Aöf Epistemoloji Ders Notları 7-8 Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
EPİSTEMOLOJİ


ÜNİTE 7

ALGININ EPİSTEMOLOJİSİ

Algı; duyulardan gelen verilerin zihinsel yapımız tarafından seçilmesi, organize edilmesi ve yorumlanması

Varsayımlarımız ve inançlarımız algı süreçlerinin içine sıklıkla dahildirler. Biz genellikle nesneleri anlamlandırarak algılarız, dahası bir nesneye bakarken içinde bulunduğumuz beklentiler” de algımızı etkiler.

20.y.y.J.GİBSON gibi deneysel psikologlar algının bu özelliğini vurgular, ve algısal süreçlerin önemli bir oranda yukarıdan aşağıya yani genelden-tikele veya varsayımdan olguya, diyeceğimiz bir özellik taşıdığını savladılar.

ALGININ GİZEMİNE ÖRNEK, GÖZ YANILSAMALARI; Öznelerin belli bir algısal durumun yanılsama olduuğnu bildikleri hallerde bile, o yanılgının üstesinden gelip gerçek durumu algılamayı başaramamalarıdır.

MÜLLER-LYER yanılsaması eşit uzunluktaki iki çubuktan biri daha uzun görünür, gerçeği öğrendikten sonra bile yanılsamaya kapılmaktan kendimizi alamayız. ---------------- ---------------

ALGI FELSEFESİNİN TEMEL KURAMLARI

TEMSİLCİLİK; Algı dediğimiz olgu veya süreç esnasında, insanların zihinsel durumları, zihinden bağımsız gerçekliği temsil ederler. Temsilcilik akımının savunucuları, algılarımızın kaynağının veya hedefinin algılardan ve bilgiden bağımsız bir şekilde var olan gerçeklik olduğunu iddia ederler.

Algı zihinsel bir olaydır, ancak algının nesneleri zihnimizin işleyişinin ürünleri değildir, ikinci olarak algı süreçleri sırasında zihinsel olanın, zihinsel olmayanı temsil etmekte olduğudur.

Temsilciliğe göre nesneler, zihnimizin dışındaki gerçekliğin içinde yer alırlar ancak biz doğrudan nesneleri değil zihinsel durumlarımızı deneyimleriz.

TEMSİLCİLİĞE GÖRE, algının oluşması için üç ayrı şey gerekir.

1-Algılayan bir İNSAN

2-Algı ancak öznelerce algılanan GERÇEK BİR NESNE ile mümkündür

3-algının olması,temsil işlevini gerçekleştirecek olan ZİHİNSEL DURUMLARIN veya algısal verilerin dolayımını gerekli kılar.


TEMSİLCİLİĞİN ŞEMASI = FİZİKSEL NESNE -----) ZİHİNSEL DURUM VEYA ZİHİN HALİ ---------) ÖZNE

Buna göre algılayan öznenin, algı esnasında epist.anlamda “yüzleştiği şey”kendi zihinsel deneyimleri veya durum


TEMSİLCİLİĞİN SAVUNUCULARI: JOHN LOCKE ve BERTRAND RUSSELL

GÖRÜNGÜCÜLÜK (FENOMEN) ; bizim deneyimlediğimiz dünyaya ait olan olgulara verilen genel addır. Daha
açıkçası, metafizikteki gerçekliğin kendisi kavramından farklı olarak bizim gibi sonlu varlıklara görünen dünyanın betimlemesidir. Görüngüler dünyası üzerinde yoğunlaşan ve onun önemini ön plana çıkaran görüştür.

Görüngücülüğe göre biz doğrudan nesneleri değil, zihinsel durumlarımızı deneyimleriz.

GÖRÜNGÜCÜLÜĞÜN ŞEMASI = ZİHİNSEL DURUM VEYA ZİHİN HALİ ---------) ÖZNE

GÖRÜNGÜCÜLÜĞÜN SAVUNUCUSU; DAVİD HUME, ona göre biz bir anlamda, algısal deneyimden gelen görüntülerin oluşturduğu zihinsel bir sinema perdesini izleyen seyircilere benzeriz.

Algı sırasında zihnimizde yeşil bir elma görüntüsü oluştuğunda, bu görüntünün zihnin dışında bir nesneden kaynaklandığını düşünmeye eğilimli olmamız anlaşılır bir durumdur.

Ancak bu, HUME göre metafizik nitelikte bir varsayımdır. Bizim zihinsel verilerin (ideaların) düzeyini aşarak varlık alanında ne olup bittiğini görmemiz akılcı bir tasarım değildir.

HUME ve LOCKE’ nin fikirleri benzerlik gösterse de aradaki fark şudur. LOCKE’ ye göre nesneler ve onların birincil nitelikleri zihinden bağımsız olarak var olmalıdır.

HUME’ a göre ise idea’lar ve görüngüler gerçekten algılanıyor olsa da, onların nereden kaynaklandığına ilişkin akıl yürütmemiz olanaklı değildir.

Bunu yapabilmek, zihinsel olarak bize verilenlerin dışına çıkıp gerçekliğe bakabilmeyi gerektirir. Bu da bizim gibi sonlu bilişsel varlıkların yapacağı şey değildr

GERÇEKÇİLİK; Descartes’ı izleyen 200 yıl boyunca hem Temsilcilik hem görüngücülük, etkisini hissettirmiş olan ZİHİNSELCİ yaklaşımın izlerini taşıyan algı kuramlarıdır.

Temsilcilik ve görüngücülük, algıda deneyimlediğimiz şeylerin zihinsel olduğunu, yani nesnelerin kendileriyle dolaysız bir karşılaşmanın olanaksız olduğunu savladılar, Doğrudan gerçekçilik ise, bu fikre karşı çıkar, gerçekçiliğe göre, biz algı sırasında deneyimlerimizi algılamayız, algı esnasında algılanan şey fiziksel gerçekliğin içindeki nesnelerin kendileridir.

GERÇEKÇİLİĞİN ŞEMASI = FİZİKSEL NESNE ---------) ÖZNE

Biz nesnelerin kendilerini algılarız,

JOHN SEARLE’ ün gerçekçi görüşünün en kritik ve ses getirmiş olan bölümü ÇAĞDAŞ BİR ÖRNEK:

Doğrudan Gerçekçi felsefeciler, zihinsel temsilin ve zihinsel içeriklerin abartılmaması gerektiğine inanırlar. Gerçekçiler için dikkat edilecek şey ALGININ NESNESİDİR. Örneğin, “Algı gerçekleşmektedir” gibi bir ifade eksik ve tuhaftır. Bir nesne algılanmaktadır veya algı bir nesneye yönelmiştir. Gibi ifade daha iyi yansıtır.

Searle’ ün doğrudan gerçekçiliğini ilginç ve farklı kılan yön, onun bilginin ZİHİNSEL veya TEMSİL yönünün ötesini görmeye çalışmasıdır.

Searle, zihinsel durum ve temsil kapasitemizin ardında zihinsel temsilleri önceleyen bedensel kapasitelerin olduğunu vurgular.

Algısal mekanizmalarla bilgi sahipi olabilmek iki ana gerçeğe bağlıdır.

BİRİNCİSİ; zihinsel bir durumun anlamlandırılabilir bir deneyimsel olgu olması için o tür bir deneyimi yaşayan öznelerin pek çok başka zihinsel durumlara veya temsillere de sahip olması gerekir.

İKİNCİSİ; temsil etme veya zihinsel resimler oluşturma gibi kapasitelerden veya bilgi türlerinden daha temel bir bilme türü, zihinsel temsilden ziyade BEDENİN İŞLEVLERİNE ve BEDENİN ÖĞRENMESİNE dayanan bilmedir.

SEARLE, bilgi kuramcılarının TEMSİL kavramını abartmalarının ve bilgiyi tamamen zihinsel bir olgu olarak almalarının eksik ve yanıltıcı bir tutum olduğunu düşünür.

SEARLE, bedensel bilmelerin, hem biyolojik hem de kültürel kapasiteden kaynklndığnı düşünür, bir nesneyi kavrayabilmek biyolojik bir kapasitedir. Bir şişeden kolayca su içebilmek veya kapıları zahmetsizce açabilmek ise belli bir kültürel örgütlenmenin varlığını ve toplumsal örgütlenmenin özümsenmesini gerektirir.

SEARLE’ e göre ALGI kavramı bir başarı içerir, yanılsama veya serap gibi durumlarda insanlar belli bir deneyim yaşarlar fakat hiçbir şey görmezler.

Her deneyim gerçek bir algı olmak zorunda değildir, eğer ben yüksek ateş nedeniyle görsel olarak yanılmakta isem, benim zihinsel yaşamım kapsamında bir deneyim olduğu elbette kesindir.

Ancak bu durum benim bir şeyi gerçekten gördüğümü göstermez, yani, deneyim olgusu mutlak bir şekilde bilgisel bir başarıya karşılık gelmek zorunda değildir, buna karşın ALGILAMAK, fiziksel dünyada algılanan bir nesnenin olduğu ve bu nesnenin görsel birdeneyime neden olduğu anlamına gelir.

SEARLE, bizim yalın nesneleri değil nesnelerin yönlerini algıladığımızı savlar. Yani algılarımız, aynı deneyimsel inançlarımız gibi önermesel yapıdadır.

Dolayısıyla ona göre dünyada algıladığımız şeyler yalın olarak nesneler değil olgular veya durumlardır.

Bu anlamda, BİR KEDİ ALGILADIM, gibi cümleler aslında yanıltıcı bir basitlik içerir, şöyle doğru olabilirdi, Bir kedinin paspasın üstünde yattığını algıladım. “Kedinin kuyruğunun kısa olduğunu algıladın vb. buradaki kritik nokta, bu örneklerdeki takıların yarattığı farktır. Algının hedefi olan unsurun, kedi gibi tüm bir nesne değil, kedinin olgusal bir yönü veya ona ilişkin bir durum olduğunu göstermektedir.

SEARLE’ nin çarpıcı iddiasından biri, insanın algısal yapısının deneyimsel inancın yapısıyla benzerlikler gösterdiğidir.

Deneyim sözkonusu olduğunda, örneğin “bir kediye inanıyorum” eksik ve hatalı ifadedir. “Bahçemdeki kedinin siyah olduğuna inanıyorum” ise doğru ve anlaşılırdır.

Ne de olsa biz nesneye inanmayız, nesnelerin belli hallerde olduğuna inanırız. Searle zihnimizin İÇİNİ değil, nesneleri algıladığımızı iddia eder, ancak nesneleri yalın bir şekilde değil, onların YÖNLERİ veya DURUMLARI açısından algıladığımızı belirterek gerçekçi kurama farklı kimlik kzndrmştr

ALGI TARTIŞMASININ DEĞERLENDİRMESİ

Gerçekçiliğe itirazlar olasıdır, ilk karşı çıkış SEARLE’ nin algılayan öznenin nesne ile KARŞILAŞMASINA ilişkin çok fazla şey varsaydığıdır.

Searle bir deneyimin algı sıfatını taşıyabilmesi için dünyada öyle bir olgunun olması gerektiğini düşünmektedir. Ancak bir öznenin algılarından hareketle algı-gerçeklik karşılaştırması yapması ve algılıyor olduğunu bilmesi olanaklı mıdır? Benim “şu anda bir kedinin paspasın üstünde yattığını algıladım” demem için, kendi öznel halim olan algımı nesnel durum ile karşılaştırıp birbirlerine uydular, o halde algım gerçekmiş” diyebilmem gerekirdi.

Ama ben algılarımı kullanarak, algılarımın doğruluğunu nasıl bilebilirim? Searle göre; insanın bilişsel sistemi dinamik ve etken bir yapıya sahiptir.

Bir insanın bir nesneyi veya olguyu algılaması esas olarak bir PROBLEM ÇÖZME etkinliğidir. Algı, basit bir kopyalama işi değildir.

Algı sisteminin gerçekliği kavrama girişimleri sırasında belli durumlarda zorlanmasının ve iç mantığının çelişik bilgi parçalarını anlamlandırmada başarısız olması sonucu, fiziksel gerçekliği çarpıtmanın nedeni de budur.

Buna karşın SEARLE göre algı süreçlerini en iyi açıklayan ve en az felsefi sorun içeren görüş gerçekçiliktir.


S O R U L A R

* Duyum kavramının “algı” kavramından farkı hakkında hangisi söylenebilir?

- Algılardan farklı olarak, beş duyunun işlevleri sırasında insan zihni EDİLGEN konumdadır.


* Algı süreçlerine bilişsel açıdan yaklaşan felsefecilere göre algısal mekanizmalarımız “yukarıdan aşağıya” bir şekilde Çalışır. Hangisi bu düşünceyi en iyi şekilde açıklar.

-Genel dünya bilgimiz ve beklentilerimiz, tikel algılarımız üzerinde belirleyici etki yapabilir.

* Temsilcilik ile ilgili ifadeler -Zihnimizin dışında nesnelerin olduğunu söyleyebiliriz. –Algı zihinsel bir süreçtir.

-Zihinsel durumlarımız zihin dışındaki nesneleri temsil eder -Nesneler zihnimizin dışındaki gerçekliğin içinde yer alır

* Görüngücülük ile ilgili doğru bir ifade --Bizim görünen dünyayı aşarak nesneleri olduğu gibi kavramamız olanaksızdır.

* LOCKE’ nin temsilciliği ile HUME’ nin görüngücülüğü arasındaki en önemli benzerlik?

-Her iki görüşe göre biz nesneleri ideaların aracılığı olmadan algılar ve kavrarız.

* Algı felsefesinde gerçekçilik akımını en iyi betimleyen ifade? –Algı süreçleri sırasında biz gerçekçiliğin içindeki
nesnelerin kendilerini algılarız.

* Searle’in gerçekçiliği savunmak için kullandığı bir argüman?

-Biz belli bir rengi algıladığımızda, algıladığımız renk nesnenin bir özelliğidir, deneyimin değil, bu durum bizim
deneyimlerimizi değil, nesneleri algıladığımızı gösterir.

* Searle’ nin öne sürdüğü bazı görüşler? -İnsanlar yalın nesneleri değil, nesnelerin yönlerini algılarlar.

-İnsanların temsil etme yeteneklerinin ardında temsile dayanmayan bilgilerin ve yeteneklerin yattığı unutulmamalıdır

- Bir zihinsel temsil, ancak başka zihinsel temsillerin varlığında anlamlandırılabilir bir zihinsel durumdur.

- Algı bir “başarı deyimi” olması itibariyle diğer deneyim çeşitlerinden ayrılır.

* Searle’ nin gerçekçi görüşü, nesnelerin algılanması konusunda savunduğu görüş?

-İnsanlar fiziksel dünyanın nesnelerini olgusal veya önermesel algılar,yani her zaman nesnelerin belli yönlerini algılar

* Temsilciliği savunan biri ile Searle’in görüşü arasındaki benzerlik?

-İnsanların algılarının nihai kaynağı zihinsel durumlar değil, gerçek fiziksel nesnelerdir.

*Hangisi algı örneğidir? -Evin balkonunda görünen kırmızılığın saksı olduğunun anlaşılması.

* Felsefecilerin algı konusunda ilgilendiği asıl önemli nokta hangisidir?

-Algılar ile gerçekliğin bilinmesi arasındaki ilişki.

* Algı felsefesi içinde “nesneler zihnimizin dışındaki gerçekliğin içinde yer alırlar ancak biz doğrudan nesneleri değil, zihinsel durumlarımızı deneyimleyebiliriz” görüşü hangisine aittir? -TEMSİLCİLİK

* “Doğrudan gerçekçilik” görüşünün, temsilcilik ve görüngücülük akımlarında karşı çıktığı nokta hangisidir?

-Algıda deneyimlediğimiz nesnelerin kendileriyle “dolayımsız” bir karşılaşmanın olanaksız olduğu

* Doğrudan gerçekçilik görüşüne yöneltilen eleştiriler

- Algıların gerçekleşme şartı olarak o olguların dünyada olması gerektiğini öne sürmesi

- Algıları kullanarak algıların doğruluğunu test etmesi

- Sadece doğrudan nesneleri algıladığımız görüşünü savunması

- Algıyı fiziksel bir süreç olarak kabul ettiğinden zihinsel süreçleri dikkate almaması




EPİSTEMOLOJİ


ÜNİTE 8


ÖNERMESEL DOĞRU


Ah bu dikkatsiz sürücüler” cümlesini doğru veya yanlış olarak nitelendirilemez.

“Bazı sürücüler araçlarını dikkatsiz kullanır” cümlesi bir yargı veya iddia ile karşımıza çıktığından bir “önerme” barındırır ve doru veya yanlış değeri alabilir.

Semantik: Anlambilimsel


DOĞRULUK KURAMLARI


Karşılık kuramı: doğruluğun iki unsurun birbirine uygun düşmesi, örtüşmesi veya birisinin diğerine karşılık glemesi sonucu ortaya çıktığını öne sürer.


Nesne-özne, idea-gerçeklik, dil-dünya, önerme-olgu bu unsurlardandır. Doğruluk ilişkisinin bir tarafında özneye veya öznelliğe ait olan şeyler (ZİHİN, BİLİŞSELLİK, DÜŞÜNCE, İDEA, İNANÇ, CÜMLE, ÖNERME, DİL) diğer tarafında ise nesneye veya nesnelliğe ait olan unsurlar (NESNELER, GERÇEKLİK, VARLIK, OLGU) yer alır.


Aristonun METAFİZİK kitabında verdiği tanım şudur; Olmayanın olduğunu söylemek ya da olanın olmadığını söylemek yanlış, olanın olduğunu ya da olmayanın olmadığını söylemek doğrudur.


Aristo doğru kavramını söylenenlerin olanlara uygunluğu şeklinde tanımlar. Ancak olanların dünyada meydana gelen olaylar veya durumlar olduğunu söylemek akılcı görünmektedir.


Aristoyu büyük oranda izleyen AQUİNO’LU THOMAS veya bilinen adıyla Thomas Aquinas, doğruluğu şöyle tanımlar: doğruluk var olan şeylerle zihnin uygun olmasıdırl. Ona ait olduğu tartışmalıdır bu sözün.


Algı epistemolojisinden söz ederken J.SEARLE’ ün gerçekçi olduğundan bahsetmiştik. Gerçekçilik genel anlamıyla, zihnimizin gerçekliği yaratmadığını, ve zihnimizin dışında gerçek bir varlık alanının bulunduğunu savlayan akımdır. B.RUSSELL, G.E.MOORE, ve L.WİTTGENSTEİN gibi felsefeciler gerçekçi metafizik görüş dile getirdiler ve bu görüş önermesel doğrunun yapısını konusunda da son derece etkili oldu.


Bu görüşe RUSSELL’ in verdiği isim MANTIKSAL ATOMCULUK olmuştur. Ona göre zihnimizin dışındaki varlık alanı olgusal bir yapıda oluşmuştur.


Olgu, gerçeklik içinde var olan şeylerin belli özellikler almaları vyea belli ilişkiler içinde bulunmaları sonucunda ortaya çıkan ve durumsal sınırları nesnel olarak belirlenmiş olan oluşumlara verilen isimdir.


Olgular üç temel unsurun katılımıyla oluşur.NESNELER, NİTELİKLER ve BAĞINTILAR


Olguların oluşması ancak nesnelerin uygun nitelik ve bağıntılarla birleşmesi sonucu oluşur. Önermesel bilgi, dünyadaki olguların bilgisidirl.


OLGULAR METAFİZİĞİ veya Kısaca OLGUCULUK, bir yandan Aristo ve Aquinas’ın doğruluk tanımlarında yer alan olanlar veya var olan şeyler deyimlerine net açıklık getirmekte, böylece epistemelojik bilginin neyi hedeflediğini sergilemektedir. Dünya olgulardan oluşuyorsa, önermesel bilgi bu olguları doğru temsil etme hedefine yönelme durumundadır.


Olguculuk karşılık gelme kuramları içinde en iyi bilinen görüştür. Olgucular doğru önermelerin nesnel olgulara karşılık geldiğini savlar.


BAĞDAŞIM KURAMI: Bağdaşımcılık F.H. BRADLEY ve B.BLANSHARD gibi düşünürler savundu. Bağdaşım ve mantıksal tutarlılık, birbirine yakın kavramlardır ancak önemli felsefi farkları vardır.


“Tavuksal bedensel olarak uçmaya uygun değillerdir” Tarihsel kayıtlarda uçan tavuklara ilişkin bir bilgi yoktur” “Bahçemdeki tavukların kanat çırpma hareketleri, hiçbir zaman uçma ile sonuçlanmamıştır.”


Bu örnekte önermeler, içeriksel olarak birbirlerini desteklemekle, birbirlerinin doğru olma olasılığını yükseltmektedirler.


Yargılar yalnızca mantıksal olarak tutarlı değildir, bu üç yargı aynı zamanda iyi bir içeriksel bağlantı veya bağdaşım sergilerler. Bağdaşım kavramının felsefi anlamı budur.


Bağdaşımcılığa göre belli bir inancın veya önermenin doğru olması onun diğer inançlarla veya önermelerle bağdaşmasına, onlara uymasına bağlıdır


Bağdaşımcılara göre bir önermenin gerçekliğin nesnel veya maddesel unsurlarına karşılık gelmesi kabul edilemez bir düşüncedir.


Bize olgu olarak görünen şeyler, önemli bir anlamda, bizim olgularımız olmak, yani zihinsellikten ve söylemsellikten nasibini almak zorundadır.


Başka bir deyişle bağdaşımsal ilişkiler ve söylemsellik dünyada olgu olarak aldığımız unsurların da içinde yer almak durumundadır.


Bağdaşımcılara göre, önermesel doğru nasıl oluşur. Buna verdikleri yanıt, Berkeley’ in bir idea yalnızca ideaya benzeyebilir” fikriyle önemli benzerlik gösterir.


Doğruluk ancak zihinselliğin, düşüncenin veya dilsel yapıların varlığında ve onların çerçevesinde anlaşılabilir. Doğru bir önerme, bağdaşımı yüksek bir önermeler sisteminin parçası olduğu için doğrudur.


GEREKSİZLİK KURAMI: Frank RAMSEY ve Peter STRAWSON gibi 20. y.y.düşünürlerince savunuldu. Diğer kuramlardan en büyük farkı, doğru konusunda yeni bir seçenek sunmaktansa, doğrunun gereksiz bir niteleme olduğunda ısrar etmesidir.


Buna göre doğru nitelemesinin bir önermenin anlamına herhangi bir katkısı yoktur. Bir önermenin dile getirdiği düşünce yada yargı için doğrudur dediğimiz zaman o düşünceye bir katkı yapmış olmayız.


Bahçemde üç adet limon ağacı vardır.


“Bahçemde üç adet limon ağacı vardır” önermesi doğrudur.


Gereksizlik kuramına göre ikinci kelimedeki “doğru” eklentisi gereksizdir. İfade edilmek istenen fikre yeni bir içerik katmaz. O halde bir yüklem olarak doğru’nun gereksiz olduğu söylenebilir.


PRAGMACILIK : Orjinali Pragmatism’ dir. Yunanca pratiklik, somut işlevler, eylem, gibi anlamlara gelir.

Geleneksel (gerçekçi) yaklaşıma göre, insanların algılayacağı ve kavrayacağı gerçeklik insanların yarattığı bir varlık alanı değildir.


Bilmek, esas itibariyle, nesnel gerçekliği zihne veya dile kopyalamaktır. Bu geleneksel gerçekçi görüşe ilk tepki I.KANT’ dan gelmiştir.


Ancak Kant, itirazlarını temelde usçu ve bilişsel bir zeminde sunmuştur. Her ne kadar Pragmacılık da gerçekçi metafiziğe karşı bir akım olarak ortaya çıkmış olsa da pragmacı görüşün hareket noktası daha farklıdır.


Pragmacılığın düşünürleri arasında; SANDERS PEİRCE, WİLLİAM JAMES, ve John DEWEY’ i sayabiliriz. Bu pragmacı görüşe göre bizim bir önermenin veya yargının doğruluğundan söz etmemiz, yaşadığımız dünya içinde gerçekleştirdiğimiz eylemlerden, nesneleri anlama ve dönüştürme yetilerimizden kopuk olamaz.


Pragmacılığın kurucusu PEİRCE olsa da doğru kavramı için en ilgin fikir w.JAMES sunmuştur.


Ona göre doğruluk soyut bir kavram veya bağıntı değildir. Doğruluk kavramı, eylemlerden, faydadan ve somut sonuçlardan bağımsız olamaz. Durağan bir metafizik bağıntı değildir, tam tersine, insanların dünyayla olan alışverişinin her aşamasında ortaya çıkan ve insanların eylemlerinden etkilenen bir olgudur.


James’ e göre doğru aynı zenginlik veya devlet gibi insanların ürettiği, insanların dünyasına ait olan bir şeydir. James’ in PRAGMACILIK adlı kitabında betimlemeye göre, doğru inançlar bizim benimsediğimiz, geçerliliği gösterilmiş, desteklediğimiz ve onaylayabildiklerimizdir.


Başka bir deyişle doğru bizim pratikte iş görmeyen fayda getirmeyen güvenilir veya tutarlı olmayan ve eyleme döküldüğünde bize aykırı gelen şeylerin tersine karşılık gelen kavrama verdiğimiz bir addır.


James, karşılık kuramının genel ifadesine itiraz etmez, onun kesin karşı çıktığı şey, bu tanımın arkasındaki gerçekçi varsayımlardır. Pragmacı görüşe göre, doğruluk ve karşılık ancak bireylerinin eylemlerinin sonuçları yoluyla anlaşılabilir.


Dünyada, insanlar olmasaydı, doğruluk bağıntıları ya da doğruluk niteliği de olmayacaktı. James kesinlikle Berkeley’ci bir ideacılığı savunuyor değildir.


Onun vurguladığı konu, doğruların yapımı, söz konusu olduğu sürece bizi ilgilendiren varlık alanının yalnızca insanın deneyimine ve eylemine açılan gerçeklik kesitleri olduğudur.



S O R U L A R

* Karşılık kuramının özünü betimlemek için tek bir deyim ne olurdu? –Uyum-Örtüşme-Uygunluk-Uyuşma


* Gereksizlik kuramını ifade eden bir cümle –P önermesi ile “P doğrudur” önermesinin iddia içerikleri aynıdır.


* Önermesel doğru” nun felsefenin hangi alt alanı kapsamında incelenmekte olduğu konusunda en doğrusu?


-Önermesel doğru, çok boyutlu bir sorunsal olması nedeniyle felsefede metafizik, dil fels.ve epistemoloji gibi

alanların kapsamında incelenir.

* Hangisi olguculuk görüşü için söylenebilir? –Olgucular doğru önermelerin nesnel olgulara karşılık geldiğini düşünürler


* olgucuların genel mantıksal yapısı düşünülürse, hangisi yanlıştır?


- Şu anda okumakta olduğunuz kitap gerçekten olan bir olgudur (Doğru:Elimde mavi kapaklı bir kitap olması bir olgudur


* Hangisi bağdaşımcılık görüşü için söylenebilir? Bağdaşımcılığa göre bir önermenin doğru olması için başka önermelerle bağdaşım içinde olması gerekir.


* Hangisi bağdaşımcılığın, karşılık kuramına yönelttiği temel bir eleştiridir?


-Karşılık kuramı, karşılık gelme ilişkisinin nesne tarafını bütünüyle zihinden bağımsız kılarak önemli soruna yol açar

 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst