmak üzere Rus-Kiril alfabesini kullanarak bir 1879’da Kirgizkaya Hrestomatiya (Kazakça Okuma Kitabı) ile Kazaktarga Orıs Tilin Üyretüvdin Bastavış Ku-ralı (Kazaklara Rusçayı Öğretmenin Temel Kuralı) adlı ders kitaplarını yazmıştır

Misyonerlere karşı tavır alarak Kazaklara İslâmın esaslarını kendi dilleriyle anlatan;



Şeraitü’l-İslâm-Musılmanlıktın Tutkası (1884) adlı bir ilmihal kitabı

Kazakça Okuma Kitabı’nı da bu sefer Arap harfleriyle, biraz kısaltarak Maktubat adıyla tekrar yayımlamıştır (1889).

Sosyal, ahlakî konularda, halk şiiri nazım şekillerinden ve geleneğinden uzaklaşma-dan ilk manzum hikâyeleri, masalları yazmış, başta Kirilov olmak üzere bazı Rus şair ve yazarlarından Kazak zevkine uygun çeviriler yaparak modern Kazak şiirinin ve nesrinin temelini atmıştır.

Ruslar XIX. yüzyılda Kazaklara “Kırgız”, Kırgızlara da “Kara Kırgız” diyordu






RUSYA TÜRKLERİNDE MİLLİ KİMLİK, MODERN EDEBİYAT, EDEBÎ DİL VE ALFABE MESELESİ



Çarlık yönetimi altındaki bütün Türk halkları arasında XIX. yy.’ın ortalarından itibaren önemli değişiklikler, gelişmeler görülür

Bu dönemde “İslamcılık” en önemli fikir ha-reketidir; hem kültürel hem de siyasî yanlarıyla geniş bir zümreyi etkisi altına almıştır Bu hareket, bünyesinde modernleşmeyi ve belli ölçüde “Türkçülüğü” (veya bazılarına göre kavimciliği) de barındırıyordu

Zamanla İslamcılık, XX. yüzyıl başlarından sonra siyasî yönleriyle, batılı emperyalistlere ve açıkça söylenemeyen Rus emperyalizmine karşı toplu bir mücadele aracına dönüştü.

İs-lam toplumlarının cehalet içinde bulunması, İslamcıları, eğitim hayatını topyekûn değiş-tirme ve reforma tâbi tutulma hedefine yöneltti.

Fransız Devrimi’nden sonra bütün dünyayı etkisi altına alan milliyetçi-lik cereyanı, XIX. asrın sonlarında bütün Türk dünyasında milli kimlik meselesi olarak et-kisini göstermeye başlamıştı

Bu mesele, Türkiye’de “Yeni Osmanlılar”la siyaset hayatımı-za girdi ve en meşhur temsilcisini Namık Kemal’de bularak “Osmanlıcılık” şeklinde orta-ya çıktı.

“Osmanlıcılar”, elbette ki hangi halkın, hangi soya mensup oldu-ğu çok iyi biliyorlardı ama, “millet” düşüncesinin imparatorluğu yıkacağını düşündüklerinden, demokratik hak ve hürriyetleri, kanun önünde eşit haklara sahip vatandaşlık kav-ramını öne çıkararak devletin Müslüman olan ve olmayan bütün vatandaşlarını “Osman-lılık” kimliği altında birleştirmeye çalıştılar.

Panslavizm cereyanı Rus devlet yönetiminde ve aydınlar arasında büyük destek buldu, Ortodoks kilisesi de bu cereyanı hararetle destekledi (Panslavizm: XIX. yüzyıl başlarında Slav halkları arasında gelişmeye başlayan, en basit şekilde Slav halklarının siyasî, kültürel birliğini kurmayı arzu eden düşünce)

İsmail Gaspıralı’nın önderlik ettiği bir Türkçülük ha-reketi 1880’li yılların başlarından itibaren ortaya çıktı. Gaspıralı Rus sansürünün baskı-sına rağmen millî kimlik, dil ve millî kültür hakkındaki düşüncelerini üstü örtülü bir şe-kilde açıklayabildi

XIX. asrın sonlarında İdil-Ural, Azerbaycan ve Kazak aydınları arasında özellikle mo-dern tarih araştırmalarının yol gösterdiği bir kimlik anlayışı şekillenmeye başladı

“Türkleşmek, İslamlaşmak, Batılılaşmak” prensiplerini düstur edin-miş Müsavat Partisi 1918’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurul-masında önemli rol oynamıştı, Bu düşünce Azerbaycan’ın milli bayrağında “mavi, yeşil ve kırmızı” renklerle ifadesini de bulmuştur

Türkçülük anlayışı, İsmail Gaspıralı’nın da büyük çabaları ve yol göstermesiyle İslam-cılıkla ve modernizmle iç içe gelişmişti

1920’li yılların sonlarına kadar Rusya Türkleri arasında İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikir-de, İşte Birlik” olarak formüle ettiği bu düşünceler oldukça geniş bir tabana sahipti

Gaspıralı, “Türklüğü” tek bir ulusal kimlik olarak düşünüyor, Osmanlıları, ve Çin Türklerini, Rusya’daki çeşitli Türk boylarını (Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen vs.) bu kim-lik çatısı altında bir “millet” hâline getirmeye çalışıyordu.

Kendisi de Tercüman gazetesini bu tek dille “sade İstanbul Türkçesi” ile çıkarmış, roman ve hikâyelerini de bu dille yazarak örnek göstermek istemişti

Tek kimlik ve bütün Türk halkları arasında ortak edebî dil ideali, epeyce taraftar bulmuş, Azerbaycan aydınları baş-ta;Hüseyinzade Ali Bey, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Resulzade olmak üzere onun bu ideallerine büyük destek vermiş, edebî dili Türkiye Türkçesiyle bütünleşecek noktaya ge-tirmişlerdi.

Özbek ceditçileri, Kazakların Alaş Orda önderleri vs. 1905’ten sonra Azerbaycan’da yayımlananHayat, İrşat, Terakki, Füyuzat, Şelale, İdil-Ural’da Vakit, Şura Türkistan’da Ayna gibi süreli yayınlar da bu ideali desteklemişlerdi

Mahallî lehçelere ön-celik verseler de Fikir, Kazan Muhbiri, Ülfet, Mirat, Aykap gibi yayın organları Türk dün-yasında iş birliğini yürekten destekliyorlardı.

1905’ten sonra Rusya’da ortaya çıkan serbest ortamda, Fikir ve edebiyat hayatına atılan gençlerin bir kısmı za-ten İsmail Bey’in fikirleri ve etkisiyle yetişmişlerdi; fakat, Rus okullarından mezun bü-yük bir zümre, daha çok Rus muhitinin etkisi altında idi. Onlar millî kültürü ve millî ha-yatı Gaspıralı’dan farklı bir şekilde düşünüyorlardı

Modernleşmeye ve dönüşüme de ar-tık devrimci bir gözle bakıyor, Gaspıralı’yı ve onun gibi düşünenleri Çar hükûmetine kar-şı yumuşak davranmakla ve içte de “muhafazakâr” olmakla itham ediyorlardı

Halk yı-ğınlarını sınıf mücadelesine çekip bir an önce amaçlarına ulaşabilmek için de onlara “or-tak Türkçe” veya “edebî Türk dili” ile değil, o zamanki amaçlarına daha uygun olan pratik mahallî şivelerle hitap etmeyi tercih ediyorlardı

İsmail Bey’in bütün Türk dünyasını tek kimlik ve edebî dil çatısı al-tında toplama, çağdaş millî kültürle (modern edebiyat da bunun içinde) Türk boyları-nı birbirine yaklaştırma ve geliştirme projesi, uzak görüşlü olmayı başaramayan, döne-min “devrim” havasına kendilerini kaptırmış, Rusları hiç de iyi tanımayan bir kısım genç-ler tarafından baltalandı.

Sovyet hükûmeti ulusal kimlik ve “dil birliği”ne doğru gidişi bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpare Türk millî coğrafyasını da parça-ladı: Yeni halklar (milliyetler), yeni sınırlar çizilerek “vatanlar” ve her bir yeni “halk” için de “tarihler” (millî tarih-soy tarihi yerine mahallî coğrafyanın tarihi) icat edildi

Türkistan’da 1925 yılına kadar Bolşeviklere karşı direnen, bir ara önderliğini Enver Paşa’nın yaptığı Basmacılar da İslamcı-Türkçü ideallere sahipti.

Sovyetler 1920’lerde bu düşüncelerin aydınlar arasında bir hayli etkili olduğunu, La-tin harflerine geçme tasarılarının tartışılması için düzenledikleri 1926 Bakû Türkoloji Kurultayı’nda açıkça görmüşlerdi

1920’li yıllarda Sovyet önder-leri arasında bulunan Neriman Nerimanov, Sultan Galiyev gibi siyasetçilerin de kültürel açıdan bu düşüncelere yakın olmaları, Bolşevik yöneticileri iyice rahatsız etmiş’’ Türk” tehlikesini yok etmek için 1920-1937’ye kadar devam eden süre içinde bu düşüncelere sahip veya sempati besle-yen bütün aydınlar, ortadan kaldırılmıştı

“İç Rusya Müslümanları”nın ve “Türkistan Muhtariyeti”nin bütünlüğünü 1924’te bozarak bu bölgeleri hiç bir tarihî veya etnik gerçekliğe dayanmayan küçük cumhuriyetlere böldü-ler

(Bu konuda A. Benningsen-Lemercier C. Quelquejay’ın Stepte Ezan Sesleri: Sovyet Re-jimi Altındaki İslâmın 400 Yılı (Çev. Nezih Uzel, İstanbul, 1981) adlı eseriyle Olaf Carole’un “Sovyet İmparatorluğu: Sömürülen Topraklar, Sömürülen Milletler” (Çev. ZerhanYük-sel, 2 c., İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser, Yıl: ?) adlı eserine bakılabilir).



Alfabe konusuyla ciddi bir biçimde, ilk ilgilenen şahıs Azerbaycan Türklerinden Mir-za Fethali Ahundzade oldu. O eğitimde ve matbaacılıkta ortaya çıkan problemleri hal-letmek için 1857’de bir alfabe tasarısı hazırladı

Ahundzade de birkaç yıl sonra Arap harf-lerini ıslahtan vazgeçip, “Latin esaslı bir alfabe kabul etmekten başka bir çare kalmadığı-nı” ileri sürdü. Böylece Arap harflerinin ıslahı veya değiştirilmesi, Türk dünyasının gün-demine girmiş oluyordu.

Türkiye’de Tanzimat döneminde dilde sadeleşme ve Arap harflerinin eğitimde okunup yazılmasını kolaylaştırma için özel hareke işaretlerinin kullanılması yaygınlaşmaya baş-ladı. Çarlık Rusyası’nda da 1910’lı yıllardan sonra, Özellikle İdil-Ural Tatarları arasında Arap harflerini fonetikleştirme eğilimleri açığa çıktı ve yaygınlaştı

Rus yönetimi; 1920’li yılların başından itibaren bu meseley-le resmen ilgilendi Latin alfabesine geçme yollarını denedi

1926’da I. Bakû Tür-koloji Kurultayı’nı düzenledi. Türkiye de dahil, çeşitli yerlerden gelen temsilciler özellik-le dil ve alfabe meselesini tartıştılar.

Sovyet yönetimi, Arap harflerini kaldırmakla yetinmedi, asıl hedefi olan Türk boyları arasındaki alfabe birliğini ortadan kaldırma imkânını 1926-1928 yıllarında buldu.

Alfabe konusundaki ikinci hamle 1938-40 yıllarında ya-pıldı; ani bir kararla Latin alfabesinden Rus-Kiril alfabesine geçildi

Her bir Türk boyu için ayrı bir alfabe düzenlendi. Alfabelerdeki aynı karakterler, farklı sesleri göstermek için kul-lanıldı. Türk lehçelerindeki en ufak söyleyiş farklılıkları, imlâda esas alındı.Türk boyları birbirinden izole ederek hep birlikte Rus kültürünün güçlü etkisi altında kalmaya zorladı

Zek Velidi Togan; Rus yönetiminde çalışan memurlar veya Rus misyonerleriyle yakın teması olan aydınlar arasından çıktığını açıkla-yarak Tatarlardan Kayyum Nasiri, Kazaklardan İbrahim [Ibıray] Altınsarin’i ve Başkurt-lardan Dr. Kulayev





RUSYA TÜRKLERİ ARASINDA BASIN HAYATI VE MODERNLEŞME

İslam âleminde ilk matbaa 1727’de İstanbul’da kurulmuşsa da kitap basımının yaygınlık kazanmasıİstanbul ve Kahire’de (Bu-lak Matbaası’nda) 1820’li yıllardan sonradır.

İslam âleminin ihtiyaç duyduğu kitapların basıldığı üçüncü merkez Kazan şehri olmuştur, 1830-40’lı yıllardan sonra dinî, ilmî, edebî kitaplar basılmaya başlar. XX. yüzyılın başlarında Petersburg, Orenburg, Tiflis ve Bakû gibi yerlerde de Arap harfli kitap basan matbaalar çoğalır

Matbaacılığın iki önemli merkezinin Osmanlı topraklarında bulunması, Hac ziyare-tinden dönen kafilelerin Türkçe, Arapça, Farsça basılı kitapları götürüp Rusya Türkleri- Müslümanları arasında yaygınlaştırması, medreselerdeki yenileşme hareketlerini de güç-lendirmiş, onlara eskiye nispetle daha zengin kaynaklardan faydalanma imkânı vermiş-tir

Rusya Müslümanları, XIX. yy.’da halifenin ül-kesi olması bakımından Türkiye’deki din anlayışına saygı duyuyor, bu ülkedeki “ıslahatla-rı” önemli bir direnç olmadan benimsiyordu

Türkiye’den götürülen kitapların bir kısmı medreselerde okutulan ders kitapları olsa da önemli bir kısmı da ıslahat hareketlerinin arka planını oluşturan tarih, felsefe, coğrafya ve diğer konulardaki ilmî, edebî eserlerdi, Batı’dan tercüme edilmiş bir-çok eser de vardı.

XIX. yy.’ın sonlarına kadar Rus okullarından yeti-şip, Rusya Müslümanlarının-Türklerinin yenileşme hareketlerine katkıda bulunan aydın-ların sayısı çok azdır

İsmail Gaspıralı Rusya Müslümanları arasındaki modernleşme hareketlerine önder-lik eden aydınların biyografisi, eserleri ve yaptıkları işler hakkında yazdığı ve 1905-1907 yılları arasında Tercüman’da tefrika edilen “Ak Gül Destesi Yaki Edebiyat-ı Cedide Ha-demeleri” başlıklı yazısında 18 kişiden söz eder:

Mirza Fethali Ahundof, Kayyum Efen-di Nasirof [Nasirî], Şıhabüddin Mercanî,

Hasan Bey Melikof [Zerdabî], Ahmed El-Hadi [Maksudî], Rızaeddin [Fahreddin],

Tahirî [Şakircan Tahirî], Neriman Bey [Nerima-nof], Mecid Bey [Sultan Mecid Ganizade],

Reşit Efendi [Abdürreşit İbrahimof], Ataul-lah Efendi [Ataullah Beyazıdof],

Muhammet Fatih Efendi [Fatih Kerimî], Fırkat Efen-di Ferganî [Zakircan Furkat],

Hayrulla Efendi Osmanof, Abdüsselam Efendi Ahundza-de, Muhammet Zahir Bigiyev,

Molla Sabircan Efendi, Ahund Yusuf Talıbzade (Gaspıralı 1905-1907: Tercüman).

İ. Gaspıralı’nın kendisi olmakla birlikte Hasan Bey Melikzade Zerdabî, Ali Merdan Topçubaşı, Hüseyinzade Ali Turan, Ahmet Ağaoğlu, Seyit Geray Al-kin gibi Rusya Türklerine önderlik eden bazı aydınların Rus okullarından çıkmışlardır.

Rusya Müslümanlarının yenileşme hareketlerinde medreseler ve kitaplar yanında ga-zete ve dergilerden de söz etmek gerekir

Rusya, Türklerinin kendi ana dillerinde seküler okullar açmalarını 1912’ye kadar engellediği gibi, Müslüman aydınların da gazete çıkarma teşebbüslerini ıs-rarla 1840’lı yıllardan itibaren engellemiş ve izin vermemiştir

Rusya Türkleri’nin ilk gazetesi olan Ekinçi’yi Azerbaycan Türklerinden Hasan Bey Melikzade Zerdabî, uzun uğraşlardan sonra 1875-1877 yılları arasında Bakû’da çıkarmış-tır.

Ekinçi gazetesinde;modernleşmenin ge-rekçeleri, zorunluluğu, Ce-haletle mücadele, modern eğitim, İslam dininin nasıl yorumlanması gerektiği, Rus kanun-larının mahiyeti, insan hakları (kadın problemi de bunun içinde), vatan ve millet sevgisi, çeşitli bilimler ve onların ulaştığı sonuçlar, modernleşmede tek bir yol izlemelerini sağlamak; yeni bir edebî dile ve yeni bir edebiyata ihtiyaç olduğunun üzerinde durulur.

Rus hükûmeti “93 Harbi”ni (1877-1788 Osmanlı-Rus Savaşı’nı) ve bu savaş süresinde halkın gazeteye gösterdiği ilgiyi bahane ederek Ekinçi’yi kapatır



Tiflis’te bir din adamı olan Said Ünsizade’nin Ziya (1879-1880), Ziya-yı Kafkasiye (1880-1884) gazetele-ri, kardeşi Celal Ünsizade’nin Keşkül (1883-1891, önceleri dergi sonra gazete olarak çıkar) ve Mehemmedağa Şahtahtlı’nın yine Tiflis’te çıkardığı Şark-ı Rus (1902-1905) gazeteleri yayımlanır.

Bu süreli yayınlar, sadece kendi bölgelerinin içinde kalmamış Rusya Müslümanlarının ekseriyetine, Türkiye ve İran’a da seslerini duyurabilmişlerdir

o dönemde dün-yada başta Cemaleddin Afganî, Namık Kemal ve diğer bazı Osmanlı aydınlarının çalışma-larıyla siyasî bir mahiyete de bürünmüş olan “İslamcılık” cereyanı da katı Rus sansürünün izin verdiği ölçüde, bu süreli yayınlarda kendi ifadesini bulmuştur

1905 Rus Meşrutiyeti’ne gelinceye kadar Rusya’da (Tercüman hariç) çıkartılan gaze-telerin tamamı görüldüğü gibi Azerbaycan Türklerine aittir.

İsmail Gaspıralı, bu gaze-tecilik faaliyetini, 1881 yılından itibaren Tiflis’te Ziya Matbaası’nda bastırdığıTonğuç, Şafak gibi sayısı onu aşan küçük süreli yayınlarla devam ettirir

O da Rus yönetimiy-le epeyce uğraştıktan sonra 1883’te Kırım’ın Bahçesaray şehrinde Tercüman(Rusça adı Perevodçik’tir) adlı bir gazete çıkarma izni alabilir.

Tercüman 1918 yılına kadar yayımlanmış, kısa zamanda bütün Rusya Müslümanlarına hitap edebilmiş, onların eğitim ve modernleşme hareketlerine yön vermiş, ayrıca onların yegâne iletişim organı olma başarısını elde etmiştir.

Bakû’da 1905-1917 yılları arasında gaze-teler;Hayat, İrşat, Terak-ki, Tekamül, İttifak, Seda, Yeni İrşat, Basiret, Acık Söz, Yeni İkdam, Doğru Söz .

Dergiler;Füyuzat, Molla Nasreddin, Debistan, Rehber, Yeni Füyuzat, Güneş, Şelale, Dirilik, Tuti, Kurtuluş

Petersburg’ta ;Mirat, Ülfet,

Kazan’da, Kazan Muhbiri, Yuldız, Tilmiz, Tañ, Uralsk (Cayık)’ta Fikir, El-Asrü’-l-Cedid, Uklar,Orenburg’ta Ural, Vakit, Şura, Hacıtarhan’da Burhan-ı Terakki... gibi süreli yayınlar dönemin siyaset, fikir ve edebiyat ha-yatına önemli katkılarda bulundular

çok canlı ve renkli bir fikir ve edebiyat hayatını temsil eden bütün bu süreli yayınlar, Sovyet döneminde “Burjuva neşriyatı, antikomünist, pantürkist, panislamist, geri-ci yayınlar” denilerek küçümsendi, bunların üzerinde ciddi ilmî ve objektif araştırmalar ya-pılmadı.

Halbuki bu renkli basın hayatı, modernleşmenin bütün problemlerinin tar-tışıldığı, fikir yelpazesi epeyce geniş olan bir dünyayı temsil ediyordu

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, bütün Türk boyları Çarlık dönemindeki basın ha-yatını büyük bir merak ve millî heyecanla incelemeye başladı

Rus okullarında yetişen kuşak, 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra, siyaset ve kültür haya-tındaki yerini almıştı

1917 Rus Devrimi sırasında Bolşevik önderlerinin, her halka kendi gele-ceğini seçme hakkını vaat etmesi üzerine sosyalizm taraftarlarının sayısı iyice arttı

Buna rağmen, çeşitli Türk halklarının önderleri (içlerinde sosyalist eğilimliler de vardır), Bolşe-vik siyasetine kapılmayarak, 1917’den sonra Rusya’daki iktidar boşluğundan yararlanıp mil-li hükûmetler ve devletler kurma başarısını gösterdiler

1920’li yılların sonla-rından 1938’e kadar devam eden Stalin’in dönemindeki “temizlik” hareketi, eski milliyetçile-ri de sosyalist Türk aydınlarının ilk kuşağını da hemen hemen tamamıyla ortadan kaldırdı

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bazı Türk halkları bağımsızlığını elde edip millî devletlerini yeniden kurdular: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekis-tan ve Türkmenistan

farklı siyasî, kültürel statülere sahip olarak Rusya Federasyonu içinde kalanlar;

Tatarlar (İdil-Ural Tatarları), Başkurtlar, Çuvaşlar, Yakutlar, Karaçay-Malkarlar, Kumuklar, Noğaylar, Altay Kişi, Tuva, Hakas

Ana yurtlarına dönen Kırım Tatarları da Ukrayna Cumhuriyeti’ne bağlı “Kırım Özerk Cum-huriyeti” içinde yer aldı.





RUSYA MÜSLÜMANLARININ KONGRELERİ

1905 yılında Rus Meşrutiyeti’nin sağladığı imkânlardan biri de hükûmetin çeşitli yöreler-deki halkın taleplerine açık olduğunu bildirmesi idi.

Rusya Müslümanları arasında o sıralarda siyasî işlerde epeyce tecrübeli ve cesaret sa-hibi Abdurreşit İbrahim (Reşid Kadı adıyla da bilinir) ile Fransa’da tahsilini yaparak ülke-sine dönmüş olan Yusuf Akçura ve daha başka aydınlar öne çıkarak, Müslümanların ne-ler yapması gerektiğiyle ilgili görüşmeler yaptılar

1905 yılı mart ayının başında Kazan’da daha çok İdil-Ural bölgesinin aydınları, din adamları ve iş adamlarının öncülüğünde yapılan toplantıda, Petersburg’a gönderilecek bir heyet belirlendi, aynı zamanda “Umum Rusya Müslümanları”nın Petersburg’ta bir toplantı yapmaları için teşebbüse geçilmesine karar verildi.

Kırım, Kafkasya, Kazak, Türkistan Müslümanlarına davetnameler gönderildi, Yusuf Akçura İsmail Gaspıralı’ya, Abdurreşit İbrahim de Bakû’daki Ali Mer-dan Topçubaşı’na mektuplar yazarak durumu bildirdiler

Rus başbakanı Vitte’nin emri üzerine Orenburg İdare-i Ruhaniyesi başkanı müftü Mu-hammedyar Sultanov, resmî nitelikte bir toplantı düzenledi İdil-Ural bölgesinden bel-li başlı din adamlarını davet etti, Kurultay 10-15 Nisan 1905 tarihler-de Ufa’da toplandı

Hazırlıklardan, yazışmalardan sonra valiye resmen müracaat edilerek 15 Ağustos 1905’te Nijninovgorod şehrinde kurultay yapılması için izin istendi. Vali, bölgedeki sıkı-yönetimi bahane ederek izin vermeyince delegeler, “Gustav Struve” adlı gemiye binerek Oka nehri üzerinde gemide kurultayı gerçekleştirdi



II. Kurultay 13-23 Ocak 1906’da Petersburg’da, III. Kurultay da 16-21 Ağustos 1906 ta-rihlerinde Nijni Novgorod (Mekerce Panayırı)’da yapıldı.

Bu kurultaylar Rusya Müslümanları üzerinde derin tesirler yaptı, olumlu sonuç-ları oldu. Rus çarlığının asırlarca süren korkusu, baskısı artık dağılmıştı, özelikle genç-ler siyasî mücadele de dahil daha cesaretli adımlar atmaya başladılar. Gazetelerde Rus hükûmetinden haklar talep eden makaleler yayımlanır oldu.

Bu kurultaylarda Rusya Müslümanlarının birleşerek hükûmetten Rus vatandaşlarla eşit haklar talep etme; siyasî bir mücadele için “İttifak” adında siyasî parti kurma;

bütün köylerde okullar açarak ana dilinde eğitim yapma; her okulda aynı derslerin okutulması; medreselere fen derslerinin konulması gibi kararlar alabilmesi, onların artık işbirliği ya-pabildiklerini göstermesi bakımından da oldukça önemlidir

II. Kurultay’da alınan 30. Karar;

“Edebî Türk dilinin [Türkiye Türkçesinin] öğretimine bilhassa ehemmiyet verilecektir. Bu ders Müs-lüman talebeleri için (iki ve üç sınıflı) orta okullarda mecburî olup imkân olan yerlerde ilko-kullarda [O sırada ilkokulun 4 yıl, ortaokulun da 4 yıl olması düşünülüyordu. Ayrıca köy-lerde iki sınıflı ilk okullar da vardı.] da okutulmalıdır

XX. yy. başlarında Rusya Müslümanlarının modernleşme hareketlerinin artık olgunlaştığını, siyasî mücadele verecek bir noktaya gel-diğini, aydınların eğitim, edebî dil konusunda anlaştıklarını göstermektedir



_______________
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
2. unıte


Türk dilini yazmak için tarih boyunca birçok alfabe kullanıldığı bilinse de bunlar arasın-da şimdiye kadar en uzun ömürlü olanı ve bazı yörelerde hâlen kullanılanı Arap alfabe-si olmuştur



Türk dünyasında XIX. yüzyılda modernleşme hareketleriyle birlikte aydınlar arasın-da ortaya çıkan ulusal bilinç, demokrasi ve halkçılık düşünceleri, devlet yöneticilerinin “teb’a idare edilmesi geren bir sürüdür” anlayışını zamanla kökünden değiştirmiştir.

Yö-netimler, özellikle aydınların ve burjuva sınıfının baskısı ile halka değer vermeye, ona say-gı göstermeye, ihtiyaçlarını karşılamaya kendilerini zorunlu hissetmişlerdir.



güç-lü devlet olabilmek idealiyle, ulusu cehaletten kurtarma, terbiye etme (iyi vatandaş yetiş-tirme) amacıyla genel bir eğitim faaliyeti başlatılmış, öncelikle ilkokullar yaygınlaştırıl-mıştır.

Arap harfleriyle herhangi bir şey basma, Arap harflerinin yapısı itibarıyla uzun zaman alıyor, dizgi işleri basım masrafının büyük bir kısmını oluşturuyordu



Matbaacılar, Arap harflerinin şekillerini biraz değiştire-rek (Şinasi, Ebüzziya Tevfik) hem dizgi işlerini hızlandırmak hem de güzel baskı elde ede-bilmek için bir hayli uğraştılar



Ahmet Cevdet Paşa (1854’te) ve Şemsettin Sami, Arap harf-lerine bazı işaretler (hareke benzeri) ilave ederek, kelimelerin doğru okunmasına önem-li ölçüde katkıda bulundular

ilkokullarda çocukların anadillerinde (Türkçe) eğitime başlamaları, Arap alfa-besindeki okuma-yazma problemlerinin daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasına sebep olmuştu



1910’lı yıllardan iti-baren Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Nuri İleri, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı gibi Türk aydınları açık açık Latin harflerini kabul etmenin gerektiğini öne sürdüler.



Rusya’da Kazan’ın düşmesiyle (1552) başlayan Hıristiyanlaştırma hareketlerinde mis-yonerler, XVIII. yy.ın ortalarından itibaren Kiril alfabesini Müslüman olan veya olma-yan çeşitli Türk boylarının dillerinde dinî metinleri yazmak ve bastırmak için kullandılar.

Ruslarla iç içe yaşamak ve onların dilini bilmek mecburiyeti sebebiyle Kazan, Tiflis, Bakû, Taşkent gibi şehirlerde Türk aydınları Rusça öğretmek amacıyla yazdıkları kitaplar-da mecburen bazı kelime veya ifadeleri Kiril harfleriyle veriyorlardı

Türk aydınları da misyonerlerin etkisinde kalarak ve eğitimde kolaylık sağla-yacağına inanarak Kiril alfabesini kullanmaya başladılar.

Kazaklardan Ibıray Altinsarin 1879’da “Kirgizkaya hrestomatiya” adlı okuma kitabını Kiril alfabesiyle yazıp bastırdı

XIX. yüzyılda Kulayev, Mirza Kazım Bey, V. Radloff, İlminski (hem misyoner, hem de bi-lim adamıdır) gibi Rusya'daki bazı bilim adamları da çeşitli konulardaki eserlerini (bazen Arap alfabesini de kullanmalarına rağmen) esasen Kiril alfabesiyle yayımlayarak, bu alfa-benin yaygınlaşmasını sağlasalar da Arap alfabesi, Çarlık Rusyası’ndaki Türk boyları ara-sında 1920’li yılların sonlarına kadar millî alfabe olarak kullanıldı



Azerbaycan’da 1857’de Mirze Feteli Aħundzade, Türkiye’de 1862’de Münif Efendi bir konferansında bu meseleyi ele aldı.

Kısa bir süre sonra, İngiltere’de İranlı Mirza Melküm Han, Arap harflerinin aslî biçimlerini koruyarak onları Latin harfleri gibi tek tek yazmayı ve metinleri bu şekilde basmayı teklif etti



M. F. Aħundzade 1863’te İstanbul’a gelip Arap harflerini kendi yapısı içinde ıslaha da-yanan projesini Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’ye sundu; fakat, bu tasarı, baskı işlerindeki problemleri halletmediği gerekçesiyle kabul edilmedi



Ahundzade 1873’te Arap harflerinin ıslah edilmesi, 1877’de Latin harflerinin kabulü öne sürülür

1879’da Tiflis’te Mehemmedağa Şahtahtlı, Rusça ve Azerbaycan Türkçesiyle “Tekmil-leştirilmiş Müselman Elifbası” ve 1902’de de “Savtî Şark Elifbası” adlı kitaplarını bastırır.1903’te yayımladığı Şark-i Rus gazetesinde de Arap alfabesi tasarısını halka tanıtmaya baş-lar

İsmail Gaspıralı, Şahtahtlı’nın Arap harflerinin baş kısımlarının aslî biçimini mümkün olduğu ölçüde koruyarak, Türkçedeki dokuz ünlüyü Arap rakamlarıyla yazma esasına da-yanan tasarısını sert bir şekilde eleştirir

Rus yönetimi altında yaşayan Türk aydınları arasında alfabe problemi Türkiye’den daha rahat bir şekilde tartışılıyor, hükûmet buna engel olmuyordu



Rusya’daki Türk-ler arasında alfabe problemi XX. yy. başlarından itibaren giderek daha fazla tartışılır bir hâle geldi

1910’lu yıllardan itibaren İdil-Ural Tatarlarının gazetelerinde, kitaplarında fonetikleş-tirilmiş bir Arap alfabesi kullanımı giderek yaygınlaşır



İ. Gaspıralı da pek istemese bile 1911’ten itibaren Tercüman’da kısmen fonetikleştirilmiş bir imlayla bazı yazılar yayımlar.

Ahmet Baytursunoğlu 1912’de “Okuv Kuralı” adlı alfabe-okuma kitabında Arap alfabesini, Kazakçanın ses özelliklerini tamamıyla yansıtacak şekilde fonetikleştirir ve bu alfabe geniş kabul görür



Özbekler de bu gelişmeye uyar; Abdurrauf Fıtrat’ın da içinde bulunduğu bir gurup 1923’te dokuz unlunun varlığına dayanan bir Arap alfabesi hazırlar ve ıslah edilmiş (fonetikleştirilmiş) bu alfabe Özbekistan’da kullanılır



1917 Rus Devrimi’nden sonra hem ıslah edilmiş Arap alfabesinin hem de Latin harflerine geçmek isteyen aydınların sayısı bir hayli artar



1920’li yılların başlarından itibaren Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nde Latin alfabesine geçiş için komiteler kurulur, alfabe tasarıları hazırlatılır



Arap harflerini ıslah etmek isteyenler gerici, devrim karşıtlı, Latin harflerini savunanlar ilerici, devrimci

olarak tanımlanmaya başlar.



Sovyetler Birliği’ndeki Türk boylarının matbuatında kısmen Latin harfleriyle çeşitli metinler, gazetelerde, dergilerde bazı yazılar çıkar, Latin harflerine ait değişik alfabe tasarıları birbiri ardınca yayımlanır

Türk aydınları arasında Arap harflerinin ıslahı veya Latin harfleriyle değiştirilmesi yolundaki eğilimlerin artık olgunlaştığını gören Sovyet hükümeti 1926’da Bakü’de I. Türkoloji Kurultayı’nın toplanmasını

Sağlar



Türkoloji problemi ele alınır, Sovyet siyasetinin amacına uygun olarak alfabe konusundaki tartışmalar kurultaya damgasını vurur, diğer konular bu tartışmanın gölgesinde kalır



Kurultaya Türkiye’den de Avrupa’dan da bazı delegeler davet edilir. Komünist yönetim, kurultayda Sovyet delegeleri üzerinde büyük baskılar kurularak Latin harfleri lehine karar çıkarmayı başarır



Delegeler aynı zamanda bütün Türk boyları için tek bir Latin alfabesinin uygulanmasını kararlaştırır



Ortak edebi dil ve ortak imla kurallarından vazgeçilmediği “Ortak edebî dilde aynı imla şekillerinin korunmasını önererekKurultay, bazı Türk dillerinde karşılaşılan bölgecilik (dağınıklık) meyillerini reddediyor” (1926 Bakû Türkoloji Kurultayı 2008: 460) şeklinde karar alınmasından anlaşılıyor



Sovyet yönetiminin asıl isteği, Türkler arasında eğitimi kolaylaştırmak değil, Müslüman Türk halklarının Arap alfabesiyle bağını ortadan kaldırarak onları eski dini-milli kültürlerinden koparmak ve aynı zamanda alfabeleri farklılaştırarak onları birbirinden uzaklaştırmak idi



Sovyetler Birliği’nin görünürdeki “beynelmilelci, hümanist kültürü” içinde, onları daha kolay “Sovyetleştirmek” yani dolaylı olarak Ruslaştırmak mümkün olacaktı.



İsmail Gaspıralı’nın 1880’li yıllardaki teşebbüsleriyle başlamış ve 1920’li yıllara gelindiğinde Türk boyları arasında bir hayli taraftar bulmuş ve yaygınlaşmaya başlamış “tek ulusal kimlik”, “ortak edebi Türk dili” ve “ortak modern kültür” ideali, sömürgeci Rusları eskiden beri korkutmuş, onların Türk boylarını ayrı ayrı bir “ulus” haline getirme siyasetinin önündeki en büyük engel olarak değerlendirilmişti.



Önceleri Rus misyonerlerinin siyaseti olan Türk boyları arasında ayrı ayrı “milli diller yaratmak” idealinde XX. yüzyıla gelinceye kadar belli ölçüde mesafe alınmış ve bir hayli tecrübe kazanılmıştı



Bu işteki on büyük engel, ortak İslam kültürü ve onun temsil eden Arap alfabesi ve bu alfabeyle bütün Türkistan’da ve Kuzey-Batı Türklüğü arasında Çağatay Türkçesiyle oluşturulmuş dini, edebi ve ilmi medeniyet eserleri idi



Taşkent'te de Ostroumov’un başında bulunduğu Türkistan Vilayetiniñ Gazetesi’nde Çağatay Türkçesinin bütünlüğünü bozma faaliyeti yürütülüyordu



İlminski ve Ostoumov’un siyaseti, Sovyet döneminde alfabe değişikliği yapılırken bir basamak daha ileriye götürüldü. Latin alfabesine geçişte bütün Türk boylarının aydınları,bilim adamları büyük ölçüde “alfabe ortaklığı”a, alfabelerde ortak harf ve seslerin bulunmasına büyük ölçüde özen gösterseler de 1938’de Kiril alfabesine geçişte, alfabe birliği tam olarak bozuldu



Çağatay Türkçesinin merkezinde bulunan Özbekçede, Buhara, Taşkent ve Semerkant gibi şehirlerde asırlarca suren medrese eğitiminin ve bu şehirlerde bulunan Taciklerin etkisiyle konuşma dilinde ortaya çıkan değişikliklerin alfabeye yansıtılması için büyük bir caba gösterildi



Kiril alfabesine geçilirkenÖzbekçeyi çevreleyen Türkmence, Kazakça ve Kırgızcada tam bir fonetik

imla kullanılarak yazı dili ve fonolojik anlayışa dayanan eski alfabe birliği, tam olarak ortadan kaldırılmış oldu.



Rus yönetiminin hiç beklemediği şey,1 Kasım 1928’de Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nde uygulanan Latin alfabesini de göz önünde bulundurarak alfabeyi değiştirme kararı alır, Türk halkları arasında yeniden alfabe birliği sağlanmış olur



Birçok Türk aydınının, halkın eğitim seviyesinin yükseltilmesinde, kültürel kalkınmada etkili olacağı, dünyaya açılmayı kolaylaştıracağı için destekledikleri Latin alfabesine geçme, Sovyet yöneticileri için “Ruslaştırmanın ‘’ birinci aşamasıydı



1938-40’ta Sovyet hükümeti ikinci aşama olan alfabeleri Kirilleştirmeye başladı.



Latin alfabesinde bütün Türk halklarının aynı alfabeyi kullanması temel düşünce olarak kabul edilmişti. Kabul ettirilen Kiril alfabesinde bu temel prensip de bozuldu



her bir Türk halkına ayrı bir alfabe uyarlandı, üstelik alfabelerdeki harflerin sırası da değiştirildi.

Bununla da yetinilmedi Kiril alfabesindeki aynı karakter (harf), alfabelerde başka başka sesleri karşılamak için kullanıldı



Mesela, Azeri Kiril alfabesindeki “A”, “O”, “E” harflerinin fonetik değeri ile Özbek alfabesinde kullanılan aynı harflerin fonetik karşılığı bir değildi.



Bunun tersine Türk boylarının hiç birinin lehçesi için gerekli olmayan ama;



Rusçada var olan E (ye), Ю (yu), Я (ya) gibi çift sesleri karşılayan harfler veya sadece Rusçada olan Ц (ts), щ (Şc), harfleri ve ъ (kalınlık), ь (incelik) işaretleri de sırf Rusça kelimelerin asli imlalarıyla yazılabilmesi için kabul ettirildi



Stalin’in ölümünden sonra Sovyet rejiminin biraz yumuşamasını fırsat bilen Türk boyları, değişik tarihlerde bu harfleri, işaretleri, alfabelerinden çıkarmaya başladılarsa da bazılarının alfabelerinde bunlar günümüze kadar devam etmektedir.



1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsız Türk cumhuriyetlerinde Latin alfabesi yeniden gündeme geldi,



Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün girişimiyle 18-20 Kasım 1991’te İstanbul’da “Miletler Arası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” düzenlendi.



Türkiye’de kullanılan Latin alfabesini esas alarak 34 harfli bir Latin alfabesi tasarısını kabul edip bu tasarıyı Türk cumhuriyetleri yetkililerinin dikkatine sundu.



25 Aralık 1991’de Azerbaycan’da nispeten çok yakın bir Latin alfabesi benimsendi ama;

12 Nisan 1993’te Türkmenistan’da ve 2 Eylül 1993’te Özbekistan’da kabul edilen Latin alfabeleri, bilim ve siyaset çevreleri için hayal kırıklığından başka bir şey olmadı



Gagavuzlar Latin alfabesine geçmiştir. Tatar ve Başkurtlar arasında Latin harflerine geçiş Rusya Federasyonu tarafından engellenmiştir



Ukrayna’ya bağlı Kırım Otonom Cumhuriyeti’nde yaşayan Kırım Tatarları arasında resmen alfabe değişikliği olmasa da Latin harfleriyle kitap ve sureli yayın da basılabilmektedir



Not; kitabıngeri kalan kısımda alfabeler bulunmaktadır,dikkatinize…
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
3. unıte



Çağdaş Azerî Edebiyatı-I

Azerbaycan coğrafyası;

Güney Kafkasya’dan Irak’ın iç-lerine, doğu ve güney doğu Anadolu’dan İran’ın içlerine kadar uzanan, kuzey doğu ke-siminin bir kısmı Hazar denizi ile sınırlanan arazidir.Rusların Kafkasya’yı işgali sebebiyle 1813’de Kuzey ve Güney ola-rak ikiye parçalanmıştır

Rus yönetiminde kalan ve günümüzde Azerbay-can Cumhuriyeti’ni oluşturan Kuzey Azerbaycan, nüfus ve arazi olarak daha küçük, İran yönetiminde kalan Güney Azerbaycan ise nüfus ve arazi itibarıyla daha büyüktür

Azerbaycan Türkçesi (veya Azerî Türkçesi):

Türk dilinin Osmanlıca ve Çağatayca dan sonraki en geniş ve verimli kolu olan,

XI. yüzyıldan sonra Oğuz-ların bölgeye yoğun olarak gelmesinden sonra, “Oğuz yazı dili”nin doğu kolu olarak XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Selçuklu, Moğol, İlhan-lı Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî dönemlerinde ilk yazılı ürünlerini veren yazı diline, oluştuğu coğrafyadan hareketle Azerbaycan Türkçesi ya da Azeri Türkçesi denilir.

Azerbaycan Türklerinin günümüzdeki (2012) nüfusu yaklaşık olarak Azerbaycan Cumhuriyeti’nde 9 milyon, İran’da (Güney Azerbaycan’da) 25-30 milyon arasında, Gür-cistan ve Dağıstan’da 1 milyon civarında olmak üzere en az 35-40 milyon civarındadır

Azerbaycan (veya Azerî) Edebiyatı;

Anadolu Türkleriyle Türkistan Türkleri arasında bir köprü ve te-mas noktası oluşturarak gelişen edebiyattır,

Azerbaycan sözlü edebiyatı, bir yandan sözü edilen coğrafyada Türklerin tarih sahnesine çıkışına, diğer yandan Türkistan’daki genel Türk kültürüne bağlıdır. Tanımlanan bu coğrafyadaki yazılı edebiyat ise, XIII-XIV. yüz-yıldan itibaren ilk ürünlerini verir

XIV-XV. yüzyıldan sonra Azerbay-can Türkçesiyle, Eski Anadolu Türkçesi ayrışır. XV-XVI. yüzyıla kadarki birçok yazılı eseri, Ana-dolu Türkçesiyle Azerbaycan Türkçesinin ortak mahsulleri olarak değerlendirmek doğ-ru olur

XVII-XVIII. yüzyıllardaki mahallîleşme sebebiyle Anadolu Türkçesinden ve edebiyatın-dan belirli ölçüde farklılaşır.

XIX. YÜZYIL AZERÎ EDEBİYATI

XIX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan ve Azerî Edebiyatı

1747'de Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da ortaya çıkan kargaşa ortamı ve yö-netimin zayıflamasından yararlanan Kuzey Azerbaycan "bey"leri küçük devletler (Han-lıklar) kurmuşlardı.

1801'de Gürcistan'a yerleşen Ruslar 1804'ten itibaren bu Azerbay-can "Hanlık"larını ortadan kaldırdılar ve İran topraklarına girdiler

1813'te Çarlık Rusya ve İran arasında imzalanan Gülistan Anlaşması ile Azerbaycan toprakları Kuzey ve Gü-ney olmak üzere ikiye bölündü, Azerbaycan'ın nüfus ve toprak bakımından en büyük his-sesi İran'da kalmıştı

XIX. Asrın Başlarında Azerî Edebiyatı

Rus istilasının bir sonucu olarak Azerî edebiyatı, XIX. yy.ın başlarından itibaren iki kola ayrıldı: Kuzey Azerbaycan’daki edebiyat, diğer sebepler yanında Rus etkisiyle asrî hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat, geleneksel yapı ve anlayış içinde taklit ve nazîre edebiyatı görüntüsündeydi

Kuzey Azerbaycan edebiyatındaki yenilik cereyanı gittikçe kuvvetlenirken, bir yandan da klasik edebiyat anlayışı hem Kuzey hem de Güney de varlığını sürdürüyordu, Halk edebiyatı ise, kendi yolunda gelişimini sürdürmekteydi.

Azerbaycan edebiyatında modernleşmeyle birlikte yeni edebî türler de ortaya çıkar: Roman, modern hikâye, tiyatro eserleri, makale, tenkit, edebiyat tarihi vs. Aruz vezni-nin kullanımı giderek azalsa da günümüze kadar devam eder, tamamıyla ortadan kalk-maz

Gazel, XIX. yy.ın sonlarından itibaren, konusunda ve dilinde bazı değişikliklere uğ-rayarak yok olmaktan kurtulur

kaside, mesnevî gibi türler, yerlerini “poéma” (manzum hikâye veya manzum roman) denilen nazım şekline bırakır

Klasik edebiyattaki mizah geleneği, gelişmekte olan modern edebiyatta da önemli tem-silciler yetiştirir; Baba Bey Şâkir (1770-1844) / Ġasımbey Zakir / Séyyid Azim [Ezim] Şirvanî

Şairler; sosyal bozuklukları, adalet-sizliği, Rus memurlarının zalimliğini, rüşvetçiliğini, ahlâksızlığını, zalim ve çıkarcı “beyle-ri”, sahtekâr ve cahil din adamlarını ifşa eden manzumelerine tanınırlar

XX. yy. başların-da Mirze Ali Ekber [Elekber] Sabir mizah ve hiciv anlayışını değiştirerek satirik şiiri zir-veye ulaştırır.

Güney Azerbaycan’da Edebî Hayat

Memle-ketin çeşitli yerlerinde mahallî derebeyleri (“han”lar) iyice güçlenmişti. Aslında İran, hiç bir zaman Osmanlı İmparatorluğu gibi merkezî bir yönetime sahip olamadı

en kuvvetli feodal; han veya büyük bir aşiretin reisi, İran’ı ele geçiriyordu, Safevîlerden Nadir Şah’a ondan Kerim Han Zend’e ve nihayet Kacar sü-lalesine yönetimin geçişi, hep bu şekilde olmuştu

Türk soyundan İran şahı Ağa Mehem-med Şah Kaçar’ın 1797’de Karabağ’da öldürülmesinden sonra, hanlıklar daha da güçlen-miş, nerede ise müstakil devletçikler hâline gelmişlerdi

memleketin kültürel ha-yatı da karmaşa içindeydi; güçlü kültürel merkezler yok gibiydi. Bu durum yazılı edebiya-tı epeyce zayıflatmıştı.

Kuzey Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesine kadar, her iki Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî şartlar birbirine benziyordu

1813 Gülistan Anlaşması’ndan sonra Aras nehrinin sınırı teşkil ettiği, ülkenin Rusya ve İran arasında ikiye bölündüğü, Kuzey Azerbaycan, merkezi Tiflis’te olan “Kafkasya Umumî Valiliği”ne bağ-lanmış ve süratle merkezî bir idare kurularak hanların, beylerin nüfuzu kırılmıştı

Kuzey Azerbaycan’da ticaret hayatı canlanmış, Ruslar tara-fından siyasî ve sosyal hayat süratle değiştirilmişti,Güney Azerbaycan’da ise eski hayat tarzı devam ediyordu

Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın edebî, dinî ve kısmen de olsa iktisadî ilişkileri devam etmişti. Kuzey’de zamanla gelişen yeni hayat, ede-biyat anlayışı çok geçmeden Güney’e ulaşıyordu

Güney Azerbaycan’da(iran) yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasın-da Türk olmalarına rağmen geleneğe uyarak eserlerini Farsça yazan Abdurrahim Talibov / Zeynelabidin Şirvanî / Mirze Ağa Tebrizî

Yeni edebiyat anlayışı ve yenilik eğilimleri, Güney Azerbaycan’da çok yavaş bir şekil-de ortaya çıkıyordu

bu bölgedeki edebiyatta en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Bu devrin gazellerinde, geleneksel şiir anlayışı ve konuları yanında, gittikçe daha belirgin bir hâl almaya başlayan gerçek insanî duyguların, kişisel duygu ve düşüncelerin, hayata ger-çekçi bir şekilde bakışın ifade edildiği görülür.

Tasvir edilen sevgili artık muhayyel bir var-lık değil, canlı-kanlı gerçek bir insandır. Zamandan şikâyet, gittikçe gerçekçi bir anlayışa bürünerek sosyal, siyasî bir tenkit niteliği kazanır.

Güney Azerbaycan edebiyatında göze çar-pan en belirgin özelliklerden biri de hemen her şairin kendi ana dili yanında Farsçayı da kullanmasıdır.

Medrese tahsili görmüş, klasik Türk ve Fars şiirini yakından tanımış aydınların sade bir Türkçeyle “âşık şiiri tarzı”nda manzumeler yazmaları, Azerî halk edebiyatı, halk şii-ri için çok yararlı olmuştur

XIX. yy.da Andelip, Nebatî, biraz daha önceki dö-nemlerde Molla Penah Vakıf gibi büyük şairler, âşık şiirinin de klasik şiir gibi kalıplaşma sını, belli mazmunlar ve alışılmış ifadeler içinde canlılığını kaybetmesini önlemiş; âşıklar üzerinde de olumlu ve kuvvetli bir tesir göstermiştir.

* Séyyid Ebulġasım Nebatî (1812-1873)

Şiirlerinde ince bir ruh, seçkin bir güzellik duygusu, coşkun sevgi tezahürleri görülür,

“seyyid” ve tarikat şeyhidir, Mükemmel bir medrese tahsili görmüş, Farsça ve Azerî Türkçesiyle şiirler söylemiştir. orijinal sanatkârlık kudretine sahip bir şairdir

* Héyran Hanım

hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, XIX. asrın başlarında Tebriz ve Hoy şehirlerinde yaşadığı, ana tarafından “Dünbülî” aşiretinden olduğu biliniyor

4500 beyitlik divanında anadilindeki şiirleri, Fars-ça şiirlerine nazaran daha azdır. Klasik tarzdaki gazelleriyle Fuzulî’nin etkisinde kaldığı, bu büyük şaire nazireler yazdığı görülmektedir. Dili nisbeten sadedir

* Mirze Méhdi Şükûhî (1829/30-1896)

Tebriz’de doğmuş, Merağa’da yaşayıp bu şehir-de de ölmüştür. Küçük yaşlarında yetim kalmış, tahsilini yarıda bırakarak baba mesleği aynacılıkla hayatını kazanmıştır.

Tebriz’de bir din adamına yazdığı hicviye sebebiyle işleri bozulmuş, Merağa’ya göç etmeye mecbur olmuştur. Bu şehirde de “bezzazlık” (gezgin ku-maş, elbise satıcılığı) ile geçinmiştir.

Seyahate çıkarak Türkiye, Arabis-tan, Orta Asya ve İran’ın birçok yerini dolaşmış, sonra Tahran’a gelerek bir müddet kal-dıktan sonra Merağa’ya dönmüştür

Seyahati sırasında yakından tanıdığı Şark halklarının siyasî, sosyal ve dinî vaziyeti, zaten kötümser olan tabiatında derin izler bırakmış, şairi ge-lecek hakkında ümitsizliğe düşürmüştür

Şark halklarını istismar eden han, bey, sahtekâr din adamları, aç gözlü tâcirler, ahlâksız kimseler onun mizahî şiirlerinden yakalarını kur-taramamışlardır. Realist bir şairdir.

Halkın yaşayını, âdetlerini, batıl inançlarını çok renk-li, akıcı bir dille, ince bir alayla dile getirir

Divanı kendi sağlığında Tebriz’de defalarca basılmıştır. Münazara-i Akl ü Aşk adlı bir mesnevi-si, Sadî’nin Gülistan’ı tarzında üç yüzden fazla, Farsça, küçük, nasihatâmiz hikâyeleri (la-tife) bulunmaktadır.

Kuzey Azerbaycan’da Modern Edebiyatın Ortaya Çıkışı

Batı düşüncesiyle temasa geçen bu ilk Azerî kuşağının üzerinde, Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’da oluşan hürriyetçi dü-şüncelerin, demokrasi idealinin, halkçılık prensiplerinin büyük etkisi vardır

Tıpkı ilk mo-dernist Rus aydınlarında olduğu gibi “Batı” düşüncesi, yerli, millî ve dinî bilgilerle çelişti-ği için bazı aydınlar bunalıma düştü.

Bazıları tamamen “Batı” tarzı düşünceleri -ki dolayı-sıyle Rus tesirini- reddederek kendi içlerine kapanıp kötümser bir hayat yaşadı. Bir kısmı da tam tersine dinî ve millî kültürü kısmen veya tamamen reddederek “Batıcı”, radikal ye-nilikçi düşünceleri benimsedi

Asrî düşüncelerle temasa geçen, Rusların bulunduğu muhitlerde yaşayan veya Rus memuriyetinde, askerî hizmette bulunan birçok Azerbaycan Türkü, en azından “refor-mist” düşünceleri benimsedi.

Islahatçı düşünceler, asrın son-larına doğru Şéyh Cemaleddin Afganî (1838-1897)’nin de etkisiyle bütün Rusya Müslü-manları arasında süratle yayıldı ve bir hayli taraftar topladı

Modern Azerbaycan edebiyatının öncüleri daha çok Rus hizmetine girmiş olan me-murlar, askerler, aydınlar arasından çıktı.

* Abbasġuluağa Ba-kıhanov Ġüdsî (1774-1846)

Azerbaycan’da fikrî, edebî oluşumun, gelişmele-rin içinde bulunan ve ona yön veren ilk aydınlardandır.

Gerçek manada âlim, mütefekkir, istidatlı bir şair ve tarih yazarıdır. Son Bakû (Bakı) hanının oğludur





dinî ilimler ya-nında aklî ilimler, Şark edebiyatı okumuştur. 1819’da Tiflis’e çağrılarak Kafkasya Umumî Valiliği’nde “Şark dilleri mütercimliği” vazifesine tayin edilir

Rusça öğrenir, Rus fi-kir ve siyaset muhitini, sosyal hayatını yakından tanır. Dostları arasında “asilza-de” Rus subayı, bürokrat, edebiyatçı ve şair bulunuyordu. “Dekabristler”le de yakın ilişki-ler kurmuştu.

Yüzyılın ilk çeyreğindeki Osmanlı, Rus ve İran savaşları sırasın-da tercümanlık ve mütercimlik yaptı

1846’da Hacca gi-derken geçtiği İstanbul’da I. Abdülmecid Han’a Arapça yazdığı Esrârü’l-Melekûtadlı astro-nomiye ait eserini takdim etti.

Padişahın emriyle, bu kitap Hayatizade Seyyid Şerif Bey ta-rafından Osmanlı Türkçesine çevrilerek1848’de İstanbul’da bastırıldı. Eserin baş kısmın-da Abbasġuluağa hakkında bilgi de verilmiştir

Abbasġuluağa’nın eserlerinde Rus isti-la ve esaretine karşı millî şuuru uyandıracak fikirler bulunduğunu göz önünde tutarsak bu hareketinin siyasî bir anlamı olduğu da düşünülebilir.

Azerî edebiyatında modern hikâyenin müjdecisi olan nâzım-nesir karışık olarak yaz-dığı Kitab-ı Askeriyye’de, mesneviler ve âşık hikâyelerinin etkisi görülür.Bir demircinin oğlu olan Asker ve sevgilisinin birbirine kavuşabilmek için akıllıca, temkinli ve tedbirli hareket etmeleri, bu sayede amaçlarına ulaşmaları, bu eseri, mesnevi ve âşık hikayelerin-den ayırır.

Şiirleri arasında Azerbaycan Türkçesiyle yazdığı ve pek meşhur olan “Tebriz Ehline Hi-tab”, Tebriz’deki esnafın, din adamlarının sahtekârlıklarını ifşa eden bir hicviyedir

kaybolmuş bir “Divan”ı da vardır, “an-siklopedik” bilgiye sahip bir “maarifçi”dir.

* Mirze Şefi Vâzéh (1794-1852)

Müsteh-zi, serbest fikirli, zeki, üstat bir şair ve mâhir bir hattat idi, Klasik medrese tahsilini ta-mamladıktan sonra imamlık-hocalık yapmamış, ömrünü muallimlik ederek geçirmiştir.

Gence’de ilk özel okulu açmış, 1846’da resmî Rus “Gence Realni Mektebi” açılınca oraya “Şeriat dersleri” öğretmeni olarak atanmıştır

Tiflis’te Rus, Gürcü, Ermeni ve hatta bazı Batı Avrupalı aydınların da için-de bulunduğu geniş bir çevreyle ilişki kurar

1844’te oluşturduğu ve başkanlığı-nı yaptığı “Divan-ı Hikmet” adlı şiir ve sohbet meclislerinde hayatının en verimli döne-mini yaşar. Abbasġuluağa Ġüdsî, M. F. Ahundzade, Kafkasya genel valisi tara-fından Tiflis’te davet edilerek Almanca öğretmenliğine atanan Freidrich Martin Bodens-tedt(1818-1892) de bu meclise devam edenler arasındadır

Hocalığı sırasında Mirze Şefi’yle Bodenstedt iyice kaynaşmış, hoca-öğrenci birbirle-riyle yakın dost olmuşlardı

F. Bodenstedt, ülkesine döndükten sonra Kafkasya’daki hayatını anlatan Tausend und ein Tag im Orient (Berlin, 1850) adlı eserini yayımladı. Bu eserinde Mirze Şefi’den ve ara-larındaki ilişkilerden de genişçe söz ediyordu



1851’de ise tamamen onun şiirlerinin çe-virisinden ibaret olan Die Lieder des Mirze Schaffy (Mirze Şefi’nin Şarkıları) adlı eserini neşretti.

Eserin bu başarısı üzerine Bodenstedt 1873’ten itibaren “şarkıların” Mirze Şefi’ye değil, kendisine ait olduğunu ileri sürerek aynı eseri Aus dem Nachlasse Mir-ze Schaffy’s (Berlin, 1874) adıyla tekrar bastırdı

Mirze Şefi uzun süren öğretmenliği sırasında İvan Grigoryev’le birlikte çeşitli metin-lerden oluşan bir ders kitabı hazırladı: “Tatarskaya Hrestomatiya Azerbaydjanskogo na-reçiya” [“Azerbaycan Şivesinin Tatar Ders Kitabı”] adlı, “antoloji” mahiyetindeki bu eser, iki bölüm ve sözlük kısmından ibaretti

Kitapta Derbentname, Karabağname gibi eserler-den tercümeler, Fuzulî’den şiirler vs. bulunuyordu

Bu ders kitabı İ. Grigoryev tarafından 1851’de Tebriz’de Kitab-ı Türkî adıyla taşbasma olarak ve 1856’da da Tiflis’te Rusça bastı-rıldı; ama, Rus sansürü izin vermedi.

Mirze Şefi, Azerbaycan edebiyatının modernleşmeye henüz ilk adımlarını attığı bir devrede, klasik şiir geleneğinden ve tasavvuf anlayışından belli ölçüde uzaklaşarak yazdı-ğı, gerçek sevgiyi, dünya zevklerini ifade eden lirik şiirleri ve serazat düşünceleriyle yer al-mıştır.

* Ġasımbey Zâkir (1784-1857)

Babası, Karabağ’da Cevanşir adlı büyük bir oymağın “bey”lerindendir. Bu sebeple önceleri Rus ordusunda subay olarak çalıştı.

Azerî şiirinde Vâkıf ve Vidadî ile başlayan realizm çığırının, mahallîleşme cereyanı-nın XIX. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir,Sözlü edebiyattaki “âşık tarzı şiir”den ba-şarıyla yararlanmıştır.

Şiirlerindeki güçlü lirizm, güzellik ve aşk konularını sanatkârca, doğal ve samimi bir şekilde işlenmesi, modern Azerbaycan edebiyatının kurucusu M. F. Ahundzade’nin dikkatini çekmiştir

Gazellerindeki dil, bir az daha ağır olmasına rağmen, koşma ve geraylı sade ve çok akıcı bir halk diliyle söylenmiştir.( Geraylı: Azerbaycan halk şiirinde sekiz heceli koşmaya verilen isim)

Manzum hikâyeleri, temsilleri ve mektuplarıy-la Azerbaycan’daki sosyal bozuklukları, adaletsizliği, Rus memurlarının zulmünü, ca-hil ve çıkarcı din adamlarını, keyfi hareketleriyle tanınan “bey”leri sert bir şekilde hic-vetmiştir.

* İsmail Bey Kutkaşınlı (1806-1869)

Soylu bir alileye mensuptur. Rus askerî mektep-lerinde okumuş, 35 yıl Rus ordusunda subay olarak hizmet etmiş, topçu generalliğine ka-dar yükselmiştir.

Görevi sebebiyle Rusya’nın birçok yerlerinde bulunmuş, 1835’te Varşova’da, Fransızca yazdığıRechid-bey et Saadete- Chanime [Reşit Bey ve Saadet Hanım] adlı hikâye kitabını yayımlamıştır.

Seyahat hâtıralarını “Sefernâme” adlı -tam ele geçmeyen- Azerî Türkçesiyle yazdığı küçük bir kitapta topladı

Azerî edebiyatındaki yerini Reşid Bey ve Saadet Hanım adlı hikâyesine borçludur. Eserin baş kahramanları, o zamanki genç nesli temsil eder

Re-şid, soylu bir aileden olmasına rağmen, köylüleri seven, onların hür olmasını arzulayan bir gençtir. Saadet ise, merhametli, iyi bir kızdır. Devrin geleneklerine rağmen, evlene-ceği erkeği kendisi seçmek ister. Fakat, yine de babasına bağlıdır. İki genç, bazı hadise-lerden sonra birbirine kavuşur.

Eserin en önemli yanı, kadın hukuku bakımından taşıdı-ğı yeni fikirlerdir. Yazar, kadınların içinde bulunduğu durumdan dolayı, İslâmiyeti suç-lamaz.

XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Azerî Edebiyatı

1850’lerde, Rus istilasından yarım asır sonra, bütün Kafkasya gibi Azerbaycan’da da siyasî, sosyal ve iktisadî hayatta büyük değişiklikler ortaya çıkar

yeni düşünceler, yeni edebî türler görülür. Özellikle 1850’lerden sonraki yıllarda aydınlar arasında “maarifçi-demokrat” düşüncele-rin yaygınlık kazandığı görülür.

Cemiyette hüküm süren cahillik, gerilik, siyasî ve sosyal bozukluklara sert eleştiriler yöneltilir, Bu konuları işleyen edebî eserlerde istibdatla mü-cadele fikri işlenir, en geniş manada hürriyet arzusu, vatan ve millet sevgisi yüceltilir

Klasik Doğu ve Türk edebiyatından insan sevgisi, adaletsizliğe ve zulme karşı mücadele, halkçılık gibi düşünceleri devralır.

* Séyit Azim Şirvanî (1835-1888) (Azerî Türkçesinde “Séyid Ezim”)

XIX. yüzyılın en büyük şairidir. Lirik şiirleri, tesirli satirik manzumeleriyle şöhret kazanmıştır. Şiirlerinde “Séyyid/Séyid” mahlasını kullandı.

1856’da Necef, Bağdad ve Şam’da medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dön-dü. Bir din adamı olarak çalışmadı; mektep açıp öğretmenlik yapmaya başladı (1869-70)

Medreselerdeki alışılmış usullerden farklı olarak bu okulda çocuklara ilk önce anadille-rinde okuma yazma öğretilmesi, ayrıca tarih, coğrafya, matematik gibi dersler ve daha sonraki yıllarda da “Rusça” okutulması halk arasında çok yadırgandı

Halkı aldatan cahil dini adamlarını; Rus yönetiminin kendilerine verdiği imtiyazlar-dan şımarıp halka kötü davranan, zulm eden beyleri; rüşvetçi Rus memurlarını; adaletsiz-liği, çeşitli sosyal bozuklukları; dine karıştırılan hurafeleri açıktan açığa yeren mizahî şiir-ler söylemeye başladı. Bu yüzden yoğun baskılarla karşılaşsa da yılmadı.

Séyit Azim, zengin bir tâcirin yardımıyla Hacca gitti. Türkiye ve İran muhitlerini de yakından tanıdığı, bu yöreler hakkında sağlam bilgi sahibi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır

Şamaħı’da “Beytü’s-safâ” adıyla bir şairler meclisi kur-du. Şair olarak şöhreti kısa zamanda bütün Azerbaycan’a yayıldı ve kendisine “serâmed-i dövrân” (dönemin öncüsü) unvanı verildi. Hazır cevaplığı, güzel konuşması, kuvvetli ha-fızası, geniş bilgisiyle tanınmıştı.

1875’te Bakû’da yayımlanan Rusya Türklerinin ilk Türk gazetesi olan Ekinçi’nin ku-rucusuHesen Bey Melikzâde Zerdabî’yle de ilgi kurar, gazeteye manzum mektup, şiir-ler, yazar



Ekinçi’de yayımlanan şiirlerinde, “maarif-çi” ideallerden bahseder, cehaleti, hurfeleri sert bir dille eleştirir, halkın yeni mekteple-re ilgisini çekmeye çalışır

Ekinçi’den sonra Tiflis’te çıkartılan, Ziya, Ziya-yı Kafkaziyye, Keşkül gibi gazete ve dergilerdede aynı mahiyette şiirleri neşredilir.

Séyit Azim’in, tamamlayamadığı “Tezkire”sinde Türkiye, İran, Azerbaycan gibi geniş bir Türk coğrafyasına yer verilmesi dikkati çeker. Yine de “tezkire”deki Azerbaycan şairle-rinin, çoğunu Şirvanlılar ve Güney Azerbaycanlı şairler teşkil eder. Türkçe külliyatı, “Eser-leri” adı altında üç cilt hâlinde yayınlanır (Bakû, 1967-74).

Her şeyden önce halkın cehaletten kurtarılması için çocukların Usul-i Cedid mekteplerde, asrın ihtiyaçlarına göre, anadillerinde okutulması gerektiğini söy-lüyor, mekteplerde okutulacak ders kitaplarının çocukların anlayacağı sade bir dil-le yazılmasını istiyordu.

Örnek olarak Rebiü’l-Etfâl adını verdiği manzum ve mensur hikâyelerden, temsillerden meydana gelen bir ders kitabı yazmış; fakat, Rus sansürü izin vermediği için bastıramamıştır. Kitap, Sadi’ninGülistan’ı, Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ı ile yakınlık gösterir.

Mevlana’nın Mesnevî’sinden, Kelile ve Dimne’den yararlansa da, ay-nen çeviri yapmamış, Kitapta siyasî, sosyal, ahlakî meseleler hakkında çok güzel iş-lenmiş hikâyeler bulunmaktadır, Hikâyelerin sonunda anlatılan olaya ve maksada uy-gun atasözleri ve deyimlere yer verilmiştir

eğitim konusundaki düşünceleri, 1883’ten sonra bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak kadar geniş bir alanda faaliyet yürüten İsmail Gaspıralı’ya paraleldir.

Kafkasya ve Azerbaycan’daki Müslümanların “Şii” ve “Sünnî” olarak, Rusların da körüklemeleri neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini doğru bulma-mış, mezhep ayrımıyla mücadele eden şiirler yazmıştır

lirik şiirlerinde mutasavvıfane ifadeler görülse de tasavvufla alakası, sadece klasik şiir uslûbundan gelen tesirlere bağlıdır. Gazellerinde Fuzulî’nin etkisi görülmesi-ne rağmen, taklitçi bir şair değildir.

Sosyal, siyasî muhtevalı şiirlerinde açık anlaşılır dü-şünceler, hicivler sert bir dille ifâde edilmiştir

1840’ta Rus yönetimi Azerbaycan’da bazı “bey”lerin, toprak ağalarının imtiyazlarını kaldırır, halk arasında Çarlık aleyhinde hareketler ortaya çıkıp şikâyetler artınca Rus hükûmeti geri adım atar. “Bey”, “ħanzade” olduklarını ispat edebilenlere imtiyazlarının iade edileceği açıklanır.

Bazı açgözlü kimseler, bu komisyonlara para yedirerek “bey” olduklarına dair berat almayı başarır. Böylece gerçek sayının çok üstünde “bey”ler ortaya çıkar

bu hususta yazdığı manzumelerinde hadiseleri, şahısların gerçek adlarını da vererek kaleme alır. Rus memurlarının haksız kararları, rüşvete düşkünlükle-ri, “bey”lerin açgözlülüğü, sahtekârlığı çok sert bir dille hicvedilir

devrinin ilerici, maarifçi şahsiyetleri arasında özel bir yer tutar, şi-irleriyle modern edebiyatın ufuklarını genişletmesinde birinci derecede rol oynar…Yetiştirdiği öğrenciler arasında geleceğin satirik şairi ve modern şiirin gerçek kurucusu, Mirze [Elekber] Aliekber Sâbir

Modern Edebiyatın İlk Büyük Temsilcisi: Mirze Feteli [Feth Ali] Ahundzade (1812-1878)



Ahundzade, tiyatro yazarı, şair, edebiyat teorisyeni, mütefekkir ve reformisttir.

Babası Mirze Mehemmed Tağızâde, Tebriz civarındaki Hamine kasabasının soylu ai-lelerinden birine mensuptu. Annesiyle babası ayrılınca Feteli’yi annesinin amcası, ta-nınmış din adamı Ahund Ali Asgar, kendi yanında alıkoyarak tahsil ve terbiyesiyle biz-zat meşgul olur

Azerbaycan’ın birçok yerlerinde dolaşır, yayla ve köy hayatını yakın-dan gözlemleme imkânı bulur. Bu gözlem ve intibalarını daha sonra yazacağı eserlerde bilhassa, tiyatrolarında zengin bir malzeme olarak kullanır

Ali Asgar, Feteli’yi çok se-ver onu kendine evlatlık edinir. Bunun için Feteli “Aħundzade” olarak tanınmaya başlar. Resmî Rus vesikalarında ise “Aħundov” imzasını kullanır.

Gence’de Feteli, devrin tanınmış şair ve hattatlarından Mirze Şefi’yle tanışır. On-dan “nestalik” dersleri almaya başlar

Mirze Şefi, cahil, menfa-atperest din adamlarını “şarlatan” olarak kabul ediyordu, Hacdan dönen Ahund Ali As-gar, Feteli’nin medrese tahsiline devam etmeme kararını anlayışla karşılayarak onu 1834 yılında Tiflis’e götürür, Kafkasya Umumî Valiliğine müracaat ederek, Feteli’nin “Şark dil-leri mütercimi” vazifesine tayin edilmesini sağlar

Valilikte diplomatik yazışmaları kaleme alan masada çalışır, mahkeme evrakını, çeşitli kanunları tercüme eder. Bu bakımdan Çarlık yönetiminin siyasetini, devlet düze-nini çok iyi kavrar.

Tiflis’te çok geniş bir muhit edinmekte gecikmez, Rus devlet memurlarıyla, askerlerle, diplomatlarla -ki o zaman Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ın da Tiflis’te konsoloslukları vardı- Tiflis’e gelip giden yabancılar-la, Rus aydınlarıyla, Dekabristler gibi siyasî sürgünlerle de tanışır

1848 yılında Nasirüddin Şah’ın tahta çıkışı münasebetiyle Rus hükûmetinin İran’a gönderdiği heyete dâhil edilir

seyahat intibalarını daha sonra yazacağı ti-yatro eserlerinde ve Kemalüddevle Mektubları’ndakullanır

7 Mart 1849 tarihine kadar İran’da kalır memleketin ileri gelen devlet adamları, şairleri, sanatçıları ile görü-şür, İran’ın yönetimi hakkında bilgi edinir

1851’de S. Petersburg’daki Rus Coğrafya Cemiyeti'nin Kafkasya Şubesi’ne üye olarak kabul edilir. 1850’den itibaren tiyatro eserleri yazmaya başlar, bunları 1859’da Temsilat adıyla bastırır

1857 yılından itibaren, fikrî hayatının en büyük faaliyetlerinden biri olan “Alfabe” meselesiyle uğraşır. Arap harflerini ıslah amacıyla hazırladığı Farsça layihasını (projesini) Türkiye, İran ve Rusya’nın önde gelen devlet adamlarına gönderir

Kanatince İslâm dün-yasının geri kalmasının, cehalete boğulmasının esas sebebi; okunması ve yazılması çok zor olan Arap alfabesidir.



1863’te Rus yönetiminden izin alarak İstanbul’a gelir. Arap harflerini kendi esasları içe-risinde ıslah etmeyi düşündüğü layihası, Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’de Münif Efen-di (Paşa’nın)’nin ve kendisinin de hazır bulunduğu bir komisyonda görüşülür.fakat reddedilir.

Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye’ye Temsilât’ını da takdim etmiştir, bu eser de toplan-tıda görüşülür; edebî bakımdan yararlı olduğu belirtilerek Osmanlı Türkçesi’ne “tebdili” kararlaştırılır

kendisi de sonraları Münif Paşa’ya bir mektup yazarak İstanbul’da tiyatro binası yapılmakta olduğunu öğrendiğini, eserlerinin bu tiyat-roda sahnelenmesini rica eder. Temsilât’ın Türkiye Türkçesine çev-rilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirir.

İstanbul’dan hayal kırıklığı ile ayrılır; fakat, alfabe ıslahı konusunda-ki çalışmalarından vazgeçmez

Latin harflerine geçme fikrini ilk defa 1873’te İstanbul’daki “Hakaik” gazetesine yazdığı bir mektubunda açıklar; iki projeden bahseder; biri Arap harf-lerini ıslah etmek, ikincisi Latin harflerine dayalı yeni bir alfabe kabul etmek şeklindedir.

Aħundzade’ye, edebiyat tarihi ve Azerbaycan’ın sosyal-siyasî hayatında mühim bir mevki kazandıranTemsilât’taki komedileri, “Alfabe layihası”, “Kemalüddövle Mektubları” ve edebî, dinî, sosyal, siyasî konulardaki tenkitleridir

temel prensip ola-rak pozitif düşünceyi, akıl ve mantığı mutlak ölçü olarak ele aldığı görülür

1850-55 yılları arasında 6 komedi ;

*Hékâyet-i Molla İbrahimhelil Kimyager , * Hékâyet-i Mösyö Jordan Hekim-i Nebatât

*Derviş Mestelişah Câdûgûn-ı Meşhur, *Hékâyet-i Vezir-i han-ı Lenkeran

*Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan , *Hékâyet-i Merd-i esis Hacı Ġara

*Mürafie Vekillerinin Hékâyeti (bunları rus sansürü geciktirir)

Hikaye; Hékâyet-i Yusuf Şah (veya Aldanmış Kevakib)

bütün bu eserlerini Temsilât adıyla Tiflis’te bastırır (1859). Sansürden izin beklerken komedilerini Rusçaya da çevirir. Temsilât Türkler ve Müslümanlar arasında yazılan ilk tiyatro eserleri olur.

bu piyesleriyle kudretli bir dramaturg olarak karşımıza çıkar. Piyesler-de tenkit hedefi olarak seçilen tipler, sosyal meseleler, onda büyük bir müşahede kudre-ti ve tahlilci bir zeka olduğunu gösterir

Komedilerinde; sosyal bozukluklar, hurafeler, câhil din adamları ve çıkarcı derviş-ler, saf, bilgisiz köy kadınları, eşkıyalığı yiğitlik gösterisi zanneden oba delikanlıları, “eski günler”deki talancılık, eşkiyalık ve hırsızlığın özlemini çeken “bey”ler, hanlık devrinde-ki saray entrikaları ve idarecilerin adaletsizliği, Tebriz’deki dava vekillerinin hilekârlık ve dolandırıcılığı, İran ve Rus hükûmetlerinin zulmü, halka karşı acımasız tutumları, bu pi-yeslerde çok sert bir şekilde -bazan üstü kapalı- olarak tenkit edilir ( bu yüzden rus sansürü)

tiyatroyu, cemiyeti terbiye etmek, kötü alışkanlıkları, sosyal bozuklukla-rı, insan tabiatındaki kötü ihtirasları ortadan kaldırmak yolunda yararlı bir vasıta görür

Yazılış tarihinden bir buçuk asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen, piyesleri, bu-gün bile değerini korumakta, sahnelerde ilgiyle seyredilmektedir

düşüncelerini, görüşlerini derli toplu bir şekilde fikrî bir eser olan “Ke-mallüddövle Mektubları”nda görmek mümkündür;

Tiflis’te 1866-1867 yıllarında kaleme alınmıştır. Esas itibariyle Ahundzade’nin hayalinde canlandırdığı iki şahsın (İran şehzadesiyle Hin-distan şehzadesinin) birbirlerine yazdıkları mektuplardan ve bu mektuplara başkalarının verdiği cevaplardan ibarettir

bu eserini; Voltaire’in “İngilizler Hakkında Mektuplar” veya “Felsefî Mektuplar”ıyla Montesquieu’nün “Acem Mektupları” adlı eserlerin etkisinde kalarak yaz-dığı düşünülebilir.

Kemalüddevle Mektubları,;üslup ve kurgusu bakımından Voltaire’in eserine daha yakındır. Tabiî olarak Voltaire Hristiyanlığa, Aħundzade ise İslâmiyete hü-cum etmiştir.

herşeyden önce böyle bir eser yazmaya sürükleyen, “dinin in-san cemiyetinin ilerlemesine, yükselmesine ve gelişmesine mâni olduğu” yolundaki ka-naatidir.

İnkılapçı düşünür kişiyi, düşünmeye sevkedecek sert ve acı uyarıların gerekli olduğuna inanmıştır. Komedilerini, birçok mektubunu, özellikle Kemalüddevle Mektubları’nı bu sebeple yazar

Açık fikir tartışmalarının, ilerleme ve yük-selme için birinci şart olduğunu düşündüğünden, bu mektupları sözü edilen tarzda ya-zıp, tanıdıklarına nüshalarını çoğaltarak göndermiş, İslâm dünyasında din, cemiyet, insan hakkında, genel bir tartışmayı başlatmak istemiştir.

Kendi deyimiyle o, İslâm dünyasın-da “protestanizm emele getirmek” (gerçek bir reform yapmak) istiyordu

Bu eserde sadece dinî problemler ele alınmış değildir. Onların yanında sosyal, siyasî, ahlakî meselelere de geniş yer verilir. Hürriyet, demokrasi, kadın hukuku, mektep-maarif meseleleri, ekomomik problemler vs. de tartışmaya açılır

Şarkı bir bütün olarak düşünür. Onun nazarında Şark, İslâm ülkelerinden, Türkiye, İran, Hindistan ve -kısmen- Rusya’dan ibarettir. Fransız ihtilalini, ihtilalcilerini ve ihtila-lin mütefekkirlerini çok iyi tanır

Halkın kendi kendini idare edeceği demokratik, adaletli bir idarenin has-retini çeker. Cemiyeti düzenlemek için medenî kanunların zarurî olduğunu bildirir. Halk devleti “kanun-i esasî”ye (anayasaya) sahip olmalıdır

İnkılapçı mütefekkirde “millet” kavramı yoktur; bütün Müslümanları bir “halk” ola-rak görür. Nazarında bir İranlı ile Azerbaycanlının veya bir Türkiyelinin hiçbir farkı yok-tur

Ömrünü “Elsine-i Selase” mütercimi, tercümanı olarak geçiren bir kimsenin bu hususu bilmemesi imkânsızdır. (Elsine-i Selase: Türkçe, Arapça ve Farsça için kullanılan klişeleşmiş bir tabir.)

Çağındaki Rus yönetiminin zulmünü, bozuk düzenini açıktan açığa tenkit etmekten çekinir. Zaten o dönemde bir Rus memurunun bunu yapması da imkânsızdır

eser-lerinde zaman ve zemini değiştirerek bu eksiğini telafi etmenin yolunu bulur. Mesela; Mü-rafie Vekilleri, Lenkeran hanının Veziri ve Aldanmış Kevakib’

İran’da tiyatro eserleri yazan ve yazdıklarını değerlendirmesi için Ahundzade’ye gönderen Mirze Ağa han’ın, açıkça İran devletini ve vezirleri piyeslerinde tenkit ettiğini görünce onu uyarmıştır

ansiklopedist bir şahsiyettir. Devrinin birçok meseleleri hakkında fikir-lerini söylemiş, eleştirmiş, bazen de çözüm yolları tavsiye etmiştir

Rusya ve İran’daki Türkler arasında, modern edebiyatın nazarî meselelerine önem vermiş ve bu konulardaki düşüncelerini bilinçli olarak kaleme almış ilk şahsiyettir.

Edebî, tenkidî me-seleler hakkındaki değerlendirmelerini, nazarî görüşlerini;

*Féhrist-i Kitap (1859, *Temsilât’ın önsözü), *Nazm ve Nesr Hakkında (1862),

* Tenġid Risalesi (1862), * Hékâyet (1865) *Kritika (1871 İran’da çıkan Millet adlı gazete için yazılmıştır)

Mirze Ağa’nın Piyesleri Haġġında Kritika (1871). Ayrıca Kamalüd-dövle Mektubları’nda da yerli geldikçe edebî meselelerden söz eder

realist bir sanat görüşüne sahiptir. Realist bir eserde en belirgin özellik olarak “satirik” hüviyeti öne çıkarır

Piyesleri sebebiyle tiyatro sanatından daha geniş olarak söz eder. Kendisinin Türk-İslam dünyasında ilk tiyatro eseri yazan şahıs olduğunun bilincindedir

Şarka hâkim olan cehâlet ve batıl inançlardan, kötü alışkanlıklardan, menfaatçilikten insanları kurtarmada tiyatro eserlerinin önemli bir rol oynayabileceğini düşünür

Piyeslerin açık, anlaşılır bir dille yazılmasını, içlerinde ahlâka aykırı sözler ve hareketlerin bulunmamasını teklif eder

XIX. asırda Azerbaycan edebiyatının en büyük edebî-fikrî şahsiyetidir. Değeri yüksek eserler ortaya koymuş, yeni edebiyatın temelini atarak kendisinden son-ra gelenleri büyük ölçüde etkilemiştir

Azerbaycan’da Tiyatro (XIX. Yüzyılda Oluşumu ve Gelişmesi)

Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da tiyatronun ortaya çıkışı, her şeyden önce Avrupaî hayat tar

Bakû ise 1860-1880’li yıllardan sonra pet-rol sanayinin gelişmesine bağlı olarak süratle değişip Avrupaî bir şehir niteliği kazanır.

Tiflis’te prenslerin, asilzâdelerin, büyük devlet memurlarının konaklarında bu bölge aha-lisinin yabancı olduğu yeni bir yaşama biçimi hâkim olmuştu

Müslümanlar -ki bunların büyük bir çoğun-luğu Türklerdi- bu hayata uzun zaman yakınlık duymadılar; bu hayatı “kâfir”lerin yaşama biçimi olarak kabul ettiler

Tifliste genel vali Knyaz (Prens) Vo-rontsov 1849-1851 yılları arasında bir tiyatro binası yaptırır ve maiyetinde çalışan Türk, Gürcü, Ermeni aydınlarını tiyatro eserleri yazmaları için teşvik eder

Mirze Fe-teli Ahundzade, 1850’den itibaren altı komedi ve bir hikâye yazar Rus sansürü komedilerini Azerbaycan Türkçesiyle bastırmasına izin vermez.

onları Rusçaya çevirmeye başlar,1851’den itibaren bu Rusça çevirileri, Türkçelerinden daha önce Tiflis’te Rusça yayımla-nan “Kavkaz” adlı gazetede art arda neşredilir.

Azerbay-can Türkçesiyle kaleme alınan, Azerbaycan’ın bu ilk tiyatro eserleri, önce Rusça basıldık-ları gibi, sahneye de önce Rusça ve Ruslar tarafından konuldular

Ahundzade’nin Rus-ça sahneye konulan ilk eseri “Mösyö Jordan”dır. 1851 yılı mart ayı içerisinde Petersburg’da asilzâdelerden birinin evinde düzenlenen müsamerede sahnelenir ve büyük bir ilgiyle kar-şılanır

İkinci olarak Hékâyet-i hırs-ı Ġuldurbasan, 31 Ocak 1852’de Tiflis’te yine Rusça oynanmış,Ahundzade de seyirciler arasında yer almıştır

Ahundzade’nin komedileri, Rusya başta olmak üzere Fransa, İn-giltere gibi memleketlerde de sahnelenir. XIX. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa’da en çok tanınan şarklı yazardır.

Yazar, komedilerinin ana dilinde sahneye konulması için gayret sarfetmesine rağmen, onun bu isteği yaklaşık yirmi yıl sonra gerçekleşir.

23 Mart 1873 tarihinde Bakû’da meş-hur gazeteci Hesen Bey Melikzade Zerdabî ve geleceğin tiyatro yazarı, Necef Bey Vezirli (1854-1926)’nin yönetiminde “Bakû Réalni Mektebi”nin öğrencileri, “Lenkeran hanının Vezirî”ni sahneye koyar. Böylece Azerbaycan tiyatro sahnesi de açılmış olur

1880 yılından sonra tiyatro faaliyetlerinde bir canlanma görülür. Özellikle “Gori Muallim Mektebi”ni bitiren genç öğretmenler, gittikleri yerlerde öğrencilerini başları-na toplayarak çeşitli eserleri sahneye koyar. 1880 yılında ilk profesyonel denilebilecek “Dram Cemiyeti” Nahçivan’da kurulur. (öğretmenlerden oluşur)

(Gori Muallim Mektebi veya Gori Seminaryası”: Rusların 1876’da Tiflis yakınlığındaki Gori şehrinde, ilkokullara öğretmen yetiştirme amacıyla kurdukları okul. Bu okulun Azerbaycan bölümü 1879’da açılmıştır)

hem Rusya’nın değişik yörelerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerin-den gelen -çoğunluğu işçi- çeşitli meslekten insanlarla, Rus yönetim ve askerleriyle, epey-ce güçlü olan Ermeni kolonisiyle, şehir kozmopolit bir hüviyete bürünmüştü

Bakû pet-rollerinin yarattığı iş olanakları her ırktan insanı kendine çekiyordu, Bakû’da kültür ve sanat hayatı da süratle gelişti. Azerbaycan kültür ve basın hayatının merkezi artık Kafkasya Umumî Valiliği’nin başkenti Tiflis değil, Bakû idi.

Gazeteler Bakû’da çıkmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet ka-zandı.

Rus meşrutiyeti (1905), ardından gelen İran meşrutiyet hareketleri (1906-1911) veTürkiye meşruti-yeti (1908), İslamcılık, Türkçülük, sosyalistlik, Batıcılık gibi politika ve kültür anlayışları Azerbaycan’ı derinden etkilemeğe başlamıştı. Bu çerçeve içinde tiyatro da gelişimini bü-yük bir hızla sürdürüyordu.



İlk tiyatro binası 1858’de Şamahı’da inşa edilmişti ama, 1880’de Bakû’da Hacı Zeynela-bidin Tağıyév tarafından yaptırılanı Azerî tiyatrosunun gelişiminde çok önemli bir rol oynadı.

Bakû petrol zenginlerinden Mayılov’un yaptırdığı tiyat-ro binası izledi.

1880’li yıllardan itibaren Azerbaycan tiyatrosunun ve sahnesinin gelişmesinde H. Zerdabî, Necef Bey Vezirli, S. M. Ġenizade, N. Nerimanov gibi aydınlar büyük rol oy-nadı. Bunların bazısı hem aktör hem rejisör hem de piyes yazarı olarak birkaç işi bir-den yapıyorlardı.

* Necef Bey Vezirli (1854- 1926)

Ahundzade’den sonra ikinci tiyatro yazarı piyeslerinde Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel problemleri realist bir şekilde işle-nir.

şehir hayatını, tüccar ve zengin sınıfın yaşantısını ele alan bu piyeslerde, sözü edilen zümrelerin ahlâken yaşadığı buhranlar, kendi milletine yabancılaşması, toplumdan kopuşu, geniş halk yığınlarının dertlerinden uzak, sorumsuz bir hayat yaşaması acı bir is-tihza ile tasvir edilir.

1896’da ilk trajedi (facia) olan; Müsibet-i Fahreddin

Diğer piyesleri;

*Év Terbiyesinin Bir Şekli (1875), * Gemi Lövbersiz Olmaz (1876),

*Daldan Atılan Daş Topuğa Deyer (1890), *Sonraki Pişmanlık Fayda Vérmez (1890),

*Adı Var Özü Yoh (1981), *Yağışdan Çıhdıġ Yağmura Düşdük (1895),

*Pehlivan-ı Zemâne (1898-1900)



*eserlerin dışında yazarın tercüme ve tebdil (adapte) piyesleri de vardır.
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
5.ÜNİTE



TÜRKMENLER VE TÜRKMEN ADI



Ì Türkmen adı ,tarihte ilk defa, 11. yüzyılda yazılan Divânü Lûgâti’t-Türk’te geçer.

Ì Türkmen adı , Kâşgarlı’ya göre, Büyük İskender’in Türk coğrafyasında, Balasagun’da ikâmet eden yirmi dört kişiye Farsça “Türkmânend” (Türk’e benzer) demesiyle ortaya çıkmış ve daha sonra bu Türk boyu bu isimden dolayı Türkmen adıyla anılmıştır.

Ì 11. yüzyıldan önceki dönemlerde gerek Türk diliyle yazılmış eserlerde gerekse yabancı kaynaklarda Türkmen ismine rastlanmaz.

Ì Türkmen adı ve boyu, Reşideddin’in Camiü’t-Tevârih adlı eserinde ve Ebu’l-gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime adlı eserinde “Tacikler onlara Türkmânend dediler” kaydıyla, benzer bir rivayete dayandırılarak geçer.



Ì Tarihî kaynaklarda halk etimolojisine bağlı olarak Farsça “Türkmânend” isminden geldiği ifade edilir.

Ì Türkmen adının etimolojisi hakkında ileri sürülen görüşlerden en fazla kabul gören görüş, Jean Deny tarafından ifade edilmiş olan Türkmen kelimesinin Türk ismi ile eklendiği sözcüğe “büyüklük ve mübalağa” anlamları katan –man/-men ekinden meydana geldiği şeklindeki görüştür.

Ì Deny’nin bu görüşü kabul görse de, katılmayan araştırmacılar vardır. Bunlardan Nemeth ve Pritsak, -man/-men ekinin “büyüklük ve mübalağa” eki olduğunu kabul etmiş ama Türkmen kelimesinin etimolojisi ve anlamı üzerine kesin hüküm vermekten kaçınmışlardır.

Ì İbrahim Kafesoğlu , “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti” adlı makalesinde, Türkmen kelimesinin etimolojisi ve anlamı üzerinde durmuş , -man/-men ekli sözcükleri sıralamış ve Türkmen adının bu ekle yapılmış bir isim olduğunu, “halis, asil, büyük, üstün, sağlam Türk” anlamına gelmiş olabileceğini iddia etmiştir.



Ì Türkmen adının hangi tarihsel ve sosyal şartlarda ortaya çıktığı konusu da araştırmacılar tarafından ele alınmıştır.

Ì Türk tarihi literatüründe Oğuz ve Türkmen adlarının belli bir Türk boyunun iki ayrı adı olduğu kabul edilmiştir. Kâşgarlı Mahmud’un DLT’te “Oğuz Türkmenleri” ya da “Türkmen Oğuzlar” şeklinde iki adı bir arada kullanmış olması , bu düşünceyi teyit etmektedir.

Ì Türklerin Oğuz boyuyla ilgili olduğu düşünülen Türkmen adının ortaya çıkışıyla ilgili iki görüş bulunur:

1) İlk defa Fuad Köprülü tarafından ifade edilen görüşe göre Türkmen adı, 11. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmiş olan Oğuzlar için kullanılmıştır. Buna göre 11. yüzyıla kadar aynı adla anılan; ancak bu yüzyılda İslamiyet’i kabul etmiş olan Oğuzların bir kısmı Türkmen adını almıştır.

2) İbrahim Kafesoğlu , din değiştirmenin boyun adının değişeceği anlamına gelemeyeceği, aksine Türk tarihinde farklı dinleri kabul eden Türk boylarının isimlerinin değişmediğini, kimliklerini dahi kaybederek Türklükten çıkan eski Türk boylarının eski adlarını kullanmaya devam ettiklerini ileri sürer ve Türkmen adının daha farklı ortamda yaratıldığını düşünür. Kafesoğlu’na göre Türkmen adı, Karlukların en kudretli zamanlarında kullandıkları siyasi bir terimdir . Ona göre nasıl Türk boyları arasında Kök Türk adlı bir boy olmadığı hâlde, bu isim ihtişamı ifade etmek üzere kullanılmışsa, Karluklar da aynı ihtişamı ifade etmek üzere aynı anlam ve mahiyet ile Türkmen tabirini kullanmışlardır.



Ì İfade edildiği ilk zamandan beri tarihî kaynaklarda Türkmen adı Oğuzlarla birlikte anılmış, Oğuz ve Türkmen adları iç içe olmuştur.

Ì Orta Asya’daki Türk toplulukları bir arada yaşadıkları ve aynı kaderi paylaştıkları için, Türkmenistan’ın tarihi, diğer Türk topluluklarının tarihinden bağımsız değerlendirilemez. Bu bakımdan Türkmenistan tarihi ile Orta Asya tarihi iç içedir.



Ì Türkmenlerin tarihi, Selçuklu Devletinin tarihi ile de doğrudan ilgilidir.

Ì Bazı Oğuz boylarının İslamiyet’i kabul etmesi, Selçuklu Devletini kuracak olan Selçuk Bey’in bu boyları koruması ve daha sonra Horasan ve Hazar civarında kendi adıyla büyük Selçuklu Devletini kurmasıyla Türkmenler, tarih sahnesinde yer almaya başlamışdır.

Ì Selçuklu Devleti tarihi Türkmen tarihi ile doğrudan ilgilidir. Buna göre Türkmen boylarından bir kısmı, Azerbaycan ve Anadolu’ya göç ederken; diğer bir kısmı Maveraünnehir, Horasan ve Mangışlak bölgesinde kalmıştır.



Ì Hazar denizinin doğusunda kalan Türkmen boyları, ilk önce Moğolların, ardından da Timurluların hakimiyeti altında yaşamış sonra Kalmukların saldırıları karşısında Köpetdağ civarına çekilmişler, bu bölgede güçlenmişlerdir. Bu bölgede de Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han ve İran şahı Nadir Kulu Han ile mücadelelere girişmişler, Hive Hanlığı ve İran Şahlığının baskıları karşısında Merv bölgesine çekilmişler ve burada daha rahat bir hayat sürmüşlerdir.



Ì 1860 yılından itibaren bağımsız bir hayat sürmeye başlayan Türkmenler, Rusların 1879 yılında Türkmenistan’ı işgal etme teşebbüsleri karşısında direnç göstermişlerdir . Göktepe kalesi ve civarında yapılan savaşlarda büyük kayıplar verdikten sonra Ruslara boyun eğmek zorunda kalmışlardır.

Ì Yetmiş yılı aşkın bir süre Sovyetler Birliği yönetimi altında yaşamış olan Türkmenler, 27 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.



Ì Bugün Türkmenistan’da çeşitli Türkmen boyları yaşamaktadır. Bu Türkmen boyları; ÇOVDUR, ERSARI, SALIR, SARIK, TEKE VE YOMUTLAR’DIR.



TÜRKMENİSTAN COĞRAFYASI

Ì Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan, batıda Hazar Denizi, güneybatıda İran, güneydoğuda Afganistan, kuzeybatıda Kazakistan ve kuzeydoğuda Özbekistan ile çevrelenmiştir.

Ì Ülkede, büyük çoğunluğu Türkmenler oluşturmakla birlikte, Azeriler, Karakalpaklar, Kazaklar, Özbekler, Tatarlar ve Ruslar da yaşamaktadır.



TÜRKMEN TÜRKÇESİ

Ì Türkmenler, Türklerin Oğuz boyundandır.

Ì Uzun bir süre Çağatay ve Kıpçak sahası Türk boylarının arasında kaldıkları için, dil özellikleri bakımından diğer Oğuz boylarından farklı özellikler gösterirler.

Ì Türkmen Türkçesi, bir taraftan Oğuz Türkçesinin özelliklerini barındırırken , diğer taraftan diğer Oğuz boylarının diyalektlerinde görülmeyen, Doğu Türkçesini karakterize eden özellikleri de bünyesinde taşımaktadır.

Ì Türkmen Türkçesi, diğer Oğuz diyalektlerinden farklı özellikler göstermekte; buna karşılık Oğuz grubu Türk lehçeleri arasında değerlendirilmektedir.



TÜRKMEN EDEBİYATI

Ì Türkmenlerin 20. yüzyılın başlarına kadarki edebî eserleri halk edebiyatı ürünleri ve klâsik şiirden meydana gelir.

Ì 20. yüzyılın başlarından itibaren çağdaş edebî türlerde eserler vermeye başlarlar.

Ì Türkmen edebiyatı üç ana başlık altında ele alınır:

1) Türkmen Halk Edebiyatı,

2) Klâsik Türkmen Edebiyatı,

3) Çağdaş Türkmen Edebiyatı.



TÜRKMEN HALK EDEBİYATI

Ì Türkmen edebiyatının ilk yazılı ürünleri 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Ì Ancak , Tarihî ve çağdaş bütün Türk boylarının edebî mahsûllerinde olduğu gibi Türkmenlerin de çok eski ve köklü sözel ürünleri bulunmaktadır.

Ì Tarihin derinliklerinden bugüne ulaşan şarkılar, türküler, masallar, atalar sözü ve destanlar vb. kimi metinler, Türkmenlerin halk edebiyatı ürünlerindendir. Bunlar arasında “aydım” denilen türküler Türkmen halk edebiyatı içinde önemli bir yer tutar.

Ì Türkmen halk edebiyatı ürünlerinde daha çok halkın yaşayış tarzı, örf ve adetleri, toplumsal sevinçleri ve hüzünleri gibi konular işlenmiştir.

Ì Türk halk edebiyatı açısından eşsiz bir kaynak olan DLT’teki kimi atalar sözü örneklerinin diğer çağdaş Türk edebiyatlarında olduğu gibi Türkmen edebiyatında da bazı değişikliklerle varlık göstermesi, bu örneklerin Türkmen halk edebiyatının ilk ürünleri olarak değerlendirilmesine yol açmıştır .



Ì Türkmen halk edebiyatının belli başlı türleri şunlardır ;

1) Destanlar

2) Erteki

3) Atalar sözi

4) Matallar [bilmeceler]

5) Aydımlar [şarkı ve türküler]

a) Erkeklere mahsus aydımlar

® Halk aydımları

® Ölengler

® Toy aydımları [düğün aydımları]

b) Kızlara / kadınlara mahsus aydımlar

® âgı [ağıt]

® hûdi [ninni]

® şahir kızları ve aydımları

® çuval kızlar aydımları [genç kadınların şarkıları]



Ì Monçukatdı [Türkmen gelin kızlarının Nevruz’da oyun sırasında söyledikleri aydımın adıdır. Kızlar kendilerine uğur getireceğini sanarak monçukatdı yaparlar.]

1) Leleler [kız türküleri]

2) Kadın ve kızların iş aydımları

3) Dua aydımları

4) Toy aydımları [düğün şarkı ve türküleri]

c) Çocuk aydımları

® Sanavaçlar

® Çocuklara mahsus bazı aydımlar.

Ì Bunların dışında Türkmen halk edebiyatı ürünleri arasında sadece belli zamanlarda söylenen şiir, şarkı ve türküler de vardır:

1) Yâ Ramazan [Ramazan ayının 15. gecesi, belli merasimle söylenen şiir.]

2) Süt Kazan [Yağmur yağmadığı zaman merasimle söylenen şiir.]

3) Zikir Aydımı [dinî merasimde söylenir.]

4) Yomaklar ve Değişmeler [Mizah ve fıkralar.].



KLÂSİK TÜRKMEN EDEBİYATI (18.-19. YÜZYILLAR)



Ì Kaynağını halk kültüründen alan mensur eserler hariç tutularak 18. ve 19. yüzyıllara ait Türkmen edebiyatı , şiir türünde gelişmiştir.

Ì Bu yüzyıllarda şairler daha çok aşk ve sevgi temalı şiirler yazmışlar, sosyal meselelere fazla temas etmemişlerdir.

Ì 18. ve 19. yüzyıllarda yazılmış çoğu şiir tarzındaki eserler, Klâsik Türkmen Edebiyatı başlığı altında değerlendirilir. . Zira bu yüzyıllarda yazılmış şiirler, hem şekil hem de muhteva bakımından 20. yüzyıldan itibaren yazılmış çağdaş şiirlerden ve diğer edebî türlerden farklıdır.



18. YÜZYIL ŞAİRLERİ

Ì Oldukça zengin bir sözlü edebiyat külliyatına sahip olan Türkmenler, gerçek anlamda ilk eserlerini 18. yüzyılda vermeye başlar.

Ì Bu yüzyıldan önce de çeşitli eserler vermiş olan Türkmen yazarlar olmakla birlikte, Türkmen diyalektiğinin eserlere yansımaya başladığı 18. yüzyılı Türkmen edebiyatının başlangıcı kabul ederiz.

Ì Daha önceki yüzyıllarda Türkmen yazar ve şairlerinin yazdıkları eserler, Çağatay yazı dili geleneğine bağlıdır.

Ì 20. yüzyılın başlarına kadar, 18. ve 19. yüzyıllarda yazılmış manzum eserlerin klâsik Türkmen şiirinin örnekleri olduğu kabul edilir.

Ì Klâsik Türkmen şiirinin ilk örneklerini 18. yüzyılda Magtımgulı vermiştir.

Ì Tarihsel Türk edebiyatının ortak mirasçılarından biri olan Türkmen edebiyatı, kendine münhasır eserlerini 18. yüzyılda vermeye başlamıştır.

Ì Eserlerinde dönemin sosyal olaylarına da kayıtsız kalmayan ve Türkmen halkının geleceği için eserler veren 18. yüzyıl yazarları, bu yüzyılda Türkmen edebiyatına klâsik bir mahiyet kazandırmışlardır.



Ì 18. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ ŞAİRLERİ .

Ì NURMUHAMMET ANDALIP , DÖVLETMEMMET AZADÎ , ŞEYDAYI , ŞABENDE , MAGTIMGULI , MAGRUBÎ , MAGTIMGULI



MAGTIMGULI

Ì Türkmen edebiyatı gerçek anlamda 18. yüzyılda başlar.

Ì 18. yüzyıl şairi Magtımgulı ,Türkmen dilinin edebî dile dönüşmesinde bir mihenk taşıdır.

Ì Türkmen edebiyatının ilk temsilcisidir.

Ì Magtımgulı, Türkmen halk edebiyatı mahsullerinden de istifade etmiş , şiirlerinde genellikle Türkmenlerin millet ve vatana bağlılıklarını işlemiştir.

Ì Vatan sevgisi ve kahramanlık konularını işlediği şiirleri = > Çovdurhan Üçiin “Çovdurhan İçin”, Öngi Ardı Bilinmez “Önü Arkası Bilinmez”, Neyleeyin “Neyleyeyim” ..Magtımgulı’da, Göroğlı Destanı’nın tesiri de görülmektedir.

Ì Magtımgulı’nın Göroğlı Destanı’ndan etkilendiğini açıkça gösteren şiiri Gidici Bolma “Gidici Olma” adlı şiiridir.

Ì Magtımgulı, yazdığı şiirlerle hem Türkmen dili ve edebiyatının kurucusu kabul edilmiş hem de kendisinden sonra gelen şairlere tesir ederek etkisini uzun süre devam ettirmiştir.

Ì Magtımgulı’nın , Türkmenlerin millî birlik ve beraberliğini pekiştiren konuları ele aldığı şiirleri = > İil Yağşı “Millet İyi”, Döker Bolduk Yaaşımız “Gözyaşımızı Döker Olduk”, Gımmat Yağşıdır “Kıymet İyidir”, Depe Nedir Düz Nedir “Tepe Nedir, Düz Nedir”

Ì Magtımgulı, kendisinden sonra gelen Seydi, Zelili, Mollanepes, Mätäci ve Talıbi gibi Türkmen şairlerine tesir ettiği gibi, diğer çağdaş Türk edebiyatlarını da etkilemiş büyük bir şairdir.



DÖVLETMÄMMED AZADÎ

Ì Devleti idare eden / edecek hükümdarlarda olması gereken vasıfları anlatan Vağzı-Azaat adlı didaktik eserinde Firdevsî, Nizamî, Sadî ve Nevaî gibi büyük şairlerin eserlerinden etkilenmiş, kalemi güçlü bir şairdir.



NURMUHAMMED ANDALIP

Ì Türkmen edebiyatının koşma, muhammes, müstezad gibi türlerinde şiirler yazmıştır.

Ì Türkmen halkının tarihinden ve hayatından esinlenerek yazdığı Oğuznama ve Risale-i Nesime manzumelerinde oldukça başarılıdır.

Ì Oğuznama adlı manzumesinde Oğuz tarihi hakkındaki rivayetleri ele almıştır.

Ì Sagdı-Vakgas ve Kıssa-i Fırgun mesnevilerinde bazı yenilikleri de getirmiştir. Bu eserlerde şiirin ezgili koşuk türünü kullanarak, eserlerin halk tarafından anlaşılmasını sağlamıştır.

Ì Andalıp, Yusuf-Züleyha, Leyli-Mecnun, Babarevşen ve Zeynelarap mesnevilerini hem halk şiiri türlerinden koşuk hem de klasik şiir türlerinden gazel, muhammes, murabba, müseddes gibi şekilleri kullanarak yazmıştır.

Ì Andalıp, Nevaî’nin gazellerine Ey Köngül “Ey Gönül”, Huub “Uyku”, Oon Sekiz Yaşındadır “On Sekiz Yaşında” başlıklı tahmisleri; Fuzulî’nin gazellerine ise Yanmaz mı ve Aavaaralar adlı tahmisleri yazmıştır.



MAGRUBÎ

Ì Konusu aşk olan Seypelmelik-Methal Cemaal “Melikin Kılıcı – Güzelliğin Övgüsü” adlı bir destana sahip olan önemli bir şairdir.

Ì Özbek ve Türkmenlerin ortak düşmanlarına karşı mücadelelerinin anlatıldığı ve gerçek kişiler ve olaylardan hareket edilerek yazılmış olan Dövletyar adlı önemli bir destanın da yazarı olarak tanınmaktadır.



19. YÜZYIL ŞAİRLERİ



Ì 19. yüzyıl Türkmen edebiyatında şiir dili artık belirli kaideler etrafında şekillenir.

Ì Bu yüzyılın şairleri, sevgilinin hasretini ele alan, dış güzelliğini tasvir eden bir anlayış ile Türkmen edebiyatına lirizmi yerleştirmiştir.

Ì 19. yüzyıl Türkmen edebiyatı, çeşitli sosyal olayları genel ve mecazî ifadelerle ortaya koymak yerine daha açık ve kesin bir dille anlatmıştır.

Ì 19. yüzyıl Türkmen edebiyatında aşk ve sevgi konularının yanı sıra millî ve ahlakî konular da hâkimdir.

Ì 1858-1859 yıllarında İran’ın Garrıgala’yı ve ardından 1860-1862 yıllarında Saragt’ı; Rusların ise 1879-1881 yıllarında Göktepe’yi işgal etmesi, 19. yüzyıl Türkmen edebiyatına da tesir etmiş, dönemin yazar ve şairleri eserlerinde bu olayları ele almışlardır. Mesela Abdısetdar Kazı, Cengname adlı eserinde; Dovan, Misginğılıç, Mätäci gibi şairler de çeşitli şiirlerinde bu savaşları işlemişlerdir.

Ì 19. yüzyıl Türkmen edebiyatında, genellikle devrin sosyal ve siyasî olaylarının sebep olduğu vatan sevgisi ve kahramanlık temaları işlenmiştir.

Ì 19. yüzyıl Türkmen edebiyatı, daha önceki yüzyılda eserler veren şairlerin, bilhassa Magtımgulı’nın benimsediği edebiyat anlayışını benimseyen şairler eliyle gelişme göstermiştir. Dolayısıyla bu yüzyılda klâsik Türkmen edebiyatı geleneğine bağlı çok sayıda şair yetişmiştir.



Ì 19. YÜZYILIN ÖNEMLİ TÜRKMEN ŞAİRLERİ,

Ì SEYİTNAZAR SEYDÎ , MEMMETVELİ KEMİNE , GURBANDURDI ZELİLÎ , MOLLANEPES , TALİBÎ , DOSMÄMMET , MÄTÄCİ ,ZINCARI ,BAYİİ ŞAHIR ,MİSĞİNĞILIÇ , AŞİKÎ ,ABDISETDAR KAZÎ ,KETİBÎ VE MUHAMMETRAHİM’DİR.



Ì 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan hem Türkmen halk şiiri tarzında hem de klâsik şiir tarzında şiirler yazan şairler .

Ì NABATNIYAZ SAYILI , DURDI BAĞŞI , DOVAN , YAGMIR , ISMAYIL , DÖVLETMEMMET BALGIZIL , GARA .



Ì SEYİTNAZAR SEYDÎ = > Lebap, Hoş İndi, Dönmenem, Begler, Baralı, Begler, Bedevsuvar İndi, Goçaklar gibi şiirlerinde hem kardeşlik / dostluk konusu hem de vatan sevgisi konusu işlenmiştir. Bu bakımdan Seydi’nin şiirlerinde onun şairlik becerisi kadar devrin sosyal ve siyasî olayları da ön plândadır.



MEMMETVELİ KEMİNE

Ì Devrinin sosyal meselelerini cesaretle ele alan Memmetveli Kemine, hiciv tarzında yazdığı şiirler ile tanınır.

Ì Kemine, 19. yüzyıl Türkmen yazarları içinde sanatları en iyi kullanan ve şiir dilinin gelişmesine en fazla katkı sağlayan şairlerdendir.

Ì Kemine’nin yazdığı Garip, Gariplik, Barında, Beyle, Kazım gibi şiirleri Türkmen hiciv edebiyatının en iyi örnekleri arasındadır.

Ì Kemine’nin, Zülpün, Örter Meni, Ogulbike, Ogulmenli gibi şiirlerinde ise lirizm baskındır.



GURBANDURDI ZELİLİ

Ì Dövletmemmet Azadı’nın torunu ve Magtımgulı’nın yeğeni olan Gurbandurdı Zelili, şiirlerinde, sosyal olayları hümanizmle birleştirerek devrinin diğer şairlerinden ayrılır.

Ì Şiirlerinde hem Türkmen halkının hem de kendisinin kişisel acı ve sıkıntılarını vurgulayan Zelili’nin, Vatanım Seni, Elli Yaşın İçinde ve Harayım Döndi adlı şiirleri, onun şiir kabiliyetini ve anlayışını yansıtan en iyi örnekleridir.



MOLLANEPES

Ì Magtımgulı’ndan sonra aşk konusunun en usta şairlerinden kabul edilen Mollanepes, Zöhre-Tahır adlı destanı yazarak Türkmen edebiyatında önemli bir yer edinmiş şairlerden biridir.

Ì Türkmen edebiyatında lirizmin yerleşmesine en fazla katkı sağlayan şairlerden biri kabul edilen Mollanepes, bu vasfından dolayı “aşk mülkünün şahı” unvanıyla anılmaktadır.

Ì İstepki Gözel Yarı, Saçın, Arzuv Eyler, Mahmalın Çeti, Oyanmadın, Nazli Yar ve Yay İmdi gibi şiirlerinde lirizmin derin izleri görülür.



Ì KEMİNE => 19. yüzyıl Türkmen edebiyatının aşk konusunu işleyen şairlerinden bir diğeri olan Kemine ise, Oğulbike, Akmeŋli, Oğulbeğ, Oğulmeŋlil ve Selbinyaz gibi şiirleri kaleme almış güçlü şairler arasında değerlendirilir.



Ì 19. yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başlarında yaşamış olan diğer Türkmen şairler :

Ì DOVAN, GARA, YAĞMIR, GUBA, DURDI, ORAZ, DÖVLETMÄMMET BALĞIZIL, BAYRAM ŞAHIR, MOLLADURDI, MÄMEDORAZ, KÖRMOLLA, ABDIRAZAK, ZİNHARÎ, BAYLI ŞAHIR, MUHAMMETĞULI ATABAYEV .



ÇAĞDAŞ TÜRKMEN EDEBİYATI (20. YÜZYIL TÜRKMEN EDEBİYATI)



Ì Önceki yüzyıllarda daha çok halk şiiri tarzında eserlere sahip olan Türkmen edebiyatı, 20. yüzyılın ortalarından itibaren çağdaş anlamda şiirleri de bünyesinde barındırmaya başlamıştır.

Ì 18. ve 19. yüzyıllarda Türkmen şiirinin halk şiiri tarzında olmasının, Türkmenlerin çok zengin sözlü edebiyat geleneğine sahip olması, bu yüzyıllarda hanlıkların ortaya çıkması ve bundan kaynaklanan büyük kültür merkezlerinin oluşmaması ve savaş yıllarında birçok münevverin hayatını kaybetmesi gibi birçok sebebi vardır

Ì 20. yüzyıl Türkmen edebiyatı, Türkmenistan’ın maruz kaldığı çeşitli siyasi ve sosyal olayların sebep olduğu değişiklikler neticesinde kendi içinde farklı özellikleri barındıran edebî dönemler hâlinde ele alınır.

Ì Türkmen edebiyatı, 1920’li yıllara kadar eski Türkmen edebiyatı anlayışı ile devam eder , bu yıllardan İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Sovyet rejiminin de getirdiği baskıların sonucunda daha karmaşık ve zor bir süreci yaşar.İkinci Dünya Savaşı yıllarında genellikle savaşın getirdiği acıları dile getirir, daha sonraki yıllarda ise kendi mecrasında eserler vererek yüzyılı tamamlar.



Ì Ekim 1917 devriminden sonra, Türkmenlerin eski dönemlerinin yerilmesi ve devrim ideolojisinin yerleştirilmesi adına, şairleri devrim lehinde şiirler yazmaya zorlamışlardır.

Ì Bu dönemde yazılan şiirlerin gazete ve dergilerde yayımlanıyor olması ve böylece ideolojinin propagandasını yapmış olması, Türkmen edebiyatında şiir türünün diğer türlere göre daha ön plânda olmasına yol açmıştır.

Ì Sovyet rejiminin yerleşmesi ve benimsenmesi adına eski toplum yapısı ve yaşam tarzı eleştirilmiş, yeni yaşam tarzı yüceltilmiştir. 1920’li yılların Türkmen şiiri genellikle eski-yeni toplum çatışması üzerine kurgulanmıştır, denilebilir.

Ì Berdi Kerbabayev, Gıızlar Dünyääsi “Kızların Dünyası” ve Aadatıñ Gurbaanı “Geleneğin Kurbanı” adlı şiirlerinde, kadınların eski Türkmen toplumunda alınıp satılan köle olduklarını, hiçbir haklarının olmadığını dile getirip yeni Türkmen toplumunda kadınların özgürlüğüne önem verildiğini ifade etmiş; böylece rejimi yüceltmiştir.

Ì Berdi Kerbabayev, Kööne Durmuşımıza İiğenç “Eski Hayatımıza Yergi” adlı şiirinde, Ekim devriminden önceki hayatı tümüyle kötülemiştir.



Ì Türkmen şiiri 20. yüzyılın başlarından itibaren yeni bir çizgi ile yoluna devam etmiştir.

Ì 20. yüzyıl Türkmen edebiyatı, önceki yüzyıllara ait geleneği devam ettirmekle birlikte hayatın gerçeklerine daha bağlı kalmıştır.

Ì 20. yüzyılın başlarında Türkmenistan’ın zorla Rusya’ya bağlanmış olması, daha sonra ortaya çıkan İkinci Dünya Savaşı, Türkmenlerin sosyal, siyasî ve iktisadî hayatlarını etkilediği gibi edebiyatlarına da tesir etmiştir.

Ì Türkmenistan’ın Rusya’ya bağlanmasıyla Türkmen edebiyatına siyaset bulaşmış, dönemin siyasî ve sosyal olayları eserlerde işlenmeye başlamıştır.

Ì Bu yıllarda Türkmen edebiyatı; toprak reformu, kadın hakları, zengin-fakir karşıtlığı gibi konuları ele alır.

Ì 1920’li yılların eserlerinde, Rusların baskılarına karşın Türkmenlerin sıkıntıları dile getirilmiştir.

Ì 20. yüzyılın başlarında yazılan eserlerde ele alınan konular, gerçek hayatın içindedir.

Ì 1920’li yılların sonlarına doğru Sovyet rejiminin getirdiği baskılar karşısında devleti yönetenler ve rejim lehinde sınıf kavramını dile getiren eserler artmıştır. Diğer taraftan üretilen eserlerin sanat değerinin düştüğü de fark edilmektedir.

Ì Türkmenlerin sorunlarını çeşitli eserlerinde ele alan yazarlar, takibata uğramışlar, bir kısmı sindirilmiş, bir kısmı ise çeşitli iftiralarla öldürülmüşlerdir.

Ì A. Gulmuhammedov “halk düşmanı”, “burjuva milliyetçisi” gibi suçlamalara maruz kalmış, H. Durdaev Sibirya’ya sürülmüş, B. Kerbabaev ise göz hapsine alınmıştır.



Ì 1928 yılında Arap alfabesinin yerine Lâtin alfabesinin kabul edilmesi, ardından 1940 yılında ise Kiril alfabesinin kullanılmaya başlanması da, şair ve yazarların alfabe değişikliğinden etkilenmesine ve yazı faaliyetlerinin yavaşlamasına yol açmıştır.

Ì Yeni rejimin “telkini ve korkutmasıyla eski Türkmen hayatı ve kültürü dışlandığı için şiir, gelenekten yeterince beslenememiştir.”

Ì 1920-1945 yılları arası, Türkmen edebiyatının durgunluk yıllarıdır.

Ì 1917 yılındaki Bolşevik ihtilâli ile Rusların baskısı altında kalan Türkmenler, ikinci dünya savaşı yıllarına kadar edebî faaliyetlerinde geçiş evresi yaşamıştır.

Ì 18. ve 19. yüzyıllarda genellikle şiir ve destan tarzında yazılmış olan klasik şairlerin eserleri, 20. yüzyılda da kısmen tekrar yayımlanmıştır.

Ì Bazen yeni yazarların kimi eserleri yayımlanmış olsa da, Türkmen edebiyatı, 20. yüzyılın ilk yarısında genellikle Rus kültürü ve edebiyatının baskısı altında daha çok gazete, dergi ve Türkmen dilinin gramer ve sözlükleri etrafında şekillenmiştir.

Ì Rus istilasından kurtulmaları ve Türkmenlerin bağımsızlığına erişmeleri adına kalem oynatan şair ve yazarların gözaltına alınmaları ve tehdit edilmeleri, Türkmen edebiyatının gelişmesini engellemiştir.

Ì 1920’li yıllarda Türkmen şiiri, yeni şekiller ve konular ile zenginleşmiştir. Uzun şiirler, şiir tarzında yazılan eleştirel fıkralar, fabllar ve çocuk şiirlerinin ilk örnekleri yazılmıştır.

Ì Daha önceki yüzyıllarda seyrek olarak görülen uzun şiir örneklerinin bu yıllarda belirgin olarak artması, dönemin karakteristiklerindendir.

Ì 1920’li yıllarda Türkmen şairleri çocuk şiirinin ilk örneklerini de vermeye başlamıştır.



Ì Bu yıllarda B. KEBABAEV’İN Yaz Mövsüminde Bir Gözel, Adatın Gurbanı, Gızlar Dünyesi ve Amıderya

Ì G. BURNUNOV’UN Tiryekkeş, On Sekiz Gark Edilenler, A. ALAMIŞOV’UN Sona, Söndi Ş. KEKİLOV’UN Gızılarbat Remont Zavodında, O. TAŞNAZAROV’UN Batrak; H. ÇARIEV’İN Garagaçlık; A. KEKİLOV’UN Soñkı Duşuşık , R. SEYİDOV’UN Lebap Gizi gibi uzun şiirlerinde Türkmenlerin tarihi ve ait olunan zamandaki durumu dile getirilmiştir.



1920-1930’LU YILLARDA TÜRKMEN EDEBİYATI



1920’li yıllara ait hadiselerle ilgili şiirler yazmış olan önemli Türkmen şairleri :



BERDİ KERBABAYEV

Ì Kerbabayev’in şiirlerinde, Nevâî, Fuzûlî, Sâdî ve Hafız gibi şairler ile çocukluğunda dinlediği halk ozanlarının tesiri vardır.

Ì Kerbabayev, Türkmenistan gazetesinde çalışır ve Tokmak adlı derginin kurucuları arasında yer alır.

Ì Şiirlerinde genellikle Ekim devriminden sonraki Türkmen toplumunun sosyal yapısını öven Kerbabayev, genellikle kadın ve kadının özgürlüğü, eski Türkmen toplumuna yergi ve yeni yapıya övgü, din ve ideoloji gibi konuları ele almıştır.

Ì Türkmen edebiyatının önemli şairlerinden Magtımgulı’nın şiirlerini 1926 yılında Mağtımğulı Goşğuları adıyla yayımlamıştır.

Ì Kerbabayev , kendi şiirlerini 1958-1960 yılları arasında Eserler Toplumı adıyla beş cilt halinde yayımlamıştır.



GARACA BURUNOV

Ì Burunov’un şiirlerinde klasik edebiyat, sözlü edebiyat ve Doğu klasiklerinin tesiri vardır.

Ì Erte Gel “Sabah Gel” ve Kıındır “Cezadır” gibi didaktik ve hiciv tarzında şiirler yazmıştır.

Ì İkinci dünya savaşından sonra yazdığı Vatan ve Çal Dutaarım şiirleriyle beğeni toplar.

Ì Burunov, son yıllarda nesir türünde eserler de yazmıştır.



AMANDURDI ALAMIŞOV

Ì Alamışov’un şiirlerinde, Türkmen halk edebiyatı ve klasik Türkmen şiirinin etkileri vardır.

Ì 1925-1926 yıllarında Bayram Edeliñ “Bayram Edelim” ve Meniñ Pikirim “Benim Fikrim” gibi şiirlerle edebiyat hayatına başlamıştır.

Ì Tatar şairlerinden Abdullah Tukay ve Azerbaycan şairlerinden Sabir’i saygıyla andığı Gövnüm “Gönlüm” adlı şiirini, 1928 yılında Türkmenistan gazetesinde yayımlamıştır.

Ì Alamışov’un yazdığı son şiir, Düşmaanıñ Tılında “Düşmanın Gerisinde” adını taşır.

Ì Şair, 1943 yılında, İkinci Dünya Savaşında, genç yaşta hayatını kaybetmiştir.



Ì 1920’li yılların Türkmen edebiyatında ortaya çıkan bir başka yenilik ise, şiir türünün dışındaki türlerde de eserlerin yazılmaya başlanmasıdır.

Ì Bu yıllarda nesir türünün hikâye, drama gibi türlerinde eserler verilmiştir.

Ì Bedri Govşudov, Amandurdı Alamışev, Şalı Kekilov, Çarı Aşırov gibi yazarlar, şiir türünün dışındaki eserlerini bu yıllarda yazmışlardır.



Ì 1920’li yıllara ait mensur eserler arasında;

Ì B. KERBABAEV’İN Garşa Guda, Açlık, 1916 ncı Yıl, Obada Bolan Vaka; A. GÜRGENLİ’NİN Gul Oğlı Murat; A. DUDIEV’İN Annagözel, Hıyal Deryasında, Bagtlı Giz Bagdatda, Bürgüt Pençesinde Bir Gözel gibi HİKÂYELER…



Ì A. GOVŞUDOV’UN Zakaspi Frontı, Ganlı Cennet, B. KERBABAEV’İN Tirekkeş ve Tebipler; AYITCAN HALDURDIEV’İN Galınsız; ŞEMSEDDİN KERİMİ’NİN Aycemal gibi PİYESLER sayılabilir.



Ì 1930’lu yıllarda da Türkmen edebiyatının büyük bir çoğunluğunu şiirler oluşturmaktadır.

Ì Bu yıllarda yazılmış şiirlerin büyük bir kısmında Türkmen yaşam tarzı aşağılanmış, Bolşevik rejimi ve propagandası yüceltilmiş; buna karşılık yeni rejim aleyhinde olan,

Ì bu çerçevede şiirler yazan şairler tutuklanmışlar, bir kısmı yok edilmişlerdir.

Ì 1937 yılında tutuklanan Hocanepes Çarıyev 1941 yılında; Oraz Täçnazarov ise 1942 yılında öldürülmüşlerdir.

Ì 1930’lu yıllarda Türkmen şairlerinin ele aldığı konular arasında; iki farklı dünya görüşünün meydana getirdiği tezatlık, köy hayatı ve Türkmenlerin hayatı, kadın ve özgürlük gibi konular vardır.

Ì Kadın ve özgürlük konularında Aman Kekilov, Atalı Gıız “Babalı Kız” ; Çarı Aşırov, İntelligent “Aydın” ve Aazanlar “Azanlar” ile Şalı Kekilov, Aazğın “Azgın” adlı şiirler.



Ì Köy hayatı ve zanaat bu yıllardaki Türkmen şairlerinin ele aldığı konular arasındadır.

Ì BERDİ KERBABAYEV, Demir Yoolçaa “Demir Yolcuya” ; GARACA BURUNOV, Ur Çekicim “Vuur Çekicim” HOCANEPES ÇARIYEV, Gezelenç Güni “Piknik Günü” adlı şiirlerinde köy hayatını ele almışlardır.



Ì Beki Seytekov, lirik ve epik tarzda yazdığı şiirleri ile okuyucu etkilemiş şairlerdendir.

Ì Beki Seytekov’un 1930’lu yıllarda yazdığı Baku Giiceleriniñ Biirinde “Bakü Gecelerinin Birinde” , Bayram Ağşamında “Bayram Akşamında” , Yaatlama “Anı” gibi şiirlerinde sanatkârane bir üslup vardır.



Ì 20. yüzyıl Türkmen edebiyatının ikinci dünya savaşı yıllarına kadarki döneminde tiyatro eserleri de çeşitli güçlüklere rağmen artış göstermiştir.

Ì Bu dönemde A. GOVŞUDOV, Cuma; A. GARLIEV, Ayna; B. KEBABAEV, Gösterim; T. ESENOVA, Şemşat; A. DURDIEV, Açar ve Pul; B. AMANOVA , G. BURUNOV, Keymir Kör adlı tiyatro eserlerini kaleme almışlardır.



Ì 1930’lu yıllarda şiirlerle ön plâna çıkan şairler ; HOCANEPES ÇARIYEV VE ORAZ TÄÇNAZAROV..



HOCANEPES ÇARIYEV



Ì Çarıyev, 1929 yılında Türkmenistan gazetesinde muhabir olur ve Taşkent’te bulunan Orta Asya Komünistlik Üniversitesi’nde basın yayın öğrenimi görür.

Ì Puşkin’in bazı şiirlerini Türkmen Türkçesine tercüme eden Çarıyev, yazdığı şiirler ile Türkmen şiirinin gelişmesine katkı sağlamış önemli şairlerdendir.

Ì Hocanepes Çarıyev’in yazdığı şiirler 1933 yılında Türkmenistan Devlet Yayın Evi tarafından Hücüm “Hücum” adıyla yayımlanmıştır.

Ì Türkmen edebiyatına büyük katı sağlayacağı yazdığı güzel şiirler ile anlaşılan Çarıyev, genç yaşta, 1941 yılında Sovyet rejimi tarafından yok edilmiştir.



ORAZ TÄÇNAZAROV



Ì Täçnazarov, Leningrad Devlet Üniversitesi’ni bitirir ve ardından Sovyet Edebiyatı dergisinde çalışır.

Ì Yazdığı birçok şiirinin yanında Dağlar “Dağlar” ve Bir Gün adlı şiirleri hayat görüşünü ve duygularını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.

Ì 1937 yılında Sovyet rejimi tarafından suçlanarak vatandaşlıktan çıkarılan Täçnazarov, 1942 yılında ölmüştür.



İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA TÜRKMEN EDEBİYATI (1941-1945)



Ì İkinci dünya savaşı yıllarında yazılan eserlerin konusu, ya cephede yaşananlar ya da cephe gerisinde kalanların çektiği acılardır. Savaşa katılmayan şair ve yazarlar ise devirle ilgili edebî eserleri üretmeye devam etmişlerdir.

Ì İkinci Dünya savaşının patlak vermesiyle, SSCB’ye bağlı diğer Türk topluluklarındaki aydınlar gibi Türkmen edebiyatının şair ve yazarları da Rusların yanında savaşa katıldıkları için, 1941-1945 yıllarında Türkmen edebiyatında bir duraklama görülür.

Ì Savaşa katılan Sarıhanov, Kekilov, Nıyazov, Ahındov Gürgenli gibi bazı Türkmen şair ve yazarları savaşta hayatlarını kaybederler.

Ì Bu yıllarda savaşın sebep olduğu kimi sonuçlar edebiyata da yansır ve böylece Türkmen edebiyatı konu bakımından çeşitlenir.

Ì Bu yıllarda Türkmen edebiyatında bir duraklama görülmekle birlikte savaşın getirdiği duygularla gelişen vatan ve bağımsızlık düşünceleri etrafında Türkmen şiirinin çeşitlendiğini, daha üretken bir hâl aldığını da ifade etmek mümkündür.



Ì Sovyetler Birliği’nin kastedildiği vatan kavramı ve düşmanlara karşı vatanın bağımsızlaştırılması konusu ve dile getirilen coşkun duygular, bu yıllarda yazılmış şiirlerin konusunu oluşturur.



Ì GARA SEYİTLİYEV; Halkım, Şaahıırıñ Kasamı “Şairin Andı”, Pogonlı Gıız “Apoletli Kız”,

Ì Aman Kekilov; Kavkaz “Kafkasyalı”, Günbatara “Batıya”,

Ì BEKİ SEYTEKOV, Türkmen Soldatı “Türkmen Askeri”, Doostumıñ Yaadığäärliğine “Dostumun Anısına”,

Ì REHMET SEYİDOV, Doostuma “Dostuma” ve Uğratmak “Yollamak” adlı şiirlerinde, savaş yıllarına ait vatan ve bağımsızlık konularını ele almışlardır.



Ì İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazmış oldukları şiirler ile belirmiş olan başlıca şairler :



ŞALI KEKİLOV



Ì 1906 yılında Aşkabat’ta doğan ve aynı zamanda bir şair olan Aman Kekilov’un kardeşi olan Şalı Kekilov, 1925 yılında öğretmen olur ve bu yıllarda ilk şiirlerini yazmaya başlar.

Ì Şalı Kekilov, İkinci Dünya Savaşı esnasında, 1943 yılında hayatını kaybetmiştir.

Ì Baağbaanıñ Bolsam Seniñ “Bahçıvanın Olsam Senin” adlı şiir, Kekilov’un yazdığı ilk şiirleridir.

Ì Sovyet rejimiyle birlikte gelen ve bu yıllardaki birçok şair tarafından işlenen bir konu olan kadın ve serbestlik konusu da Kekilov’un şiirlerinde ele aldığı konulardandır.



Ì Gıızlar Dileği “Kızlar Dileği”, Gelin Gıızlara “Gelin Kızlara” ve Azaat Ayala “Hür Kadına” adlı şiirler, Kekilov’un kadın ve serbestlik konusunda kaleme aldığı şiirlerdendir.



Ì Kekilov, savaş ile ilgili şiirler de yazmıştır: Uralıñ “Vuralım”, Vatançıınıñ Aydımı “Vatanseverin Türküsü”, Duşmaana Hücüm “Düşmana Hücum” vb. gibi.



Ì ATA NIYAZOV => 1927 yılında konuları genellikle köy, parti, devrim vb. olan şiirler yazmıştır. 1943 yılında İkinci Dünya Savaşında ölen Nıyazov’un şiirleri Maksat ve Şığırlar “Şiirler” adlarıyla yayımlanmıştır.



REHMET SEYİDOV



Ì 1917 Ekim devriminde meydana gelen kargaşa içinde Afganistan’a giden; fakat daha sonra Türkmenistan’a geri dönerek Türkmenistan Yazarlar Birliği’nde çalışan ve çile dolu bir hayat yaşayan Seyidov, daha gençlik yıllarında yazdığı lirik şiirleri ile Türkmen edebiyatının en güçlü şairlerinden biri olacağını göstermiştir.

Ì Sonraki yıllarda savaş, Karakum Kanalı, toprak ve su meseleleriyle ilgili şiirler de yazmış olan Seyidov, kendisinden sonra gelen Türkmen şairlerini de etkilemiş şairlerdendir.

Ì Şiirlerinde ön plana çıkardığı aşk ve tabiat konuları, yazdığı savaş şiirlerinde dahi kaybolmamıştır.

Ì Şiirlerinde aşk, sevgili ve tabiat gibi konuları başarılı bir şekilde işlemiştir.

Ì Sevgili için yazdığı Uuklaanıñda “Uyuduğun Zaman” adlı şiirinde lirizmin baskın karakteri hissedilmektedir.



Ì POMMA NURBERDİYEV = > Nurberdiyev, Ol Bizden Aaraanı Açdı daa, Gitdi “O Bizden Uzaklaştı da Gitti” adlı ilk şiirini Türkmenistan gazetesinde yayımlar.

Ì Sevgi, emek, vatan, kadın ve serbestlik konularında şiirler yazan şairin şiirleri, Açılan Güller ve Göreş Günlerinde “Savaş Günlerinde” adlarıyla toplu halde yayımlanır.



Ì RUHI ALIYEV => Aşkabat Pedagoji Enstitüsü, Türkmenistan Yazarlar Birliği ve Türkmenistan Devlet Üniversitesi’nde çalışan Alıyev, genellikle savaş, petrol, pamuk, savaş gibi konularda şiirler yazmıştır.

Ì Edebiyat ve sanatla ilgili mensur eserleri de bulunan Alıyev’in ölüm tarihi bilinmemektedir

Ì Şairin gezdiği ülkelerdeki gözlemleriyle ilgili şiirleri de söz konusudur.

Ì Türkiye’yi de ziyaret eden Alıyev’in Türkiye ile ilgili Türkiyede, Ayasofiya Metciidinde “Ayasofya Camisinde”, Türk Yiğidiniñ Tääleyinde “Türk Gencinin Talihinde” adlı şiirleri bulunmaktadır.



Ì Daha sonraki yıllarda Türkmen edebiyatının güçlü isimleri haline gelecek olan Ata Atacanov, Ismayılev, Gurbanov gibi isimler de bu dönemde gazete ve dergilerde ilk şiirlerini yayımlamaya başlamışlardır.

Ì Savaş yıllarında, konusu savaş olan mensur eserlerin de yazıldığı görülmektedir.

Ì B. Kerbabaev, Gurban Durdı, B. Soltannıyazov ise Kerim Dos adlı uzun hikâyeleri yazmışlardır.

Ì A. Govşudov’un Gandım Avcının Maşgalası adlı hikâyesi ve Mehr-i Vefa adlı romanı; A. Kekilov’un şiir hâlinde yazdığı Söygi adlı romanı bu yıllarda kaleme alınmış mensur eserler arasında değerlendirilir.

Ì Bu eserlerdeki kahramanların her biri, savaş yıllarında Türkmen halkının maruz kaldığı acıları yansıtan, dolayısıyla gerçek hayattan seçilen kişilerdir.

Ì S. ATAEV’İN Gazap, R. ALIEV’İN Gahrıman Seherin Oğlı, N. CUMAEV’İN Aydoğdı Tahırov ve Uruş Odı, A. ORAZMIRADOV’UN Yerden Ot Çıkıyor, R. ESENOV’UN Cahanda Uruş Boryarka, Dünyede Sen Bar ve Tepbedi Okalanlar, N. AŞIROV’UN Yürek ve Yarag A. GELDİEV’İN Ol Biziñ Obadaşımız adlı uzun hikâye ve romanlarında savaş sahnesi tasvir edilmiştir.



Ì N. Hocageldiev’in Ene adlı romanı, B. Hudaynazarov’un Argış ve Hasar adlı uzun hikâyeleri, A. Tagan’ın Uruş Haçan Gurtaryar adlı hikâyesi, S. Anasehedov’un Igrar adlı romanı, savaş yıllarında yazılmış olsalar da, kahramanların psikolojik tahlilleri yapılarak estetiğin de göz önünde tutulduğu edebî değeri yüksek eserlerdir.



Ì Savaş yıllarında yazdıkları eserler ile beliren önemli şair ve yazarlar şunlardır:



Ì B. KERBABAYEV => İkinci Dünya Savaşı yıllarında da savaşla ilgili çeşitli eserler yazmış, bu anlamda edebî faaliyetlerine ara vermeden devam etmiştir. Onun Aaylar adlı manzumesi, Atasınıñ Oğlı ve Gurban Durdı adlı hikâyeleri ile Vatana Söyği, Kim Kimi Söyyäär, Doğanlar “Kardeşler” ve Ene “Anne” adlı tiyatro eserleri, savaş yıllarındaki olayları ele alan eserleridir.



Ì GOVŞUDOV => İkinci Dünya Savaşının sebep olduğu duygulara kayıtsız kalamamış, bu yıllarda yazdığı Mähri – Vepa “Aşk ve Vefa” adlı romanında ve Gandım Aavçınıñ Maşğalası “Gandım Avcı’nın Ailesi” adlı hikâyesinde savaşın acılarını dile getirmiştir.



Ì KEKİLOV => İkinci dünya savaşında hayatını kaybeden KEKİLOV, şahit olduğu savaşa ait Türkmen halkının duygularını Eğri Aazar, Doğru Ozar “Eğri (Olan) Yoldan Çıkar, Doğru (Olan) Kurtulur” ve Kavkaz “Kafkas” adlı şiirler ile Men Garrı Dääl “Ben Yaşlı Değilim” adlı piyesinde ifade etmiştir.



Ì ISMAYILOV => Kimi eserlerinin konusu savaştır.

Ì Ismayılov’un yazdığı Bääsdeşler “Yarışçılar” adlı hikâyesi savaşın izlerini taşır.

Ì İki Ataanıñ Oğlı “İki Babanın Oğlu” ve Gopuzlıca Guz adlı eserlerinde ise savaşta ölenlerin ardında kalanların acılarını dile getirir.



Ì NIYAZOV => Oğulbossan adlı eserinde savaş yıllarını anlatmıştır.



Ì G. ORAZOV => Savaş yıllarında yaptığı tercümeleri ile ön plâna çıkar.

Ì TOLSTOY’DAN Baatırlar “Yiğitler”, ŞOLOKOV’DAN Yiğrenmeyi Övrenmeli “Tiksinmeyi Öğrenmeli”, GORBATOV’DAN Yeñilmedikleri “Yılmazlar”, SİMONOV’DAN Gündiizler ve Giiceler “Gündüzler ve Geceler”, ERENBURG’DAN Yiğrenç “İğrenç” GAYDAR’DAN Timur ve Onuñ Komandosu “Timur ve Onun Ordusu” adlı eserleri Türkmen Türkçesine çevirmiştir.



İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN HEMEN SONRA TÜRKMEN EDEBİYATI



Ì İkinci Dünya Savaşından sonra, savaşın ortaya çıkardığı yaraları sarmak için mücadele eden Türkmen Türklerinin bu dönemde yazdıkları eserler de içinde bulundukları durum ile ilgilidir. Savaşın yol açtığı acılar, savaşların acımasızlığı ve gereksizliği, barış içinde yaşamanın toplumlar için ifade ettiği huzur 1950’li yılların eserlerinde vurgulanmıştır.



Ì B. Kerbabaev tarafından yazılmış olan Ayğıtlı Adım adlı eser önemli bir yere sahiptir.

Ì A. Govşudov’un Köpetdağın Eteğinde adlı romanı savaştan hemen sonra yazılmış eserlerdendir.



Ì İkinci Dünya savaşından hemen sonraki yıllarda genellikle savaşın kötülüğü ve sebep olduğu acıları dillendiren, barış ve huzurun önemini vurgulayan ve Türkmenistan’ın yeniden imar edilişi konularını ele alan şiirler yazılmıştır.



Ì 1945 yılından hemen sonraki yıllarda temayüz eden başlıca Türkmen şairleri;

Ì BEKİ SEYTEKOV, ÇARI AŞIROV, AMAN KEKİLOV, GARA SEYİTLİYEV, HALDURDI DURDIYEV, GURBANDURDI GURBANSÄHEDOV , TOVŞAN ESENOVA.



Ì Bu yıllarda ön plâna çıkan Türkmen şairleri şunlardır:



AMAN KEKİLOV



Ì Türkmen edebiyatının en önemli şairlerinden olan Aman Kekilov, Öğretmenlik lisesini bitirdikten sonra öğretmen olur ve ilk şiiri olan Ooba Muğallımlarına, Köy Öğretmenlerine adlı şiirini 1928 yılında Sovyet Türkmenistanı gazetesinde yayımlar.

Ì 1929 yılında Geçen Günlerim adlı şiirini yazarak yetim çocukların durumunu dillendirir.

Ì İyi bir öğrenim hayatı geçiren Kekilov, şiirlerinin yanı sıra yazdığı romanlar ve edebiyat eleştirisiyle ilgili yazılarıyla da iyi bir yazar ve aydın olduğunu göstermiştir.

Ì Aman Kekilov 1945-1960 yılları arasında yazdığı Söyği “Sevgi” adlı manzum romanı ile 1974 yılında Mağtımgulı ödülünü kazanmıştır.



Ì Kekilov’un çağdaş Türkmen şiirinin önemli bir şairi olduğunu, onun yazdığı Goşğular Yığındısı “Şiirler Öbeği’’, Goşğular “Şiirler” ve Saylanan Eserler “Seçme Şiirler” adlı şiir kitapları ispat etmektedir.

Ì Aman Kekilov, 1946 yılında Türkmenistan millî marşını da kaleme almıştır.

Ì Aman Kekilov’un sanat ve edebiyat ile edebiyat teorisi ve eleştirisiyle ilgili kaleme aldığı çok sayıda makalesi de bulunmaktadır.

Ì Kekilov’un bu tarz makaleleri Söz Sunğatı “Söz Sanatı” ve Söz Sırları adlı kitaplarda bir araya getirilmiştir.



ÇARI AŞIROV

Ì Aşırov’un ilk şiirleri çocuk şiirleridir.

Ì Daha sonraki yıllarda, döneminin değişik olaylarını şiirinin konusuna dönüştürür.

Ì İntelligent “Aydın” adlı şiirinde aydınlarla ilgili düşüncelerini dile getirir.

Ì Ataam “Babam” adlı şiirinde İkinci Dünya Savaşı hakkındaki duygu düşüncelerini anlatır.

Ì Çarı Aşırov’un şiirleri, Laalıñ Oğlı “Dilsizin Oğlu” ve Gökyaylaanıñ Yiğitleri “Gökyayla’nın Yiğitleri” adlı eserlerle kitaplaştırılmıştır.



GARA SEYİTLİYEV



Ì Seyitliyev, ilk şiirlerini Bakü Pedagoji Enstitüsü Filoloji Fakültesinde öğrenciyken yazmaya başlamış ve bu ilk şiirleri daha sonra kitap olarak yayımlanan Şaahıırıñ Lirası “Şairin Liri” adlı eserinde bir araya getirmiştir.

Ì Şairin, Sonaam “Sunam” , İki Bilbil “İki Bülbül” , Vatan , Deñiz Aydımı “Deniz Türküsü” , Söver Yaar “Sevgili Yar” adlı şiirleri, en bilinen şiirlerindendir.

Ì Seyitliyev’in bazı şiirleri başka dillere de çevrilmiştir.

Ì Onun, Goşğular “Şiirler” , Ceren “Ceylan” , Saylanan Goşğular “Seçme Şiirler”, Goşğular “Şiirler” , Hindistanıñ Gülleri ve Gaanatlı Dövür “Kanatlı Devir” adlı eserleri yayımlanmıştır.



TOVŞAN ESENOVA

Ì Esenova, çağdaş Türkmen edebiyatının kadın şairlerindendir.

Ì Şiirlerinin konusunu genellikle kadınlar oluşturmaktadır.

Ì Gıızlar “Kızlar” , İspan Gıızına “İspanya Kızına”, Gündoğar Ayaallarına Açık Hat “Doğu Kadınlarına Açık Mektup” adlı şiirlerinin konusunu doğrudan kadın oluşturmaktadır.

Ì Tovşan Esenova’nın başlıca şiir kitapları şunlardır: Polat Gıızlara “Çelik Kızlara” , Gündoğar Ayaallarına “Doğu Kadınlarına” , Gızıl Güller “Kızıl Güller”, Uzaklara Nazar “Uzaklara Bakış” ve Saylanan Eserler “Seçme Eserler”.



HALDURDI DURDIYEV

Ì Durdıyev, Çärcev Öğretmen Lisesini bitirdikten sonra öğretmenlik yapar ve ardından Sovyet Edebiyatı dergisi ve Sovyet Türkmenistanı gazetesinde çalışmıştır.

Ì Şiirlerini 1932 yılından sonra yayımlayamaya başlayan Durdıyev’in ilk şiirleri, Bolmaz mı “Olmaz mı?” ve İndi Biz Azaat “Şimdi Biz Hürüz”dür.

Ì Durdıyev şiirlerini, Meniñ Yarağım “Benim Silahım” , Atğır Yarağlılar, Ötğür Galamlılar “Vurucu Silahlılar, Keskin Kalemliler” ve Goca Soldat “Yaşlı Asker” adlı kitaplarda toplamıştır.



GURBANDURDI GURBANSÄHEDOV

Ì Maksim Gorki Türkmen Devlet Pedagoji Enstitüsünde Filoloji fakültesi okumuş , daha çok İkinci Dünya Savaşı ve sonrasına ait duyguları dile getiren şiirler yazmıştır.

Ì Savaşla ilgili şiirlerini Soldat Gaydıp Geldi “Asker Dönüp Geldi” kitabında; savaş sonrasındaki duygularını Baağlarıñ Tääci “Bahçelerin Tacı” kitabında bir araya getirir.

Ì Gurbansähedov, şiir türünün yanı sıra nesir alanında da eserler vermiştir.





1950 - 1960’LI YILLARDA TÜRKMEN EDEBİYATI



Ì 1950’li ve 1960’lı yıllar, Türkmen şiirinin en üretken olduğu ve değişime uğrayıp yenileştiği yıllardır.

Ì İlk önce Ekim devriminin getirdiği baskının neticesinde, ardından da İkinci Dünya Savaşının sebep olduğu olaylar ve duyguların tazyiki altında kendi mecrasından çıkan, kendi meselelerini ele alamayan, Türkmenlerin kendi değerleriyle donanmamış olan Türkmen şiiri, 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren kendi yatağında ilerlemeye başlamış, yaşadıkları ülkenin dokularını, halkın gönlündeki zenginliği ve inceliği duyarlı bir sembolizmle şiirleştirme fırsatını” bulmuştur .



Ì 1950’li ve 1960’lı yıllara kadar yazılan ve daha çok Sovyet rejiminin getirdiği sınırlı konularda yazılmış olan ve böylece kısır döngü içinde tekrar edilen şiirler, Türkmen halkının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalmış; konularını doğrudan Türkmen halkının yaşayış biçimlerinden ve duygularından alan yeni şiir anlayışı karşısından tutunamamıştır.

Ì Türkmen şiiri, 1950’li yılların ortalarından itibaren ifade gücü ve içerik bakımlarından zenginleşir, sanat değeri yüksek ve okuyucu tarafından beğenilen bir karakter kazanır.

Ì Türkmen şiirinin teması çoğalmış, seviyesi yükselmiş, duygu yönü zenginleşmiş ve okuyucunun hafızasından silinmeyecek özelliğe sahip örneklerin sayısı günden güne artmaya başlamıştır.

Ì Şairler, devrin insanının olumlu olumsuz bütün duygularını en güzel bir şekilde ifade etmeye çalışmışlardır.



Ì Eski şairler, canlandırdıkları tiplerin daha çok dış görünüşlerini ele alırken yeni şairler, onların dış dünyalarına yönelmişler ve iç zenginliklerini vermeyi başarabilmişlerdir.

Ì Daha önceki yıllarda kısa şiir örnekleri veren çağdaş Türkmen şairleri, 1950’li yıllardan itibaren poema denilen uzun şiirler de yazmıştır.

Ì Aman Kekilov’un Söyği “Sevgi” adlı eseri ile Ata Atacanov’un Guşğı Galası “Guşğı Kalesi” adlı eseri, poema türünün örnekleridir.

Ì Bu yıllarda Türkmen şiirinin işlediği konular arasında güncel meseleler de vardır. İnsanoğlunun aya ayak basması, Karakum Kanalı’nın inşa edilerek çöle su indirilmesi, evlilik ve çeşitli sosyal problemler, bu yıllardan itibaren yazılan Türkmen şiirinin konularındandır.

Ì Klâsik Türkmen şairleri tarafından sıkça işlenen “sevgi” ve “aşk” konusunun, 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren aynı yoğunlukla ele alındığı görülmektedir.

Ì GARA SEYİTLİYEV, Oyatmaañ “Uyandırmayın”, İñ Gözel Gıız “En Güzel Kız”, Söyğüliim “Sevgilim”;

Ì KERİM GURBANNEPESOV, Ayterek;

Ì ATA ATACANOV, İçseñ Sovuk Çeşme Bolup Akayın “İçersen Soğuk Pınar Olup Akayım”

Ì ALLABERDİ HAYIDOV, İne Şeyle Gııza Aaşık Boların “İşte Böyle Kıza Aşık Olurum” adlı sevgi, aşk konulu şiirler yazmışlardır.



Ì İkinci Dünya Savaşı’nın ardından konu itibariyle çeşitlenen Türkmen şiirinin, bu yıllarda çocuk şiirine ait örnekleri de yazılmaya başlanmıştır.

Ì Allaberdi Hayıdov, yazdığı çocuk şiirlerini Yaaz Goşğuları “Bahar Şiirleri” adıyla kitap hâline getirmiştir.

Ì Bu yıllarda yazılan çocuk şiirlerinin ilk örnekler olması, bazı kusurları da beraberinde getirmiştir.

Ì 1950-1960’lı yıllarda önemli Türkmen şairleri şunlardır:



ATA ATACANOV



Ì Atacanov, babası Hacı Atacanov’un da öğretmen olmasının yarattığı kültürel ortam sayesinde iyi bir eğitim almış ve küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlamıştır.

Ì Taşkent Türkmen Öğretmen Okulunu bitiren, ardından Aşkabat Pedagoji Enstitüsüne devam eden ve daha sonra Moskova’da Sovyet Yazarlar Birliğinin edebiyat eğitimine katılan Atacanov, daha çok neşriyat işleriyle uğraşmıştır.

Ì Atacanov, Tääze Yıl Geldi “Yeni Yıl Geldi” adlı ilk şiirini 1941 yılında yazar.

Ì İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı şiirler ile tanınmaya başlayan Atacanov’un ilk şiir kitabı, Alma Yene Gülleyäär “Elma Yine Çiçek Açıyor” adıyla 1948 yılında yayımlanır.

Ì Bir taraftan zamanının meseleleri ile ilgili, diğer taraftan da insan ve sevgi konularında lirik şiirler yazan Atacanov’un şiirleri aynı zamanda birçok dile de tercüme edilmiştir.



Ì Atacanov’un şiir kitapları ; ARZILI MIIHMAAN “AZİZ MİSAFİR” , SALLANÇAĞIM SÄHRAA MENİÑ “SALINCAĞIM SAHRA BENİM” , ÖÇME OOCAĞIM “SÖNME OCAĞIM” , AAYLI AĞŞAM “AYLI AKŞAM” VE MEN SİZE BARYAAN “BEN SİZE GİTMEKTEYİM” .



Ì Türkmen edebiyatının gelişmesinde şair Ata Atacanov’un katkısı göz ardı edilemez.

Ì Yazdığı şiirler ile Türkmenlerin beğenisini kazanan Atacanov, “şiirlerinde gamlı makamlar çalmış; vatanının sazına kulak vermiş; okuyucusuyla tartışmış ya da bütünleşmiş; gökyüzündeki ışıklarla şiirini aydınlatmış; rüzgârın esmesini, bülbülün sesini dinlemiş; bütün bunları aynı şiirde bir araya getirerek monotonluktan ve kuruluktan arınmış örnekler yazmayı başarmıştır..



GURBANNAZAR EZİZOV

Ì Türkmen Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesini bitirdikten sonra Edebiyat ve Sunğat “Edebiyat ve Sanat” gazeteinde çalışan Ezizov, 1975 yılında genç yaşta hayatını kaybeder.

Ì Kısa ömrüne çok sayıda estetik değeri yüksek şiirler sığdırmış ve döneminin birçok şair ve eleştirmeninin övgüsünü kazanmıştır.

Ì Ezizov’un şiir kitapları ; Oğlan ve Deñiz “Çocuk ve Deniz” , Inam “Güven” , Yer Gööğüñ Aarasında “Yer Gök Arasında” ve Güyz “Güz”.



ALLABERDİ HAYIDOV

Ì Öğrenim hayatının ardından çeşitli radyo, yayınevi ve gazetelerde görev yapar.

Ì Çeşitli konularda yazdığı şiirler; Biziñ Günlerimiz “Bizim Günlerimiz” , Göök Asmaan “Mavi Gökyüzü” , Yiğitlik Çaağı “Gençlik Çağı” ve Goşğular ve Poemalar “Şiirler ve Manzumeler” adlı şiir kitaplarında bir araya getirilmiştir.



KERİM GURBANNEPESOV

Ì Gelişmiş halk kültürü ve edebiyat bilgisine sahip olan babasından şiir ve estetik ile ilgili bilgileri edinen Gurbannepesov, hayatı boyunca bu temel bilgiler sayesinde iyi şiirler yazmış, bu sayede Mağtımgulı ödülünü kazanmıştır.

Ì İlk şiirlerini 1939 yılında yazmaya başlayan Gurbannepesov’un ilk kitabı 1951 yılında yayımlanan Güycümiñ Gözbaşı “Gücümün Kaynağı”dır.

Ì Gurbannepesov, esasında Soldat Yüreği “Asker Yüreği” adlı eseri ile tanınmıştır.

Ì Gurbannepesov, Taymaz Baba “Taymaz Dede” (1960) ile Ata ve Oğul “Baba ve Oğul” adlı manzumeleriyle halkın hafızasında yer etmiştir.

Ì Şiirlerini Goiğular ve Poemalar “Şiirler ve Manzumeler” ,Gumdan Tapılan Yürek “Kumda Bulunan Yürek” ve Atalar ve Çağalar “Babalar ve Çocuklar” kitaplarında bir araya getirir.

Ì Gurbannepesov, edebiyat ve sanata dair görüşlerini ise, Edebiyaat ve Durmuş “Edebiyat Ve Hayat” adlı kitapta ele almıştır.



MÄMMET SEYİDOV

Ì Seyidov, Türkmen Devlet Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra gazete ve dergilerde çalışmıştır.

Ì 1945 yılında şiir yazmaya başlamış, şiirlerinde halk kültürü unsurlarını başarı ile kullanmıştır.

Ì Şiirleri; Aşğabat Günleri “Aşgabat Günleri” , Çoluk “Çoban Yamağı” , Atalarıñ Yoodası “Ataların Yolağı” , Goşğular “Şiirler”, Meniñ Hazıınaam “Benim Hazinem”, Durun Makamı “Durun Makamı” , Bahar Gündeliği , Bahar Bilen Duuşuşık “Baharla Karşılaşma” , Bääşinci Okean “Beşinci Okyanus” , Arzığüliñ Hiññildiği “Arzıgül’ün Salıncağı” ve İki Desse Gül “İki Demet Gül” adlı kitaplarda yayımlanmıştır.



BERDİNAZAR HUDAYNAZAROV

Ì Hudaynazarov, Karakum kanalının yapımı için oluşturulan komisyonda da çalışır.

Ì Yazdığı başarılı şiirleri ile Mağtımgulı ödülünü kazanır.

Ì şairin eserleri; Gızğın Sähraa “Sıcak Çöl” , Aadam Hakında Aydım “İnsan Hakkında Türkü” , Durmuş Seni Söyyäärin “Hayat Seni Seviyorum” , Dövrüñ Depesindääki Aadam “Devrin Tepesindeki Adam” , Buysançlı Baş “Gururlu Baş” , Ene Süydi “Anne Sütü” ve Buu Dünye “Bu Dünya’dır.



Ì 1950-1960’lı yıllarda Türkmen edebiyatı yeni yazar ve şairlerin katılmasıyla şiir, dram ve diğer mensur eserler alanında zenginleşmiştir.

Ì Bu yıllarda Türkmen milli edebiyatının gelişmesinde önemli katkıları bulunan tecrübeli yazarların yanına genç yazar ve şairlerin katılmasıyla Türkmen edebiyatında sanat değeri daha yüksek eserler ortaya çıkmıştır.

Ì Bu genç yazarlardan B. Hudaynazarov, Gızgın Sehra “Sıcak Sahra” ve Göreş Meydanı “Savaş Meydanı”; K. Gurbannepesov, Taymaz Baba ve Gumdan Yapılan Yürek, Ata ve Oğul ve Acı Günler, Süyci Günler gibi eserlerle Türkmen edebiyatına katkıda bulunmuşlardır.



Ì M. Seyidov, A. Hayıdov, İ. Nurıev, G. Ezizov, A. Agabaev ve K. Kulıev gibi genç şair ve yazarlar da bu yıllarda ortaya koydukları eserler ile gelecek adına ümit vermişlerdir.



Ì B. HUDAYNAZAROV, şiirlerinin yanı sıra mensur eserlerinde dahi lirizmi ön planda tutmuş olmasıyla,

Ì K. GURBANNEPESOV halk hikâyeleri tarzında yazdığı hikâyelerle,

Ì M. SEYİDOV şiirlerindeki felsefî derinlikle,

Ì G. EZİZOV ise Rus ve Avrupa klasik şiirinin kurallarını Türkmen şiirine yansıtmasıyla tebarüz etmiştir.



Ì B. Kerbabaev, G. Gurbansehedov, N. Pomma, A. Atacanov, A. Kovusov, G. Seyitliev, Ç. Aşırov gibi tecrübeli yazar ve şairler de bu yıllarda eserler vermeye devam etmişlerdir.



Ì 1950-1960’lı yıllarda dram ve çocuk edebiyatı da gelişme göstermiştir. G. Muhtarov’un Otuzıncı Yıllar, N. Geldiev’in Tagın Pank, T. Taganov’un Guyruksız Tilki, O. Akmemedov’un Yalangaç Adamlar adlı piyesleri bu yıllarda yazılmıştır.



Ì Türkmen edebiyatı, Türkmenlerin uzun süren çalkantılı yıllarının ardından 1950-1960’lı yıllarda kendi mecrasında ilerleyebilen bir karakter kazanmış, şiirde ve mensur eserler türünde estetik ve sanat kaygısı da güdülerek gelişme gösteren bir karakter kazanmıştır.



1970-1980’Lİ YILLARDA TÜRKMEN EDEBİYATI



Ì 1970’li yıllardan itibaren Türkmen edebiyatında hem sosyal meselelerin ele alındığı toplumsal eserler hem de sanat ve estetik seviyesi yüksek eserler bir arada üretilmiştir.

Ì 1970’li yılların edebiyatında bilhassa mensur eserlerin gelişimini sürdürdüğü gözlemlenir.

Ì 1970’li yılların Türkmen romanı, ele alınan konular bakımından biraz daha çeşitlenmiştir.

Ì Bu yıllara ait Türkmen romanında, bir taraftan İkinci Dünya Savaşının Türkmen toplumunda yarattığı sıkıntılar ve acılar dile getirilirken; diğer taraftan Türkmenlerin tarihi, gerçek olay ve kahramanlar vasıtasıyla roman örgüsü içinde yazılmıştır.

Ì 1970’li yılların sosyal ve iktisadî durumunun ele alındığı romanlar da yazılmıştır.

Ì Tarihî roman türünde, Türkmenlerin tarihi, yine tarihten seçilen olay ve kahramanlarla romanlara konu olur.

Ì B. Seytekov’un Bedirkent, G. Kuliev’in Gara Kerven, Emirin İlçisi, N. Cumaev’in Düynki Adamlar, R. Esenov’un Sehradaki Salgınlar ve Y. Memmediev’in Sapak adlı romanları bu yıllarda yazılmış tarihî roman türüne örnektir.



Ì Tarihî vak’aların ve kahramanların yeni roman teknikleri kullanılarak ve psikolojik tahlillerde bulunularak romanlaştırıldıkları görülür. N. Hocageldiev’in Gülle Değen Sünbüller ve B. Hudaynazarov’un Akar Suvuñ Aydımı adlı romanları bu anlamda türünün en başarılı örneğidir.

Ì 1970’li yıllarda , Cumaev’in Aydoğdı Tahırov, B. Hudaynazarov’un Hasar ve Argış, A. Tagar’ın Uruşdan Soñkı Söveş ve Ayılganç Baharın Cıbarlı Güni, A. Nazarov’un General ve A. Durdiev’in Dur, Sen Kimsin? adlı roman ve hikâyelerinin konusu, İkinci Dünya Savaşının sebep olduğu acılar ve sıkıntılardır.



Ì Türkmen edebiyatında 1970’li yılların güncel konularını ele alan romanlar da vardır. H. Deryaev’in Harasat, Mukaddes Ocak; G. Gurbansehedov’un Toylı Mergen; A. Atacanov’un Öz Tanışların; B. Hudaynazarov’un Akar Suvufî Aydımı; A. Hayıdov’un Million Adım ve T. Cumageldiev’in Bağrımızın Badaşanı gibi eserlerinde Türkmen toplumunun güncel meseleleri ele alınmıştır.

Ì Bu yılların Türkmen eserleri arasında uzun hikâye tarzının da yeni ürünleri verilmiştir.

Ì 1970’li yıllarda Türkmen edebiyatı tiyatro türünde bilhassa G. Muhtarov ile birlikte zengin bir karakter kazanmıştır. G. Muhtarov bu yıllarda Kim Cenayetke, Şeytan Zuryatlan, Agtıklam Bolsa Öylenecek gibi tiyatro eserlerini yazmıştır. Yine bu yıllarda T. Esenova, Gelin Gelyer; G. Gurbansehedov, Dökülmedik Gan, Tavus ve H. Deryaev, Mehri ve Hocanepes adlı tiyatro eserlerini yazmışlardır.



Ì Türkmen şiiri 1970’li yıllarda genç şairlerin de katılımıyla gelişmesini sürdürmüş, daha sonraki yıllarda belleklerde iz bırakacak örnekler sunmuştur. Diğer taraftan bazı şairlerin yazdıkları şiirleri kitaplar halinde yayımladıkları da dikkati çekmektedir.

Ì K. Gurbannepesov’un Toprak ve Menzil; B. Hudaynazarov’un Ene Süydi; A. Atacanov’un Men Size Baryan; A. Kovuşov’un Yıllar Hem Toklunlar; A. Omarova’nın Ömrümiñ Güli adlı şiir kitapları bu yıllarda yayımlanmıştır.

Ì 1970-1980’li yıllarda Türkmen şiirinin en belirgin özelliğinden biri, basılan kitapların sayısındaki artıştır.1960’lı yıllarda oluşan özgürlük ortamında birçok şairin ortaya çıkması ve çok sayıda şiirin yazılmasıyla bu yıllarda şiir kitaplarının basımı artmıştır.

Ì Daha önceki yıllarda yazılmış şiirlerin ya da basılmış şiir kitaplarının yeni baskılarının yapılması da, 1970-1980’li yıllarda şiir kitaplarının artmasında başlıca sebep olmuştur.

Ì Bu yıllarda şiir yazmaya başlayan Berdinazar Hudaynazarov, kaynağını insan sevgisinden alan şiirler yazarak Türkmen şiirinin en güçlü isimlerinden biri olmuştur.



Ì Daha önceki yıllarda da şiirler yazmış olan; ancak 1990’lı yıllarda meşhur olmuş ve bu yıllarda çağdaş Türkmen şiirini temsil etmiş olan şairler : Atamırat Atabayev, Sapar Öräyev, Yılğay Durdıyev, Nurı Bayramov, Nobatğulı Recebov, Annaberdi Ağabayev, Ağağeldi Allanazarov, Amanmırat Buğayev, Gözel Şağulıyeva, Kakabay Ilyasov, Atacan Annaberdiyev, Tirkiş Sadıkov, Orazğulı Annayev .

Ì Diğer taraftan 1990’lı yıllarda yeni şiir yazmaya başlayan genç şairler de bulunmaktadır: Şähribossan Geldimämmedova, Orazğılıç Çarıyev, Dövlet Garkı.
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
6 . ÜNİTE



KIRIM VE KIRIM’DA TÜRK-TATAR EDEBİYATI



Ì Kırım tarihin eski zamanlarından beri Türk halklarının bulunduğu bir coğrafyadır.

Ì Bölgenin Ceneviz, Slav halkları, Musevîlik, Hristiyanlık ve İslmiyetle tarihî ilişkileri vardır.

Ì 1475’te Osmanlı devletine tâbi olduğu tarihte Kırım’daki hâkim kültür, Müslüman Kıpçak ve Oğuz temeli üzerinde gelişmiştir.

Ì Yazı dili ve edebiyat gelenekleri Türkistan’a , Çağatay Türkçesi ve edebiyatına bağlıydı.

Ì Üç yüz yıldan fazla süren Osmanlılarla siyasî, iktisadî, kültürel ilişkiler, Kırım’da Osmanlı Türkçesi’nin yazı ve edebiyat dili olarak benimsenmesini sağladı.

Ì Kırım’ın sözlü edebiyatı, bir yandan Kıpçak Bozkırı üzerinden Türkistan’a bağlı, diğer yandan Karadeniz üzerinden Rumeli ve Anadoluyla temas hâlindedir.



Ì Kırım’daki bazı kahramanlık destanları (Koplandı Batır, Ertargın, Edige, Çora Batır vd.) , aşk destanları (Kozu Kurpeç ve Bayan Sulu, Nar Kamış, Boz Yiğit) aralarındaki varyant farklılıklarıyla birlikte İdil-Ural ve Kazak bozkırıyla ortaktır.



Ì Köroğlu, Battal Gazi, Kesikbaş gibi hikâyeler ise Anadolu’dan Kırım’a geçmiştir.

Ì Bazı aşk hikâyeleri Aşık Garib, Aşık Kerem [Kerem ve Aslıħan], Ta[h]ir ve Zo[h]re, Arzı ve Ganber, Anadolu’daki varyantlarla ortaklık gösterir.

Ì Yusuf ve Züleyħa, Leyli ve Mecnun, Ferhat ve Şirin gibi kaynağı yazılı Doğu edebiyatı olan mesnevi veya halk hikâyeleri de İslâm-Türk kültür dünyasıyla ilişkilerini temsil eder.



Ì Osmanlılarla yakın ilişkiler sebebiyle bazı dinî ve edebî eserler Kırım yoluyla İdil-Ural bölgesine oradan da Kıpçak Bozkırı’na kadar yayılıp benimsenir . Bu gibi eserlerin o bölgelere ulaşma sebebi, yakın ilişkiler yanında, İstanbul’da matbaanın faaliyete geçmesi el yazmalara göre çok daha ucuz olan basılı eserlerin kültürel ihtiyaç (eğitim) ticaret, seyahat (özellikle de Hac ziyareti) sebebiyle kuzey bölgelerine götürülmesidir.



Ì Kırım’ın Anadolu ve Türkistan’la ilişkilerini kuvvetlendiren bir başka sebep tarikatler olmuştur. Türkistan’dan Yesevî hikmetleri, Bakırgan kitabı, Sufî Allahyar’ın şiirleri, Anadolu’dan Yunus Emre’nin ilahîleri, Kemal Ümmî’nin şiirleri Kırım’da da okunmuştur.

Ì Dinî edebiyattan Ahmediye, Muhammediye adlı eserler, Süleyman Dede’nin Mevlid’i örnek olarak gösterilebilir.

Ì Çağatay yazılı edebiyatı başta Nevaî olmak üzere Kırım’da yakından takip edilmiştir.



Ì Türkiye ve Kırım’da gezip dolaşan veya her iki bölgede ün kazanan, şiirleri yaygın olan âşıklar : Âşık Ömer, Gevheri [Cevherî], Dertli gibi. Sümmanî de Kırım’ı dolaşmış Han Sarayı hakkında şiir yazmıştır.

Ì Kırım hanları içinde Osmanlı Türkçesiyle şiir yazanlar da vardır. Bunlardan Bora lakaplı Gazi Geray (mahlası Gazayî) meşhurdur.

Ì Kırım Edebiyatında , Rus istilasından sonra yaşadığı acılı günler, baskı ve zulümler, sözlü ve yazılı edebiyatın büyük ölçüde tahrip ve yok olmasına yol açmıştır.

Ì Sözlü edebiyat çalışmaları XIX. yy. sonlarında başlamasına rağmen, Türk dünyasının birçok bölgesi gibi burada da zamanında gerekli derlemeler yapılamamış, var olan kültür zenginliği büyük ölçüde kaybolup gitmiştir.

Ì 1944’teki toplu sürgün ise Kırım’ı bir yangın yerine çevirmiş, kültür hayatının son izlerini de silip süpürmüştür.

Ì Bugün elde olan sözlü edebiyat malzemesi, XIX. yy.dan itibaren yazıya geçirilebilen ve sürgündeki zor günlerde yapılabilen ufak tefek derlemelerle, Türkiye veya Romanya’ya göç edenler arasında tespit edilen metinlerden ibarettir.

Ì Kırım Tatar yazılı edebiyatı Altın Ordu döneminin sınırlı eserleriyle, Kırım Hanlığı döneminden kalan nispeten daha zengin malzemeye dayanır.

Ì Rus istilasından sonra Türkiye’ye kitleler hâlinde göçün başlaması da edebiyat hayatı için tam bir çöküş dönemi oluşturur:

Ì Çar hükûmetinin istilacılık siyaseti sonucu, yüz binlerce insan “Ak [Hak] Toprak” dedikleri Türkiye ve Dobruca’ya doğru yollara düşer.

Ì XVIII. asrın sonuyla XIX. asrın başında yapılan ilk göçtür.

Ì Kırımlının göçleri sonucu Kırım’da medenî ve edebî gelişme 1783’ten 1800 yılına kadar süren mecburî bir durgunluğa itilmiş, sosyal ve siyasî hayat tamamen değişmiştir.

Ì Aydın ve âlimlerin göç etmeleri veya susturulmaları sonucu, Kırım’da bu yüzyıllık dönem içinde Kırım Türkçesinin kültürel sahada kullanıldığını gösteren tek bir eser yoktur.



Ì Kırım Tatarları arasında 1880’li yılların başlarında İsmail Bey’in ilk eserlerini yayımlamasına kadar modernleşme hareketlerinden, modern edebiyattan söz edilmez.

Ì Bu sebeple Kırımlı birçok araştırmacı edebiyat tarihlerinin dönemlerinden söz ederken İsmail Gaspıralı’nın ve başta Tercüman olmak üzere onun eserlerinin, bu konuda yaptığı hizmetleri göz önünde bulundurarak XIX. asrın sonlarıyla XX. asrın başlarını “Tercüman Dönemi Kırım Tatar Edebiyatı” olarak adlandırırlar. Bizde bu dönemi “Tercüman Dönemi Edebiyatı” olarak adlandırıyoruz.



Ì Potemkin ; Grigoriy Aleksandroviç Potyomkin ,Rus generali. Osmanlı devletinin yıkılması, İstanbul’un Çarlığın ve Ortodoksluğun merkezi olmasını hayal eden panslavistlerdendi. Kırım’ı istilasında çok gaddar davrandı, birçok sivilin ölmesine sebep oldu.



KIRIM’DA MODERN EDEBİYAT

İSMAİL GASPIRALI VE TERCÜMAN DÖNEMİ



İsmail Gaspıralı (1851-1914)’Nın Hayatı



Ì Moskova’da bulunduğu muhit onda milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur.

Ì Zincirli Medrese’deki öğretmenliği sırasında, görevi olmadığı hâlde öğrencilere Türkçe öğretmesi; eski öğretim metotlarını eleştirmesi; Rusça ders saatlerini çan çalarak belirtmesi gibi sebeplerden dolayı öğrencilerin ve medrese yöneticilerinin sert tepkileriyle karşılaşır. Hatta ölümle tehdit edildiğinden medreseden ayrılmak zorunda kalır.

Ì Moskova’daki öğrenimi sırasında içinde oluşan milliyet duygusunun etkisiyle İsmail Bey, Osmanlı ordusuna subay olarak girip milletine hizmet etmeyi ideal edinmiştir.

Ì Fransızcayı geliştirmek amacıyla Paris’e gider. Orada iken Rus yazarı Turgenyev’in muhitinde bulunur, onun yazdıklarını temize çeker.

Ì Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı eserindeki bazı ifadelerine bakılarak Londra’ya da gitmiş olmalıdır.

Ì İsmail Bey, İstanbul’da bulunduğu bir yıllık dönemde Osmanlı hizmetine girmek için uğraşır. Türk Harp Okulu’nda Rusça öğretmenliğine atanmak üzere olduğunu öğrenen sadrazam Mahmud Nedim Paşa üzerinde nüfuzunu kullanarak atanmasına engel olur.



Ì İsmail Bey’in gazeteciliği, yazarlığı da İstanbul’da başlar:

Ì L. Klimoviç , İsmail Bey hakkında biyografi yazmıştır.

Ì İsmail Beyin , 1906’da yazdığı Gün Doğdu hikâyesindeki Danyal adlı kahraman büyük ölçüde İsmail Bey’i temsil eder.

Ì Dolaştığı yerlerde Türklerin, Müslümanların hangi şartlar içinde yaşadığına, ne gibi ihtiyaçları olduğuna özellikle dikkat etmiştir.

Ì İsmail Bey’le ortak idealleri paylaşan aydınlar, Tercüman gazetesinin Rusya’nın her köşesine yayılmasında, zamanla Türkiye, İran, Mısır, Balkanlar, Doğu Türkistan’a kadar ulaşmasında ona çok yardımcı olmuşlardır.

Ì 1905’ten sonra Rusya’da meşrutiyet ilan edildiktan sonra İsmail Bey, Abdürreşit İbrahim (Reşid Kadı), Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Seyit Geray Alkin, Ali Merdan Topçubaşı vd.nin öncülüğünde “Rusya Müslümanları Kongreleri” düzenlenmeye başlandığında Tercüman gazetesinin bu yolda önemli hizmetlerde bulunduğu anlaşılır.

Ì Türklüğün iki büyük siması Yusuf Akçura ve İsmail Bey , 1905’ten sonra Rusya Türklerini, siyasî, kültürel haklarına kavuşturabilmek için birlikte çalışır.

Ì Y. Akçura, İsmail Bey’i üstadı olarak kabul eder.

Ì Yusuf Akçura , İsmail Bey’in ölümünden sonra yazdığı yazıyı “Muallime Dair” olarak adlandırmasıyla, Gaspıralı’yı bütün Türk milletinin “muallimi” olarak değerlendirir.



Ì 1908’de Türkiye’de II. Meşrutiyet’in ilân edilmesi İsmail Bey’in Türkiye ile bağlarını daha da güçlendirir. Meşrutiyet yanlısı yazılar yazar.

Ì 1911’de İsmail Gaspıralı ile Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, İttihat ve Terakki Partisi’nin genel merkezine seçilirler.

Ì Yusuf Akçura’nın İstanbul’da çıkartmaya başladığı Türk Yurdu’nda, Sırat-ı Müstakim’de ve o yıllarda yayımlanan bazı gazete ve dergilerde İsmail Bey’in “dünya Müslümanlarını eğitim meselelerini görüşmek üzere bir kongrede toplamak” girişimi hakkında çeşitli yazılar, haberler yayımlanır.

Ì 1912 yılı başlarında “Usul-i Cedid”i ve savtî metodu anlatmak, halkın durumunu yerinde incelemek amacıyla ; Bombay’a gider.

Ì Bombay’da özellikle kendi eğitim metodunu anlatmak ve uygulamakla uğraşır. İsmail Bey’in bu teşebbüsünden ; önemli bir sonuç elde edilemez.



ESERLERİ



Ì İlk Yazısı: “Bahçesaray’dan Gönderilen Mektup”

Ì Bilinen ilk yazısı “Bahçesaray şehir emaneti meclisinden İsmail Mirza” imzasıyla 1879’da Tiflis’te Ziya gazetesinde “Bahçesaray’dan Gönderilen Mektup” adıyla yayımlanır.

Ì Bahçesaray’dan Gönderilen Mektuptaki ifadeler İsmail Bey’in geleceğe ait planlarını, emellerini de açıkça göstermektedir . Özellikle “ıslahat”tan söz etmesi, bu işte gazetenin millete yol göstermesinden, milletin aklını ve düşüncesini aydınlatmasından söz etmesi, gazetesi ve kitabı olmayan bir toplumu sağır ve dilsiz insana benzetmesi dikkat çeker ve niçin bir matbaa kurduğunu, niçin gazete çıkarmak ve kitap basmak istediğini de açıklar.



RUSÇA İLK MAKALELERİ, ESERLERİ



Bahçesaray Mektupları, Rusya Müslümanları



Ì Kırım’daki ilk yazıları Akmescit’te Rusça yayımlanan Tavrida gazetesinde çıkar.

Ì Önce “Küçük Molla” imzasıyla “Bahçesaray Mektubları”nı ardından aynı makaleyi yeniden işleyip “Genç Molla” imzasıyla ve “Rusya Müslümanları” adıyla aynı gazetede tefrika ettirir ve kitap hâlinde de bastırır.

Ì “Rusya Müslümanları” ile daha sonra yayımladığı “Rus Doğu Anlaşması”, farklı konularda yazılmış görülseler de her ikisinin ortak noktası Rusya-Müslüman ilişkileridir.

Ì Rus aydınlarını ve resmî makamlarını muhatap alarak Rusça yazdığı “Rusya Müslümanları”nda daha sonra hayatı boyunca sadık kalacağı bir program çizer.



Ì Rusya Müslümanları: Çarlık döneminde Rusya’da “Türklerden” “Türklükten” söz etmek yasaklanmıştı. Bu kelimeleri kullanmak “Pantürkizm” sayılıyordu. Katı Rus sansürü de bu kelimelerin kulanılmasına izin vermiyordu. Ancak 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra Türklükten açıkça söz edilebilmiştir.



Ì İsmail Bey, bu eserini oldukça dikkatli, diplomatik bir dille, zaman zaman Rus yönetimin ve Rusların iyi yanlarını öne çıkartarak zaman zaman da ölçülü ve mantıklı bir şekilde onları eleştirerek uzlaşmacı bir yaklaşımla yazar. Eserde Rusya Müslümanlarının da kötü yönleri açıkça eleştirir, iyi yönleri ise objektif bir şekilde anlatılır.

Ì Gaspıralı, bu eserinde muhatabını incitmeyen, açık bir dille, Rusların, Müslümanları- Türkleri asimile etmek, Hristiyanlaştırmak siyasetinden vazgeçmesi gerektiğini, bu siyasetin Müslümanları Rusya’ya düşman etmeden başka bir işe yaramadığını belirtir.

Ì Rus yöneticilerinin, artık Rusya’nın dünyadaki en büyük İslam ülkelerinden biri olduğu gerçeğini kabullenmelerini ister..

Ì İsmail Bey, bu mekteplerde eğitimin anadilinde yapılması, temel İslamî bilgiler yanında tarih, coğrafya, matematik,fen bilimleri ve Rusça’nın da okutulması gerektiğini ileri sürer.

Ì Bu eserde, Rusya yönetimi altında yaşayan Müslümanların-Tatarların tek bir kitle olduğu kabul ediliyor, onların kültürel ve siyasî haklarından söz ediliyordu.

Ì Kurtuluşun tek yolu; eğitimle Batı medeniyetine yaklaşmak, onun bilimdeki seviyesine ulaşmaktı. Bu ölmüş durumdaki Türk-İslâm ruhunu diriltmenin tek yolu idi.

Ì Gaspıralı cahil bir toplumun öncelikli probleminin eğitim ve bilgiye ulaşmak olduğu kanatindedir.



Ì İsmail Bey 1896’da Rusça yayımladığı “Rus-Doğu Anlaşması” adlı kitabıyla bu fikirlerini bir kere daha tekrarlar ve bu eserinde bir adım atarak Ruslarla Müslüman ülkeleri arasında Batı emperyalizmine ve “sarı ırka” (İsmail Bey,bu terimle Moğollar, Mançular, Çinliler ve Japonları kasdediyor) karşı bir ittifak oluşturulmasının gerektiğinden söz eder. Ancak o dönemde fikirleri pek yankı bulmaz ..

Ì İsmail Bey 1908’de bu fikirlerini tekrar dile getirmek ihtiyacı hisseder. Tercüman’da yayımlanan Şark-ı Ekber Meselesi adlı makalesinde görüşlerini, bir kere daha açıklar.

Ì İsmail Bey’in teklif ettiği “Rus-Doğu Anlaşması”, aslında Rusların yararını değil, aksine Türk-İslam dünyasının çıkarlarını gözetilerek yazılmıştır.

Ì Meşrutiyetten sonra Yusuf Akçura, İsmail Bey’in bu eserde ele aldığı görüşleri Türk Yurdu’nda basılan “Türk-Rus Mukareneti” adlı yazısında özetledikten sonra konuyla ilgili kendi görüşlerini açıklar.



TÜRKÇE İLK YAYINLARI (NEŞRİYAT-I İSMAİLİYE)



TONGUÇ, ŞAFAK



Ì Öncelikle medreselerin ıslahı, fonetik (savtî) okuma-yazmanın yaygınlaştırılması, eğitimdeki diğer eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi, Gaspıralının ilk hedefidir.

Ì Bazı gazetelerde yazılar yazarak ve bir matbaa kurarak işe başlar.

Ì Gaspıralı Bahçesaray’da matbaasını kurduktan sonra deneme mahiyetinde, taşbasma olarak Tonguç’u yayımlar .

Ì Baskı çok kötüdür, metin iyi okunmamaktadır. Bu sebeple Tonguç’u Tiflis’te Ziya Matbaası’nda yeniden bastırır .

Ì Tonguç, İsmail Bey’in birbiri ardından yayımladığı küçük “süreli yayınların” ilkidir. Ardından aynı yılda Şafak’ı bastırır.

Ì İsmail Bey, “gazete şeklinde mecmualar” diye tanımladığı, “süreli yayınları” bir yazısında “Neşriyat-ı İsmailiye” olarak adlandırır.

Ì Bu eserler Rus yönetminin gözünden kaçmaz; İsmail Bey, sansür görevlilerinden “izinsiz yayın yapıyorsun” şeklinde sert bir uyarı alınca, yayınlarını durdurmak zorunda kalır. Bu “süreli yayınların”ın bazılarının adları bilinmektedir ama, ilk ikisinden başka günümüze kadar ulaşan olmamıştır; sadece Mirat-ı Cedid adını taşıyan “mecmuası” hakkında kaynaklarda bilgi bulunmaktadır.

Ì Tonguç’un ilk yazısı olan “Söz-i Evvel”de İsmail Bey’in ilk yazılarını nasıl bir dille kaleme aldığını, amacının ne olduğunu görebiliriz.

Ì “Tatar dili”ni ilerletmekten kasdı sade Türkçe kullanmaktır.



TERCÜMAN GAZETESİ (1883-1918), FAALİYETLERİ VE FİKİRLERİ



Ì Matbaasını kurduktan sonra gazete çıkartma izni alabilmek için İsmail Bey, birkaç yıl uğraşır.10 Nisan [22 Nisan] 1883’de, Bahçesaray’da Tercüman gazetesinin ilk sayısını yayımlar. Ruslar aynı yıl Kırım’ı ele geçirmelerinin 100. yılını kutlamaktadırlar.



Ì Rus yönetimi 1840’lı yıllardan itibaren gazete çıkartmak için kendisine başvuran Kafkasyalı, İdil-Urallı birçok Türk aydınına izin vermemiştir; çünkü, gazetenin bir toplumun uyanmasında, dünyayı tanımasında, daha da önemlisi kendi varlığının farkına varmasında (ulusal bilincin uyanmasında) büyük rolü olduğunu çok iyi bilmektedir.



Ì “Tatar Dili”: XIX. Asrın sonlarında Ruslar, yönetimleri altında yaşayan Müslüman Türk halklarının hepsine “Tatar” diyor, “Türk” sözünü sadece Osmanlı Türkleri için kullanıyorlardı.

Ì Kitaplarda, gazetelerde Rusya vatandaşı Türk boylarının kendilerinden “Türk” diye söz etmeleri yasaktı. Bu sözü kullanmak bile “pantürkizm” sayılıyordu.

Ì İsmail Bey ileride Tercüman’ı çıkarmaya başladığında “Türk dili” tabirinde ısrar edecek Osmanlı Türklerinin dilini de sansürün baskılarına karşı “Osmanlıca” olarak tanımlayacaktır.



Ì Tercüman’ın ilk yıllarındaki dizgi ve imlâ yanlışları, bozuk cümleler, onun karşılaştığı teknik porblemleri de belli eder.

Ì İlk yıllarında gazetesinin yazılarını hemen hemen tek başına yazdığını yıllar sonra “Bu Nüsha” adlı yazısında açıklar.

Ì Rus yönetimi Türkçe ve Rusça, her iki taraf da birbirinin aynı olmak şartıyla gazete çıkartmasına izin vermiştir.

Ì Tercüman’ın başlık klişesinde “Ahvalât-ı dâhiliyeye ve hâriciyeye, maârif ve edebiyâta dâir haftalık gazete” ifadeleri bulunmaktadır.

Ì Tercüman ikisi Türkçe, ikisi de Rusça olarak, küçük boyda ve 4 sayfadır. Genel olarak haftada bir kere, cuma günleri çıkartılır.

Ì 1905’te başlık klişesi “Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman” olarak değiştirilir,sonra yine “Tercüman”a dönülür.

Ì 1886’da gazetenin amacı “Rusya ülkesinde sâkin ehl-i İslâmın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet etmek” şeklinde açıklanır.

Ì Tercüman’daki Rusça kısmı kaldırabilmek için İsmail Bey, 10 yıl uğraşır, izin alır; Rusça kısmı kaldırır. Gerekli gördüğünde, az da olsa, Rusça yazılara gazetesinde yer verir.

Ì İsmail Bey Tercüman’ı 1883’ten ölümüne kadar idare eder.

Ì Ölümünden sonra gazete, oğlu Rıfat Bey’in sahipliğinde ve Hasan Sabri Ayvazof ’un baş muharrirliğinde, Kırım’da Kurultay hükûmetinin yıkılmasına, 23 Şubat 1918’e kadar yayın hayatını sürdürür.



Ì “Edebiyat”: İsmail Bey bu kelimeyi yazılı, basılı olan hemen her metin için kullanır.

Ì Bilimsel eserler, gazete, dergi, ders kitapları, edebî eserler…

Ì Bunların hepsi “Literatur” karşılığı “edebiyat”tır.



Ì Rus hükûmeti her zaman Tercüman’ı sıkı bir sansüre tâbi tutar.

Ì Sansürcülük sorumluluğunu Kırımlı bir Karay Türkü olan ve o sıralarda Bahçesaray’da Rusça Tavrida gazetesini çıkartan İlya İliç Kazas üzerine alır. İsmail Bey, Kazas’a 1905’te Rus meşrutiyetinden sonra, geçici bir süre sansür kalktığında, gazetesinde bu şahsa açıkça teşekkür eder.

Ì Tercüman dikkatlice incelenip Türkçe metinlerle Rusçaları karşılaştırılırsa, bazen Rusça kısımlarda yönetimin dikkatini çekecek, Ruslara sert gelebilecek bazı söz ve ifadelerin iyice yumuşatıldığı ve hatta kaldırıldığı görülür. Bu açıdan bakılınca sansürcüsüne teşekkür etmesinin sebebi anlaşılır.

Ì Tercüman’ın dili, bazıların iddia etiği gibi “melez bir Türkçe” değil, ilk sayısından itibaren sade Türkiye Türkçesidir (yani İstanbul Türkçesi).

Ì Tercüman’da her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler dikkati çeker; amaç, “Boğaziçi’ndeki balıkçıdan Kaşgar’daki deveciye kadar” herkesin bu dili anlamasıdır.

Ì Tercüman gazetesi, İsmail Bey’in dil konusundaki şuurlu ve ısrarlı tavrı sebebiyle Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük bir rol oynar ve bunda başarıya ulaşır.

Ì Türkiye’de okunduğu ve aynı zamanda yasaklanıp serbest bırakıldığı 1895-1897 yılları arasında gazetede “İlave-i Tercüman”, “Koşma”, “Zamime” adlarıyla yayımlanan Türkçe, iki sayfalık ilim, fikir, edebiyat ve diğer kültürel konularının işlendiği ekler çıkartılır.

Ì Bu eklerin daha çok Türkiyeli okuyucular için çıkartıldığı,Türkiye’ye gönderilen Tercüman’ın nüshalarının Rusya içinde satışa sunulanlardan birkaç gün önce basıldığı, bazı nüshaların da Rusya içinde dağıtılanlardan içerik olarak farklı olduğu tespitedilmiştir.



Ì Tercüman’ın eki olarak ; Mektep ; Ha Ha Ha! adlı mizah dergisi; Şefika Hanım’ın yönettiği Âlem-i Nisvan; Âlem-i Sıbyan adlı dergiler yayımlanır.



Ì 1906’da Millet adlı ayrı bir gazete çıkarma teşebbüsü ise bir örnek sayıyla kalır, gerçekleşmez; fakat, Millet’in başlık klişesi altındaki epigramda yer alan “Til birliği, fikir birliği ve bu da amel birliğini mucip olur” ifadesi dikkat çeker. Bu ifadeyi daha da veciz hâle getirerek 1912’den sonra Tercüman’da “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde kullanır.

Ì İsmail Bey Tercüman’ı çıkartırken, ileriye yönelik planlar yapmıştı. Eğitimin ıslahını, İslam dininin doğru anlaşılmasını, Türklüğün çeşitli kabilelerinin Türk kimliği çatısı altında birleşmesini ve hepsinin ortak modern bir kültüre ve teknolojiye sahip olmasını istiyordu.

Ì Bunun için en büyük engel cehalet, hurafeler ve tembellik idi. Türk-İslâm âlemi âdeta bir ölü gibiydi.

Ì Bunun için Tercüman gazetesiyle başlattığı “”uyandırma” işine, 1884’te sonlardan “Usul-i Cedid” olarak adlandırılan eğitim-öğretim faaliyetleriyle, “savtî [fonetik] usule” dayanan okuma-yazma kurslarıyla, ilk eğitim için gerekli olan kitapları yazarak ve bunları yayımlayarak devam etti.

Ì Gaspıralı, medrese ve mekteplerde eğitimin ıslah edilmesini, modernleşmenin ilk basamağı olarak görüyordu. Onun alfabe ve ilk okuma kitabı olarak yazdığı Hoca-i Sıbyan ilgi görmüş bütün Rusya Müslümanları arasında kullanılmıştır.

Ì Gaspıralı bütün eserlerinde İslam toplumlarında kadına önem verilmemesi, kadının sosyal hayatta yok sayılması, onun en çok tenkit ettiği konulardan biridir. Bütün bu sebeplerle İsmail Bey, Rusya Türkleri arasında “milletin atası” olarak anılmaya başladı.

Ì Gaspıralı, ilk sayılarından itibaren gazetesinde, Türkiye fikir ve edebiyat hayatından serbest bir şekilde yararlanır. İslâmiyetle ilgili bazı eserleri Tarih-i İslâm , Medeniyet-i İslâmiye , Türkiye fikir ve edebiyat hayatını yansıtan Maişet ve Edebiyat-ı Osmanî ve Neşriyât-ı Osmanî” başlıklı seri yazıları yayımlar.



Ì Şemsettin Sami’nin Kamusü’l-Alâm adlı eserinden geniş bir şekilde yararlanılarak hazırlanan Derya-yı Bilik adlı ansiklopediyi ve daha sonra Kamus-i İlmî ve Fennî adlı diğer bir ansiklopediyi gazetesinin ilâvesi olarak okuyuculara verir.

Ì 1905 Rus meşrutiyeti İsmail Bey’in düşüncelerini açık bir şekilde dile getirmesine imkân verir. Gerek Sözler adlı yazısında siyasî, fikrî hayatta ortaya çıkan değişimlere işaret ederken “Tercüman'ın devre-i evveli bitti, şimdi devre-i sanisi başlıyor” diyordu.

Ì 1905’ten sonra Rusya’da ortaya çıkan serbest ortamda Müslümanlar-Türkler arasında matbuat hayatı canlandı; gazeteler, dergiler çıktı.

Ì 1920’li yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nde Türklere-Müslümanlara yönelik hükûmet programı, Çarlıktan tevarüs edilmiş gizli, ama daha da güçlü asimilasyon siyasetine dayanıyordu. Sovyet hükûmeti, “dil birliği”ni bozmakla kalmadı; Türk birliğini, eski ve yekpâre Türk millî coğrafyasını da parçaladı; yeni “milletler” ve devletler icat etti.

Ì Tercüman gazetesi, 35 yıl boyunca Rusya Müslümanlarını-Türklerini uyandırma ve muasır dünya medeniyetine ulaştırma yolundaki olağan üstü hizmetleri sebebiyle Rusların Noveya Vremya ve İngilizlerin The Times gazeteleriyle karşılaştırılmış, hatta Tercüman’ın onlardan daha etkili olduğu belirtilmiştir.



AVRUPA MEDENİYETİNE BİR NAZAR-I MUVAZENE



Ì İsmail Bey’in 1885’te İstanbul’da bastırdığı bu eser, Avrupa medeniyeti ve sosyalizmin mahiyeti hakkında bir eleştiridir.

Ì Eserde şu soruların cevapları aranır: Avrupa medeniyeti veya Hristiyan medeniyeti adıyla bilenen yaşam biçimi, bütün insanlık için geçerli bir medeniyet mi; bütün kavimler ve zamanlar için geçerli genel bir kural mı; akıl, düşünce, anlayış ve insan ahlakının son meyvesi olan bir medeniyet midir? Bu sorulardan sonra yazar medeniyetten ne anladığını açıklar:

Ì Ona göre Avrupa medeniyeti de yeni değil bu eksik medeniyetlerin devamıdır. Hristiyanlık bu medeniyete yeni bir ruh vermiş, insan ilişkileri için bir temel oluşturmuştur ama, bu da adaletsizliği, haksızlığı ortadan kaldırmamıştır.



Ì Gaspıralı Avrupa yaşam biçiminde sosyalist düşüncelerin etkisinin devam edeceği kanatindedir

Ì İsmail Bey, Avrupa yaşam “şahsî yarar ve çıkar”a dayandığını, ahlak, terbiye ve hukukun hep buna göre düzenlendiğini ileri sürerek; bu Avrupa’daki bu “eksik medeniyetin” yaşamda zulme sebep olduğunu söyler.

Ì İnsanoğlu vicdan, akıl, insaf, fikir, ihsan ve hamiyetten yoksun olmadığı hâlde Avrupa’daki yaşam biçiminin ve insanların birbirleriyle ilişkilerinin hep bu “şahsî çıkar” ve “nefsin istekleri”ne dayanması, Gaspıralı’ya göre esef edilecek bir durumdur.

Ì İnsan ilişkileri “hakkaniyet”e dayandığında zulüm ortadan kalkacaktır. Gaspıralı bu yeni medeniyeti Müslümanların kurabileceği kaatindedir; çünkü bu iş için onlardan daha fazla “serveti” olan bir millet yoktur. Bu “sermaye” ise hükmü “hakkaniyet” olan Kuran’dır.

Ì İsmail Bey, Rus Meşrutiyetinden sonra sosyalizm hakkındaki düşüncelerini gazetesinde “Mezheb-i İştirakiyyûn” (Bu makalelerin ilki “Sosyalizm Yaki Mezheb-i İştirakiyyûn” adıyla yayımlanmıştı.) adlı seri makalelerini yayımlar.

Ì Çarlık yönetiminin Müslümanlar hakkındaki görüş ve davranışlarını Tercüman’da yayımladığı “Rusya’nın Siyaset-i İslamiyesi” adlı seri yazılarında yeniden değerlendirir, eskiden kapalı söylemek zorunda olduğu bazı düşüncelerine açıklık getirir.



ROMAN VE HİKÂYELERİ



Ì İsmail Gaspıralı, dönemin şartları gereği birçok yazısında açıkça ismini kullanmaz, zaman zaman bazı takma adlardan yararlanır.

Ì Onun en çok kullandığı imzalarından biri Molla Abbas Fransevî’dir. Bu imzayla o, Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanının Avrupa ve Afrikada’ki seyahatlerini, maceralarını konu alan, birbirinin devamı olan eserler yazar.

Ì “Molla Abbas Fransevî” şeklinde takdim edilen roman kahramanı Taşkentli Molla Abbas’ın , Tercüman gazetesine “mektuplar” hâlinde gönderdiği seyahatnamesinin ilk kısmını oluşturan Frengistan Mektupları , Tercüman’da tefrika edilir. Bunu Darürrahat Müslümanları , Sudan Mektupları , Kadınlar Ülkesi bunların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz Molla Abbas Fransevî’ye Tesadüf-Gülbaba Ziyareti izler.

Ì Bütün bu eserler, ortak bir kahramana (Molla Abbas) sahiptir ve ayrı ayrı epizotlar olarak tasarlanmış tek bir roman olarak kabul edilebilirler.

Ì Frengistan Mektupları’nda Taşkentli Molla Abbas’ın ülkesinden ayrılıp Fransa’ya kadar gelmesi ve Avrupa’da özellikle Paris’teki gözlemleri anlatılır. Daha sonraki tefrikalarda Mola Abbas’ın İspanya seyahatine çıkması, burada başından geçenler hikâye edilir. Gaspıralı’nın ileride adını “Darürrahat Müslümanları” koyacağı ve 1906’da müstakil bir eser olarak bastıracağı bölüm de budur. Bu eser, kitap olarak da yayımlandığından müstakil bir roman olarak da düşünülebilir.

Ì Sudan Mektupları, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları’nın şeklen devamıdır.



Ì Yazar, kahramanı Molla Abbas’ın Endüs Müslümanları arasındaki macerasını konu alan son kısmı (herhalde okuyucular daha fazla ilgi gösterdiğinden) Frengistan Mektupları’ndan ayırmış, yine Tercüman’da “Darürrahat Müslümanları” adıyla birkaç kere tefrika etmiş ve nihayet 1906’da müstakil bir eser olarak bastırmıştır.



Ì Kadınlar Ülkesi de Sudan Mektupları’nın şeklen devamıdır.

Ì Kadınlar Ülkesi eserindeki , aslında İslâm toplumunun ters yüz edilmiş bir şekli ile karşılaşırız. Bu fantezi sayesinde Gaspıralı, İslâm toplumunda kadının içine düşürüldüğü konumu alaycı bir dille sergileme imkânı bulur.



Ì MOLLA ABBAS FRANSEVÎ’YE TESADÜF = > Gül Baba Ziyareti, Frengistan Mektupları ile başlayan Molla Abbas’ın maceraları , Kadınlar Ülkesi ile yarım kalmış roman izlenimi verir. Daha sonra İsmail Bey, “Molla Abbas’ın Şakirdi” imzasıyla Gülbaba Ziyareti adlı kısmı yayımlar. Böylece roman tamamlanır.

Ì İsmail Bey’in bu romanından başka Arslan Kız, Gün Doğdu gibi birkaç büyük hikâyesi ve Ahmet Bey Taşkesenli ve Bedros Ağa Karakaşyan, İvan ve Süleyman, Mükâleme-i Selatin, Bela-yı İslam... gibi bazı küçük hikayeleri de vardır.



Ì ARSLAN KIZ => Tercüman’da yayımlanır. Eserin konusu, Doğu Türkistan’ın Kaşgar bölgesindeki Üçturfan şehrinin Çinliler ve Kalmuklar tarafından kuşatılması, halkın Kaşgar’dan yardım beklemesidir.

Ì İsmail Bey bu hikâyesinde vatan ve istiklal fikrini, mekânı Rusya’nın dışına taşıyarak rahat bir şekilde ele alma imkânı bulduğu gibi eğitimli, bilgili bir kızın gerektiğinde vatan ve millet için erkeklerden daha fazla iş görebileceğini de anlatmış olur.

Ì Bu hikâyedeki “yiğit kız” (Arslan Kız) tipinin eski Türk destanlarından ve hikâyelerinden alındığı, yazarın anlatım dilindeki epik unsurlardan da belli olmaktadır. Böylece Gaspıralı, modern edebiyata, eski Türk kültürün ne şekilde kaynak olabileceğini göstermiş, millî edebiyat anlayışına uygun bir hikâye yazmıştır.



Ì GÜN DOĞDU => “Kart Ağay” takma adıyla Tercüman’da iki kere tefrika edilir. Eserin kahramanı Danyal Bey, Kırım’lı soylu bir gençtir. Hukuk öğrenimi görüp memleketine döndükten sonra kendi toplumunu kalkındırmak için halk arasında dolaşıp çözüm yolları aramaya başlar.Yarım kalmış, bu eserin otobiyografik bir yanı olduğu, İsmail Bey’in hayat ve faaliyetinden izler taşıdığı Y. Akçura ve Z. V. Togan tarafından açıklanmıştır.

Ì Bütün bu eserler İsmail Gaspıralı’ya, Türk dünyasının ilk roman ve hikaye yazarlarından biri sıfatını da kazandırmaktadır.



FRENGİSTAN MEKTUPLARI



Ì İsmail Bey, bu eserinde zengin bir tüccar çocuğu olan ve medresede iyi bir öğrenim gören Taşkentli Molla Abbas’ın gözüyle, daha doğrusu Müslüman bir Türkün gözüyle Avrupa ve özellikle Fransa’yı anlatır.

Ì İsmail Bey, bu eserde en geniş anlamda Avrupa’nın genel durumunu, edebî eser okuma alışkanlığı olmayan okuyucularının anlayabilecekleri basit bir şekilde, olaylara ve örneklere bağlı olarak anlatmaya çalışmıştır.

Ì İsmail Bey, Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları’nda Avrupa (özellikle Fransa)’yı o dönemde Batı kültürünü en az tanıyan Türkistan’la karşılaştırarak bu iki zıt kutbun (Fransa-Türkistan), ne kadar farklı olduğunu anlatma imkânı bulur.

Ì Birbiri tamamlayan bu iki eser, Doğu-Batı çatışmasının edebiyatımızda ele alındığı en önemli ve ilginç eserler arasında yer alır. Ayrıca Rusya’yı kendilerinden üstün olduğunu gören Müslümanlara, İsmail Bey, Ruslardan daha ileri seviyede bir Avrupa toplumu olduğunu anlatmak ister.

Ì Eserde Frengistan-Türkistan karşılaştırması yapılırken iktisadî hayata özel bir önem verilmesi de dikkati çeker. Çünkü bilgili toplum, aynı zamanda zengin, düzenli ve âdil yönetimi olan bir toplumdur. Bu husus özellikle belirtilir.

Ì İsmail Bey, kahramanı Molla Abbas’ın ağzından veya onun bu romanda karşılaştığı insanların söyledikleriyle Türkistan’a, Rusya Müslümanlarına başta eğitim olmak üzere, din ve bilim anlayışı, siyaset, ticaret gibi konularda sert tenkitler yöneltir. Bu bakımdan Frengistan Mektupları ile başlayıp Gülbaba Ziyareti ile sona eren, ayrı ayrı epizotlardan oluşan bu ilgi çekici roman, Gaspıralı’nın fikir dünyasının ahahtarlarını taşımaktadır.

Ì Frengistan Mektupları ile romanın ikinci kısmını oluşturan “Darürrahat Müslümanları” aslında hem yapı bakımından hem de konu itibarıyla birbirinden çok farklıdır.

Ì Gaspıralı’nın daha sonra müstakil bir roman hâline getirdiği Darürrahat Müslümanları ütopik bir romandır; yazarın hayalindeki mükemmel İslam toplumunu anlatır.



DARÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI



Ì Endülüste gizli bir vadide (“Darürrahat” ülkesi) yaşayan “Avrupalılardan çok daha ileri bilgi ve yüksek medeniyete sahip Müslümanların hayatı, medeniyeti Molla Abbas’ın gözlemleriyle anlatılır.

Ì Bu ütopik romanda İsmail Gaspıralı’nın idealize ettiği bir Müslüman toplum görülür. “Darürrahat Müslümanları”nın bakış açısıyla Avrupa ve Doğu (özellikle Türkistan) âlemi çok açık ve sert bir şekilde tenkit edilir. İsmail Bey, böylece “ideal İslâm” karşısında Müslümanların, Türk âleminin ne kadar yanlış, ne kadar geri ve ne kadar zavallı bir hayata sahip olduğunu ortaya koyar.

Ì Bu açıdan bakıldığında o dönemde Müslümanların-Türklerin sıkı sıkıya tutunduğu ve korumaya çalıştığı bazı “dinî-ahlâkî değerlerin”, kanaat ve âdetlerin ne derecede İslâma uygun olduğu tartışmaya açılır. Roman okuyucusu, ister istemez böyle bir tartışmayı kendi dünyasında başlatacak din anlayışını ve medreselerdeki mevcut eğitimi sorgulamak zorunda kalacaktır. Yazarın asıl amacı da budur.



Ì Romanda “Darürrahat Müslümanları”nın ağzından İsmail Bey’in ustalıkla ortaya attığı görüşler, yapılan tenkitler, Türk-İslâm toplumunun modernleşmede önüne çıkan engelleri aşması için gerekli görülen bir reform programı niteliğindedir.

Ì Türkiye’nin resmî dili olan Osmanlıca, Arapça ve Farsça’nın tesiri altında bünyesine yabancı unsurlar almış “kavmî dil” (ulusal dil) olma niteliğini yitirmiştir. Onun için sade İstanbul Türkçesi modern kültür ve bilim hayatında bütün Türk halkları tarafından kullanılmalı, işlenmeli ve bu dille tek ve ortak bir bilim ve kültür hayatı da oluşturulmalıdır. Bu sebeple Gaspıralı Türk halkları arasında sadece edebî ortak bir dil istemiyor, tek bir modern edebiyatın olmasını da istiyordu.

Ì İsmail Bey’in sırf bu ortak edebiyata örnek olsun diye roman ve hikâyeler yazmıştır.

Ì Edebiyat anlayışı itibarıyla Ahmet Midhat Efendi’ye çok yakın görüşleri paylaşır: Toplumun bilgiye ulaşması ve terbiyesi için edebiyatın ahlakî bir rol oynaması ve yararlı olması gerektiği kanaatindedir.

Ì Gaspıralı’nın ortak edebî dil ve ortak modern kültür hakkındaki görüşleri zamanında Türk halkları arasında epeyce taraftar bulmuştur. Kendisi de Tercüman’da yayımladığı “Akgül Destesi Yaki Edebiyat-ı Cedide Hademeleri” adlı seri yazılarında hem bu gelişmenin hem de moderneşme hareketinin öncülerini okuyuculara tanıtmak istemiştir.

Ì İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” düsturunun önemini özellikle belirtmek gerekir.



Ì Güzel Kız Hatice: Zahir Bigiyev ’in eseri olan ve 1887’de Kazan’da basılan bu romanın tam adı Ülf Yaki Güzel Kız Hadice’dir.



Ì İlminski : Misyoner papaz, Şarkiyatçı. Rusya Türkleri arasında Hristiyanlığın yayılması için devlet desteğiyle geniş çaplı faaliyetler yürütmüş, İsmail Gaspıralı’nın Pantürkist ve Panislâmist faaliyetlerde bulunduğu hakkında Rus hükûmetine defalarca müracaat ederek, başta Tercüman olmak üzere İsmail Bey’in faaliyetlerinin durdurulmasını istemiştir.



Ì Müteveffa: “Vefat etmiş kimse” anlamında, gayr-i Müslimler için saygı amacıyla kullanılır.

Ì Gaspıralının notu: Tercüman’da İlminski’nin mektuplarından bazı kısımlar Türkçe’ye çevrilerek yayımlanmıştır.
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
7.ÜNİTE



1905’TEN SONRA VE SOVYET DÖNEMİNDE KIRIM TATAR EDEBİYATI



Ì Rus yönetiminin ilk yaptığı işlerden biri Kırım’da Müslümanların dinî işlerine ve kendi aralarındaki ihtilaflara bakmakla görevli “Kırım Müslüman Ruhanî İdaresi”ni kurmaları olmuştur. Bu idareye Kırım ve Batı Rusya Müslümanlarını temsil etme yetkisi de verildi.Bu makamın başında bulunan “Kırım Müftüsü”nü atama yetkisi Çar’a aitti.

Ì Çarlar da Kırım müftülüğüne dinî bilgisi ve gerekli ölçüde saygınlığı olan ulemadan birini değil, Rus yönetimine sadakati bilinen “mirza”lardan atama yapıyordu. Bu problem ileride İsmail Gaspıralı tarafından Tercüman gazetesinde tenkit edilmiştir.

Ì 1871’de Akmescit’te misyonerlerin yönettiği Tatarskaya Uçitel’skaya Şkola [Tatar Öğretmen Okulu] açıldı. Bu okulda mahallî dil (Kırım Tatar Türkçesi) ve İslamiyetle alakalı dersler göstermelikti; sadece haftada birkaç saatlik bir yer tutuyordu.

Ì Müslüman Türkler, Çarlık Rusyası’nın her yerinde olduğu gibi bu okullarda da Hristiyanlık propagandası yapıldığını bildiklerinden çocuklarını Rus okullarına göndermek istemediler.

Ì Kırım’daki hayatı birçok yönden değiştiren Rusya’nın çeşitli bölgelerinden getirilip Kırım’da iskân edilen Rus ve diğer Hristiyanlar (Alman, Bulgar vd.) oldu.Bölgedeki hayatı tamamen değiştirdiler; ticaret, ziraat, mimarî, kültür vd. hızla değişime uğradı.



Ì Dışarıdan gelen bu tesirlerin yanı sıra İsmail Gaspıralı’nın Tercüman gazetesiyle açtığı modernleşme ve okuma-yazma kurslarıyla başlattığı modern eğitim (Usul-i Cedid),

Ì açık fikirli ve zamanı kavrayabilen din adamları, millet ve din sevgisi sahibi tüccarlar (Türk-Tatar burjuvazisi),

Ì Türkiye’de öğrenim görmüş gençler yardımıyla kısa zamanda geniş halk yığınları tarafından benimsendi ve sadece Kırım’a değil İdil-Ural’a, Rusya’nın hâkim olduğu diğer Türk yurtlarına da yayıldı.



Ì Modern okul, ıslah edilmiş medrese sayısının artması önemli olsa da , daha önemli olan Gaspıralı ve onun yolundan gidenlerin, “Usul-i Cedid” öğretime öncü olan aydınların, millet sevgisi ve bilgiye ulaşma aşkıyla dolu idealist bir nesil yetiştirmiş olmalarıydı.

Ì Türkiye’de öğrenim gören gençler ve bu dönemde Türkiye’den gidip Kırım’da öğretmenlik yapanlar, bu bölgede Batılılaşma hareketlerini güçlendirdi ve hız kazandırdılar.



Ì XX. yüzyılın başlarında Kırım’da gençler arasında iki temel eğilim dikkati çeker.

Ì Bir grup İsmail Gaspıralı ve Türkiye’nin etkisi altında, öncelikli olarak eğitime önem veren Türkçü, İslamcı ve ıslahatçı bir ruha sahipti.

Ì Bir başka grup ise daha çok Rus okullarından yetişerek 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonraki serbestlik döneminde siyaset meydanına atılmış, görüş itibarıyla daha çok Rusya’daki siyasî, sosyal ve kültürel gelişmelerin etkisinde, genel olarak sosyalist ve devrimci düşüncelere bağlı sosyal demokrat genç bir kuşak idi.

Ì Bu iki grup arasında, bazen birine, bazen diğerine yakın, orta bir yol tutturmaya çalışan daha küçük bir grup oluşmuştu.

Ì Sonraki yıllarda Kırım Tatarları arasındaki siyasî ve kültürel gelişmeler, çekişme veya sürtüşmeler esasen bu farklı gruplara bağlı gençler arasında geçecektir.

Ì Bu farklı gruplarla Rus yönetimi arasında cereyan edecek hadiseler ise Kırım’ın kaderini belirleyecektir.



Ì Birinci grubun aralarında Zincirli Medrese’de müderris olan Hacı Habibullah Efendi gibi ileri görüşlü din adamları;

Ì Hasan Nuri , Hasan Sabri Ayvazof , Abdülhakim Hilmi , Cafer Seytahmet Kırımer, Cemil Kermencikli , Osman Akçokraklı gibi tahsilini kısmen veya tamamen Türkiye’de yapanlar;

Ì Bahçesaray’daki matbaasında Gaspıralı’nın yetiştirdiği Bekir Emektar , Mahmut Refat ;

Ì Gaspıralı’nın görüşlerini benimseyen Seyit Abdullah Özenbaşlı , Abdurrahman Kadrizade

Ì medreseden yetişmelerine rağmen ana dilinde yeni eğitim-öğretim usullerini benimsemiş “mollalıktan öğretmenliğe” geçmeye başlamış İsmail Lemanov gibi aydınlar vardı. Bunların bir kısmı üzerinde Türkiye’den Mehmet Akif ’in etkileri olduğu ifade edilmiştir.



Ì Bu grubun hemen tamamı Gaspıralı’nın “ortak edebî dil” ilkesine bağlı olarak sade bir İstanbul Türkçesi kullanıyorlardı.

Ì Bu grubun izinden giden 1913-1914 yıllarından itibaren edebiyat hayatına girmelerine rağmen, 1917’den sonra kendilerini tanıtabilen, Türkiye’deki millî edebiyat cereyanına yakın, milliyetçi şairler arasında Romanya Tatarlarından Numan Bayburtlu, Mehmet Niyazi , Şevki Bektöre , Kırım’dan [H]abibulla Odabaş , Bekir Sıdkı Çobanzade ‘dir , bunların üzeride Mehmet Emin Yurdakul’un etkileri görülüyordu.

Ì Bu gruba 1917 ihtilalinden sonra Cemil Kermencikli , Ömer İpçi , Abdulla Latifzade ve daha sonra [H]amdi Giraybay katıldılar



Ì İkinci gurupta sıralayabileceğimiz gençlerin ekserisi Kırım’daki Rus Öğretmen Okulu’ndan mezun, Çarlığa karşı aktif siyasî mücadeleden yana olan Abdurreşit Mehdiyev , Hüseyin Şamil Toktargazi , İlyas Boraganski , Osman Zaatov , Hasan Çergeyev , Ali Bodaninski bulunmaktadır.



OSMAN AKÇOKRAKLI



Ì Kırım’ın yetiştirdiği çok yönlü şahsiyetlerden biridir.

Ì Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi ve Tılsım adlı eserlerini, Kirilov’dan On Kıssa adını verdiği temsilleri çevirdi.

Ì İlyas Boraganski’nin davetiyle Petersburg’a gitti orda Hutut-i Islâmiye kitabını bastırdı.

Ì 1905’ten sonra Reşit Mehdi ve H. S. Ayvazof ’la birlikte Vatan Hadimi gazetesini çıkardı.

Ì Kırım Goncaları adlı şiir kitabı Orenburg’ta basıldı.Tercüman gazetesinde çalıştı.

Ì Ufa’da Rızaedddin bin Fahreddin’in Şura dergisine davet edildi ve bu dergide çalıştı.

Ì Bahçesaray’da İsmail Gaspıralı’nın evinin müze olarak düzenlenmesinde rol oynadı.

Ì Kırım-Türk Tatar Edebiyatınıñ Kıskaca Tariħçesi adlı eserini yazdı.

Ì Yeni Dünya gazetesinde tarih,etnografya,dil ve edebiyat konularında makale yayımladı.



Ì Kırım’daki eski kitabeleri, mezar taşlarını inceledi. Daha önce de Çufutkale’deki türbenin kitabesini inceleyerek bunun Altın Ordu hanı Toktamış’ın kızı Canike Hanım’a ait olduğunu belirlemiş ve tarihî belgelerden ve halk arasında bu türbe hakkında söylenen rivayetlerden esinlenerek Hikâyet-i Nenkecan Hanım adlı hikayesini yazmıştı.

Ì Çora Batır, Koplandı Batır, Edige destanları üzerinde çalıştı.

Ì Bahçesaray Çeşmesi piyesini ve Çora Batır operasının librettosunu ve Kırım’da Tatar Tamğaları adlı araştırmasını yayımladı.

Ì Sudak’taki bir araştırma seyahatinde XVII. asır şairi Canmuhammed’in “Toğay Bey” adlı manzum eserini buldu, üzerinde çalıştı ve yayımladı.

Ì 1930’lı yılların başında milletçilikle suçlandı, öldürüldü.



Ì Bekir Çobanzade ve daha başka şahsiyetler şiirlerinde “Çöl şivesi”ni, yazılarında Türkiye Türkçesini kullanmışlardı.

Ì “Çöl şivesi”, Kırım’ın kuzey kesimlerinde kullanılan, Kıpçak unsurlarının hâkim olduğu bir ağızlar topluluğuna verilen isimdir.



Ì Daha çok siyasî hayattaki faaliyetleriyle bilinse de Numan Çelebi Cihan akıcı bir dille yazdığı şiirlerle de sevilmiştir. Onun “Ant Etken Men” adlı şiiri, Kırım Türklerinin millî marşı olarak kabul edilmiştir.

Ì 1922-1927 yılları arasında edebî hayata girenler Ziyaettin Cavtöbeli, Kerim Reşit Camanaklı, Fevzi Abdulhay, Mehmet Nüzhet , Cemil Kence, Eşref Şem’izadedir.



Ì Çobanzade, “Son Devir Kırım Tatar Edebiyatı Tenkit Tecrübeleri” adlı eserinde Kırım Türk-Tatar edebiyatı hakkında zamanın katı siyasî-ideolojik şartları sebebiyle tam manasıyla objektif, bilimsel bir yorum yapamamıştır.

Ì Bu eserinde, Ömer İpçi ile H. Odabaş’tan başkalarının hep kuzey şivesiyle yazdıklarını,

Ì Yalı Boyu’nun sosyal yapısı sebebiyle oradan pek şair çıkmadığını, şairlerin daha çok kuzeyden çıktığını ve günlük hayatta kullandıkları “çöl şivesi”yle yazdıklarını bildirir.

Ì Odabaş’ının şiir dilini yapmacık bulur, beğenmez ama, onun nesrini beğenir;

Ì Odabaş’ıyı Kırım’da yeni nesrin kurucularından, ilk hikâye yazarlarından biri kabul eder.

Ì Mehmet Nüzhet’in şair ile “geday” arasında olduğunu, konu bakımından tasvirci, dil cihetinden oldukça temiz bir şair olduğunu,

Ì Şevki Bektöre’nin halk dilini güzel kullandığını, Mehmet Nüzhet’in ise hicivleriyle bu dönemde halk arasında ilgiyle karşılandığını bildirir.



HASAN SABRİ AYVAZOF



Ì 19 yaşındayken Jön Türkler’in yayın organı olan Muvazene ve Türk’te yazı yazmıştır.

Ì Hüseyinzade Ali ve Ahmet Ağaoğlu’nun yönetimindeki Hayat gazetesinde ve sonra Hüseyinzade’nin tek başına yayımladığı Füyuzat’ta yazıları neşredildi.

Ì 1905 Rus Meşrutiyetinden sonra Kırım’da milliyetçi “Genç Tatarlar” arasında bulundu.

Ì Karasupazar’da yayımlanan Vatan Hadimi gazetesinde “Umum Lisan-ı Edep Hakkında Fikrim” adlı makalesinde Gaspıralı’nın yolundan giderek “ortak edebî Türk dili”ni savunur.

Ì Kahire’de çıkan İçtihad dergisinde Rus inkılapçılarıyla Jön Türkleri karşılaştıran “Rusya İnkılabı Kebiri” adlı bir makalesinde Jön Türkleri, pasif davranmakla, halkla ilişkilerinin kopuk olmasıyla ve halkın anlayamayacağı bir dil kullanmakla suçlamış, onlara Rus inkılapçılarının fedakârlıklarını örnek göstermiştir .

Ì Ayvazof İstanbul’da Yusuf Akçura ile Jön Türklerle ve bu şehirde kurulmuş olan “Rusyalı İslam Talebe Cemiyeti”yle de yakın ilişkiler içinde olur.



Ì Yalı Boyu: Kırım’ın sahil kesimine verilen isim. Kırım’ın güneyi ve sahil bölgeleri Oğuz unsurlarının hâkim olduğu bir dil kullanırdı ve bu dil Türkiye Türkçesiyle bütünleşmiş bir hâlde idi. Bazı dilciler bu şive için “Yalı Boyu Osmanlıcası” terimini kullanmışlardır.

Ì Geday: Kırım’da halk şairlerine, âşıklara verilen isim.



Ì H. S. Ayvazof milliyetçi gençlerin kurduğu gizli bir cemiyet olan Vatan Cemiyeti’ne üyedir.

Ì İsmail Gaspıralı’nın ölümünden sonra Tercüman gazetesini yönettiği ve Vatan Cemiyeti’nin üyelerine gazeteyi açtığı anlaşılıyor Nitekim “Altaylı” imzasıyla Abdülhakim Hilmi’nin, Çelebi Cihan ve Cafer Seydahmet’in yazıları Tercüman’da görülmektedir.

Ì 1917 Rus devriminden sonra bütün Rusya Türkleri arasında olduğu gibi Kırım’da da millî hareketler su yüzüne çıktı; bağımsız hükûmetler veya devletler kurulmaya başladı.

Ì Bahçesaray’da Kırım Tatar Milli Meclisi” (Kurultay) toplandı. Kırım Tatar Hükûmeti’nin başına Numançelebi Cihan getirildi.

Ì Aynı yıl çıkartılan Millet gazetesinin de baş yazarı da Ayvazof ’tur.

Ì 1918’de Kırım’ı Bolşevikler istila eder, ardından 1918’de Almanlar Kırım’ı ele geçirir.

Ì General Sülkeviç Kırım Ülke Hükûmeti’ni kurar. H. S. Ayvazof da elçi olarak Osmanlı devletine gönderilir.

Ì Ayvazov, Sovyet döneminde, Kırım’ın resmî temsilcisi olarak tekrar Türkiye’ye gönderilir. Kırım’da açlık çeken halka Türkiye’nin yardımını talep eder, Atatürk’le görüşür ve temin edilen yardım, gemilerle Kırım’a gönderilir.

Ì Ayvazof ’un üç ciltlik “Türk-Tatar Dili ve Edebiyatı” adlı bir eser yazmaya başladığı, açıklanmıştır ama, sözü edilen eser ele geçmemiş veya hiç tamamlanmamış olmalıdır.

Ì 1926’da Bakû I. Türkoloji Kurultayı’na gönderilen Kırım delegeleri arasındadır ve Kurultay’da Arap harflerinin yetersizliği hakkında görüş bildirmiştir.

Ì “Bütün Kırım Dil Konferansları”na katılır. Yeni Alfabe Komitesi’nin başkanlığını yapar.

Ì Yeni Dünya gazetesinde İleri ve Okuv İşleri dergilerinde dil konusunda birçok makale yazarak Gaspıralı’dan gelen “ortak edebî Türk dili” düşüncesini savunur.

Ì Latin harfli Köz Aydın dergisinin redaktörü olur.

Ì Rejim düşmanı ithamıyla kurşuna dizilir.

Ì Hasan Sabri Ayvazof, sadece Kırım Türk edebiyatının değil, XX. yüzyıl başlarında oluşmaya başlamış Türk dünyası ortak edebiyatının önde gelen şahsiyetlerinden biridir.



Ì Neden Bu Hale Kaldık piyesi Füyuzat dergisinde, tefrika edilir. Sonra kitap olarak basılır.

Ì Bu Piyesteki Gazeteci Ali’nin söyledikleri aslında yazarın kendi düşünceleridir. Nitekim H. S. Ayvazof her zaman ortak edebî Türk dilinden yana tavır koymuş birçok makalesinde bu görüşü savunmuştur.

Ì Piyesin ikinci perdesinde, birinci meclis Abdulvatan, Abdülislam ve “İhtiyarlar”ın arasındaki konuşmalardan oluşur. Buradaki sembolizm oldukça açıktır; yazar, “İslam dini”ni ve “vatan”ı kişileştirmiş, onları konuşturmaktadır.

Ì H. S. Ayvazof, bu eserindeki “kahramanlar” ağzından dönemin belli başlı problemleri hakkındaki görüşlerini, açıklar. Bu tiyatro eserinde Rusya Türklerinin XX. yüzyıl başlarındaki durumu geniş bir açıdan ele alınmıştır. Başka bir deyişle Batılılaşma zaruretinin ortaya çıkardığı problemler ve bu problemler için yazar tarafından önerilen çözüm yolları, piyesteki kahramanların konuşmalarıyla okuyucuya ulaştırılır.



Ì Ayvazof, Rus edebiyatından Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanından parçaları, Çehov’un yirmiden fazla hikâyesini, Tolstoy’un , Avrupa edebiyatından ise Longvelli’nin Tayfun ve Knut Hamsun’un Yarım Ay Altında adlı eserlerini başarıyla tercüme etmiştir .

Ì Bunların yanında Usul-i Tedris ve Talim-Terbiye adlı bir eseri de vardır.



Ì Hasan Sabri Ayvazov’un Esaret Kurbanları (Ebeveynlere İbret) adlı hikâyesinde XX. Yüzyılın başlarında Kırım Tatar toplumunda kadın problemi ele alınmıştır.

Ì Hikayede kadınlar eğitim, evlilik meselelerinde aslında şeriatın kendilerine sunduğu haklardan bile mahrum edilmişlerdir.



ŞEVKİ BEKTÖRE



Ì İstanbul’da okuyan Kırımlı gençlerle “Yaş Tatar Yazıcıları” adlı cemiyet kurdular Karılgaç Yuvası, Altın Yarık, Şiirler Cöngi gibi kitapları yayımladılar. O sıralarda şiire başladı.

Ì Bazı araştırmacılara göre 1912’de Balkan Savaşı’na katılmak, bazılarına göre de 1914’te I. Dünya Savaşı’na katılmak için gönüllü olarak Türkiye’ye döndü.

Ì Türk Yurdu dergisinde Gözlerin , Ağlama Emi? adlı şiirleri yayımlandı.

Ì 1918’de Türkiye’den Kırım’a esir mübadelesi için gönderilen heyette görevlendirildi. Bu sırada Türkiye’den Kırım’a öğretmenler getirtilmesinde etkili oldu.

Ì Ergenekon adlı ilk şiir kitabı yayımlandı. Tatarca Sarf ve Nahv gramer kitabını yazdı.

Ì Milliyetçiler üzerindeki siyasî takip ve baskı artığı bir sırada Dağıstan’dan öğretmenlik teklifi alınca Temirhan Şura’ya giderek orda çalıştı.

Ì Bakû’daki I. Türkoloji Kongresi’ne Dağıstan temsilcisi olarak katıldı. KGB’nin takibinden kurtulmak ümidiyle Türkmenistan’a giderek Aşkabat’ta Öğretmen Okulu müdürlüğü ve hocalık yaptı. Burada Türkmen Dilinin Sarfı adlı ders kitabını yazdı.

Ì 1932’de tutuklandı. İki yıl sonra Zerefşan ve Zengiata kamplarına gönderildi.

Ì Türk vatandaşı olduğunu belirterek Türkiye’ye iadesini ısrarla talep etti, Türkiye’ye gönderildi. İstanbul’da Kırım derneklerinde çalıştı. Volga Kızıl Akarken adlı hatıratı ölümünden sonra basıldı.



BEKİR SIDKI ÇOBANZADE



Ì Kırım Türklerinin önde gelen şair ve bilim adamlarındandır.

Ì Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi’nde okurken Tevfik Fikret Çobanzade’ye büyük ilgi ve yakınlık göstermiş, hatta ona bir şiir defteri hediye etmiştir .

Ì Peter Pazmany Üniversitesi’nin Doğu Dilleri Fakültesi’de okurken Hamit Zübeyr Koşay’la ve şair Enis Behiç Koryürek’le yakın ilişki içindedir.

Ì İ. Kunoş’un danışmanlığında “Kıpçakların Cedex Comanicus Yazma Edebiyat Abideleri ve Türk Dillerinde Telaffuzun Temel Problemleri” adlı teziyle “Türk Filolojisi ve Felsefe İlimleri Doktoru” unvanını elde eder.

Ì Macaristan’da tanıdığı tarihçi Rasony ve hocası Németh ile yakın ilişkiler içinde olmuştur.

Ì Türk-Tatar Lisaniyatına Medhal adlı eserini bastırır .

Ì Kırım’da üzerindeki siyasî baskılar atmaya başlar, o sırada Azerbaycan’da Latin harflerine geçme çalışmalarının başındaki Samed Ağamalıoğlu, Çobanzade’yi Bakû’ya davet edince Azerbaycan’a gider. Alfabe işleriyle ilgilenen komisyonda görevlendirilir.

Ì 1926’da Bakû’daki I. Türkoloji Kongresi’ne katılarak “Türk-Tatar Dillerinin Karşılıklı İlişkileri”, “Türk-Tatar Dillerinde İlmî Terminolojiyi Düzenlemenin Prensipleri” adlı bildirilerini sunar. 1928’de Boran adlı şiir kitabı Kırım’da basıldı.

Ì Çobanzade’nin Bakû’da çalıştığı yıllarda bu şehir ilmî ve medenî seviyesine göre diğer Türk dilli şehirlerden ilerideydi. Bu devirde muhtelif yerlerden çalışmak için davet edilen V. V. Bartold, A. N. Samoyloviç, N. K. Dmitriyev, Aziz Kubaydullin, N. İ. Aşmarin, İsmail Hikmet ve başkalarının Bakû’da olması onu Türkoloji merkezine çevirmişti.



Ì Siyasî hayatla ilişkisi olmamasına, kendini tamamen bilimsel araştırmalara adamasına rağmen Çobanzade’nin milliyetçi, Türkçü geçmişi, Bolşevik Rusların her zaman onu “rejim düşmanı”, “pantürkist” vd. şekilde suçlamalarından kurtaramaz.

Ì Türk dili ve edebiyatının çeşitli dönemleri hakkında günümüzde de önemini koruyan birçok eseri olan Çobanzade, başlangıçta Kırım’ın Kıpçak şivesi (“Çöl Şivesi”) ile şiirler yazsa da yayımladığı Boran’da dili İstanbul Türkçesine bir hayli yaklaşmıştır.

Ì Bilimsel araştırmalarında ise daima sade bir Türkiye Türkçesini kullandı.

Ì “Yerli lehçelere dayanan ayrı ayrı edebiyat ve ilim dili yaratmak fikrine muhalifti.Türk dilinin bütünlüğü yolunda çalıştı. Kitaplarını bu idealle yazdı, derslerini bu inanç ve bu dille verdi, o devrin çok ağır şartları altında bile bütün Türklerin alfabe ve dil birliği için uğraştı; velhasıl İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, Fikirde İşte Birlik’ şiarına uygun hareket etti”.

Ì Çobanzade bütün Türk dünyasının bilim ve edebiyat hayatında önemli bir yer tutan şahsiyetlerin başında gelir.

Ì Türk lehçelerini, Doğu dillerini ve birkaç Batı dilini bilmesi, Avrupa, Sovyetler Birliği ve Türkiye’deki araştırmaları yakından takip etmesi ; Avrupa bilim çevrelerinden edindiği bilgi ve araştırma metotlarını Türk diline uygulayan ilk bilim adamı olmasını sağladı.

Ì Onun yetiştiği dönemde Türkiye’de Batı metotlarını Türk diline uygulayan kimse yoktu. Varlığı Türkoloji için büyük bir şanstı; ama, Sovyetler Birliği’nin sadece katı ideolojik yapısı değil, aynı zamanda Türklüğe yönelmiş düşmanca tavrı, onun ve daha birçok çağdaşı bilim, edebiyat adamının en büyük şansızlığı oldu.

Ì Yönetimin baskısıyla inanmadığı şeyleri, söyleyip yazmak zorunda kaldı. Ölmeden önce bilimsel şahsiyeti hırpalandı. Sonuçta birçok Türk aydınının kötü kaderini paylaştı; Stalin döneminin kurbanlarından biri oldu.

Ì Türkiye’de biyografisi ve bütün şiirleri İsmail Otar’ın Kırımlı Türk Şair ve Bilgini Bekir Sıdkı Çobanzad adlı eserinde yayımlanmıştır.

Ì Kenan Acar da onun belli başlı araştırmalarını değerlendiren Kırımlı Bekir Sıdkı Çobanzade adlı bir eser yayımlamıştır.

Ì Kırımlı araştırmacı Safter Nagayev onun bütün eserlerinin listesini “Yılnamedeki İzler” adlı kitabında vermiş, Kenan Acar bu listeyi daha mükemmel bir hâle getirerek sözü edilen araştırmasında “Bekir Çobanzade’nin Eserleri” başlığı altında, alfabetik bir sırada kitabına dâhil etmiştir .

Ì Azerbaycan’da, yazdığı eserlerin önemli bir kısmını ihtiva eden “Seçilmiş Eserleri” beş cilt hâlinde yayımlanmıştır.



1905’TEN SONRA VE SOVYET DÖNEMİNDE KIRIM’DA BASIN HAYATI



Ì 1905 Rus meşrutiyetinin ilanından sonra Kırım’da yeni gazete ve dergilerin yayımlanmasıyla gençliğin siyasî, edebî eğilimleri daha belirgin olmaya başlar.

Ì İsmail Gaspıralı “Usul-i Cedid” eğitimin yaygınlaşıp benimsenmesi için Tercüman’a ilave olarak Mekteb’i ile Ha Ha Ha adlı mizah dergisini ve kızı Şefika Hanım’ın yönettiği Âlem-i Nisvan’ı müstakil dergi olarak haftalık yayımlasa da ilgisizlik sebebiyle kapatır.

Ì Âlem-i Nisvan’ı yine Şefika Gaspıralı’nın yönetiminde Tercüman’ın ilavesi olarak çıkartır.

Ì Bir çocuk dergisi olan Âlem-i Sıbyan’ı da on beş günde bir, tek varak yayımlar.

Ì İsmail Bey, Tercüman’ın eski tarzını değiştirmek istemez, zamanın da değiştiğini bazı fikirleri daha açık söylemek gerektiğini fark ettiği için Millet adlı bir başka gazete çıkarmak ister, hatta örnek bir sayı da bastırır fakat, nedense bu gazete çıkmaz.

Ì Yetiştikleri Rus okullarının ve 1905 Rus Meşrutiyeti’nin etkisiyle kendilerini hürriyet ortamında bulan, Çarlığa karşı daha açık ve sert bir mücadeleden yana olan, ekserisi Rus-Tatar öğretmen okulu mezunu olup “Yaş Tatarlar” şeklinde adlandırılan gençler, Seydahmet Çelebi’nin çıkardığı Vatan Hadimi gazetesi etrafında toplandılar.

Ì Gazetenin müdürü ve baş yazarı sosyalist ve milliyetçi bir kişiliği olan Abdurreşit Mehdiyev’di. Hasan Sabri Ayvazof, Hüseyin Şamil Toktargazi bu gurubun içindeydi.

Ì Gazete, Çarlık yönetimine doğrudan karşı çıktığı için yedi ay sonra kapatıldı. Siyasî alanda İsmail Gaspıralı’yı pasif olmakla suçlayan bu gençler gazetelerini “ortak edebî Türk dili”yle çıkartmışlardı.

Ì Vatan Hadimi’nin kapatılmasından sonra Bahçesaray’daki Genç Tatarlar grubundan bazı milliyetçi öğretmenler, çocuklara hitap edecek bir dizi risaleler neşretmeyi kararlaştırdılar.

Ì Yahya Naci Bayburtlu’nun teklifi üzerine bunlara Uçkun (Kıvılcım) adını vererek aynı isimle bir cemiyet de kurdular.

Ì Dili itibarıyla “orta yolak” şivesine dayanan, öğretmenlerin kendilerinin yazdığı veya Rusçadan tercüme ettiği bu risalelerin beş altı tanesi ancak yayımlanabildi; çünkü Rus sansürü devamını yasakladı.



Ì Orta Yolak Şivesi: Kırım’ın orta kesimlerine kullanılan ağızlara verilen ad. Güneydeki Oğuz, Kuzeydeki Kıpçak unsurları arasında, her ikisinden de izler taşıyan bir ağız grubu.



Ì Tahsilini İstanbul’da yapan ve 1909’da gizli “Vatan” cemiyetini kuran Numan Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet gibi Kırımlı milliyetçi gençler arasında bulunan Abdülhakim Hilmi (Altaylı), etrafında toplanan gençlerle “Kırım Ocağı”nı kurdu.

Ì Halit Çapçakçı ve Ali Badaninski tarafından Tatar Sedası adlı gazete çıkartıldı.

Ì İşçi Halk, Gökbayrak, Albayrak gazeteleri de bunları izledi. Ali Bodaninski ve Türkiyeli Bolşevik Mustafa Suphi, birlikte Yeni Dünya gazetesini yayımladı.

Ì [H]abibulla Odabaş, Akmescit’te Yeşil Ada ve Bilgi dergilerini neşretti. Yañı Çоlpan , İleri , Оkuv İşleri gibi süreli yayınlar Kırım’da yeni kurulan Sovyet hükûmetinin ideolojik baskısı altında yayımlansa da bu süreli yayınlar milliyetçi düşüncelerin, eğilimlerin tamamen ortadan kalkmadığını da gösteriyordu.

Ì İleri dergisi Kırım edebiyatında hikâye türünün gelişmesinde de etkili oldu. Bu dergideki hikâyeciler arasında Ömer İpçi, Cafer Gafarov, Abdulhekim Hilmi (Altaylı), Cemil Seyitümmet, Tanabaylı sayılir.



1905’TEN SONRA VE SOVYET DÖNEMİNDE KIRIM’DA TİYATRO



Ì Modernleşme hareketlerinin uzantısı olarak Kırım’da tiyatro faaliyetleri ortaya çıkar.

Ì Bahçesaray’da Celal Muinov, Hüseyin Baliç, Akmescitt’te Seytahmet Memedof birer tiyatro grupları teşkil etmişlerdi.

Ì Celal Muinov, İsmail Lütfi’nin tercüme ettiği Puşkin’in Saran Rıtsar trajedisini Bahçesaray’da sahneye koyar.

Ì Osman Zaatov da Gogol’ün Jenitba (Evlilik) komedisini çevirir.

Ì Seyit Abdulla Özenbaşlı Kırım Tatarlarının ilk tiyatro eseri olan Olacağa Çare Olmaz adlı tiyatro eserini yazar ve aynı yıl bu eser sahnelenir.

Ì Abdureşit Mehdi de Karasupazar’da bir tiyatro topluluğu kurmuş ve 1907 yılının sonlarından itibaren bazı oyunları sahneye koymuştur.

Ì Bu oyunların bir kısmı gençler tarafından yazılmış, bir kısmı da Osmanlı Türk veya Rus edebiyatından tercüme edilmişti.

Ì H. S. Ayvazof ’un Neden Bu Hâle Kaldık piyesi konusu ve kuruluşu bakımından dönemin en ilginç eserleri arasındadır.

Ì Hüseyin Şamil Toktargazi’nin de Mollalar Proyekti, Rahmsiz Balalar gibi tiyatro eserleri, Ömer İpçi’nin Fa[h]işe dramı, tiyatro alanında başarılı eserler arasındadır.

Ì Yusuf Bolat ’ın özellikle Toy Devam Ete, İşlegen Tişler, Dubaralı Toy gibi komedileri, Deniz Dalgasız Olmaz, Sonki Gece, Arzı Kız dramları dönemin dikkat çeken eserleridır.



Ì Ömer İpçi çok yönlü bir şahsiyettir. Öğretmen, artist, şair, hikâyeci ve oyun yazarıdır. Bir yandan da yeni Yol Dünya gazetesinde çalışmıştır. Gazi Mansur hakkındaki manzum hikâyesinde din ve vatan uğrunda cesaretle savaşan bir “evliya”yı anlatır.

Ì Hikâyeciliğini geliştirir ama, o daha çok Sovyet döneminde tiyatronun gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Ì Yirmiye yakın tiyatro eseri yazmış, sadece yazar olarak değil Kırım Tatar Devlet Tiyatrosu’nun rejisörü olarak da başarılı çalışmalar yapmıştır.

Ì Yazarın Fa[hişe] , Alim , Nenkecan Ħanım , Motor, Ayınıklar, Azat Ħalk , Şa[h]ingeray , Düşman gibi tiyatro eserleri Sovyet döneminin temel eserlerini teşkil eder.

Ì Nenkecan Ħanım adlı tarihî dramı Osman Akçokralı’nın “Nenkecen Ħanım Dürbesi” adlı hikâyesi esas alınarak yazılmıştır.



Ì Sovyetler Birliği’nin kuruluş yıllarında ve II. Dünya Savaşı boyunca, yeni rejimin yerleşmesi, Sovyet hayat tarzının ve dünya görüşünün benimsenmesi için Komünist Partisi tiyatroya özel bir değer vermiş, tiyatro faaliyetini maddî olarak desteklemiştir.

Ì Bu yüzden Sovyetler Birliği’ndeki bütün Türk halkları arasında da tiyatro hayatının en canlı olduğu bu dönemdir. Burada yazılan ve sahnelenen eserlerin büyük bir kısmının komünist ideolojisine hizmet eder mahiyette olması da bir mecburiyet idi.



SÜRGÜNDEN SONRA KIRIM TATAR EDEBİYATI (1944-1991)



Ì Kırım’da millî hükûmetin yıkılması, Sovyet yönetiminin işbaşına gelmesiyle edebiyat hayatı iki kat sıkıntıya düşmüştür: Bolşevik görüşler dışında hiçbir görüşe yer verilmemiş, hatta 1920’lı yıllarda sosyalist görüşlerde olan veya başından beri Bolşevikler arasında bulunan birçok Kırım Türkü çoğu kere de sudan bahanelerle, rejim düşmanı ilan edilerek şiddetli bir şekilde cezalandırılmıştır.

Ì İsmail Gaspıralı’nın ideallerini silmek, ektiği ve artık meyve vermeye başlamış tohumları yok etmek azminde olan Sovyet yönetimi, birçok aydının benimsediği “ortak edebî Türk dili”ni yasaklamış, edebî dil ve bilim dili, Kırım’ın Kıpçak ağızlarına doğru yönlendirilmiştir. Bu siyaset sadece Kırım’da değil diğer Türk yurtlarında da uygulanan bir siyasettir. Böylece hem edebiyatçılar hem de olgunlaşan edebi dil yok edilmiştir.

Ì Kırım’da Sovyet döneminden önce de Kıpçak şivelerini tercih eden edebî şahsiyetler olmuşsa da bu daha çok şiir alanında kalmıştı. Nesir ve bilim dili,Gaspıralı’nın açtığı çığırdan devam ediyordu.

Ì 1944 toplu sürgünü, Kırım’daki Türk-Tatar medeniyetinin sonu olmuştur.

Ì Sürgünde sadece insanlar değil, birçok yazma ve basma eser de yok olup gitti. Kırım’da evlerde, kütüphanelerde olan eserler bile toplatılıp yok edildi.

Ì Yıllarca Kırım Tatarcası yazı dili olarak kullanılmadı. 1953’te Stalin’in ölmesinden sonra yavaş yavaş onlara da bazı haklar tanınmaya başladı.

Ì 1957de Lenin Bayrağı adlı gazete çıkarmalarına ve sürgün yerleri olan Özbekistan’da Kırım Tatarları için ayrı bir şube oluşturulmasına izin verildi. Hayatta kalabilen “Şamil Alâdin, Abdura[h]im Altanı, Abdulla Dermenci, Eşref Şemizade, Yusuf Bolat, Ziyadin Cavtöbeli, Ra[h]im Tınçerov, Reşid Murad, Fetta[h] [H]akim, Gafar Bulğanaklı gibi yazar ve şairler toplanarak Kırım Türk edebiyatını canlandırmaya çalışmışlardır.



Ì Sürgün döneminde şiirin bütün edebî türlerden önde olduğu görülür. Bunun sebebi ; nesir türlerini yazacak hacimde gazete ve dergi yoktur, kitap bastırmak da kolay değildir.

Ì Kırım Türkçesiyle otuz Kırımlı müellifin hikâyeleri, denemeleri ve şiirlerden oluşan Ba[h]ar Ezgileri yayımlanır. Bu 1941’den sonra Kırım Türkçesiyle yayımlanan ilk eserdir.

Ì 1970’li yıllardan itibaren Özbekistan’da resmî okullarda öğrenci olan Kırım Tatarları kendi ana dili derslerini de okumaya başlarlar. Bu arada ana dili için ders kitapları da yazılır.

Ì Yıldız adıyla antoloji mahiyetinde bir eser çıkartılır, bu eser dergiye dönüştürülür. Bu derginin kırım Tatar edebiyatının yeniden oluşmasında büyük rolü vardır.

Ì 1991’den sonra kitleler hâlinde Ukrayna’ya bağlı Özerk bir Cumhuriyet olan Kırım’a yerleşmeye başladılar. Orada “yeniden doğuş” başladı.

Ì Maddî-manevî birçok sorunları var. Büyük bir gayretle millî varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Ukrayna hükûmeti’nin izniyle yeniden ilk ve orta okullar açılıyor, ana dilinde eğitim-öğretim yapılıyor. Ana dilinin korunması ve gelişmesi için sanatçılar, öğretmenlere, aydınlar büyük fedakarlık yapıyorlar. Yeniden gazete ve dergiler yayımlıyor, kitaplar basıyorlar. Yayımlanan kitapların önemli bir kısmını, sürgünden basılmış tarih, dil, edebiyat kitapları oluşturuyor. Taşkent’teki Yıldız dergisi de artık Akmescit’te çıkıyor.



EŞREF ŞEMİZADE



v Sürgün dönemdeki en önemli edebî şahsiyettir.

Ì İlk şiiri “Köyde Yaz Akşamı”dır. Şiirleriyle Bekir Çobanzade ve Abdulla Latifzade’nin dikkatini çeker, onu Akmesçit’e çağırıp edebî faaliyetlerini orada sürdürmesini sağlarlar.

Ì O dönemde “Sovyet kuruculuğu”nun önemli başarılarından biri olarak gösterilen “DneproGES” (Dinyeper Barajı) barajı hakkında 1931’de yazdığı “Dneprelstan” adlı büyük manzumesi (poéma) edebî ve siyasî çevrelerde takdirle karşılanmış bu eser şaire ün ve itibar kazandırdığı gibi 1936’da Rusçaya da çevrilmiştir.

Ì Kırım Yazarlar Birliği’nin kâtibi olarak çalışır. Bu sıralarda birçok aydın gibi rejim düşmanlığı, milliyetçilik ve “pantürkist” olmakla suçlanır.

Ì Latin harflerinden Kiril alfabesine geçişi Ruslaştırma olarak değerlendirmesi; Atatürk’ü büyük Türk devlet adımı olarak övmesi, Bekir Çobanzade için şiir yazması suçlarıdır.

Ì “Dneprelstan” manzumesindeki bazı mısralarda da “zararlı düşünceler” “tespit” edilmiştir!

Ì Akşam Deñiz Yalısında ,Yırlarım , Şaylı Kız , Arıkbaş Eteginde , [H]asret adlı şiir kitapları yayımlanır. Sürgündeyken Kaval , Toğan Kaya , Şiirler ve Poemalar kitapları basılır.

Ì Şiir kitaplarından başka Ömür ve Yaratıcılık , Halk Hızmetinde , Edebiy ve Tenkidiy Makaleler gibi yazı ve makalelerini ihtiva eden eserleri de vardır.



Ì Şemizade Rusçadan Şekspir’in “On Ekinci Gece” trajedisini, Puşkin, ve Lermontov’tan bazı şiirleri çevirir. Ayrıca Genceli Nizami’den yaptığı tercümeler de vardır.

Ì Şemizade halk arasında Aslı Han adıyla bilinen destanı yeniden işlemiş; Kırım Türklerinin başına gelen talihsiz hadiseleri, çektikleri acıları bu eserinde alegorik bir tarz da işlemiş, destandan bazı parçaları da zamanında yayımlatmış ama, tamamı Közyaş Divar adıyla ancak yakın dönemlerde basılabilmiştir. Bu eser de Şemizade’nin diğer eserleri gibi zengin bir dile, ata sözü ve deyimlerle pekiştirilmiş canlı bir anlatıma sahiptir.

Ì Kırım Türklerinin en iyi şairlerinden ve örnek bir insan olan Şemizade, eserleri, tavırları ve edebiyat bilgisinin derinliğiyle, vatan Kırım ile sürgündeki Kırımlılar arasında köprü olmuş millî-edebî geleneklerin genç kuşaklara aktarılmasında önemli bir rol oynamıştır.



CENGİZ DAĞCI



Ì Kırım Tatar edebiyatının en tanınmış yazarlarındandır.

Ì Aile muhitinin milliyetçi ruhu kişiliğinin oluşmasında etkili olur. İlk şiirleri Gençlik dergisinde yayımlanır. Tanınınca şiirleri Edebiyat Mecmuası’nda basılır.

Ì Yangın adlı ilk hikâyesini yazar ve aynı yıl Komsomolest gazetesinde çalışmaya başlar.

Ì Savaş yıllarında çektiği sıkıntıları, şahit olduğu savaşın korkunç yüzünü Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam’da anlatır. Yine de bu eserlerin tam bir otobiyografik karakter taşıdığını söyleyemeyiz. Yazarın kedisi de bu durumu kabul etmez.

Ì Savaş sonrasında yazdığı bir hikâyesini İstanbul’a Varlık Yayınevi’ne gönderir. Yayınevi yöneticisi Yaşar Nabi Nayır, hikâyesini genişletirse yayımlayacağını bildirince bu sefer Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam’ı gönderir.

Ì Ziya Osman Saba, eserlerin dili ve imlası üzerinde bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, bir romanın iki ayrı bölümünden ibaret olan bu eserler basılır ve Türkiye’de ilgiyle karşılanır.

Ì Yazarın en önemli romanlarından biri olan Onlar da İnsandı ; Ölüm ve Korku Günleri , O Topraklar Bizimdi , Dönüş vd. basılır. Böylece Türkiye Türkleri, kendileriyle hiç ilgisi olmadığını düşündükleri II. Dünya Savaşı’ndan Türk dünyasının nasıl kayıplarla, ne büyük ıstıraplarla çıkmış olduğunu öğrenme imkânı bulur.

Ì Cengiz Dağcı, Polonyalı bir genç kızın hikâyesi olan Ölüm ve Korku Günleri ile Cengiz Han hakkındaki yazdığı Genç Timuçin hâriç, daha çok Kırım’da olup bitenleri anlatır.

Ì Ömrünün son dönemlerinde hatıralarını kaleme alır: Yansılar , Ben ve İçimdeki (Yansılardan Kalanlar, 1994), Hatıralarda Cengiz Dağcı.

Ì 1920’li yıllardan itibaren Sovyet döneminde Kırım Türkleri, büyük ölçüde sömürge ideolojisinin baskı ve ileriye dönük hesapları yüzünden ve aynı zamanda kendi içlerinde ulusal kimlik anlayışının farklılaşması gibi nedenlerle Türk dünyasından ayrılmaya, Kırım’da kendi içlerine kapanmaya başladı.

Ì 1944 toptan sürgünü Kırım’ı Türksüzleştirdiği gibi, Kırım Türklerini de tarihte eşi az görülen büyük bir felakete sürükledi.

Ì İsmail Gaspıralı’nın , Kırım’ın Türkiye ve Türk dünyasıyla kültürel bütünleştirilmesi sürecini, yıllsr sonra Cengiz Dağcı, koptuğu noktadan devam ettirdi; Türk kültürünün en önemli halkalarından birini, Kırımla Türkiye’yi birleştirerek yeniden oluşturdu.

Ì Cengiz Dağcı olmasaydı, Türkiye Türkleri Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar, Kırım Türklerinin başlarına gelen tarihî felaketi, II. Dünya Savaşı’nda Türkülüğün yaşadığı acıları bu kadar yakından tanımayacak, bilmeyecekti.

Ì Eserlerini Türkiye Türkçesiyle yazarak hem Türkiye’nin hem de Kırım Türklerinin yazarları arasında yer adı. İLESAM, Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Ocağı başta olmak üzere Türkiye’de birçok kurumun ödülüne layık görüldü, T. C. Cumhur Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı tarafından özel olarak Türkiye’ye davet edilse de yaşlılık ve uçak korkusu sebebiyle gelemedi.

Ì Kırım’da yaşanan ve yazarın da doğrudan doğruya büyük ölçüde etkilendiği onca ıstıraplı, facialarla dolu hayatı eserlerinde anlatırken zehir dilli olmadı; insanlığını, objektif tavrını koruyabildi. Haklı da olsa kendisini nefret ve intikam duygusuna kaptırmadı.

Ì Bu bakımdan eserleri hem Kırım millî Türk hayatını hem de insanlığın gördüğü en dehşetli savaş ortamında ırkı, dini, dili ne olursa olsun insanın çektiği azabı, katlandığı acıları anlatır. Böylece o dünyanın hümanist kültürüne de kendi ölçüsünde katkıları olan bir yazar olarak tarihe geçti.

Ì Cengiz Dağcı hakkında Türkiye’de çeşitli bilimsel toplantılar düzenlendi, üniversitelerde tezler hazırlandı, kendisi ve eserleri hakkında araştırma yapıldı. Bunların önemli bir kısmı Dr. Mustafa Çetin’in editörü olduğu yazar hakkındaki veb sayfasında bulunmaktadır.

Ì Ölümünden önce Zafer Karatay TRT için Cengiz Dağcı belgeselini hazırladı.

Ì Neşe Sarısoy Karatay, Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında adlı belgeselinde Cengiz Dağcı ve eserlerinden de geniş ölçüde yararlandı.

Ì Vefatından sonra Ötüken Yayınevi, Bellek -İnsan- Eser: Cengiz Dağcı kitabını yayımladı.
 

asah

GOLD Üye
Katılım
14 Eki 2012
Mesajlar
2,943
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bölüm:
Türk Dili ve Edebiyatı
Şehir:
Zonguldak
8. unıte


MODERNLEŞME EŞİĞİNDE TATAR BİLİM VE KÜLTÜR HAYATINDAKİ DEĞİŞİMLER



Ì İdil-Ural bölgesi, Rus yönetimi altına giren ilk Türk yurtlarındandır.

Ì Çuvaşlar, Tatarlar ve Başkurtlar arasındaki kültürel değişime baktığımızda Ruslar vasıtasıyla ortaya çıkan bu değişikliklerin kültürel alanda en önemli belirtisi zorla Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırmaya bağlı olarak İdil-Ural bölgesinde eski dönemlerde oluşmuş yazılı kültür eserlerinin büyük ölçüde yok edilmesidir.

Ì Petro zamanında Kazan’da kurulan “Tersane”de çalıştırılan Tatar köleler ve İdil-Ural bölgesinden gelen işçiler için “Türkî til” bilen tercümanlara ihtiyaç duyuldu. Tercümanlık babadan oğula intikal edebiliyordu. Tercümanlar içinde en tanınmış aile Halfinler oldu.

Ì Halfinlerin (Said, İshak, İbrahim) Rusça-Tatarca yazdıkları dilbilgisi kitapları, düzenledikleri Rusça-Tatarca, Tatarca-Rusça sözlükler kitaplar, Avrupa dil bilim metotlarının İdil-Ural’daki ilk uygulamalarıdır.



SAİD HALFİN

Ì Said Halfin , Rusya’da Tatar Türkçesiyle basılan ilk alfabe kitabı “Tatar Tili Elfbası”nın da yazarıdır. Yazarın “Tatar Tilin Öynenüvçi Yaşlerge Tatar Tili Sözligi Hem Kıskaça Grammatika” adlı eseri basılmamıştır.

Ì İshak Halfin , eğitimci ve mütercim olup bazı Rus kanun ve yönetmeliklerini çevirmiştir.

Ì İbrahim Halfin ise, “Kazan I. Er Balalar Gimnaziyası”nda ve aynı zamanda Kazan Üniversitesi’nde Tatar dili ve Arapça okutmuştur. O yıllarda bu üniversitede çalışan Azerbaycan Türklerinden Mirza Kazım Bey’le yakın ilişkisi vardı.



ESERLERİ



Ì 1- Kazan gimnaziyasınde okıtılaturgan Tatar tili elifbası hem grammatikası .

Ì 2- Ahval-i Çıngız Han ve Aksak Timir . Kasım Hanlığı’nda yazılan, dilinde yerel özellikler görülen anonim bir tarih kitabı.

Ì 3- Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî adlı eserini neşre hazırladı. Doğubilimci N. P. Rumyantsev, Latince önsöz yazdı.

Ì 4- Elifba ile Kikçine Nahiv-Sarf : Rus mekteplerinde ders kitabı olarak okutuldu.

Ì 5- Tatar Tili Konspektı basılmadı; elyazma olarak kaldı.

Ì Diğer tercümeleri yanında F. Volkov’dan yaptığı Çiçek Hastalığı adlı bir eser de vardır.



Ì Halfinlerin dil hakkındaki yazdıkları eserler yanında metin neşirleri ve çevirileri de Tatar kültür ve bilim hayatının değişmesinde belirli bir rol oynamıştır.

Ì Mirza Cafer Topçubaşı ve Mirza Kâzım Bey , Batılı bilim anlayışının Rusya Müslümanları arasında yerleşmesine hizmet etmiş, aynı zamanda Rus muhitinin Müslümanları aşağılayan ve cahil bulan bakış açısının değişmesinde önemli rol oynamıştır.

Ì Batılı bilim metotlarını esas alarak tarih, Doğu kültürü ve edebiyatı hakkında çeşitli eserler veren, bazı Rus Şarkiyatçılarının hocası olan M. Cafer Topçubaşı, Rusya’da nümizmatik bilim dalınında kurucusudur.

Ì Kazan Üniversitesi öğretim üyelerinden Mirza Kâzım Bey’in “Umumî Türk-Tatar Dili Grameri adlı kitabı vardır.. Bu eser Theodor Zenker tarafından Almanca’ya da çevrilmiştir: Allgemeine Grammatik der Türkisch-Tatarischen .

Ì Osmanlı, Azerî ve Çağatay yazı dillerini Tatar Türkçesiyle karşılaştırmalı bir şekilde incelendiği, Batı dil bilim anlayışına uygun tarzda yazılan bu eserde, Kâzım Bey, Rusya Türklerinin tümü için şivelerden arınmış bir Türk dili fikrini savunmuştur.



Ì Kazan’da kitap basımının XIX. yüzyılın ilk yıllarında başlaması ve 1830’lı yıllardan sonra gelişmesi, çok geçmeden yazar ve yayımcıları, İdil-Ural bölgesinin dışına da kitap satmanın yollarını arayıp bulmaya yöneltmiştir.

Ì Bütün Rusya Müslümanlarına (Türklerine) kitap satmanın bir yolu da onların hepsinin anlayabileceği “ortalama bir dille” eser neşretmekti. Kazanlı naşirler bunun için Osmanlıca, Çağatayca ve Tatarcadan yararlandılar. Onların bu dil anlayışıyla Gaspıralı’nınki aynı değildir.



MUHAMMED GALİ MAHMUDOV

Ì Dil konusunda önemli araştırmaları olan bilim adamlarından biridir.

Ì Kazan Üniversitesi’nde göreve başladı ve Tatarca okuttu. Rusça öğrenmenin onlara sağlayacağı yararları anlatarak Tatarları, Rusça öğrenmeleri için ikna etmeye çalıştı.

Ì Hem metodik hem de pedagojik bakımdan başarılı bulunan “Pratik Tatar Dili Kılavuzu” adlı ders kitabını yazdı.

Ì Marzubanname’yi Türkçeden Tatarcaya çevirip “Kitab-ı Destur-i Şahî ve fi Hikayet-i Padişahî” adıyla yayımladı.Bu çeviride oldukça sade bir Tatarca kullanması dikkati çekti.



HÜSEYİN FEYİZHANOV



Ì Tatarlar arasında dil, tarih ve etnografya alanında Batılı bilim metotlarıyla araştırmalar yapan bilim adamlarının öncülerindendir, bilimsel araştırmaların Tatarlar arasında yerleşmesinde önemli rol oynadı.

Ì Dinî bilimlerden daha çok tarihe ilgi duydu.

Ì Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın arşivindeki Kırım hanlarının yarlıklarını tasnif ederek hazırladığı “Kırım Yurtına ve Ol Taraflara Dair Yarlık ve Hatlar , adlı eseri V. V. Vel’yaminov-Zernov’un ön sözüyle basıldı.

Ì Petersburg ve Kazan’daki Arapça, Farsça ve Türkçe elyazmalarının ilmî katalogunu hazırladı.

Ì İlmî araştırmalar için gönderildiği Kasım şehrinde Arapça ve Tatarca 40 kadar eski mezar taşı kitabesinin önemini fark ederek bunların 29’unu kopya etti, ilmî araştırmasında kullanması için Vel’yaminov-Zernov’a verdi.

Ì Tetiş şehri yakınlığında bulduğu üç mezar taşı kitabesi hakkında yazdığı “Üç Bulgar Kabir Taşındagı Yazuv” adı Rusça makalesiyle Bulgar dilinin Tatar diliyle akraba olduğunu ortaya koydu.

Ì Diğer araştırmalarında da Tatarların İdil-Kama boyu Bulgarlarıyla aynı soydan geldiğini, bu bölgede Türklerle Finlilerin karışmasıyla Tatar soyunun ortaya çıktığını ileri sürdü. Onun bu görüşleri, zamanla Rus bilim çevrelerine hâkim olan yanlış kanaatlerin temelden değişmesini sağladı.

Ì “Tatar Tilinin Kıskaça Ukuv Grammatikası” adlı eseri basıldı.

Ì Türk dillerinin sözlüğünü ve ħrestomatiyasını hazırladı. Yazı dilinin Arapça, Farsça kelimelerden uzaklaşıp konuşma diline yakınlaşması gerektiği kanaatindeydi. Bu görüşü ileride Tatar yazı dilinin gelişmesinde kendi ölçüsünde etkili oldu.

Ì Mercanî ile birlikte “Islah-ı Medaris” adlı medrese reformunu tasarlayan (bir manada İslam Üniversitesi) bir proje hazırladıkları bilinmektedir.



Ì Tatarlar arasında XIX. yüzyılın ortalarında dil, tarih, etnografya, folklor alanında görülen ilerleme ve gelişmeler , doğrudan doğruya Kazan’daki Rus okulları ve üniversitenin etkisiyle açıklanır.

Ì Modern edebiyatla ilgili gelişmeler ise başlangıçta İ. Gaspıralı’nın çalışmalarıyla Türkiye’nin ve doğrudan doğruya Avrupa kültür hayatının etkisiyle açıklanabilir.

Ì Rus sanayicilerinin istekleri, Pugaçov ayaklanmasının ortaya çıkardığı tehlikeler sebebiyle II. Katerina döneminde Müslümanlara yönelik siyasette bir yumuşama olur.

Ì “Dinî Hoşgörü Kararnamesi” çıkartılır, Tatarlara Rusya içleriyle ticaret yapma imkânı sağlanır, onların yeniden cami ve medrese açmalarına verilir, Ufa’da Rusya Müslümanları Müftülüğü (diğer adı Orenburg İdare-i Ruhaniyesi) kurulur.

Ì Zamanla medreselerin çoğalması, eski-yeni dinî eserlerin Türkiye veya Kazan’da basılması, Türkistan’da veya diğer yerlerde okuyan medrese öğrencilerinin eski mantık, kelam, fıkıh, eserlerini ve İslam tarihinin kaynaklarını tanımasına, onların etkisinde kalmasına sebep olur.

Ì Böylece din anlayışı da değişmeye başlar. Bazı din adamları, cahil halkın hurafelere, bazı kötü âdet ve alışkanlıklara karşı çıkmaya başlar.

Ì İdil-Ural medreselerinde Türkiye ve Türkistan etkisiyle ortaya çıkan bu değişim, bir “öze dönme” hareketi olarak düşünülebilir.

Ì Bu hareket başlangıçta dinî ilimler, tarih ve coğrafya gibi alanlarla sınırlıydi.

Ì Bu hareketin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, Kursevî ile kendini gösteren tenkit fikridir. Nitekim bu eleştirel bakış, daha sonra Şıhabüddin Mercanî ile önemli bir gelişme kaydederek “Usul-i Cedid”i doğurmuştur.



ABDUNNASIR KURSEVÎ

Ì Tatarlar arasında din anlayışını yenileyen ilk şahsiyetlerden biri olan Abdunnasır Kursevî , Buhara ve Semerkant’ta okuma, inceleme imkânı bulduğu eski dinî, felsefî yazma eserlerden edindiği bilgiler sebebiyle medresedeki skolastik zihniyete karşı çıkmıştır. Böylece bilimsel araştırmalar için şart olan tenkit fikrini yeniden gündeme getirmiş olur.

Ì Kitabü’l-İrşad li’l-İbad adlı Arapça eserinde, İslam dünyasında eski dönemlerdeki “âlimlere” ve yazılan her kitaba körü körüne itaat edilip değer verdiğinden, bilginin ağızdan ağıza hikâye edilmesinden şikâyet ederek, fikirlerin, kitapların akılcı bir gözle değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürer. Tasavvufun yanlış anlaşıldığını, yeni içtihatların yapılabileceğini belirtir. Bunun üzerine Buhara’da tekfir edilerek ölüme mahkûm edildi ise de, tövbe ederek ölümden kurtuldu.

Ì Heftyek Tefsiri adında Kuran’ın bazı surelerini Tatar Türkçesine çevirdi. Bu eser İdil-Ural bölgesinde yayımlanan ilk Kuran meallerinden biri olması bakımından önemlidir; çünkü o dönem medreselerde Arapça gramer bile Farsça anlatılıyordu.



Ì Maarif hareketi: Tatarlar arasında “Meġ’rifetçilik” denilir. Rusya Türkleri arasında aydınlanma hareketi ve bunların temsilcileri için kullanılan tabir.



ŞİHABEDDİN MERCANİ

Ì Şihabeddin Mercani ; Buhara’daki eski İslâm kaynaklarıyla temas neticesinde dinî düşünce ve tarih anlayışında önemli gelişmeler oldu. Özellikle kelam, mantık, matematik, astronomi, İslam tarihi üzerinde yoğunlaştı.

Ì Ġalaletü’z-Zamân fi Tariħ-i Bulgar ve Kazan adlı eseri Radloff tarafından Rusçaya çevrildi, Kazan’daki Dördüncü Rus Arkeoloji Kongresi’ne sunuldu ve kongrenin bildiriler kitabında tam metni basıldı.

Ì Otuza yakın dinî, tarihî eserini Arapça yazdı. Sadece Müstefadü’l-Aħbar fi Ahval-i Kazan ve Bulgar adlı eserini büyük ölçüde Çağatay Türkçesinin etkisinde bir Tatarca ile yazdı.

Ì Eski Arap kaynaklarına İbn Faldan gibi İdil-Ural bölgesinde bulunmuş seyyahların eserlerine dayanarak Bulgarlarla Türklerin, Tatarların ilişkileri olduğunu ispat etti. Bu konuda farklı düşünen Avrupa ve Rus âlimleri arasındaki bazı yanlış kanaatleri değiştirmeyi başardı.

Ì Kursevî’nin açtığı yoldan giderek dinî ve ilmî araştırmalarda tenkit fikrini iyice yerleştirdi.

Ì İslam dinini akılcı bir görüşle ele aldı, Kuran ve hadislere birinci derecede önem verdi.

Ì İslam dinini “Asr-ı Saadet”teki saf hâliyle anlamak gerektiğini ileri sürdü. Böylece Rusya Müslümanları arasında din anlayışının hurafe ve bazı kötü geleneklerden temizlenmesinde büyük rol oynadı.

Ì Modern tarih araştırmalarının yolunu açtı; Tatarlar arasında millî tarih anlayışının güçlenmesini sağladı; mutaassıp medreseli direnişini büyük ölçüde kırarak Rusya’da usul-i ceditçilerle usul-i kadimciler arasındaki mücadelede “Usul-i Cedid” eğitim-öğretim hareketinin önünü açtı ve en büyük destekçilerinden biri oldu.



KAYYUM NASİRİ

Ì İdil-Ural bölgesinde modern kültür ve bilim hayatının gelişmesinde, modern edebiyata zemin hazırlayan çalışmalarda en büyük pay, çok yönlü şahsiyet olan Kayyum’ye aittir.

Ì Başta Radloff, Katanov, J. Gottwalt, Lebedev vs. olmakla Rus ve Alman şarkiyatçılarla, bilim adamlarıyla ilişkiler geliştirdi. Böylece Rusları ve Rus eğitim ve bilim hayatını yakından gözlemleme imkânı buldu.

Ì Kazan Üniversitesinin “Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Dergisi”nde Kazan Tatarlarının İslamdan önceki dinî inançları ve merasimleri gibi konularda makaleler yazdı.

Ì Rus bilim adamlarıyla yakın ilişkileri, birlikte çalışması, yazdığı Rusça makaleler sebebiyle Kazan Üniversitesi “Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Cemiyeti”ne üye kabul edilen ilk Müslüman oldu .

Ì Bu ilişkileri sebebiyle ansiklopedik bilgi sahibi olmuş, modern araştırmaların usulleri, metotları hakkında bilgiler edinmiş ve bunları kendi eserlerinde uygulamaya başlamıştır.

Ì Dille bu kadar ilgilenmesinin doğal sonucu olarak Tatarca-Rusça, Rusça-Tatarca dilbilgisi kitapları ve sözlükler yazmıştır.

Ì Basılan ilk eseri “Kratkaya Tatarkskaya Grammatika” (Kısaca Tatarca Nahv kitabı)’dır. Eser Rusça öğrenmek isteyen Tatarlar ve Tatarca öğrenmek isteyen diğer milletler için yazılmıştır. Cümle kuruluşu, Tatarca ve Rusça karşılaştırmalı olarak işlenmiştir.

Ì Kayyum Nasiri , Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sini örnek alarak Lehçe-i Tatarî adlı sözlüğünü hazırladı.

Ì Bu eserine “Kazan Türk lehçesi sözlüğü olmaktan ziyade, tasarlanmış bir Kazan kitap dili lûgatı denilebir.

Ì Enmüzec adlı eseri Tatarca cümle kuruluşunu ve kelime köklerini ele alır.

Ì Fevakifü’-l-Cülesa fi’l-Edebiyat adlı eserini yazar. Nasiri bunun kısa varyantı olan Kırık Bakça’yı eserin tamamıyla bastırır. Bu hacimli eserinde, Kuran ve hadislerde din, ilim, ticaret ve sanatkârlık hakkındaki emirleri, tavsiyeleri derlemiş; Tatar sözlü edebiyatından topladığı metinlere geniş yer vermiştir.

Ì Kayyum Nasirî, İdil-Ural Tatarları arasında sözlü edebiyat metinlerini derleyen, halkın inançlarını araştıran folklorcu ve etnograf olarak da karşımıza çıkar.

Ì 1871’den 1897 senesine kadar (1886, 1887, 1895 yılları hariç) yayımladığı “Kalendar”lar (masa takvimleri) birçok bakımdan önemlidir. Bu takvimlerde çeşitli konular; hastalıklar, bitki ve hayvanlar, ülkeler, edebiyat ve tarih konuları, biyografiler vs. yer alıyordu.

Ì Tatarların çağdaş dünyadan haberdar olmalarında bu takvimler büyük rol oynar. Bunlara bir çeşit yıllık da denebilir.

Ì Rus yönetimi XIX. asrın ortalarından itibaren İdil-Ural’da veya Kafkasya’da gazete çıkarmak için müracaat eden birçok Türk aydınının talebini geri çevirmişti; çünkü, gazetenin Müslüman-Türk halkın gözünü açmasından, onları dünyada olup bitenlerden haberdar etmesinden, onlar arasında milliyet bilinci ve demokrasi gibi çağdaş düşüncelerin yayılmasından korkuyordu.

Ì “Tañ Yoldızı” adlı bir gazete çıkarmak için müracaat etmiş izin alamamıştır.

Ì Kayyum Nasiri’nin Osmanlı Türkçesinden Kazan Tatarcasına uyarladığı, aktardığı birçok eser de vardır. Bunlar içinde Şeyhzade Ahmet Mısri’nin adaleti, doğruluk, yiğitlik gibi erdemleri öne çıkardığı Kırk Vezir adlı hikâye kitabını ; Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelatname adlı eserinden aldığı Efsane-i Gülruh ve Kâmuran’ı , Ebu Ali İbn Sina Hikâyesi’ni , Muhtasar Tevariħ-i Enbiya’yı sayabiliriz.

Ì Farsça’dan Kabusname adlı ünlü eseri de tercüme etmiştir.

Ì Istılahat-ı Coğrafya , Hesaplık , İlm-i Hendese , Ħavass-ı Nebatat , Usul-i Coğrafyayı Kebir gibi çeşitli bilim dallarındaki eserleride vardır.

Ì Rusça eserleri : “Kazan Tatarlarının Halk Edebiyatından Örnekler” (N. F. Katanov’la birlikte, 1896); “Sünnî Müslümanlığın Etkisinde Olmayan Kazan Tatarlarının Halk İnanışları ve Merasimleri” , “Kazan Tatarlarının Masalları ve Bunların Diğer Milletlerin Masallarıyla Karşılaştırılması” (P. A. Poliakov’la birlikte), “Eski Kazan’dan Tatar Masalları” “Tarihî Tatar Şarkıları” (Rusçaya çeviren Katanov).

Ì Ruslar arasındaki “Panslavizm”, Rus milliyetçiliği gibi siyasî-sosyal cereyanları yakından takip etmesi Nasiri’de milliyetçilik duygularını uyandırmış milletinin Türk-Tatar, dilinin de “Tatarca” olduğunu idrak etmiş, eserlerini yerel dille yazmaya çalışmıştır.

Ì Kayyum Nasiri, özellikle Sovyet döneminde modern Tatar yazı dilinin kurucu olarak öne sürülmüştür. Buna rağmen, Tatarcanın gelişebilmesi için Arapça ve Farsçadan yararlanılması gerektiğini bildirmişti. Kendisinin eserlerinde Osmanlı Türkçesi ve Çağataycanın etkisinden tamamıyla kurtulamadığı görülmektedir.

Ì Buna rağmen Kayyum Nasiri Tatarcanın düzenli, kurallı bir dil olduğunu söyler, fiil çekimimin zenginliğiyle de diğer dillerden üstün olduğunu iddia eder.

Ì Aynı dönemde Şihabeddin Mercanî’nin Arapçayı mükemmel bir dili olarak görüp eserlerinin hemen tamamını Arapça yazması, Kayyum Nasiri’nin bu fikirlerinin zamanı için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Ì Rusya Müslümanları: O dönemde Rus sansürü “Türk” ırkından söz etmeyi yasakladığı için 1905’e kadar Rusya Türkleri yerine “Rusya Müslümanları” tabiri kullanılmıştır.



MODERN TATAR EDEBİYATININ ORTAYA ÇIKIŞI - İSMAİL GASPIRALI’NIN ROLÜ VE ETKİSİ



Ì Dil, tarih, etnografya, folklor araştırmaları, din anlayışı ve medreselerdeki değişimlerden sonra İdil-Ural bölgesinde modern edebiyatın yolu da açılmış bulunuyordu.

Ì Bunda modern bilim ve edebiyat dilini hazırlayan, toplumda edebiyat zevkini, edebî eser okuma alışkanlığını geliştiren Kayyum Nasirî’nin hizmetleri büyüktür.

Ì İdil-Ural ve Kırım bölgelerinde fikir ve edebiyat alanındaki modernleşme doğrudan doğruya İsmail Gaspıralı’nın 1880’li yılların başlarındaki faaliyetleriyle başlar.

Ì Rusya’daki “Panslavizm”, Avrupa’daki uluslaşma hareketlerinden etkilenen İsmail Gaspırlı, bütün Rusya “Müslümanlarının” (Türklerinin) içinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulacağı konusunda düşünmüş ve bir projeyi uygulamaya koymuştur:

Ì O, 1883’te Bahçesaray’da yayımladığı Tercüman gazetesiyle, fonetik metot (Usul-i Savtî)’la başlattığı “Usul-i Cedid” eğitim-öğretim hareketiyle ve Tercüman gazetesinde Molla Abbas Fransevî imzasıyla yazmaya başladığı roman ve hikâyeleriyle bu genel projesini, Rusya Türklerinin dikkatine sunmuşdu.

Ì Gaspıralıya göre ulusal kimlik tek olduğu gibi, bütün Türk dünyasında edebiyat da edebî dil de tek ve ortak olmalıydı.

Ì İsmail Gaspıralı, bu işe öncülük etmek amacıyla Molla Abbas Fransevî imzasıyla Tercüman’da tefrika edilen Frengistan Mektupları , Darürrahat Müslümanları , Sudan Mektupları , Kadınlar Ülkesi , Arslan Kız , Gün Doğdu (Kart Ağay imzasıyla ) gibi eserlerini yazdı.

Ì Bu eserler, İsmail Gaspıralı’yı sadece Kırım Türlerinin değil aynı zamanda bütün Rusya Türklerinin ilk yazarlardan biri (hem sayı itibarıyla en çok eser yazanlardan biri) olarak karşımıza çıkarmaktadır.

Ì Üstelik o, sadece yeni nesrin kurucusu olarak kalmamış aynı zamanda edebiyatın teorik problemleriyle ilgilenen ve bu konuda görüşlerini açıklayan ilk şahsiyetlerinden biri olarak da öne çıkmıştır.

Ì İsmail Gaspıralı’yı bütün Rusya Türklerinin, tabii bu arada İdil-Ural Türklerinin de ilk hikâye, roman yazarları arasında kabul etmek gerekir.

Ì Rus askeri okulunda öğrenci olmasına rağmen Tercüman okuyucuları arasında bulunan ve İsmail Bey’in yolundan giderek Tatarların ilk “romanı” Hüsameddin [Ħisametdin] Molla’yı yazan Musa Akyiğit, bunun en güzel örneklerindendir. Aynı şekilde, Sadrî Maksudî, Rızaettin Fahrettin ve Fatih Kerimî’yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Ì Tercüman gazetesinde M. İskenderov imzasıyla Meyve-i Zaman adıyla küçük hikâyeler yayımlanır. Bunlar Rusya Türkleri arasında görülen ilk modern hikâye örneklerindendir.



MODERN TATAR HİKÂYE VE ROMANI



MUSA AKYİĞİT VE HÜSAMEDDİN MOLLA [ĦİSAMİTDİN MİNLA] ROMANI



Ì Musa Akyiğit ; Penza’da Rus gimnaziyasında üstün başarı göstererek mezun olmasına rağmen Moskova ve Kazan üniversiteleri onu öğrenci olarak kabul etmedi. Çünkü Rus yönetimi, Müslüman öğrencilerin üniversitede okuyup çağdaş düşüncelerle tanışmasını, dünyada olup biteni kavrayacak bir duruma gelmesini istemiyordu.

Ì Musa Akyiğit , Hüsamedddin Molla’da “kadim tarzda eğitim görmüş” tutucu, cahil mollanın karşısına “Usul-i Cedid” üzere İstanbul’da yetişmiş genç ve açık fikirli bir mollayı çıkardığı, “kadimci hazret”i küçük düşürdüğü için Tatar muhitinde tepkiye sebep oldu. Bunun üzerine Musa Akyiğit Bahçesaray’a gidip bir yılı aşkın süre orada Tercüman gazetesinde çalıştıktan sonra İsmail Gaspırlı’nın tavsiyesi üzerine Türkiye’ye geldi.



Ì Türkiye’de edebiyatla değil fikir hayatıyla ilgilenir.

Ì Avrupa Medeniyetinin Esasına Bir Nazar adlı eserini yayımlayarak Avrupa medeniyetinin, Müslümanların ilmî araştırmalarından yapılan tercümeler sayesinde geliştiğini, yükseldiği ve başarılarını da Müslümanlara borçlu olduğu fikrini savunur.

Ì İktisat yahud İlm-i Servet adlı eserinde “... serbest pazar iktisat sistemi ile himayecilik sistemi arasındaki tartışmayı uzun uzadıya tahlil ettikten sonra Türkiye için himayecilik sistemini kabul etmenin meziyetleri ve zaruretlerini gösterdi.

Ì M. Akyiğit’in Hüsameddin Molla romanı, sadece Tercüman’ın diline yakınlığı (diğer bir ifadeyle ortak edebî dille yazılması) ile değil aynı zamanda Gaspıralı’nın “yeni İslam- Türk toplumu” hakkındaki görüşlerini yansıtmasıyla, realist bir görüşle ele aldığı sosyal (kadın hakları dâhil), dinî, ahlâkî, iktisadî problemlerle, eğitim meselesi hakkında ileri sürülen fikirlerle de dikkati çeker.

Ì Bu roman eski-yeni zihniyet, bir başka deyişle Doğu-Batı çatışması üzerine kurulmuştur.

Ì Doğu-Batı çatışması, İsmail Gaspıralı’nın Frengistan Mektupları’nın da çatısını oluşturur.



Ì Hüsameddin Molla’nın “İnsan maişetinde bir bahalı [değerli] ve yaħşı şey; hürriyettir.

Ì Bu canlı tipler, romanın kendi dönemini güçlü karakteristik çizgilerle, realist bir tarzda yansıtmasını sağlar. Roman her hâliyle acemi bir yazarın elinden çıkmasına, anlatım dilinde bir hayli pürüzler bulunmasına (cümle kuruluşunda yer yer Rusçanın etkisi görülmektedir, zevkle okunacak bir dili yoktur vs) rağmen, kendi sahasında çığır açmış, modern edebiyatın ilk eserlerinden biri olduğu gibi kendisinden sonra gelen eserler üzerinde de etkili olmuştur.



MUHAMMED ZAHİR BİGİ

Ì Çağdaş Tatar edebiyatının ikinci romanı Ulûf yaki Güzel Kız Hatice’yi yazan Muhammed Zahir Bigi , tanınmış din âlimi Musa Carullah Bigi’nin kardeşi olduğu için Sovyet dönemi kaynaklarında hakkında çok kısa bilgi verilmiş, romanları değerlendirilirken de çoğu kere objektif yorumlar yapılmamış, bazen tahriflere bile yol verilmiştir.

Ì Ulûf yaki Güzel Kız Hatice’yi yazdı.

Ì Kazan’da yakından tanıdığı ve gözlemlerde bulunduğu medrese öğrencilerinin hayatından alınmış Günah-ı Kebair romanını yazdı ve bastırdı .

Ì Flun Musin’in verdiği bilgilere göre , Günah-ı Kebair’in devamı niteliğinde Mürted ve Katile isimli romanlarını yazmış “Kitap” neşriyatına vermiş fakat, bunlar basılmamıştır.

Ì Ahmet Kanlıdere, yazarın Mâverâünnehir’de Seyahat adlı eserini yayımlamış bu esere Muhammed Zahir Bigi’nin hayatı ve eserleri hakkında önemli açıklamalar yazmıştır.



Ì Ulûf yaki Güzel Kız Hatice romanı da Musa Akyiğit’in eseri gibi Türkiye Türkçesine yakın bir dille yazılmıştır ama, bu eserde dil, daha düzgün ve akıcıdır.

Ì Eserin dilinde Rusça kelimeler de dikkati çeker. Bu durum, artık bazı Rusça kelimelerin Tatarların günlük diline geçtiğini de gösterir.

Ì Ulûf Yaki Güzel Kız Hatice, konusu itibarıyla realist bakış açısıyla yazılmış bir cinayet romanıdır. Zahir Bigi’nin macera ve dedektif romanları okumaya düşkün olduğu bilinmektedir.

Ì Nikolay Aşmarin’e göre bu eseri yazarken de Émile Gaboriau’dan etkilendiği düşünülür Abdurrahman Sadi ise Rusça bir eserden ilham aldığını belirtir.



Ì Romanda Tatar zenginlerinin yaşayış tarzı , günlük meşguliyetleri, çevreyle ilişkileri, Rus yönetimi, mahkeme ve adliyede işlerini nasıl yürüdüğü realist bir gözle anlatılmıştır

Ì Günah-ı Kebair’de Kazan medreselerindeki talebelerin içinde bulunduğu ahlakî zaafı içki ve eğlenceye düşkünlükleri, Kazan’ın Müslüman zenginlerinin “traktir” denilen salaş meyhaneler ve fuhuş hayatıyla ilişkileri (yani büyük günahlar!) yine realist gözlemlere dayanılarak anlatılır. Kötü işlere bulaşanlar sadece erkekler değildir; bazı genç-yaşlı Tatar kadınları da fuhuş batağına sürüklenmektedirler. Yazarın amacı, medrese yöneticilerinin ve Kazan Müslümanlarının dikkatini bu kötü gidişe çekmektir.



Ì Maveraünnehir’de Seyahat’te yazar, Batı Türkistan’ın siyasî, sosyal ve kültürel hayatı, zaman zaman da tarihî durumu hakkında bilgiler verir, eleştirilerde bulunur. Bu seyahatname’yi Türkiye Türkçesiyle yayımlayan Ahmet Kanlıderedir.

Ì Yazar bir taraftan Batı kültürü ile Doğu arasındaki farkları yansıtırken, diğer yandan göreceli olarak ‘Batılı’ olan ve Avrupaî Rusya’daki Müslümanlarla onların Türkistan’daki dindaşları ve soydaşları arasında karşılaştırmalar yapmaktadır. Seyahatnamesinin en büyük kıymeti buradan gelmektedir.

Ì M. Zahir Bigi, realist roman anlayışının ve roman dilinin gelişmesinde önemli bir rol oynamış, ilk dedektif romanını da yazmıştır.



RIZAEDDİN FAHREDDİN

Ì Rızaeddin Fahreddin, “Rıza Kadı” olarak da bilinir.

Ì “Gafil bin Abdullah” takma adı ile yayımladığı büyük bir hikâye olan Selime Yaki İffet , Esma Yaki Emel ve Ceza adlı romanı dışındaki eserleri tarih, biyografi, din, eğitim gibi konular hakkındadır.

Ì Halk edebiyatı ve folklorla ilgili yazılarını “Murad” takma adıyla yayımladı.

Ì Rusya Türklerinin en önemli fikrî, edebî, pedagojik süreli yayınlarından olan Şura dergisini çıkarttı ve yönetti.

Ì Asar adıyla (15 kitap) içlerinde E. Kargalı, H. Salihov, Ş. Zeki gibi edebî şahsiyetler de olan Rusya Müslümanları arasında meşhur şahısların biyografilerini, Tatar edebiyatının ilk seyahatnamelerinden olan “İsmail Seyahati”ni yayımladı.

Ì Ayrıca Meşhur Hatunlar , Til Yarışı , Ahmet Midhat gibi eserleri de vardır.

Ì Rıza Kadı, ulusal kimlik anlayışı ve tarih görüşü itibarıyla İsmail Gaspıralı’yı takip eder.

Ì “Müslüman Türkçülük” cereyanının önde gelen temsilcilerindendir.

Ì Türk boylarının edebî dillerinin Türkiye Türkçesiyle (Osmanlıca değil!) bütünleşmesi için çalışır, kendisi de açık ve sade bir Türk dili kullanır.

Ì O Türkiye Türkçesine çok yakın Tatarcayı tercih eder.

Ì Musa Akyiğit ve Zahir Bigi’den dahi ileri seviyede, açık, zevkli ve gramer bakımından daha sağlam bir dil kullanmıştır.



Ì SELİME YAKİ İFFET => Eserinde yenilikçi düşüncelere sahip, üniversite öğrenimi görmüş kadın ve erkek tipi, o dönemde Rusya Müslümanlarının hayatında henüz ortaya çıkmamış tiplerdir. Eserin ana fikri şudur: “İyi eğitilmiş, iyi öğrenim görmüş bir kadın” erkeklerle eşit olmak bir yana dursun onlardan üstün de olabilir!”

Ì Hikâyedeki aydın genç kız tipi Selime, Osmanlı edebiyatında Ahmet Midhat’ın Felsefe-i Zenan’ındaki Fazıla Hanım’ı hatırlatır ama, Selime, Fazıla Hanım gibi kendini bilime verip hayattan el ayak çekmemiş, dış âleme açık, sosyal muhitte de oldukta aktif bir tiptir.

Ì İdil-Ural bölgesindeki halkın Altın Ordu zamanında “Tatarların” (Moğolların) üstünlüğü dolayısıyla “Tatar” olarak adlandırıldığı, atalarının Bulgar Türkleri olduğu kanaatindedir.

Ì Rıza Kadı, İsmail Gaspıralı’nın da savunduğu bu fikri tekrar eder, diğer eserlerinde de aynı tavır içindedir. Bu hikâyesinde de hep “Kazan Türkleri” tabirini kullanır.



Ì ESMA YAKİ EMEL VE CEZA ESMA => Eserinin temeli iyilikle-kötülük, yenilikle-eskilik arasındaki çatışmalar zemininde kurgulanmıştır. Her iyiliğin bir mükâfatı, her kötülüğün bir cezası olur görüşü, eserin ana fikri olarak söylenebilir.

Ì Rıza Kadı, İsmail Gaspıralı’nın yolundan giderek onun Frengistan Mektupları ve Darürrahat Müslümanları adlı eserlerinin ruhuna uygun bir eser yazmıştır.

Ì Selime ile Esma, hem ideolojide ve dilde Batılılaşan, “ceditlenen” [yenilenen], Türk-Müslümancılığın Tatar bediî edebiyatında iyi derecede sanatçılıkla işlenen bir örneği hem de bu akımın bediî edebiyatımızda gelişmeye, büyümeye doğru gidişinin devamıydı.



Ì SADRİ MAKSUDÎ => Tatarların ilk romanlarından biri de Sadri Maksudi’nin Maişet eseridir. Realist bir anlayışla, daha önceki romanlara nazaran Kazan Tatarcasına daha yakın bir dille yazılan bu eserde ön planda Müslümanlar arasındaki çok evlilik meselesi ve bunun sebep olabileceği problemler ele alınmıştır.



FATİH KERİMİ

v İdil-Ural bölgesinin tanınmış gazeteci, yazar ve yayımcısıdır.

Ì Şakir Remiyev’in tercümanı olarak onunla birlikte Avrupa’yı dolaştı. İntibalarını Avrupa Seyahatnamesinde anlattı.

Ì İdil-Ural bölgesinde “Usul-i Cedid” öğretimin yaygınlaşmasında rol oynadı.

Ì Gaspıralı’nın Tercüman gazetesinin 20. yıl jübilesine katılmak için Bahçesaray’a gitti ve intibalarını Kırım’ga Seyahat adlı eserinde anlattı.

Ì Remiyev kardeşlerin sahibi olduğu Vakit gazetesinde başyazarlık yaptı.

Ì Balkan savaşları sırasında Orenburg’ta çıkan Vakit gazetesinin İstanbul muhabiri olarak Türkiye’de bulundu, birçok aydınla görüşmeler yaptı, savaş haberleri gönderdi. Sonra bu yazılarını toplayıp İstanbul Mektupları adıyla bastırdı.

Ì Kerimi’nin bu eseri, Sovyet döneminden önce, Türkiye’yle İdil-Ural Türklerini arasındaki ilişkilerin ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından son derecede önemlidir.

Ì Kerimi, yazar ve gazeteci olarak İslamcılık ve Türkçülük ideallerine sadık, batılılaşmaya gönülden inanmış bir aydındı.

Ì İsmail Gaspıralı ve Rızaeddin bin Fahrettin’in izinden gitti. Roman ve hikâyelerinde de her zaman topluma yararlı olmayı düşündü; halkı terbiye edip bilgi seviyesini yükseltecek, ahlakını güzelleştirecek eserler yazmayı, hayatının anlamı olarak gördü.

Ì Bazı Edebi Eserleri: Salih Babaynıñ Öylenüvi , Bir Şagirt İle Bir Student .

Ì Sonraki baskılarında adı kısaltılır: Şegirt İle Student ), Cihangir Mahdumnıñ Avıl Mektebinde Ukuvı , Merhum Gılman Ahund (babasının biyografisi), Morza Kızı Fatıyma , Kayınana , Ħıyalmı, Hakiykatme , Annan-monnan.

Ì Ayrıca halka ihtiyacı olan konularda güvenilir bilgiler sağlama amacıyla Fransızca ve Rusçadan birçok eserler tercüme edip yayımlamıştır.



AYAZ İSHAKİ



Ì Fikir adamı, yazar, siyasetçi ve gazetecidir.

Ì Çıkardıkları gazetenin adından dolayı “Tañçılar” olarak adlandırılan Fuat Toktar, Şakir Muhammedyar, Sait Remi, Hüseyin Abuzer sosyalist devrimci gizli Tatar millî teşkilatın kurucuları arasında yer aldı. Bu teşkilat Tañ ve Tañ Yuldızı adlı gazeteleri çıkardı.

Ì Sait Remiyev’in mesul müdür olduğu gazeteyi Ayaz İshaki ve Fuad Toktar yönetiyordu.

Ì Ayaz İshaki, 1906’da toplanan Rusya Müslümanları II. Kongresi’nde alınan hep birlikte hareket etmek, Rusların Kadet partisiyle işbirliği yapmak ve “İttifak-ı Müslimin” adlı bir parti kurmak kararlarına, Ayaz İshaki, Rus partisi Kadet’e güven duymadığı ve her Müslüman halkın farklı şartları ve talepleri olduğu gerekçesiyle karşı çıktı.

Ì Tavuş gazetesini çıkardı.

Ì Zamanla Türkçü-milliyetçi görüşleri benimsedi. İl, Söz, Bizniñ İl, gazetelerini çıkardı. İl gazetesi Rusya Türklerinin tamamı tarafından okunma başarısını yakalamıştı.

Ì Türkiye’nin Kafkas cephesindeki Sarıkamış harekatı sırasında ayaklanan Acarlar, harekatın başarısız olması üzerine şiddetli şekilde cezalandırılıp katledilmeye başladı. Bunu yazarak durumu bütün Rusya’ya duyuran İl gazetesi kapatıldı.



Ì Avrupa ve Türkiye’de Sovyetler Birliği’ne karşı Tatar ve diğer Türk halklarının millî mücadelesini yürüten en ünlü ve etkili siyasî mültecilerden biri oldu.

Ì Varşova’da , Milli Yol ve değiştirilen adıyla Yaña Milli Yol dergilerini yayımladı.

Ì Tatar modern edebiyatının gelişmesinde hikâye, roman ve piyesleriyle önemli rol oynadı. Dönemin en etkili yazarlarından ve gazetecilerinden biri oldu.

Ì Edebî eserlerinde de gazetecilik faaliyeti gibi halkı aydınlatma düşüncesi önde gelir.

Ì Tatarların geri kalmışlıktan kurtulması, başta eğitim ve birçok kurumun çağın ihtiyaçlarına göre yenilemesi, Tatarların Ruslarla eşit haklara kavuşması, Batının olumlu yanlarını alarak modern bir kültür sahibi olması, bağımsız bir devlet kurması onun idealidir.

Ì Sovyet döneminden önceki Tatar modern edebiyatının,önde gelen yazarlarından biridir.



Ì Bazı eserleri: Hikâye ve Romanları: Taallümde Saadet (hikâye), Kelepuşçı Kız (hikâye), Bay Ugulı , İki Yöz Yıldan Sonra İnkıraz (fantezi roman), Zindan (hikâye), Cıyıntık (ufak hikâyeler), Tilinçi Kız (Kelepuşçı Kız’ın yeniden işlenmiş genişletilmiş şekli, üç bölümlü roman), Turmış mı Bu? (roman), Mulla Babay (üç bölümlü roman), Dulkın İçinde , Üyge Taba (büyük hikâye), Güz (küçük roman).

Ì Tiyatro eserleri: Öç Ħatın Bilen Tormış (piyes), İki Gaşık (piyes), Mögallim (piyes), Aldım Birdim (dram), Kıyamet (piyes), Tartışuv (piyes), Züleyha (dram , basılmadan önce sahnelenmiştir), İki Ateş Arasında (dram), Jan Bayeviç (komedi).



Ì XX. yüzyıl başlarında roman ve hikâyeleriyle Tatar edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynayan Fatih Emirhan, Alimcan İbrahimov, Şeref Kemal gibi şahsiyetlerde vardır.

Ì İdil-Ural bölgesinde başlangıçta tek bir edebî hareket olarak Tatarlar ve Başkurtlar arasında gelişen modern edebiyat, 1920’li yıllardan sonra siyasî gelişmelerin akışına bağlı olarak Tatar ve Başkurt edebiyatları şeklinde iki kola bölündü. Her iki edebiyat da Sovyet döneminde belli bir ideoloji zemininde olmasına rağmen önemli gelişmeler gösterdi.

MODERN TATAR TİYATROSU



Ì Cedit hareketiyle başlayan modernleşme süreci içinde tiyatro eserleri de modern hikaye ve romanla aynı dönemde ortaya çıkar.

Ì Bilinen ilk tiyatro eseri Abdurrahman İlyasî’nin Biçare Kız adlı eseridir.



ABDURRAHMAN İLYASİ



Ì İlyasi, Kazan Üniversitesi’nde bulunan “Arkeoloji, tarih, etnografya… cemiyeti”nde zaman zaman Tatarca eski elyazmaları, folklor ürünleri vs. hakkında bildiriler okuyordu.

Ì Mercanî’nin “Müstefidü’l- Ahbar fi Ahval-i Bulgar ve Kazan” kitabını da basımından hemen sonra bu bilim kurumunda tanıtmıştır.

Ì 1887’de Yaş Kız ve Ħatınnarga Hediye adlı eseri basıldı. Bu eserinde terbiye meseleleri üzerinde durmuştur.

Ì Abdurrahman İlyasi, aynı zamanda Tatarların ilk aktör ve rejisörüdür.

Ì Biçare Kız, taşbasma olarak basıldı ,yazar tarafından kendi evinde sahneye konuldu.

Ì Kasım şehrinde halka açık ilk tiyatro oyunu sahnelendi. Bu oyunun da Bîçare Kız olduğu tahmin ediliyor. Eserde, evlilik meselesi işlenmiştir.

Ì Bu romantik eserde dönemin hayatında ortaya çıkan eski ve yeni zihniyet taraftarlarını görüyoruz. Tatar toplumunda değişmeye başlayan değer yargılarının, evlilik ve aileyi etkilediğini anlatılmaktadır. Bu modernleşmenin kaçınılmaz bir sonucudur. Nitekim ilk hikâye ve romanlarda da aynı konunun işlenmesi bu görüşü destekler.



Ì Biçare Kızdan sonra FATİH HALİDİ’NİN “Redd-i Biçare Kız” ve M. Kazanlı’nın İħtiyarlı Kız İħtiyarsız Ulmış eserleri basılır.

Ì Türkçeden tercüme edilen Ħaset Baba ve Rusçadan kimin çevirdiği bilinmeyen Komédiya Çistayda gibi eserler yayımlanır.

Ì Fatih Halidi’nin Redd-i Biçare Kız adlı eserindeki kahramanlar, Biçare Kız’ın konusu, kahramanları ve amacı hakkında konuşur, bu eseri haksız yere tenkit eden, onu yanlış yorumlayan geri düşünceli kimselere cevap verir, İlyasî’nin eserini tahlil ederler. Fatih Halidi’nin dramı bu bakımdan da ilgi çekicidir.



Ì O dönemde tiyatroya ilgi duyan gençlerden GALİESGAR KÂMAL , Beħitsiz Yigit dramını yazar. O arada Namık Kemal’in Zavallı Çocuk’unu Kızganıç Bala adıyla çevirir, Öç Bedbeħet dramını yazar.

Ì Aynı yıl Ayaz İshaki’nin Öç Ħatın Bilen Tormış piyesi de yayımlanır.



Ì Bu yıllarda Kazan’da Rus okullarından mezun gençler ve Muhammediye Medresesi öğrencileri bazı tiyatro eserlerini sahneye koymaya başlar. Böylece Tatarlar arasında amatör tiyatro toplulukları da oluşur. Sovyet dönemine kadar Tatarlar arasında tiyatro faaliyetleri hem eser, hem de sahne faaliyeti olarak bir hayli güçlenir, gelişir.



MODERN TATAR ŞİİRİ



Ì Modernleşme hareketleri başlamadan, Rus istilasından sonra değişen şartları fark edip, Müslüman-Tatar toplumunun bu şartlara göre kendini toparlamasını, değişmesini arzu eden, cemiyetin kusurlarını, eksikliklerini eleştiren şairler olmuştur. Bunlar arasında özellikle Gabdreħim Utız İmeni, Hibetulla Salıhov, Şemseddin Zeki önemlidir.

Ì Bunlar ve daha başka şairler, sosyal hayatın bozuk yanlarını eleştirerek, cehalete karşı çıkarak, cahil din adamlarını, açgözlü tacirleri hicvederek halkı bilim ve sanat öğrenmeye davet eden şiirleriyle tanındılar. Tatarlara, kız, erkek ayrımı yapmadan çocuklarının okutmalarını ve Rusça öğrenmelerini tavsiye ettiler.

Ì Yeni şiir başlangıçta Türkiye’de de olduğu gibi vezin, şekil, kafiye itibarıyla klasik şiire ve halk şiiri geleneklerine bağlı kaldı: Şiirde özellikle içerik değişti, dünya görüşü farklılaştı.

Ì “Cedidçi” aydınlarının “maarifçi” görüşleri, daha çok didaktik manzumelerde, çoğu çeviriye dayanan manzum masallarda, ders kitaplarına konulan ve çocuklar göz önünde tutularak yazılan şiirlerde kendisini gösterdi.

Ì Ceditlerin İslamcı-Türkçü görüşler çerçevesinde yazdığı din, vatan, millet sevgisiyle dolu romantik şiirler ise Rus meşrutiyetinden sonra ortaya çıktı.

Ì Aynı şekilde daha geniş anlamda çağı ifade eden, realist veya romantik görüş ve duygularla yazılmış ferdî duyguları dile getiren, sosyal ve siyasî hayatı değişik görüşler ışığında yansıtan, toplumdaki kusurları, insanlardaki ahlakî zaafları eleştiren manzumeler ise, Türkiye, Rusya ve Avrupa şairleri örnek alınarak oluşturuldu. Böylece modern Tatar şiirinin ilk temsilcileri 1905’ten sonraki gazete ve dergi sayfalarında ilk eserlerini vermeye başladılar.

Ì Bu genç şairlerin bir kısmı ortak edebî dille, bir kısmı da mahalli dille (Tatarca, Başkurtça) yazmayı tercih ettiler. Zamanla artan Sovyet baskısı ortak edebî dille eser yazmaya imkân vermedi. 1905’ten sonra başarılı eserleriyle diğer şairlerden ayrılanlar arasında Derdmend mahlasını kullanan Muhammed Zakir Remiyev , Mecit Gafurî , Necip

Ì Dumavî , Mir Aziz [Gaziz] Ukmasi , Sait [Segit] Sünçeley , Abdulla Tukay sayılabilir.



ABDULLAH TUKAY



Ì Sadece modern Tatar şiirinin ilk büyük şairi değil, genel olarak Tatar şiirinin en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilen Tukay şiirlerine anne sevgisi, anneye duyulan özlem çok samimi ve dokunaklı bir şekilde yansımıştır.

Ì Kahire’deki medrese tahsilini tamamlayıp Cayık’a dönen hocası Mutiullah’ın oğlu Kâmil Mutii’nin de Tukay’ın dünya görüşü, edebî zevki üzerinde etkisi olduğu bilinmektedir.

Ì Kamil Mutii, daha sonra gazeteci, yazar ve tiyatro oyuncusu da olmuştur.

Ì İlk şiirlerinde bir yandan Osmanlı Türkçesi ve Aruz vezninin, manzum dinî eserlerin, diğer yandan Tatar halk şiir ve şarkılarının, ayrıca Rus edebiyatının etkisi görülür.

Ì Mizahî şiire olan eğilimi de ilk şiirlerinden itibaren ortaya çıkar.

Ì 1905 Rus meşrutiyetinden sonra Kâmil Mutii Cayık’ta Fikir gazetesini, El-Asrü’l- Cedid dergisini ve Uklar adlı mizah dergisini çıkartır.

Ì Kitap adlı neşriyatta bazı süreli yayınlarda çalışarak, bir yandan da şiir ve yazılarını, sık sık kapanıp bir yenisi çıkan El-Islah, Yeşin, Yalt-Yult gibi dergi ve gazetelerde yayımlayarak geçimini temin eder.

Ì Yayık döneminde yazmaya başladığı mizahî şiirlerini epeyce olgunlaştırır; hicivlerindeki tenkit, artık daha keskin, sosyal, siyasî muhteva bakımından da daha etkilidir.

Ì O, çeşitli, günün meselelerine ait hicvî ve iğneli fıkralar ve şiirler kaleme alıyor, mektepler için Rusçadan küçük hikâyeler (fabller) tercüme ediyor ve çocuk manzumeleri yazıyor, türlü türlü konular üzerine ciddî ve oldukça derin mânalı şiirler yaratıyordu.



Ì Tukay, Rusya Müslümanları arasında tek bir medenîleşme hareketi olarak başlayan İslamcılık ve Türkçülük ideallerinden Tatar milliyetçiliğine geçişte de önemli rol oynadı.

Ì Kazan döneminde sosyal demokrat görüşleri benimsediği gibi Tatar milliyetçiliğinin de ilk büyük şairi oldu; halkın beğenisini kazandı.

Ì Tugan Til, Par At, Bir Tatar Şagıyriniñ Süzleri, Tugan Cirime, Kitmiybiz, Şüreli gibi şiirleri millet sevgisinin en güzel örnekleri olarak Tatar edebiyatında özel bir yer tutmaktadır.

Ì Tatar millî ruhunu Tukay’ın temsil ettiği “milli matem” sırasında iyice anlaşıldı.



Ì Halkıyla bütünleşen bu gibi şahsiyetler, cemiyete derinlemesine nüfuz eder onu bir bütün olarak algılayıp eserlerine sade, realist bir tarzda yansıtmakla kalmaz, cemiyetin kusurlu, bozuk, çarpık yanlarını, insanlarının kötü ahlak ve davranışlarını da eserlerinde sert bir şekilde tenkit etmekten çekinmezler. Eskiyi ve hâli tenkit ederken geleceği de kurmaya çalışır, toplumlarının hasret, arzu ve ümitlerine de tercüman olurlar. Bu gibi şahsiyetler arasında Tataristan’da Tukay’ı, Azerbaycan’da Sabir’i, Kazakistan’da Abay’ı ve Türkiye’de de Mehmet Akif ’i örnek olarak gösterebiliriz.



Ì Rusya Türkleri arasında siyasî faaliyetlerdeki ataklığı ve cesaretiyle tanınan Abdurreşid İbrahim (Reşid Kadı) Rus yönetiminden izin almadan Mirat [Ayna] adlı dergiyi çıkarır.

Ì Rusya Türklerinin basın hayatında önemli bir merhale olan Mirat 22 sayı yayımlanır.

Ì A. Benningsen, Mirat’ı “Panislamist ve aşırı reformist eğilimlerin etkisinde, politik ve edebî bir dergi” olarak değerlendirir.

Ì A. N. Kurat ise daha farklı bir değerlendirme yapar: Ona göre Abdurreşid Efendi’nin bu ‘Mirat’leri birbirini tutmayan görüşler ve gayet sathî yazılar ihtiva etmekle beraber yine de Kazan Türklerinin uyanış hareketlerinde mühim bir rol oynamıştır.

Ì Abdurreşid Kadı, Mirat’taki yazılarında, cahil Müslümanları olduğu kadar Rus okullarından yetişen Müslüman gençlerini de eleştirir. Bu gençlerin tavırlarını beğenmediğini; onların Müslümanları insan yerine bile koymadıklarını; edindikleri bilgileri yerinde kullanmadıklarını; hatta baba ve annelerine bile saygı göstermediklerini; Tatarlar arasında kendilerine denk insan bulamadıklarını; kendilerini büyük görüp, çoğu zaman Tatar olduklarını bile belli etmekten kaçındıklarını, söyler.

Ì Reşid Kadı’nın bu görüşleri, Kursevî ve Mercanî’nin başlattığı, Gaspıralı’nın devam ettirdiği Müslüman toplumun kusurları ve eksiklikleri üzerine yoğunlaşan fakat, onlardan daha açık ve toplumu sarsıcı tenkitleri ihtiva eder.



Ì Japonya’yla savaş Rusya’nın ağır yenilgisiyle sona erince Çar 5 Nisan 1905 tarihinde yayımladığı bir fermanla Rusya’da söz ve basın hürriyetini ilan etti, sansür kaldırıldı.

Ì Böylece Rusya’da çeşitli Türk lehçelerinde yeni gazete ve dergiler yayımlanmaya başladı, yeni matbaalar açıldı ve basılan kitaplasın sayısında büyük bir artış görüldü.

Ì Süreli yayınlar incelendiğinde İslamcılık, Türkçülük ve sosyalizmin İdil-Ural bölgesinde de dönemin fikir ve edebiyat hayatını büyük ölçüde etkilemiş olduğu anlaşılır.

Ì İdil-Ural bölgesinde yayımlanan belli başlı gazete ve dergiler şunlardır:

Ì Ülfet; Yayımlayan: Abdurreşid İbrahim. Musa Carullah da yazarları arasında. Daha çok dinî meselelere ağırlık verdi. Türkiye’ye yakındı. İslamcılık düşüncelerini savunuyordu.

Ì Nur; , Yayımlayan: Ataullah Beyazıdof. Rus yönetimini desteklediği ve daha çok dinî problemlere yer verdiği için ulusal bir gazete kabul edilmemektedir.

Ì Kazan Muhbiri; “İttifak-ı Müslimin”in yayın organı.

Ì Muharrir ve nâşir: Seyitgeray Aklin. İlk yıllarda gazeteyi Yusuf Akçura yönetti. Rusya Müslümanlarının Kongrelerinde kurulan “İttifak-ı Müslimin” adlı partinin yayın organı ve en etkili gazetelerden biri idi.

Ì Fikir; Uralsk (Cayık) . Yayımlayan: Kamil Mutiî.

Ì El-Asrü’l-Cedid; , Uralsk (Cayık). Yayımlayan: Kâmil Mutii. Yazar Mısır’da dinî eğitim görmüş açık fikirli bir insandı. Sosyal ve edebî problemleri dile getirdi. Abdulla Tukay’da bu dergide çalıştı ve eserleri burada yayımlandı.

Ì Uklar; Uralsk (Cayık), (Resimli, satirik dergi). Yayımlayan: Kamil Mutiî.

Ì Yuldız; . Yayımlayan: Hadi Maksudî. En uzun ömürlü gazetelerdendir. Yazı kadrosunda tanınmış yazarlar, âlimler vardı.

Ì Tilmiz; (Arapça), Yayımlayan: R. Rahim.

Ì Tañ; Yayımlayan: Ayaz İshaki. Onun yayımladığı süreli yayınlar birçok kere kapatılır, başka adla açılır. Bazen de başka aydınlarla birlikte çıkartır .Tavuş adlı gazeteyi çıkardı .

Ì Muharrir ve Naşir: Muhammed Arif Bikin, Hüseyin Ebuzerov. Genç sosyalistlerin çıkarttığı gazete idi. Ayaz İshaki, Musa Carullahla birlikte İl’i çıkarttı, kapatılınca Moskova’da, Söz’ü çıkardı. Redaktör: Gabdulla Sagidev, Naşir: Ahmed Bek Salihov. Moskova’da Bizniñ İl . Muharrir: Ayaz İshaki ve Şakir Muhammedyarov.

Ì Añ; (Resimli dergi). Yayımlayan: Ahmedgeray Hasanî.

Ì Ural; Yayımlayan: Hatice Yamaşeva. Tatar sosyalistlerinin gazetesi idi.

Ì Vakit; Sahipleri Şakir ve Zakir Remiyev kardeşler, baş yazarı Fatih Kerimi. Tatarların en ciddî, etkili ve önemli gazetelerindendir. Dili Türkiye Türkçesi’ne yakın. Gaspıralı’nın dil anlayışını temsil etmiştir.

Ì Şura; .“Unbeş künde bir çıkan edebî, fennî ve siyasî mecmua”. Yayımlayanlar Muhammed Şakir, Muhammed Zakir Remiyev kardeşler. Baş yazarı: Rızaeddin bin Fahreddin, yazarları arasında Fatih Kerimi de vardı. Fikrî seviyesi yüksek, dili anlaşılırdı. Bu sebeple okuyucusu da çok olmuş, ünü İslam âlemine yayılmıştı.



Ì Ceditçi din adamlarından ve Tatarca ilk ders kitaplarını yazan aydınlardan biri olan GILMAN KERİMÎ (Gılman Ahund), tanınmış zengin ve hayırsever Gani Bay’ın yardımlarıyla kitap basımı işine girmek için bir matbaa satın alır.

Ì Gılman Ahund, bir yandan da Türkiye’de tahsilini tamamlayıp Rusya’ya dönmüş olan oğlu Fatih Kerimi’yi matbaa işletimini ve baskı işlerini öğrenmesi için Moskova ve Petersburg’a gönderir. Kazan Türkleri arasında yetişen ilk önemli yazar ve profesyonel gazetecilerden biri olan Fatih Kerimi, aslen Kırımlı soylulardan olan ve Petersburg’da bir matbaa açarak Arap harfli kitaplar basma işinde ustalaşmış İlyas Mirza Boraganski’nin yanında, bir müddet tecrübe edinir ve gerekli matbaa malzemelerini temin eder.

Ì Böylece baba-oğul, 1901’de Orenburg’ta “Matbaa-i Kerimiye”yi açar ve aynı adla bir kitapevi kurarak yayın işlerine başlar. 1902’de babalarının ölümün sonra 1906 yılının ortalarında “Kerimof, Hüseynof ve Şürekası” adlı bir şirket kuran Kerimof kardeşler işlerini daha da ilerletir. Onların matbaa ve kitapçılık faaliyeti, sadece İdil-Ural bölgesi Türklerinin değil, bütün Rusya Müslümanlarının fikir ve edebiyat hayatında önemli bir merhaleyi temsil eder.

Ì Kitapevi aynı zamanda Türkiye ve Mısır’dan da dinî, edebî, fennî kitaplar getirterek bütün Rusya çapında satışa sunar. Diğer yandan 1905 Rus Meşrutiyeti’nden sonra başta Vakit, Ural, gazeteleri ve Şura dergisi olmak üzere birçok süreli yayın da bu matbaada basılır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Son mesajlar

Forum istatistikleri

Konular
17,417
Mesajlar
134,315
Kullanıcılar
90,723
Son üye
AlanDQ
Üst