Aöf Sosyal Sorunlar Dersi 5.Ünite Ders Notları

tremendous

Forum Yöneticisi
Katılım
11 Ara 2012
Mesajlar
1,781
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Bölüm:
MEZUN
Şehir:
İstanbul
Aöf Sosyal Sorunlar Dersi 5.Ünite Ders Notları

ÖZÜRLÜ, SAKAT ve ENGELLİKAVRAMLARI

“Özürlü”, “sakat” ve“engelli” kavramlarının hukuksal metinlerde ve akademik disiplinlerdegenellikle birbirinin yerine kullanıldığı hatta karıştırıldığı görülmektedir.Gündelik dilde ise, özürlüler için, sakat, kör, sağır, dilsiz, cüce, topal gibifarklı isimlendirmelerin kullanıldığı görülmektedir. Özürlü ve özürlülereilişkin kavramlar net bir biçimde ortaya konulduğu takdirde ‘özürlü’ gruplarınayönelik geliştirilecek politikalar, yasalar ve hizmetlerin kapsamıbelirginleşecek, bu durum da uygulamada ortaya çıkabilecek birçok sorununçözümüne kolaylık sağlayacaktır.
Resmi kaynaklarda, ençok eş anlamlı ve birbirinin yerine kullanılan kavramlar ‘özürlü’ ve ‘engelli’kavramlarıdır.
Özürlü
Sosyoloji sözlüğündeözürlü kavramı, doğuştan veya sonradan edinilen fiziksel veya zihinselözür nedeniyle kendi yaşına veya cinsiyetine denk düşen etkinlikleri,işlevlerini yerine getirmekte zorluk çeken kişi olarak tanımlanırken; ‘özürlülük’ kavramıise, körlük, felç ya da zihinsel özürlülükgibi fiziksel ya da zihinsel işlevlerden birinin ya da birden çoğununhastalıktan farklı olarak kalıcı biçimde kaybedilmesi veya eksik olmasıbiçiminde tanımlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler ÖzürlüHakları Bildirgesi’nde özürlü kavramı kişisel ya da sosyal yaşantısındakendi kendine yapması gereken işleri (doğuştan ya da sonradan olma) herhangibir noksanlık sonucu yapamayan kişi olarak tanımlanırken;
Dünya SağlıkÖrgütü’ne göre (WHO), işitme, konuşma ve fiziksel engellerifiziksel sakatlıkları ile normal fonksiyonlarını yerine getiremeyen ve buözellikleriyle diğerlerinden ayrı kişi olarak
tanımlanmaktadır.
Uluslararası YetiYitimi, Sakatlık ve Özürlülük Sınıflandırması değerlendirmesine
göre özürlülük,belirli bir birey için yeti yitiminden ya da sakatlıktan kaynaklı olarak obireyin-yaş, cinsiyet, toplumsal ve kültürel etkenlere bağlı-bir rolü normaldeyerine getirmesini sınırlayan ya da engelleyen bir dezavantaj olarak tanımlanmıştır.
Özürlüler Kanunu 3.maddesi özürlüyü, doğuştan veya sonradan herhangi birnedenle bedensel,
zihinsel, ruhsal,duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyletoplumsal
yaşama uyum sağlamave günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım,
rehabilitasyon,danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi olarak tanımlamaktadır.Aynı
maddede hafifözürlü ve ağır özürlü ayrımına yer verilmiş ardından da bakımamuhtaç özürlü tanımlanmıştır.
DİKKAT!Özürlülüğü tanımlayan bazı ortak kriterler bulunmaktadır. Bireyin doğuştan veyasonradan çeşitli sebeplerle bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yetileriniçeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal hayata katılamamasıyukarıdaki tanımların ortak özelliğidir. Yine kişinin yaşadığı özründen dolayıkorunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve
destek hizmetlerineihtiyaç duyması vurgulanan başka bir yöndür.
Sakat (Disability)
Sakat kavramınınsözcük anlamı, bir şey yapma yetisinden mahrum olmademektir. ‘Yeti yitimi’ bedenin fonksiyon ve yapısal düzeninin bozulması sonucunda ortayaçıkan kısıtlılıklardır.
*İşitme bozukluğu
*konuşma bozukluğu
*görme bozukluğu vb.fiziksel bozukluklar
*bilişsel bozukluklar
*ruhsal/mentalhastalıklar gibi düşünsel bozukluklar iletişim becerileri ve yetilerikısıtlayacaktır.
Bozukluk: Sağlık açısından psikolojik, fizyolojik veanatomik(fiziksel) yapı ve fonksiyonlarındaki eksiklik ve anormalliktir.DünyaSağlık Örgütü (WHO),özürlü ya da engelliyi sağlık açısından yeterli olmama haliolarak ele almaktadır.
Uluslararası ÇalışmaÖrgütü’nün Sakatların Mesleki Rehabilitasyonu veİstihdamı
Hakkında Sözleşmedesakat terimi, uygun bir iş bulup, elinde tutabilme ve o işte ilerleme beklentisi,fiziksel ya da düşünsel nitelikte bir yetmezliği nedeniyle önemli ölçüdeazalmış kişilere verilen bir sıfattır. Kişinin sakat olarakdeğerlendirilebilmesi için fiziksel ve zihinsel bir
yetersizliğibulunması; bu yetersizliğin eğitimini veya işini olumsuz etkilemesi ve buyetersizlik
nedeniyle özeleğitime ve hizmetlere ihtiyaç duyması kriterleri aranır.Sakatlığın ölçütü,‘fiziksel ve düşünsel planda yeti yitimi’ olarak gösterilse de bazı istisnaidurumlar, örneğin bedensel yapıda görülen bazı aksaklıklar ki bunlar doğuştanolabileceği gibi sonradan da olabilir kişinin yeteneklerini kısıtlamayabilir.Kişinin özrü onu çalışma yaşamından alıkoyamaz.
Engelli
Doğuştan veyasonradan meydana gelen hastalıklar veya kaza sonucu oluşan sakatlıklar(vücudun
görsel,işlevsel,zihinsel,ruhsalfarklılıklar) öne sürerek, toplumsal/yönetsel tutumve tercihler sonucu yaşamın birçok alanında kısıtlanan, engellerle karşılaşankişi demektir.Üç ana türde engelli söz konusudur.
1.Fizyolojik Engelli
2.Zihinsel Engelli
3. FizikselEngelli.
Fizyolojik engelli,doğuştan veya sonradan geçirdiği hastalık veya kaza sebebiyle hayati organlardafonksiyon yetersizliğinden dolayı oluşan bozukluktur.
Zihinsel engelli,doğuştan ya da sonradan işitme veya görme engelli olma hali yahut dahageniş kapsamda beyin ile ilgili algılama ve algıladığını doğruyorumlayamama durumudur.
Fiziksel engelli, teknikolarak vücut yaşam fonksiyonlarını fazla etkilemeyen el-ayak gibi uzuvlarınkaybı veya uzuv felci durumlarında fiziki hareket özgürlüğünün kısıtlandığıengel kategorisidir.
Engelli hareketiaktivistleri, toplumda engeli bulunan insanların toplumsal aktivitelerde ya datopluma tam ve etkin katılamayışlarını, toplumda engeli bulunmayan çoğunluğunönüne koyduğu engellerden kaynaklandığını savunmaktadır. Hem fiziki hem detutumlarla alakalı olan bu toplumsal engeller Thomas’a göre, yetiyitimleri kişilerin hem hareketlerini sınırlar hem de yaşamlarını kısıtlar.Kısacası bu engeller, toplumsal olarak atfedilmiş yeti yitimleri olan kişileritoplumdan dışlar, onları baskı altına almaya yarar.
Türkiye’de ÖzürlüBirey Olma, Temel Sosyolojik Özellikleri ve Sorunları Üzerine Bir Araştırmaadlı araştırmada engellilerin sosyolojik özellikleri şöyle sıralanmaktadır:
1.Engelli bireylerin çoğunluğu 19–44 yaş arasındadır. Bekâr olan engellilerleevli olanların oranı
birbirine yakındır.
2.Eğitim düzeyleri düşüktür.
3.Kent merkezli engellilerin sayısı kır merkezli engellilerden fazladır.
4.Engelli bireyler yaşamlarını aileleriyle beraber geçirmektedir, ancak istisnaiolarak tek başına ve
arkadaşlarıylayaşayan ve yurtlarda kalan engelliler de vardır.
5.Bireyler çoğunlukla engelli olmalarından dolayı kimseyi sorumlu tutmamaklabirlikte engelli
bireyler arasında,anne-babalarını gerekli ihtimam göstermemeleri, yakın akrabalarını anne
babalarını yanlışyönlendirmeleri ve sağlık personelini yetersiz ve hatalı uygulamaları nedeniyle
sorumlu tutanlar dabulunmaktadır.
6. Engellibireylerin çoğunluğu yardım araçları (tekerlekli sandalye, protez, baston)
kullanmaktadır.
7.Çoğunluğu gündelik aktivitelerini (yemek, tuvalet, banyo, giyinme, alış-veriş,dışarı çıkma,
kitap/gazete okuma)tek başlarına karşılasalar da göz ardı edilemeyecek etkinliklerini tek başına
karşılayamamaktadır.
8.Engelli bireylerin köken aileleri (anne-baba aileleri) çoğunlukla çekirdek ailemodelindedir.
9.Bedensel engellilerin görme engellilere göre erkek engellilerin kadınengellilere göre meslek
sahibi olma oranlarıyüksektir.
10.Mesleklerin dağılımına göre hem görme, hem bedensel engelli bireyler idariişlerde tüm
engelliler içindekadınlar idari işlerde erkekler tarım dışı üretim faaliyetlerinde
yoğunlaşmaktadır.
11.Engelli bireyler genellikle zamanlarını ev, yurt, dernek işyeri gibi alanlardageçirmekle birlikte
onlar boş zamanlarınıda yine bu alanlarda geçirmektedir.
12.Engelli bireylerin çoğu bilgisayar kullanmakta veya bilgisayar kullanmayıistemektedir.
Bilgisayarlarinternette bilgi tarama, gezinti yapma amacıyla kullanılmaktadır.
*Burada unutulmamasıgereken nokta, bu kavramlara yüklenilen anlamdır.

Örneğin özürlülük tıpbilimi için bir sağlık sorunu, biyoloji bilimi için genetik birbozukluk, sosyoloji bilimi için toplumsal-kültürel bir sorun olarakalgılanmış ve bu çerçevede tanımlanmıştır. Bu bölümde ‘özürlü-özürlülük’kavramı kullanılacaktır.Nitekim son yıllarda gerek hukuki metinlerde gerekse dekamu kurumlarınınn yazışmalarında (örneğin Özürlüler İdaresi gibi) özürlükavramı sakat ve engelli kavramının yerine kullanılmaktadır.
Bu aşamada konununanlaşılması amacıyla özürlü türlerine kısaca değinilmelidir.
ZihinselÖzürlü: Çeşitli derecelerde zihinselyetersizliği olan kişidir. Zekâ geriliği olanlar
(mentalretardasyon),Down Sendromu, Fenilketonüri (zekâ geriliğine yol açmışsa) bu gruba girer.
İşitmeÖzürlü: Tek veya iki kulağında tam veya kısmiişitme kaybı olan kişidir. İşitme cihazı
kullananlar da bugruba girmektedir.
GörmeÖzürlü: Tek veya iki gözünde tam veya kısmigörme kaybı veya bozukluğu olan kişidir.
Görme kaybı ilebirlikte göz protezi kullananlar, renk körlüğü, gece körlüğü (tavuk karası)olanlar da bu gruba girmektedir.
OrtopedikÖzürlü: Kas ve iskelet sisteminde yetersizlik,eksiklik ve fonksiyon kaybı olan kişidir.
Kol, ayak, bacak,parmak ve omurgalarında kısalık, eksiklik, fazlalık, yokluk, hareketkısıtlılığı, şekil bozukluğu, kas güçsüzlüğü, kemik hastalığı olanlar,felçliler, serebralpalsi, spastikler ve spinabifida olanlar bu grubagirmektedir.
Dil veKonuşma Özürlü: Herhangi bir nedenle konuşamayan veyakonuşmanın hızında, akıcılığında, ifadesinde bozukluk olan ve ses bozukluğuolan kişidir. İşittiği halde konuşamayanlar, gırtlağı alınanlar, konuşmak içinalet kullananlar, kekemeler, afazi, dil-dudak-damak çene yapısında bozuklukolanlar bu gruba girmektedir.
Ruhsal veDuygusal Hastalığı Olan: Duygu, düşünce ve davranışlardakinormalden farklı örüntüler nedeni ile günlük yaşam aktivitelerine tamamlamada,kişiler arası ilişkilerini devam ettirmede güçlük yaşayan kişidir. Depresyon,şizofreni gibi hastalıklar bu gruba girmektedir.
SüreğenHastalık: Kişinin çalışma kapasitesi vefonksiyonlarının engellenmesine neden olan, sürekli bakım ve tedavi gerektirenhastalıklardır.Kan hastalıkları, kalp-damar hastalıkları, solunum sistemihastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, idrar yolları ve üreme yollarıhastalıkları, cilt ve deri hastalıkları, kanserler, endokrin vemetabolikhastalıkarı, sinir sistemi hastalıkları, HIV
DikkatEksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu: Çocukta 7 yaşındanönce başlayan, en az iki ortamda (ev, okul) 6 ay süreyle yaşına ve gelişimseviyesine uygun olmayan dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik, hiperaktivite vedürtüsellik belirtileriyle görülen bozukluktur.
ÖZÜRLÜLÜĞE YÖNELİK KURAMSALYAKLAŞIMLAR
Literatürdeözürlülüğü açıklamaya çalışan çeşitli kuramsal modeller bulunmaktadır. Bunlar
1.Tıbbi (medikal) model
2.Sosyal Model (İnsan Hakları Modeli).
Bunun yanındaözellikle ortaçağ Avrupa’sında egemen olan ahlaki (tinsel) modeldenbahsedilebilir.İnsan haklarının küresel düzeyde gelişmesi, beraberinde özürlü haklarını dagündeme getirmiştir. Çağlar’ın ifadesiyle özürlü hareketleri ve uluslararasıinsan hakları kurumlarının çabalarıyla özürlü algısı, kederci yaklaşımdanuzaklaşıp, evrensel bir olgu haline gelmiştir.
Tıbbi Model
Tıbbi modele göreözürlülük bir anomali veya bir hastalık durumudur. Bu yaklaşıma göre özürlülükbüyük ölçüde bireyin bir eksikliği ya da yetersizliğidir. Çalık’a göre,özürlülük insan doğası ile bağdaşmayan, kabul edilemezbir durumdur ve muhakkak ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi gerekir.Bunu sağlayacak olan tıp bilimi ve doktorlardır. Tıbbi model yaklaşımında,vurgu kişinin özrü, bozukluğu ve sağlığındaki sapmalar üzerinedir. Bu sapmaveya bozukluğun onarılması tıbbi tedavi ve rehabilitasyonla mümkündür. Bumodelde özürlü birey, teşhis ve tedavinin ya da rehabilitasyonun konusu olarakbir yandan engelinin verdiği fiziksel zorluklarla başa çıkmaya çalışan, diğeryandan çevresel (tutumlar, önyargılar, fiziksel bariyerler) faktörlerdenkaynaklanan güçlüklerle mücadele etmek zorunda kalan kişidir.Özürlüler toplumsal bir varlık olarakalgılanmadığı için kişinin topluma katılımıyla ilgili kendi dışında olanengellere vurgu
yapılmaz.Özürlüler,sağlık kuruluşlarında, bakım evlerinde ya da rehabilitasyon merkezlerinde izolebir yaşam sürerler.Farklı ve özel ihtiyaçları olan insangrubu olarak algılandıkları için sadece onlara özgü hizmetler verilir. Özelokullar, özel otobüsler, özel binalar, özel spor ve eğlence alanları hizmetesunulur. Tıbbi model taraftarlarının açıklamaları özürlü bireyler tarafından olumlukarşılanmamakta ve eleştirilmektedir. Çünkü bu yaklaşım, özürlülerin biranlamda ayrımcılığa maruz kalmasına ve sosyal dışlanmasına sebebiyetvermektedir. Aynı zamanda tıbbi model sosyal modelinde yoğun eleştirisiylekarşılaşmaktadır.
Sosyal Model
Sosyal model sakatkişileri tıbbi ya da bireysel terimlerle tanımlamak yerine sakatlığıtoplumların yeti yitimleri olan insanlara yaklaşma tarzları olarak ele alır.Başka bir deyişle kişiler bedenlerinden dolayı sakat değildir, toplum onlarısakatladığı için öyledirler. Sakatlık fiziksel ya da zihinsel yetersizliklerleya da sınırlarla alakalı değil, ayrımcılık ve ön yargıyla alakalıdır. Sosyalmodelde,
tıbbi modelin ilerisürdüğü tıbbi hizmetler, rehabilitasyon diğer yardım ve desteklerreddedilmemekle birlikte, engeli olmayanlarla aynı haklara sahip olma talebi,ayrımcılıkkarşıtlığı ve eşitlik üzerinden dile getirilmektedir. Toplumda tıbbimodelin özürlülere biçtiği geleneksel rolü sorunlu bularak yeni bir kimliksiyaseti geliştirmeye çalışmaktadır. Bu siyaset sakat hareketi olarakküresel insan hakları hareketine eklenmektedir. Sosyal model kuramcılarınınçoğu, maddi ve sosyo-kültürel güçlerin toplumsal engellerinyaratılmasında birlikte rol oynadığını düşünmektedir. Kişisel ön yargılardankurumsal ayrımcılığa, erişilemez ve kullanılamaz binalardan yararlanılamayanulaşım sistemine, ayrılmış eğitim düzeninden dışlayıcı çalışma koşullarınakadar, pek çok yapısal ve kültürel öğenin, engellilerin bireysel ve kolektifolarak dışlanmasında etkin olduğu ileri sürülmektedir. Zola’ya göre sosyalmodel özürlülüğün biçimi veya derecesi ne olursa olsun herkesin bağımsızlığına(otonomi) saygı duyulması gerektiğini talep eder. Bu talebin nedenlerindenbiri, özürlülüğün uzun vadeli, hatta ömür boyu bir tedavi gerektirebileceğidir.Eğer tıbbi model uygulanıyor olsaydı özürlü bir insan, hiçbir soru sormadanönerilen tedaviyi, bağımsızlıklarının askıya alınmasını pasifçe kabul edilmesibeklenen ömür boyu bir hasta haline gelirdi. Fakat bağımsızlığa önem verensosyal model, tedaviden ilgiye geçilmesini ve tedavinin artık doktorunyaptığı ve hastanın kabul ettiği bir süreç olmadığının kabul edilmesini talepetmektedir. Nitekim, bu durum bizi toplum temelinde rehabilitasyon anlayışınagötürmektedir. Engelli kişilerin,onların ailelerinin ve toplumun birlikte rol alacağı rehabilitasyon sürecisağlık eğitim ve sosyal ve mesleki programlar aracılığıyla hizmetlere göndermeyapan bir sistemin geliştirilmesini içermektedir.
Tıbbi model ilesosyal model arasındaki bakış açısı farklılığı;
Tıbbi Model SorunÜzerinde Odaklanmaktadır.
Kavanoz kapaklarını,kapıları açmakta zorlanan veya açamayan eller.
Uzun süre ayaktakalmakta zorluk çekme
Binalardakimerdivenleri çıkmakta başarısız olma
Yapılmayacağınıdüşündükleri için insanların özürlü bireye iş vermemeleri
Sosyal Model ÇözümÜzerinde Odaklanmaktadır.
İyi düşünülerekdizayn edilmiş kavanoz kapakları, otomatik kapılar
Kamuya ait yerlerdeoturulabilecek daha fazla sayıda koltuk
Tüm binalarda rampave asansörler
İnsanları ‘sorunaramak’ yerine özürlülerin ‘yeteneklerini görmek’ yönünde eğitmek
ÖZÜRLÜ HAREKETİNİ ‘YENİTOPLUMSAL HAREKETLER’
İÇİNDE DÜŞÜNMEK
20.yy küresel alandaortaya çıkan radikal protesto grupları modern toplumun eşit yurttaşvehomojen ulus-devlet söylemlerine itirazda bulundular. Toplumların ‘homojen’ve‘insanların pratikte eşit olmadığı’ reel bir dünya tasavvuru yenitoplumsal hareketlerin eylemlerine ön ayak oldu. Önceleri din, sınıf vemilliyetçilik temaları etrafında örgütlenen klasik toplumsal hareketlere yenidönemde, kadın, etnisite, ekoloji odaklı hareketler eklendi. Son olarak da buhareketlere ‘sakat hareketi’ eklenmiştir. Dünyada sayıları yaklaşık 450 milyonkişiyi bulan özürlülerin hak temelli taleplerinin kamuoyunda görünürkılınmasında kuşkusuz ‘sakat hareketi’nin olumlu rolü bulunmaktadır. ‘Sakathareketi’ de kendisinden önce meydan gelmiş toplumsal hareketleri model almışve üyelerinin devlet ve ekonomi katında güçlenmesine katkıda bulunmuştur.Hareket, çeşitli aktiviteler ve eylemler yoluyla kişisel olanı (tıbbi bozuklukveya yetersizlik gibi) kamusal alana taşıyarak politize etmiştir. Sakatkişileri yetisiz olarak, iktidar ve aracılıktan yoksun olarak ve işlevsizbedenlerin ve zihinlerin acıklı kurbanları olarak gören egemen anlayışa meydanokumuştur. Artık günümüzde sakatlık ‘kimlik siyaseti’ etrafında dönen birsiyasal mücadele biçimi haline gelmektedir. Fraser’e göre sakatlığınsiyasallaşması yaklaşımında üç temel öğe vardır.
1.Sakat kişilerin dezavantajlı ya da marjinalleştirilmiş bir topluluk olduklarıtemel görüşü,…
2.Sakat kişilerin ayrı bir azınlık oluşturduğu ve bu grup için toplumsaldeğişikliğe bizzat kendilerinin ön ayak olup başı çekmeleri gerektiği iddiası,
3.Sakatlık sosyal modeli
Türkiye’de batılımanada örgütlü, politize olmuş bir sakat hareketinden bahsedilemez. Ancak sondönemlerde, ABye uyum çerçevesinde, bazı yasal düzenlemelere gidilmiştir.2005yılında çıkan ‘Özürlüler Yasası’ kuşkusuz sakat hareketinin oluşmasındabelli bir bilinç düzeyi getirmiştir.
ÖZÜRLÜLERİN TOPLUMSAL YAPIDAKARŞILAŞTIĞI SORUN
ALANLARI
Toplumda var olanönyargılar, koşullanmalar, ayrımcılık içeren sosyo-kültürel faktörlerözürlülerin sosyal ve ekonomik hayata katılımını sınırlandırmaktadır.Özürlülerin duyduğu gereksinimleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1.Eğitim Hakkı
2.Sağlıklı Yaşam Hakkı
3.Sosyal Yaşamda Destek
4.Ayrımcılığın Önlenmesi
5. İstihdamOlanakları.
Eğitim hakkı; Özürlülerve özelde de özürlü çocukların temel eğitim hakkı ve fırsatlarınakavuşturulması modern devletlerin asli görevidir. Özürlü bireylerin, temeleğitim ilkeleri doğrultusunda genel eğitim, özel eğitim ve mesleki eğitim görmehaklarını kullanabilmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda Anayasamızın 42. maddesinde“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet, durumlarısebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirlerialır”,“5378 sayılı Özürlüler Kanunu’nun 15. maddesinde de “Hiçbir gerekçeyleözürlülerin eğitim alması engellenemez. Özürlü çocuklara, gençlere veyetişkinlere, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak bütünleştirilmişortamlarda ve özürlü olmayanlarla eşit eğitim imkânı sağlanır” denilmektedir.Buna rağmen ülkemizde eğitimden yoksun olan özürlü bireylerin sayısı çoktur.Ülkemizde özürlü ve özürlü olmayan kadınların okuryazarlığı arasında ciddifarklar bulunmaktadır. Eğitim görmüş özürlü kız çocuğunun oranı hem eğitimgörmüş özürlü erkek çocuğu oranına hem de eğitim görmüş özürlü olmayan kızçocuğu oranına göre çok düşüktür. Eğitim sistemi ve müfredatı genellikle normalöğrencilere göre planlanmıştır. Sınıflar, salonlar, ders
kitapları, yöntem veteknikler normal çocukların ihtiyaçları ve beklentilerine göre organizeedilmiştir.Özürlü çocukların genel nüfustaki oranı yaklaşık % 14dür. Bu8 milyon civarında çocuk ve yetişkinin “özel eğitime” gereksinim duymasıanlamına gelmektedir. Buna karşılık ‘özürlü’ bireylere ulaştırılan eğitim verehabilitasyon hizmetlerinin % 2yi aşamadığı görülmektedir. Bu bağlamdaözürlü çocuklara tıbbi, eğitsel, rehabilitasyon ve mesleki eğitimlerininkarşılanması yanında aile rehberliği ve danışmanlık hizmetlerininyaygınlaştırılması ayrıcalıklı önem kazanmaktadır. Ayrıca tüm bireyler gibiözürlü bireylerin de diğer haklarını kullanabilmesi ve olası hak ihlallerinekarşı mücadele edilebilmesi için hangi haklara sahip olduklarını ve bunlarınasıl kullanabileceklerini bilmeleri gereklidir. Bu ise esas olarak eğitim ilegerçekleşebilir. Bu açıdan da eğitim hakkı klasik hak sınıflaması içinde yeralan hakların en önemlilerinden birisidir. Diğer yandan eğitim, özürlübireylerin mümkün olduğunca bağımsızlaşmalarında ve toplumsal yaşamın tümalanlarına katılabilecek düzeyde gelişimlerinin sağlanmasında da önemlidir. Birbaşka açıdan eğitim hakkı özellikle çalışma hakkı gibi hakların kullanımıaçısından da gereklidir. Şöyle ki; eğitimsiz ya da eğitim düzeyi düşük kişiler,bir iş bulabilmek, o işi elinde tutabilmek ve ilerleyebilmek açısındandezavantajlı konumdadırlar. Çalışma şansı olmayan kişilerin ise sosyal güvenlikhakkından yararlanmasına yönelik uygulamalar yaygın değildir.
Sağlık hakkı;özürlü bireyler, sağlıklı bireylere oranla daha fazla sağlık hizmetine ihtiyaçduymaktadır. Özürlüler yaşamlarının erken dönemlerinde kronik hastalıklara dahasıklıkla yakalanmaktadır. Özürlü bireylerin tedavileri daha karmaşıktır veyadaha uzun sürelidir. Süreğen ruh hastalıklarında olduğu gibi, bazı özürlülükdurumlarında yaşam boyu ilaçlı tedavinin sürdürülmesi gerekli olabilir. Ortezveya tekerlekli sandalye gibi yaşam boyu kullanacakları bazı yardımcı tıbbimalzemelere gereksinim duyabilirler.Özürlü bireyin özetle, uzun süreli bireyselveya tıbbi hizmete ihtiyacı vardır.
Sosyalyaşamda destek hakkı; genelliklesosyo-kültürel yapı içinde özürlü bireylerin toplumdaki diğer bireylerinyapabildiği her şeyi yapabilecek kişiler olarak algılanmamaları ve bu bireylerinyarım,eksik insan muamelesi görmeleri onlara yönelik ayrımcılık ve baskıyıortaya çıkarmaktadır.
Toplumadâhil olmak, toplumun içinde herkeslebirlikte ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında
(ekonomik,sosyal, politik, kültürel ve kamusal) aktif olarak yer almaktır. Toplumuniçinde yaşamak, topluma dâhil olmak anlamına gelmez. Bu anlamda özürlülerinevlerinden çıkabilmelerinin, istedikleri yer, kişi ve kurumlara ulaşmada kolayve bağımsız ulaşım imkânlarına sahip olabilmelerinin, kültürel, sanatsal vesosyal etkinliklere katılabilmelerinin sağlanması
durumundatopluma dâhil olduklarından söz edilebilecektir. Özürlü bireylerin toplumakatılmada karşılaştıkları engellerin bedensel sınırlılıklarından daha fazlakısıtlayıcı olduğu görülmektedir.
Katılımise; bireylerin gruba, gruplarıntopluluklara, birey ve grupların yönetime, toplu çalışmalara, projelere söz vekarar sahibi olarak iradelerini aktarma eylemi ve durumu olaraktanımlanmaktadır. Özürlü bireylerin, ayrımcılığa karşı korunması, bakılması,gözetilmesi ve sonucunda topluma dâhil edilmesi, toplumun bütünü açısından dayaşamsal bir değer taşımaktadır. Budurum aslında özürlü bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürü tarafındandabelirlenmektedir. Finkelstein özürlü bireylerin kendilerine ilişkinbakış açılarının da kendi kültürlerini yarattığını belirtmiştir. Goffman,bireyin fiziksel engelinin onun içinde yaşadığı toplumun bir parçası olmasınınengeli olmadığını ancak ona yüklenen kültürel anlamların ve buna bağlı olaraketiketlemenin engelliliği ortaya çıkardığını ifade etmiştir. Toplumsal hayattaözürlülerin önüne çıkan sorunların en fazla yoğunlaştığı yer kent hayatıdır. Çünkükent kimliği, genel itibariyle bütün uzuvları tam olan sağlıklı vatandaşlarıkapsamaktadır ve modern kentler, bu sağlıklı vatandaşların yaşama alanı olarakortaya çıkmıştır. Kent vatandaşlığı yaklaşımı, kenti paylaşan farklıkişilerin ve grupların farklılaşmış ihtiyaçlarını dikkate almayı önermekte,kentin bu farklılaşmış gereksinimler doğrultusunda yenidenşekillendirilebilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Özürlü bir kişi için de,her anlamda erişilebilir bir kentte yaşamak veya yaşadığı kenti kendisi içinerişilebilir olacak şekilde dönüştürmek çok temel bir haktır. Kamusal alandainsanların taciz edici bakışlarına maruz kalmadan var olabilmek de bir “kenthakkı” bir ‘kent vatandaşlığı’ hakkıdır. Arıkan’ın yaptığı araştırma, özürlükadınların % 77,8’inin duygusal/sözel şiddete, % 30,1’inin fiziksel şiddete ve% 22,8’inin cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya çıkarmıştır. Özürlükadınların daha çok eşleri tarafından istismar edildiği ve şiddete maruzkaldığı vurgulanmaktadır.Türkiye’de yapılan bir araştırmaya dair hazırlanmışraporda: “özürlü denildiğinde aklınıza ne geliyor?” sorusuna en yüksek tercihseçeneği ile % 24,2 oranında “yardıma muhtaç kişi” şeklindecevaplandırmışlardır. Aynı araştırmada katılımcıların % 59,3‘ü “süreğenhastalıklara sahip kişiler” özürlü tanımına girmez; %32‘si “ruhsal ve duygusal”% 28,2‘si “zihinsel özürlülerle arkadaş olmam”, % 30,1‘i “zihinsel özürlülerleçalışmam”; % 19,1‘i “zihinsel özürlülerle komşu olmak istemem”; % 18,2‘si“hiçbir özürlü akranlarıyla aynı sınıfta eğitim alamaz” şeklinde cevaplarvermiştir. Araştırmada toplum algısına dair ortaya çıkan bu çarpıcı sonuç,özürlülerin toplumsal hayata katılırken bu algıyla da mücadele etmelerigerektiğini açığa çıkarmaktadır.
Ayrımcılığınönlenmesi hakkı; özürlü bireylerin toplumsal yaşama tamve etkin katılımı için yetersizliklerine dayalı dışlanma ve ayrımcılık fiilleriönlenmeli, toplumsal hizmetlere erişimlerinin önündeki yasal, toplumsal vesiyasal tüm engeller kaldırılmalıdır. Bu çerçevede Özürlüler Kanunu’nun genelesaslarının ortaya konulduğu 3. maddesi “Özürlüler aleyhine ayrımcılıkyapılamaz; ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temelesasıdır” demekte ve ayrımcılık konusuna özel bir vurgu yaparak devleteözürlülere yönelik ayrımcılık ile mücadele etme görevi yüklemektedir. YineÖzürlüler Kanunu’nun 41. maddesi Türk Ceza Kanununun 122 inci maddesininbirinci fıkrasında geçen "dil, ırk, renk, cinsiyet," ibaresindensonra gelmek üzere "özürlülük," ibaresini eklemiştir. Böylece ülkemizaçısından “kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, özürlülük, siyasidüşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yapmak” suçolarak tanımlanmış ve ayrımcılık yapan kişiler hakkında “altı aydan bir yılakadar hapis veya adlî para cezası verilir” hükmü getirilmiştir. Ancak özürlülere yönelik olarak özellikleeğitim, iş, konut edinme, ulaşım, kültürel hayat, kamuya açık alanlar ilekamusal hizmetlere erişim alanında halen ayrımcı uygulamalarla karşılaşılmaktadır.Ayrımcılık, doğrudan ayrımcılığın yanı sıra, eğitim imkânlarından yoksunbırakma, toplum dışına itme, sosyal ve fiziksel engellerle karşı karşıyabırakarak tecrit etme gibi daha dolaylı ayrımcılık çeşitleri ile degörülmektedir.
İstihdam olanaklarıhakkı; En rasyonel yolu özürlülerin çalışmayaşamına girerek üretken olmalarının temindir. Düşünülebileceği gibi, özürlülerçalışma yaşamı içinde iki biçimde yer alabilir. 1.bağımsız bir iş kurupkendi işlerinde çalışabilirler 2.bağımlı bir iş ilişkisi içinde yeralabilirler.İşverenlerin yasal bir zorunluluk bulunmaksızın, kendi istekleriile özürlü bireyleri istihdam etmeleri de nadiren rastlanabilecek bir durumdur.Uygulamada başarılı olabilmek açısından öncelikle eğitim ve rehabilitasyonhizmetleri etkin ve yeterli bir biçimde sağlanmalıdır. Dünyadaki mevcutyöntemlerden temelde birisini (kota yöntemi) uygulayan ülkemizdeözürlülerin devletin yasal zorlamalarına rağmen istihdam edilebilme oranlarıçok düşüktür. Başarısızlığın temel nedeni ise özürlülerin çalışma yaşamınadâhil edilmesine yönelik olarak dünyadaki diğer yöntemlerin yeterinceönemsenmemesi, özürlülerin çalışma yaşamı öncesi yeterince ve gereğincekorunmamasıdır. Yani eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin yetersiz olmasıdır.Ayrıca kota yönteminin kendisinden kaynaklan birçok sorun mevcuttur.Özürlülerin çalışma yaşamına dâhil edilmesine yönelik politikalar gözdengeçirilerek, yeniden yapılandırılmalıdır. Kota uygulamalarındaki başarısızlığınönyargısız sorgulanması, kota yönteminin yerinin daha iyi değerlendirilmesi vebu alanda başka ülkelerde yaşanan deneyimlerden yararlanılması gerekir. Ülkemizde özürlülerin çalışma yaşamınakatılabilme doğrultusunda karşılaştıkları sorunlar, daha çok hukuki bir zemindetartışılmaktadır. Nitekim yürürlüğe konulan mevzuat ve mevzuat hükümlerinde yapılandeğişikliklere bakılacak olursa; ülkemizde kota sisteminin pek çok yasaldüzenlemeye konu olduğu görülür. *Mevzuat hükümleri üzerinde bu denli sıkça veçokça yapılan değişiklikler, hem sorunun varlığını ve hem de çözümüdoğrultusunda hukuki düzenlemelere yüklenen önemi göstermektedir.Bu alandakarşılaşılan sorunlar, daha çok konuya ilişkin sosyal politikaların ilke vekurallarının yeterince iyi kavranılamamasından ya da gereğince önemsenmemesinden kaynaklanmaktadır.

ÖZÜRLÜLERİN KORUNMASINA YÖNELİK POLİTİKALAR
Özürlülerin Korunması Düşüncesinin Temelinde Bulunan Nedenler
Özürlülerin korunması düşüncesi evrensel insan hakları temelinde ele alınmaktadır.Nedenleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
Özürlülerin Nüfusa Oranı
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre, çeşitli sakatlıklardan ötürü özrü bulunanların oranı dünya nüfusunun % 10’unu oluşturmaktadır. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde bu oran % 14 olarak tahmin edilmektedir. Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütünün 2011 yılında yayımladıkları raporda dünya nüfusunun yaklaşık % 15’inin özürlülerden oluştuğunu ve nüfus yaşlandıkça bu oranın artacağını belirtmektedir. Aynı raporda özürlü olan her beş kişiden
birinin hastalığının ileri derecede olduğu ifade edilmektedir. Bu da 200 milyon kişiye denk düşmektedir.Türkiye’de ise nüfusun % 12,9’unu özürlüler oluşturmaktadır. Doğuştan, zihinsel, bedensel, işitme, dil vb. özürlü olan kişilerin toplam nüfus içindeki oranı % 2.58’dir. TÜİK ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi’nin yaptığı araştırmada Türkiye genelinde yaklaşık 8,5 milyon özürlü yurttaşın olduğu belirtilmektedir.
“Özürlülük-özürlü”, “sakatlık-sakat”, “engellilik-engelli” “malüllük-malül” vb kavramlar sosyal bilimlerin her birince farklı açılardan tanımlanmışlardır. Örneğin bu kavramlar tıp bilimi için sağlık-hastalık sorunu olarak tanılanırken, biyoloji için genetik bir bozuklık olarak değerlendirilmişlerdir. Anlam farklılaşmaları ortak bir terminoloji oluşturmayı güçleştirmiştir.
Toplumsal Entegrasyon (İçerme) Boyutu
Özürlü bireylerin toplumsal yaşama katılması gerekmektedir. Toplumsal yaşama katılmak temel
haklardan (eğitim, sağlık, istihdam) yararlanmakla mümkündür. Kuşkusuz bireyler sadece maddi kaygılarla çalışmazlar. İş, bir anlamda kişinin toplumsal yaşama müdahil olmasının ön koşulunu oluşturmaktadır. Özgüven, saygınlık, benlik saygısı yüksek bireylerin toplumla bütünleşmesini kolaylaştıracağı gibi sosyal ve psikolojik açıdan da fayda sağlar. İş, çalışma ve başarılı olmak özürlülerin toplumdan dışlanmasını önler. Dahası özürlülerin toplumla olan aidiyetini onarır ve güçlendirir.
İstihdam Boyutu
Özürlü vatandaşların çalışma hayatında olmaması birçok olumsuzluğu beraberinde getirir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sunduğu raporlara göre 12 yaş üstü özürlü bireylerin iş gücüne katılım oranı (% 22,2) düşüktür. Özürlü nüfusun büyük bir kısmının istihdam edilmemesi “beşeri sermaye” ya da “insangücü” kaybı anlamına gelir. Bu durumun ulusal ekonomiye etkisi göz ardı edilemez. Öte yandan iş ve sosyal güvence kapsamına alınamayan bu nüfusun ekonomik yükü de çoğalacaktır. Özürlülerin üreten değil sadece tüketen bir kesim olması durumunda sosyal yardım ve hizmet kalemleri önemli bir külfet oluşturacaktır. Özürlülerin istihdam edilememesi onların sadece devlete değil ailelerine de bağımlı olmaları sonucunu doğuracaktır.
Hukuki Boyut
Özürlü birey yardım edilmesi gereken, acınacak bir nesne değil, yasalar önünde hak sahibi olan, hukukun öznesi olan bir bireydir. Günümüzde özürlü bireylerin korunması, desteklenmesi, ihtiyaçların karşılanması, yardım edilmesi gibi kavramlar özürlü kişilerin tam ve eşit katılımı ve özellikle de insan hakları kavramına yerini bırakmıştır. Kamu yararı gözeterek devletler, özürlülerin ekonomik toplumsal, hukuksal ve sosyal haklarını güvence altına almakla yükümlüdürler.
Özürlülerin Korunmasını Öngören Politikaların Kaynakları
Tıpkı kadın hakları alanında olduğu gibi özürlüler de temel hak ve özgürlüklerden yeterince yararlanamadığı ve haklarını kullanamadığı düşünülerek zaman içinde önemli hak kazanımları elde etmişlerdir.
BM tarafından doğrudan özürlü haklarına odaklanan ilk belge 1971 yılında kabul edilen Zihinsel Özürlülerin Haklarına Dair Bildirgedir. Bildirge, zihinsel özürlülerin eğitim, öğretim, sağlık, rehabilitasyon, bakım ve yardım alma, her türlü suistimal ve sömürüden korunma gibi bir çok hakka yer vermiştir. Bunun yanı sıra, ehiliyetsizlik durumları nedeniyle bazı hak kısıtlamalarının, ancak yasalarla ve ölçülü biçimde yapılabileceğine yönelik çağdaş koruyucu düzenlemeleri içermektedir. Bildirge ayrıca zihinsel özürlüleri insanlık dışı yaşam koşullarına sürükleyen yoksulluk ve bakımsızlık sorununu göz önüne alarak, zihinsel özürlülerin ekonomik güvencede nezih standartlarda yaşama hakkına kavuşturulmaları gerektiğini de dile getirmiştir.
BM Genel Konseyi 1975 yılında bu kez tüm özürlülerin haklarının ayrımsız olarak garanti altına alınmasını sağlamak amacıyla ‘Özürlü Hakları Bildirge’sini yayınlamıştır. Bu Bildirgede ise özürlü hakları daha genel bir çerçevede ele alınmıştır. Ekonomik ve sosyal planlamanın tüm evrelerinde özürlülerin ihtiyaçlarının gözetilmesi, yasal usullerin uygulanmasında fiziksel ve ruhsal durumlarının tümüyle hesaba katılarak süreçlerin özürlüler lehine kolaylaştırılması gibi devletlerin pozitif yükümlülükleri de dile getirilmiştir.
1982 BM Genel Kurulunda özürlülüğün bir insan hakları meselesi olduğu kabul edilmiş ve Özürlüler İçin Dünya Eylem Programına özürlülerin hakları da dâhil edilmiştir. Bu programda özürlülükle ilgili oluşturulacak politikalar üç başlık altında toplanmıştır. Bunlar,
a)Önleme (Prevention);
b)Rehabilitasyon (Rehabilitation)
c)Fırsat Eşitliğidir (Equalization of opportunities).
Yine BM tarafından 1983 yılında kabul edilen 159 sayılı “Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdam” 1983–1992 yıllarını kapsamak üzere “BM Özürlüler On Yılı” ilan edilmiştir. Bu sürecin, özürlülüğün tüm düzeylerinde rehabilitasyon dâhil alınacak önlemlere olduğu kadar, özürlü kişilerin fırsat eşitliğine kavuşturulması için gerekli eylemlere de hız ve sahicilik kazandıracağı inancı ifade edilmiştir.1989 yılında, “Özürlüler Alanında İnsan Kaynakları Geliştirme Eylem Planı İçin Talinn Çerçevesi”kabul edilmiş, özürlülerin işgücü piyasasında yer almaları ve mesleki istihdamları için eğitilmeleri gerektiği belirtilmiştir. Yine aynı yıl kabul edilen “BM Çocuk Hakları Sözleşmesi” genelde tüm çocuklar için olduğu kadar, özürlü çocuklara özgü hükümleriyle de önemli bir gelişme sayılmıştır.
BM Özürlüler Onyılı’nın kapanış toplantısında özürlü hakları adına iki önemli adım daha atılmıştır. 3 Aralık tarihinin her yıl “Dünya Özürlüler Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmış ayrıca özürlülerin büyük bir kısmının gelişmekte olan ülkelerde yaşadığı gerçeğinden hareketle 1993– 2002 yılları “Asya-Pasifik Özürlüler Onyılı” olarak ilan edilmiştir. BM’nin 1993 tarihli Özürlüler İçin Fırsat Eşitliği Konusunda Standart Kurallar adlı uluslararası belgesi de bulunmaktadır. Bilinçlendirme, tıbbi bakım, rehabilitasyon, yardım servisleri, eğitim ve istihdam gibi başlıklar altında özürlülerin fırsat eşitliği için ön koşulları içeren bu belge bir de bu kararların denetlenmesi için izleme mekanizması kurmuştur. Standart Kurallara göre bir önkoşul olarak devletler; toplumdaki tüm kişi ve kesimleri bilinçlendirmeli (Kural 1), etkin tıbbi bakım imkânlarını teminat altına almalı (Kural 2), özürlülerin kendi kendine yeterliliklerini ve fonksiyonelliklerini optimum seviyeye çıkarmaları için en geniş kapsamıyla rehabilitasyon hizmetlerini şart koşmalı (Kural 3), özürlülerin kendi başlarına yaşayabilme kapasitelerini arttırmak ve haklarını kullanabilmelerini temin için yardım servislerini geliştirmeli, fırsat eşitliğini sağlamak açısından özürlülerin ihtiyaç duyabileceği yardımcı alet ve teçhizatları ulaşılabilir kılmalıdır.
BM 13 Aralık 2006 tarihinde “Özürlülerin Haklarına İlişkin Sözleşme” yi onaylamıştır. Bu Sözleşme özürlülerin yaşam standartlarını yükseltme ve çalışma koşullarını iyileştirme açısından bakıldığında son derece kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Özürlülerin tam ve etkili katılım yoluyla toplumsal aidiyetlerinin sağlanmasını genel ilke olarak kabul eden Sözleşmede özürlülerin toplumun geri kalanıyla bütünleştirilmesinden değil, toplumun özürlüleri içine alması, toplumsal aidiyetlerini güçlendirerek formüllerin inşa edilmesi anlamında ‘dâhil edilme’ (inclusive) teriminin kullanılması, özürlülerin insan hakları açısından oldukça çağdaş bir yorumu yansıtmaktadır.

!!! Bildirgeler, standart kurallar, Tallinn Çerçevesi gibi belgeler insanlığın ortak amaç ve değerlerini dile getirmesi bakımından önemlidir ve ulusal düzenlemeler içinde bir ilham kaynağı oluşturur. Ancak bu metinlerin hukuksal açıdan bir bağlayıcılığı bulunmaz. Bu anlamda sadece temennileri ifade eden metinler olarak görülürler. Ancak Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme diğer metinlerden farklı bir biçimde uluslararası andlaşma niteliğindedir ve gereği gibi imzalanıp onaylandıkları takdirde hukuksal bağlayıcılığa sahiptir.

Özürlülerin temel haklarını ve sözleşmeyi imzalayan devletlerin yükümlülüklerini düzenleyen
Sözleşme, genel ilkeler, genel yükümlülükler, ayrımcılık yasağı, erişebilirlik, eğitim, sağlık, çalışma ve istihdam, siyasi ve kamusal yaşama katılım gibi çeşitli başlıklardan oluşmaktadır.
Sözleşmenin “genel ilkeler” bölümünde ele alınan hususlar şu şekilde sıralanmıştır.
İnsani onur ve kendi tercihlerini yapma özgürlüğü dâhil olmak üzere bireysel özerklik ve bağımsızlığa saygı,
Ayrımcılık yapmama (istihdam, eğitim, sağlık, rehabilitasyon hizmeti ve adalet sisteminden
yararlanma gibi alanlarda),
Toplumsal yaşama tam ve etkin katılım,
Farklılığa saygı ve özürlü bireylerin insanlığın ve insan çeşitliliğinin bir parçası olarak kabul
edilmesi,
Fırsat eşitliği,
Erişilebilirlik (binalardan hizmetlere, bilişim ve iletişim teknolojilerine kadar özürlülerin her
alanda erişim olanaklarına kavuşturulması),
Erkek ve kadınlar arasında eşitlik,
Özürlü çocukların gelişen yetilerine saygı ve kimliklerini koruma haklarına saygı
Sözleşmeye taraf olan devletler, özürlü bireylerine yönelik her türlü ayrımcı uygulamaları ortadan
kaldıracağını, hayatın her yönüne eşit katılım imkânı ve bağımlı olmadan yaşam olanaklarını
sağlayacağını taahhüt etmektedir. Bu anlamda Sözleşme yeni bir hak öngörmekten ziyade var olan
uluslararası kabul görmüş insan haklarının herkes gibi özürlüler için de uygulanabilir ve yararlanılabilir hale getirilmesini amaçlamaktadır. Sözleşmenin 4. maddesince ayrımcılığın önlenmesi görevi esas olarak devletlere verilmektedir. Sözleşme, 7. maddesi ile doğrudan özürlü çocukların hakları düzenlemiştir. Sözleşme, önemli bir yaklaşım değişikliği de getirmektedir. Zira Sözleşme ile özürlü bireylerin hakları yasal olarak teslim edilmekte ve toplumsal katkıları tanınmaktadır. Asıl engelin toplumdaki önyargılar ve bariyerler olduğunun ise altını çizilmiştir. Bu anlamda Sözleşmenin özürlüleri yardıma muhtaç insanlar olarak değil, insan haklarının eşit özneleri olarak ele aldığı, bu yönüyle de bir sosyal yardım ve hayırseverlik metni olmaktan ziyade temel bir insan hakları metni niteliği kazandığı söylenilebilir.
Avrupa Birliği (AB) sosyal politikalarla (özellikle sosyal koruma ve sosyal içerme) tüm dezavantajlı grupları ve özelde de özürlüleri koruma altına almıştır. AB sosyal politikası kapsamında özürlü bireylere yaptığı vurgu ilk kez 1961 tarihli Avrupa Konseyi Belgesi’dir. Süreç içerisinde sürekli revize edilen bu şarta 1996 yılında özürlüleri de kapsayan toplam 31 hak güvence altına alınmıştır. Bu düzenleme ile özürlüler toplumsal yaşamda bağımsız olma, sosyal bütünleşme ve katılma hakkını etkili bir biçimde kullanma hakkını güvence altına almışlardır. Esasında dezavantajlı toplumsal gruplar kategorisinde ele alınan özürlüler AB sosyal politikaları bağlamında koruma ve içerme programları yoluyla desteklenmiştir. Bu koruma ve önleme programlarının başında ayrımcılıkla mücadele gelmektedir. Fırsat eşitliğinin sağlanması, özürlü çocukların ve gençlerin eğitim ve öğretimi, özürlülerin istihdamının ve sosyal entegrasyonlarının teşvik edilmesi, erişilebilirlik ve özürlü bireylere yönelik kültürel aktiviteler ve bu etkinliklere ulaşabilirlik diğer belli başlı koruma programlarıdır.
Türk Hukuk Sistemi’nde özürlü haklarıyla devlet yükümlülüklerini belirginleştiren bir bahis bulunmamaktadır. Çeşitli genelge, yönetmelik, tüzük, kanun hükmünde kararname şeklinde belgeler içinde özürlü haklarına yer verilmiştir.Ancak ilk olarak Anayasamız ve özürlü bireylerin haklarını koruma altına alan özel bir yasal düzenleme olarak 5378 sayılı Özürlüler Kanunu diğer yasal metinlerden ayrılarak öne çıkar. Anayasanın 50/I, II maddesi, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar” demekte, çalışma yaşamının özürlüler açısından özel olarak düzenlenmesini öngörmektedir. Anayasası’nın sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenlerin sıralandığı 61. maddesi’nde ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilmektedir.61.maddede özürlüleri niteleyen sakat kelimesi ilk kez kullanılmıştır. Anayasamızın 10. Maddesi ise “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükmünü getirmektedir. Sayılan bu maddeler dışında Anayasamızda özürlülere ilişkin doğrudan bir düzenleme yoktur. Ancak, yapılan genellemeler özürlüleri de kapsar niteliktedir. Örneğin Anayasa’nın 17. maddesinde “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddedeki “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiş ve çalışma hakkı özürlüleri de kapsar bir biçimde ele alınmıştır. Ayrıca 42. maddede “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” denilmekte, özürlülerin özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak oluşturulmaktadır. Son olarak Anayasanın bazı maddelerinde kullanılan herkes sözcüğü nedeniyle bu maddelerinin de özürlüler için aynen geçerli olduğu söylenmelidir. Örneğin Anayasanın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”, 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir” denilmektedir.
2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı kısa adıyla Özürlüler Kanunu ise, ulaşılabilirlik, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğe ilişkin sorunların çözümü, özürlü bireylerin her bakımdan gelişmeleri, toplumsal hayata tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeler yasal bir çerçeveye oturtmuştur. Kanunun 1. maddesinde amaç; özürlülüğün önlenmesi, özürlülerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma tam katılmalarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmak şeklinde belirlenmektedir.
Görülüğü gibi, Türkiye’de özürlü bireylere tanınan haklar yasal düzenlemelerle güvence altında
alınmıştır. Ancak özürlülere ilişkin bir özel kanunun da (Özürlüler Kanunu) varlığına rağmen özürlü
bireyimiz ile ilgili düzenlemeler bir araya toplanamamıştır ve bu anlamda mevzuatımızdaki dağınıklık devam etmektedir. Son yıllarda özürlülerin haklarına ilişkin gözlenen ilerlemede uluslararası mevzuatın ve özelde de Abnin önemi buyuktur. Her ne kadar yasal mevzuatta kayda değer gelişmeler mevcut olsa da uygulamada özürlü bireylerin hala ciddi sorunlarla karşılaştığı göz ardı edilmemelidir.
2007 yılında gerçekleştirilen “Türkiye’de Özürlü Birey Olma: Temel Sosyolojik Özellikleri ve
Sorunları Üzerine Bir Araştırma” başlık çalışmada özürlü bireylerin işgücü piyasasına dair önemli tespitlerde bulunulmuştur. Çalışmaya göre, iş bulma konusunda sorun yaşadığını düşünenlerin oranı % 71,1’dir. Çalışan özürlü bireylerin iş yerinde ne tür problemler yaşadığına dair diğer bir tespite göre ise; ilk sırada iş ortamının/işe ulaşımın fiziki olarak uygun olmaması (% 47,5) iken, ikinci sırada (% 22,1) iş ortamında kişilerin özürlüleri kabullenememesi gelmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2002’de ÖZİDA (Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı) ile
ortaklaşa yaptığı araştırmada özürlülerin eğitim durumuna ilişkin bazı veriler ortaya konmaktadır.
Fiziksel engelli, görme engelli, zihinsel engelli, sağır ve işitme engelli, konuşma engelli 6 yaş ve üstü kişilerin % 36,3’ten fazlası okuma-yazma bilmemekte, kronik hastalığı olanlarda bu oran 24,8 olarak belirlenmektedir. Türkiye genelinde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı ise % 12,9’dur. Fiziksel engelli, görme engelli, zihinsel engelli, sağır ve işitme engelli konuşma engelli bireylerin % 41’i ilkokul, % 5,6’sı ortaokul, % 6,9’u lise ve sadece % 2,42’si üniversite mezunudur. Bu durum kronik hastalığı olanlarda göreceli olarak daha iyidir. Nitekim ilkokul mezunu olanların yüzdesi 47,1’e, ortaokul mezunu olanların yüzdesi 6,3’e lise mezunu olanların yüzdesi 7,6’a, üniversite mezunu olanların yüzdesi 4,2’e yükselmektedir.
Korumayı Öngören Politikaların Başarısını Belirleyen Koşullar
1.Toplumun Gelişmişlik Düzeyi
Özürlülerin toplumsal yaşama dâhil edilmesinin ekonomik bir maliyeti bulunmaktadır. Toplumların
ekonomik açıdan gelişmiş olmasının bu açıdan şüphesiz kolaylaştırıcı bir etkisi bulunmaktadır. Tersine düşük ekonomik seviyeye sahip toplumlarda da tüm alanlarda olduğu gibi özürlü nüfusa götürülecek hizmetlerde bir sınırlama olacaktır. Özürlülerin büyük bir kısmının gelişmekte olan ülkelerde yaşadığı gerçeğinden hareketle Birleşmiş Milletler 1993–2002 yılları “Asya-Pasifik Özürlüler Onyılı” olarak ilan edilmiştir.
2.Toplumun Sosyo-Kültürel Yapısı
Özürlü vatandaşların toplumda ayrımcılığa maruz kalmadan benimsenmesi ve desteklenmesi kamuoyunun başarısını göstermektedir. Özellikle özürlülerin istihdamı konusunda kamuoyunun tutumu ve desteği çok önemlidir. Kamuoyunun, özürlülere yönelik olumlu tutum geliştirmesinde medya araçlarına, sivil toplum örgütlerine, işverenlere ve üniversitelere ciddi görevler düşmektedir.
3.Çalışma Hayatı ve İstihdam Yapısı
Özürlü bireylerin çalışma yaşamına dâhil edilmesi ekonomik açıdan bir kazanımdır. Türkiye’de özürlü ya da engelli bireylerin istihdamının arzu edilir seviyede olmadığı görülmektedir. Devlet yasal düzenlemelerle özürlü bireylerin istihdamı için kamu ve özel sektöre belirli bir oranda özürlü çalıştırma yükümlüğü getirmiştir. “Kota yöntemi” denilen bu uygulamada bazı aksaklıkların var olduğu bilinmektedir. 2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’de ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfus içinde işgücüne katılım oranı % 21.71 iken işgücüne dâhil olmayan özürlü nüfus oranı % 78,29’dur.Özürlü nüfusun işgücü piyasasına dâhil olamaması onların yoksullaşmasına sebebiyet
vermektedir.Sosyal politika tedbirleri içinde özürlü nüfusa yönelik pozitif ayrımcılığın her daim güncellenerek devam ettirilmesi önem arz etmektedir. Özürlü bireyin eğitilmesi, rehabilite edilmesi, güçlendirilerek topluma katkıda bulunacak bir unsur haline getirilmesi durumunda ulusal gelir düzeyi yükselecek, ulusal gelirden alınan paylar artacaktır. Diğer yandan özürlülerin kurulu sosyal güvenlik sistemi kapsamında sosyal yardım ve sosyal hizmetlerden yararlandırılmaları da gerekmeyecektir. Böylece sosyal güvenlik harcamaları düşecek, bu azalmaya koşut olarak da sosyal güvenlik sistemini finanse eden vergi yükümlüleri ile aktif sigortalıların ekonomik yükleri azalacaktır.
Özürlülerin Karşılaştığı Sorunların Hangi Yapıdan Kaynaklandığı
Özürlülerin karşılaştığı en büyük sorun günlük hayatın hemen hemen hiçbir alanında onların da kullanımına elverişli alanların olmamasıdır. Oysaki sağlıklı toplum, özürlü bireylerin anlaşılması, onların dezavantajlı konumlarının fark edilmesi ve iyileştirilmesiyle bir ve tam olabilir. Özürlülerin karşılaştıkları en önemli sorun sebebi diğer insanların onlara karşı olumsuz tutum ve davranışlarıdır.
1.Eğitim
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, eğitim hakkını, hem nitel hem nicel boyutlarıyla inceleyen evrensel bir belgedir. Bu bildirge, eğitimin insan kişiliğini geliştirmesi ile insan haklarına saygıyı güçlendirme konusundaki amaçlarını vurgulamıştır. Eğitim hakkını, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden sonra ileri noktaya taşıyan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Sözleşmenin en uzun maddesi de eğitim hakkını içeren 13. maddesidir. Bu madde uluslararası hukukta eğitim hakkını en ayrıntılı düzenleyen maddedir. Bu Sözleşmeyle, eğitim hakkının tam uygulanması için eğitimin her tür ve düzeyinde neler yapılması gerektiğinin ayrı ayrı düzenlenmesi, birbirinden bağımsız olarak ele alınabileceği anlamına gelmemektedir. Sözleşmenin eğitim hakkıyla ilgili 13. maddesinin uygulamasına ilişkin genel gözlem raporunda eğitim hakkıyla ilgili birbiriyle bağlantılı dört temel özellik şöyle sıralanabilir. Bunlar: a)erişebilirlik, b)donanım, c)kabul edilebilirlik, e)uyarlanabilirliktir. ‘Eğitim hakkı’ temel insan haklarının başında gelmektedir.Eğitim sistemi öncelikle, nüfusun özürlü olmayan kesimi için planlanıp uygulanmaktadır. Bunun sonucunda insan hayatı açısından en önemli yere sahip olan eğitim hakkı en başından özürlüler için dezavantaj oluşturmaktadır. Özürlüler için özel eğitim kritik önem taşımaktadır. Çünkü özel eğitim özürlü ya da engelli nüfusun bedensel, bilişsel ve sosyal gereksinimleri göz önüne alınarak tasarlanmıştır. Özel eğitime ihtiyaç duyanlar aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir.
1. Bedensel özellikleri bakımından
a. Görme engelliler
b. İşitme engelliler
c. Bedensel engelliler
d. Süreğen hastalığı olanlar.
2. Zihinsel özellikleri bakımından
a. Zekâ engelliler
b. Özel öğrenme güçlüğü çekenler,
c. Üstün zekâlılar ve özel yetenekliler.
3. Sosyal ve davranışsal özellikleri bakımından
a. Korunmaya muhtaç çocuklar
b. Suçlu çocuklar.
4. İletişim özelliklerine göre
a. Konuşma bozukluğu olanlar
Okul öncesi eğitimin insan hayatı ve sosyalleşmesi için çok önemli olduğu bilinmektedir. Okul öncesi eğitimini başarıyla tamamlayan insanın topluma adaptasyonu daha çabuk olmaktadır. Özürlü bireyler için de okul öncesi eğitim, toplumla bütünleşmeleri adına can alıcı bir öneme sahiptir. Ancak, örgün ve yaygın eğitim olanaklarının çok sınırlı olması gibi özürlüler için okul öncesi eğitim olanakları da çok sınırlıdır. Bu sınırlılıklar, hem sistemin getirdiği özellikler, hem de sisteme üye olan bileşenler etrafında şekillenmektedir. En önemlisi, özürlülerin eğitiminde sorumluluk sahibi olan meslek elemanlarının yeterli donanıma sahip olarak yetiştirilmeleridir. Bunun dışında eğitim görülen mekânların özürlüleri gözeten fiziksel özelliklere sahip olması gerekir.
2.Kurumların Yanlış Tutumları
özürlülerinde tam anlamıyla kullanabileceği kurumların olması önemlidir. Özürlü kişilerin diğerleri gibi kabul edildiği toplumlarda, bu kişiler için oluşturulan çevre düzenlemeleri de çok önemli bir yere sahiptir.Toplumda eğitim kurumları bireyi aileden sonra ilk basamak olarak toplum yaşamına hazırlayan önemli bir kurumdur. Çocukları toplum hayatına hazırlamada birincil öncelikli olan eğitim kurumlarının özürlü çocuklar için düzenlenmesi önemlidir. Bunun sağlanmasının en önemli koşulu eğitim sektöründe çalışan kişilerin tutum ve davranışlarının özürlü bireylere karşı sağduyulu olmasıdır. Farklılıkları olan çocuklar diğerleri gibi kabul edilip, değerli görülürse eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlanmaları da sağlanmış olur. Özürlülerin çoğu, ya okula kabul edilmemekte ya da kabul edilseler dahi kendilerini kabul ettirmekle ilgili sıkıntılar yaşamaktadır. Bu yapının kırılması için özürlüler adına kurulan sivil toplum kuruluşlarının bu kurumları denetlemesi değerli bir tedbirdir. Baskı grupları olarak işlev gören bu kuruluşlar özürlü bireylere eşit eğitim hakkını bu şekilde sağlayabilme gücüne sahiptir. Özürlü bireylerin eğitim haklarından yararlanabilmeleri için okul personeli ve öğretmenlerin özürlülere karşı olumlu bir tavır içinde olmaları çok önemlidir.
3.Ailelerin Bilgisizliği
Özürlü bir çocuğa sahip olan ailelerin ilk tutumu bunun tüm sorumluluğunu kendilerinde aramalarıdır. Duygusal anlamda gelişen bu tutum çerçevesinde iki türlü tepki ortaya çıkmaktadır. a)ya ailenin özürlü bireyi yeterince sahiplenmesini engellemekte b)ya da durumun kabullenilerek özürlü bireyin aşırı bir şekilde korunmasını içermektedir. Aile, özürlü çocuğun özrünün, hem toplum hem de çocuk açısından farkına varılmasında işlevsel rol oynar. Özürlü insanların yaşadığı sorunların büyük bir kısmı da aile ve çevresindeki insanların özürlülere dair duygusal, psikolojik, eğitsel birçok konuda bilgisiz olmasından kaynaklanmaktadır.Bu konuyla ilgili eğitim yetersizliğinden ortaya çıkan bu sorunlar özürlü insanların işini zorlaştırmakta ve yaşam kalitelerini düşürmektedir. Aile ve çevrenin bu konudaki bilgi yetersizlikleri engelin nedenini kavrayamama sebebiyle yanlış duygular içerisinde girerek özürlü kişinin toplumsal hayatını olumsuz etkileyebilmektedir. Bu açıdan özürlü çocukların anne-babalarının eğitilmesi bir zorunluluktur. Bu amaçla, ilk kazandırılması gereken düşünce özürlü çocuklarının eğitiminde vazgeçilmez bir parça olduklarını bilmeleridir. Aile çocuğun eğitimine aktif katılımı sağlayabildiği ölçüde, özürlü bireyin eğitimi başarıyla gerçekleşir. Ailelerin özürlü bireyler adına yaptıkları bir diğer önemli yanlış da onları diğer insanlardan saklamalarıdır. Bireyin diğer insanlardan saklanması toplumla ilişkisinin yok edilmesine yol açar. Oysaki yapılması gereken özürlü kişinin özellikle kendi yaşıtlarını içeren ortamlara sokulmasıdır. Çocuğun sosyal ilişkilerini geliştirmek adına çok önemli olan bu yaklaşım diğer insanlara özürlü bireyin özelliklerinin anlatılmasıyla sorunsuz hale getirilebilir. Özürlü bireylerin gelişme fırsatlarını genişleten bilinçli anne baba sayesinde toplumla uyum halindeki birey sosyalizasyon sürecini daha kolay tamamlamaktadır.Ayrıca bunların dışında özürlü bireylerin içinde bulundukları aileden çıkıp evlenerek bir aile kurmaları da diğer insanlara oranla çok daha zordur. Bu konuda yaşadıkları sorunlar nedeniyle de özürlü bireyler topluma tam anlamıyla adapte olamamaktadır. Özürlülük durumuna bağlı olarak dezavantajlı gruba giren kişiler diğer insanlara oranla daha çok ihmal ve istismar kurbanı olmaktadır.
4.Yoksulluk
Özürlülerin yaşadıkları en büyük sorunun sağlık sıkıntılarının da ötesinde toplumla bütünleşmek
olduğuna değinmiştik. Özürlü bireyin toplumla bütünleşmesinin önündeki engellerden birisi de
yoksulluktur. Üstelik yoksulluk içindeki özürlü bireyin bu durumdan sıyrılması da diğer insanlara göre daha da zordur. Özürlülük işsizliğin de başlıca nedenleri arasında sayıldığı için yoksulluk durumuyla arasında bir neden sonuç bağlantısı bulunmaktadır. Bu neden sonuç ilişkisi çerçevesinde özürlüler için yoksulluk bir kısır döngü halindedir.
5.Ulaşım-Fiziksel Çevre
Özürlülerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engellerden biri de ulaşım, fiziksel çevre
sorunudur. Bu bakımdan, yaşanan fiziksel çevrenin oluşturulması ve tasarlanması esnasında toplumdaki tüm kesimleri düşünerek hareket etmek önemlidir. Dezavantajlı gruba giren özürlüleri de düşünerek tasarlanan fiziksel çevre, bu bireylerin yaşadıkları sorunları büyük oranda azaltmaya yardımcı olur. Ancak toplumsal yaşam alanları gözlendiğinde, fiziksel çevrenin özürlülerin ihtiyacına yönelik tasarlanmadığını gözlemlenmektedir. Özellikle, yollar, kaldırımlar, toplu taşıma araçları bunun en önemli kanıtıdır. Özürlü bireylerin düşünülmeden tasarlandığı bu fiziksel çevre unsurları özürlü bireylerin topluma katılmasını engelleyen önemli bir neden halindedir. Sahip olduğu engel yüzünden zaten dezavantajlı olan birey, bu tip sınırlamalar sonrasında da daha da dezavantajlı hale getirilmektedir.
6.Rehabilitasyon
Bir diğer önemli neden de rehabilitasyon imkanlarının sınırlı olmasıdır. Genel anlamıyla rehabilitasyon, yitirilen bir yeteneğin yeniden kazandırılması, ya da yerine başka bir yeteneğin ikame edilerek dezavantajlı grupların yaşamlarının kolaylaştırılmasıdır. Böylelikle ya kaybettiği yetenekleri tekrar kazanmakta ya da yerine getirmek istediği işlevleri başka yollar öğrenerek gerçekleştirmektedir. Özürlü bireyin hayatını daha az sorunla devam ettirebilmesi bakımından rehabilitasyon önemlidir. Rehabilitasyon sürecinden geçmemiş olan birey, topluma ve içinde yaşadığı aileye yük olmaktan kurtulamayacaktır. Özürlülerin engelleriyle bağlantılı bir eğitim ve rehabilitasyon olanağından yararlanması onları toplumsal yaşamla bütünleştiren en önemli etkendir.
Ayrıca her engel grubunda yer alan bireylerin gereksinim duydukları kimi araç gereçler vardır ki
bunlar özürlüler için son derece önemlidir. Yaşamlarının adeta bir parçası gibidir. Bu araç gereçler
özürlünün hareket yeteneğini artırıcı özelliklere sahiptir. Bu da toplumla daha çok bütünleşme demektir. Yoksulluk ve işsizliğin en yaygın olduğu toplumsal kesimin özürlüler olduğu düşünülürse, özellikle sosyal güvenlik ve sosyal refah hizmetlerinin yetersiz olduğu ülkelerde özürlünün bu tip araç gereçlere kolaylıkla erişmesi beklenemez.
7.Erişebilirlik (Accessibility)
Özürlüler için hukuken ve fiilen erişimin mümkün kılınması aşağıdaki ilkelere bağlıdır.
1. Fiziksel erişebilirlik (Binalardan hizmetlere, bilişim ve iletişim teknolojilerine kadar, özürlülerin
her alanda erişim olanaklarına kavuşturulması),
2. Hukuki erişebilirlik (Herhangi bir ayrımcılık ile karşılamaksızın özürlülerin erişiminin
sağlanması),
3. Ekonomik erişebilirlik (Bu imkânlara, örneğin teknoloji için özürlünün maddi gücünün olması),
Toplumsallaşmanın en önemli adımının teknoloji sayesinde atıldığı bilinmektedir. Bilgiye erişimin her şeyden önce teknolojiyle sağlandığı bu çağda bir insan için bunlara erişebilmek çok önemli olabilmektedir. Ancak, özürlülerin karşılaştığı bir sorun olarak bilgiye erişim kaynaklarının çok kısıtlıdır. Sadece bilgiye erişim değil, günümüzde kamuya açık hizmet sunan kuruluşların birçoğu kişilere internet aracılığı ile bilgi ve belge sunmaktadır. Son gelişmelerle beraber daha da yaygınlaşan bu uygulamaların özürlüler için kullanıma uygun ve erişilir hale getirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, özellikle kamuya sunulması amaçlanan bilgilerin özürlü vatandaşlara da iletimi uygun teknolojilerle sağlanmalıdır. Ayrıca, bu teknolojilerin kullanımı özürlü bireyler için uygun hale getirilmelidir. Bütün bu imkânların oluşturulması bakımından özürlülerin erişebileceği biçimde bilgi ve hizmet sunumunun teşvik edilerek özendirilmesi gerekmektedir.
8.İstihdam Sorunu
Engellerden bir diğeri ise istihdam sorunudur.Çalışma hayatı sayesinde sağlanan toplumsal refah her insanın ihtiyacı olan en önemli şeylerdendir. Ancak özürlü bireyler çalışma yaşamı açısından da dezavantajlı durumdadırlar. Her şeyden önce çalışma yaşamına hazırlayıcı eğitimden ve rehabilitasyondan geçemeyen bireyler için durum daha da zorlaşmaktadır. Oysa her insanın engel durumuna bağlı olarak yapabileceği işler bulunmaktadır. Çalışmak, iş sahibi olmak sosyalleşmenin bir diğer görünen yüzüdür. Ancak özürlü bireyler oluşturulan sistem bakımından bu konuda da dezavantajlı durumda olmaktadırlar.
Özürlülerin Korunma Alanları ve Biçimleri (Dünyadan Örnekler)
Özürlülerin korunma alanları konusundaki en önemli gelişim, teknolojinin gelişimiyle beraber
yaşanmıştır. Günlük yaşam alanı içerisinde özürlü bir insan için türlü tehlikeler barındıran
ev ortamı artık gelişmiş teknolojiyle birlikte bu tehlikeli durumdan sıyrılmıştır. “Akıllı ev sistemi” olarak da adlandırılan bu gelişmiş sistem sayesinde özürlüler günlük hayatlarını daha kolay bir şekilde sürdürebilmektedirler. Akıllı ev sözcüğü en basit tanımıyla özel sistemlerle donatılmış bir evi anlatma amacıyla kullanılmaktadır. Bu özel sistemler insanların istek ve ihtiyacına göre değişebilmektedir. Akıllı ev sistemi içerisinde güvenlik açısından da olumlu sayılabilecek pek çok özellik barındırır. Bunlardan en önemlileri otomatik kapı kontrolü, herhangi bir gaz kaçağı durumunda algılama sensörü ve özellikle işitme özürlü insanları bu tip tehlikeler karşısında uyarma sistemleridir.
Özürlüleri koruyan bir diğer önemli alan ise özel eğitime verilen önemdir. Özel eğitim sayesinde toplumla bütünleşmesi daha çok kolaylaşan özürlü birey bunun sonrasında dolaylı olarak kendini koruma alanını kendisi gerçekleştirebilmektedir. Örnek vermek gerekirse, İngiltere’de eğitimden eşit derece yararlanma hakkı çerçevesinde her okulda bir özel eğitim koordinatörü bulunmaktadır. Özel eğitim koordinatörü, özel öğrenime gereksinim duyan tüm öğrencilerin dosyalarını tutmakla yükümlüdür. Dosyaları tutulan bu öğrenciler hakkında sınıf öğretmenlerine danışmanlık yapmak ve okul dışı organizasyonları da ayarlamak yine bu koordinatörün işidir. Böyle bir koordinatör etrafında gelişen eğitim hakkı özürlüler için olumlu sonuçlar doğurabilmektedir. Sorunlarının kim tarafından çözüleceğinin bilinmesi hem işleri hızlandırmakta hem de bu destek sayesinde özürlü bireyin dezavantajlı durumunun ortadan kalkmasına yaramaktadır. İngiltere’de uygulanan bir diğer düzenleme ise özürlü kişilerin kendi evlerinde güvenli ve bağımsız olarak yaşamaları sağlayan belediye hizmetinin verilmesidir. Günlük hayat içerisindeki yardımın yanı sıra özürlü kişilerin evde yaşamalarının mümkün olmaması durumunda başka bir yere naklinin de yapılmasını içerir.
Avrupa Birliği, özürlü insanların yaşadığı sorunları 1970’lerden itibaren ele almaya başlamıştır. 21
Aralık 1974 tarihli bir “Konsey İlke Kararı”, özürlü insanların sosyal ve mesleki entegrasyonu ile ilgilidir. Yine aynı yılda alınan bir başka Konsey İlke Kararı ise özürlü insanların mesleki rehabilitasyonuna yönelik ilk topluluk eylemini başlatmaktadır. Topluluktaki özürlü insanların istihdamına ilişkin 24 Temmuz 1986 tarihli bir Konsey Tavsiye Kararı ise, özürlü insanların mesleki eğitim ve istihdam bağlamında diğer çalışanlarla aynı fırsat eşitliği hakkına sahip olduğunu vurgulamakta ve bu fırsat eşitliğinin topluluk düzeyinde sağlanması için olumlu ve bütüncül politikaların geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Söz konusu Tavsiye Kararı, negatif ayrımcılıkla mücadele ve özürlü insanlara yönelik olumlu eylemleri de içeren politikalara yönelik bir dizi tavsiyede bulunmakta ve buna yönelik olarak da bir çerçeve kılavuz sunmaktadır. Avrupa Birliği çerçevesinde uygulanan politikalar sayesinde özürlülere yönelik çalışma alanlarının dışında, kentsel yaşam alanları da oluşturulmaktadır. Avrupa Birliği politikaları çerçevesince kentler dezavantajlı grupların her yere sorunsuzca erişebileceği şekilde tasarlanmıştır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki alınan önlemler aşırı korumacı değil, dezavantajlı grupların hayatını kolaylaştırıcıdır. Özel sorunu olan bu gruplar için gereken düzenlemeler yapılır; örneğin, konut ve işyerleri, tuvalet, ulaşım ve teknik araçlar özürlüler göz önünde bulundurularak tasarlanır. Özürlüler ve azınlıkları temsil eden derneklerle işbirliğine gidilir ve dayanışma sağlanır. Ayrıca Avrupa Birliği kapsamında özürlülerin sosyal dışlanmasıyla da mücadele eden ilkeler vardır. Buna göre, üye devletler ihtiyaç sahibi insanların uygun eğitimini vermek ve ihtiyaçlara uygun bir okul sistemi oluşturmakla yükümlüdür.Bunların dışında, teknolojik alt yapıya bağlı olarak gelişen uzaktan eğitim sisteminin gerçekleşebilmesi için internetin dezavantajlı gruplar tarafından erişilebilir ve her şeyden önemlisi kullanılabilir olması gerekmektedir. Avrupa Birliği kapsamında özürlü bireylerin korunmasına yönelik bir diğer önemli uygulama da erişilebilir hizmetlerin düzenlenmesi ilkesidir. Toplumla uyumun tamamlanması adına kültürel faaliyetlere, eserlere erişilebilirliğin sağlanması gerekli görülmektedir. Bu erişilebilirlik kapsamında, altyazılı performanslar, kolay okunabilecek materyaller ve işaret dili ile hazırlanan kılavuzlar vardır.

Türkiyede de bir benzeri uygulanan özürlü park kartı uygulaması mevcuttur. Özürlü kişilerin gidecekleri en yakın alana park edebilmelerini sağlayan bu kart ile onlar için ulaşım kolaylaşacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde özürlülere yönelik olarak birçok yasal düzenleme bulunmaktadır. Amerikan hukukunda uygulanan iki önemli yasa vardır. Bunlardan 1. 1973 tarihli Rehabilitasyon Yasası 2. 1990 tarihli Özürlü Amerikalılar Yasası’dır. 1990 yılında çıkarılan Özürlü Amerikalılar Yasası, dünyada çok önemli bir yere sahiptir. Yasa; istihdam, barınma ve ulaşımla ilgili hakları garanti altına almakta, özürlülerin de diğer Amerikalılarla aynı haklara sahip olduğu konusunda toplumsal farkındalık uyandırmaya çalışmakta ve kendilerine eşit muamele yapılması için çalışan güçlü, etkili ve düşüncelerini savunan, özürlülere özgü yeni bir kültür oluşturmaktadır.

Avustralya’da uygulanan özürlü ayrımcılık yasası da özürlüleri korumaya yönelik bir diğer önemli yasadır. Bu yasa çerçevesinde, özürlülüğe bağlı ayrımcılığa karşı Avustralya’daki bütün insanlar korunmaktadır. Yasa telekomünikasyon alanında iyileştirilmiş erişim için çok önemli bir etkiye sahip olmuştur. Özürlülere yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesini öngören bu yasa çerçevesinde Avustralya’da özürlüler açısından birçok önemli hak elde edilmiştir.

İrlanda’da özellikle kamu sektörü açısından erişilebilirlik konusunda oldukça gelişmiş kurallar bulunmaktadır. Web sitelerinin hazırlanmasında uygulanan bu kurallar sayesinde özürlü bireyler, diğer insanlar gibi özellikle kamu sektörüne ait web sitelerine kolaylıkla erişebilmektedir. Verilen sağlık hizmetleri kapsamında özürlü ve yaşlı bireyler için öncelik hakkı tanınmaktadır. Buradaki amaç sağlık yönünden sorun yaşayan kişilerin toplum hayatından kopmasını engelleyebilmektir. Bu amaçla İrlanda’da Ulusal Sağlığı Arttırma Stratejisi uygulanmaktadır.

Danimarka da da erişebilirlik konusunda irlandaya benzer bir durum geçerlidir. Burada da devlet, bilgi teknolojilerini biçimlendirirken özürlü bireylerin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmuştur.

İsveç’te ise özürlüleri korumaya yönelik düzenlenen bir Sosyal Hizmetler Sözleşmesi mevcuttur. Özürlülere tanınan birçok hak içerisinde bir belediyeden bir başka belediyeye taşınma hakkı da vardır. Buna göre, özbakımını gerçekleştiremeyen bireyler, başvurdukları takdirde söz konusu belediyeden taşınma yardımı alabilmektedir. Bunun dışında düzenlemeler kapsamında, engel durumunda başvuran kişilerin finansal durumlarını göz önünden bulundurulmayacak, gereken, daha doğrusu talep edilen yardım yapılacaktır. Özürlü kişiler ihtiyaç duyduğu sürece bu hizmetlerin belediyeler tarafından sağlanması en büyük yükümlülüktür.

Norveç’te ise özürlülerin korunmasına yönelik sosyal hizmet modelleri önem taşımaktadır. Bu kapsamda özürlü bireylere ve özürlü bireylerin ailelerine de yardım sağlanmaktadır. Bu yardımlar, bakım hizmetleri, finansal destek içermektedir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst