Aöf Epistemoloji Ders Notları 3-4 Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
EPİSTEMOLOJİ


ÜNİTE-3


BİLGİNİN METAFİZİK TEMELLERİ


· Epistemoloji felsefenin insan bilgisi üzerine odaklı olsa da bilgi felsefenin en kritik soru ve sorunlarından bazıları tartışmayı daha geniş ve kapsamlı bir zeminden yürütmeyi gerekli kılar.


· Tarihsel bir gözle bakıldığında, metafizik irdelemelerin felsefenin doğum noktasında özsel bir yer tutar.


SOKRATES ÖNCESİ DÖNEMDE VARLIK SORUNSALININ ORTAYA ÇIKIŞI:


· Eski yunanın ilk düşünürleri özellikle bir konu üzerinde akıl yürütmüşlerdir.buda varlık sorunsalıdır.


Felsefenin başlangıcı ; merak duygusu ;


· Eski çağlarda insanlar bugün sahip olunan bilimsel bilgilere sahip olmadıklarından, evrene daha fazla şaşkınlık ve merak duygusu ile bakıyorlardı. Bizim bugün bildiğimiz belki de bize çok basit gelen gerçekler, onlar için bilinemezdi, dolayısıyla o dönemde insanlar çevrelerinde var olanlarla ilgilenmişler canlıların değişim ve gelişimlerini gözlemleyerek varsayımlar üretmişlerdir.


Değişimin felsefi açıdan irdelenmesi ve varlık sorunsalının ortaya çıkışı;


· Eski yunan da varlık ve değişim sorunları birbirine paralel ortaya çıkmıştır. O dönemde filozoflar çevrelerini gözlemlemişler ve varlıkların sürekli bir değişim içinde olduğunu görmüşlerdir. Değişimin ardında kalıcı ve sabit bir şey var mı sorusuna yöneldiler.


· Eski yunan ın ilk düşünürleri gözlemleyebilen değişimleri ve olayları açıklarken, efsanelerden ve mitolojiden farklı olarak, tek tek olgulara veya durumlara değil, genellemelere başvurmalarıdır, o yüzden batı dünyasında hem felsefenin hem de bilimin başlangıç noktasını temsil ederler.


· Değişim içinde değişmeyenin ne olduğunu saptama çabasına giren ilk felsefeciler, var olan şeylerin ardında yatan temel unsurun veya ana ilkenin ne olduğuna ilişkin farklı görüşler öne sürdüler, Thales her şeyin kaynağının su olduğunu Anaksimenes ise havanın en temel element olduğunu savladı. Bu düşünce Empodekles ise daha ileri aşamaya gitmiş ve nesnelerin ve değişimin temelinde dört elementin yattığını iddia etti, toprak, su hava, ateş. Demokritos’un başını çektiği ATOMCULAR ise görünür nesnelerin yapıtaşlarının gözle görünmeyen atomlar olduğunu ve her şeyin ve değişimin atomların birleşip ayrılmalarının sonucu olduğunu öne sürdü.




· Bu düşüncenin ortak noktaları;


1- tümü dünyasal olguları açıklayacak genel nitelikteki ilkelere ulaşmaya çalışmışlardır.


2- Bu ilkelere doğaüstü veya mitolojik unsurlara başvurmadan, insan dünyasına ait kavramlarla ulaşmışlardır. Bundan dolayı da hem bilimin hem de felsefenin başlangıç noktasında yer alırlar.


· Her ne kadar insanlar kendilerini değişen dünyanın bildik nesneleri ve olguları ile sarılmış durumda bulunuyorsa da insan aklı (veya logos’u) felsefi bir sorgulama yürütüp, değişimin ardında yatan ilkeleri veya gerçekten var olan şeyi anlamaya da yönelebilir. Bu çaba, felsefede metafizik olarak bilinen alanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.


PLATON VE ARİSTOTELESİN FELSEFELERİNDE VARLIK SORUNSALI:


· Sokrates öncesi dönemde fikir üreten felsefecilerin ortak bir özelliği , doğanın düzeninin anlaşılması, sorunsalına gösterdikleri özel ilgidir. Soktares’le gelen önemli bir değişim ise, insanın etik varlığı ve yaşama biçimi konularının felsefede ön plana çıkmaya başlamasıdır.


PLATON VE TÜMELLER KURAMI;


· Sokratesin dikkatimizi çeken önemli bir noktası, bir kavramın algıyla değil, akılla anlaşılacağı, her ne kadar Sokrates’in sorgulamaları insanları zihinsel uyuşukluktan kurtarmaya ve bilgi eksikliklerini göstermeye yönelmiş olsa da, öğrencisi PLATON oldukça farklı bir felsefi bir kaygıyla hareket etmiştir.Amacı, yalnızca düşünsel sorgulamayı sürdürmek ve kavramlar konusunda insanların cahilliklerini sergilemek değil, onun da ötesinde büyük çapta bir felsefi kuram veya model sunmaktır.


· Bu amaca yönelik olarak savunduğu kuram, TÜMELLER KURAMI olarak bilinir.


· Platoncu bir gözle bakarsak ,çevremizde algılamakta olduğumuz nesneleri belli kategoriler altında toplayabilmemiz,oldukça ilginç ve açıklamayı gerektiren bir yön içermektedir. çevremizdeki fiziksel nesnelerin her biri kendi başlarına var olan ayrı nesneler olsalarda ,onların ne oldukları sorusu gündeme geldiğinde tek tek nesnelerin kendilerinin ötesinde bazı unsurlara bakmamız gerektiği açıktır.


· Eğer çevredeki nesnelerin sahip oldukları ortak özelliklere bakarak genel isimler vermemiş olsaydık dünyadaki bilgi ve iletişim son derece zor olurdu,


· örneğin çevremizdeki AĞAÇLARIN her birine A B C gibi farklı isimler vermiş olsaydık AĞAÇ diye genel bir tabirimiz olmasaydı A’yı veya B’yi bir başkasına anlatırken çok zorluk çekerdik.


· TİKEL, nesnelerin tekliğini ve kendileri olma durumunu ifade eder,


· TÜMEL ise, tikeleri tanımlayan tür adları ve tikellerin edindiği nitelikler için kullanılmaktadır.


· Yani tikel deyimi tek tek nesneler tümel ise genel kavramlar için kullanılır.


· Tikel ve tümel öz Türkçe deyimlerdir. Anadolu’nun belli bölgelerinde de tike deyimi tek bir parça anlamında kullanılır. Tümel ise tüm kökünden gelir ve önemlidir.


· Örneğin İNSAN, AĞAÇ, KIRMIZI, GEZEGEN tümelken,


· ALİ, BAHÇEMDEKİ ÇAM AĞACI, VAZODAKİ Kırmızı gül, mars gezegeni TİKEL birer nesnedir.


· Platon’a göre insan aklının bilgi ve kavrama adına gerçekleştirebileceği esas başarı,dünyadaki tek tek nesnelerin hangi durumda ve ne özelliklerde olduğunu gözlemlemek değil, tümellerin veya kavramların bilgisine ulaşmaktır.


· Bilgisine ulaşılacak tümellerin (Kİ BUNLAR DEĞİŞMEYEN ŞEYLER) gözlemlenen dünyanın içinde olamayacağı açıktır. Bu değişmezler için PLATON, İDEA VE FORM (BİÇİM), deyimlerini kullanmıştır.


· Örneğin dünyamızda insanların atların ve erdemin örnekleri bulunabilir. Ancak İNSAN İDEASI, AT İDEASI, İYİLİK İDEASI, değişmeyen şeyler olarak doğanın dışında olmalıdır.


· Doğadaki bir domates, DOMATES olarak varlık alanında belirebiliyorsa, bunun nedeni değişmeyen ve yok olmayan domates ideası yüzündendir. Bu işin ontolojik yani varlıksal tarafıdır.


· biz doğadaki bir nesneyi DOMATES olarak niteliyorsak ve ona dair bilgilenme çabasına girebiliyorsak, bunun nedeni domates ideasının var olması ve bizim bilgisel olarak ona yönelmemizdir. Bu da işin EPİSTEMOLOJİK (yani bilgisel) boyutudur.


· Platon varlık hiyerarşisinde en alta kelimenin tam anlamıyla kopyaları ( yani sudaki yansımaları, fiziksel nesneleri tasvir eden sanatsal çalışmaları vb.) koymuştur.


· Varlıksal değer sıralamasında bunların bir üstünde, fiziksel dünyanın ALGILAR aracılığıyla kavranan NESNELERİ, (yani doğadaki nesneler) gelir.


· EN TEPEDE ise akıl yoluyla kavranılabilecek İDEAL ve DEĞİŞMEYEN VARLIKLAR, yaniMATEMATİKSEL NESNELER ve İDEALAR bulunur.


· Bir insan fiziksel (yani değişken) bir nesneyi algıladığında belli bir bilgilenme durumu içindedir, ancak bilginin nihai hedefi kopya değil, asıl olan varlıktır.


PLATON VE EPİSTEMOLOJİ;


· Platon bilgi sözcüğünü ideaların bilgisi olarak ayrı bir statüde tutmuş ve normal algısal yollardan edinilen bilgi için KANI (DOKSA) deyimini kullanmıştır. Her insan bakma ve görme yoluyla KANI sahibi olabilir. Ancak platona göre yalnızca bilgelik arzusu olanlar, yani felsefeciler, EPİSTEME’ ye ulaşırlar. Tümellerin veya ideaların bilgisi gerçek bilgidir.


· Platon DEVLETİ YÖNETECEK KRALLARIN, yöneticilik yapmaları için epistemoloji yeteneklerinin olması gerektiğini düşünür, sıradan insanlar erdemin, doğrunun, adaletin vb. kavramların örnekleri üzerinde konuşup, düşünsel yaşamlarını o düzeyde sorun yaşamadan sürdürebilirler.


· Ancak bir kral, erdemin, doğrunun veya adaletin kendisiyle ilgilenmiyorsa, Platoncu açıdan oturduğu o tahtı hak etmiyordur.


ARİSTONUN PLATON ÜZERİNE YORUMU VE TÖZ KAVRAMI


· Aristoya göre, insan bilgisi söz konusu olduğunda, tikelliğin çok yardımcı olmayacağı kesindir. Ve bu konuda nesnelere kimliklerini veren öznel unsurların değişen dünyanın içinde olamayacağı yönündeki Platoncu düşüncedir.


· Aristo, platondan farklı olarak, kendi başına var olabilme olgusunu dünyanın içinde arar. Başka bir varlığa bağlı olmaksızın var olabilen şeylere verdiği isim TÖZ veya CEVHER’ dir.


· Aristoya göre tikel her nesne bir TÖZDÜR, bir insan, bir papatya, bir tencere töz statüsünde olan şeydir. Sıradan her nesnenin maddesi (veya materyali) ve bir biçimi (form) vardır. Buradaki biçim kavramını şekilden ziyade, söz konusu nesneyi belli bir türe ait kılan ve onu tanımlayan yön olarak anlayabiliriz.


· Bir kedinin maddesi ile bir başka kedinin maddesi farklıdır. Çünkü onlar farklı nesnelerdir. Biraz karikatürize edersek, örneğin İKİ KEDİDEN BİRİ kendi hücrelerini, kendi moleküllerini taşır, ikisinde birden bulunan doku veya hücre olamaz. Ancak ikisinin ortaklaştığı nokta platonun da düşündüğü gibi KEDİ OLMA DURUMU, KEDİLİK, kediliğin özü veya kedi formudur. O halde, nesneleri belli bir türe ait kılan unsur veya sebep PLATON’ DA DEĞİŞEN DÜNYANIN DIŞINDAYKEN, ARİSTO’ DA NESNELERİN İÇİNDEDİR.


· Platon ve aristonun ortak noktası her iki düşünür için de bilginin olanaklılığı tümellerden veya genel karakterden geçmektedir. Platona göre tikel bir nesne tikelliği ile ele alınırsa bilinemez. Onu ancak bir tümelle ilişkilendirerek bilebiliriz. Aristo da bilginin tümeller aracılığıyla olanaklı olduğuna ancak, bununla birlikte, tümellerin fiziksel nesnelerin kavramsal parçalarından biri, yani onları tanımlayan kısım onların ÖZLERİ olduğuna inanır.


METAFİZİK, ONTOLOJİ VE EPİSTEMOLOJİ;


· felsefecilerin uğraştığı metafizik esas olarak, gerçekliğin yapısının akılcı yöntemlerle ortaya konulması, varlık kavramının aydınlatılması ve varlık alanında egemen olan temel ilkelerin açığa çıkarılması gibi düşünsel işlevleri kapsar. Kısacası fiziksel bilimlerden farklı olarak metafizik , varlığın kendisiyle ilgilenir. Metafizik ile ilgili diğer deyim ONTOLOJİ dir. Ontoloji felsefede VARLIKBİLİM veya VARLIK KURAMI anlamında kullanılmaktadır. Genel kabul gören bir yorum, ontolojinin metafiziğin varlık kavramı ile doğrudan ilgilenen dalı olduğudur.


· Hem platon hem Aristoteles için tümeller, (YANİ PLATONDA İDEALAR, ARİSTODA DOĞADAKİ ÖZLER, BİÇİMLER) nesnelerin ne olduğunun normunu verir. Onların ne olduğunu belirler.


· Benzer biçimde tümeller bilgiyi de olanaklı kılan şeylerdir, çünkü insanlar tikel nesneleri tümeller olmaksızın bilemezler.


· Tümeller hem nesnelerin kimliğini hem de insan bilgisinin olanaklı olmasını sağlar.


GERÇEKLİK HAKİKAT VE EPİSTEMOLOJİ;


· Gerçeklik kavramı ontolojik bağlamda karşımıza çıkar. Felsefede bu kavramın tersi GÖRÜNÜŞ VEYA GÖRÜNTÜ’ dür.


· HAKİKAT ise felsefede genel olarak anlam sorunsalı gibi çerçevelerde kendini gösterir. Ancak gerçeklik bilgi ile de ilgilidir.


SORULAR


· Felsefe tarihinde metafizik olarak bilinen alanın ortaya çıkmasında etken olan – Değişmekte olan dünyada değişmeyen unsurların bilgisine ulaşma isteği


· Platon’a göre idealar için hangisi söylenebilir – EPİSTEME’ nin HEDEFİ ESAS OLARAK İDEALARDIR.


· Platon ve aristonun ortak felsefi noktası –Tikeller yalnızca tikel olmaları dolayısıyla epistemolojinin hedefi değildir.


· aristo’nun TÖZ kavramı için geçerli şeyler; -Her tikel nesne bir tözdür -Töz bir “bu”olarak gösteribilendir.


· Töz evrende ayrı durabilir ve tek başına var olabilir. –Töz biçim ve madde unsurlarından oluşur.


· Aristoyu Platondan ayıran epistemolojik kuramın en belirgin özelliği: Aristo Platondan farklı olarak bilginn nesnesi olan unsurların gözlemlenen dünyanın içinde olduğunu savlar


· GERÇEKLİK var olanlarla ilgili kavram olmasından dolayı öncelikle ONTOLOJİNİN çalışma alanına girer


· DOKSA-KANI EPİSTEME-BİLGİ yi ifade eder.


· Tümeller kuramını öncelikle PLATON savunmuştur.


· Platon’un kuramına göre insan hangisinin bilgisine ulaşmalıdır. – İdeaların ve Tümellerin


· Aristoya göre bilgiye ulaşmada hangisi doğrudur –Bilgiye tümeller aracılığıyla ulaşılır, tümeller bu dünysnın içindedir.


· Gerçeklik-ONTOLOJİK, Hakikat-ANLAMSAL bağlamda karşımıza çıkar.


· Platonun varlık hiyerarşisine göre en alttın en üste doğru sıralama –KOPYALAR-Fiziksel nesneler-İDEALAR




EPİSTEMOLOJİ


ÜNİTE 4


ŞÜPHECİLİK VE BİLGİNİN OLANAKLILIĞI SORUNU:


· Bilginin gerçekte var olduğuna ,bilgiye ulaşabiliyor olduğumuza veya bilginin gerçekleştiğinin farkına varabileceğimize yönelik şüpheler felsefe tarihinde ilk başlardan bu yana kayda değer bir yer tutmuştur.


· Sokrates alçak gönüllü bir tavırla ve bilgi konusunda iddialı ve kibirli bir tavır sergileyen şehrin ileri gelenlerinden farklı olarak bilgi sahibi olmadığını ifade etmiştir. Bilgi sahibi olmadığını bilme dışında bir bilgi iddiasında bulunmayan sokratesin felsefesinin şüpheciliğin ana fikrini içinde barındırdığı düşünülür.


· şüpheci düşüncenin adım adım nasıl ilerleyeceğini en iyi gösteren felsefecinin de Rene Descartesolduğu kabul edilir.


DESCARTESİN KÖKTEN EPİSTEMOLOJİK SORGULAMALARI:


Şüpheci sorgulamaların motivasyon ve Descartes örneği:


· Logosun içinde yer alan ve karmaşık bir varlık olan insanın yanlızca zihinsel merak nedeniyle belli akıl yürütmeler yapması ve düşüncelerinin onu götüreceği noktaya gitmeyi denemesi felsefenin olağan işlevlerinden biridir.


· Descardes gibi felsefecilerde şüpheciliği bir merak yada akıl oyunundan çok, önemli bir kuramsal projeye veya amaca yönelik olarak kullanmışlardır.


· Descardesin sunduğu şüpheci fikirler ,onun içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşullar içinde anlaşılmalıdır.


· Ortaçağ boyunca dinin ve kilisenin tüm alanlarda etkili bir biçimde baskısı hissediliyordu. modern dönem başlangıcında filozoflar bu durumu değiştirmek istiyorlardı. özelliklede tanrının yarattığına inandıkları bu karmaşık evrenin yapısını dinsel kabullerden ziyade matematiğin ve fiziksel bilimin önderliğinde anlayabilecekleri kanısını taşıyorlardı.


· Modern çağın başlangıç noktasında duran Descartesin son derece kökten olan yönteminin arkasında yatan asıl neden, bilgilenme serüveni konusunda taze bir başlangıç yapıp, orta çağın insanları düşünsel olarak yavaşlatan ve dogmatikleştiren yüklerinin akıl üzerindeki etkilerini ortadan kaldırma arzusudur.


Sıradan bilgiye dair sıra dışı şüpheler:


· Descardes ilk felsefe üzerinde düşünceler veye kısaca düşünceler başlığı altında sunduğu kitabında aldığı eğitimin ve eleştirmeden benimsediği fikirlerin sonucu olarak kişisel bilgi ,dünyasının güvenilirlikten oldukça uzak bir yapıda oluştuğuna ilişkin inancını açık yüreklilikle ifade eder. Ayrıca inandığı önermeler arasından ne kadar çok yanlışın bulunduğunu görmenin kendisini düşünmeye sevk ettiğini belirtir.


· Descardese göre bilgi kaynaklarımızın tümüne şüphe ile yaklaşmak olanaklıdır. o bilgi konusunda şüpheciliği belli bir amaca yönelik olarak yürütmektedir.


· Bu amaç şüphenelinemeyecek kesinlikle bilgiye ulaşmaktır.


· Bunun için Descartes öncelikle duyularımızla algıladığımız bilgiye şüpheyle yaklaşır ve algılarımızın bizi yanıltabileceğini söyler. Ardından rüyaları düşünmeye geçer.


· Uykuda rüya görürken algıladıklarımızın gerçek olduğundan o an emin olmamıza karşın rüyadan algıladıklarımız aslında var olmayan durumlardır . rüyamda en sevdiğim müzik topluluğunu karşımda gördüğümde topluluğun elemanlarının bedensel olarak odamda olmadıkları açıktır. Yani rüya bağlamında gerçek olduğunu sandığım bir algı aslında gerçekliği olmayan bir zihinsel durumdur. ve benim gerçek olmayan bir şeyleri deneyimlemekte olduğumu rüya içinde bilmem genelde olanaksız bir durumdur.


· Descardes algısal bilginin ardından matematiksel bilginin güvenilirliğine ilişkin kökten sorular sorar. ve hatta kendisi de dindar bir insan olmasına karşın tanrının varlığına ilişkin bilgimizin bile şüpheye açık olduğunu belirtir. ona göre iki 2+3=5 gibi doğruluğundan kesinlikle şüphelenmeyeceğimiz bir bilgi türünde bile şüphelenmek olanaklıdır.


· Üstün güçleri olan ve insanların zihinlerini kontrol edebilen bir varlık en kesin görünen bilgi türlerinde bile yanılmamıza neden olabilir. elbette eğer insanlar böyle epistemolojik durumlar içinde iseler sürekli yanıldıklarını bilmeleri söz konusu olamaz. Bu tür düşünceler sıradışı olsalarda bilginin güvenilirliği konusunda ip ucu sunarlar.


Yöntemsel şüphe:


· Descartes modern dönemde insan aklına ve matematiğe ve bilimin bulgularına yönelik olarak büyük bir güven duyan düşünürlerin başında geliyorlarsa onun adının epistemolojik bağlamlarda şüphe kavramı ile birlikte geçmesi biraz garip bir durum değilmidir?


· Descartesin sunduğu şüpheci fikirler onun felsefi yönteminin bir parçasıdır.


· Kendi felsefi kuramını savlayabilmek için şüpheyi bir yöntem olarak kullanmakta ve böylece şüphelenilmeyecek sağlamlıkta bazı fikirlere ulaşmaya çalışmaktadır.


· İlk olarak Descartes gibi dindar bir kişinin felsefi sistemi içinde insanları sürekli aldatan güçlü bir varlık kavramına yer olup olmadığı konusunu ele alalım. Descartes sorgulamalarının başlarında tanrının böylesine bir varlığın bizi aldatmasına izin vermeyeceğini düşünmenin olanaklı olduğunu söyler .Bu hamle şüpheci bulutların dağılmasını ve felsefi sorunun kapanmasını sağlar denilebilir.


· Ancak Descartes kökten sorgulamasını başarıyla yürütebilmek için o aşamada Tanrının varlığına dair hiçbir bilgisi yokmuş gibi düşünmeye devam edeceğini açıklar.


· Onun yaptığı tanrı düşüncesine hemen devreye sokarak en azından Tanrının var olduğunu biliyorum o halde en sağlam Epistemolojik dayanağım bellidir gibi bir yargıyla felsefi sorgulamayı sonlandırmak yerine : kesinlikle şüpheye yer bırakmayacak bir şey bulana dek en güçlü inançlarını ve sahip olduğunu düşündüğü bilgileri askıya almaktır.


· Descartes matematik ve bilim alanlarının nesnel bilginin en önemli kaynağı (ve hatta modeli) olduğunu düşünüyor olsada ,şüpheci sorgulamayı ciddiyetle ve sonuna kadar devam ettirmektedir. Bu bağlamda da bir çelişki yoktur.


· çünkü descardes sorgulamasına algısal ,matematiksel ve bilimsel bilgi tiplerinin güvenilirliğini varsayarak değil, onlara kritik bir test uygulayarak başlamaktadır. elbette şüphecilik her zaman yöntemsel olmak zorunda değildir. felsefe tarihinde, Descartesden farklı olarak, şüpheciliği samimiyetle ve sonuna kadar savunan düşünürler çıkmıştır.


OLGUSAL DÜZENLİLİK KONUSUNDA ŞÜPHECİLİK:


· Descartes şüpheci akıl yürütmenin en güzel örneklerini sergilemiş olsada kendisi şüpheci fikirlere sahip bir düşünür değildir. Descartesten sonra gelen felsefeciler arasında şüpheci eğilimleri en belirgin olanı, İskoç düşünür David Hume dir.


· Hume ye göre doğada karşılaştığımız olgusal düzenliliklere ilişkin yaptığımız varsayımlar konusunda dikkatli olmamız gerekmektedir. İnsanlar genelde doğada düzenli olarak tekrarlanan olguların belli bir zorunluluk içerdiğine inanırlar.örneğin her sabah güneşin doğmasına tanık oluruz.ve bunun rast gele bir olay olmadığını işin içinde bir düzen bir zorunluluk olduğunu düşünürüz.


· Ancak Hume ye göre bu durumda elimizdeki veri yanlızca geçmişte gözlemlediğimiz durumlardır.Bu gözlemlerdeki düzenlilik ,bize doğada bir zorunluluk olduğunu düşündürür. Yani gözlemlerimize dayanan olaylardan yapılan genellemelerin her biri tümevarımsal niteliktedir kesinlikten uzaktır.


· Bir olgunun yada durumun fiziksel olarak olanaksız olması ,o olgunun bizim içinde yaşadığımız ve anladığımız fiziksel dünyanın görünen yapısıyla çelişmesi anlamına gelir.


· öreneğin bir insanın pencereden atladığında düşmeyip uçmak gibi fiziksel anlamda olanaksız olan durumların gerçekleştiğini ben kafamda canlandırabilirim. bu fiziksel olanaksızlık kavramına örnektir.


· mantıksal olanaksızlık kavramı ise içinde yaşadığımız evrenin mantıksal yapısıyla çatışan durumlar için kullanılır. bizim evrenimizde bir üçgenin 4 kenarlı olması olanaksızdır. Bu olanaksızlık ,fiziksel olanaksızlıktan çok daha büyük olanaksızlık türüdür.çünkü fiziksel olanaksızlıklardan farklı olarak,mantıksal açıdan olanaksız bir durumu kafamızda bile canlandıramayız.


· Hume ye göre eldeki kısıtlı tümevarımsal zeminin ötesine geçerek yarın güneşin doğacağını biliyorum iddiasında bulunmamızın çok sağlam bir gerekçesi olabileceğini söylemek zordur. özetle aslında hiç birimiz yarın güneşin doğup doğmayacağını bilmiyoruz.


Şüpheci düşüncelere tepki: moore’un sağ duyusal yanıtı:


· Şüpheciliğin sonuçları pek çok düşünüre oldukça rahatsız edici geldiğinden dolayı felsefe tarihinin önünde gelen isimlerinden bazıları bu konuyla derinlemesine ilgilenmiş ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu çabalar içinde en bilinenlerden biri, İngiliz düşünür Moore un sağ duyusal argümanıdır.


· Sağduyusal tavır , genelde günlük yaşamın durumları karşısında pratik ayakları yere basan ve işe yarar sonuçlar verebilen kararlar alma yada yargılarda bulunma eğilimi ile ilintilendirilir. Ayrıca metafizik çerçevede dile getirilen şüpheciliğin, sağduyumuzla ciddi oranda çatıştığı kesindir.


Argümanın arka planı : kesin olarak bilinen ve nesnelerin var olmasının anlamı:


· Moore un konuyu irdelerken yaptığı ilk şey kesinlikle bildiğine inandığı bazı önermeleri sıralamaktır.


· Moore şöyle ifadeler kullanır.şu anda bir beden vardır.ve o beden bana aittir.Bu beden uzunca bir süre değişmekle birlikte varlığını kesintisiz olarak sürdürmektedir. Dışarıdaki nesneler arasında başka insan ve hayvan bedenleride vardır. son olarakta ben yanlızca bir beden değil bir kişi olduğumu biliyorum türlü deneyimler yaşamış ve yaşamakta olan akıllı bir varlığım.


· Moore a göre nesnelerin var olmaları onların zihnin dışında zaman ve mekan içinde var olmaları anlamına gelir. Moore un sözünü ettiği nesne ise sağ duyumuza da uygun bir şekilde, fiziksel özelliklere sahip ve zihinden bağımsız niteliğinde bulunmaktadır.


Şematik haliyle Moore’un argümanı ve çıkarımın değerlendirilmesi:


· Bu durumda ben tam şu anda iki elim olduğunu nasıl kanıtlıyabilirim. Moore a göre, benim şu anda ellerimin var olduğuna ilişkin sunabileceğim sağ duyusal argüman şöyledir.


1- Birincil öncül: bir elimi havaya kaldırıp sallayarak şu sözleri söylüyorum :işte bir el


2- İkincil öncül: diğer elimi havaya kaldırıp sallayarak şu sözleri söylüyorum .işte başka bir el.


3- Öyleyse =sonuç zaman-mekansal yani fiziksel gerçeklik içinde şu anda iki adet el vardır.


· Argümanda ,çıkarımsal biçime uygun olarak ,bazı öncüller ve bir sonuçtan oluşan bir iddia sunulmuştur.


· Eğer bu çıkarım bir fikri yada tezi başarıyla savunacaksa,


1- Öncüller iyi bilinen önermeler olmalı


2- Sonuç önermesi öncülleri bilgisel olarak aynen tekrarlamamalı


3- Öncüller sonucu yeterince güçlü bir düzeyde desteklemelidir.


· Yukarda özetlenen argümanın felsefi açıdan kabul edilebilir olup olmadığının akılcı ve nesnel olarak irdelenmesi gerekiyor. öncelikle 1 in gerçekten sağlanıp sağlanmadığı önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Moore öncüllerde ifade edilen savları bildiğini gerçekten söyleyebilirmi. şüphecinin bakış açısından ele alındığında bu bağlamda felsefi sorun yaratan ve çözüm getirmeye çalıştığımız konu baştan itibaren ,zaten nesnelerin varlıklarının bilinmesidir.


· O yüzden Moore un gösterilmeye çalışılan noktayı baştan varsaydığı,kısacası döngüsel bir açıklama yaptığı söylenebilir.


· Ayrıca öncüllerin sonucu iyi desteklenmediği. yani 3 ün sağlanmadığı iddia edilebilir. zihinden bağımsız varlık alanının içinde şuanda 2 adet el vardır. Önermesi öncüllerde olmayan metafizik bir fikirdir. metafizik yapıda olmasının nedeni açıkça görüleceği gibi bilişselliğimiz dışında ve ondan bağımsız bir şekilde var olduğunu düşündüğümüz nesnelerin dünyasına bir gönderme yapmasıdır.


Sağduyu kavramına ilişkin notlar:


· Günlük yaşamnda genel olarak sağduyunun yolunu izlediğimiz söylenebilir. Ancak felsefe ve bilimin genelde sağ duyuyla somutlukla veya pratiklikle tam örtüşmeyen alanlar olduğuna dair yaygın bir kanı vardır.


· Felsefi tartışmanlar ve argümanlar söz konusu olduğunda bunların karşısına hemen sağ duyuyuçıkararak bir (sağlamlık testi) yapma eğiliminde olmanın sakıncalı yönleri olabilir.


· Örneğin şüpheciliği değerlendirirken ve eleştirirken şüpheci yaklaşımları (sağ duyuya aykırı olduğu düşüncesini) dile getirmek her zaman yardımcı olmayabilir. Birincisi sağ duyu kavramının her durumda ve her bağlamda aynı sonucu vermesi beklenemez başka bir deyişle sağ duyu denilen yeti bir makine gibi işleyen yani mekanik ve evrensel bir tarzda çalışıp belirlenmiş sonuçlar ortaya koyan bir kapasite olmayabilir. ikincisi sağ duyunun genelde kabul gören sonuçları bazan son derece yanıltıcı olup bu sonuçları düzeltmek için bilim ve felsefe gibi alanların işlevlerine ihtiyaç olabilir. Örneğin yalın sağ duyu bize üzerinde bulunduğumuz dünyanın düz olduğunu söyler bu yanlışlığın düzeltilmesi sıradan olağan algısallığın düzleminde olanaklı bilime gereksinim vardır.


· O halde sağ duyunun en üst epistemolojik mercii veya kapasite olarak yüceltilmesinin çokta haklı olmadığı belirtilebilir. Aklın kritik yani eleştirel kullanımının ne kadar önemli ve değerli olduğunu bu bağlamdada gözlemleyebiliriz.


Şüpheci tavrın felsefi değeri:


· Şüphecilik felsefede bilginin olanaklılığı konusunda sunulan çok kökten ve sıra dışı bir görüş veya akımdır.ancak şüphecilik görüşünün tezlerini benimsemeyen kendilerini şüpheci olarak tanımlayacak pek çok felsefeci için bile şüpheci tavır belli bir değer ifade eder.


· Şüpheci tavır olarak betimlediğimiz tavrın yaklaşımı ve içeriği nedir? Ve bu tavrı felsefi anlamda özel kılan şey nedir? Bunun yanıtını şüpheciliğin tersi olan kavramların içinde ve o kavramların barındığı sakıncalarda aramak gerekir.


· şüpheciliğin tersi olan kavramlar içinde en önemlisi dogmatizim dir.


· dogma deyiminin anlamı belirli bir kişi veya topluluk tarafından benimsenen tartışmadan ve sorgulamadan kabul edilmesi beklenen inanç yada inanç kümesi şeklinde verilebilir.


· Bu noktada kritik olan saptama şüpheci tavrın veya dogmatiklik karşıtı duruşun insanlar için tahminen ancak belli bir derceye kadar olanaklı olabileceği gerçeğidir. kesintisiz şüphe halinde olmak ve sürekli olarak sağlam düşünsel zeminlerini kaybetmek,insanların kolayca yapabileceği eylemler değillerdir. Dahası aşırı şüpheci bir tavrın insana yaşamı içinde çok fazla yararının olmayacağıda bellidir. öte yandan dogmatik olmaktan ziyade zaman zamanda olsa sahip olduğu fikirlere ve inançlara eleştirel bir tavırla yaklaşan insanların hem bireysel gelişimlerinin daha güçlü olacağı hemde inanç sistemlerinin genelde yanlışlamaya açık olmasından dolayı bizi saran dünyanın olgularını bilebilme anlamındada daha avantajlı bir duruma geleceği söylenebilir.


Sorular:


· descartesin şüpheci sorgulamaları kapsamında Tanrının yeri veya işlevi nedir:Descartes Tanrı inancını işin içine sokmadan şüpheci sorgulamalar sunmuştur.


· Descartese göre çok canlı rüyalar görünür bilginin kesinliğinden şüphe duyulabileceğini gösteren örneklerdir.


· Descartesin üstün güçleri olan kötü niyetli varlık örneğini gündeme getirmesindeki temel amaç : matematiksel eşitliklerin bile doğruluğundan şüphelenmenin olanaklı olduğunu göstermektir.


· Descartesin yöntemsel şüphe yolunu seçmesi ne anlama gelir. Descartes sıradan bilgilenme yollarını eleştiriel bir test ile sınamakta ancak nihayetinde şüphenilemiyecek bilgilere ulaşmayı hedeflemektedir.


· David humenin olgusal düzenlilikler konusundaki görüşüne doğadaki düzenli tekrarlar konusundatümevarımsal şüphe diyebilirz.


· Fiziksel olarak olanaksız ancak mantıksal olarak olanaklı: bir sabah uyandılar ve tüm kedilerin gökyüzünde uçtuğunu gördüler.


· Dogmatik insanlar inanç sistemlerinde sorgulama ve tartışmaya yer vermezler.


· Şüpheci tavırları olan insanlar: sorgulamadan bilgiye yönelmezler.dolayısıyla düşünceleri daha esnektir ve gelişime açıktır.


· Descartes şüpheyi yöntemsel metodunda bir araç olarak kullanmıştır.


· Descartesin eseri: ilk felsefe üzerine düşünceler.burda bilgilere şüphe ile yaklaşabileceğimizi gösterir.


· Yarın güneş doğmayacak: fiziksel açıdan olanaksız.mantıksal açıdan olanaklıdır.


· Dogmatizm in karşıtı şüpheciliktir.

 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst