Açıköğretim Türkiye'nin Toplumsal Yapısı Dersi 6.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Açıköğretim Türkiye'nin Toplumsal Yapısı Dersi 6.Ünite Ders Notları

Türkiye’de Din, Sekülerleşme ve Toplumsal Dönüşüm

Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir. Marx için çalışma konusu dinin sınıflar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir,
Weber için çalışma nesnesi teodisedir Din, din kuramları dışında da anlaşılıp kategorize edilebilir.
Heller’in günlük yaşam kuramına göre din, bilim ve sanat gibi gündelik olmayan alana tabidir ve bununla birlikte gündelik olanı belirler.
Laiklik dendiğinde devletin ve dinlerin otonom durumları, din ve inanç hürriyetini ve din ve inanç sahibi olmak, olmamak veya birinden ötekine geçmekle ilgili hürriyetleri sağlayan bir kamu hukuku anlaşılır.
Laiklik için kabul edilmiş Esaslar
1) vicdan, düşünce ve din hürriyeti,
2) bütün vatandaşların eşit hak ve sorumluluklara sahip olması,
3) dinlerin ve devletin kendi özerkliğine sahip oluşu, yani birbirinden özerk (otonom) oluşu olarak kabul edilir.
Devletin ve dinin otonomisi için devlet kamu hukuku tarafından laikliğin hayata geçirilmesini garanti etmekle yükümlü olarak tarif edilir. Yani laik devlet sadece din kurallarına dayanmayan herhangi bir devlet değildir; laiklik konusunda taraftır ve bu hukuki/politik ilkenin hayata geçirilmesinden sorumludur.
Laisizm din ile siyaset arasında kesin bir ayırım yapan ve toplumda dinin sınırlı bir rol oynadığını savunan bir doktrindir. Sekülerleşme ise dinin bütün yaşam alanlarından çekilmesi, küçülmesi ve kurumların din etkisinden kurtularak ortaya çıkması ile birlikte dinsel kurumlar, eylemler ve dinsel bilincin toplumsal önemini kaybetmesi süreci olarak tanımlanır.
Laiklik politik bir ilkedir, tarih dışı bir kavramdır, bir süreci işaret etmez ve bu ilkeyi kabul etmek, devleti dindışı kabul etmek demektir. Laik bir devletin işleyiş mantığı tamamen dindışıdır, halk (laikos) egemenliğine dayalıdır. Ancak, bir devletin laikim demesi yapıp ettiklerimde dindışıyım demesidir; din kurumunun nasıl işleyeceğini bu kavramdan çıkaramayız. Din ve devlet arasındaki tek ayrılma modeli laisist model değildir. Concordat dışındaki tüm modellerde yani birçok Batı Avrupa ve İskandinav ülkesinde din kurumu şu ya da bu şekilde devlet otoritesine ve denetimine tabidir.
Türkiye’de İslam dini açısından dinsel yaşantıya dair hizmetler herhangi bir kamu hizmeti gibi örgütlenme bakımından seküler niteliktedir. Yani din hizmetleri dediğimiz ibadet, cenaze, dinsel yaşamla ilgili danışılan konularda yol gösterme ve benzeri hizmetler birer kamu hizmeti olarak düşünülmüş ve özel olarak sadece din işlerinden sorumlu bir bakanlığa bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülmektedir. Türkiye’de din hizmetlileri lise düzeyinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı seküler imam-hatip okullarında yetiştirilir. Türkiye’nin din adamı eğitimindeki farkı, laiklik prensibinden çok İslam dininin kendisinde devletten ayrı örgütlenecek bir ruhban sınıfının olmayışından kaynaklanır.
1924’te kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitim birliği sağlanması hedeflenmiştir. Ancak bugün küreselleşme etkisiyle dinsel yaşantıya ve eğitime dair talepler artmıştır.
Şiiti Ali ve Alevi kavramlarının her ikisi de Ali’nin yolundan gitmeyi anlatsa da insan sevgisini, hoşgörüyü, inanç özgürlüğünü temel alan hele de kadın erkek eşitliğinde eşsiz bir konuma sahip olan Aleviliğin İran ya da Arap coğrafyasındaki fiiilikle ve onun ortaya çıkardığı şeriat rejimi denilen rejimle bağdaşması zordur.
Türkiye’de genç kadınlar arasında 1960’larda tek tük örneklerle başlayan yeni bir örtünmeden bahsedebiliriz ve bu örtünme tek tipleşmiştir. Bu tek tipleşme toplumun diğer kesimlerinde tepkiye de neden olmuştur. Hatta bu yeni tip örtünmenin toplumsal yaşamda ötekileştirildiği tartışılmıştır.
Modern burjuva toplumuyla bireylerin kamusal alanda etnisiteye, dine ve sınışara ait mecburi giyim-kuşam ortadan kalkmıştır ve bireyin giyim-kuşamına bakarak sınıf ve diğer özelliklerini tahmin etmek artık olanaklı değildir.
Yaşadığınız yerde bir din görevlisi ile (imam ya da müezzin) sohbet ederek çalışma koşulları hakkında fikir edininiz. Kamu çalışanı olma konusundaki fikirlerini öğreniniz. Bu konuda bir deneyimi paylaşmak yerinde olacaktır. Üniversitemize Erasmus Değişim Programı çerçevesinde gelen iki öğrenci bir imamın günlük yaşamına dair kısa bir belgesel film hazırladılar. Eskişehir’de görevli olan imamın ifadesinden anladığımıza göre kendisi bu hizmeti yaşamaya ancak yetecek bir ücret karşılığı yaparak durumunun İslam’ın din adamlığını gönüllülük esasına dayandırması ilkesine de uyduğunu düşünüyordu. İmamın kendi deneyimine atfettiği anlam Türkiye’de din hizmetlerinin kamu hizmeti olarak yürütülmesi yüzünden literatürdeki tartışmalara bambaşka bir boyut katmakta, kurumsal alanın yanında bir de günlük yaşam alanı dediğimiz anlam boyutu olduğunu göstermektedir. İmam kavramı üzerine İslami kavramlar üzerine ansiklopedik kaynaklara başvurabilirsiniz.
Yaşadığınız yerde bir cem evi varsa gidiniz ve imam ile dede arasındaki farkı anlamaya çalı şınız. Dedelik için dede ailesinden gelmek gereklidir. Eğer bir Alevi dedesiyle ya da Alevi cemaatinden biriyle sohbet ederseniz soya dayalı bir ruhaniyet kavramına rastlayacaksınız. Sünniler içinse imam sadece İslam’ı bulunduğu cemaat içinde en iyi bilen kişidir ve ibadete gönüllü olarak öncülük eder. Bir cami imamı kamusal hizmet yürüten din görevlisidir ve imam kavramına atfedilmiş geleneksel anlamlardan vazgeçmiş bir gönüllüdür.

ÖZET

Laiklik, laisizm, din/devlet ayrılma modelleri ve sekülerleşme kavramlarını tanımlamak.
Laiklik (laïcité/laicity) devletin din kurallarına dayanmaması ilkesi veya din ve devlet işlerinin ayrılması diye tarif edilse de birinci tarif aslında sadece seküler devleti, ikincisi de din/devlet ayrılma türünü anlatır. Laiklik her şeyden önce politik bir ilkedir. Laiklik dendiğinde ise devletin ve dinlerin otonom durumları, din ve inanç hürriyetini ve din ve inanç sahibi olmak, olmamak veya birinden ötekine geçmekle ilgili hürriyetleri sağlayan bir kamu hukuku anlaşılır
Laiklik için kabul edilmiş esaslar
1) vicdan, düşünce ve din hürriyeti,
2) bütün vatandaşların eşit hak ve sorumluluklara sahip olması,
3) dinlerin ve devletin kendi özerkliğine sahip oluşu, yani birbirinden özerk (otonom) oluşu olarak bilinir
Devletin ve dinin otonomisi için devlet kamu hukuku tarafından laikliğin hayata geçirilmesini garanti etmekle yükümlü olarak tarif edilir. Yani laik devlet sadece din kurallarına dayanmayan herhangi bir devlet değildir; laiklik konusunda taraftır ve bu hukuki/politik ilkenin hayata geçirilmesinden sorumludur.
“Laisizm din ile siyaset arasında kesin bir ayırım yapan ve toplumda dinin sınırlı bir rol oynadığını savunan bir doktrindir” Laiklikten bahsedebilmek için din ve devletin ayrılmış olması yetmez, dinin siyaset alanından tamamen çekilmiş olması gerekir. Ancak içinde yaşadığımız ve Habermas (2001)’ın post-seküler dönem diye adlandırdığı bu dönemde seküler politik zemini tanımak koşuluyla ve kamu hukukuyla sınırlandırılmış olarak dinsel gruplar kamusal tartışmaya katılabilmekte ve dinsel yaşam taleplerini gündeme getirebilmektedir. Sekülerleşme kavramını açıklamak için seküler kavramının kökeni olan saeculum sözcüğü açıklanmalıdır. Saeculum sözcüğü dünyaya, çağa, kuşağa, devre ait anlamlarına gelir ve tarihsel olarak da değişik anlamlar kazanmıştır. Seküler için “din etkisinden kurtulmuş/kurtarılmış” demek doğru olacaktır. Sekülerleşme “dinin bütün yaşam alanlarından çekilmesi, küçülmesi ve kurumların din etkisinden kurtularak ortaya çıkması” (Berger, 1967: 107) ile birlikte “dinsel kurumlar, eylemler ve dinsel bilincin toplumsal önemini kaybetmesi süreci” olarak tanımlanır.
Dinsel kurumsallaşmayı farklı yaklaşımlar açısından değerlendirmek.
Durkheim için çalışma nesnesi dinsel yaşantı biçimlerinin kendisidir ve baktığı her olguda gördüğü insanın toplumsallığını Durkheim din olgusundada görür. Yani ona göre dinin toplumsal formları sosyolojik açıklamaya değer çalışma konusudur. Öyle ki Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir. Özetlersek Marx için çalışma konusu dinin sınışar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir, Weber için çalışma nesnesi teodisedir (theodicy kötülüğün karşısında iyiliğin haklılaştırılması ve onanması diye çevrilebilir). Din, din kuramları dışında da anlaşılıp kategorize edilebilir. Nitekim Heller’in günlük yaşam kuramına göre din, bilim ve sanat gibi gündelik olmayan alana tabidir ve bununla birlikte gündelik olanı belirler.
Dinin günlük yaşamda iki işlevi vardır:
1)İnananların zihninde ideal bir “ideal topluluk”imgesi oluşturur,
2) Kolektif temsiller olarak işlev görür.
Günlük yaşam pratiklerinden evrilmiş dinsel yaşantının kurumsallaşmış ve kendini kurumlar alanına yerleştirebilmiş olması gerekir. Kurumsallaşma uzmanlaşmış bireyle mümkündür. Bu yüzden din kurumunun devlet kurumuyla olsun, toplumun diğer unsurlarıyla olsun, gerçekleştirdiği mutabakatın niteliği öncelikle kendi uzmanlaşma düzeyine, sonra bu uzmanlaşmanın sağladığı iktidara ve bu iktidarın diğer toplumsal ilişkiler ağındaki konum alışlarına bağlıdır.
Din sosyolojisi açısından İslam dinini değerlendirmek.
Engels’in tespitine göre, Yahudi mistisizmi ile Grek felsefesinin, özellikle Stoacılığın bir uzlaşısını temsil eden Hristiyanlığa kıyasla İslam yoğun beden ibadetleri içermesi de düşünülürse eskiye yani Yahudilikte temsil bulan Doğu dinlerine bir dönüşü temsil eder. Ancak, İslam dini ortaya çıkış niteliği bakımından Protestan bir harekettir; Tanrı-kul ilişkisi arasında bir ruhban sınıf önermediği gibi, din adamlığı gönüllülük esasına dayanır ve her cemaat dini en iyi bilen diye gördüğü birini kendine imam kabul eder. Bu durumun sonucu olarak kimse kimseyi aforoz edemez ama cemaatlerin dinî liderlerinin bağlı olduğu bir kurum da oluşmaz. Hâlbuki kurumsallaşma olmadan günlük yaşam alanından farklılaşmada olamaz. Bu niteliklerle İslam dini Türkiye örneğinde devletten ayrı kurumsallaşmış bir din adamları sınıfına sahip değildir; ne Osmanlı ne de Cumhuriyet Dönemi’nde. Bu yüzden de Hristiyan dünyanın Avrupa’da olsun, Amerika Birleşik Devletleri’nde olsun sahip olduğu din/devlet ayrılma modelleri hem İslam dininin özgünlüğü yüzünden hem de Türkiye’nin üniter ulus devlet oluşu yüzünden bizim için model olamazlar. Bu devletler içinde Türkiye’deki modelin en fazla benzediği ülke (İslam/Hristiyanlık farkı dışında) Fransa’dır.
Türkiye’de dinsel yaşantı çeşitliliğini açıklamak.
Bugünkü durumda dinsel yaşantının organizasyonu şöyledir: Devlet laiktir, yani dindışı/seküler ve halk egemenliğine dayalıdır. İslam dini açısından dinsel yaşantıya dair hizmetler herhangi bir kamu hizmeti gibi örgütlenme bakımından seküler niteliktedir. Yani din hizmetleri dediğimiz ibadet, cenaze, dinsel yaşamla ilgili danışılan konularda yol gösterme ve benzeri hizmetler birer kamu hizmeti olarak düşünülmüş ve özel olarak sadece din işlerinden sorumlu bir bakanlığa bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülmektedir. Bu kurum iç işleyişinde kendi başına hareket eder ancak yönetmeliğindeki iki temel madde bir kamusal uzlaşıyı işaret eder: Birincisi, laiklik prensibi altında hizmet görür; ikincisi, ulusal birlik ve beraberliğe hizmet edecek şekilde çalışır. Ancak, Alevi ibadethanesi olan cemevlerinin kamu bütçesinden pay almaları sorunu sürmektedir. Bu sorunun çözümü imam ve cami müdavimleri arasındaki ilişki ile Alevi dedesi ve cemevi müdaviminin ilişkisinin niteliksel farklılığı nedeniyle çeşitli zorluklar taşımaktadır. Zorunlu din eğitimi kavram bakımından değil ama uygulamada Aleviler bakımından sorundur çünkü uygulama tamamen Sünni gelenek ve pratiklere göre yapılmaktadır. Türkiye’de Yahudiler ve Hristiyanlar da dinsel yaşamlarını Lozan hükümlerine göre sürdürürler. Yahudilik, Rum Ortodoks Kilisesi ve Ermeni Ortodoks Kilisesi tanınmıştır. Bazı sorun alanlarına ve dönemsel gerginliklere rağmen (cemaat vakışarı ve Gayrimüslim karşıtlığı gibi) Türkiye halkları arasında güçlü bağlar vardır.
Türkiye’de din sekülerleşme ve toplumsal dönüşümü değerlendirmek.
Türkiye’de 1950’lerle hızlı bir toplumsal dönüşüm yaşanmaya başlar. Kentlere akın başlamıştır ve yeni gelenler beraberlerinde aşina oldukları dayanışma formlarını da getirirler. Kır kökenli nüfusun geldiğinde mi kent nüfusuna göre daha dindar olduğu yoksa kültürel bütünleşme ya da bütünleşememenin sancıları içinde mi dindarlaştığı konusunda ampirik verilere dayalı bir saptama yapılmış değildir. Kamusal yaşamda kadınların yeni biçimde örtünmesiyle görünürlük kazanan dinselleşme olgusu aslında işaretleşmeler üzerinden yürüyen bir tarikatlaşma olgusudur ve bu konuda yapılan alan çalışmaları tarikat içi otorite ilişkilerinde de değişme saptamıştır. Bugün artık dinî liderlik seküler patronaj ağını iyi işletmeye bağlıdır görüşünü dile getiren Atacan’a göre yatay mesleki dayanışma ağlarının olmadığı ya da görece zayıf olduğu bir toplum olarak Türkiye’deki toplumsal yapı böyle oluşumları beslemeye çok uygundur. Ayrıca, Kandiyoti’nin belirttiği gibi, kırsal dönüşüm “erkek otorite ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır”. En önemlisi kırsal alandaki dönüşümler yüzünden ataerkilliğin çözülmesi değilse bile yeni formlar kazanması söz konusudur ve bu yeni gelişmelerin önemli bir boyutu da erkeğin toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki üstünlüğüne tehdit oluşturmaktadır. Toplumsal yaşamda kadına yönelik erkek tepkilerini belki bu üstünlüğü kaybetme telaşında olan erkeğin iktidarını korumaya yönelik çabaları olarak anlayabiliriz. Yeni örtünme bu açıdan bakıldığında erkeğin bir hatırlatmasıdır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst