Aöf İnsan ve Toplum Ders Notları 6.Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
İNSAN VE TOPLUM

6. ÜNİTE

Demografi ve Nüfus

Demografi, insan nüfusunu çalışan bir bilim dalıdır. İnsan nüfusuyla ilgili üç temel süreci ele alır: Doğum, göç ve ölüm.

NÜFUS YAPISINI OLUŞTURAN ÖZELLİKLER

Bir coğrafi bölgede ve bir zaman dilimi içinde, nüfus yapısını oluşturan temel özellikler, yaş ve cinsiyet gibi biyolojik özelliklerle gelir, eğitim durumu, medeni durum, etnik/ırk özellikleri gibi sosyo-ekonomik ve kültürel özelliklerden oluşur.
Yaş ve Cinsiyet: Cinsiyet yapısı, doğumda belirlenen cinsiyete göre, iki alt kategoriden oluşur: Kadın ve erkek. Yaş yapısı ise genellikle beş sınıf aralığının oluşturduğu gruplar halinde verilir. Örneğin, 25-29 yaş grubu, beş sınıf aralığından oluşur. 2010 yılında, Türkiye’de erkek nüfusu kadın nüfusundan daha fazladır. Bu durum, yaş ve cinsiyetle ilgili olarak iki farklı özelliğe işaret eder: Nüfusun genç bir nüfus olduğu ve daha fazla sayıda erkek doğduğu halde kadınların erkeklerden daha uzun süre yaşadığıdır.

Cinsiyet Oranı = (Toplam Erkek Sayısı / Toplam Kadın Sayısı) × 100 (Her 100 kadına düşen erkek sayısı)


Cinsiyet Oranı = (37,043,182 / 36,679,806) × 100 = 100.9


Türkiye’de, her 100 kadına, 100.9 erkek düşmektedir. Kural olarak, cinsiyet oranının yüksek çıkması, nüfusun genç bir nüfus olduğunun göstergesidir. Cinsiyet oranındaki en yüksek değere, 0-4 yaş grubu arasında rastlanmaktadır. Yaş arttıkça, cinsiyet oranlarında düşüş gözlenmektedir. Ayrıca, 2010 yılında, Türkiye’de toplam nüfusun üçte birini (%34.11), 19 yaş ve altı grup oluşturmaktadır.


Yalnızca, cinsiyet ve yaş grupları tablolarına bakarak yapabileceğimiz diğer bir yorum ise ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin göstergelerinden biri olarak kabul edilen, Bağımlılık Oranı’nın hesaplanmasıdır. Bağımlı nüfusun (14 yaş ve altı nüfusla 65 yaş ve üzeri nüfusun toplamı) çalışabilir durumda olan nüfusa oranına ‘Bağımlılık Oranı’ denir.


Bağımlılık Oranı= (14 yaş ve altı nüfus + 65 yaş ve üzeri nüfus / 15-64 yaş arası nüfus) × 100 (Her 100 Çalışabilir durumda olan kişiye düşen bağımlı sayısı).


Bağımlılık oranının yüksek çıkması, o ülkenin gelişmekte olan ülkelerden biri olduğunun göstergesi olarak kabul edilir. Kadınların doğurganlık dönemi, genel olarak, 14-49 yaş arasında kabul edilir. Doğurganlık, 10’lu yaşların sonlarına doğru tırmanışa geçer ve en yüksek olduğu dönem, 20’li yaşlardır. 40’lı yaşların ortalarına doğru, göz ardı edilebilecek derecede azalma gözlenir. Her yaş grubu için, erkek ölümleri kadın ölümlerinden daha fazladır. 15 yaşından küçük nüfusun en yoğun olduğu kıtalar Afrika, Asya’nın bir kısmı, Latin Amerika ve Karaipler’dir. Bu kıtalarda bağımlılık oranının göreli olarak yüksek olması, kıta bazında az gelişmişlik göstergesidir. Avrupa, Kuzey Amerika ve Okyanusya’da, 15 yaşından küçük nüfus azalmakla birlikte, 65 yaş ve üzeri nüfusta artış görülmektedir. Bu kıtalar, aynı zamanda, ekonomik açıdan gelişmiş kıtalar olarak bilinmektedir. 15 yaş altı nüfusun yüksek olduğu geçiş öncesi ülkelerde, 65 yaş ve üzeri nüfus yüzdesi daha düşüktür. Buna karşılık, geçiş sonrası ülkelerde 15 yaş altı nüfusun daha düşük; 65 yaş üzeri nüfusun daha yüksek olduğu gözlenmektedir. Yaukey ve Anderton’a göre, nüfusun yaşlı olması, gelişmiş ülkelerin bir özelliğidir.


Nüfus Yapısını Oluşturan Diğer Değişkenler: Demografların ve sosyal bilimcilerin, toplum yapısı ve nüfus analizinde kullandığı değişkenler, iki temel sınıflandırma altında toplanabilir: Toplumsal farklılaşmayı ölçen değişkenler ve toplumsal tabakalaşmayı ölçen değişkenler. Toplumsal farklılaşmayı ölçen değişkenlerden, hane yapısı ve evlilik ile etnisite/ırk, toplumsal tabakalaşmayı ölçen değişkenlerden de meslek ve gelir.


Evlilik ve boşanma istatistikleri, hane yapısı hakkında önemli bilgiler verir. Örneğin, 2006 yılında yapılan Aile Yapısı Araştırması’na göre, Türkiye’de hane yapısının %80.7’sini çekirdek aileler, %13’ünü geniş aileler, %6’sını tek kişilik haneler, %0.3’ünü ise öğrenciler/işçilerin yaşadığı haneler oluşturmaktadır. 2006 yılı için kadın başına düşen çocuk sayısı 2.10 çocuk olarak gözlenmiştir. Bireylerin evlilik sayısına bakıldığında, bir kez evlenenler nüfusun %95.7’sini; iki kez evlenenler %4.0’ünü; üç ya da daha fazla evlenenler ise nüfusun %0.3’ünü oluşturmaktadır. İlk evlilik yaşı, her iki cinsiyet için de 18-24 yaş kategorisinde yoğunlaşmaktadır. Erkeklerin %58.2’si, kadınların 58.7’si ilk evliliklerini 18-24 yaşları arasında yapmıştır. Türkiye genelinde yapılan evliliklerin %85.9’unu hem resmi hem dini nikahın yapıldığı evlilikler oluşturmaktadır.

Yalnızca resmi nikah yapanlar %9.7’yi; yalnızca dini nikah yapanlar %3.7’yi; nikahsız beraberlik yaşayanlar ise % 0.6’yı oluşturmaktadır. İstanbul hariç, bölge bazında değerlendirildiğinde yalnızca resmi nikahı tercih edildiği iki bölge Akdeniz (%13.7) ve Orta Anadolu’dur (%13.6). Yalnızca dini nikahın en yoğun olarak gözlendiği bölge, %16.1 ile Güneydoğu Anadolu’dur. Akraba evliliği yapanların oranı, Türkiye genelinde %20.9’dur. Bölgesel dağılıma göre, en yoğun olarak akraba evliliklerinin görüldüğü bölge, % 40.4 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Türkiye genelinde, 2008 yılında boşanma oranı incelendiğinde, her 1000 evlilikten 1.4’ünün boşanma ile sonuçlandığı görülmektedir.

En yoğun boşanma oranı, 16 yıl ya da daha uzun süreli evliliklerde görülmektedir. 2008’de bu oran, 16 yıl ve daha fazla süren evlilikler için % 23.1 olarak gözlenmiştir. Boşanma için eşik noktasını oluşturan yıllar, 6-10 ile 16 yıl ve üzeri süren evliliklerdir. Toplumsal farklılaşmayı gösteren diğer önemli değişken, etnisite/ırktır. Etnisite/ırk sınıflaması, oldukça sorunlu bir alandır. Örneğin Koreliler, Çinliler, Japonlar kendilerini Asya’lı olarak değil, Koreli, Çinli ya da Japon olarak tanımlamaktadır. Ten renginin kullanılması da aynı biçimde sorunlu bir durumdur. Kuzey Amerika’da ırk kombinasyonunu anlatabilmek için Beyazlar, Hispanik (İspanyol kökenli) Amerikalılar, Asyalılar, Afro-Amerikalılar ve Yerliler (Indian, Eskimo, Aluets) sınıflandırması yaygın olarak kullanılmaktadır. Birleşik Devletler’de, 1998 yılında nüfusun %72.3’ünü oluşturan Avrupa kökenli beyazlar, en zengin sınıfı oluşturmaktadır. Nüfusun %3.6’sını oluşturan Asya ve Pasifik kökenliler (Japonlar v.s), ikinci en yüksek gelir seviyesine sahip grup olduğu gözlenmiştir.

Toplumsal tabakalaşmayı ölçen iki önemli değişken, meslek ve gelirdir. Toplumsal eşitsizliklerin oluşmasında doğuştan gelen statü (kişinin doğumla birlikte taşıdığı, ırk v.s.) gibi özellikleri ile başarılmış statü (örneğin kişinin eğitim gibi hayattaki başarıları) etkili olmaktadır. Meslek ve gelir, başarılmış statüde yer almaktadır. Yüksek gelir sağlayan prestijli mesleklerin eğitime dayandığı, eğitimin ise kişinin başarısına dayandığı varsayılır. Oysaki, eşitsizliklerde doğuştan gelen statü ile başarılmış statü arasında yakın bir ilişki olduğu etnisite/ırk, eğitim, gelir, meslek dağılımının incelendiği nüfus istatistiklerinde gözlenebilir.


DEMOGRAFİK SÜREÇLER


Doğum ve Doğurganlık

Demograflar, aynı süreci anlatmak için farklı terimler kullanırlar. Örneğin doğum, yeni doğan kişinin bakışından olayı tanımlar. İnsanlar yaşamlarında yalnızca bir kere, belli bir zamanda ve belli bir yerde dünyaya gelirler. Doğurganlık, bir ebeveynin, annenin statüsünü tanımlar. Doğum gerçekleştiğinde, ebeveynin statüsü bir puan artar. Her doğum gerçekleştiğinde statü puanı bir puan eklenerek artmaya devam eder. Annenin açısından, üreme yaşamı boyunca doğum pek çok kez gerçekleşebilir. Doğumla doğurganlık arasındaki fark, oranların hesaplanmasında farklı nüfus istatistikleri kullanmalarıdır. Doğum ölçümü (Kaba Doğum Hızı), toplum nüfus üzerinden ölçüm yaparken; Doğurganlık Hızı (Genel Doğurganlık Hızı), doğurganlık çağında olan kadınların toplamı üzerinden hesaplanır. Üreme/yenilenme bir nüfusun ya da alt nüfusun, kuşaktan kuşağa nüfus büyüklüğünü sürdürebilme kapasitesidir.

Kaba Doğum Hızı: Kaba Doğum Hızı, bir yıl içinde tüm yaş grubundan annelerin yaptıkları doğum sayısının, genel nüfusa oranlamasıdır. 1000 kişiye düşen oranı gösterir.


Kaba Doğum Hızı= (Doğum sayısı / Genel nüfus sayısı) × 1000

2008 yılında, Türkiye’de Kaba Doğum Hızı binde 17.8 olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, her 1000 kişiye düşen doğum sayısı 17.8’dir. 2001 yılı ile karşılaştırıldığında Kaba Doğum Hızı’nda azalma gözlenmektedir.

Genel Doğurganlık Hızı: Genel Doğurganlık Hızı, doğurganlık yaşına bağlı bir ölçümdür. Bir yıl içinde meydana gelen doğum sayısının, yıl ortasında doğurganlık yaşında olan kadınların sayısına oranlamasıyla oluşur. Her 1000 kadına düşen doğurganlık oranını gösterir. Kadınların doğurganlık yaşı olarak 15-49 değil, 15-44 yaş aralığı kullanılmaktadır.


Genel Doğurganlık Hızı = (Doğum sayısı / 15-44 yaş arasındaki kadın nüfusu) × 1000

Türkiye’de 2001-2008 yılları arasında, Genel Doğurganlık Hızı’nda düşüş gözlenmektedir. 2001 yılında Genel Doğurganlık Hızı binde 83.8, 2008 yılında ise binde 74.2 olarak gerçekleşmiştir.

Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı (YGGDH): Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı, bir yıl boyunca, bir yaş grubunda yer alan kadınlara düşen doğum sayısıdır. Yıl ortasındaki sayı dikkate alınır. Her 1000 kadına düşen doğum sayısı olarak hesaplanır.


Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı = (Belli Bir Yaş Grubunun Yaptığı Doğum Sayısı / Belli Bir Yaş Grubunda Yer Alan Toplam Kadın Sayısı) × 1000


Örneğin, 2020 yılında A ülkesinde 20-24 yaş grubunda yer alan kadınların yaptığı doğum sayısı 20000; yıl ortası verilerine göre 20-24 yaş grubunda bulunan kadın sayısı 40000 olarak kabul edilirse, A ülkesinde 2020 yılında 20-24 yaş grubunun YGGDH’sı nedir?

A ülkesi YGGDH = (20000 /40000) × 1000 = 500 (2020 yılında A ülkesinde 20-24 yaş grubunda yer alan her 1000 kadına düşen doğum sayısı 500’dür).

Toplam Doğurganlık Hızı: Toplam Doğurganlık Hızı, Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı dikkate alınarak hesaplanır. Tüm yaş gruplarındaki doğurganlık hızının ağırlıklı toplamı alınarak, yaş grubunun sınıf aralığını oluşturan beş ile çarpılır. Örneğin, A ülkesinde 2020 yılında Yaş Gruplarına Göre Doğurganlık Hızı toplamı, her 1000 kadına 414 çocuk olarak bulunduğunu varsayarsak, bu ülkede Toplam Doğurganlık Hızı (doğurganlık çağındaki kadın başına düşen çocuk sayısı) nedir?

A ülkesi Toplam Doğurganlık Hızı = 414 × 5 = 2070 (Her 1000 kadına 2070 çocuk düşmektedir).

Elde edilen çocuk sayısı 1000’e bölündüğünde: Toplam Doğurganlık Hızı /Kadın başına düşen çocuk sayısı = 2070 / 1000 = 2.07’tir. Doğurganlık çağındaki her kadın başına 2.07 çocuk düşmektedir. 2008 yılında, Türkiye’de doğurganlık çağındaki kadın başına düşen çocuk sayısı, 2.10 olarak bulunmuştur. 2001 yılındaki 2.37 olarak bulunan çocuk sayısı ile kıyaslandığında az bir düşüş gerçekleştiği gözlenmektedir.


Nüfus Kuramları

Nüfus artışını etkileyen faktörleri açıklamak için, Malthus, nüfusun kontrol edilmediğinde geometrik oranla artarken; yiyecek üretiminin aritmetik oranla arttığını, bu nedenle, insan toplumlarında nüfus artışını kontrol edecek mekanizmalar geliştirildiğini; Sadler, doğurganlığın nüfus yoğunluğuyla ters orantılı olduğunu; Doubleday, beslenme türünün doğurganlığı etkilediğini; Dumont, sosyal damarların yoğun olduğu yerde doğurganlığın düşük olduğunu; Fetter, doğurganlıkta insan davranışlarındaki iradenin belirleyici olduğunu; Nitti, bireyselliğin yüksek olduğu toplumlarda doğurganlığın düşük olduğunu; Brettano, zevke düşkün insanoğlunun, artan zenginlikle daha farklı eğlencelere yöneldiği için doğurganlığın düştüğünü; Ungern-Sternberg ise akılcı zihniyetin toplumun tüm sınıflarına hakim olmasıyla doğurganlığın düştüğünü savunur. Nüfus kuramları içinde en ünlüsü, Malthus’un nüfus artışının sınırlarıyla ilgili kuramıdır. Diğer kuramlar, kendilerini, Malthus’a yakınlık ya da uzaklık derecelerine göre konumlandırır.

Nüfus Artışının Sınırları

Malthus, 1789 yılında yazdığı ‘Nüfus İlkesi Üzerine Bir Çalışma’ adlı kitabında, insanın mükemmelliği görüşünü reddederek, kuramına iki temel önermeyle başlar:
• Yiyecek insan için zorunludur.
• Cinsler arasındaki çekim (tutku) zorunludur ve hemen hemen şu andaki durumunda olduğu gibi devam edecektir.

İnsanlıkla ilgili bu iki kanun, aynı zamanda, doğa kanunudur. Bu konuda henüz bir değişime şahit olunmamıştır. Kontrol edilmediğinde nüfus, geometrik oranla artarken (2, 4, 8, 16, 32, 64 v.s.); yiyecek üretimi, aritmetik oranla (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 v.s.) artar. Buna göre, nüfusun gücü, yeryüzünün insan için yiyecek üretebilme gücünden daha fazladır. İnsan için, yiyeceği zorunlu kılan doğa kanunu nedeniyle bu iki eşit olmayan güç, dengede tutulmalıdır. Malthus’a göre, evlilik kanunu kurumsallaşsın ya da kurumsallaşmasın, tek kadına bağlanma, doğanın ve ahlakın kanunu gibi görünmektedir. Malthus, Birleşik Devletler’de, Avrupa’daki modern devletlerden daha fazla ölçüde yiyecek bolluğu olduğu, yaşamın saf ve basit, erken evlilikler üzerindeki kontrolün ise çok az olduğunu söyleyerek, böyle bir ortamda kontrolsüz nüfus büyümesinin nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışır. Böyle bir ortamda, nüfusun her 25 yılda bir, kendini ikiye katladığı görülmüştür.

Diğer bir deyişle, nüfus kontrol edilmediğinde, her 25 yılda bir kendini ikiye katlar ya da geometrik oranla artar. Yiyecek üretim, ise aritmetik olarak artar. Malthus, büyük bir göçün yabancı bir yerde, tanımayan bir iklimde yaşamak, kişinin arkadaşlarından, ailesinden, toprağından kopmak olduğunu, bu durumunda büyük bir mutsuzluk anlamına geldiğini, çok az sayıda insanın başka bir yere gitmek isteyeceğini söyler. Bu nedenle, insanlar tarafından, insan nüfusu üzerinde kontrol uygulanmaktadır.

Malthus’a göre, nüfusun artışını kontrol etmek için, insan toplumunda uygulanan başlıca iki kontrol mekanizması bulunmaktadır:

1. Ölüm hızını arttıran pozitif kontrol mekanizması (açlık, hastalık, savaşlar)
2. Doğum hızını düşüren önleyici kontrol mekanizması (kürtaj, doğum kontrolü, evliliğin ertelenmesi)

Malthus, 1803’te çalışmasının ikinci basımında, üçüncü kontrol mekanizması olarak ahlaki kısıtlamayı eklemiş ve detaylı olarak açıklamıştır. Önleyici kontrol mekanizmasında yer alan, evliliğin ileri yaşlara ertelenmesi, tek başına nüfusu sınırlayıcı olmayacaktır. Evliliğin, aynı zamanda tamamen ahlâki olması (gayrimeşru ilişkinin olmaması) gerekir; çünkü, evlilik gerçekleştikten sonra artık, hiçbir yapay önleyici mekanizma uygulanmamalıdır.


Yoğunluk

Kuramını oluşturduğu çalışmasının büyük çoğunluğunu, Malthus’un kuramını çürütmeye ayıran, Thomas Sadler’in geliştirdiği nüfus kanunu iki ilkeye dayanır:
1. Doğurganlık nüfus yoğunluğu ile ters orantılıdır. Diğer durumlar sabit tutulduğunda, evliliklerin sayısı nüfus yoğunluğuna göre değişir. Burada kısıtlayıcı olan, yalnızca mekân değildir. Üzerinde yaşanan mekânın, nüfusu besleme kalitesi de önemlidir. Örneğin, dağlık yerlerle, buz altındaki yerler, daha verimli toprakların bulunduğu bölgelerle kıyaslanamaz.
2. Doğurganlık, ölüm hızı ile doğrudan değişir. Diğer bir deyişle, doğurganlığın yüksek olduğu yerde, ölüm hızı da yüksektir. Sadler, yoğunluk ilkesinin kır ile kent farklılığını ve üst sınıflardaki düşük doğurganlığı da açıkladığını savunur.

Beslenme Prensibi

Thomas A. Doubleday, bitkiler ve hayvanların üremesi üzerinde beslenmenin yarattığı etkileri inceleyerek, elde edilen sonuçların insan doğurganlığı için de geçerli olabileceğini savunur. Bitkilerin çok fazla beslendiği zaman, tohum vermediklerini, daha zor çevre şartlarında ise daha fazla çiçeklendiğini ve yenilendiğini gösteren deneylerin, hayvanlar dünyası için de geçerli olduğunu, ne zaman bir tür yok olma tehlikesiyle karşılaşsa, doğurganlığının arttığını söyleyerek söz konusu sonuçları, insan toplumuna uyarlar.

Sosyal Damarlar: Dumont, Malthus’un nüfus ilkesinin tek olmadığını, doğurganlık kalıplarındaki değişimleri açıklayan iki nüfus ilkesi daha bulunduğundan söz eder. Bunlardan ilki, insanların hayvanlar gibi yaşadığı, ürettikleri yerine bulduklarını yedikleri Malthuscu ilke; ikincisi, Guillard’ın nüfusun oranının otomatik olarak ‘ekmeğin olduğu yerde’ insanın doğduğu ilkesidir. Böyle bir toplumda hayatın anlamı, emek ve birikim olduğunda; doğum oranlarının mevcut iş imkânlarına göre değiştiğini, böylece, Malthus’un sefalet ve ahlâk düşkünlüğü gibi kontrol mekanizmalarının gereksiz olduğu toplumlar bulunduğunu söyler. Üçüncü ilke ise Dumont’un önerdiği, medeni toplumları yöneten ‘Sosyal Damarlar’ ilkesidir.

Bu ilke, tüm toplumlarda prestijin toplumsal hiyerarşisi olduğunu; değerler, toplumdan topluma farklılık gösterse de, her toplumda bazı insanların diğerlerinden daha prestijli olduğunu vurgular. Toplumsal moleküller, parlak ideallere doğru yükselmek için çekilirler. Dumont’a göre, sosyal statüyü yükseltmek için harekete geçirici dürtü, politik güç ya da zenginlik değildir. Bunlar, zevk, zarafet, lüks, gerçeğe ve adalete duyulan sevgi, hatta genelin iyiliği adına kendini feda edebilmek olan ideallerdir. Sosyal Damarlar, bir toplum üyesinin, o toplumun değerlerine göre saygınlık kazanabilmek için, ortaya çıkan bireysel dürtülerini anlatır. Sosyal Damarlar, tüm medeni toplumlarda görülmekle birlikte, hepsinde eşit derecede işlemez. En zayıf olduğu toplumlar, statü ve kastın, bireysel gelişime katı engeller koyduğu toplumlardır.


Gönüllülük: Fetter’in, Gönüllülük yaklaşımına göre, hiçbir nüfus ilkesi, tek başına, doğurganlık kalıplarındaki değişimi açıklamak için yeterli değildir. Demografik değişimlerde, yiyecek üretiminin sınırlarının, nüfus üzerindeki kısıtlayıcı etkisinin olduğunu, ama, insanların ilerleme vasıtasıyla, yalnızca fiziksel zorunluluklar nedeniyle, hareket etme durumundan belli bir özgürlüğe kavuştuklarını, böylece insan davranışlarında iradenin belirleyici olduğu görüşünü savunur. Gönüllülük yaklaşımı, insanın üreme davranışını incelemek için, toplumu sınıflara bölerek bu sınıflarda ailenin işlevini inceler. Üretim birimi olarak, ailede çocuğun ekonomik değeri zengin ve yoksul sınıflarda farklıdır. Üst sınıflarda çocuk aile harcamalarının artmasına neden olur. Yoksul sınıflarda ise aile bütçesine katkıda bulunur.


Artan Bireysellik Kuramı

Francesco S. Nitti, bireyselliğin nüfus büyüklüğü üzerindeki etkisini inceleyen, yeni bir nüfus kuramı ilkesi geliştirmiştir. Bireyselliğin güçlü biçimde geliştiği, toplumsallaşmanın bireysel aktiviteyi ortadan kaldırmadığı, zenginliğin bölündüğü, eşitsizliğin sosyal nedeninin işbirliğinin daha üst bir formuyla ortadan kaldırıldığı toplumlarda, doğum hızı yiyecek hızına eşitlenir ve demografik evrim, geçmişte olduğu gibi, bir korku ve terör unsuru olmaktan çıkar. Toplumsal örgütlenme türü, bireyselliğin en üst düzeye ulaşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Nitti’nin ideal toplumunda, ne toplumsal dayanışmayı yok edecek derecede yarışmacılık ve egoizm vardır ne de bireyselliği ortadan kaldıracak kadar topluluk merkezli bir yapı vardır.

Artan Zenginlik Kuramı

L. Brentano’ya göre, insanoğlu zevk düşkünü bir yaratıktır. Zevklerin ise maddi bir temeli vardır. Yoksul sınıfların alternatif zevkleri, oldukça sınırlıdır. Örneğin, maden işçilerinde görülen yüksek doğurganlığın nedeni, günlük yaşamlarından kaynaklanır. Maddi ve psikolojik olarak zor şartlar altında yaşayan, günlerini yeraltında geçiren maden işçileri için kitaplar, seyahat, entelektüel merak ve estetik tatmin kaynakları olmaktan uzaktır. Güneşi görmeden eve geç saatlerde dönen bu insanlar için, yıpratıcı yaşamlarının telafisini aşırı cinsellik karşılar. Zenginlerde ise durum tamamen farklıdır. Evin dışında, ulaşabilecekleri çok sayıda zevk kaynağı bulunmaktadır. Ayrıca, zenginler arasında, çocuklara ‘mükemmelleştirilecek yeni bir karakter’ olarak bakılmaktadır çünkü, miktar değil, kalite önemlidir. Eğitim ve kariyer için hazırlama gerekliliği, çocukların aile üzerindeki yükünü artırmaktadır.

Doğurganlıkta Azalma ve Akılcılık

Roderich von Ungern-Sternberg, yalnızca üst sınıflarda değil, proleterya arasında da doğurganlıktaki düşüşün nedenini, biyolojik değil, tamamen zihinsel olduğunu söyler. Avrupa medeniyeti sınırları içinde, doğurganlıkta gözlenen düşüş, tüm sınıfları aynı biçimde etkileyen, kapitalist mentaliteden kaynaklanmaktadır. Burjuvazi arasında kapitalist mentalitenin gelişmesi, dürtülere uyan, anlık davranışlarda bulunan, zevk eğilimli mentaliteyi yok etmeye başlayarak, akılcı bir mentalitenin gelişmesini sağlamıştır.

Ölüm ve Morbidite

Morbidite sonu ölümle bitecek hastalıkları, salgınları açıklamak için kullanılır. Demografik açıdan ölüm, fiziksel yok oluş vasıtasıyla, bir nüfusun azalmasını anlatan bir süreçtir. Demografide ölüm, genel anlamda kullanıldığında, nedene bağlı ölümleri ve yaşa bağlı ölümleri dikkate almaz. Bu konularla ilgili olarak ayrıca, yaşa bağlı ve nedene bağlı ölüm ölçümleri gerekir. Ölümle değişimli olarak kullanılmasına rağmen; morbidite, daha çok, patalojik ve anormal bir durumu anlatır.

1) Morbidite Hızı: Bir hastalığın, ne kadar sıklıkla meydana geldiğinin hesaplanmasında iki temel yaklaşım kullanır. Belli bir zamanda ya da zaman aralığında, belli bir hastalığa sahip olan bireylerin, nüfus içindeki oranını gösteren yaygınlık ölçümü ve belli bir zamanda, genellikle bir yıl içinde bir hastalıkla ilgili yeni teşhis edilmiş vakaların sayısını gösteren vaka ölçümüdür.


Yaygınlık = (Belli bir hastalığı olan kişi sayısı / Toplam nüfus sayısı) × 100



Vaka Ölçümü = (Bir yılda yeni teşhis edilmiş hastalık sayısı / Hastalığın görüldüğü nüfus sayısı) × 100,000

2) Kaba Ölüm Hızı: Kaba Ölüm Hızı, bir yıllık süre içinde, bir nüfusta meydana gelen ölüm sayısının, her 1000 yaşayan kişiye düşen oranıdır. Toplam nüfusun, yıl ortasındaki büyüklüğü alınır.


Kaba Ölüm Hızı = (Ölüm sayısı / Toplam nüfus büyüklüğü) × 1000


3) Yaşa Bağlı Ölüm Hızı: Yaşa Bağlı Ölüm Hızı da bir yıl içinde, belli bir yaş aralığında meydana gelen ölüm sayısının, aynı yaş grubunda yer alan toplam nüfusa oranıdır. Her 1000 yaşayan kişiye düşen ölüm sayısı olarak yorumlanır.


Yaşa Bağlı Ölüm Hızı = (Belli bir yaş grubunda meydana gelen ölüm sayısı / Belli bir yaş grubuna düşen toplam kişi sayısı) × 1000


Örneğin, 2002 yılında, A ülkesinde 25-29 yaşları arasında 2 milyon kişi yaşamaktadır. Kayıtlara göre, bu yılda, 25-29 yaşları arasında ölenlerin sayısı 10,000 kişidir. A ülkesinde, 2002 yılı için, 25-29 yaş kategorisinde meydana gelen yaşa bağlı ölüm hızı nedir?

Yaşa Bağlı Ölüm Hızı = (10,000 / 2,000,000) × 1000 =5 (25-29 yaş kategorisinde yer alan her 1000 kişiye düşen ölüm sayısı, 5’tir).

Çocuk ölümleri için üç temel kategori kullanılır:

• Yeni doğan: Yaşamın ilk gününden yirmi sekizinci gününe kadar,
• Bebek: Yaşamın ilk yılını,
• Çocuk: Yaşamın ilk yılından beşinci yılına kadar olan zamanı kapsar.

Yeni Doğan Ölüm Hızı bir yıl içinde yaşamının birinci ve yirmi sekizinci günleri arasında ölenlerin sayısının, o yıl içinde meydana gelen doğum sayısına oranıdır.


Yeni Doğan Ölüm Hızı = (Yeni doğan ölüm sayısı / Doğum sayısı) × 1000 )Sonuçlar, her 1000 doğan çocuğa düşen, yeni doğan ölüm sayısı olarak yorumlanır. Yeni doğan ölüm hızı hesaplamasında, ölen yeni doğan sayısı, yıl ortasındaki değer değil, bütün bir yıl boyunca meydana gelen ölüm sayısını dikkate alır. Benzer ölçümler, bebek ve çocuk ölümleri için de yapılır).


4) Nedene Bağlı Ölüm Hızı: Morbidite ölçümleriyle yakından bağlantılıdır. Morbidite hızında vaka ölçümü, Nedene Bağlı Ölüm Hızı’nın hesaplanmasında kullanılır.

Nedene Bağlı Ölüm Hızı = (Cinayet nedeniyle meydana gelen ölüm sayısı / Toplam nüfus büyüklüğü) × 100,000

2008 yılında, Türkiye’de, Kaba Ölüm Hızı, binde 6,3, bebek ölümleri hızı, binde 14,9’dur.

• İç göç: Bir nüfus içinde, alt grupların hareketliliğidir. Örneğin, Türkiye’nin daha az gelişmiş bölgelerinden İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollere göç edilmesine iç göç denir.
• Dış göç: Bir nüfusun, bir ülkeden başka bir ülkeye hareketini anlatır. Örneğin, 1960’lı yıllardan itibaren ekonomik nedenlerden dolayı, Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru büyük bir hareketlilik yaşanmıştır.
• Zorunlu göç: Savaş, doğal afet ya da baskı nedeniyle, nüfusun, kendi istekleri dışında, ülkelerinden başka bir ülkeye hareketliliğidir. Kişisel gönüllülüğe dayalı iç ve dış göçün yönü, gelişmekte olan bölgelerden gelişmiş bölgelere doğrudur.

Göç Ölçümleri

1) Gelen Göç: Bir grup insanın, bir nüfusun ya da alt nüfusun yerleştiği bölgeye, yerleşmek amacıyla gelmesidir.
Gelen Göç Hızı = (Belli bir zaman diliminde, belli bir bölgeye yerleşmek için yeni gelenlerin sayısı / Yerleşim yerindeki nüfus) × 1000
2) Giden Göç: Bir grup insanın, başka bir yere yerleşmek için, belirli bir bölgeden gitmesidir.
Giden Göç Hızı = (Belli bir zaman diliminde, belli bir bölgeden yerleşmek için başka bir bölgeye yeni gidenlerin sayısı / Yerleşim yerindeki nüfus) × 1000
3) Net Göç: Belli bir zaman diliminde, bir coğrafi bölge için, gelen ve giden göç arasındaki farkı verir.
Net Göç = (Gelen göç - Giden göç)/ Toplam nüfus × 1000
4) Katkılı (Gross) Göç: Belli bir zaman aralığında, gelen ve giden göçün toplamıdır.
Katkılı Göç Hızı = (Gelen göç sayısı + Giden göç sayısı) / Toplam nüfus × 1000


 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst