Açıköğretim Çevre Sorunları ve Politikaları Dersi 7.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Açıköğretim Çevre Sorunları ve Politikaları Dersi 7.Ünite Ders Notları

Prof. Dr. Ruşen Keleş ve Dr. Birol Ertan ın hukuk kavramı üzerine yaptığı yorum; Hukuk kavramının belirsizliğine inanan hukuk felsefecisi J. Gibbs’e göre hukuk biliminde evrensel ve görsel uygulamaya elverişli bir hukuk tanımı üzerinde oydaşım (uzlaşma) olsaydı, terim, alanın araştırma konusunu saptamada hayranlık verici Şekilde kullanabilecekti. Fakat bu türden bir oydaşım bulunmuyor. Hukuk kavramları Konusundaki tartışmalar uzun bir geçmişe dayanmaktadır. Bu tartışmaların 18. Yüzyıl sonundan bu yana daha da yoğunlaştığı görülmektedir.” Hukuk kavramının tanımına ilişkin bir uzlaşmanın olmaması, tanımların yetersizliğinden değil, hukukun devingen niteliği ve yıllar içinde değişen, gelişen özelliğinden kaynaklanmaktadır. Felsefeci Immanuel Kant: “...hukukçular, henüz herkes tarafından kabul edilmiş olan bir hukuk tanımı bulamamışlardır.” Demiştir. Hukukun devingen niteliğinin en önemli yansımalarından biri, çevre sorunlarının önlenmesi ve çevre koruma çalışmaları ile çevre sorunlarının giderilmesinde üstlendiği rollerde ortaya çıkmaktadır. Çevre sorunlarını çözmek için, insanla çevre arasındaki ilişkilerde oluşturulması gereken “davranış kuralları”, “hukuk kuralları” biçiminde olacaktır. Bu anlamda, devlet veya kamu kurum/kuruluşlarının çevre sorunlarını önlemek için sahip olacakları yetkilerin hukuksal kalıpları da, hukuk ilkelerine dayanacaktır. Çevreyi korumak, çevreye verilecek zararları gidermek, bunların gerektirdiği parasal kaynakları, cezaları ve diğer yaptırımları belirlemek hukukun alanına giren konulardır. Hukuk kuralları çevre politikası uyarınca, belirlenmiş esaslara, hedeflere ya da amaçlara göre işlev kazanır.
Bu esaslar:
Çevre koruma anlayışı yanında, çevrenin iyileştirilmesi ve sorunların önlenmesine yönelik yaklaşımlar. Çevre sorunlarının uluslararası niteliği Çevre sorunlarının insan ve doğa merkezli, bütünleşik özelliği olarak özetlenebilir. 1983 yılında Çevre Yasası’nın (Hukukunun) kabulü Var olan kuralların değiştirilmesinin kolaylaştırılması ve yeni kural koyma yollarının açık tutulması, hukukun toplumsal bir düzen kurma aracı olarak etkin biçimde kullanılmasının en önemli yoludur. Buradan hukukun uyarlanabilir ve esnek olması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Hukuk alanının, devingen niteliğini ortaya koyan ve bu noktada toplumsal gelişme ve değişimlere en açık ortam olarak tanımlanabilecek hukuk dalı “Çevre Hukuku” olarak öne çıkmaktadır. Çevre Hukuku, insanın doğal ve yapay çevresini oluşturan öğeleri koruyan, geliştiren ve onların hukuksal durumlarını düzenleyen hukuk dalı olarak tanımlanmıştır. Çevre Hukuku, gelişim aşamasında iki farklı kaynaktan beslenmiştir. Bunlardan birisi ulusal düzenlemeler, diğeri ise uluslararası anlaşmalardır.
Ulusal düzenlemeler; Ulusal düzeyde, anayasalarda ya da yasa ve diğer hukuksal metinlerde öngörülen çevre korumaya ilişkin düzenlemeler, çevre hukukunun gelişiminde temel kaynaklar olmuştur. Ayrıca, su kirliliği ile ilgili yasal ilkeler ve yönetmelik benzeri düzenlemeler, çevresel değerlere hukuksal güvenceler kazandırmak yönünde önemli adımlar olmuştur.
Uluslar arası anlaşmalar; Uluslararası Çevre Hukuku olarak tanımlanabilecek bir alanı besleyen, bu anlamda ülkelerin uluslararası sorumluluğunu tanımlayan uluslararası sözleşmeler çevre hukukunun gelişiminde önemli bir unsurdur. Uluslararası sözleşmeler ortak çevre değerlerini korumak amacıyla olduğu gibi, çevresel kaynakları korumak ya da sınır tanımayan çevre kirlenmelerini önlemek amacıyla da başvurulan bir yöntem olmaktadır.
Çevre hukukunun amacı; insan faaliyetleri ile çevrenin bozulmasını önlemek, bozulan çevrenin eski haline getirilmesini sağlamak ve çevrenin geliştirilmesi için insan faaliyetlerini sınırlamak ya da engellemektir.
Son dönemde, Birleşmiş Milletler ortamında düzenlenen konferanslar;
Stockholm 1972,
Rio 1992,
Johannesburg 2002,
Vancouver 1976,
İstanbul 1996 vb.
Çevre Hukuku’nun niteliklerinden söz ederken, çevre hukuku ile çevre politikasını karıştırmamak gerekir. Çevre politikası, bir ülkenin çevre konusundaki hedeflerinin ve tercihlerinin belirlenmesi aşamalarını içerir. Çevre politikası sadece hukukun değil başka bilim alanlarının da konusunu oluşturmaktadır. Çevre hukukunun temel amacı ise, çevresel değerlere hukuksal güvenceler kazandırmak, çevrenin korunmasını ve geliştirilmesini sağlamaktır. Bu açıdan ele alındığında çevre hukuku, çevre sorunları bağlamında “korumacı” bir yaklaşımı ortaya koyar. Çevre politikası ise daha çok geleceğe dönük ilke ve politikaları, uygulamaya yönelik önlem ve çalışmaları içerir.
Çevre hukukunun temel nitelikleri;
Devingenlik
Disiplinler arası olma
Karma hukuk dalı olma
Geniş kapsamlılık
Sınırlayıcılık
Devingenlik; Çevre hukukunun en önemli niteliği esnek ve devingen olma özelliğidir. Bilimsel gelişmeler, toplumsal değişim ve gereksinimler doğrultusunda, çevre ve insan ilişkilerini düzenleme iddiası taşıyan çevre hukukunda, hem bu değişimlerin çözümlenmesi hem de hukuk düzenine uyarlanması söz konusudur. Bu niteliği gereği, çevre hukukunun yeni gelişmelere ve değişimlere açık, esnek bir yapıda olması gerekir.
Disiplinler Arası Olma; Bu çerçevede çevre hukuku da, hem doğa bilimlerinden, hem de sosyal bilimlerden yararlanan, bağımsız bir hukuk dalı olarak doğmuş ve gelişmiştir. Çevre hukuku, çeşitli hukuk disiplinlerinin kurallarından oluşan karmaşık bir toplamdır Buna göre çevre hukuku, hem farklı bilim alanlarından, hem de farklı hukuk dallarından beslenen, disiplinler arası bir niteliğe sahip olarak gelişmiştir.
Karma Hukuk Dalı Olma; Çevre hukukunun niteliğine ilişkin önemli bir tartışma, çevre sorunlarının çözümü veya çevre sorunlarının önlenmesine ilişkin konularda, özel ya da kamu hukuku ilkelerinden hangisinin geçerli olacağı yönünde gelişmiştir. Çevre hukuku ile ilgili düzenlemelerin başlangıcında, özel hukuk ağırlıklı olmak üzere komşuluk hukuku egemen olmuştur. Son dönemde ise, doğal varlıkların ve çevresel değerlerin, kamu yararı kapsamında ele alınması ve özellikle de mülkiyeti sınırlayan yönleri nedeni ile kamu hukuku ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Geniş Kapsamlılık Çevre; hava, su ve toprak ile birlikte, insanı ve insanın etkileşim ve ilişki içinde bulunduğu doğal ve fiziksel çevreyi kapsamaktadır. Bir başka deyişle, toprağın üstündeki ve altındaki her şey çevre olarak tanımladığımız ortamı ifade etmektedir. Bu durumda, konusu çevre ve insan olan çevre hukuku da, bütün canlı ve cansız öğelerin arasındaki ilişkileri tanımlamaya çalışır. Bu özellik, çevre hukukunu diğer hukuk dallarından daha geniş kapsamlı kılan temel bir özelliktir.
Sınırlayıcılık; Çevre hukuku, özel mülkiyete getirdiği sınırlamalar ile çevrenin korunması ve geliştirilmesi yönündeki tercih ve politikalara yön verebilmektedir. Bu bağlamda, bugünkü ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabilmek amacıyla, bazı temel insan hakları sınırlanabilir. Yerleşme ve seyahat haklarına, bazı özel durumlarda sınırlamalar getirilmesi, çevre hukukunun kamu yararı ölçütüne ağırlık veren sınırlamalar içerebileceğini gösteren en iyi örneklerdir.Anayasa’da, çevre sorunsalı ile ilgili yasa ve yönetmeliklerde, kısacası Çevre Tüzesinde (Mevzuat), tarım toprakları ve su havzaları ile kıyı alanlarına yapı yasakları getirilmesi, yerleşme ve mülkiyet özgürlüğüne yapılan kısıtlamalara örnek olarak gösterilebilir.
İnsan Hakları Gelişimi; İnsan hakları teriminin içeriğini oluşturan hammadde hukuk, ona yön veren ve ivme kazandıran asıl itici güç ise, kendini dar hukuk kalıpları içine hapsetmeyen felsefi düşünce ve eylemdir. Bu noktada, insan haklarının, her zaman anayasa ve yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerin önünde olduğu söylenebilir. Yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerin önünde olduğu söylenebilir. İnsan hakları kavramı, kendisine yakın anlamlarda bazı kavramları çağrıştırır. Bunlara temel hak ve özgürlükler, kamu özgürlükleri, kişi hakları ve özgürlükleri ile yurttaş hakları örnek olarak verilebilir.
İnsan Haklarının Niteliği ve Öğeleri; İnsan hakları alanı, bir bilim ve öğreti alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan hakları biliminin ölçütü insan onurudur, konusu ise insan onuruna saygıyı sağlayan hak ve özgürlüklerin araştırılmasıdır. Toplumsal bilimlerin ve insan bilimlerinin özerk bir dalı olarak insan hakları, disiplinler arası bir niteliğe sahiptir.
İnsan haklarını tanımlama sürecinde üç öğe öne çıkmaktadır: Kişi, haklar ve bu hakların korunması.
Prof.Dr. İbrahim Kaboğluya göre; Doğal hukuk görüşü esas alındığında; özgürlükler insanın salt insan olmak sıfatıyla doğuştan sahip bulunduğu, insanlık tarihi boyunca değişik evrelerde, değişik sözleşmeler ile toplum yaşamına aktarılan ve devletçe korunan / korunacak değerlerdir. Haklar ise, yasalar ve diğer yazılı hukuk belgeleri ile bu özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak amacına yönelik olarak yöneticiler tarafından tanımlanmış ve değişik şekillerde bağıtlanmış değerlerdir. Birleşmiş Milletler insan Hakları Komisyonu’nca hazırlanan ve 10 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen, “insan Hakları Evrensel Beyannamesi” insanlık tarihi açısından yeni ve çok önemli bir evrenin başlangıcıdır.
Tarihsel Evrimine Göre İnsan Hakları; İnsanlık ve uygarlık tarihi, bir bakıma özgürlükler ve haklar mücadelesi tarihidir. Fransız Hukukçu Karel Vasak, tarihsel evrimine göre insan haklarını üç kuşak haklar olarak sınıflandırmıştır:
Birinci Kuşak Haklar (özgürlük): Temel özgürlükler, kişi hakları ve siyasal haklar.
İkinci Kuşak Haklar (eşitlik): Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar.
Üçüncü Kuşak Haklar (kardeşlik): Dayanışma haklarıdır.
Birinci Kuşak insan Hakları; Tarihsel açıdan bakıldığında bu haklar, Ortaçağ Avrupa’sında kentsoylu sınıfın (burjuvazi), toplum içinde ve siyasal düzlemde yer edinmeye ve elde ettiği hakları siyasal iktidara kabul ettirmeye çalıştığı dönemin ürünüdür. Daha doğrusu birinci kuşak haklar, kentsoylu sınıfın, eski düzenin unsurlarından imtiyazlı azınlık (aristokrasi), krallık (tek erk) ve kiliseye karşı verdiği savaşım içinde şekillenmiştir. 18. yüzyılda Amerikan ve Fransız devrimlerinden doğan birinci kuşak haklar, doğal hukuk akımı ile bireyci öğretinin sağladığı kuramsal temeller üzerinde yükselmiştir.
Birinci kuşak haklar, devlete karşı bireye temel hak ve özgürlükler yanında siyasal erkin dokunamayacağı temel bir özgürlük alanı sağlayan haklardır. Yani bireysel olarak kullanılan haklar söz konusudur
İkinci Kuşak insan Hakları; Sanayi Devrimi sürecinde bir sınıf olarak ortaya çıkan işçi sınıfının sınıflar arasındaki eşitsizliğe yönelik tepkisi ve sınıflar arası mücadele sonucu kazanılmış toplumsal ve ekonomik nitelikli haklar ikinci kuşak hakları oluşturmaktadır. Siyasal haklar, mülkiyet bağından koparılarak “genel ve eşit oy” ilkesiyle varlıklı sınıflar dışında kalan toplumsal kesimlerce de kullanılabilir duruma getirilmiştir. İkinci kuşak haklar isteme hakları, kişiye devlet veya üçüncü kişilerden olumlu bir davranışta bulunulmasını isteme hakkını verirken, hakkın muhatabına da bu davranışı gerçekleştirme borcunu yükler.
Üçüncü Kuşak insan Hakları; Bu haklar son yarım yüzyılda kendini göstermeye başlamıştır. Bu hakların içine, barış hakkı, silahsızlanmış bir dünyada yaşama hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevre yaşama hakkı, ekonomik ve sosyal açıdan gelişme hakkı, halkların kendi durumlarını serbestçe belirleme hakkı ve herkesin insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı girmektedir. Üçüncü kuşak haklar, insan haklarının kullanılmasında sadece devletin değil, insan topluluklarının da etkin biçimde çaba harcaması gerektiği anlayışına dayanmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Üçüncü Dünya Ülkelerinin de baskısıyla gündeme gelen bu kuşak haklar için, “dayanışma hakları”, “yeni haklar” ve “kalkınma hakları” gibi adlar kullanılmaktadır. Bu hakların temelinde ise başlıca, nükleer teknoloji, çevreyi tahrip eden sınırsız ve denetimsiz sanayileşme, çarpık kentleşme gibi toplumsal ve siyasal sorunlar yatmaktadır. Ayrıca üçüncü kuşak haklar, ancak ortak olarak kullanılabilen ve günümüzde gittikçe önem kazanan haklardan sayılmaktadır.
Çevre Hakkı kavramının, içinde yer bulduğu Üçüncü Kuşak Haklar, 20. Yüz yılın ikinci yarısının, ikinci çeyreği ile birlikte gelişen ve şekillenen haklar olarak tanımlanabilir;
Çevre Hakkı
Gelişme Hakkı
Barış Hakkı
İnsanlığın Ortak Mirasından Yararlanma Hakkı dayanışma haklarıdır.
Çevre Hakkı; 1970’li yıllarla birlikte, “çevre hakkı” insan hakları alanında ayrı bir hak olarak tanımlanmaya başlamış ve süreç içerisinde uluslararası anlaşma ve belgelerde yerini almıştır. Türkiye’de de çevre hakkı kavramı Anayasa ve değişik yasal düzenlemeler içinde yer almıştır.
İnsanlar arasındaki dayanışmanın geliştirilmesi ve ortak değerlerin dayanışma yoluyla korunması amacıyla UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) yeni insan hakları oluşturma çabası içine girmiştir. Bu çabalar sonucu, barış hakkı, gelişme hakkı, halkların kendi kaderini belirleme hakkı ve çevre hakkının da içinde bulunduğu “dayanışma hakları” üçüncü kuşak haklar olarak belirlenmiştir. Dayanışma haklarının kaynaklandığı sorunlar, “tek tek insanların ya da ülkelerin üstesinden gelemeyeceği, tüm insanlığın yan yana geldiği takdirde çözebileceği sorunlar” olarak tanımlanmaktadır. Çevre hakkı, diğer dayanışma hakları gibi bir topluluk halinde yaşam anlayışını dile getirir. Toplumsal yaşama katılanların tümünün çabalarını birleştirmesiyle gerçekleşebilir. Dayanışma hakları, insanlar arasındaki dayanışma ve birlikte hareket etmeyi geliştirmeye yönelik olup, insan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin idealini gerçekleştirmeyi de doğal olarak amaçlamaktadır. Çevre hakkı sahipleri, çevrelerindeki “olumsuz” etkilerden korunma, “olumlu” etkileri de isteme olanağına sahiptir. Uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı Birleşmiş Milletler Çevre ve insan Konferansı (Stockholm 1972) olmuştur. Konferansın, çevre sorunlarına yönelik politika arayışlarında bir milat olduğu bilinen bir durumdur. Çevre hakkı açısından önemi ise, ilk madde olarak “insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir.” 28 Ekim 1982 tarihli Dünya Doğa şartı; çevre hakkının uygulamaya geçirilmesi konusunda devletlerin yükümlülüklerini ve bireylerin olanaklarını belirleyerek somut birtakım düzenlemeler öngörmüştür.
Çevre hakkının konusu, çevrenin korunması ve geliştirilmesidir. Bu açıdan, çevre hukuku ve hakkının konusu, çevre kavramının tanımı ile açıklığa kavuşturulmuştur. Buradan hareketle, çevre hakkının konusu olarak öğeler;
İnsan
Hayvanlar ve bitkiler
İnsan ve diğer canlılarla etkileşim içinde bulunan cansız varlıklar
Canlı ve cansız varlıkların ilişkilerini düzenleyen ekosistem
Çevre hakkının tarafları ya da sahipleri ise bu haktan yararlanacak olanları ve bu hak nedeni ile üzerine sorumluluk yüklenecek aktörleri kapsamaktadır:
Bireyler
Kamusal ve özel kuruluşlar ile topluluklar
Devletler ve halklar
Gelecek kuşaklar.
Uluslararası Hukukta Çevre Hakkı; İlki 1913 yılında yapılan Bern Konferansı daha sonra 1923’de Paris ve Londra’da yapılan konferansı; Bu toplantıların ana konusunu daha çok doğanın, doğal bitki örtüsünün, vahşi hayvanların, kültür varlıklarının korunması oluşturmuştur.
1973 yılında bu çalışmalar “Çevre için Birleşmiş Milletler Programı”nı oluşturmuştur. Günümüzde de bu çalışmalar kısa adı UNEP olan bu kuruluş tarafından yürütülmektedir.
1972’de Stockholm Konferansı’nda kabul edilen Bildiri’nin ilk maddesinde “insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren, nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir” ilkesi yer almıştır. Bu ilkenin önemi, ilk kez bir bildiride sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır.
1972’de Stockholm Konferansı Bu konferansın sonuç bölümünde ilk kez bireyin çevre hakkı olarak belirlenebilecek bir hakkı olduğu ortaya konmuştur. Çevre hakkı; bireye özgürlük, eşitlik ve toplumsal gönenç içerisinde yaşayabileceği bir çevrenin oluşturulmasını devletten isteme hakkını vermektedir
Stockholm Konferansı’nda ilk kez kabul edilen “çevre hakkı” çevrenin “herkesin ortak varlığı” olduğu temeline dayalı “eşitlik” ilkesinde yükselen bir haktır.
1982 Anayasası 56. Maddesi; Anayasa’nın 56. Maddesi; 1982 Anayasasının, “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlığı ile 56. maddesinde düzenlenen Çevre Hakkı, “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde yer almıştır. 56. madde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmünü getirmiştir. Bu hükümle, 1982 Anayasası, çevre hakkını oldukça geniş bir biçimde tanıyan anayasalar arasında yer almıştır.
1982 Anayasası’nın Çevreye ilişkin Diğer Hükümleri; Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ancak bu hakların kamu yararına sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. 43. maddede kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği hükme bağlanmıştır. 44. Maddesi’nde ise, toprağın verimli olarak işletilmesini koruma ve geliştirme, erozyonla kaybedilmesini önleme veya yeterli toprağı bulunmayan, çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlama görevi devlete verilmiştir. 45. maddesi, bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan olan tarım topraklarının azalmasının önlenmesine ilişkindir. 57. maddesi, Devlete, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alma ve toplu konut girişimlerini destekleme görevini vermiştir. 63. maddesi, “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır” hükmünü getirmektedir. 56. maddesinde yer alan çevre kavramı 63. maddede sözü edilen tarih, kültür ve tabiat varlıklarını da kapsayan geniş anlamda “çevre”dir. 169. madde ise, “Devlet ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. 168. ve 169. maddeleri, “tabiî servet ve kaynakların ve bu servetlerin en önemlisi olan ormanların” korunmasına Anayasa’nın verdiği önemi vurgulamakta ve bunların korunması görevini doğrudan Devlete verdiğini göstermektedir.
Çevre Yasası ve Çevre Hakkı; 1982 Anayasasının çevre hakkına yönelik düzenlemesinin ardından, 9 Ağustos 1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Yasası yürürlüğe girmiştir. Yasa’nın amacı, 26.4.2006 tarihinde 5491 sayılı kanunla getirilen değişiklikle: “Bu kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır: Bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi Kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması Su toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi Ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukukî ve teknik esaslara göre düzenlemek olarak belirlenmiştir.
2872 sayılı Çevre Yasası “katılım” konusunda çeşitli hükümler getirmiştir. Kanun’un 1. maddesinde, çevrenin “bütün vatandaşların ortak varlığı” olduğu, 3. maddenin (a) bendinde “çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesinin gerçek ve tüzel kişilerle vatandaşların görevi olduğu” belirtilmiştir. Bu açıdan bir başka hüküm 30. maddede “Bilgi Edinme ve Başvuru Hakkı” başlığı ile yer almıştır.
Çevre Bakanlığı, 1991 yılında kurulmuştur.
8 Haziran 2011 de Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Çevre, Orman ve şehircilik bakanlığı kuruldu
POLİTİKANIN BELİRLEDİĞİ HUKUK; Bir hak isteminin, “insan hakkı” na dönüşmesi süreci, istemin koruduğu değer ve özün, insan haklarının özüne uygunluğunun saptanması ile başlar. Çevre koruma alanında hukuksal ilkelerin oluşturulması, doğal varlıkların, bilim ve teknik bilgi yanında, politika ve karar süreçleri ile korunması, çevre hukukunu başat bir alan haline getirmiştir Çevre politikası, çevresel sorunların çözümü için ilke ve önlemlerin belirlenmesi olarak tanımlandığına göre, çevre yönetimi, çevre örgütlenmesi, çevre tüzesi bir bütünsellik içinde önem ve öncelik kazanmaktadır. Kamu yararını temel alan bir anlayışla tanımlanan çevre politikası, onun araçları olabilecek çevre örgütlenmesi ve çevre yönetimi, sorunları doğru bir şekilde çözümleyebilecektir. Çevre Hakkı kavramının gelişiminde, önemli bir itici güç olan Birleşmiş Milletler insan Hakları Evrensel Beyannamesi 1948 de kabul edilmiştir. Çevre Hakkı kavramı, insan hakları alanında üçüncü kuşak haklar sınıfında yer alır. Bilgi edinme hakkı çevre sorunları alanında bir düzenleme içermemektedir. Çevre Hakkı insan hakları alan yazınında Eşitlik ilke temelinde tanımlanan bir hak olarak görülür.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst