Aöf Antropoloji Ders Notları 1. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
ANTROPOLOJİ ÜNİTE 01

GİRİŞ
İnsanlar dünyanın belli bölgesinde belli fiziksel özellik¬lere sahipken, başka yerlerde biz bu özellikleri taşımayan bireylerle karşılaşırız? Biz, yani insan türü, ortaya çıktığımız anda da böyle miydik? Fiziksel ve toplumsal olarak nasıl değiştik? Bizden önce yaşayan insanlar neyle geçindiler, ne yiyip içtiler, ölülerini nasıl gömdüler, ya da gömmeyip başka türlü mü uğurladılar? Ne tür aletler kullandılar? Dilleri nasıldı, bugünkü dillerle eski diller arasında nasıl ilişkiler mevcuttur? Bugün yaşayan diller, çeşitli etkilerle nasıl değişiyorlar, be bu yeni biçimleri nasıl adlandırıp tanımlayabiliriz? Gibi bütün bu soruların cevabını bulabileceğiniz bir bilim dalı var: Antropoloji. Bu bölümde antropolojinin nasıl bir bilim olduğunu, nasıl geliştiğini, temel kavramların, yöntemini, dallarını ve içinde yer alan çeşitli yaklaşım biçimlerini göreceğiz.

ANTROPOLOJİNİN TANIMI, YAKLAŞIMI VE İLKELERİ
Antropolojinin Tanımı
Antropoloji en kısa tanımıyla insan çeşitliliğinin bilimidir} insanı joılçürel. toplumsal ve biyolojik çeşitliliği kindebnlamaya; insanların başlangıcından beri çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olaylann bu uyarlanmaları nasıl dönüştürdüğünü görmeye ve göstermeye çalışır. Bu nedenle yerküreyi bir bütün olarak ele alır ve insanlığı bütünlüğü içinde görmeye
Çalışır. Bu yönüyle antropoloji hem bütüncü hem de farklılıkları vurgulayıcı bir doğaya sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, antropoloji için insan hem yerküreyi düzenleyen, tasarlayan hem de yerkürenin koşulları tarafından düzenlenen, biçimlendirilen bir varlıktır.

Antropolojinin Yaklaşımı ve İlkeleri
altı temel ilkeyi çıkarabiliriz.

Bütüncülük: Antropologlar, inceledikleri toplumun iktisadî kurumlarıyla siyasal örgütlenmeleri, dinleriyle kimlik sorunları, statü sistemleriyle dilleri, teknolojileriyle sanatları, çocuk yetiştirme uygulamalarıyla fiziksel çevreleri, evrimiyle biyolojik farklılıkları arasındaki bütün varoluş biçimlerini, bir öncelik-sonralık ilişkisi (kurmadan: bir bütün içinde görmeye çalışır. Bu bütünlük içinde kapsayıcı bir insanlık tarihi kurmaya uğraşır ve bütün bu olguların birbiriyle ilişkilerini anlamaya çalışarak bütüncü bir kültür kuramına yönelmeyi amaçlar.

Bütüncü kültür kuramı: Bir topluluğu bütün biyolojik,"toplumsal ve kültürel yönleriyle bir butun olarak anlamaya Ve buradan yola çıkarak, kültürlerin farklılıkları kadar bürün kültürleri içine alacak evrensel bir kültür bilgisine ulaşmaya çalışan kuramsal yönelimdir.

Evrensellik: Antropoloji insanın evrenselliğini savunur. Bu bakış açısına göre bütün toplumlar ve kültürler tümüyle ve eşit biçimde insanidir. Buna göre hiçbir insan grubu maymuna daha yakın sayılamaz ya da hiçbir halk geri bir kültüre sahip ya da kültürsüz

Buna göre hiçbir insan grubu maymuna daha yakın sayılamaz ya da hiçbir halk geri bir kültüre sahip yada kültürsüz değildir. Böylelikle Kalahari çölünde avcı-toplayıcı bir yaşam süren Kung! halkıyla sanayi toplumu eşiğinde yaşayan Kuzey Amerikalılar arasında insanî yaratım ve değerler bakımından tam bir eşitliği ve incelemeye değer olmayı öngörür. Antropolog için hiçbir insan topluluğu çok küçük, çok uzak, çok büyük, çok gelişmiş, çok geri, çok eski değildir. Bütün" toplumlar, insan çeşitliliğinin farklı yönlerini ve görünümlerini sunarlar.

Uyarlanma: insan tıpkı diğer hayvanlar gibi içinde bulundukları çevrenin baskısı altındadır, iklimi yağış miktarı, toprak gibi fiziksel çevre etkenleri ile yaşadık¬ları yere özgü bitki ve hayvan varlığı gibi yaşamsal çevre etkenleri onların yaşam biçimlerini belirler. Bu etkenlere bir de kendi yarattıkları mekânsal çevrenin etkisi eklenir.
Dolayısıyla belirli bir yaşam biçiminin oluşmasında bu çevresel etkenlerin baskısı birincil derecede rol oynar. Belirli bir insan topluluğunun devamlılığı ve istikrarı, bu çevresel etkenlere uyarlanabilme yeteneğine bağlıdır. Bu açıdan başarılı olanlar, yani çevresel etkenlere başarıyla uyarlanabilenler kararlı, sürekli ve güvenli bir yaşam biçimi oluştururlar.

Fiziksel çevre: insanı ve diğer canlıları kuşatan, onların yaşamının temeli olan İklimsel, meteorolojik, atmosferik ve yersel çevre koşulları bütünüdür.

Yaşamsal çevre: insanın birlikte yaşadığı, zaman zaman semolyotlk İlişki İçine girdiği, zaman zaman evcilleştirerek ya da yabanî olarak doğrudan yararlandığı ya da yaşamını tehdit altında tutan bitki ve hayvan varlığıdır.

Mekânsal çevre: İnsan eliyle doğanın sunduğu olanaklar değerlendirilerek ya da teknolojik olanaklarla ya atılan kültürel-yapay çevredir.

Bütünleşme: Belirli bir kültürün öğelerinin birbiriyle bütünleşmesi, o kültürün ayakta kalmasında,
İstikrarında ve sürekliliğinde belirleyici bir rol oynar. Din, akrabalık, iktisadı yaşam, siyasal örgütlenme gibi öğelerin birbirlerini destekleyici bir bütün oluşturması, kültürlere bu açıdan yarar sağlar.
Öte yandan bu bütünlüklü kültür anlayışı,\belirli bir topluluğu inceleyen antropologa o topluluğu anlamasında yardımcı olur. Ancak bu bütünlük varsayımı görece küçük ölçekli topluluklar için geçerli bir varsayımdır. Toplumun ölçeği büyüdükçe ve toplum karmaşıklaştıkça çatışmalı öğeler artar, toplumun katmanları arasında çıkar ayrılıkları ortaya çıkar, bu katmanlar toplumu kendi istekleri doğrultusunda dönüştürmeye çalışırlar. Dolayısıyla büyük ölçekli toplumlarda antropolog için o toplumu bütünlüğü içinde görmek zorlaşır

Küçük ölçekli topluluklar:
Köy, aşiret, kabile ve cemaat gibi düsük nüfusuvla ve işgal ve istismar ettiği gevrenin göreli küçüklügüyle dikkat çeken, büyük ölçüde kapalı bir ekonomi içinde yaşayan, diğer topluluklarla toplumsal, kültürel ve iktisadî ilişkisi olmayan ya da çok sınırlı olan topluluklardır.

Büyük ölçekli toplumlar:
Karmaşık iktisadî toplumsal ve kültürel ilişkilerin hâkim olduğu, nüfusu görece kalabalık olan ve işgal ve istismar ettiği çevre bakımından geniş oır alana yayılan, yatay ve dikey toplumsal hareketliliği olan, yerleşim örüntüsü bakımından belirli bir iktisadî ve toplumsal kademelenmeye sahip, bu kademelenme çerçevesinde başka toplumlarla da ilişki kuran toplumlardır.

Kültürel Görecilik: Antropolog toplumların kültürel bakımdan farklı olduğunu bilir. Antropologun inceleyeceği topluluk, yaşam biçimi bakımından antropologun yaşadığı toplumdan farklı olduğu kadar, farklı bir değerler dünyasına da sahip olacaktır. -antropolog, inceleyeceği topluma kendi değer sisteminin içinden bakmaktan kaçınmak durumundadır.
Biz, kişinin kendi toplumunun değerlerini ve geleneğini yüceltrnesini, onu benzersiz ve diğerlerinin üzerinde bir toplum olarak düşünmesini ve başka toplumları bu açıdan değerlendirmesini etnikmerkezcilik kavramıyla karşılıyoruz.

Kültürel görecilik kısaca, başkalarının inanç ve davranışlarını onların kendi gelenek ve deneyimleri içinde değerlendirmek ve yorumlamaktır. Doğal_olarak bir toplum için doğru olan bir başkası için de doğru olmak zorunda değildir. O nedenle antropologun kendi deneyimlerinden ve içinden geldiği toplumdan kaynaklanan doğruları bir kenara bırakarak araştırma yapması gerekecektir. Böylelikle bu düzeyde kültürler arasında öncelik-sonralık, üstünlük-gerilik, acayiplik-normallik gibi sıralamalar anlamsızlaşır ve her kültür, kendi öznel varoluşuyla, en az diğerleri kadar değerli,sorun çözücü ve benzersiz hale gelir.


Etnikmerkezcilik: Kişinin ve toplumun kendi toplumunu ve onun değerlerinin merkeze alarak ve yücelterek dünyayı ve başka insan ve toplumları anlamlandırması, onlara değer biçmesidir.

Örneğin antropolog namus adına işlenen cinayetleri belli bir bölgenin ya da topluluğun sorunu olarak görmekten kaçınacak ve bu tür olayların yaşandığı bütün coğrafyalarda ve tarihsel süreklilik içinde bu eylemi doğudan etkenleri anlama çabasına girerek, incelediği alanı çözümlemeye çalışacaktır. Böylelikle tek bir yere bakacak ama çok geniş bir bağlantılar ağı kurmaya uğraşacaktır.. Böyle bir yöntemsel çabanın bilimsel adı karşılaştırmacılıktır.


Antropoljinin 3 temel sorusu vardır.
1. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden farklıdırlar, nasıl farklılaşırlar?
2. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl benzeşirler ?
3. İnsanlar, toplumlar ve kültürler neden ve nasıl değişirler ?

ANTROPOLOJİNİN DALLARI
dört temel alan görürüz:
Sosyal-Kültürel Antropoloji
insanın, biyolojik varlığının dışında yarattığı toplumsal-kültürel alanı, bütün çeşitliliği ve benzerlikleri içinde kavramaya ve anlamaya yönelmiş olan antropoloji dalı sosyal-kültürel antropolojidir. Sosval-kültürel antropoloji günümüzde uygulamalı antropoloji alanlarıyla gündelik sorunlara da çözümler aramaktadır. Tıbbi antropoloji, Kent Antropoljisi ve Kalkınma Antropolojisi gibi alt alanlar, modernleşen ve karmaşıklaşan insan toplum ve kültürünün bu yeni süreçte karşılaştığı yeni olgulara uyarlanma zorluklarını, bu uyarlanma çabasında buldukları yeni çözümleri yada toplulukların dışındaki ulusal ve uluslar arası güçlerin ön ayak olduğu dönüşümler karşısında nasıl tavırlar ve savunmalar geliştirip bu dönüşümlerle nasıl uzlaştıklarını anlamaya çalışmakta, Antropoloji bu süreçlerde yerlinin bakış açısını yansıtmakta ve bu anlamda projelere yön veren bir rol oynamaktadır.

Biyolojik Antropoloji :
İnsanın biyolojik çeşitliliğini,canlılar dünyası içindeki yerini ve evrimini, eski insan topluluklarının karşılaştıkları sağlık sorunlarını ve onların demografik özelliklerini inceleyen geniş bir alandır.

Belirli alt dalları vardır:
Primatoloji: jnsanların canlılar dünyasındaki en yakın akrabaları olan iri maymunların, maymunların ve diğer Primatların toplumsal yaşamını ve biyolojisini inceler.
Paleoantropojoji (İnsan Paleontolojisi) İnsan atalarının ve ilk insan türlerinin fosil kalıntılarını inceleyerek insan evriminin genel bir manzarasını ortaya koymaya çalışır.

Biyoarkeoloji: Eski insan topluluklarının iskelet kalıntılarına bakarak onların yaşadıkları sağ lık sorunlarını, demografik özelliklerini belirlenebildiği ölçüde ölüm nedenlerini, ömür beklentilerini, büyüme ve gelişme durumlarını, geçim etkinliklerine ve yaşam koşullarına bağlı fiziksel değişmelerini ele alır.

fiziksel antropoloji: Yaşayan insan topluluklarının biyolojik çeşitliliğini, büyüme ve gelişme sorunlarını inceleyen antropoloji dalıdır.

Adli Antropoloji: Cinayete, Kazaya ya da katliama kurban gidenlerin ya da doğal felâketler sonucu hayatlarını kaybedenlerin iskelet kalıntıları üzerinden kimliklerinin ve ölüm biçimlerinin belirlenmesini, elde edilen kanıtların mahkemelerde kullanılmasını sağlayan bir alandır.

Popülasyon Genetiği : İnsan toplulukları arasındaki kalıtımsal ilişkileri, fark ve benzerlikleri inceler.

Arkeoloji : Eski insan topluluklarının bıraktıkları ve bugüne kadar ulaşan, genellikle toprak altından çıkarılan maddi kültür varlıklarının saptanmasını, bunların incelenmesiyle geçmiş kültürlere, yaşam ve geçim biçimlerine ilişkin bilgilerin elde edilmesini amaçlayan geniş bir çalışma alanıdır.

Arkeoloji yaklaşımı iki ana çizgiyi izler. Bunlardan birincisi antropolojik arkeoloji olup, maddî buluntular
kültürlerinin o maddî kalıntılar üzerinden özgün zamanlarındaki hallerini ve değişimini izlemeyi öngörür. Diğer çizgi daha çok eski toplumların yarattıkları yüksek kültür ürünlerine odaklanarak bir tür sanat tarihi gibi çalışır.

Yüksek kültür : Toplumun yöneten, eğitimli ve varlıklı katmanlarınca üretilen, çoğunlukla sanatsal ve tüketilen değer taşıyan ve bu nedenle popüler olanın karşıtı olarak algılanan, genellikle yazılı kültürdür.
Dolayısıyla değerli olan ile olmayan, yüksek kültür ile halk kültürü ve yazılı olanla, olmayan arasında kurduğu ayrıma dayanan seçiciliği yüzünden antropolojinin evrensellik, bütüncülük ve kültürel görecilik ilkeleriyle çelişir.

Bu yaklaşıma bağlı alanlar şunlardır:
Prehistorya: Kazılar ve yüzey araştırmaları yoluyla insanların yazı öncesi çağlardaki yaşam ve geçim biçimlerini, bu kazı ve yüzey araştırmalarından elde edilen üretim araçlarına,barınaklarına, ürettikleri küçük arac-gereclere bakarak anlamaya çalışan, bu yolla insanın biyolojik evrim tarihine eşlik eden kültürel değişme tarzını göstermeye çalışan bir arkeoloji alanıdır.

Tarihsel Arkeoloji: Yazılı kavıtlar ve arkeolojik kazılarla bağlantısı içinde yakın geçmişe ait toplumların
ve kültürlerin vaşam ve geçim biçimlerine, kültürel hayatlarına ışık tutmaya çalışır.

Etnoarkeoloji: Eski toplumların yaşam ve geçim biçimlerini anlamak, kullandıkları simgeleri ve aletlerin işlevlerini çözümlemek için, o toplumlara benzediği düşünülen çağdaş toplumlardan veri devşirmeyi amaçlayan, bunun yanısıra bugün hâlâ geleneksel yaşam sürdüren toplulukların bugünkü yaşamlarını izleyerek onlara ait daha eski maddî kültür varlıklarını anlamlandırmaya çalışan yeni bir alandır.

Endüstriyel ve Kentsel Arkeoloji: Sanayi toplumlarına özgü olan ancak şimdi kullanılmayan işliklerin, fabrikaların, çalışma alanlarının, işçi konutlarının vs. incelenmesi yoluyla sanayi toplumunun değişimini ve bu toplumsal tarzın başlangıç durumunu tasvir etmeye ve kurgulamaya çalışan bir yandanda kentsel artıklar gibi kentsel yaşamın ürünü ve belirtisi olan şeyleri inceleyerek çağdaş etnografyaya yardımcı olmaya çalışan arkeoloji alanıdır.

Dil Antropolojisi : Toplumsal dilbilim günlük yaşamdaki iletişim ortamında, farklı toplumsal katmanlarda ve kültürel eşiklerde dilin kullanım biçimlerini inceler. Dil aynı zamanda bir kültürün dünya görüşünü yansıtır. Dil antropolojisi bu bağlamda dil-kültür elişkisini ele alır.

ANTROPOLOJİNİN TARİHİ :
Antropolojik ilginin doğuşu, insan çeşitliliğine, farklı yaşam ve geçim biçimlerine dönük merakların ve bu çeşitliliği sergileyen yazının ortaya çıkmasıyla başlar.

Genellikle Akdeniz ve Karadeniz dünyasındaki kültürel çeşitliliği tarihinde anlatan Herodotos, bu bakımdan antropolojinin babası sayılmıştır. Bu açıdan bakıldığında Marco Polo'yu ve Evliva Çejebi'vi de ilk antropologlar olarak selamlayabiliriz. Ancak bilimsel antropoloji, 19. yüzyılda bugünün modern sosyal bilimlen şekillenirken, Batı dışında kalan toplum ve kültürlerin inceleme alanı olarak diğerlerinden ayrışarak ortaya çıkmıştır.
Kuzey Amerika ve Britanya'da yetişen ilk antropologlar, özellikle Amerika'nın modern öncesi kabile toplumları ile Afrika'da ve Avustralya-Okyanusya adalarının sanayi toplumuna adım atmamış küçük-ölçekli toplulukları üzerinde çalışarak ilk etnografyaları yaptılar.
İlk antropoloji, oryantalizmle birlikte sömürgeciliğin bilimi olarak yaftalanmıştır. Gerçekten de özellikle Britanya yönetimi altındaki ülkelerde antropologlar, burada yaşayan insanların kültürlerini, yaşam ve geçim biçimlerinin esaslarını öğrenerek, sömürge yönetimleri tarafından bu toplumların nasıl daha iyi yönetilebileceğine ilişkin eşsiz bilgiler sunmuşlardır. Bu açıdan da o zamanların hükümetlerince desteklenmişlerdir. Kuzey Amerika'da da bu çalışmalar rezervasyon kamplarına kapatılmış yerli toplulukları üzerinde yürütülmüştür. Ele aldıkları insan toplulukları bakmıından birbirine benzeyen bu iki ülke antropolojisi, kuramsal bakış açılarının farklılaşması yüzünden iki farklı antropoloji geleneği halinde gelişmiştir.
Amerikan antropolojisi, özellikle Franz Boas'ın etkisiyle, kültür kavramını esas alan bir antropoloji olarak gelisti. İngiliz antropolojisi ise özellikle Radcliffe-Brow’ın etkisi altında her topluluğun karşılıklı etkileşim içinde bulunan farklı toplumsal kurumlardan oluşan bir toplumsal yapıya sahip olduğunu düşünen_ye yapısal-işlevci adı verilen bir çizgide gelişti.
Kıta Avrupasında ise farklı bir gelenek, etnoloji geleneği gelişmiştir.

Amerikan bakış açısının kültürel antropoloji, İngiliz bakış açısının sosyal antropoloji olarak adlandırdığı disiplin burada etnoloji adıyla kök salmıştır.
Etnoloji geleneği Almanca konuşulan ülkelerde, onların Slav konuşmalarında ve Fransada toplumun kendi ulusal kültürünün incelenerek sergilenmesi için geliştirilen folklor yada halkbilimin aksine, ötekinin gözlenmesi ve incelenmesi için örgütlenmiş ve bu kurgusuyla Anglo-Sakson antropoljisinin Kıta Avrupasındaki karşılığı olmuştur. Bugün bu ayrım ve geleneklerin etkilerini ve güçlerini yitirmekte olduğunu ve genel bir antropoloji anlayışı ve yöntem birliği içinde birleşme eğilimine girdiğini söyleyebiliriz.

Oryantalizm : Batılı gözüyle doğuya bakmaktır.

Yapısal İşlevselcilik : Kıta Avrupa Antropolojisi geleneğinin aksine, toplumsal ve kültürel sistemi yapısal bir bütün halinde, öğelerinin birbiriyle ilişkisi bağlamında işleyen bir organizma gibi gören, bu nedenle de alan araştırmasını tek yöntem olarak öne çıkaran yaklaşımdır.

Postmodernizm ve Postyapısalcılık : Büyük anlatılara, özgücülüğe, nesnelciliğe, katı nedenselliğe,evrenselciliğe ve Aydınlanma dönemiyle birlikte merkeze oturan insanlık ideallerine karşı, yereli,göreli olanı, tikeli ve çoksesliliği savunan, küçük anlatıları, başka deyimle herkesin kendince doğru olan hikayesini esas alan ve bu yolla tek bir hakikat yerine hakikatlerin çoğulluğu ilkesini getiren yeni -modernizm sonrası- dünya tasarımıdır.

Doğa tarihi yöntemi:
Doğadan elde edilen gözlemlerden yola çıkarak doğa ve onun tarihi hakkında genellemelere-yasalara varma
Yöntemidir.

Homosantrizm: İnsanı bütün canlılar ve cansızlar dünyası içinde merkezi bir değer olarak alan, İnsanın bu varsayılan değeri üzerinden diğer canlı ve cansız dünya üzerindeki tahakkümünü ve denetimini meşrulaştıran görüş; her şey insan İçin ilkesidir.

Canlıların evrimine ilişkin gözlemlere dayanan ilk bilimsel açıklama Charles Darwin tarafından yapıldı. Darwin 1859 yılında yayımladığı Türlerin Kökeni başlıklı kitabında gözlemlerine dayanarak bir biyolojik evrim kuramı ortaya koydu. Bu kurama göre evrim geçilmemiş, yani ilk başlangıcından bugüne kadar de¬ğişmeden gelmiş bir canlı yoktu. zira doğadaki değişimler türlerin de değişerek yeni koşullara uyarlanmasına ya da değişemeyerek yok olmalarına neden olan bir baskı oluşturuyordu. insan da bunun istisnası değildi. insana İlişkin bu kuramsal biyolojik evrim görüşü, zamanla ortaya çıkan insan fosil kayıtlan aracılığıyla somut olarak izlenebilen bir bilgiye dönüştü.
1856 yılında Dusseldorf yakınlarındaki Neander vadisindeki bir mağarada bulunan yaşayan insana benzemeyen ilk insan fosilinden ( Neandertal İnsanından) başlayarak özellikle 20. yüzyılın başlarında Afrikadaki çalışmalarla yoğunlaşan bu bilgi birikimi biyolojik antropolojinin temeli oldu.
Öte yandan 19.yüzyılda Avrupa’da antropoloji gelişirken, onu etkileyen en önemli kavramlardan birisi ırk kavramıydı. Zira başka kıtalarda yaşayan insanlar sadece kültürel farklılıklarıyla değil Avrupalılardan fiziksel farklarıyla da dikkat çekmiş ve 18. yüzyıldan itibaren bu morfolojik farklar, ırk kavramı altında sınıflandırılmaya başlanmıştı. Bugün de kullanılan kaba ırk sınıflandırması, yani Beyazlar, Siyahlar, Sanlar gibi sadece deri rengine dayanarak insanları ayıran görüş, o başlangıç yıllarının eseridir. 19- yüzyılda bu ırk sınıflandırması, yükselen sömürgeciliğin sömürge ülkelerdeki insanlar üzerindeki tahakkümünü meşrulaştıracak bir araç haline getirildi ve Avrupa düşüncesinde, varsayılan ırksal farkın kültürel farkın, yani Batının gelişmişliğine karşın diğerlerinin geri kalmışlığının nedeni olduğunu temellendirmeye çalışan ideoloji, ırkçılık ortaya çıktı. Özellikle 20.yüzyılın
başlarından itibaren II.Dünya Savaşının sonuna kadar devam eden süreçte antropoloji, bu ideoloji için kullanıldı ve bir yanlış bilinç ortaya çıktı. Bu yanlış bilinç, antropolojiyi bir ırk bilimi gibi kurguladı ve özellikle bizim gibi ülkelerde bu bilim dalının, sosyal-kültürel yanı ve diğer hümanist göndermeleri ve yine kendi tarihi içinde ırkçılığa karşı geliştirdiği güçlü damar dikkate alınmaksızın sadece bir ırk bilimi olarak algılanmasına yol açtı.

Bugünkü bilgimiz, özellikle genetik araştırmalara dayanan geniş birikim, insan türü için geçerli bir ırk sınıflandırmasının mümkün olmadığını gösterdiğinden antropolojinin böyle algılanmasını sağlayacak bir temel de ortada kalmadı. Aksine insan haklan yaklaşımının güçlü dayanaklarından ve destekçilerinden biri haline gelen antropoloji, ırk kavramı ve ırkçılık karşısında en güçlü bilimsel sesi çıkaran bir disiplin olarak yerleşikleşti.

Irk: Morfolojik farklılıklara dayanarak insanların sınıflandırılması sonucunda ortaya çıkan Biyolojik Gruplar, bu ölçütlere göre insan türünün alt değişkeleridir.


ANTROPOLOJİNİN YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ
Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında, ikinci Dünya Savaşı'na kadar, genel bir kültür kuramına ulaşmak başlıca idealdi ve Bronislaw Malinowski ve Raddiffe-Brown gibi dönemin büyük antropologları bu idealin peşindeydi. Aynı şekilde 20.yüzyılın büyük antropologlarından Claude Levi-Strauss kültürel evrenselleri araştırmıştı. Ancak Wilhelm Dilthey’in bilimleri ya da kültür bilimleri için önerdiği yöntemin, yani yorumlamacılığın (hermeneutik'in) izinden giden antropologlar böylesi genel-geçer önermeler aramayı bırakarak her kültürün kendi özel hikâyesini yazmaya giriştiler.

Etnik yaklaşım: Topluluğun öznel değerleriyle fiziksel ve toplumsal dünyayı, onların doğaüstü ile girdiği ilişkiyi anlama ve anlamlandırma becerisidir.

Etik Yaklaşım : Genel antropoloji bilgisinin bize öğrettikleriyle ve farklı deneyimlerin birikimi olan bir genel kültür bilgisiyle bir topluluğun değerlerine ve yaşam tarzına eğilme pratiğidir.

Yeni etnografya ya da hikayeci etnografya: Araştırmacının alan araştırması yaparken gözlemi Kendisine yöneltmesi ve alanda gözlenenlerin bakış, açısından kendi hikayesini ve deneyimini yansıtma
girişimidir.

Soru kağıdı: Önceden hazırlanmış ve genellikle seçenekli cevaplan da verilen soru listesidir.

Kültür-aşırı çalışma:
Araştırmacının kendi kültürü dışına çıkarak başka kültürleri çalışmasıdır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst