Aöf Maliye Politikası -2- Ders Notları (7-8 Ünite)

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Maliye Politikası -2- Ders Notları (7-8 Ünite)

7. ÜNİTE

1. Stagflâsyon: Bir ekonomide yaygın işsizlik ile beraber yüksek enflasyonun yaşandığı bir ekonomik istikrarsızlıktır.
a. Stagflâsyon kavramı ilk defa İngiliz Parlamenter İain Macleod 1965 yılında kullanmıştır.
b. İngilizce durgunluk anlamına gelen “stagnation” ve enflasyon anlamına gelen “inflation” kavramlarını birleştiren ve “stagflation” olarak kavramlaştıran Macleod, 1965 yılında İngiliz ekonomisinde ortaya çıkan enflasyon ile birlikte yaygın işsizlikten kaynaklanan durgunluğu ifade etmek istemiştir.
c. Bir ekonomideki toplam arz ile toplam talebin birbirine eşit olduğu denge durumunda fiyatlar değişmez.
d. Ekonomik büyüme kısaca, bir ekonomide ortaya çıkan reel gelir artışı olarak tanımlanabilir.
e. Bir ekonomide ortaya çıkan enflasyon ile mücadelede daraltıcı maliye politikalarına ihtiyaç duyulurken işsizlik ile mücadele ve ekonomik büyüme için genişletici maliye politikaları önerilir.
f. Stagflâsyon sorunu enflasyon, işsizlik ve istikrarsız büyüme sorunlarının karması şeklinde ifade edilebilir. Bu nedenle, stagflasyon, yüksek enflasyonun, atıl üretim kapasitesinin, yaygın işsizliğin, yetersiz büyümenin birlikte yaşandığı bir ekonomik istikrarsızlık sorunu olarak tanımlanabilir
2. Stagflâsyon ile enflasyon farkı; Stagflâsyon, yüksek enflasyonun, atıl üretim kapasitesinin, yaygın işsizliğin, yetersiz büyümenin birlikte yaşandığı bir ekonomik sorundur. Stagflâsyon, enflasyon yanında işsizlik sorununun ve yetersiz ekonomik büyümenin bulunduğu bir durumudur. Enflasyon ise sadece genel fiyat düzeyindeki artış ve ona bağlı sorunları içerir.
3. Stagflâsyonu Açıklayan Görüşler;
a. Klasik ekonomi yaklaşımına karşı 1936 yılında yayımlanan “Para, Faiz ve İstihdamın Genel Kuramı” isimli kitap John Maynard Keynes e aittir. Tarafsız maliye anlayışının terk edilmesini ve müdahaleci bir devlet anlayışı ile devletin ekonomiye müdahale etmesini önermiştir. Keynesyen yaklaşım ile paralel olmak üzere, bir ekonomide yüksek enflasyonun olduğu dönemlerde düşük işsizlik oranları görülmüştür. İşsizliğin yaygın olduğu dönemlerde de daha düşük enflasyon oranları ortaya çıkmıştır. A. W. Phillips, adının geçtiği çalışmada, parasal ücretlerin artışı ile işsizlik oranı arasındaki ilişkinin ters yönlü olduğu sonucuna varmıştır. Phillips eğrisine göre, bir ekonomide, işsizlik ile mücadele edildiğinde nispeten düşük işsizlik oranına ulaşılır, ancak bu durum yüksek parasal ücret artışı ile başarılabilir. Parasal ücretlerin artışı enflasyona yol açtığına göre, düşük işsizlik yaşandığı dönemlerde yüksek enflasyon söz konusu olur. Eğer enflasyon ile mücadele edilirse bunu başarmak ancak yüksek işsizlik sonucunda gerçekleştirilebilmektedir. İşsizlik oranı ile enflasyon oranı arasında yer alan bu zıt yönlü ilişkinin sürekli ve istikrarlı olduğu ileri sürülmüştür. Bu durum, yukarıda ifade edildiği gibi, Keynesyen yaklaşım ile de uyumlu olmaktadır. Ancak, 1970’li yıllarda Phillips eğrisi ile ifadesini bulan bu enflasyon işsizlik ilişkisinin ortaya çıkmaması ve her iki sorunun da yüksek düzeylerde birlikte ortaya çıkması ile Keynesyen yaklaşıma olan güven sarsılmaya başlamıştır.
b. Monetarist Yaklaşım; Monetarist görüşün kurucusu olarak kabul edilen Milton Friedman ve bu okulun oluşumuna da katkı sağlayan Edmund Strother Phelps, birbirlerinden ayrı olarak yaptıkları araştırmalarında enflasyon ile işsizlik oranları arasında istikrarlı olduğu ileri sürülen ilişkinin doğruluğu üzerinde durmuşlardır.
i. Friedman ve Phelps, Phillips eğrisinin, önemli bir varsayımın kabulü ile geçerli olduğunu, sözü edilen varsayımın değişimi ya da değiştirilmesi ile Phillips eğrisinin geçerliğini yitireceğini ileri sürmüşlerdir.
ii. Bu iki ekonomist, Phillips eğrisinin geçerliliği için beklenen enflasyon oranının sabit olduğunun varsayıldığını ileri sürmektedirler
iii. Friedman ve Phelps’e göre enflasyon ile işsizlik arasındaki ilişki, beklenen enflasyon oranı değişmediği zaman istikrarlı olacak, beklenen enflasyon oranının değişmesi halinde ise Phillips eğrisi yukarı doğru hareket edecek ve yeni bir denge noktası oluşacağı ileri sürülmektedir.
iv. Friedman ve Phelps, beklenen enflasyonun, gerçekleşen enflasyon oranının önemli bir artış göstermediği dönemlerde değişmeyeceğini ileri sürmektedirler.
v. Eğer gerçekleşen enflasyon oranında hissedilir ya da önemli bir artış söz konusu olursa bu durumda, beklenen enflasyonun yükseleceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Beklenen enflasyon oranının yükseldiği durumda, hem enflasyon hem de işsizliğin artabileceği ileri sürülmektedir.
c. Kısa Dönem Phillips Eğrisi; İşsizlik oranı ile enflasyon oranı arasındaki değişimi gösteren negatif eğimli bir eğridir.
i. Beklenen ve gerçekleşen enflasyonun birbirlerinden farklı olması stagflâsyonun anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
ii. Friedman ile Phelps’in analizlerinde iki ayrı Phillips eğrisinden söz edilmektedir. Bunlardan biri kısa dönem Phillips eğrisi diğeri ise uzun dönem Phillips eğrisidir.
d. Uzun Dönem Phillips Eğrisi;
i. Friedman ve Phelps, beklenen enflasyon kavramından güç alarak Phillips eğrisinin kısa dönemde istikrarlı olmadığını, uzun dönemde de, enflasyon ve işsizlik arasında bir değişimin görülmediğini ileri sürmektedir. Friedman ve Phelps, görüşlerini desteklemek üzere de doğal işsizlik oranını kullanmışlardır. Onlara göre, enflasyon oranı arttıkça, beklenen enflasyon oranı da artacaktır. Bu durum, kısa dönem Phillips eğrisini, beklenen enflasyon oranına bağlı olarak yukarıya doğru kaydıracaktır. Beklenen enflasyon oranı değiştikçe Phillips eğrisinin yukarı doğru kayışı devam edecektir. Doğal işsizlik oranı, enflasyonun olmadığı işsizlik oranı olarak kabul edildiğinde, kısa dönem Phillips eğrisinin yatay ekseni kestiği noktada oluşan işsizlik oranı doğal işsizlik oranı olarak kabul edilebilir. Friedman ve Phelps, tam bilgi ile donanımlı işçiler ile firmaların kararlarını reel ücret düzeyini dikkate alarak oluşturacaklarını ileri sürmektedirler. Ekonomi doğal işsizlik oranında iken reel ücret sabittir. Böyle bir durumda eğer enflasyon olursa işçiler ücret artışı talep ederek satın alma gücündeki azalmayı önlemek isterler. işsizliği azaltmak üzere uygulanan bir genişletici politika durumunda artan talep nedeni ile firmalar ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını işçilerin beklentilerinden daha fazla yükseltebilirler. Yüksek fiyatlar nedeni ile oluşan yüksek hasılat firmaları eski ücret düzeyinden geçerli iş gücü talep etmeye sevk eder. Kısa dönemde, işçiler ücret hadlerinin yükseldiğini sanarak bu talebe yanıt verirler. Bu durumda işsizlik oranı doğal işsizlik oranının altına inebilir. Uzun dönemde, işçiler fiyat artışının ücret artışından fazla olması nedeni ile reel ücretlerinin azaldığını anlayarak iş gücü arzını azaltmakta ve ücret artış oranının fiyat artış oranı ile hareket etmesini talep etmede ısrarlı olurlar.
ii. Uzun dönem Phillips eğrisi kısa dönem Phillips eğrilerinin yukarı kayması ile oluşan denge noktalarının birleştirilmesi ile oluşmaktadır.
iii. Monetaristlere göre, bir ekonomide işsizlikle mücadelede uygulanan genişletici makro politikalar sürdükçe, işçilerin oluşacak enflasyonu dikkate alarak ücret taleplerini tekrarlayacaklarını, ancak bu ayarlama sürecinin zaman alacağını ileri sürmektedirler.
e. Çağdaş Keynesyen Yaklaşım;
i. John Maynard Keynes’in Genel Kuramı’nı yayımlamasından sonra gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkeler müdahaleci devlet anlayışını benimsemiş ve ekonomilerinin istikrara kavuşmalarında, toplam talep yönetimi ile istikrar politikalarını uygulamışlardır.
ii. Gerek sendikal hareketlerin, gerekse çalışanların kendi ücret ve haklarını koruma ve artırma çabaları iş gücü ücretlerinin daima yukarı doğru esnek olmasına karşın aşağı yönlü hareket etmemesine yol açmaktadır.
iii. İş gücü piyasasında oluşan olumsuz şoklara karşı denge ücret haddi aşağı yönlü hareket edemediğinden iki sonuç ortaya çıkabilmektedir. Birincisi, parasal ücretlerin yüksek düzeyde seyretmesine bağlı olarak üretim maliyetleri de yüksek düzeyde olmaya ve dolayısı ile fiyatların da yüksek düzeylerini korumalarına yol açar. İkinci olarak, yüksek parasal ücretlere bağlı olarak iş gücü talebi azalır. Bu durumda da işsizlik oranı artabilir.
iv. Arzdan kaynaklanan faktörlerin de Stagflâsyonun oluşumuna katkısı vardır. Arz şokları arasında, savaşlar, üretimi azaltan kötü hava koşulları, demografik değişimler, doğal afetler, faktör fiyatlarını ve faktör arzlarını etkileyen diğer unsurlar örnek olarak sayılabilir.
4. Stagflâsyonun Etkileri;
a. Stagflâsyon olgusu, hâkim olan Keynesyen ekonomi anlayışını sarsmıştır.
b. Bir ekonomideki makroekonomik amaçlardan biri de ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülmesidir
c. Ekonomik istikrarın sağlanması da tam istihdam ile fiyat istikrarının birlikte sağlanması ile mümkün olmaktadır.
d. Bir ekonomide ortaya çıkan stagflasyon ile bir taraftan fiyat istikrarsızlığının bir taraftan da tam istihdamın sağlanmadığı görülmektedir.
5. Stagflâsyonun yol açtığı sorunlar;
a. Enflasyon ve işsizliktir.
b. Fiyat istikrarsızlığının ortaya çıkardığı sosyal maliyetler vardır. Bunlar arasında, kaynak tahsisinin bozulmasına bağlı olarak kaynakların etkin kullanılamaması, gelir dağılımının bozulması, ödemeler dengesinin olumsuz etkilenmesi, tasarruf hacminin azalması sayılabilir.
c. İşsizliğin ortaya çıkardığı sosyal maliyetler arasında ise üretim hacminin azalması, büyüme hızında yavaşlama, sosyal transferlerin artması, yoksulluğun artması, insanların yaşam kalitesinin düşmesi ve bunlara bağlı olarak diğer dolaylı etkiler sayılabilir.
6. Stagflâsyonun Mücadele Yöntemleri; Stagflasyon, temelde iki ekonomik sorunun bileşimi olduğundan bunların birlikte ve aynı anda çözümlenmesi gerekli olmaktadır. Bu sorunlardan biri sabit tutup diğerini çözüme kavuşturmak sorunu çözmek için mümkün değildir. İkisi ayın anda halledilmelidir. Stagflasyonla mücadele yöntemleri genel anlamda mikro tabanlı çeşitli yaklaşımları içermektedir. Bunlar arasında, gelirler politikası, vergi temelli gelirler politikası, indeksleme, üretim teşvikleri ve toplam arz, sektörel ve bölgesel politikalar sayılabilir
a. Gelirler politikası: Enflasyonu etkileyen fiyat ve ücret artışlarını ortadan kaldırmak ya da sınırlandırmak üzere geliştirilen doğrudan müdahale içeren politikalardır.
i. Stagflasyonun oluşumunda fiyat ve ücretlerin artışı temel faktörler arasında gösterildiğinden hareketle fiyat ve ücret artışlarının kontrolü düşünülebilir. Gelirler politikası ile ücret ve fiyat artışlarına bağlı oluşan gelirlere müdahale anlaşılmaktadır. Gelirler politikası, kamu harcama ve gelirleri dışında toplam talebi ve toplam arzı etkileyen değişkenler üzerinde çeşitli kontrolleri içermektedir. Diğer bir deyişle, gelirler politikası, bir ekonomideki enflasyonun oluşumuna etki eden faktörleri ortadan kaldırmaya ya da sınırlandırmaya yönelik uygulanması düşünülen önlemleri içermektedir.
ii. Gelirler politikası kapsamında, enflasyonu oluşturan ve artıran faktörleri ortadan kaldırmak ya da etkilerini en aza indirmek üzere en hafiften başlayarak oldukça sert, çeşitli önlemler söz konusudur. En hafif önlem ücret ve fiyat artış eğilimi içinde olan firmaları ikna etmektir. İkinci olarak geliştirilen çeşitli göstergeler ile onların gönüllü olarak fiyat ve ücret artışına gitmelerini engellemektir.
iii. Enflasyonla mücadele politikasının amacı, ortalama fiyat artış oranının fiyatların kaynak dağılımındaki rolüne müdahale etmeden azaltılmasının başarılabilmesidir.
iv. Gelirler politikasını savunanlar görüşlerini gerekçelendirmek üzere eksik rekabet piyasalarını dikkate almaktadırlar. Eksik rekabet piyasalarında oluşan ücret ve fiyatların yüksek düzeylerde seyredebileceğinden hareketle, bunların gelirler politikası ile oluşum sürecine müdahale edilmesinin yararlı olacağı ileri sürülmektedir.
v. Gelirler politikasını eleştirenler ise piyasaların rekabetçi oldukları ve ücret ve fiyatların oluşumuna müdahale ile birlikte kaynak tahsisinin bozulacağını ileri sürmektedirler. Bunlar, uygulanan fiyat ve ücret kontrollerinin kaldırılması ile daha yüksek enflasyon beklentisinin oluşacağını ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre, gelirler politikasının yararlı olabilmesi için ücret ve fiyat kontrollerinin uygulanmasının sürekliliği gerekmektedir.
b. Vergi Temelli Gelirler Politikası; Vergi sisteminin parasal ücret artışlarını sınırlandırmak üzere kullanılmasını öngören bir politikadır.
i. Vergi temelli gelirler politikası, devletin belirli bir fiyat ve ücret düzeyini gösterge olarak belirlemesi ve bu değeri geçmeyen ücret ve fiyat artışları yapan firmalara vergisel avantajlar sağlayarak onları ödüllendiren, gösterge değerini aşan fiyat ve ücret artışı yapan firmaların ise vergisel yükümlülüklerini artırarak onları cezalandıran bir vergi politikası izlemektir.
ii. Vergi temelli gelirler politikası ile ücretleri belli bir sınırda tutan firmalar ve işçiler vergi azaltılması yoluyla mükâfatlandırılmakta, aksine, aşırı ücret artışları öneren ve alan firmalar ve işçiler yüksek vergiler yoluyla cezalandırılmaktadır.
iii. Vergi temelli gelir politikasını savunanlar bu politikanın, fiyatlar üzerinde sıkı bir kontrole gerek kalmaksızın, ekonomide enflasyonu azaltabileceğini ve büyümeyi olumlu etkileyebileceğini ileri sürmektedirler. Bu toplu sözleşme sürecini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle sendikalar bunu kabul etmez
c. İndeksleme; Ücret, maaş gibi nominal değişkenleri belirli bir fiyat indeksi kullanılarak reel değerlerine dönüştürme tekniğidir.
i. Enflasyon oranı bir yıldan diğer yıla örneğin, %15 artış göstermiş ise o ekonomideki parasal ücretler de otomatik olarak %15 artmış olur.
ii. İndeksleme ile fiyat artışları karşısında reel ücretler düzeyini sürekli korumuş olur.
iii. Stagflâsyonla mücadele yöntemlerinden biri olarak ifade edilen indeksleme ile gelir vergisi, işçilerin iş (ücret) sözleşmeleri, işsizlik tazminatları ve sosyal güvenlik yardımları cari enflasyon oranına göre indekslenebilir.
iv. İndeksleme ile ücret hadleri sürekli olarak reel değerini koruyacağından işsizliği etkilemeyebilir. Çünkü işçiler iş sözleşmelerini genellikle çok yıllı yapmakta, sözleşmelerini yaparlarken de beklenen enflasyon oranlarını dikkate almaktadırlar. Dolayısı ile sözleşme sürerken enflasyon oranının azalması sözleşmelere yansımayacağından reel ücretler artmakta bu durumda da iş gücü talebi azalarak işsizlik artmaktadır. İndeksleme ile iş sözleşmeleri enflasyon oranına göre ayarlanacağından reel ücret değişmemekte, bu da en azından işsizlik oranını değiştirmemektedir.
v. İndeksleme yaklaşımı da stagflâsyonla mücadelede ancak sınırlı ve geçici bir çözüm sunabilmektedir.
d. Üretim Teşvikleri ve Toplam Arz;
i. Keynesyen ekonomi yaklaşımında ekonomik istikrarsızlıkların temelinde talepte meydana gelen yetersizlikler ileri sürülürken arz yönlü ekonomistler istikrarsızlıkların kaynağında arz ya da üretim yetersizliklerine vurgu yaparak istikrarsızlıkların kaynağının arz şokları olduğunu ileri sürmektedirler. Arz yönlü ekonomistler, mal ve hizmet üretimi üzerinden al›nan yüksek oranl› vergilerin üretim maliyetlerini artırdığından toplam arzı ciddi bir biçimde etkilediğini ileri sürmektedirler.
ii. Artur B. Laffer, vergi indirimi politikasının uygulanması halinde vergi hâsılatının daha fazla olacağını iddia etmekte ve bunun nedeni olarak da vergi indirimi politikası ile gelirin (matrah) yükseleceğini ve yüksek matraha uygulanan indirimli vergi oranı ile vergi hâsılatının daha fazla olacağını ileri sürmektedir.
iii. Laffer eğrisi: Vergi oranları ile vergi hâsılatı arasındaki ilişkiyi gösteren bir eğridir.
e. Sektörel ve Bölgesel Politikalar; Bir ekonomide fiyat artışlarının ve işsizliğin kaynağı makro düzeyden ziyade belli bazı sektörlere özgü olarak ya da belli bölgelerde ortaya çıkabilir. Belli endüstrilerin kendine özgü koşulları içinde; yapısal nedenlerle yaygın işsizlik, üretim daralması gibi nedenlerle de fiyatlar yükselmiş olabilir. Bu tür sorunlar teşhis edildiğinde, makro düzeydeki politikaların yürütülmesinden ziyade sözü edilen sektörlerin sorunlarına çözüm üretmek üzere mikro ölçekte önlemler alınır.
7. Stagflasyon sorunu 1970 li yıllarda yaygın olarak ortaya çıkmıştır.
8. Stagflasyon kavramını ilk olarak İain Macleod kullanmıştır.
9. Monetaristlere göre orijinal phillips eğrisi Beklenen enflasyon oranının sabit olduğunda bulunmaktadır.
10. Kaynesyen yaklaşıma göre Phillips eğrisinin şekli “Negatif Eğimlidir.”
11. Monetaristlere göre ekonomi uzun dönemde dengesini “Doğal işsizlik oranında” sağlayabilir.
12. Çağdaş Kaynesyenlerin stagflâsyonu açıklamada kullandıkları temel görüşlerden biri de “Ücret ve fiyatların aşağı doğru yapışkan olması”
13. Firmalara fiyatlarını belli oranda arttırma önerisinde bulunma, gelirler politikası olarak kabul edilir
14. Arz yönlü ekonomi yaklaşımını savunanlara göre stagflasyonla etkin mücadelenin aracı “Gelir indirimi politikasıdır.”

8. ÜNİTE


1. Kamu kesimi; Merkezî devletten daha geniş olarak, yerel idareler, sosyal güvenlik Kuruluşları, fonlar ve kamu iktisadî teşebbüslerini de kapsayan çok geniş bir alanı ifade eder.
2. Kamu açığı: Tüm kamu kurum ve kuruluşları bütçe açıkları toplamıdır.
3. Bütçe açığı: Olağan bütçe harcamalarının olağan bütçe gelirlerini aşan miktarıdır.
a. Bütçe açığı kavramı bütçe içinde yer alan kamu harcamaları ile vergi ve harç vb gibi olağan bütçe gelirleri arasında harcamalar lehine olan farkı gösterir.
b. Bütçe açıkları kamu açıklarının en önemlisi olmakla beraber, ancak bir bölümünü oluşturmaktadır.
c. Vergiler ve diğer olağan kamu gelirleri ile karşılanamayan kamu harcamaları için Hazine aracılığı ile borçlanma yoluna gidilir.
d. Bütçe açığı zamanla vergilerin yükseltilmesi yoluyla ortadan kaldırılabilir. Bu durumu açığın finansmanı olarak değil, açığın kapatılması olarak ele almak gerekmektedir. Harcamaların vergilerle karşılanan bölümü dışında kalan kısmının borçlanma ile karşılanmasına bütçe açığının finansmanı adı verilir.
e. Burada iki noktaya vurgu yapılmasında yarar vardır. Birinci nokta, bütçe politikaları açısından bakıldığında, açıklara yaklaşımda iki farklı görüşün uygulama alanı bulmuş olmasıdır. Ekonomik dengelerin sağlanmasında devlete aktif görev veren Keynesyen görüşe göre, iradî olarak bütçe açığı verilmesi gerekmektedir. Bu görüşte bütçe açığı bir sorun olarak değil, maliye politikasının temel aracı olarak iradî politika bağlamında ele alınmaktadır. İkinci görüşte ise, bütçe açıklarından kesinlikle kaçınılması gerektiği, tam tersine, ekonomik dengeleri bozucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir.
f. Yıllık bütçe açıkları ve kamu açıkları akım halinde açık kavramı ile tanımlanır. Akım halindeki açıkların yıllar itibariyle ödenmemiş birikmiş tutarları ise stok olarak açık şeklinde tanımlanır.
g. Avrupa Birliğinin kabul etmiş olduğu Maastricht ölçütüne göre, kamu açığının (akım kavramı) milli gelire oranının %3’ü, borç stokunun milli gelire oranının da %60’ı geçmemesi gerekmektedir. Aksi halde, ekonomik kırılganlık ortaya çıkar ve böyle bir ekonominin hem uluslar arası borçlanma faizi risk oranı yükselir, hem de uluslararası piyasalardan borç temini zorlaşacağından ve içeride nakit tutmada zorluklar oluşacağından faiz oranı olağanüstü yükselir ve bu durum ekonomiyi riskli kılar.
h. (Vergi ve Olağan Bütçe Gelirleri - Toplam Kamu Harcamaları) olarak formüle edilen tanımlamanın sonucuna Nihai Bütçe Dengesi adı verilir.
i. Birincil bütçe dengesi = [Vergi ve Olağan Bütçe Gelirleri - (Toplam Kamu Harcamaları + Faiz Ödemeleri)
j. Kamu bütçesinde devamlı açık oluşabilmesi vergi salmanın ve para yaratmanın kamusal güç olmasından kaynaklanmaktadır. Birey ya da aile bütçelerinde önce gelir tahmini yapıldığı halde, kamu bütçesinde önce gider tahmini yapılır. Bunun nedeni, bireyler ya da aileler para basma ya da uzun dönemli borçlanma gücüne sahip olmadıkları halde, devletler vergi salma ve para basma gücüne sahiptirler. Kamu bütçelerinde birinci aşamada kamu harcamalarının saptanması, ikinci aşamada ekonomik ve sosyal koşullara göre vergi ve diğer gelirlerin saptanması kuralı geçerlidir. Vergilerle karşılanamayan harcamalar ise kamu borçları ile karşılanır.
4. Maliye Politikası Açısından Bütçe Açığına Yaklaşımlar; Açığın ekonomideki rolü ve etkileri açısından, ana-akım ekonomistleri ve radikaller olmak üzere iki ana grup olarak ele alınır. Ana-akım ekonomistlerin görüşleri neo-klasikler, Keynesyenler, Monetaristler ve Ricardoculardır.
a. Neo-klasik Yaklaşım;
i. Neo-klâsik ekonomistler ekonomik işleyişte piyasanın Optimum kaynak ve adil gelir dağılımı sağlayacağı varsayımı ile piyasa dengelerinin bozulmaması için bütçenin denk olması gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Klasiklere göre, ürün piyasalarında tüketim ve yatırım harcamaları dengede olup tasarrufun yatırıma eşit olduğu durumda, ekonomik istikrarın sağlanması amacıyla kamu bütçesinin de denk olması gerekmektedir.
ii. Neo-klâsikler kamu kesiminin eşitliği yanında, hacim olarak da küçük olmasını ve harcamaların finansmanının ekonomik kararları etkilemeyecek tarafsız vergilerle yapılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
iii. Neo-klâsikler kamu kesimine bazı toplumsal ihtiyaçların karşılanması dışında, hiçbir ekonomik işlev yüklememiş, devletin tümü ile yansız kalmasını tercih etmişlerdir.
iv. Neo-klasik görüş taraftarları devletin ekonomiye hiçbir şekilde müdahale etmemesi gerektiği görüşü yanında, kamu borçlarının da ekonomik işleyişi bozacağı görüşünü ileri sürmüşlerdir.
v. Bu görüş taraftarlarına göre, kamu borçları kuşaklararası kaynak ve gelir dağılımını şimdiki kuşak lehine bozarak piyasanın işleyişini olumsuz etkilediği gibi, olağan koşullarda oluşabilecek kuşaklar arası toplumsal tercihleri de saptırır. Bu nedenle, savaş veya doğal afetler gibi acil ortaya çıkan durumlarda ya da kendisini itfa edebilecek yatırımlara yönelik olarak yapılan borçlanmalar dışında kamu borçlanması neo-klasik yaklaşımca benimsenmez.
b. Kaynesyen Yaklaşın;
i. Kapitalist sistemin karşıtının ortaya çıkmış olması yanında, yaşanan büyük kriz Keynesyen görüşü doğurmuş ve neo-klâsiklerin aksine, ekonomiyi rayına oturtma konusunda kamu kesimine görev verilmiştir.
ii. Keynes’e göre, piyasalar tam istihdamı sağlayacak efektif talep düzeyini oluşturamayacağından, devletin, bir yandan özel harcamaları yükseltmeye yönelik vergi avantajları sağlama, diğer yandan da talebi yükseltmeye yönelik doğrudan harcama önlemleri alarak piyasalara müdahale etmesi zorunludur.
iii. Keynesyen görüşün odağında bütçe açığının yer aldığı ortadadır.
iv. Keynesyen görüşte, klâsik ve neo-klâsiklerin aksine, piyasaların canlandırılması ve tam istihdamı sağlayıcı efektif talep düzeyinin yakalanabilmesi için kamu açıklarına aktif işlev yüklenmiştir
v. Keynesyen görüşün dayandığı bireylerin kısa vadeli görüşe sahip olup ekonomik kararlarını bu doğrultuda aldıkları, başka bir deyişle yaşam boyu gelir hipotezine rağbet etmedikleri varsayımı vergi indirimi konusunu öne çıkarmıştır.
vi. Olası bir vergi indiriminin kullanılabilir geliri yükselterek toplam talep üzerinde yükseltici etki oluşturabileceği ileri sürülmüştür.
c. Monetarist Yaklaşım;
i. Açık bütçe uygulaması, hizmetlerin genişletilmesi ve gelirlerin yükseltilmesi yönünde Toplumu mutlu ettiği gibi politikacıların da ellerini kolaylaştıran bir politika işlevi görmüştür.
ii. Zamanla politikacılar Keynesyen politikalardan uzaklaşılarak, klâsik görüşle örtüşen Monetarist görüşe geçilmiştir. Monetarist görüş de, klâsik görüşe paralel olarak, kamu kesimi borçlanma gereksinimini reddetmiş ve denk bütçe uygulamasına geçilmesini şiddetle savunmuştur.
iii. Monetarist görüş kamu kesimi hacminin küçültülmesini ve devletin ekonomik faaliyetlerden çekilerek, sadece özgürlükleri koruyan ve temel kamu hizmetlerini sunan jandarma devlet anlayışını savunmuştur.
iv. Keynesyen görüşün terk edilerek Monetarist görüşe geçilme süreci, diğer bir deyişle, Keynesyen görüşle tarih sahnesine çıkmış olan maliye politikası uygulamasının Monetarist yaklaşımla geri plana çekilmesi, ekonomilerin işleyiş dinamikleri bağlamında açıklanması gereken önemli bir konudur
v. Keynesyen görüşe dayalı sosyal politikaların devre dışı bırakılmasında Sovyetler’in çöküşü ve Berlin Duvarı’nın yıkılışının yanında, kapitalist dünyada gerileyen sermaye getirisinin de çok büyük bir rolü olduğu kabul edilmelidir.
d. Ricardocu Yaklaşım;
i. Ricardocu hipotez: Bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanının, yaşam boyu gelir hipotezi altında, tüketim üzerinde etkisinin olmamasıdır.
ii. Ricardocu ya da Barro hipotezine göre, bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanı bugünkü vergi yükünün gelecekteki aynı yükle ikamesi olduğundan yaşam boyu gelir hipotezi altında, tüketim üzerinde etkili olmaz. Bu hipotez, kuşaklararası geçişliliğin bulunduğu, ileriye ait vergi değişikliğinin öngörülmediği ya da olası bir değişikliğin bilindiği ve bireylerin bu bilinçle rasyonel davrandığı varsayımlarına dayandırılmaktadır. Söz konusu varsayımların geçerli olduğu koşulda, açık bütçe uygulamasında vergi avantajı yaşayan bireyler bu avantajı tüketimlerini yükseltecek şekilde değil, ileride faizle birlikte borç itfasına gidildiğinde oluşacak yüksek vergi yükümlülüğünü karşılayabilmek için tasarruflarını yükseltecek yönde kullanırlar.
e. Radikal Yaklaşım;
i. Kamu açığı konusuna sistem dışı ve eleştirel olarak yaklaşan radikal görüş yanlıları bütçe açıklarının kapitalist sistemin işleyişinin içsel dinamikleri sonucunda organik olarak ortaya çıktığını iddia etmektedir
ii. James O’Connor ve taraftarlarının savunduğu görüş, kamu kesiminin işlevi ile ilgili çözümleme doğrultusunda geliştirilmiştir. O’Connor tezlerini geliştirirken kamu açıklarını Keynesyen talep yanlı araç olma görüşüne dayandırmamışlardır.
iii. Bu görüşe göre, kamu kesiminin birinci işlevi özel sermaye birikimine katkı yapacak faaliyette bulunmak, ikinci işlevi ise özel sermaye birikim sürecinin toplumsal ortamda oluşturduğu sosyal sorunları hafifletici harcamalar yaparak sistemi meşrulaştırmaktır.
iv. Bu yaklaşıma göre, temel üretim girdi maliyetleri kamulaştırılmaktadır. Böylece, kamusal destekle hızla büyüyen özel sermaye giderek Monopolleşir. Diğer yandan, sistemin meşrulaştırılması için toplumun geri bıraktırılan kesimlerine de sosyal aktarım yapılması gerekmektedir.
v. James O’Connor’un savunduğu radikal görüş çerçevesinde kamu açıkları, Keynesyen görüşte savunulduğu gibi, ekonomide tam istihdamı sağlamaya yönelik iradi araç olarak değil, fakat sistemin işleyiş dinamikleri doğrultusunda oluşan bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.
5. Bütçe Açığının Finansman Yöntemlerinin Ekonomik Etkinlikleri; Bütçe açığı 2 yoldan finanse edilir 1. si Hazine aracılığı ile Merkez bankasından borçlanmadır. Hazine merkez bankasına hazine kâğıdı olarak adlandırılan vadeleri farklı senetler verir ve bu senetler karşılığında merkez bankası kasalarında tutulan paralardan borç verilir. Borcun vadesinin 1 yıldan az olması durumunda kısa vadeli (Dalgalı) borç olur. Vadesi 1 yıldan fazla ise uzun vadeli borç oluşur. Burada yeni para basılmamakta fakat merkez bankasının kasalarında tutulan para hazine kanalından piyasaya sürülmüş, yani ekonomide yeni satın alma gücü yaratılmış ya da para tabanı genişletilmiş olacaktır. 2. si borçlanma türü yine hazine aracılığı ile bu kez merkez bankası dışında, bankalar sisteminden borçlanmadır. Piyasaya yeni satın alma gücü sürülmüş olmamakta, borç verilebilir fonlar piyasalarında özel sektör yanında kamu kesimi de piyasaya girmiş olmaktadır.
a. Bütçe Açıklarının Merkez Bankası Kaynaklarından Finansmanının Ekonomik Etkileri;
i. Bütçe açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından karşılanması yönteminde piyasaya yeni satın alma sürülerek para tabanı genişletilmiş olur. Bütçe açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından borçlanılması sonucunda ekonomide para tabanının genişlemesi paranın miktar teorisi kuralına göre, tam istihdam ve/veya tam kullanım kapasitesine varılıncaya dek üretimin artmasına neden olur. Bu sınır aşıldıktan sonra ise fiyatlar genel düzeyinde artışa yol açar. Merkez Bankası kaynaklarından yapılan borçlanma yoluyla para tabanının genişletilmesi ileri aşamalarda enflasyonist etki oluştururken aynı zamanda faiz oranında da artışa yol açar.
ii. İç ve dış dengeler üzerinde fazla etkili olmaz,
iii. Nominal faiz oranı ve enflasyon oranı veri iken reel faiz oranını hassas hesaplama formülü; R = [ (1 + N) / ( 1 + E ) ] – 1 burada N Nominal faiz, E ise enflasyon oranıdır.
iv. Kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından finansmanı yöntemi ile ekonomiye yeni satın alma gücü enjekte etmenin faiz oranı üzerinde ciddi bir etki yaratmadan fiyatlar genel düzeyi üzerinde etki oluşturması, iç denge açısından ürün ve faktör piyasalarında, dış denge açısından ise ticaret dengesi üzerinde ciddi sonuçlar ortaya koyar.
v. Senyoraj hakkı: Devletin para basma tekeline sahip olmasının sonucu olarak para basmaktan elde ettiği gelirdir.
vi. senyoraj yönteminde kamu kesimi yeni para basımı maliyeti ve enflâsyon yükü dışında kalan yeni satın alma gücüne sahip olur iken, Merkez Bankası’ndan borçlanma yönteminde sadece enflâsyon maliyeti dışında yeni satın alma gücünden yararlanır.
vii. Anti-enflâsyonist maliye politikası uygulanması gerektiğinde de bütçenin açık vermemesi, hiç değilse birincil fazla vermesi amaçlanır.
viii. Kamu personeline kamu kesiminde ödenen özlük hakkı ile söz konusu personelin piyasada sağlayabileceği gelir arasında oluşan fark açıldıkça kamu personelinin hizmet kalitesinde erime görülür.
ix. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan yaptığı borçlanmanın kamu kesimine sağladığı yarar ise bu süreçte yaşanan enflâsyona bağlı olarak piyasadaki değerli kâğıtların gerçek değerleri üzerinde eritici etki oluşturarak kamu borçlarının reel değerini erozyona uğratmasıdır.
x. Borçların Monetizasyonu: Kamu borçlarının Merkez Bankası para tabanının Genişletilmesi ile itfa edilmesidir.
xi. Merkez Bankası kaynaklarından borçlanılarak gerçekleştirilen monetizasyon işlemi Hazine’yi avantajlı kılarken, aynı nedenle alacaklıları zarara uğratmaktadır.
xii. Hoş olmayan Monetarist aritmetik: Uzun dönemde bütçe açığının borçla finansmanının parasal finansmandan daha enflasyonist olması durumudur.
xiii. “Hoş Olmayan Moneterist Aritmetik” Thomas Sargent ve Neil Wallace ikilisine ait
xiv. Para tabanı genişletilmesi enflâsyon nedeniyle bütçe üzerinde anlık yük oluşturduğu halde, borçlanmanın yol açtığı ve zaman içinde büyüyerek nihaî aşamada ortadan kaldırılmasının gerekli olduğu düşünülen kalıcı yük, birincinin ikinciye tercih nedenini oluşturmaktadır.
b. Bütçe Açıklarının Merkez Bankası Dışı Kaynaklardan Finansmanının Ekonomik Etkileri;
i. Bütçe açıklarının Merkez Bankası dışı kaynaklarla karşılanması, yurt içi kaynaklar ve yurt dışı kaynaklar olmak üzere iki şekilde olabilir. Yurt içi kaynaklar iç ekonomide borç verilebilir piyasalardan oluşur. İç finansal kuruluşlar ve tüm tasarrufların aktığı finansal piyasalar.

MERYEM GÜNGÖR’E TEŞEKKÜR EDERİZ. EMEĞİNE SAĞLIK.




 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst