Aöf Türk Dili -2- Dersi 5.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Türk Dili -2- Dersi 5.Ünite Ders Notları

SANATSAL YAZILAR

Türk Dil Kurumunun genel ağdaki Büyük Türkçe Sözlük içinde yer alan Yazın Terimleri Sözlüğü’nde sanat, “Bir duygunun, bir tasarının, bir düşüncenin ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü ve bunların sonunda erişilen üstün yaratıcılık.” olarak tanımlanmaktadır.
Sanat niteliği taşıyan yazılarda tanımda olduğu gibi, bir düşüncenin veya duygunun anlatımında yaratma, yeniden oluşturma söz konusudur. Sanatsal yazılar kurguya dayalı yazılardır.
Yazıların türünün belirlenmesinde konudan çok, konunun ele almış biçimi, yani dilin kullanımı başat değişkendir.
Sanatsal yazılarda, sanatçının iletisi ile okurun anladığı farklı olabilir. Bu tür yazılarda ileti, yaşamla çok yönlü bağlantıları olan, okurun kendine göre yorumlayacağı çok anlamlı bir çağrışımdır. Bu yönüyle okurun donanımlı olmasını, yazınsal sanatları anlamlandırabilmesini gerektirir. Özdemir (2000: 103) bu durumu şöyle ifade eder: ''Yazınsal metinleri okurken, okur olarak yapacağımız bir iş de söylenenlerden söylenmemiş olanı çıkarmaktır. "Bu bağlamda, aşağıda ele alınan sanatsal yazıların tanımlanmasındaki çeşitlilik aslında bu tür yazıların öznelliği ile açıklanabilir.
Sanatsal yazılar, edebî, yazınsal metinler veya kurmaca, kurgusal metinler olarak da ifade edilmektedir.

Sanatsal yazılar, zaman zaman birbirlerinin anlatım tekniklerinden yararlansa da şiir ve düz yazı olmak üzere iki ana türde yazılabilir. Şiir dışında düz yazı ile yazı-lan sanat yazılarının en belirginleri olarak öykü, roman, tiyatro türleri örnek olarak verilebilir. Bir şiir, bir öykü, bir roman ya da tiyatro eseri kendi iç yapısına göre farklılıklar barındırmakla birlikte sanatsal yazıların birbirlerinden etkilendikleri de bir gerçektir. Sözgelimi epik tiyatro gücünü düz yazıdan alır, buna karşılık bazı öykülerde zaman zaman şiirsel özellikler göze çarpar.
Özellikle düz yazıyla kaleme alınan sanatsal yazılarda, yoğun olarak betimleyici ve öyküleyici anlatım biçiminden yararlanılır.

Şii
Ortak bir tanıma ulaşılamayan türlerden biri olan şiir, genel olarak, "Zengin sem-bollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzu¬me, nazım, koşuk olarak tanımlanmaktadır. Şiirin tanımlanan özelliklerine karşı çıkarak şiir yazan şairler, kendileri tanımlar şiiri. Yahya Kemal şiiri kalpten gelen bir durumun dile yansıması olarak nitelerken Recaizade Mah¬mud Ekrem şiiri düşünce, duygu ve hayal olarak kabul eder . Cahit Sıtkı’ya göre "şiir, kelimelerle güzel biçimler kurmak sanatıdır." Şiiri tanım¬lamaya çalışmanın boş bir çaba olduğunu belirten Melih Cevdet’e göre “Tanım akıl işidir. Şiir ise akıl dışıdır." Valery şiiri düz yazı ile karşılaştırmakta ve düz ya¬zıyı yürüyüşe, şiiri raksa benzetmektedir. Valery’nin tanımından yola çıkarak Suut Kemal Yetkin (1969) şiirden düz yazıya düz yazıdan da şiire varılamayacağım, şa¬irin başarısını sözcüklere gerçek anlamlarını unutturan sezişe ve ustalığa bağlar. Nurullah Ataç’ın “Günler geçtikçe şiir şudur şiir budur demekten uzaklaşıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum” demesi şiir anlayışının kişiden kişiye, toplumdan topluma farklılık göstermesi ile açıklanabilir

Sanatsal yazı türleri içinde şiir en eski tür olarak nitelendirilmektedir. Şiirde çağ-rışım, imge, duyular, sezgi, duygular önemli yer tutmaktadır. Anlatım ise düz yazı türlerine göre daha kapalı, söyleyiş daha ritmik ve algılar daha ön plandadır (Gökalp-Alpaslan, 2009: 174). J. Cocteau şiirde gerçeğin imgelerle anlatılması gerekti¬ğini “Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu an-latacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü.” söz¬leriyle ifade eder.
Şiirin düz yazıdan farkları arasında çağrışımlar, imgeler kadar şiirde dizelerin kümelenişi, uzunluk kısalık durumu ve uyak dizilişi gibi yapısal özelliklerdeki farklılık da büyük önem taşır. Biçim olarak adlandırılan bu özelliklerle yani uyak ve ölçü ile şiirde müzikal bir etki yaratmaya çalışır şair. Şairler şiirde müzikal etki¬yi sözcüklerin kullanımıyla da sağlamaya çalışırlar. Bu yönüyle Sabahattin Eyüboğlu (1997: 55) şiiri büyüye, şairi ise büyücüye benzetir.

Günümüzde biçimsel öğeler kullanılmadan serbest şiirler yazılmaktadır. Serbest ölçü ile yazılan bu tür şiirlerde, sözcüklerin uyumu ve değişik çağrışımlarla ortaya çıkacak anlam etkisi önemsenmektedir.
Şiirler içerdikleri konulara göre; lirik, epik, didaktik, pastoral, satirik, dramatik olmak üzere altı türe ayrılmaktadır.

Lirik Şiir

Uyak, dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Uyaklar yapılışlarına göre farklı adlar alırlar. Yarım uyak, dize sonundaki tek ses benzerliğine; tam uyak, iki ses benzerliğine; zengin uyak, ikiden çok ses benzerliğine dayanan uyak türüdür.

Lirik sözcüğü Eski Yunan’da şairlerin şiirlerini telli bir çeşit saz olan “lir" ile birlikte söylemelerinden kaynaklanmış ve sonraları içe doğan duyguları dile getiren şiirlere lirik denmiştir Avrupa halk şiirinde soneler ve baladlarla oluşan lirik şiir geleneği 19. yüzyılda Romantizm akımı ile güçlenir

Divan edebiyatında Fuzuli (16. yy), Nedim (18. yy), Şeyh Galip (18. yy); halk edebiyatında Karacaoğlan (17. yy), Aşık Veysel (20. yy), çağdaş Türk şiirinde Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Cahit Sıtkı Tarancı, Attila Ilhan ve birçok şair lirik şiir türüne ölümsüz örnekler vermiş şairler ara¬sında sayılabilir. Aşağıda Attila Ilhan’ın çok bilinen şiirini bu türe örnek olarak okuyabilirsiniz.

Üçüncü Şahsın Şiiri
gözlerin gözlerime değince felâketim olurdu ağlardım beni sevmiyordun bilirdim bir sevdiğin vardı duyardım çöp gibi bir oğlan ipince hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım felaketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka’dan geçsem limanda hep gemiler olurdu ağaçlar kuş gibi gülerdi bir rüzgâr aklımı alırdı sessizce bir cıgara yakardın kirpiklerini eğerdin bakardın üşürdüm içim ürperirdi felâketim olurdu ağlardım
Attila Ilhan



Epik Şiir

Eski yunanda epik şiire epos, Türk edebiyatında destan denir.
Bir ulusun başından geçen olayları, savaşları, büyük göçleri, ayaklanmaları, top-lum ile ilgili sorunları, doğal afetleri, olağanüstü olayları ve bu olaylarda kahramanlık gösterenleri, yurt sevgisini coşkulu bir dille anlatan uzunca şiirlere epik şi¬ir denir.
Diğer türlere göre epik şiir daha toplumsal bir türdür.
Epik şiir konusunu tarihten alır. Destanlar ilk epik şiirler olarak bilinir. Diğer olay¬lı anlatımlarda olduğu gibi epik şiirlerde veya destanlarda, olay canlı ve hareketli an-latılır. Ana olay destanın çekirdeği, diğer olaylar destanın kolları olur. Ana olayla bağlantılı diğer olaylara batıda epizot, Türk destanlarında kol denir. Destanın ya da epik şiirin uzunluğu bu kolların çokluğuna göre biçimlenir. Epik şiirlerde öyküleyici bir anlatım vardır ve olay anı ayrıntılı bir biçimde anlatılır.
Epik şiirler oluşum tarihine göre doğal ve yapay olmak üzere iki türde incele¬nir. Doğal epikler, oluşumları çok eskiye dayalı, söyleyeni unutulmuş, zaman için¬de eklemelerle genişlemişlerdir. Kırgızların Manas Destanı bu türe örnektir.
Yapay epikler ise daha yakın tarihte oluşmuş ve oluşumunun yazıya geçirildiği ve yazanın belli olduğu epiklerdir. Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı yapay destanlara örnek olarak verilebilir.
Saat 2.30
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha yakın,
daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe'den dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Nazım Hikmet Ran
Didaktik Şiir
Didaktik şiir yerine öğretici şiir terimi de kullanılmaktadır.
Manzum hikâyeler ve fabllar da bu grup içinde değerlendirilmektedir
Bilgilendirme, öğüt verme, bir düşünceyi açıklama amacı güden şiirlere didaktik şiir denir.
Didaktik sözcüğü Eski Yunanca didaktos sözcüğünden türemiştir. Konusu düşüncedir. Didaktik şiirin kökleri Eski Yunan’a dayalıdır.
Batıda ilk didaktik şiir örneğini Î.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos ahlâk ve din bilgileri üzerine yazmıştır.
Latin ede¬biyatında Lucretius, fizik ve ahlâk üzerine, Virgillius tarım bilgisi üzerine yazmıştır.
Türk edebiyatında didaktik şiirin ilk örneği olarak 11. yüzyılda yazılmış olan Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) adlı eseri görülür.
Bu eserde insan, toplum ve devlet yaşamının düzenlenmesiyle ilgili bilgiler yer almak¬tadır.
Divan edebiyatında Aşık Paşa’nın tasavvufu öğretmek amacıyla yazdığı Garibname ve Nabi’nin oğluna öğüt vermek için yazdığı Hayriyye adlı mesneviler di¬daktik şiir örnekleridir.
Tanzimat döneminde Tevfik Fikret’in çocuklara seslendiği fiermin adlı eseri, Mehmet Akif’in Asım adlı eseri didaktik şiirler arasındadır.

Aşağıda Ziya Gökalp’in Türkçe ile ilgili şiirini didaktik şiirin özelliklerini düşünerek okuyunuz.
Güzel dil Türkçe bize Başka dil gece bize İstanbul konuşması En sâf, en ince bize Yeni sözler gerekse Bunda da uy herkese Halkın söz yaratmada Yollarını benimse
Ziya Gökalp

Pastoral Şiir

Pastoral sözcüğü “çobanlara ilişkin” demektir.
Doğayı, doğa güzelliklerini ve bunları sevdirmeyi amaçlayan, çobanların yaşamını, aşklarını, üzüntülerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir. Yalın bir dille yazılan bu şiirler, doğrudan ozanın ağzından anlatılıyorsa (monolog) idil, çobanların karşılık-lı konuşması biçimindeyse (diyalog) eglog adını alır.
İdiller, monolog tarzında ol¬duğu için egloğa göre daha kısa olur.
Pastoral şiirler, Yunan edebiyatında Theok- ritos, Latin edebiyatında Vergilus tarafından yazılmıştır.
Halk edebiyatında Karacaoğlan’ın “Çuku¬rova bayramlığın giyerken” dizeleriyle başlayan şiiri bu tür içinde değerlendirilebi¬lir.
Tanzimat döneminde pastoral şiire yeni bir soluk getiren şairler arasında Abdülhak Hamit,
Servet-i Fünun’da Tevfik Fikret ve Cenap fiehabettin vardır.
Çağdaş Türk şiirinde Kemalettin Kamu, Behçet Necatigil, Cahit Külebi bu türde şiirler yazmıştır.

Dramatik Şiir

Dramatik sözcüğü “drama”dan türemiştir. Drama hareket halinde oyun demektir.
Bir olayı, durumu tiyatro gibi canlandıran şiirlere dramatik şiir denir.
Eski Yunan’daki tragedyalar ile başlayan dramatik şiir, günümüzde manzum tiyatrolarla varlığını sürdürmektedir.
Batıda Cornille, Shakespeare; Türk edebiyatında güçlü bir geleneği olmamakla birlikte Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Faruk Nafiz dramatik şiirin örneklerini verirler.
Bu türe örnek olarak Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları adlı şiirin¬den ve Azra Erhat’ın çevirisiyle Elektra’dan kısa bir bölüm yer almaktadır.

Han Duvarları
(...)
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu.
Uykuya dalmak için bu hazin günde erken Kapanmayan gözlerim, duvarlarda gezerken,
(... )
Faruk Nafiz Çamlıbel
Elektra’dan
Koro
Ey talihsiz bir babanın evlâdı, Elektra!
Kurnaz ananın dinsizce
kurduğu tuzağa düşen Agamemnon ’a
ne bitmez tükenmez gözyaşlarıyla ağlıyorsun?
Elektra
Ey soylu ailelerin kızları!
Acımı avutmak için buraya geldiniz; biliyorum,
anlıyorum, gözümden bir şey kaçmıyor, ama vazgeçemiyorum.
Zavallı babama ağlamaktan kendimi alamıyorum.

Satirik Şiir

Dilimize Fransızcadan geçen satirik terimi için halk edebiyatında taşlama,
divan edebiyatında hiciv ve günümüz edebiyatında da yergi sözcükleri kullanılmaktadır.
Bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu açık ya da kapalı biçimde, iğneli bir dille, eleştirme yönü ağır basan şiirlere satirik şiir denir.
Eski Yunanda Diogenes, 18. yüzyılda Batıda Voltaire;
Türk edebiyatında Di¬van edebiyatında Nefî, halk edebiyatında Seyrani,
Pir Sultan Abdal,
Tanzimat dö¬neminde Ziya Paşa, Şair Eşref, yeni Türk edebiyatında Neyzen Tevfik, Orhan Veli Abdurrahim Karakoç satirik şiir örnekleri veren şairler arasında sayılabilir.


Öykü

Tanzimat dönemin¬de edebiyatımıza girdiğinde roman da hikâye olarak ifade ediliyordu. Hikâye sözcüğünün anlatı ve hatırda kalanların anlatılması karşılığında da kullanılması kendine özgü nitelikleri olan bu türü ayırt etmek için 1960’lardan sonra “öykü” sözcüğünün önerilmesine yol açtı .
Günümüzdeki anlamı ile öykü, Batı edebiyatında doğup gelişen sanatsal anla¬tı türlerinden biridir. Öykü, Avrupa’da 14. yüzyılın ilk yarısında Italyan yazar Boc- cacio’nun Decameron adlı kitabı ile ortaya çıkmıştır.
19. yüzyıla gelindiğinde öykü, pek çok bü¬yük romancının ilgi gösterdiği bir tür olmuştur. Victor Hugo’dan Stendhal’e, Balzac’tan Flaubert’e, A. de Musset’ten E. Zola’ya, Tolstoy’dan Dostoyevski’ye ve Çehov’a pek çok ünlü yazar, öykü türünde eser vermiştir.
20. yüzyılda öykü türleri çeşitlenmiştir. Yüzyılın sonuna doğru kısalma eğilimi gösteren öykü türü, kısa öy¬kü (short-story) olarak adlandırılmıştır. Bu tür öykülerde daha yalın ve daha öz bir anlatım tercih edilmiştir
İslamiyete geçiş sırasında ortaya çıkan Dede Korkut Hikâyelerinden sonra Arap ve Fars edebiyatından beslenen Türk hikâyeciliği, Bin Bir Gece ve Bin Bir Gündüz Masalları ’nı, Kelile ve Dimne'yi tanımıştır.
Sami Paşazade Sezaî , Nabizade Nazım, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gürpınar ile Batılı hikâyeciliğin ilk evresi başlar.
20. yüzyıla Türk öykücülüğüne damgasını vuran Ömer Seyfettin ile girilir. Ar-dından tamamen yerli ve özgün öyküler yazan Refik Halit Karay, Aka Gündüz, Ya- kup Kadri Karaosmanoğlu gelir. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Türk öykücülü¬ğü gelişip serpilerek ilerlemektedir. Türk öykücülüğünde günümüze kadar farklı tarzlarda öyküler yazan yazarlardan bazıları şöyledir: Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Haldun Taner, Tağrık Buğra, Rıfat Ilgaz, Fakir Baykurt, Tarık Dursun K., Ferit Edgü, Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal, Nezihe Meriç, Fürüzan, Osman Şahin, Selim İleri, Mustafa Kutlu, Nazlı Eray, Ümit Kaftan- cıoğlu, Tezer Özlü, Hasan Ali Toptaş, Sevinç Çokum, Ayla Kutlu.

Öykünün Öğeleri
Okura yaşamdan kurgusal bir kesit sunan öykünün dört ögesi vardır: Olay ya da durum, kişiler, yer ve zaman.
Olay ya da durum: İnsanın başından geçebilecek her türlü olay ya da insanın karşılaşabileceği her durum öykünün konusu olabilir.
Öyküler, olaya dayalı anlatı türü oldu¬ğu için olayların gelişimi ve birbirine bağlanışı hareket ögesiyle gerçekleşir. Öykü¬de olay planı üç bölümdür: Serim, düğüm, çözüm.
Serim, öyküdeki kahramanların tanıtıldığı, olaya giriş paragrafı ya da paragraflarıdır. Düğüm, öykünün gelişme bö¬lümüdür. Betimlemeler, duygular, duygu çatışmaları, çözümlemeler, ana olay, ona bağlı yan olaylar ile karşılıklı konuşmaların bulunduğu paragraflar hep bu bölüm¬dedir.
Çözüm, öykünün sonuç bölümüdür. Bu bölümde öyküdeki çatışmalar, çö-zümlemeler yazarın istediği sona bağlanır. Bu bölüm öyküdeki ana olay ya da du-ruma göre birkaç paragraf olabilir.
Kişiler: Öyküdeki olay ya da durumun kahramanlarıdır. Öyküdeki olay ya da durum bu kahramanların başından geçer. Öyküdeki kişi sayısı sınırlıdır. Ancak, her öyküde olaydan doğrudan etkilenen kişiler olduğu gibi ikinci derecede etkile¬nen kişiler de bulunur. Öykülerde an¬latım bazen öykünün bir kahramanı tarafından yapılır. Öykü kahramanının anlatı¬cı olduğu öykülerde gerçek, içerden bir bakış ile anlatılır.
Yer ve zaman: Öyküde olayın geçtiği, yaşandığı çevre, yerdir. Yer olaya göre değişebilir. Zaman ise öykünün başlangıç, gelişme ve bitişini kapsayan süredir.

Öykü Türleri
Öyküler kuruluş biçimlerine göre olay öyküsü ya da durum öyküsü olarak ikiye ayrılır.

Olay öyküsü: Olay öyküsü adından da anlaşılacağı gibi olay ağırlıklıdır. Olay öykülerinde serim, düğüm ve çözüm aşamalığı vardır. Girişte kişi, olay, zaman ve yer gibi öğeler kısaca okura tanıtılır. Gelişme bölümünde olay ya da olaylar oku¬run merak duygusunu canlı tutacak biçimde aktarılır, ayrıntılar üzerinde durulur. Sonuç bölümünde ise düğüm çözülür, olay bir sona
Türk edebiyatında Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Yakup Kadri, Or¬han Kemal, Necati Cumalı bu türde eser vermiş yazarlarımızdandır.
Olay öyküsü, klasik öykü ya da bu türün kurucusu sayılan Fransız yazar Guy de Mappus- sant'ın adından dolayı Mappussant tarzı öykü olarak da bilinir.

Durum öyküsü: Yaşamdan bir kesit sunan ya da belli bir insanlık durumunu belli bir ortam içinde veren öykü biçimidir. Durum öyküleri olay ağırlıklı değildir. Durum öykülerinde okur, günlük yaşamdan seçilmiş, değişik durumlarla karşılaşır. Öykünün bir sonucu, bir çözümü de olmayabilir. Öykü sonuç isteme¬yecek biçimde sonlandığı için okur, öykünün bitmediğini düşünebilir. Durum öy¬küsünde yazar, sıradan insanların öykülerini anlatır ve bunun içinde gündelik ko¬nuşma dilinde yazar. Gözlemci ve betimleyici gerçekçilik belirgin özelliklerindendir. Türk edebiyatında Memduh Şevket Esendal bu türün öncüsüdür. Sait Faik de bu türü deneyen yazarlarımızdandır.
Durum öyküsüne kesit öyküsü, modern öykü ya da bu öykü türünün kurucusu sayılan Rus yazar Çehov'un adından dolayı Çehov tarzı öykü de denilmektedir.

Aşağıda Necati Cumalı’nın yazmış olduğu "Aklım Arkada Kalacak" adlı öykü¬den bazı bölümler yer almaktadır.
Aklım Arkada Kalacak
Evimiz sokağın alt başında. Yatıp kalktığım odanın penceresinden bakınca, bir baş¬tan bir başa bütün sokağı görüyorum. Bir saat sonra yola çıkacağım. Odamda öte¬beri eşyamı bavuluma yerleştirmiş doğruluyorum ki, sokaktan gelen bir çocuk ağla¬ması beni pencerenin önüne çekti.
ablaların evini satın alanları, Hatice Nine ’nin oğlu ile gelinini, öteki komşula¬rımızı, hiç değilse dört beş ay daha kalabilseydim, biraz olsun tanıyabilecektim. Bi¬zim sokak durgun, sıkıcı gibi görünür tanımayana. Eminim, benim canım hiç sıkıl¬mazdı. Hem o vakit böyle yola çıkarken, hiç olmazsa aklım arkada kalmazdı!...

Roman
Roman terimi, Latince (romanus) Roma imparatorluğu içindeki halkların kullandıkları Latinceye verilen addır. Latinceden türeyen bu dillere Roman dilleri ve Roman dilleriyle yazılan ilk destan ve halk hikâyelerine de roman denmiş; bu terim zamanla tür adı olmuştur.
Romanın konusu da insan ve yaşamın kendisidir. Ünlü yazar Heinrich Mann (1871 -1950) bu durumu şöyle ifade eder: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir. Edebiyatın önemli bir konuma sa¬hip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklamasında ve keşfetmesinde değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir. ” Öykü ile ögeleri de aynı olan romanda olay ya da durum, kişiler, yer ve zaman ge¬niş bir plan içinde işlenir. Sanatsal yazıların temel niteliği olan kurmaca ve öznel anlatım roman için de geçerlidir. Romanın insanın, toplumun ve çevrenin değişimlerine kendini uyduracak esnek yapısı, en temel niteliğidir
Yaygın ola¬rak içeriklerine göre romanlar; serüven romanı, tarihsel roman, biyografik roman,
polisiye roman, sosyal roman, töre romanı, egzotik roman vb. ayrılır. Yazarın sa¬nat ve edebiyat anlayışına göre de romanlar; romantik roman, gerçekçi roman, na- türalist (doğacı) roman, izlenimci roman, yeni roman vb. türlere ayrılabilir.
Okur topluluğuna göre romanlar; çocuk romanı, gençlik romanı, popüler roman vb. tür¬lere ayrılabilir.

Destan, bir milletin ortak tarihinde önemli izler bırakan savaş, doğal afet, türeyiş, ölüm, büyük başarı ya da yenilgileri ve bu olaylarda önemli rol oynamış büyük kahramanların hayatlarını manzum hikâyeler hâlinde anlatan metinlerdir.
Batıda bazı görüşlere göre, romanın kurgusal anlatım olarak kaynakları İlk Çağ’a uzanır. Bir tür olarak bağımsızlaşması ise Rönesans’la başlar ve gerçek an¬lamda ilk olgun örneği 17. yüzyılın başlarında Cervantes’in Don Quijote (Don Kişot) adlı eserinde görülür.
Roman alanında H.d’Urfé’nin Astrée (1607) adlı eseri ile Madame de La Fayette in La Princesse de Cleves adlı eseri roman alanında dikkat çeken iki önemli eserdir.
17. yüzyılın ikinci yarısında, roman yol boyunca gezdiri¬len bir ayna olarak tanımlanır.
Roman 18. yüzyılda Aydınlanma felsefesinin etkisiyle Fransız edebiyatında Montesqueu, Diderot, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau gibi birçok ünlü yazar ta-rafından felsefi görüşlerin dile getirilmesinde tercih edilen bir tür olmuştur. İngiltere’de ise roman, sanayileşen toplumda yalnız kalan bireyin macerasını anlatan, gerçekçi bir tür niteliğindedir.
18. yüzyılın sonunda Almanya’da Goethe, Genç Werther’in Acılan, adlı eseriyle ro¬mantizmin habercisi niteliğindedir.
19. Yüzyılda Roman, romantizm ve realizm akımlarıyla altın çağını yaşamıştır. Fransız edebiyatında roman alanında üç büyük gerçekçi yazar dendiğinde ilk anımsanacak isimler; Bal¬zac, Stendhal ve Flaubert olacaktır. Victor Hugo ve Lamartine de romantizm akımı¬nın öncüleri olmuştur
Aynı yüzyılda romanda natüralizm akımı da Emile Zola’nın eserlerinde temsil edilmiştir.
İngiltere’de Charles Dickens, Jane Austen; İtalya’da Manzoni roman türünde önemli eserler vermişler¬dir.
Rus edebiyatında da bu yüzyılda Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi isimlerle roman türünün ölmez eserleri verilmiştir.
Amerikan romanında 19. yüz¬yılda romantizm ve realizm kaynaştırılmaya çalışılmıştır. Herman Melville ve N. Hawthorne önemli temsilcileridir
Roman, Nihilizm, Varoluşçuluk, Sezgicilik gibi akımlarla çağının bunalımlarını yansıtan bir tür ol¬muştur. Başta Gide, Sartre, Camus ve Proust olmak üzere bazı yazarlar insanı yeni bir bakış açısıyla değerlendirmeye koyulmuşlardır.
20. yüzyılda İngiliz edebiyatında İrlandalı yazar James Joyce, Virgiana Woolf; Al¬man edebiyatında Thomas Mann, Herman Hesse; Amerikan edebiyatında Mark Twain, John Steinbeck, Jack London, Ernest Hemingway ve William Faulkner dün¬ya romanına yön veren isimler olmuştur
20.yüzyılın ortalarında, II. Dünya Savaşı sonrası, Fransa’da romanda 19. yüzyıl da Balzac romanı diye adlandırılan geleneksel romana alternatif olarak ortaya çıkan yeni roman akımı pek çok yazarı etkilemiştir.
20. yüzyılın son çeyreğine post modern bir anlayışla giren roman, dünya genelinde daha yaygın bir tür ol¬makla birlikte okuru da aktif olarak yazının içine çeken, donanımlı okura ihtiyaç duyan bir görünüm sunar. G.G. Marquez, Vascancelos, Milan Kundera, Umberto Eco, Paul Auster, Amin Maalouf, Paulo Coelho çağdaş romanın ünlü isimlerinden bazılarıdır.
Türk romanı¬nın öncelikleri Tanzimat Dönemi’nde getirilen yeniliklerde aranmalıdır. Tanzimat döneminde yani 1860’lı yıllarda gazetecilik ve tercüme alanında yürütülen çalışma¬lar, Türk romanının ortaya çıkışında etkili olmuştur. İlk Türkçe roman Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat (Talat ve Fitnat’m Aşkları) adlı eseridir. Türk ro¬manı Namık Kemal ile sosyal konuları ele almaya başlamıştır. Ahmet Mithat ro¬manlarında ele aldığı her toplumsal sorunun ardından kıssadan hisse vererek hem geleneksel sahne sanatlarını hem de modern romanın teknik özelliklerini birleştir¬meye çalışmıştır.
Türk edebiyatının Tanzimat’tan itibaren geçirdiği köklü değişim süreci, edebî anlamda Batılılaşma süreci olarak da görülür.
Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt ve Nabizade Nazımı’n Karabibik ve Zehra adlı romanlarından sonra Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu; Meh-met Rauf’un Eylül adlı romanlarıyla farklı roman türlerinin örnekleri verilmiştir. Hüseyin Rahmi Gürpınar bu dönemde pek çok eser vermiştir. Meşrutiyet Devri Türk romanı Balkan savaşları, Trablusgarp Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi gibi bir zaman süresini kapsayan dönemin romanıdır.

II. Meşrutiyet Dönemi romancıları, batılılaşma ve kaybolan millî değerlerle ilgili izlekler çevresinde çalış¬malarını sürdürmüşlerdir. Bu dönemde Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarlar Cumhuriyetin ila¬nından öncesinde ve sonrasında eser vermiş sanatçılar olarak Türk romanında yer¬lerini almışlardır.

Cumhuriyet döneminde hem içerikte hem de bi¬çimde ilk denemelerde görülmeyen çok seslilik görülür. Bu dönem Türk romanı, genellikle Cumhuriyet ideolojisi çevresinde şe¬killenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşuna tanık olmuş romancılar, dönemin koşulla¬rı gereği yeni kurulan devletin prensiplerini destekleyen romantik eserler yazmış¬lardır. Bu dönemde birçok usta roman yazarı yanında, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali gibi usta romancı¬lar yetişmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın sorunları ve feminizm, bilgisizlik, kızların okutulmaması, yozlaşma, batılılaşma, modemizm gibi Tanzimat’tan beri sürege¬len temalar, yerini daha güncel ve Cumhuriyet ideolojisiyle uzlaşan yeni insana öz¬gü değerlere bırakmıştır. Refik Halit Karay, Aka Gündüz, Mahmut Yesari, Ercü¬ment Ekrem Tâlu, Sadri Ertem, Memduh Şevket Esendal, Midhat Cemal Kuntay farklı eğilimlere göre gelişen Türk romanının yazarları arasında sayılabilir.
Modernİzm, aydınlanma çağı İle gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimidir. Modernist roman bireyleşen insana ve onun iç dünyasını yansıtmaya yönelmiştir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa ve Abdülhak Şinasi Hisar 1950 öncesi Türk romanında medeniyet meselesine eğilen romancılarımızdır.
Peyami Safa, Türk romanında tahlil romanının en büyük ustalarındandır. 1940’tan sonraki yıllar¬da Memduh Şevket Esendal, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay ve Cevat Şakir Kaba ağaçlı, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Tarık Buğra, Tarık Dursun K., Aziz Nesin, Ne¬zihe Meriç, Peride Celal, Yusuf Atılgan farklı konularda yazan önemli yazarlardan bazılarıdır.
1950’lerde Köy Enstitüleri’nin kuruluşunu izleyen dönemde, “köy ede¬biyatı” gelişmiştir. Mahmut Makal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt gibi isimler bu çer-çevede roman yazanlar arasında sayılabilir.
1960 ve sonrasında sosyal gerçekçi romana yönelim başlamıştır.
1970’li yıllarda ideolojik boyutu ağır basan romanların çokluğu dikkat çeker. Bu dönemde hem roman yazma tekniğinde gelişme hem de romancı sayısında bir artış gözlenir. Ab¬bas Sayar, Bekir Yıldız, Muzaffer İzgü, Oğuz Atay, Ümit Kaftancıoğlu, Selim İleri, Ferit Edgü, Melih Cevdet Anday, Necati Tosuner, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Ya¬şar Kemal, Pınar Kür bu yılların dikkat çeken yazarlarından bazılarıdır.
1980’lerden sonraki toplumsal ve siyasal hayattaki değişimlerin yanı sıra dün¬ya edebiyatındaki post modem eğilimler Türk romanını da etkilemiştir.
1980-90 yılları arasında, dönemin en çok dikkati çeken adlarından biri 2006 Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’tur.
Orhan Pamuk klasik biçimde kaleme aldığı Cevdet Bey ve Oğulları adlı eserinde bir aileden hareket ederek, 1900’lerden başlayan geniş bir zaman dilimi içinde, Türkiye’nin toplumsal yaşamından kesitler verir. Moderniz¬min izlerini taşıyan Sessiz Ev adlı romanında değişik karakterde üç kardeşin baba¬ annelerinin evinde geçirdikleri bir haftada yaşanan olaylar anlatılırken, kişilerden hareket edilerek Tanzimat dönemine değin geri dönülmüştür.
Kara Kitap, Yeni Hayat ve Masumiyet Müzesi adlı romanları ise post modern akıma örnek olabile¬cek tarzdadır. Bu dönemin diğer önemli yazarları arasında Mehmet Eroğlu, Ahmet Altan, Ayla Kutlu, Bilge Karasu, Latife Tekin, Elif Şafak, Ahmet Ümit, Hasan Ali Toptaş sayılabilir.

Aşağıda Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı romanından bir bölüm yer al-maktadır.
ŞANZELİZE BUTİK
Bütün hayatımı değiştirecek olaylar ve rastlantılar, bir ay önce, yani 27 Nisan 1975'te üınlüı Jenny Colon marka bir çantayı Sibel ile bir vitrinde görmemizle baş¬ladı. Yakında nişanlanacağım Sibel ile Valikonağı Caddesi 'nde serin bahar akşa¬mının tadını çıkararak yürürken, hafifçe sarhoştuk ve çok mutluyduk. Nişanta¬şı'nda yeni açılan şık lokanta Fuaye'de yediğimiz akşam yemeğinde, annem ve babama nişan törenimizin hazırlıklarından uzun uzun bahsetmiştik………

Tiyatro
tiyatro, ya¬zınsal bir tür olarak, sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır,
Batılılar tarafından, tiyatronun kaynağı İÖ 7. ve 6. yüzyıllarda bolluk ve bereketi kutlamak için şarap ve bereket tanrısı Tanrı Dionysos adına düzenlenen şenlikle¬re bağlanır .
Tiyatro, bağ bozumu şenliklerinde dinsel bir ayin olarak doğmuş ve bugüne kadar gelişerek varlığını sürdürmüştür.
Tiyatronun ilk olarak bu törenlerde ortaya çıkışı ve bundan sonra da uzun süre varlığını sürdür¬mesi manzum olarak gerçekleşmiştir.
17. yüzyıldan itibaren tiyatro sadece manzum bir edebî tür olmaktan çıkarak düz yazıya (mensur) doğru gelişme göstermiştir. Bu gelişmede Batı’da Shakespeare’in önemli bir rolü ve katkısı olmuştur.
tiyatro eserinde, öykü ve romandaki betimlemelerin yerini gösterme alır.
Tiyatro eseri; yazar, oyuncu, sahne, izleyici dörtgenine göre yazılır. Bunun için tiyatro eserleri hem söz hem eylem sanatıdır.
Tiyatro eseri perdeler ve sahnelerden oluşur. Perde, eserin ana bölümleri, sah¬ne ise perde içinde kişilerin girip çıkmasıyla değişen küçük bölümlerdir.
Tiyatro eseri de olay ya da olaylar zinciri, kişiler, olayın geçtiği yer ve zaman olmak üzere dört te¬mel öge üzerine kuruludur. Tiyatro eserinde olay ya da olaylar zinciri bir eylem halinde yansıtılarak çatışma yapan öğelerin farklı yönleri okura ya da izleyiciye fark ettirilmeye çalışılır.

Tiyatro eserinin temel anlatım biçimi konuşmadır. Konuşma, bazen tek başına, kendi kendine konuşma (monolog) biçimindedir, bazen de karşılıklı ko¬nuşma (diyalog) biçimindedir. Konuşma biçimi her nasıl olursa olsun tiyatro ese¬rinde konuşma, amaçlı ve işlevseldir. Konuşmanın dışında betimlemelerden de ya-rarlanılır. Betimlemeler, tiyatro eserinde yeri ya da kişileri kısaca tanıtmak amacıy¬la yapılır.

Anadolu coğrafyasında gelişmiş köy tiyat¬rosu (Köy Seyirlik Oyunları), halk tiyatrosu geleneği (Meddah, Karagöz, Ortaoyu¬nu, Kukla), kimi zaman halk tiyatrosu geleneğini benimseyen, kimi zaman da Ba¬tı tarzı tiyatro etkinliklerinin yapıldığı saray tiyatrosu modern Türk tiyatrosunu bes¬leyen kaynaklar olmuştur

İlk Osmanlı tiyatrosunun Güllü Agop tarafından 1870’te kurulmasıyla birlikte tiyatro eserleri yabancı dillerden çevrilmeye ya da adapte edilmeye başlanmasının da türün gelişiminde çok etkisi olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplumsal sorunları, değer yargılarının değişmesini ve ruhsal çelişkileri konu edinmişlerdir. Yaşar Nabi’nin Mete; Behçet Kemal’in Çoban ve Atilla; Necip Fazıl’ın Sabır Taşı adlı oyunları Türklerin erdemleri ve uygarlığını yansıtmak amacı¬nı taşırlar.
1950’li yılların tiyatrosunda köy sorunlarına eğilme görülür. Turgut Özakman, Haldun Taner, Orhan Asena, Refik Erduran bireylerden olaylara geçerken; Orhan Kemal, Cevat Fehmi Başkut, Oktay Rifat, Rıfat Ilgaz, Recep Bilginer olaydan hareket eden yazarlar olarak yer alırlar.
1970’ten sonra 12 Mart olayı ve buna bağlı olarak Türk tarihini yeniden göz¬den geçirme, işçi sorunları, Almanya’ya gidenlerin kültür çatışmaları, Almanya’da yetişmekte olan birinci, ikinci kuşağın sorunları işlenir. Erol Toy, Adalet Ağaoğlu, Necati Cumalı, A. Turan Oflazoğlu, Orhan Asena bu dönemin oyun yazarlarından bazılarıdır.

Tiyatro Türleri

Konuyu işleyişi bakımından, Batılı anlamda üç türlü tiyatrodan söz edilebilir. Bu türlerden trajedi ve komedi ana tür, drama ve diğer türler ise bu iki türün birleş¬mesi ya da değişmesiyle ortaya çıkan türlerdir.

Tragedya (Trajedi, Ağlatı): Çağlar boyunca tragedya, gerek öz gerek biçim bakımından zaman içinde değişime uğrasa da genel olarak, okurda ya da izleyici¬de korku ve acımaya yönelik hisler uyandırmayı amaçlayan, kurallı bir anlatımı olan tiyatro türüdür.
Tragedyanın başlıca nitelikleri; konusunu tarihten ve mitolo¬jiden almasıdır, klasik bir dil ve üslup anlayı¬şıyla yazılması, yazımında üç birlik kuralına uyulmasıdır. Üç birlik kuralının te¬mel amacı, oyunu izleyenlerin olay çizgisini ve temel sorunu gözden kaçırmama¬larını, eseri bütün olarak algılayabilmelerini sağlamaktır.

Latin edebiyatı dö¬neminde Shakespeare’in Romeo ve Juliet, Hamlet, Kral Lear adlı eserleri ve Klasik dönemde (17. yüzyılda) Corneille’nin Le Cid ve Horace adlı eserleri ile Racine’nin Andromak, Phedre adlı eserleri tragedya türünün önemli eserleridir. Türk edebiya¬tında tragedya türünde eser veren sanatçı sayısı azdır. Bunda, Türk tiyatro gelene¬ğinin güldürü temelli olmasının etkili olduğu söylenebilir.

Üç birlik kuralı, bir olayın belirli bir yerde (yer), belirli bir zaman (zaman) içerisinde ve belirli bir olay çatısı (olay) altında gerçekleşmesidir.

Komedi (Komedya, Güldürü): Tiyatro ile ilgili kaynaklarda komedi; insanla¬rın, olayların ya da durumların gülünç yönlerini genellikle eleştirel bir bakış açısı ile ele alıp işleyen tiyatro türü olarak açıklanmaktadır.
Komedinin de kökeninin tragedya gibi eski Yunan’da Dionysos şenliklerindeki toplu danslara ve türkülere dayandığı belirtilir. Klasik komedyada da klasik tragedyada olduğu gibi üç birlik kuralına uyulur. Komedinin temelinde eğlence, kalaba¬lık, keyif ve yaşamın doğal döngüsü vardır
İlk büyük komedi şairi Aristophanes’tir.
En önemli komedileri Eşekanlan, Kurba¬ğalarda.
17. yüzyıl Fransız yazarı Moliere, devrinin güldürmeyi amaç edinen ko¬medilerine karşılık, güldürerek düşündüren bir komedi çığırı açmıştır. Komedilerinde özellikle gülünç âdet ve karakterler üzerinde durmuştur. Gülünç Kibarlar, Cimri, Hastalık Hastası en ünlü eserleridir.
Türk edebiyatında komedi, Tanzimat’tan sonra özellikle Molier’in örnek alınmasıyla tiyatro dünyasına girmiştir.
Geleneksel mizah anlayışının da etkili olduğu bu dönemde fiinasi’nin kaleme aldığı Şair Evlenmesi bu etkilenmenin bir ürünü olarak görülmüştür


Dram:
İnsanı doğal ve toplumsal çevresinden soyutlamadan, yaşamın acıklı yanlarıyla gülünç yanlarını bir arada yansıtan tiyatro türüdür
Dramın doğuşu Shakespear’in oyunlarına dayansa da asıl çıkışını 19. yüzyılda Fransız edebiyatında Victor Hugo ile gerçekleştirir.
Schiller ve Goethe de dram tar¬zında tiyatro eserleri ile bu türün gelişiminde etkili olmuş isimlerdir.
Dramda üç birlik kuralı ve beş perdeden oluşma zo¬runluluğu ortadan kalkar. Sahnede korkunç ve acı verici olaylar gösterilebilir. Bü¬tün bu değişimler tiyatronun bu türüyle birlikte daha esnek daha özgür bir yazın¬sal tür olmasını sağlamıştır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst