Açıköğretim Suç Sosyolojisi Ders Notları/Ders Kitabı 5,6,7,8, Üniteler

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
SUÇ SOSYOLOJİSİ

ÜNİTE-5


SUÇ KORKUSU


1) SUÇ KORKUSU KAVRAMI

Korku, belirli birtakım fiziksel veya psikolojik acı veya tehlikenin önceden sezilmesiyle tecrübe edilen bir histir.
Korku, karşılaşılan istenilmeyen durumlar ve bir tehlikenin varlığının farkında olunmasıyla ortaya çıkan memnuniyetsizlik uyandıran çok güçlü bir histir.
Korku her zaman fiziksel, psikolojik ve sosyal sonuçlara yol açar.
Korku, vücudumuzun nasıl hissettiği ve göründüğü, beynimizin uyarana karşı nasıl bir tepki gösterdiği ve toplumda nasıl davrandığımız üzerinde etkili olur.
Bu yönüyle korkunun, insanların düşünme ve davranış yeteneklerini sınırlamak suretiyle davranışlar üzerinde önemli bir etkisi vardır.
Korku günlük yaşamda tehlikeden uzak durma konusunda bireyleri yönlendirir, olası tehditlere, suç risklerine karşı bir tepkinin verilmesini de sağlar.
Korku evrensel, doğal, insani ve aynı zamanda da gerekli bir histir.
Ancak bu hissin aşırı bir düzeyde olması bireyin yaşamını olumsuz yönde etkiler, yaşam kalitesini zayıflatır, hareket kabiliyetini ciddi şekilde sınırlar.

Güvenlik ihtiyacı, suç mağduru olma endişesinden uzak bir şekilde yaşamını devam ettirme isteği ve ihtiyacı insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar da insani, hukuki ve doğal bir durumdur.
Güvenlik duygusunun insan yaşamındaki yerini ve önemini çok iyi tespit eden Maslow (1954), bu yüzden ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında güvenlik unsuruna fizyolojik ihtiyaçlardan sonra ikinci sırada yer vermiştir.

Suç korkusu, bireyin bir suça ya da suç ile ilişkilendirdiği sembollere karşı geliştirdiği duygusal endişe veya korku tepkisi olarak tarif edilebilir.
Suç korkusu, bireylerin suç mağduriyeti konusunda algıladıkları savunmasız kalma ile yakın ilişkili bireysel süreçlerin ve çevresel dinamiklerin bir ürünüdür.
Suç korkusu, aslında bireyler ve toplumlar için yeni bir kavram değildir.
İnsanların bir araya gelmesiyle birlikte öncelikli olarak düzenin ve güvenliğin sağlanmasına yönelik enformel sistemler geliştirilmeye, kurallar konulmaya başlanmıştır.
Bu yönüyle insanlar ilk önce güvenliklerini sağlayacak bir resmi yapı, yönetim, yani devlet kurmuşlardır.
Korkuyu da içine alan hislere yönelik çalışmaların geçmişi 18. Yüzyılın sonlarına, Darwin’e kadar uzanmaktadır.
Darvin (1872), hislerin insanların çevresel koşulları içerisindeki yaşamlarını iyileştirme veya zora sokma konusunda rol oynadığını ifade etmiştir.
Suç korkusu ilk başlarda suç olgusu içinde ele alınmış, daha sonraları suç önleme ve suç korkusuna ilişkin araştırmalar yapılmaya başlanmıştır.
1960’lı yıllarda özellikle kriminologlar, politikacılar, hükümet yetkilileri, güvenlik birimleri ve medya tarafından sıkça kullanılmaya başlanan bu olgu (Hale, 1996) özellikle 1970’li yıllardan itibaren kriminoloji tarafından bağımsız olarak incelenmeye başlanan bir bilim alanı haline gelmiştir

Suç korkusuna yönelik araştırmalarda önemli artış bulunmaktadır.
İlk başlarda suç korkusunu genel çerçevede ele alan çalışmalar zaman içerisinde gittikçe alan daraltmış ve suç türleri ile coğrafik alan ve zaman dilimlerini esas alan bir metodolojik yapı ortaya çıkmıştır.
Toplumda genel bir güvensizlik kaygısının tespiti önemli olmakla birlikte suç mağduriyeti korkusunun suç tiplerini, zaman dilimlerini ve coğrafik bölgeleri de içine alacak şekilde kapsamlı olarak incelenmesi daha yerinde ve yararlı verilerin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.
Suç korkusu araştırmaları ilk başlarda belirli suç türleri bağlamında değil, daha çok geniş bir suç tanımlaması esas alınmak suretiyle yapılmıştır.


Suç çok farklı türlerden oluşmaktadır: Mala karşı işlenen suçlar, şahsa karşı işlenen suçlar, bilişim suçları, terör suçları, organize suçlar ve devlete karşı suçlar gibi.
Toplumlarda bazı suçlar diğerlerine göre daha fazla mağduriyet kaygısının duyulmasına yol açabilir.
Özellikle, soygun, kapkaç, fiziksel saldırı, cinsel saldırı, hırsızlık, şiddet suçları ve terör gibi suçlar diğer birçok suç çeşidine göre (uyuşturucu suçları, kaçakçılık, fuhuş gibi) daha fazla suç korkusuna yol açmaktadır.

2) SUÇ KORKUSU VE SUÇ MAĞDURİYETİ RİSK ALGISI
Suç mağduriyeti risk algısı ile gerçek suç riski arasında fark vardır.
Suç korkusu üzerinde gerçek riskten ziyade algılanan risk seviyesi daha etkin rol oynamaktadır.
Risk, bireyin suç mağduru olma riskini taşıyıp taşımadığı yönünde yapmış olduğu bireysel bir değerlendirme ve karar vermesi ile belirlenir.
Algılanan suç mağduriyeti riski ile suç korkusu göstergeleri genelde birbirine karıştırılmakta ve ortaya suç korkusu kavramı çıkmaktadır.
Hâlbuki suç korkusu suç mağduriyet riskinden farklı bir kavramdır
Suç korkusu ile suç mağduriyeti risk algısı birbirinden farklıdır.
Her suç mağduriyeti risk algısı suç korkusu ile sonuçlanmayabilir.
Suçun ölçülmesine yardımcı olan güvenlik algısı anketlerinde çoğu zaman suç korkusu yerine suç mağduriyet risk algısı ölçülmektedir.

Gerçek risk, “herhangi bir olayın gerçekleşme sıklığına bağlı geçmiş sayısal veriler temel alındığında, ilgili olayın bir bireyin başına ampirik gelme olasılığı” olarak ifade edilebilir.
Algılanan riski ise, “ bir olayın birey tarafından algılanan gerçekleşme olasılığına eklemlenen ilgili olayın gerçekleşmesi durumunda birey tarafından deneyim edileceği düşünülen etkinin şiddeti” şeklinde tanımlamak mümkündür.
Algılanan risk, bireylerin suç oranlarına ve mağdur olma olasılıklarına ilişkin öznel değerlendirmelerdir.
Suç korkusu, mağduriyet tehlikesinin çok sayıdaki bileşeninden biri olarak kavramsallaştırılabilir.
Rader’e göre suç korkusu, risk algısı, kaçınma davranışları ve korunma davranışları ile birlikte farklı bir kavram olan mağduriyet tehlikesi birbirleriyle ilişkili yapıtaşlarıdır.
Güvensizlik, anlık ve geçici bir duygu değildir.
Güvensizlik kaygısı suç, yasa dışılık, keyfilik ve sorunlar yumağı içerisinde suça maruz kalma kaygısının taşınmasıdır.
Bu kaygı halinde; kaynağı, nedeni ve aktörleri bilinen, kısa süreli bir korku değil kaynağı belirsiz, yeri, zamanı ve faili bilinmeyen bir çerçevede ortaya çıkacak uzun süreli olumsuz ruh hali söz konusudur.
Günlük yaşam biçimleri, ekonomik varlıkları, iş ve sosyal çevreleri ile ikamet yerlerine bağlı nedenlerden dolayı daha fazla suça maruz kalma riskini taşıyanlar ile yine bu öğelere dayalı olarak daha az suç mağduru olma riskini taşıyanlar söz konusudur
Bireylerin suça ilişkin deneyimlerinin suç korku seviyeleri üzerinde etkisi bulunmaktadır.
Her ne kadar mağduriyet endişesi ile suç arasında doğrudan ve pozitif bir ilişki olmamakla birlikte bireylerin suç deneyimleri, suça ilişkin duygu ve düşünceleri suç mağduru olma korkuları üzerinde farklı şekillerde rol oynamaktadır.

3) SUÇ KORKUSUNUN ORTAYA ÇIKMASI VE GELİŞMESİ
Bireyler sadece suç sayısı ve yoğunluğu ile değil aynı zamanda günlük yaşamlarında karşılaştıkları sosyal ve fiziksel yozlaşma belirtilerinin etkisiyle de içinde bulundukları sosyal ve fiziksel çevrenin yaşanabilirliğini ve komşuluk ilişkilerini sorgulamaya başlamaktadır.
Bu süreçte bireyler meydana gelen bozulmayı, yozlaşmayı devletin suçlar karşısında bir zafiyeti, eksikliği olarak görmekte, kendilerini suç karşısında oldukça savunmasız hissetmekte ve bu zihinsel ve ruhsal yoğunluklu kaygılar suç korkusuna dönüşebilmektedir.
İnsanlar suça karşı farklı tepkiler verir.
Suç korkusu duygusunu yoğun olarak hisseden bireyler genelde mağduriyetten korunmak
amacıyla normalin üstünde zaman, çaba ve para harcar.
Bazısı belirli zamanlarda belirli yerlere gitmekten kaçınır; suç önleme araç ve gereçleri satın alır; suça karşı komşuları, mahallelileri, potansiyel veya gerçek mağdurları içine alan birlikleri oluşturur; günlük rutinlerini ve yaşam tarzını yeniden düzenler veya kendini kent yaşamından soyutlar.

Suç korkusunu, bireysel ve çevresel faktörler dikkate alınmak suretiyle, üç temel teori ile açıklamak mümkündür.
Bunlar şunlardır:
• Güvensizlik kaygısının, suç eyleminin algılanma ölçüsüne dayalı olarak ortaya çıkıp geliştiğini ileri süren hassasiyet teorisi,
• Güvensizlik kaygısına, suçun kendisinin neden olduğu görüşünü savunan doğrudan veya dolaylı mağduriyet teorisi,
• Güvensizlik kaygısını, bireylerin yakın çevrelerinde resmi ve gayrı resmi kontrolün azalması ile açıklayan sosyal kontrol teorisi.

Birçok araştırmada, cinsel suçların, sayısal olarak az bir oranı içermesine rağmen, bayanlar tarafından en çok kaygı duyulan suçlar arasında yer aldığı bilinmektedir.
Genelde hassasiyet duygusu yoğunluğu ile suç mağduru olma risk seviyesi arasında ters orantılı bir ilişki bulunmaktadır.
Mağduriyet teorisine göre bayanlar, özellikle cinsel saldırı ve aile içi şiddet suçlarında gerçek suç istatistikleri ile bireysel olarak bu suçların mağduru olma olasılıkları arasında objektif değerlendirme yapamamaktadır.
Hassasiyet teorisine göre ise bayanlarda korku, gölge etkisi şeklinde tanımlanabilecek olan objektif riskten çok, mağduru olmaktan korktukları suçun kendisinin ve sonuçlarının ağırlığı ile yakın ilişki içerisindedir

Hale (1996) suç korkusu çalışmalarına ilişkin dört önemli hususa işaret etmektedir.

Bunlardan birincisi, kriminolojik araştırmalar, şirket suçları veya beyaz yaka suçlarından ziyade daha çok cadde ve sokaklarda işlenen sıradan (adi suçlar) suçlar üzerinde odaklanmaktadır.
İkincisi, araştırmacılar suç korkusunu sadece insanlarda var veya yok olan bir şey olarak kavramsallaştırmaktadır.
Bu durum korkunun değişken, durumsal ve geçişken yapısının tartışılmasını sınırlamaktadır.
Üçüncü olarak, sayısal yöntemlere gereğinden fazla önem verme, korkunun basit ve statik bir süreç olarak ele alınmasına yol açmaktadır.
Son olarak, en son araştırmalar suç korkusunun sosyal ve psikolojik düzene zarar verebilen sosyal bir sorun olduğunu ileri sürmektedir.
Suç korkusu; bireyin olası bir şiddet suçuna, fiziksel zarara ve suç mağduriyetlerine karşı gösterdiği duygusal tepki olarak da tanımlanabilir

4) SUÇ KORKUSUNUN ÖLÇÜLMESİ
Suç korkusunun ölçülmesinde vatandaşlarla yapılan anket ve mülakat yöntemi ağırlıklı olarak kullanılmaktadır.
Burada vatandaşların suça ve mağduriyete ilişkin duygu ve düşünceleri önemli rol oynamaktadır.
Vatandaşların suç, suçla mücadele, suç mağduriyeti ve suç korkusu konularındaki düşünce ve taleplerinin bilinmesi kamu güvenlik politikalarının ve hatta özel güvenlik sistem, politika ve uygulamalarının sağlıklı bir şekilde oluşturulmasında büyük rol oynamalıdır
Vatandaş odaklı yönetim anlayışlarında vatandaşların öncelikleri devletin ve özel sektörün önceliklerindendir veya öyle olmalıdır.
Vatandaşların düşünce, talep ve önceliklerini bilmeyen bir güvenlik aygıtının hizmet sunduğu bu kesimin beklentilerine yeterince cevap verebilmesi de mümkün olmayacaktır.
Bunu elde etmek için tespit edici, kapsamlı veri sunan suç korkusuna ilişkin güvenlik algılama anketlerinin yapılması gerekmektedir

Suç istatistikleri sadece görünen, bilinen suçları ölçmede ve değerlendirmede kullanılır.
Belirli bir bölgede, ilde veya ülkede gerçek suçluluğun bilinmesi ve ortaya konulması sadece bilinen suçlarla mümkün değildir.
Güvenlik algılama anketleri, fiili suç sayısı, suç yeri, suç türü, suç yoğunluğu ve benzeri diğer sayısal verilerin yanında vatandaşların maruz kaldıkları bilinmeyen suç mağduriyetlerini, kişisel algılarını ortaya koyması açısından büyük bir öneme sahiptir.
Suçu, mağduriyeti ve hisleri tarafsız, nesnel ölçütler içinde ele alan bu anketler kesin ve doğru değerlendirmeler ortaya koymayan, mevcut sayısal verileri tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir.
Güvenlik alg›lama anketlerinde genel sorular, bakış açıları ve beklentiler yerine çok daha özel, belirgin odaklanmalar yapılmalıdır.
Bu konuda bireyler için sorun oluşturan, güvensizlik kaygısına yol açan belirli suçların saptanması, belirli suçlara ilişkin soruların sorulması ve bu çerçevede önlemleri ve beklentileri içine alan görüşlerin ortaya konulması gerekmektedir.
Suç korkusuna yönelik yapılan bilimsel araştırmalarda, bireylerin suçtan, ve suç mağduru olmaktan korkup korkmadıklarını öğrenmek için yöneltilen sorularda farklı kavramlar kullanılmaktadır.
Bu duyguyu tanımlamak üzere “suç korkusu”, “suç mağduru olma korkusu”, “suç mağduru olma endişesi”, “suç mağduru olma kaygısı”, “güvensizlik kaygısı”, “güvensizlik endişesi”, “kendini güvende hissetmeme” gibi kavramlar kullanılmaktadır.

Korku bir histir, heyecandır.
Öznel deneyim, içsel vücut tepkileri, otonom sinir sistemi gerektiren tepkiler, yüz ifadesi gibi bileşenlerden oluşmaktadır.
Kaygı, bireyin tehlikeli ya da tehdit edici olarak gördüğü, algıladığı ve değerlendirdiği, olası etkilerinin rahatsız edici olduğunu düşündüğü, çevresel kaynaklı bir uyarıcıya bağlı olarak bireyde meydana gelen olumsuz bir ruh halini ifade eder.
Köknel (1988) kaygıyı elem doğrultusunda bir duygulanma durumu olarak tanımlamaktadır.
Güvenlik algısı anketleri, toplumun suç ve mağduriyet konularındaki algılarını, düşüncelerini tespit etmek ve değerlendirmek amacıyla belirli bir denek grubu üzerinde gerçekleştirilir.
Suçla etkin mücadele için suç korkusuyla da mücadele etmek, güvensizlik kaygısının ortadan kaldırılmasına yönelik projeler geliştirmeyi öncelikli hedefler arasına almak gerekir.
Güvenlik algılama anketleri, mağdur anketlerinden farklı olarak, maruz kalınan suçluluğu değil, bireylerin (ve dolayısıyla toplumun) kendisini güvende hissetme durumunu, hangi derecede güvende, hangi derecede güvensiz hissettiğini ölçmeyi hedefler.
Güvenlik algılama anketleri mağdur anketlerinden farklı olmakla birlikte bazen ikisi bir arada yapılmaktadır.
Suç korkusu kavramının çok yönlü ve farklı anlamları olması nedeniyle bu olgunun ölçülmesi çok zordur.
Suç korkusu kavramının tanımını ve kapsamını biraz daha kolaylaştırmak, belirli bir kavramsal bütünlük sağlamak amacıyla Fattah ve Sacco (1989) suç korkusunun ölçümü konusunda bilişsel, duygusal ve davranışsal ölçümler olarak üç kategori geliştirmiştir.
Bilişsel ölçümler bireyin suç mağduru olma olasılığı hakkındaki algısı, risk ve emniyetin değerlendirilmesiyle ilgilidir.
Suç ve mağduriyet ilk başta fiziksel zarar ve yaralanma ile ilişkilendirilmektedir.
Suç korkusunun oluşmasında etkili olan önemli bir konu, olası bir suç mağduriyeti karşısında fiziksel olarak zarar görme, yaralanma (veya ölüm) tehlikesine karşı ortaya çıkan şiddetli kaygıdır.
Bu bakış açısına göre suç korkusu fiziksel yaralanma tehlikesine karşı ortaya ç›kan tehlike ve kaygı duygusu olarak tanımlanmaktadır.
Suç korkusu, bireyin suça ya da suçla ilişkilendirdiği sembollere karşı geliştirdiği duygusal dehşet ya da kaygı tepkisidir.


Suç korkusu bireysel güvenliğe ilişkin bir duygu hali iken suç mağduriyeti kaygısı ise suç mağduriyetine ilişkin bilişsel bir kaygı durumudur.
Bireylerin suç mağduru olma endişesi taşımaları, kendilerini güvende hissetmemeleri farklı birçok bileşene dayalı olarak ortaya çıkar.
Suç mağduru olma endişesi ile suç mağduru olma korkusu arasındaki farkın anketlerle açıklanması, bireylerin bu farkı kendi iç dünyalarında net bir şekilde ayırt edip açıklamaları oldukça zordur.
Suç korkusunu incelerken bir diğer ayrım noktası da gerçek korku ile algılanan korku arasındadır.
Yüksek suç seviyesine sahip bir bölgede gece tek başına yürüyen bir kişinin hissettiği korku ile anket uygulamasında benzer bir durumda ne hissedeceği sorulan bir kişinin ifade edeceği korkuya ilişkin değerlendirmeleri de birbirinden farklıdır.
“Gerçek korku”, bireyin günlük yaşamında karşılaştığı olaylar, geçirdiği deneyimler ve gözlemlediği işaretlerle ilgili bir şiddetli kaygı halidir.

Aslında suç korkusunu ölçen araştırmalarda; belirli suç türleri ve belirli bir coğrafi mekân (mahalle) açık bir şekilde ifade edilmelidir.
Bu anlamda; “(Burada) mahallenizde gece yalnız başınıza yürümekten korkacağınız bir yer var mı?”, “ Mahallenizde daha çok hangi suçların mağduru olmaktan korkuyorsunuz?”, “Kendinizi mahallenizde güvende hissediyor musunuz?” şeklinde soruların yöneltilmesi çok daha sağlıklı verilerin elde edilmesinin yolunu açmış olacaktır.
Suç korkusu, değişik suç türleri için farklı derecelerde kendini göstermektedir.
En çok korkulan, mağdur olunabileceği düşünülen suç çeşitlerine bakıldığında, birçok insan, özellikle yaşlılar, hırsızlık, kapkaççılık ve gaspa karşı özel bir korku duymaktadır.
Geceleri duyulan suç mağduru olma korkusu ise gündüze göre daha fazladır.
Bunun yanı sıra, yalnız kanunlara saygılı vatandaşlar değil, suç işlemiş olanlar ve potansiyel suçlular da suç mağduru olma korkusunu taşımaktadır.

5) SUÇ KORKUSUNU ETKİLEYEN/BELİRLEYEN FAKTÖRLER
Suç korkusu genelde kent yaşamında var olan suç ve suçluluğa ilişkin bir kavramdır.
Daha önceki olumsuz deneyimler, mağdur olma, suça tanıklık etme, mağdur olan bir yakını olma, medyada suç ve mağduriyetler içeren çok sayıda haber görme, iş ve yaşam çevresinde suçu kolaylaştıran unsurların bulunması gibi hususlar bireylerin suç mağduru olma endişeleri üzerinde etkili olmaktadır.
Suç korkusunu etkileyen faktörler genelde savunmasızlık ile ilişkilendirilen sosyo-demografik ve çevresel faktörler üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Suç korkusu, bireylerin algıladıkları savunmasızlık hissi ile yakından ilgilidir.
Risklere açık olma, kendini koruma gücü ve yetene¤inden mahrum olma ve önceden öngörülemeyen hayati sonuçlar bireylerde savunmasızlık ve korku hissi oluşturmaktadır.
Bu bağlamda; saldırganlara karşı koyabilecek fiziksel yeterliklere sahip olmayan; evlerini korumak için alınacak güvenlik önlemlerini temin edecek maddi gücü bulunmayan; suç mağduru olduklarında uğranılan kayıplarını telafi etmek için ortalama bir kişiden daha fazla zaman ve çabaya gerek duyan bireylerin bu hususları taşımayan diğer bireylere nazaran daha yüksek bir suç korkusu seviyesine sahip oldukları ileri sürülmektedir.
Savunmasızlık ile ilgili faktörler kapsamında Hale (1996) üç temel grup önermektedir.
Bunlar yaşlılar, kadınlar ve fakirlerdir.
O’na göre bu üç grup daha fazla suç mağduriyet riski ve korkusu göstermektedir.

Bu konuda yapılan çalışmalar sosyolojik analiz ve coğrafik analiz olmak üzere iki şekilde kendini göstermektedir.
Sosyolojik analiz, araştırmaya katılan deneklerin yaşam biçimlerine bağlı olarak ortaya çıkabilecek suç mağduru olma risk seviyesi, suç mağduru olma endişesinin yoğunluğunu incelemekte, bu iki değişken arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışmaktadır.
Coğrafik analizde ise, iki farklı coğrafik alana ilişkin suç mağduru olma kaygısı araştırılıp karşılaştırılmaktadır.
Ankete katılan kişilerin algılarına dayalı olarak güvenli ve güvensiz olarak görülen bölgelerin suç yapısını ve diğer özelliklerini araştırmaktadır.
Normal koşullarda, suç sayısı yoğun olan bölge daha riskli ve güvensizlik kaygısının da doğal olarak yüksek hissedildiği, suç sayısının az olduğu bölge ise daha az riskli ve bu nedenle de çok daha güvenli olarak ifade edildiği düşünülür.
Suç mağduru olma kaygısı çoğunlukla büyük kentlerin farklı semt ve mahallelerdeki suç oranları hakkında sahip olunan görüşler çerçevesinde oluşmayabilir.
Suç mağduru olma korkusunun oluşumuna yol açan etmenler bireysel ve çevresel faktörler olarak ayrılabilir.
Çünkü suç mağduriyeti büyük ölçüde bireyin kişisel karakteristikleri, yaşam tarzı ile iş ve ikamet çevresinin yapısı ile ilişkili olarak meydana gelmektedir.
Bireylerin suç mağduru olma risk değerlendirmesi ve maruz kaldığı sapkın davranışları algılama şekli suç korkusuna bireysel ölçüde etki eden faktörler arasında yer almaktadır.
Sokakta karşılaşılan sarhoş veya tinerci bir kişinin potansiyel bir tehdit olarak algılanması bireyler arasında farklılık gösterir.
Yaşanılan veya çalışılan bölgenin suç profili de bu anlamda dikkate değer bir rol oynamaktadır.
Bakımsız, kirli, aydınlatması yetersiz, işsiz gençlerin ve yetişkinlerin yoğunlukta olduğu, uyuşturucu kullanımı ve ticaretinin yapıldığı, alkollü eğlence yerlerinin bulunduğu ve buna benzer sorunlu bir bölgede bulunan bireylerin suç mağduru olma riskini daha yüksek seviyede yaşadıkları söylenebilir.
Suç mağduru olma korkusu yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, sosyal çevre, yaşam biçimi, ikamet yeri, daha önce mağdur olup olmama ve benzeri diğer birtakım unsurlara bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Suç mağduriyeti korkusunun şekillenmesinde bireylerin yaşı, cinsiyeti ve sosyo-ekonomik yapısı ile yaşanılan çevrenin sosyal ve fiziki koşulları rol oynamaktadır.

a) Yaş
Savunmasızlık teorileri kapsamında yaş, suç korkusu çalışmalarında genel olarak anlamlı bir değişkendir.
Suç korkusuna ilişkin olarak yaşlıların diğer yaş gruplarında olanlara göre daha yüksek seviyede suç mağduru olma korkusuna sahip oldukları yönünde kamuoyunda genel bir yargı bulunmaktadır.
Yaşlılar kategorisinde; yaşlı erkeklerin yaşlı kadınlardan daha fazla, şehirlerde yaşayan yaşlıların kırsal bölgelerde yaşayan yaşlılardan daha fazla mağduriyet oranına sahip oldukları belirlenmiştir.
Yalnız yaşama, savunmasızlık konusu içerisinde incelenmesi gereken bir konudur. Bu insanlarda daha çok şahsa karşı işlenen suçların mağduru olma korkusu üzerinde etkilidir.
Yaşlılar genelde hırsızlık, kapkaç, soygun ve darp gibi suçlara ilişkin mağduriyet riskini yüksek seviyede taşırken yaşlı kadınlarda ise cinsel içerikli suçlara ilişkin mağduriyet riski çok düşüktür

Suç oranı ve mağduriyet riskinin yüksek olduğu yerlerde suç korkusu da yüksek seviyededir.
Benzer şekilde, suç sayısı ve mağduriyet riskinin düşük olduğu coğrafi alanlarda ise yaşlıların suç korku seviyeleri de düşüktür
Buna benzer olarak, gelir seviyesinin düşük olduğu yerleşim alanlarında ikamet eden yaşlıların suç korkuları gençlerden daha fazla iken gelir seviyesinin yüksek olduğu, düzenli ve bakımlı semtlerde oturan yaşlıların suç korku seviyeleri düşük tespit edilmiştir.
Diğer taraftan, yaşın suç korkusu üzerindeki etkisinin büyük kentlerde ve şehir merkezlerinde çok yüksek, küçük kasabalarda ve kırsal yerleşim alanlarında ise çok düşük olduğu yönünde bulgular ortaya konulmuştur
Suç korkusu yaşlılarda suçun kendisinden daha büyük bir sorundur.
Suç korkusu yaşlıların yaşam kalitesini ve refah›n› önemli ölçüde düşürerek bu kişilerin sosyal aktivitelerini
kısıtlayabilmekte, yaşam koşulları ve sorunları karşısındaki dirençlerinin zayıflamasına ve mutluluklarının da azalmasına yol açabilmektedir.
Öyle ki, bazı yaşlıların suç korkusunun etkisiyle kendilerini dış dünyadan soyutladıkları ve eve hapsettikleri yönünde veriler bulunmaktadır.
Gençler, yaşam tarzlarındaki farklılıkları (daha fazla dışarıda olmaları, geceleri dışarıda olmaları, geceleri alkol tüketilen yerlere gitmeleri gibi) nedeniyle, daha fazla ve sıklıkla suça maruz kalabilmektedir.
Günlük rutin aktiviteleri esnasında daha fazla suç mağduriyet riski taşımaları nedeniyle gençlerin suç korku seviyelerinin yüksek olması oldukça anlaşılır bir sonuç olarak değerlendirilebilir.
Gençler arasında genelde şiddet içeren suçlara karşı bir korku hali öne çıkmaktadır.
Gençler kendilerinin saldırı, darp, şiddet suçu mağduru olma risk seviyelerini daha yüksek görmektedir.
Suç korkusu çalışmalarında yaş ve cinsiyet suç mağduru olma risk algısını ve suç korkusunu artıran iki önemli bağımsız değişkendir


b) Cinsiyet
Suç korkusuyla ilgili araştırmalarda savunmasızlık alanı içerisinde cinsiyet faktörü yaş faktörüne ilave olarak dikkat çeken diğer bir husustur.
Cinsiyet üzerinden yapılan değerlendirmelerde oldukça tutarlı bulgular ortaya konulmuştur.
Erkekler, kadınlardan daha fazla suç mağduru olmaktadır.
Dolayısıyla erkeklerin suç mağduru olma olasılığı kadınlardan daha fazladır.
Kadınların suç korku seviyelerinin yüksek olduğu feminist kişi ve gruplar tarafından da kabul edilmektedir
Kadınların suç korkusu, tecavüz tehdit algısı ve diğer cinsel içerikli saldırılardan (laf atma, gözlerle ve elle taciz etme gibi) dolayı yüksek seviyede olabilmektedir.
Kadınların suç mağduriyeti risk oranları ile suç korku seviyeleri arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmamaktadır.
Bu durum özellikle cinsel suçlar ile şahsa karşı suçlarda çok daha belirgin bir durumdadır.
Cinsel saldırı mağduru olma riskinin %1 olduğu bir yerleşim yerinde kadınların yaklaşık %70’inin bu suçtan mağdur olma korkusunu taşıdıkları görülmüştür.
Fiziksel özelliklerinden dolayı kendilerini suçlar karşısında savunmasız hissetmeleri, olası suç mağduriyetinin olumsuz etkilerinin kendileri için çok ağır olması, suç mağduriyetinin etkilerinden kurtulmanın çok uzun ve sancılı bir süreç olması gibi nedenlerden dolayı kadınların suç mağduriyet korkuları daha yüksek olmaktadır.

Kadınlar psikolojik, davranışsal, kişiliğe dayalı ya da fiziksel bazı faktörlerden dolayı kendilerini suçlulara karşı savunmasız hissetmektedir.
Kadınlar özellikle tecavüz korkusunun etkisiyle geceleri meydana gelebilecek hırsızlık, gasp ve kapkaç başta olmak üzere her türlü suç riskinin tecavüz ile sonuçlanabileceği kaygısını da yüksek seviyede hissetmektedir.
Gece evden hırsızlık veya soygun suçunun bununla sınırlı kalmayıp tecavüzü de içine alabileceği yönünde bir kaygı bulunmaktadır
Diğer taraftan Stanko (1995) kadınların daha fazla suç korkusuna sahip olmalarını onların çoğu kez gizli kalan, açığa çıkmayan, resmi suç istatistiklerine yer almayan ancak kendilerinin bildiği, bizzat yaşadığı ve etkilerini unutamadığı çok farklı şiddet suçuna (aile içi şiddet, şiddet tehdidi, cinsel taciz ve cinsel saldırı gibi) maruz kalmalarına bağlamaktadır.
Bu konuda yürütülen anket çalışmalarında erkeklerin suç korkusuna ilişkin duygularını açık ve doğru bir şekilde söylemekten kaçınmaları, korkularını reddetmeleri veya gizlemeleri söz konusu olabilmektedir
Yaş ve cinsiyet ile suç korkusu arasında güçlü bir ilişki vardır.
Bu ilişki özellikle kadınlar için şahsa karşı işlenen suçlarda, erkekler içinse mala karşı işlenen suçlarda çok daha anlamlı bulgular ortaya koymaktadır
Kadınlar gece evlerine yalnız giderken kapkaç veya soygun suçlarından ve bu suçların cinsel saldırı ve tecavüz ile sonuçlanmasından çok korkmaktadır.

c) Sosyo-Ekonomik Durum
Skogan ve Maxfield (1981) ekonomik ve sosyal yetersizliği, sosyal savunmasızlık olarak tanımlamaktadır.
Bireylerin eğitim ve ekonomik durumları iyileştikçe suç mağduru olma riskleri de azalmaktadır.
Ekonomik durumları iyi olan insanlar suç oranı düşük ve daha güvenli yerlerde oturmakta, sosyal aktivitelerini yapmakta, can ve mal emniyetleri (kişisel güvenlik, araba, ev ve işyeri güvenliği) için güvenlik önlemleri almaktadır
Eğitim seviyesi yüksek olan bireyler suç, suçluluk, suç önleme ve mağduriyet konularında daha duyarlı ve bilinçli hareket etmektedir.
Kentlerde mahalle ve semtlerin sosyo-ekonomik yapısı farklılık gösterir.
Ekonomik ve eğitim seviyesi yüksek olan bireylerin genelde belirli semtlerde, düşük olanların da benzer şekilde diğer belirli semtlerde ikamet ettikleri görülür.
Bu durum aslında kendi içinde doğal bir seleksiyona yol açmaktadır.
Yaşam tarzı suç korkusun varlığı ve seviyesi üzerinde etkisini göstermektedir.
Eğitim seviyesi yüksek olan bireyler kendileri açısından sorunsuz ve nezih gördükleri yaşam alanlarında ikamet etme, gezme ve iş yapma eğilimindedir.
Bu yerler büyük çoğunlukla gerek özel güvenlik personeli gerekse güvenlik teknolojileri anlamında güvenlik önlemleriyle donatılmıştır.

Herkesin hassasiyet seviyesi birbirinden farklılık gösterir.
Eğitim seviyesi yüksek olan kişilerin çevresel koşulları, olayları ve olası sorun kaynaklarını değerlendirirken rasyonel davrandıkları ve aşırı duygusallıktan kaçındıkları da söylenebilir.
Suç korkusu, toplumda gelir seviyesi yüksek olanlar ile düşük olanlar arasında geniş bir uçuruma yol açmaktadır.
Gelir seviyesi yüksek olanlar, mağduriyet riskini azaltmak için özel güvenlik personeli ve teknolojilerinin bulunduğu sitelerde oturmakta veya kendi evlerinde bu teknolojileri kullanmakta iken bu tedbirleri alabilecek ekonomik gücü olmayanlar ise suçlara karşı daha korumasız hale gelmektedir.
Aslında burada göze çarpan bu zengin ve fakir arasındaki uçurum yaşamın her alanında farklı şekillerde bulunmaktadır: ekonomik durumu iyi olanlar çocuklarını özel okullarda okuturken, ekonomik durumu iyi olmayanlar çocuklarını devlet okullarına göndermektedir; zenginler özel doktor ve hastanelerden yararlanırken devlet memurları ve diğer vatandaşlar devlet hastanelerinden yararlanmaktadır.
Sosyo-ekonomik durum ile suç korkusu arasındaki ilişki suç türleri bakımından farklılık göstermektedir.
Mala karşı işlenen suçlara ilişkin suç mağduriyeti korkusu ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı bir ilişkinin varlığını ileri sürmek çok zor.
Bireylerin gelir seviyesi arttıkça, ekonomik varlıkları çoğaldıkça mala karşı suç mağduriyet riskleri ve dolayısıyla mala karşı suç mağduru olma korkuları da artmaktadır.
Bu bağlamda, özellikle mala karşı işlenen suçların mağduriyet korkusunun varlık ve yoklukla yakın ilişkisi bulunmaktadır.

d) Geçmiş Mağduriyet Durumu
Suç korkusunu açıklayan model içerisinde yer alan diğer bir unsur geçmiş mağduriyet durumudur.
Kişisel korku daha önceden maruz kalınan suç mağduriyetleriyle çok yakın bir ilişki içindedir.
Geçmiş mağduriyet teorileri suç korkusunu toplumdaki suç seviyesine, bireylerin suç hakkında önceden edindiği deneyimlere, başkasından ya da medyadan duyduğu haberlere dayalı olarak açıklamaktadır.

Bu yaklaşım bireylerin suça ilişkin deneyimlerinin üç farklı şekilde ortaya çıktığını ileri sürmektedir:
1) Birey doğrudan bizzat kendisi suç mağduru olmuştur.
2) Birey, dolaylı olarak suç mağdurunu tanıması veya içinde bulunduğu sosyal ilişkiler ağı çerçevesinde suça ve suç mağduriyetine ilişkin bilgileri öğrenmiştir.
3) Bireyin suç ve suç mağduriyetine ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri medyada yer alan haberler bağlamında oluşmuştur.

Doğrudan yaşanan bireysel mağduriyet ile suç korkusu arasında ne tür bir ilişki olduğu konusunda farklı araştırma sonuçları bulunmaktadır.
Araştırmaların büyük bir kısmı bireysel mağduriyet ile korku arasında istatistiksel bir ilişki olduğu yönünde sonuçlar ortaya koymaktadır
Suç mağduru olmuş bir kişi, mağduriyetin psikolojik etkisiyle, hiç suç mağduru olmamış bireylere nazaran, tekrar ve fazlasıyla suç mağduru olmaktan korkmaktadır.
Bu yönüyle suç mağduriyeti güvensizlik kaygısını olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu temel görüşün yanı sıra, araştırmaların bir kısmı bu ilişkinin zayıf olduğu, küçük bir kısmı bu konuda herhangi bir ilişkinin bulunmadığı yönünde veriler ortaya koymuştur.
Suç korkusu ile doğrudan yaşanan bireysel suç mağduriyeti arasındaki ilişki, mağdur olan bireyin mağduriyet sürecinin nasıl üstesinden geldiği ile çok sıkı bağlantılıdır.
Suç korkusu ile geçmiş mağduriyet arasında bir ilişkiyi inceleyen çalışmalar bireysel mağduriyet deneyimleri ile suç korkusu arasındaki ilişkinin suç türlerine göre farklılık gösterdiğine işaret etmektedir.
Belirli suç mağduriyetleri bazen belirli suç türlerinden korkmaya yol açmaktadır.
Şahsa karşı suç mağduriyeti ile suç korku seviyesi arasında anlamlı bir ilişki bulunamazken mala karşı işlenen suçlarla (özellikle evden hırsızlık suçları) suç korkusu arasında istatistiksel bir ilişki bulunmuştur.

Ancak Polat ve Gül’ün (2010) araştırmaları ise hem şahsa hem de mala karşı işlenen suçlarda geçmiş mağduriyetin suç korkusunu artırdığını ortaya koymuştur.
Bu araştırma sonuçlarına göre; kavga, fiziki şiddet, hırsızlık, laf atma ve sarkıntılık suçlarının herhangi birinden mağdur olan bireyler, bu suç türlerinden mağdur olmayanlara göre yaşadıkları yerlerde kendilerini daha az güvende hissetmektedirler.
Geçmiş mağduriyet durumu içerisinde, zaten normal koşullarda suç korku seviyeleri yüksek olan yaşlılardan bireysel mağduriyeti yaşamış olanların suç korkusunun çok daha ileri seviyede olduğu ileri sürülmektedir
Erkeklerde (özellikle 30 yaş altı), bireysel mağduriyet ile suç korkusu arasında anlamlı bir ilişkinin olduğu yönünde kuvvetli bulgu bulunmamaktadır.
Bazı insanların, geçirmiş oldukları farklı deneyimlere bağlı olarak, suç mağduru olabilme korkusunu taşıması gayet doğaldır.
Kimisi daha önce suça maruz kalmış, kimisi suça tanık olmuş, kimisinin bir yakını suçtan zarar görmüş, kimisi ise medyada suç ve etkileriyle ilgili haberlerin tesirinde kalmış olabilir.

e) Sosyal ve Fiziki Koşullar
Suç korkusunun oluşmasında bireylerin yaşadıkları çevresel koşulların da etkisi vardır.
Çevresel koşullar arasında yaşanılan yerdeki nüfus yoğunluğu (kent ve kırsal yaşam alanı), suç seviyesi, toplumsal ilişkiler ağı, medeni olmayan davranışlar ve olumsuz fiziki koşulların incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

f) Kent Yaşamı
Suç korkusu adeta kentsel yaşamın doğal, ayrılmaz bir unsurudur.
Büyük kentlerdeki kültürel farklılıklar ve yabancılaşma hissi suç korkusuna olumsuz katkı sağlamaktadır.
Büyük kentlerde çok sık görülen bireyselleşme, yabancılaşma, mesafeli, uzak ve resmi ilişkiler, sosyal kontrol mekanizmalarının zayıflığı ve işsizlik suç ve suçluluğu, dolayısıyla da suç korkusunu artırmaktadır.
Kırsal bölgede, herkesin genelde birbirini tanıdığı az nüfuslu bir yerleşim bölgesinde (köy veya kasaba) herhangi bir suç mağduru olma endişe veya korkusu kentlere göre çok daha düşüktür.
Büyük kentlerden küçük kentlere ve kasabalara gidildikçe suçlarda azalma meydana gelmektedir.
Büyük kentlerde yaşamanın çok farklı olumsuz yanlarının ve suç oranlarının yüksek olmasının da etkisiyle nüfusun fazla olduğu yerlerde, büyük kentlerde yaşayan insanların suç mağduru olma korkusunun küçük yerleşim alanlarında yaşayanların suç mağduriyeti korkusundan daha yüksek olduğu yönündeki bulgular çoğunluktadır.
İstanbul doğal olarak güvensizlik kaygısı daha yüksek olan bir kenttir.
Bugün İstanbul’daki güvensizlik seviyesi ile bir küçük kentteki (Erzincan gibi) güvensizlik seviyesi ve nedenleri arasında farklılık vardır.
Kent yaşamı kırsal alanlardakine göre daha stresli ve risklidir.
Bu açıdan kentlerde suç korkusu çok daha fazla hissedilir.
Yaşanılan yerin coğrafik büyüklüğü, nüfus yoğunluğu ve yerleşim yapısının bireylerin suç korkusu üzerinde etkisi bulunmaktadır.
Kentler arasında da büyük kentler ile nispeten küçük kentler arasında da benzer bir fark olduğu söylenebilir.
Nüfus yoğunluğu fazla olan, sanayileşmiş, göç almış büyük kentler, çok yoğun nüfus yapısına sahip olmayan kentlere göre daha fazla güvensizliğin hissedildi¤i yerlerdir.
Büyük kentlerde bazı semt ve mahalleler diğer yerlere göre çok daha az güvenli kabul edilir.
Örneğin; Ankara’da Altındağ Yeni doğan ile Çankaya Oran semtleri veya Sincan Saraycık ile Keçiören Etlik semtleri arasında suç korku seviyeleri oldukça farklılık gösterecektir

g) Suç Seviyesi
Suç korkusu ile daha önce yaşanan suç mağduriyeti veya işlenen suç sayısı arasında yakın bir ilişki olduğu açıkça söylenebilir.
Suçların fazla sayıda işlendiği bölgelerde suç mağduru olma korkusu da yüksek olmaktadır.
Genelde belirli bir bölgedeki suç sayısı, seviyesi ile suç korkusu arasında pozitif bir ilişki olduğu yönünde güçlü bir görüş birliği bulunur.
Yani, suç sayısının fazla olduğu yerlerde suç korkusunun da yüksek, suç sayısının az olduğu yerlerde ise suç korkusunun da düşük seviyede olduğu düşünülür.
Çok sayıda kapkaç, hırsızlık veya soygun suçunun işlendiği bir bölgede ikamet eden, çalışan veya şu veya bu nedenle zamanını geçiren kişilerin bu bölgeye ilişkin güvensizlik kaygıları oldukça yüksek olur.

Bu konuda rol oynayan suç türleri kentler ve bölgeler arasında farklılık gösterebilir.
Büyük kentlerde çoğu zaman hırsızlık, kapkaç, saldırı önemli bir güvensizlik kaynağı olurken bazı yerlerde organize suçlar ve terör de bu öncelikler arasına girebilir.
Bölgenin suç yapısının bilinmesi nedeniyle bireyler kendilerinin suç mağduru olma risk seviyesini yüksek algılar.
Bir sonraki sıranın kendilerine gelme olasılığını yüksek görür.
Suç seviyesi ile suç korkusu arasında doğrudan bir sebep-sonuç ilişkisinin olmadığı yönünde görüşler de bulunmaktadır.
Korku, gerçekleşen suçun doğrudan bir yansıması değildir.
Bir başka deyimle; korku, suçların işlenmesiyle var olan, artmasıyla artan ve azalmasıyla da azalan bir olgu değildir.

h) Toplumsal ilişkiler ve Komşuluk
Yaşanılan yerde toplumsal ilişkilerin, komşuluğun, sosyal, kültürel ve duygusal etkileşimin önemi konusundaki duyarlılığın yüksek seviyede olmasının suç mağduriyeti korkusunun azalmasında etkili olacağı söylenebilir.
Bireylerin, parçası olduğu topluma karşı içten bir bağlılık duyduğu bir yaşam alanında olası suç ve sorunlara karşı bireysel ve toplumsal direncin sağlam olduğu yönünde bir güven atmosferi vardır.
Yalnız yaşayan (özellikle yaşlılar), içine kapalı, dış dünyayla fazla bir ilişkisi bulunmayan, toplumsal değerlerin önemine inanmayan kişilerin, olası sorun ve suçluluk karşısında kendilerini daha zayıf ve korumasız hissettikleri ve daha yüksek suç korkusuna sahip oldukları görülmektedir.
Suç korkusu ile algılanan çevresel düzen, huzur arasında ilişki bulunmaktadır.
Yaşanılan çevredeki toplumsal bütünleşme suç oranını ve suç korkusunu azaltmaktadır (Walklate, 1998).
Burada bireylerin karşılıklı anlayış ve güven duygusu önemlidir.
Güven duygusu basit anlamda dürüstlük ve doğruluk değerleri ile ilgili bir kavramdır.
En az iki taraf arasında oluşan bir duygusal ve zihinsel durumdur.
Karşıdaki kişiye inanma, kişilik değerleri, söz ve davranışları konusunda emin olma halidir.

Bu anlamda güven; bir kişinin başka bir kişinin sözlerinden, davranışlarından ve kararlarından emin olması ve bunlara göre hareket etmesi veya hareket etme istekliliğine sahip olması şeklinde tanımlanabilir.
Güven duygusu insanlar›n özellikle kent yaşamında bir arada yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu en temel unsurlardan biridir.
Emniyet, fiziki ve sosyal güvenli¤i içerir.
Güven bir anlamda sosyal sermayedir.
Sosyal sermaye muhabbet, ilgi, sevgi, saygı, iletişim, birlikte hareket edebilme yeteneğidir, maddi sermayenin dışında moral değerlerle desteklenmiş olan bir yumuşak güçtür.
Bireylerin, suç önleme ve suç korkusunun azaltılmasında karşılıklı iletişim sağlama, ortak hareket etme, sosyal projelerin hazırlanması ve uygulanmasında yer alma hususlarında güven duygusu önemli rol oynamaktadır.

i) Medeni Olmayan Davranışlar
Medeni olmayan davranışların (sokaklarda alkollü gezen gençler, sokak çocukları, dilenciler, gürültü yapan gençler ve komşular gibi), suç korkusu üzerinde etkisi söz konusudur.
Tanınmayan ve suç işleme potansiyeline sahip olduğu düşünülen kişiler tarafından rahatsız edilme bireylerde suç mağduru olma korkusuna yol açmaktadır.
Bu kişiler gerçek anlamda şiddete başvuran veya suç işlemiş kişiler değil sadece davranışları önceden tahmin edilemeyen dilenciler, alkollü şahıslar, uyuşturucu madde bağımlıları, etrafı rahatsız eden gençler, sokak çocukları, pazarlamacılar, fuhuş yapanlar veya akıl hastaları olabilir.
Algılanan risk korkuya aracılık etmektedir.


Savunmasız ve kendi halinde olan bir kişi, hoş olmayan veya sapkın bir davranış sergileyen bir başkasıyla karşılaştığında kendisini adeta suç işlemeye hazır birisiyle karşı karşıya gelmiş gibi hissedebilmekte ve suç mağduru olma korkusu hissedebilmektedir
Suç mağduriyeti korkusunu inceleyen araştırmalar şahsa ve mala karşı işlenen suç ayrımını yaparak farklı kontrol değişkenleri kullanmalıdır.
Medeni olmayan davranışlar, mala karşı suç mağduriyeti korkusunun en yüksek seviyede hissedilmesine yol açan değişkenler arasında ilk sırada yer almaktadır.
Medeni olmayan davranışlardan yola çıkarak suçu tahmin etmek, öngörmek her zaman mümkün değildir.
Medeni olmayan davranışların bir tehdit olarak algılanması durumunda suç korkusu da artmaktadır.
Bu anlamda; medeni olmayan davranışlar, karanlık sokaklar, terk edilmiş binalar ve benzeri durum ve koşullar bireylerin çevrelerini düzensiz, bakımsız, önemsiz ve sorunlu bölge olarak algılamalarına neden olabilmektedir.

j) Olumsuz Fiziksel Koşullar
Araştırmalar kentlerde düşük gelir seviyesine sahip kişilerin yaşadığı bölgelerde ve bakımsız, mahrum edilmiş semtlerde suç korkusunun çok yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Fiziki çevrenin düzeni, temizliği ve bakımı ile güvensizlik kaygısı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Bakımsız, düzensiz bir çevrede yaşayanlar, iş yapanlar veya farklı nedenlerle geçip gelenlerburalarda kendilerini çok daha güvensiz hissetmektedir.
Wilson ve Kelling’in (2003) kırık pencereler teorisi bu konuyu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Bakımsız, boyası dökülmüş binaların, açık ve kokan çöplerin, yetersiz aydınlatmanın, lastiği patlatılmış veya camı kırılmış birkaç aracın bulunduğu bir yerleşim alanı suçlar ve güvensizlik kaygısı için açık davetiye çıkarmaktadır.
Bu tür mahallelerde ikamet eden bireyler kendilerini ihmal edilmiş, dışlanmış ve kendi kaderlerine terk edilmiş olarak algılar.
Bunlar, komşuları dâhil olmak üzere çevreleriyle ilgilenmez, kendi içlerine kapanır.
Gürültü, kavga, uyuşturucu kullanımı ve ticareti, fuhuş, hırsızlık ve mafya tipi suçlar buralarda oldukça revaçtadır.
New York, Londra, İstanbul ve Ankara’da bu türden yerleşim yerleri bulunmaktadır.
Böyle bir çevrede yaşayan insanlarda devletin, güvenlik güçlerinin kontrol edemediği, kuralsız ve kontrolsüz bir bölgede yaşamanın olumsuz refleksleri görülür.
Burada ikamet eden insanların önemli bir kısmı yaşam alanlarının gittikçe kötüye doğru gittiği, yerel yöneticilerin ve yetkililerin bile artık bu bölgeyi gözden çıkardığı, suç mağduru olma riskinin yüksek olduğu yönünde güçlü bir algıya sahip olur.
Ancak bazı araştırmalarda ise bu bölgelerde ikamet eden kişilerin, kendi semtlerinde suç işleyenlerin çoğunluğunun orada yaşamayan, dışarıdan gelip suç işleyenler olduğunu düşündüğü yönünde bulgular da ortaya konulmuştur.
Analiz ve değerlendirmelerde suç korkusunun büyük çoğunlukla ikamet edilen bölgede oturmayan, bu nedenle de tanınmayan, yabancı kişilere karşı duyulduğu tespit edilmiştir.
Bu tür bölgelerde yaşayan ve artık buralarla özdeşleşen, bir anlamda bütünleşen, düzensizliğin, kuralsızlığın parçası haline gelen bazı insanlarda suç mağduriyeti riski ve suç korkusu düşünüldüğü kadar yüksek olmayabilir.

Suç korkusu, yaşanılan fiziksel ve sosyal koşularla ilişkilidir.
Düzensizliğin, geri kalmışlığın çok belirgin olduğu yerleşim alanlarında yaşayan sakinler, içinde bulundukları çevrenin olumsuz yönlerine işaret eden sembollere dayalı olarak, gerçekte suç düzeyleri oldukça düşük olsa dahi, yüksek seviyede suç korkusu hissedebilmektedir.


Sosyal ve fiziki düzensizlikler bireylerin güvensizlik kaygısı üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.
Türkiye’de bazı yerleşim alanlarında evlere gelen pazarlamacılar, sokak çocukları, uhucu ve balici çocuklar, dilenciler, alkollü şahıslar, düğünlerde silah, havai fişek ve maytap kullanılması ve gürültü yapılması o bölgede ikamet edenlerin güvensizlik kaygılarını artırmaktadır.

SUÇ KORKUSU MEDYA İLİŞKİSİ
Medyanın suç korkusunun oluşması ve artması üzerinde ne tür bir etki yaptığına dair farklı araştırma sonuçları bulunmaktadır.
Gross ve Aday (2006) tarafından 2006 yılında Washington’da yaşayan 921 kişiyle telefonla yapılan anket çalışmasında yerel televizyon haberlerinin bireylerin suç korkusu üzerindeki etkisi araştırılmıştır.
Bu araştırmada Gross ve Aday, suç korkusu ile yerel televizyon haberleri arasında herhangi bir anlamlı ilişki bulamamıştır.
Terörün en önemli özelliklerinden biri, en son Ankara Kızılay’daki bombalı saldırı eyleminde de görüldüğü üzere, hedefini rastgele seçmesidir.
Heath (1984) suçla ilgili haberler veren 36 gazeteyi incelemek suretiyle gazetelerin bireylerin suç korkusu üzerindeki rolüne ilişkin bir anket çalışması yapmıştır.
Bu araştırma 300 gazete okuru üzerinde yürütülmüştür.

SUÇ KORKUSUNUN OLUMSUZ ETKİLERİ

Suç mağduru olma korkusunun yol açtığı olumsuz etkiler bireysel ve toplumsal ölçülerde ortaya çıkmaktadır.
Araştırmalar suç korkusunun bireylerin yaşam kalitesi üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler üzerinde yoğunluk kazanmıştır.
Bu çalışma sonuçlarına göre suç mağduru olma korkusunu taşıyan bireylerde günlük yaşam aktivitelerini kısıtlama (gece dışarı çıkmama, yalnız dışarı çıkmama, eve kapanma gibi), kendilerini toplumdan dışlama, kaygı ve depresyon belirtileri gösterme gibi durumlar görülebilmektedir.
Bayanlar ve yaşlılar, bu türden davranış sergileyen grupların başında gelmektedir (Moore ve Troganowicz, 1988).
Normal koşullarda ailevi nedenler ve ekonomik sıkıntılar dışında, insanların daha az dışarı çıkması, belirli zaman dilimlerinde belirli yerlere gitmemesi konusunda yönlendirici rol oynayan en önemli unsur suç mağduru olma korkusudur.
Suç korkusuna sahip olan bireyler, evlerinden taşınmakta, yalnız dışarı çıkmamakta, gece dışarıda bulunmamakta, dışarı çıktıklarında yanlarında silah veya kendini koruyabileceği diğer bazı malzemeler taşımakta, ev ve işyerleri için alarm ve/veya diğer özel güvenlik tedbirleri almakta ve özel güvenlik tedbirlerinin ve personelinin bulunduğu sitelerde oturmaktadır.
Suç korkusu bireysel çerçevede sıkıntı, endişe veya korku şeklinde doğrudan veya suç mağduru olmaktan kurtulmak amacıyla sosyal aktivitelerin kısıtlanması gibi olumsuz etkileri de içerecek davranış kalıplarının benimsenmesi türünde olabilir.
Bu durum bazen bireyin yaşam tarzını tamamen değiştirmesi, kendisini eve kapaması, sosyal ilişkilerini büyük ölçüde sınırlaması gibi psikolojik bir etkiye de dönüşebilir.
GALLUP tarafından 1993 yılında İngiltere’de yapılan bir araştırma, suç korkusunun insan›n günlük yaşantısına müdahale ettiğini ve olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuştur.
Özel güvenlik personeli ve sistemlerinin kullanılması, bireylerin kişisel önleyici tedbirler alması (alarm, sağlam kapı, kilit vb), ev, araba ve işyerleri için sigorta hizmetlerinden yararlanma gibi hizmetlere yoğun ilgi duyulmaktadır.
Suç korkusunun sonuçlarını açıklamak amacıyla geliştirilen görüşler içerisinde Dubow ve arkadaşların›n (1979) ileri sürdüğü beş kategoriye değinmekte büyük yarar bulunmaktadır.


Bunlar kaçınma davranışları, koruyucu davranışlar, kendini garantiye alma davranışları, iletişimsel davranışlar ve katılımcı davranışlardır.
Kaçınma davranışlar›; bireyin kendisi açısından suç mağduriyet riskini yüksek gördüğü durumlardan uzaklaşması suretiyle suç mağduru olma olasılığını en aza indirmesidir.
Bireyin, gece geç saatlerde yalnız başına karanlık sokaklarda yürümemesi, yanında çok fazla miktarda nakit para taşımaması gibi.
Koruyucu davranışlar, bir anlamda olası mağduriyet risklerine karşı kendini daha dirençli, güçlü kılmaya yönelik davranışlardır.
Bu davranışlar bireyin yaşadığı alanı korumaya yönelik ve kamuya açık alanlarda kendini korumak üzere sergilediği davranışlardır.
Evde sağlam çelik kapı ve kilit sistemleri, görüntülü kapı zili kullanmak; dışarıda yanında göz yaşartıcı sprey, alarm taşımak gibi.
Kendini garantiye alma davranışları; mağduriyet bedelini azaltmaya yönelik davranışlardır.
Evden hırsızlık olmaması için gerekli güvenlik tedbirlerini almak.
Buna rağmen hırsızlık olması halinde hırsızın alabileceği değerli eşya, para ve benzeri nesneleri evde bulundurmamak gibi.
İletişimsel davranışlar, bireylerin suça ilişkin bilgileri ve duygularını yakınları ve çevresindekiler ile paylaşmasıdır.

ÜNİTE SONU :)






ÜNİTE-6

SUÇ MAĞDURİYETİ


1) MAĞDUR VE MAĞDURİYET KAVRAMLARI

Mağdur, herhangi bir konuda zarara veya haksızlığa uğramış, belirli kazanımlardan mahrum kalmış kişi demektir.
Mağdur, aynı zamanda, fiziksel veya zihinsel zarar, duygusal acı çekme, ekonomik kayıp veya temel hakların önemli derecede azalması gibi durumları içeren zarardan bireysel veya ortak olarak rahatsız olan, etkilenen, acı çeken kişidir.
Mağduriyet ise söz konusu eyleme bağlı olarak mağdurun içine düştüğü sosyal, ekonomik, hukuki ve/veya ruhsal zarar durumudur.
Bu anlamda, doğrudan mağdur olan kişinin yakın aile bireylerine veya zor durumdaki mağdurlara yardım etmek, mağdur olmasını önlemek için yapılan müdahale sırasında zarar gören, acı çeken kişileri tanımlamak için de mağdur kavramı kullanılmaktadır.

Bir mağduriyetin meydana gelebilmesi için dört unsurun varlığı gereklidir.

Bunlar şunlardır:
1) Olağan dışı bir olayın meydana gelmesi (suç, kaza ve doğal afet gibi),
2) Meydana gelen olay sonucunda bir zararın oluşması
3) Zarar ile birlikte hak kaybına uğrayan insanların bulunması
4) Ortaya çıkan zararın kişiler üzerinde (mağdur) belli bir süre etkili olması

Mağduriyet denilince akla ilk gelen ve mağduriyet türleri arasında en çok bilinen, suç mağduriyetidir.

Sutherland suçu, “devlet tarafından yasaklanan, devlete karşı verilen bir zarar ve en azından son bir çare olarak cezalandırma yoluyla, devletin tepki vermesi gereken davranış” olarak tanımlamaktadır.
Diğer taraftan Parkins ise suç için, “yasalar tarafından tanımlanan ve cezalandırılabilir olan herhangi bir sosyal zarar” demektedir.
İnsanlığın en eski kavramlarından biri olan mağdur.
suç teriminde olduğu gibi genelde hukuk ölçüleri içinde ele alınıp incelenmiştir.
Ceza hukuku sınırları içerisinde tanımlama ve değerlendirme yolu daha çok tercih edilmiş ve bu alanın dışına çıkıldığında bu kavramın tarifinin ve anlaşılmasının daha zor olacağı vurgulanmıştır.
Bu çerçevede mağdur kısa ve net bir ifadeyle, hukuki anlamda, kendisine karşı suç işlenen kişi olarak tanımlanmaktadır.
Suçtan ve hukuka aykırı fiilden kaynaklanan mağduriyet ceza hukukunun, sözleşmeden kaynaklanan mağduriyet ise özel hukukun alanına girmektedir.
Bu bakış açılarına göre, sadece ceza kanunlarındaki hükümlerin ihlal edilmesi, bu hükümlere aykırı davranışların yapılması halinde suçtan söz etmek mümkün olmaktadır.
Mağdurlarla ilgili bilimsel çalışmalar, ağırlıklı olarak 2. Dünya Savaşından sonra yapılmaya başlamış, 70’li yıllardan itibaren de Kriminoloji biliminin ilgisini çekmiş ve böylece bu alandaki çalışmalar artmıştır.
Daha sonraları mağdurlar, büyük çoğunlukla viktimoloji (mağdur bilimi) içerisinde çalışma konusu olmuştur.
En başta suç mağdurunu ve mağdurla bağlantılı her şeyi çalışma odağı yapan viktimoloji, önceleri kriminolojinin bir alt dalı olarak ortaya çıkmış, ancak daha sonraları bağımsız bir bilim alanı haline gelmiştir.
Buradan da anlaşılacağı üzere suç mağdurlarıyla ilgili yaklaşımlar ve dolayısıyla viktimoloji, oldukça yenidir.
Latince ve Yunanca kökenli bir sözcük olan viktimoloji, mağduru inceleyen bilim dalıdır.
Latince ‘victima’ ve yunanca ‘logos’ sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur
Mağdur bilimi kavramını ilk önce Amerikalı psikiyatris Frederick Wertham kullanmıştır.
Ancak mağdur çalışmalarını yaygınlaştıran ise Von Hentig’dir.


a) Mağdursuz Suç
Her suçun muhakkak bir mağduru olması zorunlu değildir.
Ceza hukukuna göre her suçun mutlaka bir mağdurunun bulunması gerektiği kabul edilse de bazı suçların doğrudan mağduru bulunmamakta veya bilinmemektedir.
Bazı durumlarda da mağdurla fail aynı kişi olabilmektedir.
Bu tür suçlar literatürde mağdursuz suç (victimless crime) olarak tanımlanmaktadır.
Mağdursuz suç, kısa ve basit bir ifadeyle mağduru olmayan suçtur.
Gerçek anlamda mağduru olmayan suç yoktur.
Bütün suçlarda suça maruz kalan kişi, toplum ve hatta bütün insanlık bir anlamda mağdur olabilir.
Konuya sosyolojik açıdan bakıldığında, suç mağdurlarının sorunlarının bireysel değil toplumsal bir sorun olarak algılanması ve değerlendirilmesi gerektiği görülür.

Çevre suçları, uyuşturucu ticareti, insan ticareti, fuhuş ve kadınların cinsel amaçlı sömürülmesi gibi suçlar sonuçta bütün toplumu ve insanlığı mağdur etmektedir.

Toplum, kendini oluşturan bireylerle birlikte bir bütündür ve bu nedenle de bir kişinin zarar görmesi, herkesin zarar görmesi demektir.
Bu nedenle de verilen zarar, her yönüyle toplumsal sahiplenme ölçüleri içerisinde giderilmeye çalışılmalıdır.
Mağdursuz suçların sayısı oldukça fazladır.
Mağdursuz suçlarda mağdur kimi zaman belirli bir kişi değil, belirli olmayan çok sayıda kişiler, geniş yığınlardır.
Bu suçlarda suçun işlendiğini çoğu zaman sadece fail ve mağdur bilir.
Bu nedenle de suçu ihbar edecek başka kimse yoktur
Fail ve mağdurun aynı kişi olduğu durumlarda da mağdursuz suçlardan söz etmek mümkündür.
Örneğin, uyuşturucu madde kullanımı, alkollü araç kullanma ve kumar olaylarında olduğu gibi.
Bu fiillerin işlenmesinde, ortada herhangi bir şikâyetçi veya kendini mağdur olarak gören bir kişi olmasa dahi, aslında fiilleri işleyenlerin kendisi aynı zamanda yapmış oldukları hareketten zarar görenlerdir, yani mağdurlardır.

b) Gizli Mağduriyet

Bir ülkede veya belirli bir coğrafyada işlenen suçların tam ve eksiksiz bir şekilde bilinmesi ve ölçülmesi mümkün değildir.
Suçlar genelde açık bir şekilde işlenir ve kamu otoritesi bu suçların işlendiğini daha sonra öğrenir.
Suçların büyük bir kısmı vatandaşlar (mağdur, tanık veya sonradan öğrenen kişiler) tarafından polise yapılan ihbarlar sonucunda öğrenilir.
Suç istatistikleri de bu bilinen suçlar esas alınmak suretiyle oluşturulur.
Ancak bazı suçlar ise bilinmez, gizli kalır.
Bu suçların mağdurları toplumdan dışlanma, ayıp karşılanma, beğenilmeme, olayı önemsememe ve benzeri nedenlerden dolayı mağduriyetlerini saklı tutarlar.
Suçların farklı nedenlerden dolayı resmi makamlar tarafından bilinmemesi, kayıtlara geçmemesi sonucu “gizli mağduriyetler”, “karanlık sayılar”, bir başka ifadeyle “karanlık alan” ortaya çıkar.
İhbar edilmeyen, bu yüzden de varlıkları bilinmeyen suçlar resmi kayıtlarda ve istatistiklerde yer almaz.
Bu yüzden gerçek suç sayısını ve mağduriyeti ortaya çıkarmak isteyen araştırmacılar istatistiklerin yanı sıra “mağdur anketleri (victim surveys)”ve “kendiliğinden itiraf anketlerinden (self-report surveys)” yararlanırlar.
Kanuni suçluluk ise mahkemelere intikal edip mahkûmiyetle sonuçlanan suçları ifade eder.
Bir ülkede işlenen suçların hepsini ifade etmek için de “gerçek suçluluk” tabiri kullanılır.
Bir ülkedeki veya coğrafi alandaki gerçek suçluluk miktarı bilinen suçluluk, kanuni suçluluk ve siyah sayıların toplamından ibarettir

2) MAĞDUR ÇALIŞMALARININ KAPSAMI

Suç mağduriyeti gerek ceza adalet sistemleri gerekse toplumsal yapılar içerisinde çok ciddi anlamda ihmal edilen konulardan biridir.
Suç sonrası genelde bütün enerji, dikkat ve kaynaklar suçlu üzerine yoğunlaşmakta, mağdur adeta bir kenara itilmekte ve kendi sorunlarıyla baş başa bırakılmaktaydı.
Ancak 1970’li yıllardan itibaren durum biraz değişti.
Suç mağduriyeti ve mağdurlar da hukuki, ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan dikkatle üzerinde durulan bir unsur haline geldi.

ABD yasaları, 1980’li yıllarda mağdurun da yargılama sürecine katılması başta olmak üzere, mağdurun ifadesinin mahkemelerde kullanılmasını kabul etmiştir.


Avrupa’da ise daha çok suç sonrası mağdura verilebilecek hizmetler ön plana çıkmıştır.


Batı’da bireysel haklar, temel hak ve özgürlükler, kadın hakları, azınlık hakları, çocuk hakları ve tüketici hakları gibi alanlarda çok önemli gelişmeler yaşanırken mağdur hakları ve mağdur politikaları da bu gelişmelerden hissesini almıştır.


Türkiye’de, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, mağdur, mağdur hakları ve mağdur politikaları gibi konular›n yeterince ele alındığı söylenemez.

Bunun en önemli nedenlerinden birisi Türkiye’nin sosyoekonomik ve siyasal gelişmişlik seviyesinin ileri demokrasilerdeki standartlarda olmayışıdır.
Mağdur ile ilgili çalışmalar, mağdur ve mağdurun sorunlarını ve bu sorunlara yaklaşım yöntemlerini değişik referans modelleri içinde ele almaktadır.

Bu modelleri aşağıdaki dört ana başlık altında toplamak mümkündür:

1) Suç sonrası mağdurda meydana gelen kişisel ve sosyal boyutlardaki sorunlar ile mağdur ve fail arasındaki ilişkilerin araştırılması, bunun yanı sıra mağduriyetin meydana gelmemesi için gerekli ortamın, koşulların belirlenmesi amaçlanmaktadır. Viktimolojinin bu yönü ampirik viktimolojinin çalışma alanına girmektedir.

2) Klinik viktimoloji çalışmaları içerisinde yer alan bu bölümde, mağduriyetin mağdur üzerinde meydana getirdiği mediko-psikolojik etkiler ve sonuçların araştırılması söz konusudur. Klinik viktimoloji, mağduriyet sonrası mağdurun maruz kaldığı psikolojik sorunların azaltılması ve mümkünse tamamen ortadan kaldırılması için gerekli

araştırmaları yapmaktadır.

3) Mağdurun hukuki durumu viktimoloji araştırmalarının diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Bu anlamda, mağdurun hukuk sistemleri içindeki yeri, mağdurun sahip olduğu haklar, mağdurun korunmasına ilişkin kurallar ile mağdurun sahip olduğu haklardan yararlanması ve gerekli korumanın sağlanması için düzenlenmesi gereken

yardım ve koruma sistemleri, viktimolojinin bu bölümü içerisinde ele alınıp incelenmektedir.

4) Viktimoloji çalışmalarının bir diğer yönü ise mağdura yardım ve koruma sistemlerinin oluşturulması ile ilgilidir. Mağduriyetin meydana geldiği ilk andan başlamak üzere ileri aşamaları da içine alacak şekilde mağdura yardım edilmesi ve mağdurun korunması için modellerin geliştirilmesi amaçlanmaktadır


3) MAĞDURİYET NEDENLERİ

Mağduriyete yol açan suç eylemi kasten, ihmal veya bir istismar (kötüye kullanma) sonucu meydana gelmektedir.
Buradaki her üç yöntem suçun işlenmesi ve mağduriyetin oluşması için yeterlidir.
Eylemin kasten veya ihmale, dikkatsizliğe dayalı olarak gerçekleşmesinin sonuç açısından bir farkı yoktur.
Her iki durumda da mağduriyet oluşmuş, mağdur zarar görmüştür.
Burada eylemin niteliğine göre verilecek cezada fark bulunmaktadır
Kasıtlı olarak işlenen suç eylemlerinde ceza fazla, ihmal ile meydana gelen suç mağduriyetlerinde ise ceza daha azdır.
Suçlar, mağdur etme boyutu bakımından; mağduriyetin kasıtla oluşturulduğu suçlar (adam öldürme, ırza geçme gibi), mağduriyetin dikkatsizlik sonucu oluştuğu suçlar (taksirli suçlar) ve mağdurun gönüllü olarak suça katıldığı suçlar (fuhuş, kumar ve uyuşturucu suçları gibi) olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktadır.

Birey kaynaklı mağduriyetlerde failin kastı önemlidir.

Çünkü burada mağduriyete neden olan birinci derecede failin suç işleme kastına sahip olmasıdır.
Kasten adam öldürme ve şiddet uygulama suçlarında fail bu eylemlerle karşısındaki kişinin zarar göreceğini bilerek bu eylemleri gerçekleştirmektedir.
İhmal, yapılması gereken bir şeyin yapılmamasını ifade eder.
Bu durumda büyük çoğunlukla ortaya bir sorun çıkması ve zarar oluşması söz konusudur.
Trafik kazaları, ev ve işyeri yangınları çoğunlukla ihmal sonucu meydana gelir.
Buna benzer bir diğer konu ise hata sonucu mağduriyete yol açmaktır.
Hiç kimseyi mağdur etme niyetinde olmayan bir kişi yanlış bir şey yapmak suretiyle bir başkasını mağdur edebilmektedir.
Doktorların yanlış tıbbi uygulamaları nedeniyle yaşamını kaybeden, hastalığı ağırlaşan veya tedavi edilemez boyuta gelen kişiler söz konusudur.
Bazı mağduriyetler kişinin kendisinin gönüllü olarak bir eyleme ortak olması, bundan farklı şekillerde kazanç elde etmesi, hoşlanması veya yapılan eylemi bir suç, içinde bulunduğu durumu da mağduriyet olarak görmemesi sonucu ortaya çıkmaktadır.
Uyuşturucu kullanan bir kişi, bunu bir zevk ve eğlence vasıtası olarak görebilmekte ve kendisini mağdur olarak değerlendirmemektedir.

4) SUÇ MAĞDURİYETİNİN ETKİLERİ

Mağdurun uğradığı zarar dikkate alındığında suç oluşturan eylem mağdur üzerinde fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik olmak üzere dört farklı etki oluşturmaktadır.
Fiziksel mağduriyet kişinin vücut bütünlüğüne karşı yapılan bir saldırı ve uygulanan şiddet sonucunda ortaya çıkan bir mağduriyet türüdür.
Bu durum bir suç eylemi, kaza veya doğal afet sonucunda meydana gelebilir.
Fiziksel mağduriyet geçici veya kalıcı izler bırakabilir.
Kavgada bir kişinin yumruklanması veya saldırıda kolunun kırılması sonucu geçici fiziksel zarar oluşabilir.
Ancak kazada kolun kopması, felç olunması veya yüze asit dökülmesi sonucunda ise kalıcı fiziksel mağduriyetler meydan gelebilmektedir
Sosyal mağduriyet, bir kişinin sosyal ilişkilerinin zarar görmesi, toplumda statü veya prestij kaybına uğraması sonucu meydana gelen mağduriyettir.
Sosyal mağduriyette kişi fiziksel olarak mağdur edilmemektedir.
Sosyal mağduriyete yol açan nedenlerden birisi de o kişinin toplumda suçlu veya sapkın olarak etiketlenmesidir.
Ortada kesin deliller olmamasına rağmen bir kişinin dolandırıcılık yaptığı veya çocukları taciz ettiği yönünde haberler yapılması gibi.


Mağdur, meydana gelen bu tür olaylar sonrasında kendisine olan bakış açılarında, saygı ve teveccühte azalma, yok olma ve hatta bunların yerine olumsuz duyguların hâkim olması nedeniyle toplumdaki varlığını artık eskisi gibi sürdürememektedir.
Ekonomik mağduriyet bir kişinin maruz kaldığı olaya dayalı olarak ekonomik açıdan zarar görmesi, kayba uğramasıdır.
Bu tür mağduriyetler bireysel bir eyleme dayalı olabileceği gibi (hırsızlık veya dolandırıcılık gibi) kitlesel bir olaya (ekonomik kriz, bankanın hileli iflası veya batması ev doğal afetler gibi) bağlı olarak da meydana gelebilir.
Ruhsal mağduriyet, kişinin psikolojik bütünlüğüne karşı gerçekleştirilen bir eylem sonucunda meydana gelmektedir.
Esas olarak diğer mağduriyet türlerinin yaşanmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Fiziksel zarar görmüş, ekonomik kayba uğramış, sosyal ilişkilerinde sorunlar yaşamış, dışlanmış bir kişinin bu mağduriyetlerinin yanı sıra aynı zamanda ruhsal açıdan da zarara uğraması çok yaygındır.
Çok ağır bir trafik kazası geçirmiş, tecavüze uğramış veya gece evine girilerek dövülüp gasp edilmiş bir kişi bu eylemlerden dolayı uğramış olduğu mağduriyetin yanı sıra ruhsal yönden de ciddi anlamda mağdur olmaktadır

5) MAĞDUR PSİKOLOJİSİ

Suç mağdurlarıyla ilgili yürütülen araştırmalar, suçun mağdur üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiğini göstermektedir.
Mağdurlar suç sonrası yaygın olarak kendilerine şu soruları yöneltirler: Neden ben? Niçin böyle oldu? Nerede hata yaptım? Bunu hak etmek için ne yaptım? Suç sonrası mağdurda meydana gelen kısa süreli etkiler genelde şunlardan biri veya birkaçıdır
Öfke, uyku veya dinlenme zorlukları, kafa karışıklığı, ne yapacağını bilmeme, depresyon, titreme, kusma girişimleri, kirlenmiş (özellikle tecavüz olaylarında) hissetme, mide bulantısı, çaresiz hissetme ve aşırı hassasiyet.
Bazı durumlarda, karşı karşıya kalınan olayın etkisinin çok yüksek olması nedeniyle ağır travmatik durumlar da gözlemlenir.
Özellikle aşırı şiddete maruz kalan mağdurlarda travma sonrası stres düzensizliği (posttraumatic stress disorder) oldukça yaygındır.
Böyle bir durum polis tarafından dikkate alınması gereken önemli bir noktadır.
Bunları hafıza kaybı, çalışma isteğinin olmayışı, endişe, sinirlilik ve kendini suçlama hisleri de takip edebilmektedir.
Mağdurlar, saçma gelebilecek davranış ve sözlerden kaçınmak için iradelerini tekrar kontrol altına almaya, suç için bazı bahaneler bulmaya ve kendilerini korumaya çalışırlar.
Suç işleyen kişinin yapısı hakkında olumsuz noktaları ön plana çıkarma veya her şeyi yaratıcının bir takdiri olarak görme eğilimi de yaygındır.
Mağdur, bu istenmeyen, ciddi zarar ve acı oluşturan olayın kendi adıyla anılmasını, kendisinin aciz, zavallı ve büyük yara almış biri olarak hatırlanmasını istemeyebilir.
Tecavüz mağdurları sık olarak kirlenmiş olma, her şeyden iğrenme, ümitsizlik, öfke, korku, çaresizlik, özgüven eksikliği ve keskin nefret evrelerini geçirir
Kişisel alan, özel hayat ve onur burada istila edilmiş ve zedelenmiştir.
Yıkanma, elbiseleri değiştirme ve kendi kimliğini yeniden inşa etme arzusu çok güçlüdür.
Cinsel suç mağdurları başkalarıyla olan ilişkilerinde de sorunlar yaşamaktadırlar.
Utanan bir mağdur, insanlarla yüz yüze irtibat kurmaktan kaçınabilir, ilgi ve duyarlılık gösteren ifadeler ve sorulara karşı hissiz ve duygusuz tepkiler verebilir

Mağdurdan mağdura değişiklik göstermekle birlikte mağdura maruz kaldığı olayı hatırlatıcı etki yapan bazı unsurlar şunları içerir:

1. Saldırganın kimliği (adı ve soyadı),


2. Mağdurun, travma sırasında hatırlayacak derecede farkında olduğu bir şeye benzeyen bir şeyi görmesi, koklaması veya işitmesi,

3. Olayı, sık sık ve sıkıntı verecek şekilde rüyada görme,


4.
Yaşanılan travmanın yıl dönümü,


5. Dava, duruşma veya diğer önemli adli süreçler ve


6. Benzer bir olayla ilgili medya haberleri.

Her mağduriyetin psikolojik bir yönü ve etkisi vardır ve bu durum, mağduru uzun süreli olabilecek duygusal sorunlarla baş başa bırakabilecek bir özellik gösterir.

6) MAĞDUR PROFİLİ

Suçla etkin mücadele edebilmek için şüpheliye ilişkin konularda çalışma yapmanın, şüpheli ve suçlu profili çıkarmanın yanı sıra mağdur profilleri üzerinde de araştırma yapmak gerekmektedir
Suçun aydınlatılmasında görev alan polislerin mağdurun ruh halini, sıkıntılarını bilerek konuya yaklaşması, mağdurla iletişim kurması çok önemlidir.
Bu temel husus saklı kalmak kaydıyla, suç soruşturmasını yapan polis, asli görevinin sınırlarını aşacak şekilde psikolog rolüne soyunmamalıdır.
Aksi takdirde, polis karşılaştığı olayları kişiselleştirebilecek, kendisini mağdurun yerine koyabilecek ve mağdurun yaşadığı sorunları yaşayabilecektir.
Bu durum hem polisin yaşamını hem de suçun aydınlatılması çalışmalarını olumsuz etkileyecektir.
Polis genelde, mağdurun yaşadığı ve zarar gördüğü mağduriyetlerden daha sonra duygusal anlamda etkilenmemesi, ikinci defa mağduriyet hissi duymaması için mağduru nesneleştirmektedir.
Buna bağlı olarak polis, mağduru sadece suçun aydınlatılmasını kolaylaştıran bir faktör olarak değerlendirme yolunu tercih etmektedir.
Polis, bu yolla bir anlamda kendisini de olayın psikolojik alanının dışında tutmaktadır.
Enerjisini işine odaklanmak, suçu aydınlatmak ve suçluyu adalete teslim etmek üzere dengeli bir şekilde kullanmak isteyen polis, karşılaştığı olayı kişiselleştirme eksenine kaydırabilecek olası risklerden uzak durmak istemektedir.
Bu yaklaşım bir yönüyle başarılı sonuçlar ortaya koymaktadır.

Polis konu ne olursa olsun, mağdurun ruh halinden ve yaşadığı sorunlardan etkilenmeden işini profesyonel ölçüler içinde yapmaya çalışmaktadır.

Suçların aydınlatılması çalışmaları sürecinde polis, suçluyu bulma yolunda harcadığı çaba kadar olmasa da önemli bir enerjisini de mağdur hakkında bilgi toplamak üzere harcamalıdır.
Mağduriyet riski düşük, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Turvey’e göre mağduriyet risk dereceleri ile yaşam tarzı, cinsiyet, yaş, meslek ve sosyal çevre arasında yakın ilişki bulunmaktadır.
Alışkanlıklar, hobiler, gidilen yerler ve aktiviteler mağduriyet risk dereceleri üzerinde etkin rol oynar.
Diğer taraftan, uyuşturucu ve alkol kullanımı, yalnız yaşama, gece eğlencelerine yalnız gitme gibi durumlar da mağduriyet riskini artırmaktadır.
Mağdurun eğitim durumu, yaşam tarzı, arkadaşları, yakın ilişkiler ağı, hobileri, alışkanlıkları ve benzeri konulardaki bilgiler belirlenmelidir
Toplumda sahip oldukları bazı özellikler nedeniyle, suç mağduru olma riskini diğerlerine göre daha yüksek seviyede taşıyan gruplar mevcuttur.
Yaşlılar, çocuklar, özürlüler ve kadınlar bu kapsamda yer alan potansiyel mağdur tiplemeleridir
Erkeklerin kadınlara göre suçlar karşısında daha dirençli oldukları, ilk kez mağdur olanlarda ise daha az psikolojik belirtiler görüldüğü ileri sürülmektedir.


Bazı kişiler de kişisel özelliklerinden çok, mesleki durumları ve sahip oldukları ekonomik değerleri nedeniyle toplumun diğer üyelerine göre daha fazla hedef olma riskini taşırlar.
Kuyumcular, hayat kadınları, taksiciler, döviz büroları ve veznedarlar bu grupta yer alan kişilerdir.
Ayrıca, taksi şoförleri ve hayat kadınlarının yağma ve buna bağlı olarak da bazen cinayet suçunun mağduru olmaları da oldukça yaygındır.
Görevlerini yaparken yaşamlarını kaybetme riski taşıyan asker, polis, itfaiyeciler ve taksi şoförleri de bu anlamda potansiyel mağdurlardır.
Haftanın belirli günleri ile günün bazı saatleri mağduriyet açısından yüksek risk taşıyabilmektedir.
Türkiye’de suçların büyük bir kısmı akşam 22.00 ile 02.00 arasında işlenmektedir.
Suç türleri ile suçların işlendiği saat dilimleri arasında da belirli bir ilişki bulunmaktadır.
Örneğin; sarhoşluk ve icrai rezalet çıkarma suçlarının büyük çoğunlukla gece 22.00 ile 02.00 saatleri arasında dolandırıcılık suçlarının ise saat 12.00 ile 18.00 arasında yoğunlaştığı görülmektedir
Suçların yoğunlaştığı yer ile saat dilimlerinin tespit edilmesi ve bu tespitlerin suç yerinin fiziksel yapısıyla birlikte analiz edilmesi yoluyla suçlarla ilgili olarak uygulamaya konulacak mücadele yöntemlerinin ana hatları da belirlenmiş olur.

7) MAĞDUR POLİS İLİŞKİSİ

Diğer birçok kurumun yanı sıra polis de mağdur adına, mağdur için bir şeyler yapma konumunda olan bir kurumdur.
Polisin suç mağdurlarıyla ilgili olumlu yaklaşımlar sergilemesinin, onlara yardımcı olmasının insani ve mesleki etik değerler ışığında çok önemli bir yönü vardır.
Günlük yaşamımızda türü, yeri, zamanı ve içeriği ne olursa olsun meydana gelen olaylara genelde ilk önce polis müdahale etmektedir.
Ambulans, itfaiye ve diğer ilgili birimler ise oldukça uzun bir süre sonra olay yerine gelmektedir.
Polis, bu durumda adli hizmetler de dâhil olmak üzere adeta ihtiyaç duyulan bütün hizmetlerin üstlenicisi ve merkezi konumunda bulunmaktadır.

Olaylara ilk müdahaleyi yapan görevliye, bu anlamda büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.

İyi bir polis, her şeyden önce iyi bir insan, aynı zamanda iyi bir psikolog, kriz müdahalecisi ve birbirine sevgi ve şefkatle bağlı olan toplumun dışa yansıyan gözde unsurudur.
Polis açısından mağdur, işlenen suç sonrası adli süreci başlatan, olay hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olan ve aynı zamanda suçlunun yakalanması ve hüküm giymesinde önemli rolü olan kişidir.
Polis ile mağdur arasındaki ilişki mağdura yardım ve destek hizmetinin sağlanması, suçun aydınlatılması, polis-vatandaş ilişkilerinin geliştirilmesi ve suçla mücadelede vatandaş desteğinin sağlanması açısından önemli bir yere sahiptir.
Bu değerler gereği polis kendisini karşısındaki mağdurun yerine koymalı, onun acısını ve sorununu anlayıp hissetmeli, empatik bir yaklaşım sergilemelidir.
Mağdur olan kişi, polisin kendisine yardım etmeyeceğine, sorununun çözümünde etkisiz kalacağına inandığında polise gitmez, gittiğinde de olayın aydınlatılması konusunda elinden geleni yapmaz.
Suçla mücadele misyonunun bir gereği olarak mağdurlara yardım etmek polisin başlıca görevlerinden biridir.

Olaydan fiziksel ve/veya psikolojik anlamda zarar gören mağdurlara yardım elini uzatmak,uğranılan zararların etkisini hafifletmek, zararın artmaması ve ikincil mağduriyetin yaşanmaması için pozitif adımlar atmak, somut olarak pek bilinmeyen, görülmeyen ancak işin esasında polis ve mağdur ilişkileri bağlamında çok büyük önem taşıyan bir konudur.

Bu anlamda, olay sonrası duruma müdahale eden ilk ekibe büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
Polisin, üstlendiği bu anlamlı misyonu başarıyla yerine getirebilecek bilinç, bilgi, beceri ve deneyime sahip olması ve bunu uygulama hayatına geçirmesi bu konudaki anahtar unsurdur.
Polisin mağdurlarla sıcak ve içten iletişim kurması vatandaşlar üzerinde olumlu bir etki bırakır.
Polis ile mağdur arasındaki temasın ve iyi ilişkilerin kurulup gelişmesi, her şeyden önce güçlü bir polis-halk bütünleşmesine ve dolayısıyla toplumsal huzurun ve barışın sağlanmasına, vatandaşıyla barışık bir sistemin oluşmasına yardımcı olur.
Polis, mağdurları zihinsel rahatsızlıkları olan hastalar veya psikiyatrik hizmetlere ihtiyaç duyan kişiler olarak görmemelidir.
Polis birimleri, hizmet içi eğitimlerinde mağdurlarla ilişkilerde dikkat edilmesi gerekli konularda uzman kişilerden yararlanmalıdır.

8) MAĞDUR ÇOCUKLAR VE POLİS

Anayasamız, ailenin ve çocuğun korunmasını güvence altına almış, “çocukların korunması” ile “korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması” konularında düzenlemeler yaparak çocuğa verilen önemi vurgulamıştır.
Çocuklarla ilgili alınan ve Türkiye tarafından da kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukla ilgili faaliyet gösteren kurumlarda ihtisas birimleri oluşturulmasını, personelin özel eğitim almış ve konusunda uzman olmasını öngörmektedir.
Bu sözleşme ilkeleri esas alınarak, Emniyet Genel Müdürlüğü çocuklar konusunda çalışmalarda bulunan ilgili tüm kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, barolar ve üniversitelerden görüşler almak suretiyle 13.04.2001 tarihinde “Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk şube Müdürlüğü / Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliğini” yayınlamıştır.
Bu düzenleme ve gerçekleştirilen uygulamalar ile mağdur ve korunmaya muhtaç çocuklar konusunda çok önemli yenilikler ortaya konmuştur.

Çocuk polisi korunmaya muhtaç olduğu, ihmal ve istismara maruz kaldığı yönünde ihbar edilen, evden veya bulunduğu kuruluştan kaçan, suça maruz kalan, suç işleme eğiliminde olan, sokakta yaşayan, sokakta çalıştırılan, oturduğu yeri haber vermekten aciz, kendisini ifade edemeyen, mülteci ve refakatsiz çocuklara ilişkin olarak farklı görevleri yerine getirmek zorundadır.


Polis, sayılan gruba giren çocukların :

1. Kimlik tespitini yapmak,
2. Muhafazasını sağlamak,
3. Kanuni mümessillerini araştırmak ve
4. Haklarında yetkili idari ve adli makamlarca verilen kararın niteliğine göre ilgili kuruluşa veya kanuni mümessiline teslimini yapmak ile görevlidir.
Bu görüşmeler sonunda sosyal inceleme raporu hazırlanır.

Çocukları suçtan korumak, mağdur olmalarının önüne geçmek amacıyla çocuk polisi aşağıdaki tedbirleri almakla görevlidir:

a) Çocukların çalışmaları mevzuatla yasaklanmış umuma mahsus ve umuma açık yerlerde çalıştırılıp çalıştırılmadığını kontrol etmek.

b) Çocuklara satılması mevzuatla yasaklanmış malların kendilerine satılıp satılmadığını araştırmak.


c) Çocukların girmesi mevzuatla yasaklanmış umuma açık yerlere girip girmediklerini araştırmak.


d) Mevzuata aykırı hareket ettiği tespit edilen yerler ve işletmecisi hakkında gerekli işlemlerin yapılması için ilgili birimlere bildirmek.



9) SUÇ MAĞDURLARINA YÖNELİK YARDIM VE DESTEK HİZMETLERİ
Mağdur odaklı yaklaşımlar gerçek suç mağduriyet düzeylerini azaltmak veya suçun, dolayısıyla da mağduriyetin daha da artmasını engellemek noktasında ortak bir anlayışa sahiptir
İnsanlar, “ateş sadece düştüğü yeri değil insan olarak, içinde yaşadığımız toplumun bir üyesi olarak beni de yakar” demeli, bu duyguyu hissetmeli ve ona uygun şekilde yaşamalıdır.
Suç mağdurlarına yardım ve destek odaklı yaklaşımlar hem gerçek hem de algılanan suçlar ile mağduriyet düzeylerini dikkate alır ve buna göre gerekli çalışmaları yerine getirir.
Bu çerçevede, genel olarak toplumun hepsi özelde ise potansiyel ve gerçek suç mağdurlarına hitap eden faaliyetler yerine getirilir.
Mağdurlara yardım ve destek hizmetleri dendiğinde akla ilk gelen kitle fiilen mağdur olmuş, gerçek suç mağdurlarıdır.
Hâlbuki çok geniş bir çerçeveye sahip olan mağdur merkezli modelde, fiili suç mağdurları, ulaşılmak istenen hedef kitleler içerisinde sadece bir grubu oluşturmaktadır.

Mağdurlara yardım ve destek yaklaşımının üç önemli hedef kitlesi bulunmaktadır.

Bunlar şunlardır :
1. Genel olarak toplumun hepsi.
2. Potansiyel suç mağdurları.
3. Gerçek/fiili suç mağdurları.

Suç mağduriyetini önleme temel felsefesi içerisinde hitap edilmesi gereken ana hedef kitle, genel olarak toplumun her kesimidir.

Toplumun duyarlı ve bilinçli hale getirilmesi ile suçlar önlenebilir, böylece suç mağduriyetleri azaltılabilir.
Bu bağlamda; kolluk güçleri, ilgili kamu ve özel kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar, bir araya gelerek can ve mal güvenliği ile ilgili olarak alınabilecek önlemler konusunda işbirliği yapmalıdır.
Potansiyel suç mağdurları (yaşlılar, çocuklar, özürlüler, kuyumcular ve döviz büroları gibi), bu konuda dikkate alınması gereken bir diğer hedef kitledir.
Mağdur odaklı yardım ve destek çalışmalarının üçüncü önemli hedef kitlesi ise gerçek (fiili) suç mağdurlarıdır.
Suç sonrası mağduriyete uğrayan kişi, acilen ve kapsamlı olarak yakın ilgi ve desteğe ihtiyaç duyar.
Suçun mağdur üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler dikkate alınmak suretiyle mağdura sağlanacak destek ve yardımın niteliğinin ve aynı zamanda çerçevesinin çok iyi belirlenmesi gerekir

Suç Mağdurlarına Yardım ve Destek Hizmetlerinin Amacı ve Kapsamı 11 Kasım 1985 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda sunulan Suç Mağdurları ve Gücün Suiistimali Hakkında Temel Adalet Hükümleri Beyannamesi (Declaration of Basic Principles of Justice for Victims of Crime and Abuse of Power) mağdurlara yönelik yardım ve destek çalışmalarına uluslararası alanda destek veren düzenlemelerin başında gelmektedir.


Mağdura adli ve idari soruşturma sürecine başvurma hakkını veren bu Beyanname konuya ilişkin dört temel hususa işaret etmektedir.
Bunlar şunlardır:

1. Mağdur adil bir şekilde muamele görmeli ve mağdurların isteklerine kulak verilmelidir.
2. Mağdura suçlu tarafından tazminat verilmelidir.
3. Mağduriyete yol açan kişinin (sanığın) maddi durumunun yetersiz olması halinde mağdura verilecek tazminat hükümet tarafından ödenmelidir.
4. İçinde bulunduğu sıkıntılardan dolayı mağdura yardım edilmelidir

Mağdur odaklı yaklaşım ve programlar aşağıdaki temel amaç ve hedeflere ulaşmak üzere

planlanmalıdır:
1. Suçun önlenmesi, böylece suç mağduriyetinin ortadan kalkması veya azalması.


2. Suçla ilgili endişe ve kaygıların ve suç mağduru olma korkusunun ortadan kalkması veya azalması.

3. Suç mağduriyetiyle mücadele konusunda vatandaşların kendini koruma ve toplumsal sorumluluk bilincinin geliştirilmesi.


4. Suçun mağdurlar üzerinde meydana getirebileceği olumsuz etkilerin ortadan kaldırılması veyaen az seviyeye indirilmesi.


5. Suç mağdurlarına sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki yardımlarda bulunulması.


6.
Suç mağdurlarının toplum hayatına kazandırılması.


7. Toplumsal barışın sağlanması.


Mağdurlara yardım ve destek yaklaşımı çerçevesinde yukarıda sıralanan amaç ve hedefler doğrultusunda gerçekleştirilen hizmetleri yedi ana başlık altında toplamak mümkündür.

Bunlar şunlardır:
1. Temelde bütün toplum üyelerinin ve özellikle de potansiyel mağdur kitlelerinin olası mağduriyet alanları ve bunlardan korunma yolları hakkında eğitilmesi, bilgilendirilmesi ve duyarlı hale getirilmesine yönelik çalışmaların yapılması, yani hedefin güçlendirilmesi.Böylece, suç mağduriyetinin önlenmesi yolunda bireysel ve toplumsal sorumluluk ve duyarlılık bilincinin kazanılmasının

2.
Fiziki zarar gören mağdurlara ilk yardım ve diğer gerekli sağlık hizmetlerinin sunulması.


3.
Mağdurun kişisel emniyetinin sağlanması.


4.
Meydana gelen maddi zararlar veya içinde bulunulan olumsuz ekonomik koflular dikkate alınmak suretiyle mağdura maddi yardım ve destek sağlanması.


5.
Suç nedeniyle mağdurun içine girmiş bulunduğu şokun, psikolojik ve bunalımlı halin rahatlatılıp, mağdurun tekrar normal hayata dönmesine yönelik çalışmalarda bulunulması; mağdura psikolojik yardım ve destek sağlanması.


6.
Mağdura suçla ilgili olarak başvurabileceği yasal yollar hakkında yol gösterilmesi, gerektiğinde de, avukat tutulması konusunda yardım yapılması. Mağdurun uğramış olduğu zararla ilgili olarak, herhangi bir sigorta şirketi veya karşı taraf (özel veya tüzel kişi) aleyhine başvurularda bulunma ve dava açma hakkına sahip olması halinde, zararın tazmini için gerekli hukuki yolların denenmesi.


7.
Mağdura, ileride tekrar mağdur olmaması için alması gereken tedbirler hakkında bilgi verilmesi, önerilerde bulunulması; mağdurun, maruz kalabileceği suçlar karşısında güçlendirilmesi.


Suç Mağdurlarına Yardım ve Destek Hizmeti Sunan Mekanizmalar


Türkiye’deki suç mağdurlarına yardım ve destek hizmetleri;

1. Devlet destekli hizmetler,
2. Özel sektör hizmetleri ve
3. Gönüllü hizmetler,
Olmak üzere üç temel sektör vasıtasıyla yerine getirilmektedir.

Devlet Destekli Hizmetler

Devlet, kamu düzeni ve güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenmesi nedeniyle, vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlama, suçları önleme, alınan tedbirlere rağmen suçların işlenmesi ve mağduriyetin meydana gelmesi halinde ise suç mağdurlarına yardım ve destek hizmeti sunmakla sorumludur.
Devlet destekli hizmetler toplumun her kesimini içine almaktadır.

Yasama Faaliyetleri

Şiddet uygulayan aile bireylerine yasal yaptırım uygulanması ile şiddet mağdurunu korumak amacıyla verilmesi gereken tedbirleri içeren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun bu anlamda, önceleri ihmal edilen “aile içi şiddet” konusuna çok ciddi bir yasal düzenleme getirmiştir.
Bu yasayla; aile bireylerinin aile içi şiddet konusunda daha duyarlı hale gelmesi, ülkemiz geleneksel aile yapısı içinde yer alan “cezası olmayan şiddet” anlayışı yerine cezai yaptırımı olan ve bu nedenle de yasal güvencelere sahip bir aile içi şiddet mağduru bilinci oluşturulmaya çalışılmaktadır

Bakanlıklar

Çocuk, yaşlı, özürlü ve kadınlara hizmet sunan kurumlar ile bu kurumlarda görev alan her seviyede görev yapan personelle ilgili olarak aşağıdaki hususlarda dikkatli olunmalıdır:
1. Buralarda yapılacak işin tanımlanması yapılmalıdır.

2.
Buralarda görev yapacak personelin görev tanımlaması yapılmalıdır.


3.
Buralarda görev yapacak personelde bulunması gereken, sosyal, kültürel ve psikolojik de¤erler tespit edilmelidir.


4.
Buralarda görev yapacak personel için genel memuriyet sınavı dışında özel, görev ve ihtiyaç duyulan personel tanımlamasına uygun sınav yapılmalıdır.


5.
Doğrudan hizmet sunan bakıcı ve diğer görevlilerin çalışma alanları ile ilgili özel eğitim almış olmalarına büyük önem verilmelidir.


6. Temizlik ve diğer destek hizmetlerini yerine getiren personelin bakım hizmeti sunulan kişilerle yakın ilişki içine girmeleri engellenmelidir.


7. Buralarda yeterli sayıda personel görevlendirilmelidir.


8. Kurumsal ve kurum dışı denetim mekanizması oluşturulmalıdır. Periyodik ve ani denetimler yapılmalıdır. Bu denetimler sonucunda hazırlanan raporlar çerçevesinde gerekli her türlü eksiklikler giderilmeli, çözümler üretilmelidir.


9. Buralarda görev yapacak personelin ailevi ve psikolojik durumlar›n›n böyle bir görevi yerine getirmeye uygun olup olmadığı çok iyi araştırılmalıdır.


10. Bu hizmetlerle ilgili toplumsal duyarlılık oluşturulmalı, insanların maddi ve manevi katılımları sağlanmalıdır.


11. Bu hizmetlerin yürütülmesinde gönüllü yardım meleklerinden yararlanılmalıdır. Bu şekilde yardım sunmak isteyen kişilerin, yerine getirilecek hizmete uygun olup olmadığına özen gösterilmeli, bu kişilere verilecek hizmet içi kurslar ve seminerler yoluyla hizmetin kalitesi artırılmalıdır.


12. Bu hizmetler yerel yönetimler tarafından yerine getirilmelidir


Gönüllü Hizmetler

Bu sivil toplum örgütleri aşağıdaki konularda çalışmalar/faaliyetler yapmak amacıyla mağdur üzerine örgütlenmişlerdir;
1. Mağdurlar adına konuşmak.
2. Mağdurları temsil etmek.
3. Mağdurlara maddi ve manevi yönden destek sağlamak.
4. Mağdurların tekrar mağdur olmamaları için bilgilendirme, yönlendirme ve e¤itim çalışmaları yapmak.
5. Genel anlamda vatandaşların suç mağduru olmamaları için neler yapması gerektiği konusunda eğitim faaliyetlerinde bulunmak.

Gönüllü organizasyonların beş önemli ve ortak karakteristiği inden söz edilebilir
Bunlar;

1. Devletten bağımsız olarak kurulurlar.
2. Devlet tarafından kontrol edilmezler.
3. Bazı yardım taleplerini kabul ederler (en azından bağımsız bir kaynaktan gelen yardımları).
4. Kazanç (ticari) amacı taşımazlar.
5. Hizmetleri karşılığında ücret talep etmezler.

ÜNİTE SONU :)





Ünite-7

Organize Suçlar


ORGANİZE SUÇLA İLGİLİ KAVRAMLAR

1) Organize Suç ve Mafya Kavramı
Organize suç çok farklı tanımların ve yaklaşımların olduğu bir alandır.
Organize suç bir taraftan ‘endişe verici ve ürkütücü suçlu organizasyonu’ olarak tarif edilirken, diğer taraftan da ‘sosyal değişimin hasta basamakları’ olarak nitelendirilmektedir.
‘Profesyonel suç’, ‘örgütlü suç’, ‘illegal girişim’, ‘yer altı dünyası imparatorluğu’, ‘gizli topluluk’, ‘çete’, ‘şebeke’, ‘teşekkül’, ‘örgüt’ ya da basitçe ve çok yaygın bir şekilde ‘mafya’ gibi terimler, farklı zaman ve zeminlerde organize suç ve suçluluk kavramının yerine kullanılmaktadır.

Günümüzde özellikle mafya kavramının, bütün dünyada, teknik olarak doğru olmamakla birlikte, ‘organize suç ve suçluluk’ kavramlarıyla özdeşleştiği görülmektedir.

Yani organize suç dendiğinde akla ilk önce mafya gelmektedir.
Mafya denildiğinde de organize suç anlaşılmaktadır.
Organize suç, kapsamı çok geniş olan bir kavramdır.
Organize suç, devamlı suç işlemek üzere gizli bir şekilde örgütlenen üç veya daha fazla kişinin ekonomik kazanç elde etmek amacıyla bir araya gelmek suretiyle suç işlemesidir.
Bu yapı içerisinde mutlaka lider konumunda üst düzey bir yönetici ve örgütün büyüklüğüne, eleman sayısına ve gizlilik esaslarına bağlı olarak üst ve orta düzeyde farklı konumlar (makamlar) ile en altta işleri yapan elemanlar bulunur.
Interpol, organize suçları biraz daha uluslararası boyutta ele almakta ve “esas amacı, süreklilik arz eden bir şekilde gelir elde etmek ve ulusal sınırlara bakılmaksızın teşebbüsü devam ettirmek olan ve bu nedenle yasadışı faaliyetlerle meşgul bulunan şahısların teşekkül ettirmiş olduğu herhangi bir teşebbüs ya da grup olarak tanımlamaktadır”
Mafya kavramının nerede ve nasıl ortaya çıktığı ve bu terimin etimolojik yapısı ve özellikleri konusunda çok farklı görüş ve yaklaşımlar bulunmakla birlikte yaygın olan görüş bu kavramın Sicilya kökenli olduğu yönündedir.
Uyuşturucu, silah ve tarihi eser kaçakçılığı, insan ticareti, ihaleye fesat karıştırma, haraç toplama, çek senet tahsilâtı, organ kaçakçılığı, organize oto hırsızlığı, organize dolandırıcılık, hepsi birer organize suçtur.
Bu işleri yapan örgütler de organize suç örgütüdür.

Mafya da bir organize suç örgütlenmesini ifade eder.

Her organize suç yapılanması bir mafya tipi örgüt değildir; ancak, her mafya tipi örgüt organize suç yapılanmasıdır.
Organize suçlar, mafyayı da içine alan, mafyadan çok daha geniş bir anlam ve içeriği bulunan bir üst olgudur.
Diğer taraftan mafya ve organize suç sosyolojik, organize suçluluk ise daha çok hukuki bir olgu olarak da tanımlanabilir.
Bir kamu kurumunda işin hızlandırılması veya yapılması için verilen rüşvete ilişkin çark, büyük kredi ve ihale yolsuzlukları, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, çek-senet tahsilâtı ve haraç toplama hep birlikte aynı kefede değerlendirilmektedir.
Diğer taraftan, organize suç aktivitesinin görüldüğü her faaliyet alanının başına mafya terimi eklenmek suretiyle (otopark mafyası, ihale mafyası, çek-senet mafyası, fuhuş mafyası gibi) her aksayan işten ve her suç aktivitesinden ayrı bir mafya türü olarak söz edilmektedir (Saçan, 2005).

Mafya adlı somut bir organize suç örgütü yoktur.

Bu kavram, özellikle Sicilyalıların tarihsel ve kültürel geçmişi içerisinde yer alan bir kültür yapısı, yaşam tarzı ve davranış kodunu, bu bağlamda da ‘geleneksel veya ailevi suç örgütlerini” ifade etmektedir.
Mafya’nın kavramsal ve kültürel kodları Sicilya’nın geçmişinde yatmaktadır.
Mafya, Sicilya kaynaklı suç örgütleri geleneğini yansıtır ve ilk başta ortaya çıkışında gizli bir suç örgütü olma amacı yoktur, organize suçlarda ise yasa dışılık bu tür örgütlenmelerin başından itibaren mevcuttur.
Bu anlamda Hess (1973), mafyanın ne gizli bir dernek ne de örgüt olduğunu, onun sadece bir yöntem ve yaşam tarzı olduğunu ifade etmektedir.

Sınır aşan Organize Suç

Sınır aşan organize suçla ilgili en çok kabul gören tanımlardan birisi BM Sınır aşan Organize Suçlarla Mücadele Konvansiyonu tarafından yapılmıştır.
Bu tanıma göre; suç faaliyetleri eğer birden fazla ülkede işleniyorsa, bir ülkede hazırlanıp, planlanıp, yönetilip ve kontrol edilip başka bir ülkede işleniyorsa veya birden fazla ülkede aktif organize suç grubu tarafından işleniyorsa veya bir ülkede işlenip diğer ülkeleri de sonuçları bakımından etkiliyorsa sınır aşan suç kategorisi içerisinde ele alınmalıdır.
Sınır aşan Örgütlü Suçlara Karşı BM Sözleşmesi’nde ise sınır aşan organize suç; suçun birden fazla devlette işlenmesi, suçun tek bir devlette işlenmekle beraber hazırlık, plan, idare aşamasının tamamı veya bir bölümünün başka bir devlette oluşturulması, suçun tek devlette işlenmesi ancak birden fazla devlette faaliyet gösteren örgütlü suç grubunun suça karışması ve suçun tek devlette işlenmesi ancak başka bir devlette etkilerinin olması şeklinde tanımlanmıştır.

Beyaz Yakalı Suç

Beyaz yakalı suç, şirket çalışanlarının görevlerini kötüye kullanmak suretiyle, görevleriyle ilgili konularda işlemiş oldukları suçtur.
Bu suç türleri rüşvet, irtikâp, zimmet ve görevi kötüye kullanma gibi suçları içermektedir.
Sutherlan bu suçu, saygınlık ve yüksek statü sahibi bir kişi tarafından görevini yerine getirirken işlenen suç olarak tanımlamaktadır
Aslında beyaz-mavi yakalı suçlar, beyin ve el emeğine dayalı bir işgücü ayrımının ürünü olarak sınıflandırılan suç türleridir.
Bilek gücüyle, el emeğiyle çalışan işçi sınıfı ile bilgiye dayalı olarak beyin gücü ile çalışan orta ve üst sınıfa ait kişilerin sosyal yaşamda sergiledikleri eşitsizlikler, işlenen suç türlerine de yansımıştır.
Beyaz yakalı suç, suçların sadece alt sınıflara özgü bir sapkın davranış olduğu yönündeki algılamayı yıkmıştır.
Suç sadece sıradan, vasıfsız, alt sınıflara ait kişilerin işlediği adi suçlarla sınırlı görülmemiş, nezih, saygın ve elit ortamlarda beyin gücü ile çalışan orta ve üst sınıfa ait kişilerin de görevleriyle ilgili olarak işlediği (işleyebileceği) suç türlerinin (rüşvet, irtikâp gibi) varlığına işaret etmiştir.

Organizasyon (Şirket) Suçları

Organizasyon (şirket) suçları, yasal bir organizasyon içerisinde o kurumun mensupları (birey, grup veya herhangi bir ünitesi) tarafından, mesleklerinin icrası sürecinde, o organizasyonun amaçlarını gerçekleştirmek, başarısına katkıda bulunmak için ihmal ya da icra şeklinde işlenen ve o organizasyonun mensupları, toplum, tüketiciler, müşteriler, diğer organizasyonlar, şirketler ve hükümetler üzerinde ekonomik ve fiziksel etki yapan suçlar olarak tanımlanabilmektedir.
Şirket suçları, şirket yetkililerinin bireysel çıkarları dışında, mensubu oldukları şirketin kurumsal çıkarları için gerçekleştirdikleri yasa dışı işlemlerdir.
Şirket suçları ile beyaz yakalı suçlar genelde birbirleriyle karıştırılmakta, aynı anlamda veya birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.


Şirket suçları sadece ceza yasalarını ihlal etmek zorunda olmadığı gibi kasıtlı veya ihmalin sonucu olarak da işlenebilmektedir.
Vergi kaçakçılığı, sanayi kazaları, çevre kirliliğine yol açma ve buna benzer suçlar şirket suçlarıdır.
Kişiler tarafından işlenen bireysel ve adi suçlarda mağdur sayısı ve olumsuzluk etki alanı sınırlı iken şirket suçlarında mağdur sayısı daha fazla ve etki alanı da çok geniş ve uzun süreli olabilmektedir.
Çernobil faciası, bu anlamda verilebilecek en açık ve acı örneklerden biridir.
Zararlı etkisi olduğu sonradan ortaya çıkarılan bir ilaç veya deterjanın üretimi ve satışı da bu bağlamda bir şirket suçudur.
Beyaz yaka ve şirket suçlarının failleri büyük çoğunlukla toplumda orta ve üst sınıf olarak tanımlanan sosyal sınıflara mensup kişiler iken, organize suçları işleyen kişilerin büyük bir kısmı ise eğitim seviyesi düşük ve alt sınıflara mensuptur.

MAFIOS TOPLUM YAPISI

‘Mafios’ kelimesi, ‘mafyayla ilgili’, ‘mafya tipi örgütlenmelere eğilimli’ ve ‘mafyadan kaynaklanan’ anlamlarını içermektedir.
Mafios toplum yapısı ise, mafya tipi oluşumlar için elverişli koşulların olduğu, bu tür örgütlenmelere girebilecek karakteristiklere sahip kişilerin bulunduğu, bu kişilerin mafya tipi yapılanmalara rahat bir şekilde girebildiği ve mafya örgüt ve faaliyetlerinden yaygın bir şekilde söz edildiği ve bu tür yapılanmaların artık olağan görüldüğü, benimsendiği bir toplum yapısıdır.
Mafios toplum yapısında toplum, sahip olduğu sosyal yapı, etik yargı ve değerler, kurumsal örgütler, sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik yapılanma gibi önemli unsurlar itibari ile bu tür şahısların ve örgütlenmelerin ortaya çıkmasına, gelişmesine ve önemli bir güç haline gelmesine müsaittir.

Mafioso, mafios toplum yapısının ortaya çıkardığı saygıdeğer bir bireydir ve düzenin merkezindeki kişidir.

Mafioso’nun otoritesi ve saygınlığı şiddet kullanmasından, acımazsızlığından, istediğini yaptırabilme gücünden ve devlet otoritesinin kendisini cezalandıramamasından gelmektedir.
Yakın çevresindekiler ve toplum devlet dâhil hiçbir gücün mafioso’ya üstünlük kuramadığını ve bir şey yapamadığını bilir.

MERKEZİ OTORİTE YEREL GÜÇ ÇATIŞMASI

Mafya kendi içinde bir devlet yapısı kurmuş, kendine ait kuralları ve değerleri olan bir güç düzenidir.
Devletin hâkim olamadığı, yetersiz kaldığı yerlerde ve zamanlarda devletin yerine geçer ve kendi kurallarına göre sistemi kurar.
Bu anlamda demokrasiye, hukukun üstünlüğüne alternatif olarak kendini kabul ettirir.
Öznel olarak sıradan bir suç örgütü olmaktan ziyade kendine ait alt kültürü, davranış kodları ve gelenekleri olan bir yapılanma söz konusudur.
Bu durum toplum hayatında “çifte ahlak çifte hukuk” anlayışına dayalı yeni bir modele işaret etmektedir.
Yasaların ve devletin resmi kurumlarının kendi sorunlarını çözmede yetersiz, ilgisiz veya sonuçsuz kalacağını düşünen ve mağdur konumunda bulunan kişiler “çifte hukuk çifte ahlak” anlayışı çerçevesinde, kendi kurallarına göre kısa sürede sorunları çözme, işi halletme yeteneğine ve gücüne sahip mafya gruplarına başvurmayı tercih etmektedir.
Bu şekilde artan bir ilgiyle karşılaşan mafya, gün geçtikçe daha da güçlenmiş ve sosyolojik gerçeklere uygun olarak toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir.

Alman sosyolog Hess’e göre mafya, bilimsel olarak “merkezi otoriteye karşı yerel gücün direnişini temsil etmektedir.”

Mafya devletle, devletin kurumlarıyla çatışma ve savaş içerinde değildir, olmak da istemez.
Bu anlamda, Hess’in (1973) mafyayı “merkezi otoriteye karşı yerel güçlerin ve odakların direnişi” veya “çifte ahlak, çifte hukuk” kavramlarını ileri sürüşüne uygun bir şekilde, çifte söylemli bir yaklaşımı söz konusudur.
Mafya bu anlayış içerisinde belki de herkesten fazla devlet kurumlarını sahiplenir (veya sahiplenmiş görünür), bu kurumları kontrol altına almaya çalışır.
Çulcu’ya göre merkezi otorite, bürokratik ve üniter devlet yapısı içinde, belirli bir ahlak ve hukuk yapısını benimsemekte, ülke genelinde de bu yapının egemen olması için düzenleme yapmakta ve buna uygun yasal yaptırım uygulamaktadır.
Yerel otorite ise, merkezi gücün dayattığı çağdaş hukuk ve ahlak anlayışını kabullenmiş görünmekle birlikte, geleneklere ve örfi yaşama dayanan yerel ahlak ve hukuk kurallarına uygun olarak yaşam alanını düzenler.
Böylece yerelde “çifte ahlak ve çifte hukuk” sistemi ortaya çıkar.
Zaten zıtlaşmanın ve sorunların başlangıç noktasını da bu çifte ahlak - çifte hukuk anlayışının yerelde topluma egemen olması noktası oluşturur.
Yerel otorite, yerel ahlak ve hukuk anlayışını kabul etmesi nedeniyle ve gücünü de buradan alarak, merkezi güce karşı direnir.

TÜRKİYE’DE ORGANİZE SUÇLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ

Her ülkenin organize suç oluşumları o ülkenin sosyo-kültürel, siyasal, hukuksal ve toplumsal yapısına bağlı koşullar çerçevesinde doğmakta ve gelişmektedir.
Türkiye’de var olan bazı mafya tipi yapılanmalar diğer ülkelerde hiç görülmeyen türlerden olabileceği gibi, bazen de diğer herhangi bir ülkede görülen bir mafya türüne de Türkiye’de rastlanması beklenemez.
Bu bağlamda, Türkiye’de geniş faaliyet alanı bulan ihale ve arazi mafyasının İsviçre, Almanya, İngiltere, Hollanda ve benzeri diğer ülkelerde bulunması mümkün olmadığı gibi
Amerika’daki ‘Cosa Nostra’ tipi bir mafya yapılanmasına da Türkiye’de rastlamak mümkün değildir.
Bu anlamda, içinde bulunduğumuz dönemin sosyo-kültürel yapısını daha iyi anlayabilmek için, bu yapının geçmişini, tarihsel süreç içerisindeki yeri ve değişimini çok iyi anlayıp değerlendirmek gerekir.
Bu tip yapılanmaların Türkiye’deki boyutunu anlayabilmek için ilk önce bu sorunun geçmişinde yatan süreci ve toplumsal yapıyı öncelikli olarak ortaya koymaya ve anlamaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Devlet otoritesinin yetersiz oluşu, toplumda güçlüler ve zayıflar
Şeklinde farklı sınıfların ve kesimlerin bulunması, kısa zamanda ve kolay yoldan çok para kazanma ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olma hırsı, meşru yollardan bu hedeflere ulaşamama ve dolayısıyla döneme uygun güç, otorite, tehdit, korkutma, yıldırma ve doğrudan şiddet kullanma yöntemleriyle kendine ait bir hukuk, vicdan ve ahlak anlayışıyla hareket etmek suretiyle yüksek ekonomik kazanç getirecek hemen her türlü yasadışı aktivitelerle uğraşmak, bu dönemde olduğu gibi bu suçların ortaya çıktığı ilk dönemlerde de geçerliğini
koruyan, koşulları elverişli ve cazip kılan unsurlardı.
Türkiye’deki mafya tipi yapılanmaların geçmişini ‘kabadayı’ kurumundan itibaren ele alan araştırmacılar olduğu gibi, daha geriye giderek konuyu Selçuklulara kadar götürenler de bulunmaktadır.
Tarihsel süreç eşkıyalar, çeteler, tulumbacılar, külhanbeyleri, kabadayılar, babalar, ağabeyler, reisler, beyler ve buna benzer kavram ve tanımlamalarla anılan, bilinen mafya tipi yapılanmalarına ve bu yapılanmalara önderlik eden liderlere sahne olmuştur.

İsyancılar ve Eşkıyalar

Bolu’da 1500’li yılların son çeyreğinde yaklaşık 200 adamıyla, yasadışı faaliyetlerde bulunan ve halka zulmeden devlet yetkililerine baş kaldıran, onlara meydan okuyan, bu şekilde bölgede büyük bir nam salan, herkesin gönlünde taht kuran ve “Köroğlu Efsanesi”nin başkahramanı olarak bilinen “Köroğlu Ruşen” bu konu bağlamında üzerinde konuşulması gereken güzel bir örnektir.
Köroğlu, doğrudan ve temelde bir yasa dışılık veya yağmalayıcı zihniyetin değil, merkezi idarenin ve yönetimi elinde bulunduranların adaletsiz, haksız ve zulmedici uygulamalarına karşı dik duruşun, başkaldırışın, zayıfların ve mazlumların sesi oluşun simgesi ve mimarıdır.
Köroğlu, adamlarıyla birlikte, mevcut idarenin hukuk, yönetim ve yaptırım kodlarının dışına çıkarak kendilerine ait ikinci ve yazılı olmayan bir hukuk ve yaşam şeklini ortaya koymak suretiyle tanınmış, sevilmiş, sayılmış ve etkinlik kurmuştur.

Halkın derdinden anlamayan servet sahiplerine, tefecilere, yolsuzluk ve haksızlıklar içerisinde yer alan devlet yetkililerine ve halka zulmeden eşkıya gruplarına karşı direniş gösteren ve bu nedenle de bölge halkının gözünde çok önemli bir makam elde eden efsanevi Köroğlu doğrudan bir organize suç yapılanması olmamakla birlikte yasalara, merkezi güce karşı gelmesi açısından sosyolojik olarak özellikle incelenmesi gereken bir örnek teşkil etmektedir (Çulcu, 2001:405-410).

Celali isyanları, Çulcu’ya (2001:444) göre, mafya tipi organize suç yapılanmalarının ülkemizdeki tarihsel geçmişinde önemli bir yere sahiptir.
16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun toplumsal yaşamına şekil veren büyük olaylardan biri olan Celali İsyanları, diğer yasa dışı unsurlarla birlikte, merkezi otoriteye karşı örgütlü bir başkaldırışın önemli bir adı ve sembolüdür.
Bu isyanlar daha sonra bütün Anadolu genelinde devlet idaresine karşı örgütlenen mafya tipi oluşumlar için bir simge halini almıştır.
Tıpkı günümüz örgütlerinde olduğu gibi eşkıya, asiler, bürokrat ve asker aynı düşünce ve eylem etrafında devlet idaresine karşı işbirliği içine girmiştir.
Osmanlı döneminde zaman zaman meydana gelen ayaklanmalar devlet otoritesinin zayıflamasına yol açmış, otorite boşlukları da bu tip yapılanmalar için elverişli ortamları hazırlamıştır.
Genelde kırsal kesimlerde meydana gelen isyanlar 15.Yüzyıldan itibaren kentlere doğru kaymaya başlamıştır.
Medreselerde okuyan öğrencilerin (suhteler) başlattığı “suhteyan hareketi” ilk organize olmuş örgütleşmeye dayalı protesto eylemlerinden biridir.
Medreselere, ihtiyaçtan fazla öğrenci alınması ve buna paralel olarak bu okullardan, ihtiyaç duyulan sayıdan fazla mezunların çıkması medrese öğrencilerini rahatsız etmiş ve dolayısıyla toplu gösteri ve eylemler başlatılmıştır.
Eylemciler sadece isteklerini dile getirmekle yetinmemiş, sokaklarda küçük gruplar oluşturmuşlar, cadde ve sokakları, evleri ve iş yerlerini tahrip etmişler ve yağmalamışlardır.
Bunlarla da yetinmeyen eylemciler o dönem için pek görülmemiş şekilde kendileri için hedef oluşturan birçok kişiyi de öldürmüşlerdir.
Kapıkulu Ocakları ve Yeniçeri Ocakları, asıl amaç ve uygulamalarının dışına çıktıkları, merkezi otoriteye karşı geldikleri, mafios tipi bir anlayış ve uygulama içine girdikleri için daha sonra ortadan kaldırılmışlardır.

Tulumbacılar

Tulumbacılık, külhanbeyliği ve kabadayılık günümüz mafya tipi yapılanmasının yakın geçmiş tarihi içerisinde yer alan önemli toplumsal kavram ve sosyal kurumlardır.
Bunlar özleri itibariyle bireysel oluşumlardır.
Tulumbacılık, Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul’da ortaya çıkmış, gönüllülük esasına dayalı itfaiye kurumudur.
Tulumbacılık, mahallelerde çıkan yangınlara müdahale etmek amacıyla o mahallede oturan gençler arasından güçlü, cesur, hızlı koşan ve gönüllü olarak bu işi yapmak isteyen delikanlılardan oluşan gönüllü itfaiye teşkilatının adıdır.
Bu delikanlılar ‘tulumbacı’ olarak adlandırılıyordu.
Tulumbacılar çevrelerinde sevilen, büyüklerine saygılı, mahallelerini koruyan, suçlulara geçit vermeyen delikanlılardı.
Bu tür gönüllü oluşumlar içerisinde daha sonra öne çıkan, kendini arkadaşlarına ve mahalleye kabul ettiren kişiler grubun lideri, sözü geçen delikanlısı olarak görülürdü ki, aslında bu da bir anlamda kabadayılığın ortaya çıkmasına yol açan doğal ortamlardan birisidir.
Lider konumunda bulunan tulumbacı dönemlerinin “usta, bıçkın delikanlılarıdır”.
Tulumbacılıkta, çevresindekilere zarar vermek, haksızlık yapmak, suç işlemek veya haraç toplamak yoktur ve asla kabul edilemez davranışlardır.
Zaten tulumbacıların temel fonksiyonlarından biri, bu tür huzur bozucu kişi ve davranışlara engel olmaktı.
Bu yönleri ve kişilik yapıları nedeniyledir ki, tulumbacılar halk tarafından çok sevilirlerdi.

Külhanbeyleri

Gedik Paşa Hamamı İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen ilk Türk hamamıdır.
Bu hamamın külhanı, çok fazla sayıda insanın barınabileceği ve ısınabileceği şekilde yapılmıştı.
Bu nedenle, özellikle havaların soğuk olduğu kış aylarında gidecek yeri olmayan evsiz barksızlar için bu hamamın külhanı bulunmaz bir nimetti ve bu kişiler soğuktan korunmak ve barınmak için bu külhanda kalıyor, yaşıyorlardı.
Külhanbeyi de, burada toplanan, yaşayan kişilerin arasında bileğinin gücü, dövüşte iyi olması, bıçağı iyi kullanması ve cesaretiyle ön plana çıkıp etrafındakilere hükmeden, sözü geçen, lider konumundaki kişiye deniyordu.
Bu bağlamda, külhanbeyliğinin ilk kez Gedik Paşa Hamamında ortaya çıktığı ve örgütlendiği ifade edilmektedir.
Külhanbeyliği, gidecek yeri olmayan ve bu yönü itibariyle de suç işlemeye meyilli kişilerin külhan etrafında bir araya gelmesi, birlikte yiyip içmesi, yasal ve yasa dışı yollarla elde edilen yiyecek, giyecek veya diğer gelirlerin kendi aralarında paylaşılması, birbirine yardım etmesi ve destek vermesi açılarından sosyal yönü oldukça güçlü olan bir toplumsal kurumdur.
Bu çerçeveden bakıldığında ritüelleri, ilkeleri, anlayışı, uygulamaları ve kuralları ile külhanbeyliği günümüz mafya tipi yapılanmaları ile önemli ölçüde benzerlik göstermektedir.
Külhanbeyleri, yakın çevresinde toplanan sorunlu, suça meyilli ve hatta suçlu kişilerden aldıkları güç ve destekle esnaflardan bedava yiyip içiyor, alışveriş yapıyor, eğleniyor, bunların karşılığında para isteyenleri de ya dövüyor ya da işyerine zarar veriyorlardı.
Külhanbeyleri külhanda elde ettikleri güç ve itibarın değeri altında çok çabuk ezilmiş, o ağırlığı kaldıramamış ve zamanla çevredeki halka, esnafa ve zenginlere musallat olmaya başlamışlardır.

Yasa dışılık ve zorbalık sadece bunlarla da sınırlı kalmamış, doğrudan ilişki içinde bulunulan veya bulunulmayan esnaftan haraç toplanmaya da başlanmıştır.

Haraç vermek istemeyen esnafa karşı şiddet tehdidi, korkutma, şiddet kullanımı ve iş yerine ve malına zarar verme gibi farklı alternatifler içerisinden biri veya birkaçı sert bir şekilde uygulanıyordu.
Kendilerine karşı gelen, sorun çıkaran veya haracını vermeyen esnafın iş yerine önce doğranmış ekmek atılıyor, bir anlamda kendine çeki düzen vermesi için ihtarda bulunuluyordu.
Esnaf tutumunda ısrar ederse ikinci aşama olarak azgın köpekler devreye sokuluyor ve esnafa saldırılarak korkutuluyordu.
Buna rağmen herhangi bir ilerlemenin sağlanamadığı durumlarda ise esnafa karşı şiddet, iş yerinin yağmalanması ve tahrip edilmesini de içine alan bir dizi eylemler gerçekleştiriliyordu.


İkinci Abdülhamit döneminde toplum ve devlet için ciddi sorun teşkil etmeye başlayan külhanbeyleri, maaş bağlanmak veya iş vermek suretiyle kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
İkinci Abdülhamit döneminde, İstanbul’da Fehim Paşa ve adamlarından meydana gelen, herkesin korktuğu ve çekindiği ve “On ikiler” olarak bilinen grubun diğer suç gruplarına karşısaray tarafından desteklendiği ileri sürülmüştür
“Cihan Ser-Askeri” olarak anılan Rıza Paşa İstanbul’da sayıları 600-700 kişiyi bulan
külhanbeylerinin hepsini birden askere alarak Anadolu’nun değişik bölgelerindeki birliklere
göndermiş ve böylece bu sorunu kökten çözmüştür.

Kabadayılar

Kabadayılık biraz da tulumbacılığa dayanır.
Kendisini çevresine kabul ettirmek, haksızlığa karşı gelmek, mazlumların yanında olmak isteyen bileği sağlam, kendine güvenen genç delikanlılar uygun koşulları bulduklarında “kabadayılık” serüvenine girerek yer edinmeye ve isim yapmaya çalışmışlardır.
Kabadayılık, külhanbeyliği gibi sadece İstanbul ve İstanbul’un belirli semtleri ile sınırlı kalmamış, İstanbul’un dışında Anadolu’nun hemen her şehrinde kendini göstermiştir.
Kabadayılar, külhanbeylerinin aksine, yaşadıkları dönem ve yerlerde çevreleri tarafından oldukça sevilen, saygı duyulan, merak edilen ve çoğu kez de korkuyla izlenen kişiler olmuşlardır.
Kabadayı, toplumun içinde yetişmiş, toplumla iç içe olmuş, özü sözü bir, güvenilir, hakkın ve haklının yanında olan, güce ve haksıza boyun eğmeyen özellikleriyle toplumda saygın bir konuma sahip olmuştur.

Kişilik değerleri o kadar sağlamdı ki, bırakın dedikodu yapmayı hasımlarının bile arkasından konuşmayı kendileri için bir zül olarak görüyorlardı.

Yiğit meydanında bileğini bükemediği bir kişiye (veya kabadayıya) sinsice pusu kurmak ve kalleşlik yapmak gibi mertlikle bağdaşmayan hiçbir tutum ve davranışı kendileri için uygun görmüyorlardı.
Çevresine güven veren kabadayılar, bu yüzden, zaman zaman kişiler arası anlaşmazlıkları çözmek için “hakem, aracı” olarak da önemli bir sosyal rol de üstlenmişler.
Kabadayıların bir diğer özelliği de yanındaki adamlarından çok; bileklerinin gücü, cesaretleri, mertlikleri, dövüşteki ustalıkları ile kendilerini kabul ettirmiş olmalarıdır.
Külhanbeylerinde ve günümüz mafya tipi yapılanmalarında ise bunun tersi olarak, adamların sayısına ve acımasızlığına dayalı bir güç ve hâkimiyet kurma, isim yapma söz konusudur

Babalar ve Şefler

Mafya yapılanmasının, günümüze hitap eden yönleriyle 1950’li yılların başlarında ortaya çıktığı söylenebilir.
Türkiye’de 1960’lı yıllardan sonra yaşanan iç göçlerin mafya gruplarının oluşumu üzerinde önemli bir etkisi olmuştur.
Başta İstanbul olmak üzere, özellikle ekonomik sıkıntılar ve dolayısıyla daha iyi bir yaşam ve gelecek kurma istek ve hevesiyle köylerden ve küçük yerleşim alanlarından büyük şehirlere göç eden taşralı kabadayılar, özellikle aile veya hemşerilik esasına dayalı mafya yapılanmasına öncülük etmişlerdir.
Bu şekilde kendilerine yer edinen, nam salan kabadayılar ya kendi adları ya da geldikleri yerin veya etnik kökenin, isimlerinin başına eklenmesiyle anılmaya başlamışlardır: Kürt idris, Of’ lu Hasan, Laz Ziya gibi
Yani bu dönemde kabadayı olmak için kendi tabirleri ile ‘yürekli ve bilekli’ olmak ve ‘bizzat duruma vaziyet etmek’ gereklidir.
Yine bu dönemde kabadayılar genellikle belirli bir iş kolunu ele geçirmiş, elde ettikleri gelirlerle hemşehrilerine bakmış ve eylemci olarak da yine hemşehrilerini ya da aile fertlerini kullanmışlardır.


Bu dönem kabadayılarında, zengin veya haksızdan alıp haklıya veya ihtiyacı olana verme gibi bir tarz vardır.
Örgütlü hareket etmeleri söz konusudur.
Yine, devlete karşı son derece bağlı ve halktan sempatik yaklaşımlar almışlar ve varlıklarını ölünceye dek sürdürmüşlerdir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası uyuşturucu kullanımında yayılma olmuştur
1960’lı yıllarda meydana gelen bu tür yapılanmalarda “Baba”olarak tanımlanan bir lider etrafında örgütlenen mafya grubu uyuşturucu kaçakçılığının hemen her aşamasında yer almıştır.
1960’lı yılların başından itibaren küçük şehirlerden ve kırsal kesimlerden büyük şehirlere doğru göçler başlamıştır.
Göçlerle birlikte yeni ekonomik, sosyal, kültürel ve kriminal sorunlar da ortaya çıkmaya başlamıştır.

Anadolu’nun çok farklı bölgelerinden hiç bilmedikleri, her şeyine tamamen yabancı oldukları

büyük kentlere gelenler gelmiş oldukları bu şehirlerin belirli semtlerine, kendi yakınlarının,
hemşehrilerinin bulunduğu yerlere yerleşmişlerdir.
Böylece büyük kentlerde hemşehrilik, etnik yapı ve aile bağları gibi ortak değerlere dayalı birlikteliklerden oluşan mahalleler ve semtler meydana gelmiştir.
Bu oluşum ile büyük kentlerde “Erzurumlular, Karslılar Diyarbakırlılar Mahallesi” veya “Çerkezlerin, Kürtlerin, Lazların yoğun olduğu semt ve mahalleler” meydana gelmiştir.İnsanların büyük bir kısmı herhangi bir mesleğe, nitelikli iş gücüne sahip olmamaları nedeniyle yoğun emek gerektiren düşük ücretli işlerde (kapıcılık, inşaat işçiliği, seyyar satıcılık gibi) çalışmaya başlamışlardır.
Büyük çoğunlukla isimlerinin başlarına etnik kökeninin veya geldiği bölgenin tanımlaması konulmak suretiyle anılmaya, tanınmaya başladılar.
Bunların içinde en çok tanınmış ve isim yapmış olanlar “Kürt idris, Oflu İsmail, Oflu İdris,Kürt Ahmet’tir”.
Bu dönemde özellikle aile, akraba bağları ve hemşerilik esaslarına dayalı mafya tipi yapılanmalar ortaya çıkmış ve ağırlık kazanmıştır.
Mafya grupları 1970’li yıllardaki terör ortamının ülkede meydana getirdiği kargaşa ve anarşi ortamını dikkate almak suretiyle değişim sürecine girmişlerdir
Milyonlar ve ülke için tam bir kay›p olan bu dönemde özellikle karaborsa, stokçuluk ve silah kaçakçılığı alanlarında yeni mafya grupları ortaya çıkmıştır.
Eski ve yeni mafya grupları çok büyük kazançlar elde etmiş, uluslararası boyut kazanmış ve her yönüyle disiplinli, örgütlü, dinamik, etkin ve ekonomik açıdan güçlü hale gelmişlerdir.
Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu bu dönemde ortaya çıkmış ve uluslararası boyutlu çok büyük silah ve mühimmat kaçakçılığı örgütleri kurmuşlardır.

Ağabeyler (Abiler) ve Reisler

12 Eylül 1980 Askeri darbesi öncesi ve sonrası, ideolojik görüşleri ve karıştıkları eylemler nedeniyle hüküm giyen çok sayıda ülkücü genç 1980’li yılların ortalarına doğru cezaevlerinden çıktıktan sonra ekonomik ve sosyo-psikolojik anlamda ciddi sorunlar yaşamışlardır.
Bu gençler, 1960 ve 1970’li yılların kabadayıları ve babalarının aksine daha eğitimli, askeri ve gerilla savaş teknikleri açısından da oldukça donanımlıydılar.
Onlara göre, bir zamanlar uğruna savaştıkları ve canlarını feda etmekten çekinmedikleri ve adeta bir baba olarak gördükleri devlet kendilerini vatanı bölmek ve parçalamak isteyenlerle ve askere ve polise kurşun sıkanlarla aynı kefeye koymuş, mahkûm etmiş ve acımasız işkencelere maruz bırakmıştı.


1980 ve 1990’lı yıllar mafya tipi organize suç örgütlerinin faaliyet alanlarını alabildiğince genişlettiği bir dönemdir.
Özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren organize suç grupları dünyadaki gelişmelere ve küreselleşmeye ayak uydurmaya başlamış ve geleneksel mafyadan girişimci mafyaya geçişler başlamıştır.
Bu dönemde ayrıca, gücün, zenginliğin ve prestijin sembolleri sayılabilecek yeni yaşam tarzları da mafya grupları tarafından benimsenmiştir.
Lüks arabalara binmek, şık gezmek, lüks dairelerde oturmak, lüks otel ve lokantalara gitmek, tanınmış sanatçı ve mankenlerle birlikte olmak, katıldıkları sünnet, nişan ve evlilik törenlerinde pahalı hediyeler takmak, artık mafya tipi bir yaşam kültürünün temel karakteristiklerinden olmuştur.

İçinde bir milletvekili, bir polis müdürü ve bir de adli makamlarca aranan organize suç örgüt elemanının bulunduğu Mercedes marka otomobilin Balıkesir’in Susurluk ilçesinde kaza yapması sonucunda, polis müdürü ile aranan kişi ölmüş, milletvekili ise sağ olarak kurtulmuştu.

O günden sonra, çok uzun bir süre, Türkiye’nin en önemli gündem konularından biri haline gelen ‘Susurluk kazası’, başta organize suçlar olmak üzere pek çok konuda adeta bir referans kaynağı haline gelmiştir.
Susurluk kazası ülkedeki politik ve bürokratik yozlaşmayı bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.
Çok tanınan, 55. Hükümetin dağılmasına neden olan ve polis tarafından aranan bir suçlunun, çok tanınmış bir siyasetçi ve polis müdürüyle aynı arabada olmasının nedenleri ve bu birlikteliğin boyutları çok uzun bir süre kamuoyunu meşgul etmiştir.
Türkiye’de ‘organize suç’ ve ‘mafya tipi yapılanmalar’ uzun yıllardır var olmakla birlikte, ciddi anlamda, devlet
yetkilileri ve kamuoyunun gündemine ‘Susurluk kazası’ olarak bilinen bir olayla gelmiştir


ORGANIZE SUÇ ÖRGÜTLERININ ORTAK ÖZELLIKLERI

Avrupa Organize Suçlarla Mücadele Çalışma Grubu’nun 28-31 Mart 1996 yılında, Almanya’nın Leipzig kentinde yaptığı toplantılarda, organize suç örgütlerinin ortak özellikleri tespit edilmiştir.

Buna göre organize suçlar (Avrupa Konseyi Raporu 1999):

1. Ekonomik kazanç amacını taşırlar.
2. Hiyerarşik bir yapı gösterirler.
3. Sınırlı üyelik sistemi vardır.
4. Devamlılık gösterir ve zamanla sınırlı değildir.
5. Yöntem olarak şiddet ve rüşveti ağırlıklı olarak kullanırlar.
6. Faaliyetlerinde uzmanlaşma ve iş bölümü vardır.
7. Tekelci zihniyet taşırlar.
8. Açık ve belirgin kurallara sahiptir.

Organize Suç Örgütlerinin Asıl Amacı Ekonomik Kazanç Elde Etmektir

Organize suç örgütlerinin en önemli amacı ekonomik kazanç elde etmektir.
Bu nedenle onların politik hedefleri yoktur ve ideolojik kaygı ve endişelerle hareket etmezler.
Siyaset sahnesinde yer almak, bazı siyasilerle yakın ilişki kurmak, seçim zamanlarında kendilerine yakın gördükleri siyasi şahsiyetlere destek vermek bu örgütlerin faaliyetlerinin bir parçası olabilir, ancak burada içinde bulundukları yasa dışı faaliyetler için kendilerine bir destek ve yasal soruşturmalar karşısında korunma sağlayabilmek amacı yatmaktadır.
Yaşadıkları ve vatandaşı bulundukları ülkenin rejimini değiştirme, rejim ve siyasi yapılanma karşıtı propaganda ve eylemlere girişme gibi herhangi bir düşünce ve amaç taşımazlar.


Buna karşılık bir terör örgütünün en önemli hedefi ise siyasi kazançtır.

Ekonomik kazanç ikinci derecede önemlidir ve asıl hedefe ulaşabilmek amacıyla ihtiyaç duyulan bir finansal araç olarak görülür.
Bu husus, organize suç örgütleriyle terör örgütlerini birbirinden farklı kılan en önemli ve en belirgin özellik olarak görülmektedir.

Organize Suç Örgütleri Hiyerarşik Bir Yapı Gösterirler

Organize suç örgütlerinde üyeler arası ilişkilerde ve sorumlulukların paylaşılmasında hiyerarşik bir yapı vardır.
Bu yapı içinde üç veya daha fazla sürekli ve kalıcı konumun (makamın) bulunduğu dikey bir emir komuta zinciri bulunur.
Bu emir komuta yapısı içerisinde yer alan her bir konum kendinden daha aşağı konumlarda yer alanlar üzerinde otorite ve yetkiye sahiptir.
En tepede, planlar› yapan, emirleri veren, örgütün sevk ve idaresinden birinci derecede yetkili ve sorumlu olan bir lider bulunur.
Liderden sonra üst ve orta düzey yöneticiler ve en altta da işleri pratik olarak sahada yapanlar ve silahlı kanat personeli bulunur.
Özellikle büyük çaplı örgütlerde güvenlik güçlerinin örgüt liderine ulaşmasını engellemek için liderle diğer elemanlar arasında aracılar kullanılır.
Aracı, örgüt içinden ve dışından lidere karşı gelebilecek her türlü tehdit ve tehlikelere karşı adeta bir kalkan görevi görür.
Hiyerarşik yapı katı bir disiplin, mutlak itaat ve koşulsuz sadakat yoluyla sağlamlaştırılır.
Organize suç örgütlerinin hepsinde aynı ölçüde dikey bir hiyerarşik yapılanma bulunmamaktadır.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Suç Önleme Merkezi’nin 16 ülkede 40 organize suç örgütü üzerinde yapmış olduğu bir araştırmada, söz konusu suç gruplarının 2/3’ünde belirli ölçülerde

hiyerarşik bir yapının mevcut olduğu, ancak geriye kalanların ise gevşek bir yapılanma
sergilediği tespit edilmiştir

Organize Suç Örgütlerinde Sınırlı Üyelik Vardır

Organize suç örgütleri kendilerine katılmak isteyen kişiler konusunda çok hassas davranmakta, kimlerin üyeleri olabilecek yeterliliğe sahip olduğu hususunda önemli sınırlamalar getirmektedir.
Organize suç gruplarına üyelik büyük çoğunlukla akrabalık, etnik köken, bölgecilik, hemşerilik, ırk, ideolojik birliktelik, arkadaşlık ve sabıkalı olmak gibi güven sağlayıcı unsurlar ile sınırlandırılmaktadır.
Üyelik kriterleri konusunda örgütler çok sıkı prosedürler uygulamakla birlikte her örgüt ve suç türü için böyle bir uygulaman›n olduğunu söylemek oldukça zordur.
Suç gruplarının üye sayısı büyük farklılık göstermektedir.
Kimi gruplar 5-10 üye ile faaliyet gösterirken bazı büyük örgütlerin üye sayısı 1000’leri geçmektedir.

Organize Suç Örgütlenmeleri Devamlılık Gösterir ve Zamanla Sınırlı Değildir

Üyelerin ayrılması,ölmesi, ilk baştaki kurucu liderin yerine bir başka liderin doğal olan yollardan geçmesi örgüt faaliyetlerinin sona ermesi için yeterli engeller değildir.
Devamlılık için şartlar ne olursa olsun örgütü ayakta tutabilecek üyelerin varlığı kaçınılmazdır.
Bu nedenle yetenekli, üstün vasıflı kişilerin örgüt üyesi olmaları ve böylece çok uzun yıllar, sonraki nesilleri de içine alacak şekilde, örgütün ayakta kalması ve gücünü hissettirmesi istenir.

Organize suç yapılanmaları esnektir ve süreklidir.

Esnek, enformel ve yatay ilişkiler ağının etkin olduğu organize suç örgütlenmelerinde süreklilik unsuru katı ve formel organizasyonlara göre çok daha kolaydır.
Bu tür örgütler maksimum kazanç elde etmek amacıyla üyeler arasında teknolojinin son ürünleri kullanılarak (mobil telefonlar ve internet) sağlanan anlık iletişim sayesinde yasadışı faaliyetlerde çok etkilidir

Organize Suç Örgütleri Yöntem Olarak Şiddet ve Rüşveti Kullanırlar

Organize suç örgütlerinde şiddet ve rüşvet başta olmak üzere yolsuzluk en çok rağbet ve kabul gören yöntemlerdir.
Şiddet ve rüşvetin kullanılmasında pratik zorlukların dışında hiçbir yasal ve etik sınırlamayı dikkate almazlar.
İhalelerde rakipleri yıldırmak, çek-senet tahsilinde borçlu kişiden parayı almak, haraç için gerekli korku ve yılma ortamını sağlamak, yasa dışı kumar ve fuhuş sektörünü denetim ve kontrol altında tutabilmek, kaçakçılık faaliyetlerini organize edebilmek için bir yaptırım öğesi olarak başvurulan en etkili ve kısa yol “şiddettir” (yaralama, tehdit, adam öldürme ve adam kaçırma).
Zor ve kaba kuvvet kullanma yöntemi, fırsatı ve bunu yapabilme gücü mafya liderini toplum içerisinde ayrıcalıklı kılar.
Şiddetin zamanında ve etkili olarak kullanılamaması veya hiç yapılamaması durumunda bunu yapabilecek yeni ve farklı bir mafya lideri ortaya çıkar.
Böylece, şiddet sergileyemeyen mafya liderinin mesleki kariyerini ve egemenliğini sona erdirir, onun piyasasını elinden alır.

Organize suç örgütleri üslendikleri ülke ve bölgelerde başta yasama organı üyeleri olmak üzere devletin önemli kurumlarının üst düzey yetkilileriyle (politikacılar, yargı mensupları, güvenlik görevlileri, cezaevi yöneticileri, bürokratlar, finans sektörlerinin önde gelenleri, sanayici ve işadamları, medya mensupları veya bu kişilerin aile yakınları veya arkadaşları) yakın ilişkiler kurmak suretiyle ve gerektiğinde rüşvet vererek onları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isterler.


Organize Suç Örgütlerinin Faaliyetlerinde Uzmanlaşma ve İş Bölümü Vardır

İster hiyerarşik isterse esnek ve yatay bir yapılanmaya sahip olsun organize suç örgütlerinde fonksiyonel iş bölümü ve uzmanlaşma vardır.
Bu bağlamda her üyenin genelde belirli bir görevi bulunur.
Zaten, fazla sayıda insanın düzenli ve sürekli bir birliktelik oluşturmak suretiyle bir örgütlenme içerisine girmesinin en temel nedeni tek başına işlenmesi çok zor veya imkânsız olan karmaşık fakat çok karlı suçları işleyebilecek bir mekanizma kurmaktır.
Örgüt içerisinde emirleri yerine getiren uygulayıcının konumu genelde çok büyük bir önem taşımaktadır.
Bu kişiler şiddet kullanımı ve adam öldürmenin de yer aldığı çok zor görevleri yerine getirir.
Organize suçlar ile finans sektörü arasında çok yakın bir ilişki vardır.
Bu ilişkinin temelinde suçtan elde edilen paranın aklanarak yasal finans sektörlerine aktarılması amacı yatmaktadır.
Çok büyük veya gelişmiş organize suç örgütlerinde yasa dışı yollardan kazanılan paranın kaynağını gizleme ve bunları yasal yatırımlara dönüştürme konusunda uzman kara para aklayıcısı bulunur.

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLENMELERİNİN TEMEL ESASLARI

Organize suç örgütleri güven esasına dayalı bir örgütlenme sağlayabilmek için özellikle kan bağı, etnik köken, hemşehrilik, arkadaşlık bağları, ideoloji birlikteliği ve ritüel bağlılığı dikkate almaktadır.
1) Kan Bağı
Özellikle İtalya ve Sicilya kökenli mafya tipi organize suç örgütlerinde gördüğümüz aile tipi yapılanmalar, ülkemizdeki örgütlerde de en yaygın karakteristikler den birisidir.
Aile tipi yapılanmaların (ailevi) organize suç örgütlenmelerindeki avantajları, gizlilik ve güven duygusunun en yüksek düzeyde sağlanması, mal ve gelirlerin paylaşımında sorunlara fazla yol açmaması gibi hususlardır.
Bir örgüt içerisinde, ağırlıklı olarak akrabalık ilişkisinin olması, aile dışından hiç kimsenin örgüt içerisinde yer almayacağı anlamına gelmez.
Bir organize suç örgütünün ‘ailevi’ nitelikte olması, o örgütün çekirdek kadrosunun, yani oluşumu başlatan ve yönlendiren lider kadrosunun yakın akrabalık ilişkisine sahip olmasıdır.
Örgütün çekirdek kadrosunu genellikle kan bağı olan kişiler oluşturur.
Tetikçiler ile düşük seviyeli işleri yapan diğer elemanlar büyük çoğunlukla aile dışından kişilerden seçilmektedir.
Örgütün sevk ve idaresi, eylem ve politikalarının belirlenmesi, kaynakların paylaştırılması, ailevi özelliğe sahip çekirdek kadronun kontrol ve yönetimindedir.
Türkiye’de özellikle uyuşturucu kaçakçılığıyla uğraşan büyük çaplı mafya tipi örgütlenmeler, ‘ailevi’ niteliktedir.
Uyuşturucu örgütleri genelde iç içe faaliyet göstermekte ve diğer suç organizasyonları ile irtibatlı hareket etmektedirler.
Bu örgütler birbirleri arasında güç birliği yapmak ve güveni pekiştirmek düşüncesiyle kız alıp vermek suretiyle akrabalık bağı oluşturma veya ‘kirvelik’ gibi uygulamalarla mevcut olan bağı daha da güçlendirme yoluna gitmektedirler

2) Etnik Köken

Organize suç örgütlerinin oluşumunda rol oynayan en önemli unsurlardan birisi de ‘etnisite’dir.
Ortak kültür, dil ve de¤erlerin paylaşılması örgüt elemanları arasındaki uyum, güveni, iletişimi, sadakati ve gizliliği yüksek düzeye taşımaktadır.
Örneğin; Sicilyan Mafyası, Kolombiyan Uyuşturucu Kartelleri, Japon Yakuzaları, Çin Triadları, Rus Mafyası, Nijeryalı Suç Grupları gibi. Mafya grupları Türkiye’de de etnik kökene dayalı olarak Kürt Mafyası, Gürcü Mafyası ve Karadeniz (Laz) Mafyası şeklinde etnik özelliklere atışa bulunulmak suretiyle tanımlanmaktadır.
Amerika’ya göç eden İtalyan kökenli kişilerin büyük bir çoğunluğunun mafya tipi yapılanmalarla ilişkili olduğu ve İtalyan güvenlik güçlerinin yoğun baskısı ve Sicilya’daki mafya grupları arasında meydana gelen kanlı çatışmalar nedeniyle ülkeyi terk etmek ve
Amerika’ya göç etmek zorunda kaldıkları tespit edilmiştir

3) Hemşerilik

Akrabalık bağının yanı sıra Türkiye’deki organize suç örgütlenmelerinde dikkat çeken bir diğer yapılanma şekli de ‘hemşehrilik’ ilişkisine dayanmaktadır.
Bu tip yapılanmalarda örgütü ya da grubu bir araya getiren ve bir arada tutan en önemli faktör, aynı şehrin ya da aynı bölgenin insanı olmaktır.
Büyük kentlere göçlerde “göç ve suçluluk” bağlamında dikkat çeken en önemli unsur yeni kentsel yaşama uyumda sorun yaşanmasıdır.
Örgüt liderinin yakın çevresinde çoğunlukla hemşehrileri yer alır.
Bunların dışında istisnai olarak farklı yerlerden gelen insanlar bulunmaktadır.
Tüm örgütlenme yapısı, bu temel faktör üzerine kurulduğu gibi, bu hemşehrilik ya da bölgecilik esası, partito (nüfuzlu kişilerle) ilişkilerinin kurulması ve sürdürülmesini de kolaylaştırır.

4) Yasal Boşluk ve Yetersizlikler

Organize suçlara ilişkin yasal boşluklar aşağıdaki formatlarda olabilmektedir (Beare’den akt. Güvel, 2004):

• Organize suçluluğu düzenleyen yasal normların olmaması.


• Bu konulardaki mevcut yasal normlarn zayıf ve yetersiz olması.


• Özellikle geçiş dönemlerinde mevcut yasal normların birbiriyle çelişmesi ve çatışması.


• Devlet mekanizmasının zayıf yapılanması nedeniyle, yasal normların yeterince uygulanamaması.


5) Yasaklamalar

Yasa dışı piyasaların oluşmasında ve organize suç gruplarının bu söz konusu piyasalarda etkin konuma gelmesinde rol oynayan başlıca uygulamalar şunlardır (Güvel, 2004):

• İthal ürünlere yüksek düzeyde sınırlama veya vergi yükü getirilmesi.


• İnşaat, turizm, ticaret veya mesleki uzmanlık gerektiren bazı alanlarda lisans ya da izin sınırlamalarının getirilmesi.


• Fiyat kontrolleri, teşvik, kota veya benzeri değişimi sınırlayıcı müdahalelerin yapılması.


• Mali piyasalara ilişkin düzenlemelerin çok fazla ve vergi sisteminin karmaşık olması.


6) Terörün Varlığı

Terörün yoğun olduğu 1984-1996 yılları arasında devlet kurumları ve yetkilileri üniter devlet yapısının ve kamu güvenliğinin korunması üzerine odaklanmış, bütün dikkatler, kaynaklar ve enerji bu yönde harekete geçirilmiş, organize suç faaliyetleri sıradan asayiş olayları olarak algılanmış bu nedenle de pek fazla üzerine gidilmemiştir.
Bu dönem, koşulların çok elverişli olması nedeniyle, organize suç gruplarının oldukça güçlendiği, faaliyetlerini artırdığı, inanılmaz derecede yüksek gelir elde ettikleri ve aynı zamanda politikacı, bürokrat, yargı mensubu, güvenlik personeli, banka yetkilileri ve diğer ilgili kamu kurum görevlileriyle çok yakın partito ilişkiler kurup geliştirdikleri bir dönemdir.

Organize suç grupları, devlet yetkililerinin bütün dikkatlerini ve enerjilerini terörle mücadeleye yöneltmesini fırsat bilmiş ve kendilerini bu duruma uygun olarak yeniden yapılandırmışlardır.

Bu örgütler ülke içinde de özellikle hazine arazilerini işgal etme, kamu ihalelerini alma ve yasa dışı yollardan ve/veya kolay yollardan çok büyük para kazananlar başta olmak üzere zengin iş adamlarından tehdit, baskı ve şiddet yoluyla haraç alma gibi “yüksek kazanç” getirici suç aktivitelerine yönelmişlerdir

Eğitim ve Öğretim imkânlarının Yetersiz ve Kalitesiz Olması

Organize suç örgütlerine katılan, özellikle tetikçilik yapan örgüt elemanlarının büyük bir kısmının eğitim seviyesi çok düşüktür.
Bu durum, mafya tipi yapılanmalar faaliyetlerinde eğitim seviyesi düşük gençleri çok daha kolay kandırdığının göstergesidir

Çok Çocuklu Aile Yapısı

Çok çocuklu olup da ekonomik anlamda yetersiz olan, çocuklarına yeterli eğitim, bakım ve ilgiyi veremeyen ailelerde maalesef çocukların bazısı organize suç veya terör örgütlerinin ağına düşmüştür.
Çocukluklarında yaşadıkları travma, fakirlik ve ezilmişlik duygularının da etkisiyle bu gençler büyük bir hırsla kendilerini ispatlama, iyi imkanlara sahip olma ve sınıf atlama duygu ve düşünceleriyle gözleri kapalı bir şekilde örgütlere katılmışlardır.
Bu kişilerden bazısı toplumu, geçmişlerindeki olumsuz süreç ve içinde bulundukları durumun asıl sorumlusu olarak görmüştür.

ÜNİTE SONU :)





ÜNİTE-8

TERÖRİZM


A) TERÖRİZMLE İLGİLİ KAVRAMLAR


a) Siyasal şiddet

 Şiddet genel anlamda bir fiziki güç kullanmadır.
 Siyasal şiddet geniş anlamda; “Amacı, hedef ve kurbanların seçimini çevreleyen koşullar, uygulamaya konuluşları ve etkileri itibariyle siyasal anlam taşıyan veya taşıyabilecek, yani toplumsal sistem üzerinde sonuçlar doğurabilecek, bir uzlaşma durumunda ötekilerinin davranışlarını değiştirmeye yönelik karıştırıcı, yıkıcı ve zarar verici eylemler” olarak tanımlanabilir
 Siyasal şiddeti; “siyasal amaçlarla mallara ve kişilere karşı hukuka aykırı güç kullanma veya güç kullanma tehdidi olarak tanımlamaktadır.

Siyasal şiddet; siyasal bir çevrede rejime, rejimin aktörlerine ve politikalarına karşı yöneltilen her türlü organize olmuş örgütlü saldırıdır.

 Siyasal şiddet yöneldiği hedefler, seçtiği kurbanlar, çevresel koşullar, eylem türü, eylem yöntemi ve yol açtığı sonuçlarıyla siyasal önem taşıyan, toplumsal karışıklık meydana getirme, kaos oluşturma, kitleleri provoke etme, maddi ve manevi zarar oluşturma amaçlarını taşır,
 Siyasal şiddet oldukça karmaşık ve çok yönlü bir olgudur.
 Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinden başlamak suretiyle, silahlı saldırı, bombalı eylemler, polisle çatışma, ayaklanma ve iç savaşa kadar uzanan bir yapıyı ifade eder.
 Fransız düşünür Channes’in tanımlamış olduğu kolektif şiddet kavramı siyasal şiddet olgusunun anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
 Kolektif şiddet üç farklı yapıda açıklanmaktadır.
 Bunlardan birincisi, vatandaşların iktidara karşı olan şiddetidir.
 Şiddetin bu çeşidi terör ile birlikte grevler ve ihtilallar şeklinde ortaya çıkmaktadır.
 Kolektif şiddetin ikinci türü, birincinin tersi olarak, iktidarların vatandaşlara karşı uygulamış olduğu şiddeti içermektedir.
 Bu durum ise devlet terörü ve endüstriyel şiddet şeklinde kendini göstermektedir.
 Son olarak ve son aşamada şiddet halk ayaklanması ve iç savaş olarak belirmektedir

 Siyasal şiddetin temel nitelikleri beş başlık altında toplanabilir. Bunlar şunlardır

1. Şiddet, karmaşık bir yapının sorunlu bir sonucudur. Bazen kimin asıl sorumlu olduğunu bulmak oldukça zordur. Devleti, devlet yetkililerini, uygulanan politikaları ve karmaşık ilişkiler ağını içine alan bir geniş nedenler ve sorumlular halkası bulunur.

2.
Şiddet zamana ve teknolojik gelişmelere göre değişik araç ve yöntemlerden yararlanır. Sıradan eylemlerin yanı sıra teknolojideki gelişmelere paralel olarak çok özgün, sofistike yöntemlerden yararlanmak suretiyle de eylemler gerçekleştirilir.


3.
Şiddet zamana yayılarak gerçekleştirilir. Şiddet eylemlerinde, tek bir seferde yapılıp sona erdirme yoktur, devamlılık vardır. Belirli bir stratejik plan çerçevesinde bireylerde, toplumda ve devlet yetkililerinde kalıcı izler, gerilim, korku ve panik havası oluşturmak için kademeli olarak, belirli zaman aralıklarıyla eylemler yapılır.


4.
Verilmesi amaçlanan zararlar çeşitlilik gösterir. Yaralama, can kaybı, büyük korku oluşturma, ağır veya hafif maddi ve manevi zararlar, doğrudan ve dolaylı mağdur kitlesi oluşturma gibi çok farklı şekillerde zarar meydana getirilir.


5. Şiddet, kendini meşru gösterme arayışındadır. Şiddet, özellikle ideolojik şiddet, varlığını devam ettirmek, tabanını zinde tutmak ve genişletmek, eylem kapasitesini aktif kılmak için her zaman bir meşruiyet arayışı içindedir


b) Terörizm

 Türkçede karşılığı “korku, dehşet ve tedhiş” olan terörizm kelimesi Latince’den türetilmiştir.
 Terörizm, terörü belirli bir siyasal amaç doğrultusunda sürekli ve sistemli bir şekilde kullanmayı benimsemiş örgütlü bir stratejik anlayıştır .
 Terörizm, mevcut siyasi yapıyı değiştirmek amacıyla belirli bir örgüt tarafından sistemli olarak uygulanan ve halkı paniğe sokan şiddet eylemleridir.
 Bireylerin ya da azınlıkların kişilere, mallara ya da kurumlara yönelik olarak şiddete dayanan siyasal amaçlı eylemlerinin hepsi (cinayet, adam kaçırma, gasp, sabotaj, patlayıcı kullanma gibi) terörizm olarak adlandırılabilir.

Terörizm, siyasal şiddet türlerinden sadece birisidir.

 Bununla birlikte, genelde siyasal şiddet denildiğinde akla ilk önce terörizm gelir.
 Terörizm, bu anlamda, siyasal şiddetin adeta özel uygulamasıdır. Terörizm kelimesinin geçmişi Fransız ihtilalının uzanmaktadır. Fransız ihtilalinden sonra Robespierre’nin yaptığı haksız tutuklama, baskı ve keyfi vergi uygulamalarından oluşan yapı terör rejimi olarak adlandırılmıştır
 Gençlerin sokaklarda kavga etmesi, sokakların güvensiz hale gelmesi sokak terörü; trafik kazalarının yoğun, can ve mal kaybının yüksek seviyede olması trafik terörü olarak tanımlanabilirken bunlar asla terörizm kapsamında değerlendirilemez.
 Laqueur’un 1977 yılında söylemiş olduğu “Terörizmin detaylı, kapsayıcı ve üzerinde görüş birliği sağlanmış olan bir tanımını yapmak için yapılan tartışmalar daha uzun bir süre devam edecek ve herhangi bir uzlaşmayla sonuçlanmayacaktır” şeklindeki görüşü hala geçerliliğini korumaktadır
 Terörizm, çok geniş bir yelpazeye sahip olan siyasal şiddetin özel bir türüdür.

Terörizm, genel bir ifadeyle, belirli bir hedefe ulaşmak için siyasal nitelikli mücadele içeren ve temel insan haklarını çiğneyen dehşetli şiddet eylemidir.

 Ergil’e (1980:1) göre terörizm; “kaçırmadan cinayete kadar uzanan ve amacı sindirme olan şiddet eylemlerine verilen addır.
 Belirli bir siyasi yapıyı değiştirmek amacıyla belirli bir örgüt tarafından sistematik olarak uygulanan ve kitleleri paniğe sokan şiddet hareketleri terör eylemleri veya terörizm olarak tanımlanmaktadır
 Bal’a göre (2006:33) terör: “stratejileri bakımından modern çağın bir ürünüdür.
 Olayların büyümesi ile birlikte şehirlerde korku, panik, asayişsizlik, yağmalar, linçler, komplolar, tuzaklar ve suikastlar meydana gelmiştir.

 Halkın göstermiş olduğu bu tür tepkiler “terör paniği” olarak tanımlanmıştır.
 Mevcut siyasi sisteme ve idareye karşı ihtilalcıların kurmuş olduğu siyasi bir örgüt olan “Jakobenler” kendilerini tanımlarken “terörist” terimini kullanmışlardır.
 Jakobenlerin lideri Fransız devrimci devlet adamı Maximilen Robespierre’nin önderliğinde 1785-1794 yılları arasında gerçekleştirilen terör eylemleri dönemi sonunda 10 Haziran 1794 tarihinde çıkarılan bir kanunla İstiklal Mahkemelerinde kurulmuştur.

Terörizm kavramı ilk defa Fransa’da 1785-1794 yıllarında uygulanan terör döneminde ortaya çıkmış ve Fransız ihtilalı sırasında siyasal ve sosyal eylemleri tanımlamak üzere Jakobenler tarafından kullanılmıştır

 Jakobenler” kendilerini tanımlarken “terörist” terimini kullanmışlardır.
 Ancak burada kullandıkları terörist kelimesine olumlu bir anlam yüklemişler, haksızlığa, adaletsizliğe, baskı ve zulüme baş kaldıran özgürlük savaşçıları ve fedaileri anlamını ifade bir anlayış ortaya koymuşlardır.
 Terörizm, 20. Yüzyılda da kendisine uygun bir ortam bulmuştur.
 Bu dönemde terörizme esas teşkil eden unsurlar, ideolojiler olmuştur
 2000’li yıllar uluslararası terörün zirve yaptığı bir dönemdir.  terörizmin temel amacı ve işlevi, ideolojisine düşman olarak gördüğü siyasi sisteme tabi olarak yaşayan toplumu korkutmak, yıldırmak ve huzursuz etmek olmuştur.
 19. Yüzyıldaki terör daha çok yeni ortaya çıkan sanayileşme ve kentleşmesini devam ettiren batı ülkelerindeki alt sınıfın (işçileri) oluşturduğu kitlesel eylemlerden kaynaklanmıştır.
 Toffler’in; “Toplumlarda hoşnutsuzlukların oluşturduğu küçük grupların varlığı kaçınılmazdır.
 Ancak siyasi sistem, dengesini ve gücünü koruduğu sürece bu durum çok da fazla korku verici olarak kabul edilmemektedir” demek suretiyle terörizm için her zaman belirli şartların elverişli bir şekilde var olacağına işaret etmektedir.
Soğuk Savaş döneminde terör önemli ölçüde devletlerin himayesi altına girmiş ve uluslararası siyasi, ekonomik ve askeri güç rekabetinde kullanılan bir araç haline dönüşmüştür


c) Uluslararası Sözleşmelerde Terörizm

 Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) 1935 yılında Kopenhag Konferansı’nda “Terörün Önlenmesi ve Cezalandırılması” ile “Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulması” hakkında iki önemli sözleşme metni ortaya koymuştur.
 Bu sözleşmeler daha sonra 16 Kasım 1937 tarihinde Cenevre’de imzalanmıştır.
 İmzalanan bu sözleşmeye göre terörizm; bir devlete karşı ve belli kişi ya da gruplar veya toplumun bütünü üzerinde belli bir niyetle ve planlı olarak terör durumu yaratılmasına yönelik suçlar” olarak tanımlanmıştır

d) Terör

 Terör, dehşete düşürmek, korkutmak ve korkutup kaçırmak anlamına gelen Latince kökenli “terrere”den türetilmiştir.
 Terör, Türkçe’de aşırı korkuya neden olan, yakmaya ve yıkmaya yönelik, şiddetli kızgınlık ve öfke hali durumlarını ifade etmek için de kullanılmaktadır.
 Terör, Latince’den alındığı 13.Yüzyıl’dan itibaren bireysel psikolojik ruh hali olan korku durumunu ifade etmektedir.
 Ansiklopedik Siyasi Terimler ve Örgütler Sözlüğü’ne (1993:124) göre terör; “kamu otoritesini veya toplum yapısını yıkmak için girişilen korku ve yılgınlık yaratan şiddet hareketleri” olarak tanımlanmaktadır.

Araştırmacı, akademisyen ve yazarlar açısından ise terör, özü itibariyle toplumsal bir olgu olarak görülmekte ve politik amaçlar doğrultusunda şiddet kullanarak veya kullanma tehdidinde bulunarak geniş halk kitlesinde korku ve güvensizlik havası yaratmaya yol açan eylemler olarak anlaşılmaktadır.

 İslam tarihinde ikinci Halife Hz. Ömer, üçüncü Halife Hz. Osman ile dördüncü Halife Hz. Ali siyasi amaçlı işlenen terör eylemleri (suikastlar) sonucu şehit olmuşlardır.
 Roma İmparatoru Sezar’ın siyasi rakipleri tarafından öldürülmesi de aynı şekilde bir terör olayıdır.
 Sicariiler, tarihin bilinen ilk terör örgütlerindendir

e) Terörizm ile Terör İlişkisi

 Terör ile terörizm ayrı kavramlar olmakla birlikte bu iki kavram aynı anlamda kullanılmaktadır.
 Türkçe literatürde terör çoğu kez terörizm kavramı ile birlikte ‘yıldırma, tedhiş, tedhişçilik, korku salma’ sözcükleriyle birlikte kullanılmaktadır.
 Terörizm, siyasal amaçlar doğrultusunda planlı ve isteyerek meydana gelirken; terör her zaman iradi bir şekilde ortaya çıkmayabilir.
 Ancak, günümüz konuşma dilinde bu iki kavram arasındaki fark tamamen ortadan kalkmış gibidir.

Terörün özünde umutsuzluk psikolojisi vardır.

 Bu nedenledir ki bazı dillerde terör eylemlerini gerçekleştirenler İspanyolca kökenli ‘desparados’, yani ‘umutsuzlar’ sıfatı ile tanımlanır.
 Bu iki kavramı birbirinden ayırmak isteyen Bal (2006:8) şöyle demektedir: “Terör, kısaca silahlı eylemler marifetiyle kendini ve davasını duyurma; terörizm ise, bu eylemleri savunan, stratejilerini anlatan, aktaran, geliştiren bir düşünce disiplini veya akımıdır.

 Teröristler yer altına girer, gizlilik içerisinde çalışır, eylemlerini yapar ve sonuçta bu eylemlerinin amaçları doğrultusunda propagandaya yönelir.
 Terörizm ise bu aşamadan sonra devreye girer.
 Terörle terörizm çoğunlukla karıştırılır, ancak birincinin stratejik eylem, ikinci kavramın ise stratejik söylem olduğunu belirtmek gerekir”.

Terörizm, politik hedeflere ulaşmak için katı bir hiyerarşik örgüt yapısı içerisinde sürekli bir şekilde terör eylemlerini temel bir yöntem olarak benimseyen bir stratejik konsepttir.


 Terör, büyük çaplı korku veren ve bireylerde yılgınlık meydana getiren eylem durumunu, silahlı eylemler yoluyla örgütünü ve davasını duyurmayı ifade eder.


Terörizm ise, siyasal amaçlar için mevcut siyasi sistemi yasa dışı yollardan değiştirmek amacıyla örgütlü, silahlı, sistemli ve sürekli terör eylemlerini kullanmayı bir strateji olarak benimseme durumunu tanımlar.

 Bu anlamda terörizm, terör eylemlerini savunan, stratejilerini anlatan, aktaran, geliştiren bir düşünce disiplini veya akımıdır da denebilir.

f) Siyasi Suç

 Üzerinde görüş birliği sağlanmış bir terör tanımının olmamasının nedenlerinden biri de “terör suçlarıyla” “siyasi suçlar” kavramlarını birbirinden ayırmadaki zorluktur.
 Kendi ülkesinde terörist olarak görülen birçok kişi diğer bazı ülkelerde “düşünce suçlusu” veya “siyasi suçlu” olarak tanımlanabilmektedir

g) Anarşi, Anarşist ve Anarşizm

 Anarşi, anarşist ve anarşizm kavramları Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi’nde (1986) şöyle tanımlanmaktadır:
“Anarşi:

1) Hükümetsiz kalan ya da iktidarın, karşıt siyasal, ekonomik ve toplumsal güçler arasında uzlaştırma görevini artık yerine getiremediği bir toplumun durumu,

2)Kuralsızlık, yönlendirici bir ilkenin bulunmaması ya da bu ilkelere uyulmaması yüzünden bazı etnik alanlarda ortaya ç›kan düzensizlik ve kargaşa durumu.


Anarşist:
1)
Anarşizmi savunan, bu öğretiyi destekleyen ve onun için mücadele eden kişi,

2)Otoriteye baş kaldıran, her türlü vesayeti ve kuralı reddeden kişi.


Anarşizm: Bireyin her türlü devlet vesayetinden kurtarılması gerektiğini ileri süren siyasal görüş.” Tam ve sınırsız bireysel özgürlükten yana olan anarşizm hiç bir şekilde örgütlenmeyi kabul etmemekte, örgütlenmenin her türlüsünü reddetmektedir.


h) Gerilla ve Gerilla Savaşı

 Terörizm ile ilgili en dikkat çeken kavram karmaşası terörist ile gerilla (özgürlük savaşçısı) arasında yaşanmaktadır.
 Kamuoyunda çoğu kez gerilla ile terörist kavramları aynı anlamda anılmakta ve kullanılmaktadır.
 Bu iki kelime hukuki, felsefi, politik ve ahlaki olarak birbirinden çok farklıdır.
 Terörist, terörizmi savunan ve belirli siyasi amaçlar doğrultusunda korkutmak, sindirmek ve yıldırmak amacıyla şiddet kullanan, en basit ifadeyle, terör eylemlerinde bulunan kişi demektir.

Terörist, terörizmle ilgili, tedhişçi, terör yapan, terörizm yanlısı, terör eylemlerine katılan olarak da tanımlanabilmektedir.


Gerilla ise, ülkesi yabancı ülke askerleri tarafından işgal edilmiş halkların içinden çıkan ve profesyonel asker olmayan sivil savaşçılardır.

 Teröristler asker sivil, yaşlı çocuk, kadın erkek ayrımı yapmaksızın kasten herkesi hedef alırken gerillalar askeri kurallara uyarlar, ülkelerini işgal eden askeri birliklere (askerlere ve onların bulunduğu tesislere) yönelik saldırı gerçekleştirirler ve sivil hedeflere karşı eylem yapmazlar
 Gerilla kavramının ilk defa 1808-1813 yılları arasında Napolyonun İspanya’yı işgalindeki direniş esnasında ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
 Gerilla savaşı ya da gayri nizami harp, bir savaş tarzı olarak savaşın kendisi kadar tarihsel bir geçmişe sahiptir.
 Bununla birlikte, gerilla savaşının özellikle 1940’lı yıllardan itibaren günümüze kadar gelen süreçte yeniden önem kazandığı görülmektedir.
 Mao, gerilla savaşının siyasi boyutları üzerinde en yoğun şekilde kafa yoranlardan birisidir.
 Mao, bu bağlamda, köylü sınıfını, devrimci mücadelenin lokomotifi olarak görmüş ve kırsalda gayri nizami silahlı mücadele kavramını kapsamlı bir şekilde geliştirmiştir.
 Ağustos 1949 tarihli ‘Cenevre Sözleşmeleri Ek Protokol 1’e göre teröristler, ‘imtiyazsız savaşçı’ statüsünde değerlendirilmekte ve savaş suçluları statüsünden farklı konumda bulunmaktadır.

Siber Terörizm

 Siber terörizm, siyasi bir motivasyonla, önceden planlanan, neticede toplumlarda korku ve endişe yaratmayı hedefleyen bilgisayar ve bilgisayar sistemleri ile internet teknolojisi ve imkânlarına yönelik yap›lan eylemler olarak tanımlanabilir.
 Terör örgütleri siber ortamda en çok internetin sağlamış olduğu imkânları kullanırlar.
 Bu yol daha çok propaganda, eğitim, haberleşme, bilgi toplama ve sanal saldırı amaçlı olarak kullanılmaktadır
 Siber suç ile siber terörizm arasında benzerlik olmakla birlikte ikisi birbirinden farklıdır.
 Bu farklılıklar eylemin şiddeti, nedenleri, motivasyonu, hedefleri ve failleri açısından değerlendirilmektedir.
 Bununla birlikte en önemli ayırt edici unsur siber terörizmin siyasal bir amaç, siber suçun ise kişisel bir nedenle (büyük çoğunlukla ekonomik çıkar) yapılmasıdır.

TERÖRİZMİN UNSURLARI

 Kimi yazarlara göre terörizmin dört temel unsuru vardır.
 Bunlar mağdur, motif, kast ve yöntemdir.
 Terör sadece belirli makamda bulunan, toplumsal, siyasal konumları olan kişileri değil masum insanları da hedef alır.
 Terör saldırısının motifi, ideolojik bir özellik taşır ve politiktir.
 Siyasi, askeri, etnik, ideolojik veya dinsel amaçların başarılması hedeflenir

 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre terörizmin temel unsurları: belirli bir ideolojiye sahip olunması, illegal bir örgütlenmenin olması ve silahlı şiddet eylemlerine başvurulması olarak tanımlanmıştır

 1972 yılında BM Genel Kuruluna sunduğu “Belirli Bazı Milletlerarası Terör Eylemlerinin Cezalandırılması ve Önlenmesine Dair Sözleşme Taslağı” ile terörizmin uluslararası olma boyutu ortaya konmuş ve bu görüş uluslararası camiada kabul görmüştür.
 Terörizm, zaman içerisinde ve ülkeler arasında farklı anlamlar ifade etmekle birlikte genel olarak belirli ortak özellikleri taşır.

Terörizmin başlıca unsurlarını dört başlık altında özetlemek mümkündür.

 Bunlar: İdeoloji, şiddet, örgüt ve uluslararası olma unsurlarıdır.

1) İdeoloji Unsuru

 İdeoloji, Latince ‘eidos’ ve ‘logos’ kelimelerinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir kavramdır.
 Çok kısa bir ifadeyle ‘fikirlerin bilimi’ anlamındadır.
 Bu yönüyle ideoloji, fikirlerin nasıl oluştuğu, benimsendiği ve bu fikirlerin kendi aralarında nasıl bütünleştirilip kendi içinde tutarlı, uyumlu bir sistemler bütünü haline getirilmesiyle ile ilgili bir kavramdır.
 İdeoloji, siyasi veya toplumsal bir doktrin meydana getiren ve bir hükümetin, partinin veya sosyal sınıfın politika ve faaliyetlerine yön veren düşünce ve görüşler sistemi olarak tanımlanabilir.

 İdeoloji kavramını ilk kez Fransız düşünür Tracy’nin kullandığı ifade edilmektedir.

 Tracy’den yaklaşık 50 yıl sonra ise Marks, ideoloji için; “bir insan›n ya da toplumsal bir grubun zihninde egemen olan fikirler, tasarımlar sistemi” şeklinde bir tanımlama yapmıştır
 İdeoloji, silahlı bir terör örgütünün en önemli zenginliği, sermayesi ve geleceğe yönelik hayali, düşü olarak kabul edilir.
 Bu hayal, örgüt adına geçmişi, yaşanılan anı ve geleceği açıklar, teröristlerin düşüncelerini ve anlayışlarını şekillendirir, uygun görmedikleri yasalara karşı silahlı mücadeleyi teşvik eder.
 Teröristler, yaşamlarını hiçe saymak ve göz kırpmadan öldürebilmek için peşinden koşacakları bir ideolojiye ihtiyaç duyarlar.

Türkiye’de ve dünyada teröre kaynak oluşturan ideolojileri 3 temel başlık altında toplamak mümkündür.

 Bunlar; Marksist-Leninist İdeoloji, Etnik Milliyetçi ideoloji ve Dini motifli ideolojilerdir.
 Terör örgütü elemanları için, hizmet ettikleri davaları, peşinde gittikleri ideolojileri her şeyleridir.

2) Şiddet Unsuru

 İnsanın olduğu her yerde şiddet de her zaman var olmuştur.
 Baskı, korkutma, eziyet, sindirme, öldürme, cezalandırma ve bunların yanı sıra başkaldırı her toplumda farklı derecelerde ve sürekli bir biçimde, günlük yaşamın bir parçası olma özelliğini hep korumuştur.
 Şiddet kavramı Özdiker (2004:151) tarafından “bedene zor uygulama, bedensel zedelenmeye neden olma, kişisel özgürlüğü zor yoluyla kısıtlama, doğal süreçlere, alışkanlıklara yersiz kısıtlamalar getirme, acımasızlık, haşinlik, tahribat, kişisel duygularda sertlik unsurlarını içeren, kendi içine ya da dışarıya karşı uygulanan davranış biçimi” olarak tanımlanmaktadır.
 Şiddet kavramı aşırı duygu durumu ile birlikte kaba ve sert davranışı; saldırgan, yakan, yıkan, yok eden davranışları, kaba kuvveti, fiziksel gücün kötüye kullanılmasını, bireye ve topluma zarar veren faaliyetleri, taşlı sopalı saldırıları ifade eder (Köknel, 1996:30).

Fransız filozofu Domenach ise şiddet olgusunu 3 önemli açıdan ele alır:

1) Psikolojik anlamda şiddet: Akli, rasyonel olmayan ve çoğunlukla öldürme şeklinde kendini gösteren bir güç patlaması,

 2) Etnik anlamda şiddet: Komşusunun dini ve etnik değerlerine, milliyetine ve hürriyetine yönelik saldırı,


 3) Siyasi anlamda şiddet

 Terör örgütleri amaçlarına ulaşabilmek için şiddetin her türlüsünden maksimum seviyede yararlanırlar.
 Adam öldürme, yaralama, bombalı eylem, suikast, intihar eylemi, yakma ve benzeri türden eylemler hep şiddet eksenli bir özellik gösterir
 Hedef devlet ve sistem olmakla birlikte çoğu kez masum insanlara zarar vermekten kaçınmaz, bunu asıl hedefe giden yolda yapılması gereken meşru eylemler olarak görürler.

Şiddetin üç unsuru bulunur.


Bunlar kaynak, kurban (mağdur) ve hedeftir

 Kaynak, bir kişi veya örgüt olabilir.
 Örgütsel olan bir şiddetin mutlaka belirli bir kadrosu olur.
 Bu kadro hiyerarşik bir yapılanma içerisinde şiddetin varlığına, amacına karar veren yönetici konumundaki kişiler ile belirlenen kurbanlara karşı şiddet eylemlerini gerçekleştiren ajanlardan, elemanlardan oluşur.
 Şiddetin kurbanları bazen özel olarak seçilip bu ajanlara gösterilir bazen de sadece şiddetin türüne ve zamanına karar verilir ve kurban seçimi ajanlara bırakılır.
 Her iki durumda da örgütün üst düzey yöneticisinin (veya yöneticilerinin) istedikleri, ulaşmayı düşündükleri amaçları gerçekleşmiş olur (Ergil, 1980).

Terörün uyguladığı şiddet üç genel özelliğe sahiptir.

 Bunlar şunlardır (Wilkinson, 2002:148-150):
 Birincisi, terör eylemlerinin doğurduğu şiddet hem hedefli hem de rastgele mağdur (kurban) kitlesini hedef alır.
 Burada bilinen bir devlet yetkilisi, kamu görevlisi veya güvenlik personeli şiddetin hedefi olabilecekken bazen de masum halk kitlesi açık bir hedef haline gelebilmektedir (Pazar yerinde gerçekleştirilen bir bombalı eylemin kurbanları gibi).
 İkincisi, şiddetin bireyler ve toplum üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler doğrudan mağdur olanlar ile sınırlı değildir, topluma yayılma özelliği gösterir.
 Mağdurların yakın akrabalarının yanı sıra olayla ilgisi olan olmayan herkes uygulanan şiddetin olumsuz etkilerini hisseder.
 Burada hiç kimse bir sonraki sıranın kendisinde olup olmadığını bilmediği için herkes tedirgin bir ruh hali içinde olur.
 Bu yolla toplumda korku ve panik havası oluşturulmak istenir.
 Üçüncüsü ise, terörizmin uyguladığı şiddet kendisini sınırlayan hiçbir kuralı tanımaz.
 Eylemlerinde insani ve vicdani bir sınırlamaya tabi olmadan, kadın, çocuk, yaşlı demeden şiddeti tam bir keyfilik ve serbestlik içinde kullanır.

3) Örgüt Unsuru

 Terör, var olmak ve yaşamını devam ettirmek için bir örgütlenmeye gerek duyar.
 Örgüt, ortak bir amaç veya işi gerçekleştirmek amacıyla bir araya gelmiş, kişilerin veya kurumların oluşturduğu birliğe, yapılanmaya denir (TDK, Türkçe Sözlük, 1998).
3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre iki veya daha fazla kişinin aynı amaç etrafında birleşmesi halinde bir örgütten söz edilebilmektedir.
 Buradaki örgüt tanımı organize suçlar da dahil olmak üzere her türlü yasadışı örgütlenmeyi içermektedir.
 Terör örgütleri, belli bir örgütsel yapılanma içerisinde aynı amaç etrafında toplanan ve aynı hedefe yönelen kişilerin eş güdüm halinde organize olarak şiddet eylemlerini ve diğer faaliyetlerini gerçekleştirmeleri ile ortaya çıkmaktadır.
 Örgütsel yapılanmalarda eylemlerin planlanmasından gerçekleştirilmesine kadar geçen sürecin her aşamasında farklı kişiler görev almaktadır.
 Bunun için örgüt içinde farklı konum ve rolleri üstlenen çok sayıda eleman bulunmaktadır.
 Örgütün yapısı karmaşıktır ve hücre tipi yapılanma esasına dayanır.
 Örgüt büyüdükçe yapısı daha da karmaşık bir hal alır.

Yasa dışı örgütlenmelerde merkezi yapı, yeraltı örgütü, silahlı birim ve propaganda birimi olmak üzere asgari dört ana unsur bulunur.

 Bu yapı, gizliliği sağlamak ve eylemleri etkin kılabilmek amacıyla oluşturulur.

4) Uluslararası Olma Unsuru

 Uluslararası terörizm genelde iki veya daha fazla ülkenin vatandaşları veya bir devletle diğer bir devletin vatandaşları tarafından işlenen eylemleri içerir.

Terörizm:
1) Yabancılara veya yabancılara ait hedeflere karşı gerçekleştirilirse (turistlerin kaçırılması gibi),


2) Hükümetler veya bir devletten fazla devletin beslediği, desteklediği unsurlarca yapılırsa

3) Bir yabancı hükümetin veya uluslararası örgütlerin siyasetlerini etkilemek için yapılırsa, uluslararası nitelik kazanır

 Yabancı unsurlarla ilişkili olmayan bir terör örgütünün varlığını devam ettirmesi, başarılı
olması imkânsızdır.

Küresel terörizmin devamında rol oynayan unsurlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

• Dünya’daki siyasal istikrarsızlıklar, siyasi bölünmeler ve benzeri koşulların varlığı,
• Modern ve kolay taşınabilir silahlara ulaşma kolaylığı,
• Modern sanayi ve sanayi sonrası toplumların karmaşık ve sorunlu yapıları,
• Terörizmin özgür toplumlarda siyasi sisteme karşı yürütülmesinin totaliter toplumlara göre daha kolay olması,
• Devlet destekli terör yönteminin halen etkili bir araç olma özelliğini devam ettirmesi,
• Terörizmin devamında terör örgütü liderlerinin ve elemanlarının kişisel çıkarlarının bulunması,
• Ortaya çıkan yeni sorun alanlarının varlığı.

TERÖRİZMİN AŞAMALARI

 Terörizm dört aşamalı bir süreçten geçerek hedefe ulaşmayı planlar.
 Bunlar; Hazırlık Aşaması, Örgütlenme Aşaması, Eylem Aşaması ve iç Savaş Aşamasıdır.

a) Hazırlık Aşaması

 Terörizmin ilk aşaması hazırlık olarak tanımlanır ve planlamanın yapıldığı bir dönemdir.
 Bu evrede, terörizmin uygulanacağı toplum yapısı her yönüyle detaylı bir şekilde incelenir, analiz edilir.
 Toplum yapısının zaafları, güçlü yönleri ve hassas noktaları belirlenerek bu doğrultuda eylem sürecinin etkili olmasının alt yapısı oluşturulur.
 Hedef toplumun zayıflatılmasını, provoke edilmesini, ayrıştırılmasını ve sokağa dökülmesini kolaylaştıracak unsurlar belirlenerek buna yönelik planlama yapılması sağlanır.
 Bu aşama aynı zamanda örgüte eleman ve sempatizan kazandırma sürecinin ilk basamağıdır.
 Bu yönüyle bir anlamda örgütsel taban oluşturma, halk kitlesi elde etme çalışmaları yapılır.

b) Örgütlenme Aşaması

 İlk aşamada kazanılan sempatizanlar ve elde edilen veriler değerlendirilerek ikinci aşamaya, yani örgütlenme evresine geçiş yapılır.
 Sempatizan kitlesi içinde dikkat çeken, güven veren ve ümit vaad eden kişiler bir araya getirilerek bir örgüt ruhu oluşturulur.
 Bu dar ve kapalı yapı içinde hem örgütsel eğitim verilir hem de bu kişilerin arasındaki bağların güçlendirilmesi sağlanır.
 Burada elde edilen eğitim ileriye dönük çok büyük bir önem taşımaktadır.
 Sempatizanlar ileride kendilerine verilecek her türlü görevi yerine getirebilecek, kemikleşmiş bir ideolojiye sahip militan adayı olarak yetiştirilir.

c) Eylem Aşaması

 Burada, birinci aşamadan farklı olarak artık silahlı eylemlerin hayata geçirilmesi söz konusudur.
 Bu amaçla gerek şehirlerde gerekse kırsalda bireysel ve toplu silahlı eylemler yapmak suretiyle güvenlik kuvvetleri zaafa uğratılır, yıldırılır, vatandaşların devlete olan güveni zayıflatılır.
 Böylece toplum tam anlamıyla sindirilmek istenir.
 Nitekim artan eylemler ve devletin yetersiz kalması, vatandaşların güvenliğini sağlayamaması sonucunda toplumda ciddi bir moral bozukluğu ve adeta örgütün taleplerine karşı boyun bükme, teslim olma duygusu hâkim olur.
 Özellikle devletin üst düzey yetkililerine, güvenlik personeline karşı silahlı saldırılar düzenlenerek, şehirlerde silahlı eylemler yaparak korku ve güvensizlik atmosferinin toplumda daha kolay bir şekilde yayılması sağlanır.

d) İç Savaş Aşaması

 Son aşama iç savaş halidir.
 Örgütsel amacın son noktasına gelinmiştir.
 O da yönetimi ele geçirmektir.
 İller, ilçeler ve hatta bölgeler ele geçirilerek buralarda örgütün idaresinde yönetimler oluşturulur.
 Güvenlik güçleri ile silahlı çatışmalar yapılır ve bunlardan başarı ile çıkılarak örgüte ait kurtarılmış bölgeler oluşturulur.
 Örgütün yabancı ülke yönetimleri ve istihbarat birimleri ile olan yakın ilişkileri bu aşamada daha belirgin bir hal alır.
 Farklı şekillerde elde edilen yardımlar ile iç savaş başlatılarak yönetimi ele geçirme işi tamamlanmış olur.

FİNAL ÜNİTE SONU :)



 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst