- Katılım
- 9 Şub 2011
- Mesajlar
- 6,041
- Tepkime puanı
- 25
- Puanları
- 48
- Bölüm:
- İşletme
- Şehir:
- Bursa
İLKÇAĞ FELSEFESİ
ÜNİTE 5 |
SOFİSTLER VE SOKRATES
Ünite ile ilgili bilgi:
Bu ünitede, Atina'da ortaya çıkan Sofist
hareketi hakkında bilgileri ve Sokrates'in Sofistlere karşı geliştirdiği
tezleri açıklayabilmek amaçlanmaktadır.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 1
2
SOFİSTLER (M.Ö. 4. YÜZYIL)
- M.Ö. 4. yüzyılda tüm Yunan dünyasının siyasi ve kültürel merkezi haline
gelen Atina, her ne kadar sadece beyaz, erkek ve Yunan soylu kişileri
kapsasa da ileri bir demokrasi düzenini beşiğiydi. Bu özgün demokratik
düzen içerisinde bireylerin çıkarlarını korumaları o dönemde özellikle
sosyal hayatta önemli bir mücadele aracı olan sözü iyi kullanmaları gerekiyordu.
Sözü kullanma ustalığı ve kabiliyeti toplumsal ve siyasi mücadele
bakımından da bir üstünlük getirmekteydi. Bu demokratik düzende
gençlerin eğitim anlayışı da söz söyleme sanatını, yani retorik sanatını
vermeye yönelik bir amaç taşıyordu. Ancak Atina'nın mevcut eğitim yapısının
bu ihtiyacı gideremeyen eksikliğini zamanla, bir düşünce hareketi
olarak Sofistlerin sözü süslemek ve ikna etmek anlamında kullandığı
retorik sanatını, insanlara erdem (Arete) kazandırmak amacıyla yaptıkları
eğitimin gidermeye başlamıştı.
- Sofistler Atina'ya başka Yunan sitelerinden göç eden yabancı kökenli insanlardı.
Atina'nın cezp edici sosyal dokucu ve konuşma sanatı gibi pratik
eğitimdeki ustalıkları onları gezgin öğretmen özelliğini almalarını sağlıyordu.
Ancak bilgiyi para karşılığı satmaları, bilgiyi ayağa düşürdükleri
yönünde eleştiri almalarına neden olmuştur.
- Sofistler, retoriği, bireyi sitede başarılı ve mutlu kılacak pratik yaşam becerilerinin
başlıcası olarak görmekte ve onu politik erdem (politike arete)
olarak nitelemekteydiler. Tutarlı felsefi anlayışla temellendirilen bu düşünce
zamanla olgunlaşmış ve kimi yorumcular bu aydınlama hareketi
olduğunu, kimileri de Yunan dünyasının geleneksel düzen anlayışını yıktığını
belirtmiştir. İki değerlendirme de birbirini tamamlarken Sofistlerin
Yunan dünyasında bıraktığı iz, her ne kadar sonrasında Platon ve Aristoteles
tarafından bertaraf edilmeye çalışılmışsa da tamamen silinememiştir,
etkisi devam etmiştir.
- Sophistes sözcüğü, Yunan dünyasında uzun bir süre bilgili, becerikli, uzman
insan anlamında; bazen de bilge anlamında kullanılmıştır. Kendisi
için sofist nitelemesinde bulunan ilk kişi de Protagoras'tır, Ancak sonraları
Sokrates, Platon ve Aristotelesbu sözcüğü alçaltıcı anlamda da kullanmışlardır
(zira güç arzusu ve yarar düşüncesinden dolayı eleştiriyorlardı
Sofistleri). Her ne olursa olsun sofist sözcüğü öğretmenlik (retorik
sanatının öğretmeni) olarak anlaşılıyordu.
- Sofistler nitelikli nutuklar yapabilmek ve muhatap kişinin üzerinde etkili
olabilmek için dile hakim olmayı ve onun yapısını, işleyişinin iyi bilinmesi
gerektiğini savunmuşlar ve bu yüzden de dil ve düşünce üzerinde sistematik
olarak durmuşlardır. Dil, sofistlerin evi gibiydi. Türlü sözcük
oyunları ile düşünce üzerinde gezinmeleri, muhataplarını şaşkına çevirebiliyordu.
Onlara göre sözcüklerin doğada zorunlu bir karşılığı ya da
nesnenin zorunlu olarak tek bir doğru adı yoktu ve bu zihinde tamamen
keyfi olarak inşa edildiğinden dolayı her toplum-insan nesneleri tarafından
farklı farklı anlamlandırabilmekteydi. Dolayısıyla da bu durum şüpheciliği
besleyen bir temel yöntem haline geliyordu.
- Sofistlerin insan, bilgi ve toplum anlayışları tamamen insan-merkezcilik
esasına dayandırılmıştı, insan-merkezcilik, başta varlık ve bilgi olmak
üzere, evrendeki tüm olguları insandan hareket ederek açıklamaya çalışır.
Sofistlerin tezlerini de en iyi özetleyen Protagoras'a ait cümle olan
"insan, her şeyin ölçüsüdür" (her şey insana göre anlam ve değer kazanır)
ifadesindeki anlayışta da olduğu gibi insan, hakikati bulup çıkarmaz,
onu bizzat kurar ve üretir. Bu düşüncenin gerisinde her ne kadar öncüller
bulunsa da (örneğin Demokritos'un atomun bir yönünün duyulara hitap
ettiğini ve dil ile varlık arasında zorunlu bağın olmamasını belirtmesi
gibi) aslında bu düşünce sistematiği Yunan felsefesinde bir kırılmayı
da işaret eder.
- Sofistler, önceki düşünürlerin tersine insanın doğasını keşfederek, felsefi
soruşturmalarını doğa alanından insan ve toplum alanına kaydırdılar.
Sofistler, doğa düzeni (Physei) ile toplum ya da yasa düzenini (Nomoi)
birbirinden kesin biçimde ayıran ilk düşünürler olmuşlardır. Özellikle Sofist
Arkhelaos, haklı-haksız, güzel-çirkin gibi değerlendirmelerin physis
düzeninde değil, Nomoi düzeninde ortaya çıktıklarını, tanrıların da yine
bu yasa düzeni tarafından belirlendiğini savunması etkili olmuştur. Bu
anlayışta insan, elbette doğanın bir parçasıdır; ancak diğer canlıların aksine,
kendisine bambaşka bir dünya yaratabilme, kendi yasasını ve doğruluğunu
üretebilmektedir. Doğada adalet, güzellik, erdem ya da iyilik gibi
nitelemeler bulunmaz. Bunlar insanın kendisinin ürettiği ve ancak yasa
düzeninde anlam kazanan kavramlardır.
- Siyasi eşitlik anlamında da çığır açmışlardır. Protagoras, saygınlığın (aidos)
ve adaletin (dike) insanlara eşit biçimde pay edildiğini, bu yüzden
de yönetim sanatında herkesin eşit şekilde hakkı olduğunu belirterek siyasi
eşitlik ilişkisini formüle eden ilk kişi olmuştur. Sofistler insanı diğer
canlılardan ayıran önemli bir özellik anlamında "politika yapan hayvan"
olarak tanımlamaktaydılar. Onlara göre insanda siyaset yapma becerisi
saygınlık ve adaletten önce gelmekteydi. Bu tanımlama Platon ve Aristoteles
tarafından da büyük ölçüde benimsenmiş ve "homo societus" ifadesinde
nihai anlatımını bulmuştur (Latince'deki "insan" (homo) ve "toplum"
(societus) sözcüklerinden türetilmiş olan bu ifade insanın özü itibariyle
toplumsal bir varlık olduğunu vurgular). Sofistlerin insanı doğadan
farklılaştıran bu öz niteliğini ortaya koymaları insanı doğadan hareketle
değil, site ve yasa düzeninden hareketle (onu inşa etmesi anlamında)
yaparak mümkün olmuştur. Bu durum ise hakikat arayışının sadece evren
düzeni doğrultusunda gerçekleştirilmeyeceğini de habercisi olmuştur.
Nitekim Platon'un Sofistlerden hemen sonra ideal düzenin merkezine
siteyi koyma çabası da bu arayışın bir etkisidir.
- Genel bilgi anlayışları, kesin ve genel geçer bilginin olmadığı yönündedir.
Her şeyi insanın pratik ihtiyaçlarına göre kavradıklarından dolayı yararcıdırlar.
Bilgi anlayışı tamamen pratik beceriler üzerinedir, çünkü
amaç bireyin toplumsal hayatta başarılı olmasıdır. Kimi yorumcular ise
bu düşünceleri Yunan dünyası için yıkıcı bulmuşlardır.
- Başlıca Sofistlerden biri olan Gorgias, "Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez,
bilinse de ifade edilemez" diyerek varlık algısının kişiden kişiye değiştirdiğini
ve bundan dolayı da insanlar arasında varlığın neliğine ilişkin
özlü bir uzlaşmanın sağlanamayacağı düşüncesini doğurmuştur. Aslında
bu söz Parmenides'in mantıksal katılığına da İronik bir eleştiridir. Yunan
dünyasındaki doğruluk anlayışını sarsan ve yeryüzündeki insan sayısı
kadar doğruluk olabileceğine dayanan bu tavır, kimileri tarafından
Sofistlerin ahlaki erozyona neden oldukları yönünde de eleştiriler yapmasına
neden olmuştur.
- Sofistler Yunan felsefesinin gelişimini derinden etkilemişler, insanı tanımanın
bir yolu olarak dili önemsemeleri (dil ve düşünce yapısı üzerine
yöntemlerin gelişimini tetiklemiştir) ve retoriği bir sanat haline dönüştürmeleri,
bunun yanında "erdemli insan" arayışlarından dolayı eğitimin de
felsefenin bir diğer önemli sorunu olmasını sağlamışlardır. Sözcükler
üzerindeki hoyratlıkları, anlam ve akıl yürütme konusunda Platon ve
Aristoteles'i arayışlara sürüklemiştir.
SOKRATES
- Felsefe tarihinde adından en çok söz ettiren düşünürlerdendir. Ardında
hiçbir eser bırakmamış olması ve büyük ölçüde öğrencisi Platon'un
eserlerinde geçen bilgilere dayanması kimileri tarafından sadece bir kurgu
olduğu iddia edilse de Platon dışında bazı önemli kişilerin de bu tarihsel
kişiliğe göndermede bulunması, bu iddiayı büyük ölçüde geçersiz
kılmıştır. Platon'un diyaloglarında Sokrates'in yer alıyor oluşu, Platon'un
Sokrates'i kendi adına mı konuşturmaktadır yoksa bağımsız bir tarihsel
kişilik midir sorusunu bu iddia çerçevesinde de gündeme taşımıştır. Ancak
yapılan çalışmalar Sokrates'in kendi düşüncelerini ortaya koyan bir
tarihsel kişilik olduğunu göstermiştir.
- Sokrates'in felsefi görüşlerine ilişkin bilgiler, Platon'un gençlik dönemi diyaloglarına
dayanır. Savunma, Kriton, İon, Lysis, Euthyphron ve Devlet'in
I. kitabından oluşan bu eserler Sokrates'in belirgin etkisi nedeniyle
Sokratik Diyaloglar olarak nitelendirilmişlerdir. Bu eserlerde Sokrates,
Sofistlerin Atina'da yol açtığı ahlaki yıkımla mücadele eden ve gençlerin
eğitimi ile yakından ilgilenen ve onların mutluluğunu amaçlayan bir bilge
olarak yer alır.
- Sokrates'i Yunan düşünürleri arasındaki şöhreti, görüşlerinin büyük ölçüde
insan, ideal site ve ahlak ülküsü üzerine olmasıdır. Görüşleri büyük
ölçüde Sofistlere yönelik karşı çıkışlardır.
- Sofistler insana yarar sağlayacak şeylerin (çıkar) mubah sayılması gerektiğini
ve yararı ön plana getirmişlerdir. Sokrates de Sofistler gibi insan
için en yüksek amacının mutluluğa (eudaimonia) ulaşmak olduğunu savunmuştur.
Mutlu olmak için iyi, iyi olmak için de erdemli olmaktan geçiyordu.
Yunan insanının erdemden (arete) anladığı şey, adalet, doğruluk,
ölçülülük, cesaret, bilgelik ve dindarlıktı. Bunları genel olarak tüm Yunan
düşünürleri (Sofistler ve Sokrates dahil) benimsiyordu. Aynı şekilde Sokrates
gençlerin erdem için eğitimini de Sofistler kadar önemsiyordu. Ancak
erdemin ve onun alt türlerinin (cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık,
doğruluk) ne olduğu konusunda ise Sokrates farklılaşmaya başlıyordu
ve düşünsel çabasının omurgasını da bu soruşturma oluşturuyordu.
Sokrates muhataplarına "nedir?" (ti esti) diye sormaktadır. "Cesaret nedir?"
(Lakhes diyalogunda), "ölçülülük nedir?" ya da "bilgelik nedir?"
(Kharmides diyalogu), dindarlık nedir (Euthyphron diyalogu) ya da bir
bütün olarak "erdem nedir?" sorularından oluşur bu sorgulamalar. Amaç
erdem için kesin bir tanım bulmak ve böylece gençlere verilecek erdem
eğitimine sağlam bir zemin hazırlamaktır.
- Sokrates'in yer aldığı diyalogların hepsinde bu sorular genel olarak Sofistlerin
cevapları üzerinden yürümektedir. Mutluluğu, doğruluğu ve genel
anlamıyla erdemi hükmetme becerisi ilişkilendiren ve güçlü olanın
haklı olduğunu savunan Sofist düşünceler Sokrates'in mücadele ettiği
tezler olmuştur.
- Sokrates, sorulan sorulara öne sürülen tanımları, kendine özgü bir yöntemle,
yani İronik yöntem ile çürütür ve tanımlamaların geçersizliğini
mantıksal argümanlarla kanıtlamaya çalışır. Bu yöntem bir bütün olarak
Sokratik Elegie, yani çürütme olarak adlandırılır. Aradığı tanımda, erdemin
zamana ve mekana göre değişen farklı görünümleri değil, zaman ve
mekana göre değişmeyen, erdemin tüm farklı görünümlerinde değişmez
biçimde ortak olan özlüğü talep etmiştir. Bu yüzden de tüm soruşturmalar
sonuçsuz kalır. Bu öz aranmış olsa da kesin olarak ortaya konulmamaktadır.
"Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" sözü bundan dolayı
anlamlıdır. Çünkü o muhataplarına bilmekten ziyade, bildiğini sandığı
şeyleri tekrar sınamasını, "bilme" işinin sanılandan çok daha zor olduğunu
ve sağlam temellendirilmesi gerektiğini tavsiye eden bir bilge kişi görünümündedir.
- Sokrates'in ahlak anlayışı büyük ölçüde "kendini bil" düşüncesine dayanır.
Bununla birlikte, insanın tüm davranışlarını değişmez bir davranış ilkesine
dayandırması gerektiğini savunur. Bunlar ahlaki bir insanın nasıl
olması gerektiğine yönelik yargılar olsa da bu ahlaki ilkelerin ne olduğu,
erdemin tanımında olduğu gibi son kertede kapalı kalmaktadır. Ancak
Sokrates onun akla kavranabilecek bir yapı olduğunu da belirtmiştir.
- Sokrates, bir ebe olduğunu ve gençlerin ruhlarını doğurttuğunu söylüyordu.
Bu doğurtma, insanın doğasında doğuştan saklı bulunan hakikatlerin
açığa çıkarılması esasına dayanıyordu. Maieutike (ebelik, doğurtma
esaslı) adı verilen bu süreç, serbest ama yöntemli bir diyalogla gerçekleştiriliyordu.
- Sokrates'in cevapsız bıraktığı soruşturmalar Platon tarafından sistematik
düşünce etkinliği doğrultusunda kendi içinde tutarlı çözümler getirmeye
yöneltmiştir.
- Sofistler, insanı merkeze koymakta ve böylece doğruluğun kişiden kişiye
değiştiğini belirtmekteydiler. Sokrates ise bunun ancak görünüşte
böyle olduğunu, oysa görünür farklılıkların altında değişmez özlerin olduğunu
savunuyordu. Duyularla kavranılan değişken şeylerin ötesinde,
akli bir özlüğün varlığını ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Bu Antik Yunan'da
doğa filozoflarının savunduğu bir durumdu, ancak Sokrates'i
ayırt edici özelliği bu düşünceyi ilk kez ve başarılı bir biçimde insani-toplumsal
yöne uyarlamış olmasıdır.
- Sofistler, doğa dünyası ile insan (veya yasa dünyasını) birbirinden ayırıp,
yasa dünyasının (insan) tamamen göreli bir yapı sergilediğini savunmuşlardı.
Sokrates ise insan dünyasında da doğadaki gibi bir genel geçerlik
bulunduğunda ısrar etmiştir.
ÜNİTE 6
PLATON: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI
Ünite ile ilgili bilgi: Platon'un yaşamı ve yapıt-
PLATON'UN YAŞAMI VE YAPITLARI (M.Ö. 427-348)
- Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerindendir ve etkisi günümüze kadar
gelebilmiş, sistematik felsefe çağının başlangıcını taşıyan filozoftur.
- Atina'da doğmuştur, iyi eğitim almıştır. Sokrates'in öğrencisi oimuş ve
onun sorgulama yönteminden etkilenmiştir. Yaşadığı dönemde Atina, oligarşiyi
savunanlar ile demokrasi yanlıları arasında şiddetli çekişmelere
sahne olmaktaydı. Platon hem ailesinden dolayı hem de özel ilgisi onu
sitedeki siyasal yaşamın bir parçası haline getirmiştir, iktidarı elinde bulunduran
oligarşi yanlıları, zaman zaman şiddete başvurmakta ve Sokrates'i
de kendi amaçları için alet etmeye çalışmışlardı. Demokrasi yanlılarının
yönetime gelmesi ile de Sokrates suçu olmadığı halde Atina
gençliğini sapkın inanışlara yönlendirdi için idama mahkum edilmiştir. Bu
duruma yakından şahit olan öğrencisi Platon yaşananların derin tesiri altında
kaldı ve siyasi bakımdan da demokrasi karşıtı bir düşünceyi hayatı
boyunca hep korudu. Bu olaydan sonra siyasetten vazgeçip felsefeye
yöneldi ve çeşitli seyahatlere çıktı. 40 yaşından önce gittiği Güney italya'da
yaygın bir düşünceye sahip Pythagoras'ın öğretilerinden etkilendi.
M.Ö. 387-388 dolaylarında Atina'da Akademia adında felsefe, matematik,
geometri, astronomi ve fizik eğitiminin verildiği okulu kurdu. Bu aynı
zamanda Batı düşüncesinin ilk büyük akademisi olarak anılacaktı. Okul
hem Platon'un kendi hayatında hem de düşüncesinin gelişiminde önemli
bir adım oldu. Okulda Aristoteles de öğrenim görüyordu.
- Platon, ilk büyük dizgesel yaklaşımı olan, bir dizge kuran, büyük bir filozoftur.
Bazı yorumcular, Platon'un en önemli yanının, doğrunun araştırılmasında
biricik kılavuz olarak "akıl"ı kabul etmesi olduğunu belirtmişlerdir.
- Hemen hemen hepsi diyalog şeklinde olmak üzere 30'dan fazla eser
yazmıştır. Önemli eserleri dil, düşünce ve zaman bakımından seyirleri
şöyle gruplanmaktadır:
Sokratik Dönem Eserleri:
Gençlik döneminde kaleme aldığı ve Hocası
Sokrates'in etkilerini taşıyan eserlerdir (Savunma, Kriton, ion, Lakhes, Kharmides,
Euthyhron, Lysis ve Devletin 1. kitabı). Bu eserlerdeki amaç, erdemin ve
onun alt türlerini tanımlama çabasını, erdemin değişen görünümünü değil, değişmez
özünü bulabilme arayışıdır.
Geçiş Dönemi Eserleri:
Hocasının eserlerinden sıyrılıp kendi özgün eserlerini
ortaya koyduğu yapıtlardır (Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos,
Kratylos).
Olgunluk Dönemi Eserleri:
Özgün düşüncesini ortaya koyduğu ve Platoncu
söylemin doruğa çıktığı eserlerdir (Symşposium, Phaidon, Devlet, Phaedrus).
Yaşlılık Dönemi Eserleri:
Öğretilerini çeşitli açılardan sınamaya ve sorgulamaya
yönelik eserlerdir (Theaetetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos,
Timaois, Yasalar).
PLATONUN İDEALAR ÖĞRETİSİ
- Gorgias adlı eseri, erdem hakkında Sokratik diyalogların tersine erdem
hakkında ilk defa bir tanım getirildiği için Sokrates'ten sıyrıldığı ve kendi
görüşlerini dile getirdiği başlıca eser olarak kabul edilir. Bunda Platon'un
Güney İtalya seyahati sonrası Pythagorasçı öğretilerle tanışmış olmasının
etkisi büyüktür. Platon'un iki temel öğretilerinden biri olan "ruhun
ölümsüzlüğü öğretisi" bu etkinin biri ürünü sayılmaktadır.
Bir diğer temel öğretisi "idealar öğretisi"dir, ki bu iki öğreti Platon'un varlık,
bilgi, ahlak ve toplum anlayışının bu iki öğretiden türediği söylenebilir.
- İdealar öğretisi, Sokrates'in erdem tartışmalarına bir yanıt gibidir ve aranan
öz niteliğindedir. Euthyphron adlı eserinde "idea" ve "eidos" sözcüklerini
ilk kez kullanır ve dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı
görünümlerinde ortak olan değişmez özü bu iki kavramla anmıştır. Phaidon'da
adalet, güzellik, iyilik gibi kavramlarla ideayı ilişkilendirir. Cesaret
konusunda da ortak bir tanım geliştirir. Sayıların, doğal ve sıradan nesnelerin
de ideaları olduğunu belirtir.
- Platon'un varlık anlayışı, bütün görünür (duyular) dünyanın, düşüncelerimizin
ve kavramlarımızın, duyuların ötesinde ve ondan bağımsız bir
varlığa sahip bir gerçeklikle, yani idealarla ilişkili olduğunu savunur, idealar
görünen dünyanın arkasında yatan gerçekliktir.
- Örneğin doğada tek tek tikel ağaçlara varlığını veren tek bir ağaç ideası
vardır ve bu ağaç tikellerinden bağımsızdır. Böylelikle ideaların herhangi
bir yere işaret etmeden ve yalnızca düşünce ile kavranabilen, zamandan
ve mekandan bağımsız yapılar oldukları görülür. Dolayısıyla Platon
duyular evreni (aisthets topos) ile düşünülür evren (noetos topos) veya
idealar evrenini birbirinden kesin bir biçimde ayınrmıştır. "idealar vardır"
ve "idealar görünür şeylerden ayrıdır" şeklinde iki temel öğretiyi özetlemiştir.
Varlık- Var Olan Ayırımı
- Platon'un ideaların görünür şeylerden ayrı bir varlığa sahip olduğunu belirtmesi
onu metafizik bakımdan ikici (düalist) bir düşünür olmaya götürmüştür.
Böylece evren birbirine indirgenmeyecek iki ayrı yapıya bölünmüştür.
- Duyulur evren, zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiğinden onun
kesin bir bilgisine sahip olmak güçleşir. Oysa idealar dünyası görünür
dünyadaki şeylerin tamlığını bir yansıma şeklinde temsil eder. Görünürler
ideaların sadece sönük birer gölgesidir. Örneğin tek tek görünür
ağaçlardan bağımsız ama tüm ağaları temsil eden idealar dünyasında
bir ağaç ideası vardır ve bu ağaç, ağaçların kusursuz biçimini temsil
eder. Bu tanrısal yapıda değişmez bir özdür. Platon bu özlüğü "kendinde
varlık" olarak tanımlar. Örneğin tüm görünür güzelliklerin ardında onu
kusursuz biçimde temsil eden "kendinde güzel" vardır ve kendinden
başka bir şeye gerek duymayan ama güzel olan her şeyin de güzellik
nedeni olan değişmez varlıktır. Bu durum tüm nesneler için geçerlidir.
Güzelliğin kendi güzelliğini, güzellik ideasına borçlu olması, "varlık" ile
"var olan" arasında bir ayırıma gidildiğini ve var olanların kendi varoluşlarını
Varlığa borçlu oldukları genel düşünceye götürdüğünü gösterir. Bu
noktada Varlık, idealardır ve sonradan meydana gelmemiştir ve yok da
olmayacaktır. Görünür şeyler ise sonradan "ol"dukları için onlara "var
olan" denilmiştir.
- Bu düşünce biçimi esas olarak Parmenides'in "varlık" atfetti tüm özelliklerin
izlerini taşır. Zira Parmenides, evrendeki her şeyin tek bir varlıktan
ibaret olduğu farklı varlıkların oluşmuş olmasının ise duyuların bir aldatmacası
olduğunu ve sürekli tamamlanmaya çalıştıklarından dolayı değiştiklerini
ileri sürmekteydi.
- İdealar birer kendinde varlıktırlar. Zamana ve mekana bağlı olmadan,
değişimden bağışık, kendinden başka bir şeye gereksinim duymayan,
bu yüzden sadece akıl ile kavranabilen yapılardır. Duyulur nesneler, yani
var olanlar ise zamana ve mekana tabidir, sürekli değişirler, idealara
gereksinim duyarlar ve bundan dolayı da akıl yürütmeye gerek duymadan
duyulanma nesneleridirler ve varlıklarını özlerini meydana getiren
idealara borçludurlar. Herakleitos'un değişim dediği sürece tabiidirler.
Idealar İle Duyulur Evren Arasındaki İlişki Sorunu ve Demiourgos
- Platon, maddi yapıda olan duyulur/görülür şeyler ile maddi olmayan ve
sadece düşünce ile kavranabilen soyut idealar arasındaki ilişki sorununu
erken dönem eserlerinde duyulur nesnelerin idealara "katılmaları",
idealardan belli oranda "pay almaları", ideaları onları "taklit" etmeleri veya
ideaların onlarda "bulunmaları" şeklinde açıklamaya çalışmışsa da
yaşlılık döneminde sorunu tam anlamıyla çözmediğini görmüş olmalı ki
Timaios adlı eserinde Demiourgos adını verdiği düzenleyici Tanrısal gücü
öne sürmüştür.
- Demiourgos, özünde iyi bir varlıktır ve kelime anlamı olarak "el işçisi",
"zanaatkar" olan ve bir tür "evren mimarı" olarak düşünülmüştür. Demiourgos,
başlangıçta hiçbir biçime, renge, kokuya yani onu algılayabilecek
hiçbir vasfa sahip olmayan ve bundan dolayı da var olmama durumunda
bulunan kaotik durumdaki ilk maddeyi, idealara bakarak belli bir
biçime, renge, kokuya vs kavuşturmuştur. Evreni (insan ruhu da dahil)
belli bir amaç çerçevesinde (evreni iyi kılmak) belli bir forma (idealar) göre
biçimlendirmiştir.
- Timaios adlı eserinde, bütünlüklü bir evren tablosu çizer ve bunu üç temel
nedene dayandırır. Bunlardan ilki, idealardır. İkincisi idealardan bağımsız
ve henüz bir nitelik taşımayan kaotik durumdaki ilk madde; üçüncüsü
ise formlara bakarak kaotik ilk maddeyi şekillendiren ve onu insan
için algılanabilir kılan Demiourgos'tur. Bunların üçü de ezeli ve ebedidir;
yani sonradan meydana gelmemişlerdir ve yok olmayacaklardır da.
İyi İdeası
- Platon, Parmenides'in yaptığı gibi tek bir Varlık öne sürmek yerine, bir
varlıklar çokluğu (idealar) önermiştir. Bu varlıklar, yani idealar kendi aralarında
kusursuz bir düzene ve hiyerarşiye sahiptirler. Bu hiyerarşinin en
üstünde ise iyi ideası yer almaktadır.
- Eserlerinde idealardan öz (ousia), iyi ideasından ise öz ötesi öz (hyperousia)
diye söz etmiştir. Devlet kitabında ideaları duyulur şeylerin nedeni,
iyi ideasını ise diğer idealar da dahil evrendeki her şeyin en yüksek
nedeni olarak gösterilmiş, her şeyin iyi ideasından bir miktar pay aldığı,
her şeyin iyi ideasına yöneldiği, onun gibi istediği ve tanrılığını onda bulduğu
şeklinde bir görüş getirmiştir, bunun nedeni iyi ideasının diğer idealarda
ortak bulunuyor olmasıdır.
- Böylece iyi ideası, evrendeki her şeyin ontolojik özlüğü oluşturur (Platon'un
temel ontolojik tezlerinden biridir), iyi varlıkla özdeş tutulur ("İyi
varlıktır ve varlık iyidir"). Bu ontolojik yargı, Platon'un bilgi, varlık, ahlak
ve toplum anlayışına da yansır ve insanın özünün de iyi bir varlık olduğu
sonucuna götürür.
- Demiourgos'ın Tanrısal gücü ile İyilik ideasının tüm varlığın nedeni olarak
gösterilmesi bunlardan hangisinin Tanrı olmaya layık olduğu sorunu
gündeme getirmiştir. Platon'a göre Demiourgos ve iyi ideası Tanrısallığın
iki yönünü temsil ederler. Demiourgos, Tanrının etkin düzenleyici
(akıl ve ruh sahibi) yönünü, iyilik ideası ise değişmez formel yönünü
(durgun ve sabit) temsil eder.
- Platon, iyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirinden bağımsız düşünmez,
bilakis üçü arasında hiçbir fark görmeyerek üçünün de tek bir idea
olduğunu ve Varlığın en yüksek özlüğü olduğunu ifade eder (üçünü de
tek başına temsil eden iyi ideasıdır). Yani varlık, özü gereği hem iyi, hem
güzel hem de adildir. Bu görüş, zıt unsurların birbirinin yerini alırken adaletsizlik
cezasını da taşıdıklarını savunan Anaksimandros'a da bir cevap
niteliğindedir.
Şeylerin Ası! Doğası Olarak İdealar
- Sofistler ve Sokrates'e kadarki Yunan felsefenin çoğunlukla doğa araştırmalarına
yönelmesi ve bu yüzden de düşünürlerin doğa bilimcileri
(pyhsikoi) olarak adlandırılmasına yol açmış, Platon'un idealar öğretisinin
son kertede doğayı (physis) açıklamaya yönelmesi, bu durumu tekrar
felsefenin gündemine taşımıştır. Ancak Platon, kendisinden önceki
düşünürlerin görünür evren ve onun dayandığı hakikatlerden ibaret gördükleri
physisi, görünür evrenden tamamen bağımsız bir özelliğe sahip
olan idealarla değiştirmiştir.
- Platon sık sık "idea" sözcüğü yerine "physis" sözcüğünü de bu anlayış
bağlamında kullanır ve ideaları görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür.
- idealar kavranırlar, görünemezler.
- Duyulur dünyadaki her nesnenin ideasına yönelmesi ve ideasındaki
tamlığa ulaşarak tamamlanmaya çalışması, aynı zamanda kendi doğasına
doğru bir yöneliştir. İdealar, duyulur şeylerin varoluşlarının "nedeni",
"amacı" ve "yetkinliği/tamlığı"dırlar.
- Evrendeki her şey, doğası gereği son kertede iyiliği, Güzelliği, Adaleti
tek başına temsil eden İyi ideasına yönelmektedir.
- Dolayısıyla Platon'un varlık, ahlak ve toplum anlayışında bir şeyin iyi,
güzel ve adil olabilmesi için mümkün olduğunda ideasına benzemesi,
yani mümkün olduğunca doğasını gerçekleştirmesi düşüncesine dayanmaktadır.
Ruhun Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar
- Platon, ideaları duyular dünyasından tamamen ayırdığında, insanın bu
aşkın varlıkla nasıl temas kuracağı da gündeme geliyordu ki, bu durum,
idealar öğretisiyle birlikte, ruhun ölümsüzlüğü öğretisine yönelmeyi beraberinde
getiriyordu.
- Platon, benzer benzerle bilinebilir ilkesinden hareketle, ruhu da mümkün
olduğunca idealara benzer bir yapıya sahip şekilde ele almıştır.
- Ruh, maddeye oranla daha temel ve önemli bir varlık olarak görülmüştür.
Daha önce idealar dünyasında bulunan ruh, Platon'a göre tanrısal
bir nitelik taşır. Ruh sonradan yeryüzüne sürüklenmiş, kökünden ayrı
düşmüş ve bir bedenin içinde hapsedilmek zorunda kalarak alçalmıştır.
- Platon, maddi ve somut yapıdaki bedensel duyu organlarının, hiçbir
maddilik içermeyen soyut idealarla asla temas kuramayacağını, bunun
için insanı duyu organlarından farklı bir bilme yetisiyle donatmak gerektiğini
düşünüyordu, insanı ideaların bilgisini elde edebilmesini sağlayacak
bir nitelikle donatmak gerektiğinin farkındaydı. Hiçbir duyusal ve
maddi içerik taşımayan idealar, maddi yapıdaki duyu organlarıyla bilinemezdi.
Bunun için Platon, yapıca idealara benzeyen (ruhu, hiçbir zaman
idea olarak görmeyen ama idealar dünyasında yer alan) ölümsüz ruh
anlayışını idealar öğretisiyle eş zamanlı biçimde geliştirme gereği duydu.
- İdealara ve ruha yüklenilen özellikler aynıdır: ikisi de değişmezdir, yalındır,
ölümsüzdür ve tanrısaldır.
- Platoncu düzende ruha çok büyük işlevler yüklenmiştir. Çünkü ruh, idealara
mümkün olduğunca benziyor olmasından ötürü, ideaları kendisine
bilgi nesnesi haline getirmesine yol açar. İnsan ruhu ideaya en çok benzeyen
yapı olarak ve bundan dolayı da ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından
elde edilebileceği düşünülmüştür.
- Ruh, sonsuz olduğu için yapıca formlara benzer ama beden içinde bulunması,
zaman ve mekanda maddi olmasına da yol açar. Ruh, bu ara
konumundan dolayı idealar alemiyle insanın kültür, toplum ve siyaset
düzeni arasında bağlantı sağlayan bir köprü vazifesi görür.
- Ruh evrendeki tanrısal düzeni, kendisinde bulunan bilme yetisi sayesinde
yeryüzüne taşıyacak, iyi ideasını kavramasıyla sitenin ve yurttaşların
ideal düzene kavuşmasını sağlayacaktır.
- Ruhun bir başka işlevi ise duyulur dünyadaki şeylerin özünü, yani bilgisini
bize anımsatmadır.
PLATON'UN BİLGİ ANLAYİŞİ
Bilgi Anımsamadır
- Platon'a göre "Bilgi anımsamadır (anamnesis)". Yani önceden edinilmiş
olan saklı bilgilerin ruh aracılığıyla açığa çıkarılması, anımsanmasına
dayanır. Bunun gerekçesini ise inşa ettiği felsefi görüş olan idealar dünyasının
niteliği oluşturur. Zira Platon'a göre görünür dış dünyanın bilgisinde
biz şeylerin özünü bulamayız, çünkü dış dünya çoklu görünüme
sahiptir. Ama buna rağmen biz dünyayı, şeyleri değişmez teklik ya da öz
biçiminde algılarız. Örneğin yeryüzünde birçok ağaç olmasına rağmen
hepsine birden ağaç dememizin sebebi ağaçtan ağaca değişmeyen
özün (ousia) aklımızdaki varlığıdır. Görünür dünya sürekli deştiğine göre
bizdeki bu ağaç ideası nereden gelmektedir? Platon bunun cevabını
bu dünyadan önceki bir yaşama ve ideaların o dünyanın bilgisini bize
anımsatmasına bağlar.
- Platon, bilginin kaynağına ilişkin yargılarına Menon adlı diyalogunda "erdem
nedir" , "bilgi nedir?" sorularına cevap arayışının ve Sofistlerin bilginin
imkansızlığına yönelik tezlerini çürütmeye dayalı geliştirdiği son
aşamada "Bilgi, zaten önceden bilinen bir şeyin anımsanmasıdır" şeklinde
ifade ettiği bilmenin mümkün olduğunu kanıtlama sonucunda ulaşmıştır.
- Kesin bilgi (episteme) için ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da kanaat
ve ne de kanıtlanmış doğru sanı bir zemin oluşturabilir. Kesin bilgi (episteme)
ideanın bilgisidir, duyulur onanın ötesinde, doğuştan gelir ama
anımsanmaya muhtaç niteliktedir, idealara dayanmadan kesin bilgiye
ulaşılamaz, insan bu bilgiyi ise diyalektik yöntem yoluyla elde eder.
Diyalektik Yöntem
- Platon diyalektik yöntemi insan ruhunda saklı bulunan idea bilgisinin açığa
çıkarılması amacıyla ortaya koyar. Diyalektiğin nihai amacı idealar
düzenini kavramaktır.
- Düşünmeyi insan olmanın temel şartı olarak gören Platon, insanın yaşayabilmesi
için de görünür çokluğun bilgisini idealar denilen tekliğe indirilmesine
bağlı olduğunu, ideaların bilgisinin de karşılıklı birleşme, katılma,
karışma, pay alma ilişkilerinin kavranması ve anlamlı düşünme ile konuşmanın
temel şartı ile oluştuğunu savunmuştur. Bunu kavramının
yöntemini ise diyalektik olarak vermiştir.
- Diyalektik, biri "dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak"
(toplama-sunagoge), diğeri de "düşünceyi tabii eklem yerlerinden
ayırmak" (ayırma-diairesin) olmak üzere iki temel faaliyete dayanmaktadır
(Devlet Adamı adlı eser). Diyalektiğin şeyleri karışmış oldukları kaos
durumundan çıkaran ve onlara belli sınırlar tayin eden Nous'un faaliyetini
çağrıştırmaktadır.
- Platon'un diyalektik yöntemi Sofistlerin retorik yöntemi ile pek çok bakımdan
zıtlık gösterir. Sofistler şeylerin aldatıcı kopyası üzerinden yaptıkları
konuşmalarla dinleyicileri aldatabilmekteydiler. Oysa Platon'a göre
diyalektik, sözcüklerin ve nesnelerin ötesinde değişmez özü yakalamaya
çalıştığı için, bize değişmez olanın bilgisini sağlayacaktır.
- Diyalektik, duyulur şeyler üzerinden basamak basamak yükselen ve iyi
ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan bir süreçtir (örneğin insanın
tek tek şeyleri severek bunların ortasındaki ortak nitelikleri keşfetme
sonrasında Güzelin kendisine (ideasına) ulaşması. Bu durum Adalet ve
iyi için de geçerlidir). Bu yükseliş süreci Platon'un varlıklar ve bilgi konuları
arasında yapmış olduğu hiyerarşik sıralamaya dayanır.
Bölünmüş Çizgi Benzetmesi
- Platon Devlet adlı eserinde bilginin derecelendirilmesinden bahseder ve
"bölünmüş çizgi" benzetmesiyle bunu açıklamaya çalışır. Bu iki parçadan
biri görünen dünyayı, diğeri kavranan dünyayı (idealar) dünyasını
temsil eder. Sonra bu iki parça tekrar ikiye ayrılır. Bu dört parça aşağıdan
yukarıya doğru düşünüldüğünde, alttaki iki parça duyuların değişken
ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür-kavranan olanın
aydınlık dünyayı temsil eder.
- Bu ayırım içinde en üstte kesin bilgi (episteme) sağlayan idealar alanı
yer alır. Onun altında ise geometrik şekillerin ve sayıların alanı bulunur,
idealar saf akılla (nous) (diyalektik yolu ile) kavranabilirken, sayılar ve
geometrik şekiller akıl yürütme ile (zihinle-dianomia) (matematik yolu ile)
kavranırlar. Her iki yapı kesin bilgiyi (episteme) sağlar.
- Çizginin altında yer alan bölümde imgeler, gölgeler ve yansımalar yer
alır. Bunlar karanlık tarafı teşkil eder ve sanılardan oluşur. Bunlara ilişkin
bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Derecelendirme ile bunun
hemen üzerine inanç düzeyindeki bilgiyi (pistis) (insan ve doğa yapımı
nesneler, bitkiler, varlıklar ve sanat), inancın üzerine çıkarışı ve en üst
kısma da kavrayışı (us, akıl) koyar ki asıl kesin bilgi buradadır. Tahmin
ve inanç gerçek-kesin bilgi değildirler, sadece sanı (doxa) düzeyindedirler.
- Böylece Platon, idea ile akıl evrenini görünür evrenden bir de bilgi değerinin
düzeyi bakımından ayırmış olmaktadır.
Doxa (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken, episteme
ideaların kesin bilgisidir. Bu sıralamanın en üstünde yer alan iyi ideası
epistemolojik bakımdan (bilgi felsefesi) bilgi derecelerinin, ontolojik bakımdan
(varlıkbilimsel) varlık derecelerinin doruğunu oluşturur.
Platon bilgi nesnelerini taşıdıkları kesinlik düzeyine göre aşağıdan yukarıya
doğru sıralamıştır. En üstte idealar, onun altında sayılar ve matematik
nesneler, onun altında doğa ve sanat dünyası, onun altında ise gölgeler,
akisleri yansılar bulunur. İdeaların ve matematiğin bilgisi kesinlik
ve episteme olarak adlandırılır. Sanat ve doğa dünyasının bilgisi inanç,
gölgelere, imgelere ve yansılara dair bilgiler ise ancak tahmin düzeyinde
kalabilirler.
iyilik İdeası
KAVRANIR DÜNYA
idealar / Formlar
Matematik
DÜALİZM
Görünür Şeyler
(Sanat ve doğa)
GÖRÜNÜR DÜNYA
İmgeler-Yansılar
D. Noessis
(Kavrayış, Saf akıl)
C. Dianoia
(zihin-akıl yürütme)
B Pistis
(İnanç)
A. Eikasia
(Tahmin)
Episteme
(Kesin Bilgi)
Doxa (Sanı)
(Kaynak: http://100megsfree4.com/dictionary/theology/ppic/plato2.gif)
Mağara Alegorisi (Benzetmesi)
- Platon, Devlet adlı eserinde varlık ile bjlgi felsefesinin ve felsefe tarihinin
en meşhur benzetmesini ve kendi düşünce sistematiğinin de özeti niteliğindeki
mağara alegorisi ile yapar.
- Kitapta yer altında bulunan bir mağaradan ve içinde başlarını sağa sola
ya da geriye oynatamayan insanlardan söz edilmektedir. Arkalarından
yanan ateş önündeki duvara kendilerinin ve ateşin önünden geçenlerin
gölgelerini yansıtmaktadır. Mağarada zincire bağlı olanlar sadece yansıyanları
gördüklerinden dolayı bunları gerçek gibi sanırlar. Tüm gerçeklik
duvara yansıyan gölgelerden ibarettir onlar için. Oysa zincirleri bir kez
çözüldüğünde ve dışarı çıktıklarında parlayan Güneşi görecekler ve gerçekliğin
kendisi ile temas kurmuş olacaklardır. Aslında dışarıda görünen
gerçeklik de Platon için bu benzetmeden yola çıkarak idealar dünyasının
yansımasına bir örnek olarak karşımıza çıkar.
- Benzetmede mağaradaki gölgeler görünür evreni, Güneş ise ideayı ve
en başta da iyi ideasını temsil etmektedir.
- Böylece Platon insanları zincirlerinden kurtulup görünür dünyanın ardındaki
gerçekliğe, yani idealar dünyasına ulaşamaya çağırmış olmaktadır.
Çünkü evren de mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve
ölümlü kopyasından başka bir şey değildir.
ÜNİTE 5 |
SOFİSTLER VE SOKRATES
Ünite ile ilgili bilgi:
Bu ünitede, Atina'da ortaya çıkan Sofist
hareketi hakkında bilgileri ve Sokrates'in Sofistlere karşı geliştirdiği
tezleri açıklayabilmek amaçlanmaktadır.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 1
2
SOFİSTLER (M.Ö. 4. YÜZYIL)
- M.Ö. 4. yüzyılda tüm Yunan dünyasının siyasi ve kültürel merkezi haline
gelen Atina, her ne kadar sadece beyaz, erkek ve Yunan soylu kişileri
kapsasa da ileri bir demokrasi düzenini beşiğiydi. Bu özgün demokratik
düzen içerisinde bireylerin çıkarlarını korumaları o dönemde özellikle
sosyal hayatta önemli bir mücadele aracı olan sözü iyi kullanmaları gerekiyordu.
Sözü kullanma ustalığı ve kabiliyeti toplumsal ve siyasi mücadele
bakımından da bir üstünlük getirmekteydi. Bu demokratik düzende
gençlerin eğitim anlayışı da söz söyleme sanatını, yani retorik sanatını
vermeye yönelik bir amaç taşıyordu. Ancak Atina'nın mevcut eğitim yapısının
bu ihtiyacı gideremeyen eksikliğini zamanla, bir düşünce hareketi
olarak Sofistlerin sözü süslemek ve ikna etmek anlamında kullandığı
retorik sanatını, insanlara erdem (Arete) kazandırmak amacıyla yaptıkları
eğitimin gidermeye başlamıştı.
- Sofistler Atina'ya başka Yunan sitelerinden göç eden yabancı kökenli insanlardı.
Atina'nın cezp edici sosyal dokucu ve konuşma sanatı gibi pratik
eğitimdeki ustalıkları onları gezgin öğretmen özelliğini almalarını sağlıyordu.
Ancak bilgiyi para karşılığı satmaları, bilgiyi ayağa düşürdükleri
yönünde eleştiri almalarına neden olmuştur.
- Sofistler, retoriği, bireyi sitede başarılı ve mutlu kılacak pratik yaşam becerilerinin
başlıcası olarak görmekte ve onu politik erdem (politike arete)
olarak nitelemekteydiler. Tutarlı felsefi anlayışla temellendirilen bu düşünce
zamanla olgunlaşmış ve kimi yorumcular bu aydınlama hareketi
olduğunu, kimileri de Yunan dünyasının geleneksel düzen anlayışını yıktığını
belirtmiştir. İki değerlendirme de birbirini tamamlarken Sofistlerin
Yunan dünyasında bıraktığı iz, her ne kadar sonrasında Platon ve Aristoteles
tarafından bertaraf edilmeye çalışılmışsa da tamamen silinememiştir,
etkisi devam etmiştir.
- Sophistes sözcüğü, Yunan dünyasında uzun bir süre bilgili, becerikli, uzman
insan anlamında; bazen de bilge anlamında kullanılmıştır. Kendisi
için sofist nitelemesinde bulunan ilk kişi de Protagoras'tır, Ancak sonraları
Sokrates, Platon ve Aristotelesbu sözcüğü alçaltıcı anlamda da kullanmışlardır
(zira güç arzusu ve yarar düşüncesinden dolayı eleştiriyorlardı
Sofistleri). Her ne olursa olsun sofist sözcüğü öğretmenlik (retorik
sanatının öğretmeni) olarak anlaşılıyordu.
- Sofistler nitelikli nutuklar yapabilmek ve muhatap kişinin üzerinde etkili
olabilmek için dile hakim olmayı ve onun yapısını, işleyişinin iyi bilinmesi
gerektiğini savunmuşlar ve bu yüzden de dil ve düşünce üzerinde sistematik
olarak durmuşlardır. Dil, sofistlerin evi gibiydi. Türlü sözcük
oyunları ile düşünce üzerinde gezinmeleri, muhataplarını şaşkına çevirebiliyordu.
Onlara göre sözcüklerin doğada zorunlu bir karşılığı ya da
nesnenin zorunlu olarak tek bir doğru adı yoktu ve bu zihinde tamamen
keyfi olarak inşa edildiğinden dolayı her toplum-insan nesneleri tarafından
farklı farklı anlamlandırabilmekteydi. Dolayısıyla da bu durum şüpheciliği
besleyen bir temel yöntem haline geliyordu.
- Sofistlerin insan, bilgi ve toplum anlayışları tamamen insan-merkezcilik
esasına dayandırılmıştı, insan-merkezcilik, başta varlık ve bilgi olmak
üzere, evrendeki tüm olguları insandan hareket ederek açıklamaya çalışır.
Sofistlerin tezlerini de en iyi özetleyen Protagoras'a ait cümle olan
"insan, her şeyin ölçüsüdür" (her şey insana göre anlam ve değer kazanır)
ifadesindeki anlayışta da olduğu gibi insan, hakikati bulup çıkarmaz,
onu bizzat kurar ve üretir. Bu düşüncenin gerisinde her ne kadar öncüller
bulunsa da (örneğin Demokritos'un atomun bir yönünün duyulara hitap
ettiğini ve dil ile varlık arasında zorunlu bağın olmamasını belirtmesi
gibi) aslında bu düşünce sistematiği Yunan felsefesinde bir kırılmayı
da işaret eder.
- Sofistler, önceki düşünürlerin tersine insanın doğasını keşfederek, felsefi
soruşturmalarını doğa alanından insan ve toplum alanına kaydırdılar.
Sofistler, doğa düzeni (Physei) ile toplum ya da yasa düzenini (Nomoi)
birbirinden kesin biçimde ayıran ilk düşünürler olmuşlardır. Özellikle Sofist
Arkhelaos, haklı-haksız, güzel-çirkin gibi değerlendirmelerin physis
düzeninde değil, Nomoi düzeninde ortaya çıktıklarını, tanrıların da yine
bu yasa düzeni tarafından belirlendiğini savunması etkili olmuştur. Bu
anlayışta insan, elbette doğanın bir parçasıdır; ancak diğer canlıların aksine,
kendisine bambaşka bir dünya yaratabilme, kendi yasasını ve doğruluğunu
üretebilmektedir. Doğada adalet, güzellik, erdem ya da iyilik gibi
nitelemeler bulunmaz. Bunlar insanın kendisinin ürettiği ve ancak yasa
düzeninde anlam kazanan kavramlardır.
- Siyasi eşitlik anlamında da çığır açmışlardır. Protagoras, saygınlığın (aidos)
ve adaletin (dike) insanlara eşit biçimde pay edildiğini, bu yüzden
de yönetim sanatında herkesin eşit şekilde hakkı olduğunu belirterek siyasi
eşitlik ilişkisini formüle eden ilk kişi olmuştur. Sofistler insanı diğer
canlılardan ayıran önemli bir özellik anlamında "politika yapan hayvan"
olarak tanımlamaktaydılar. Onlara göre insanda siyaset yapma becerisi
saygınlık ve adaletten önce gelmekteydi. Bu tanımlama Platon ve Aristoteles
tarafından da büyük ölçüde benimsenmiş ve "homo societus" ifadesinde
nihai anlatımını bulmuştur (Latince'deki "insan" (homo) ve "toplum"
(societus) sözcüklerinden türetilmiş olan bu ifade insanın özü itibariyle
toplumsal bir varlık olduğunu vurgular). Sofistlerin insanı doğadan
farklılaştıran bu öz niteliğini ortaya koymaları insanı doğadan hareketle
değil, site ve yasa düzeninden hareketle (onu inşa etmesi anlamında)
yaparak mümkün olmuştur. Bu durum ise hakikat arayışının sadece evren
düzeni doğrultusunda gerçekleştirilmeyeceğini de habercisi olmuştur.
Nitekim Platon'un Sofistlerden hemen sonra ideal düzenin merkezine
siteyi koyma çabası da bu arayışın bir etkisidir.
- Genel bilgi anlayışları, kesin ve genel geçer bilginin olmadığı yönündedir.
Her şeyi insanın pratik ihtiyaçlarına göre kavradıklarından dolayı yararcıdırlar.
Bilgi anlayışı tamamen pratik beceriler üzerinedir, çünkü
amaç bireyin toplumsal hayatta başarılı olmasıdır. Kimi yorumcular ise
bu düşünceleri Yunan dünyası için yıkıcı bulmuşlardır.
- Başlıca Sofistlerden biri olan Gorgias, "Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez,
bilinse de ifade edilemez" diyerek varlık algısının kişiden kişiye değiştirdiğini
ve bundan dolayı da insanlar arasında varlığın neliğine ilişkin
özlü bir uzlaşmanın sağlanamayacağı düşüncesini doğurmuştur. Aslında
bu söz Parmenides'in mantıksal katılığına da İronik bir eleştiridir. Yunan
dünyasındaki doğruluk anlayışını sarsan ve yeryüzündeki insan sayısı
kadar doğruluk olabileceğine dayanan bu tavır, kimileri tarafından
Sofistlerin ahlaki erozyona neden oldukları yönünde de eleştiriler yapmasına
neden olmuştur.
- Sofistler Yunan felsefesinin gelişimini derinden etkilemişler, insanı tanımanın
bir yolu olarak dili önemsemeleri (dil ve düşünce yapısı üzerine
yöntemlerin gelişimini tetiklemiştir) ve retoriği bir sanat haline dönüştürmeleri,
bunun yanında "erdemli insan" arayışlarından dolayı eğitimin de
felsefenin bir diğer önemli sorunu olmasını sağlamışlardır. Sözcükler
üzerindeki hoyratlıkları, anlam ve akıl yürütme konusunda Platon ve
Aristoteles'i arayışlara sürüklemiştir.
SOKRATES
- Felsefe tarihinde adından en çok söz ettiren düşünürlerdendir. Ardında
hiçbir eser bırakmamış olması ve büyük ölçüde öğrencisi Platon'un
eserlerinde geçen bilgilere dayanması kimileri tarafından sadece bir kurgu
olduğu iddia edilse de Platon dışında bazı önemli kişilerin de bu tarihsel
kişiliğe göndermede bulunması, bu iddiayı büyük ölçüde geçersiz
kılmıştır. Platon'un diyaloglarında Sokrates'in yer alıyor oluşu, Platon'un
Sokrates'i kendi adına mı konuşturmaktadır yoksa bağımsız bir tarihsel
kişilik midir sorusunu bu iddia çerçevesinde de gündeme taşımıştır. Ancak
yapılan çalışmalar Sokrates'in kendi düşüncelerini ortaya koyan bir
tarihsel kişilik olduğunu göstermiştir.
- Sokrates'in felsefi görüşlerine ilişkin bilgiler, Platon'un gençlik dönemi diyaloglarına
dayanır. Savunma, Kriton, İon, Lysis, Euthyphron ve Devlet'in
I. kitabından oluşan bu eserler Sokrates'in belirgin etkisi nedeniyle
Sokratik Diyaloglar olarak nitelendirilmişlerdir. Bu eserlerde Sokrates,
Sofistlerin Atina'da yol açtığı ahlaki yıkımla mücadele eden ve gençlerin
eğitimi ile yakından ilgilenen ve onların mutluluğunu amaçlayan bir bilge
olarak yer alır.
- Sokrates'i Yunan düşünürleri arasındaki şöhreti, görüşlerinin büyük ölçüde
insan, ideal site ve ahlak ülküsü üzerine olmasıdır. Görüşleri büyük
ölçüde Sofistlere yönelik karşı çıkışlardır.
- Sofistler insana yarar sağlayacak şeylerin (çıkar) mubah sayılması gerektiğini
ve yararı ön plana getirmişlerdir. Sokrates de Sofistler gibi insan
için en yüksek amacının mutluluğa (eudaimonia) ulaşmak olduğunu savunmuştur.
Mutlu olmak için iyi, iyi olmak için de erdemli olmaktan geçiyordu.
Yunan insanının erdemden (arete) anladığı şey, adalet, doğruluk,
ölçülülük, cesaret, bilgelik ve dindarlıktı. Bunları genel olarak tüm Yunan
düşünürleri (Sofistler ve Sokrates dahil) benimsiyordu. Aynı şekilde Sokrates
gençlerin erdem için eğitimini de Sofistler kadar önemsiyordu. Ancak
erdemin ve onun alt türlerinin (cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık,
doğruluk) ne olduğu konusunda ise Sokrates farklılaşmaya başlıyordu
ve düşünsel çabasının omurgasını da bu soruşturma oluşturuyordu.
Sokrates muhataplarına "nedir?" (ti esti) diye sormaktadır. "Cesaret nedir?"
(Lakhes diyalogunda), "ölçülülük nedir?" ya da "bilgelik nedir?"
(Kharmides diyalogu), dindarlık nedir (Euthyphron diyalogu) ya da bir
bütün olarak "erdem nedir?" sorularından oluşur bu sorgulamalar. Amaç
erdem için kesin bir tanım bulmak ve böylece gençlere verilecek erdem
eğitimine sağlam bir zemin hazırlamaktır.
- Sokrates'in yer aldığı diyalogların hepsinde bu sorular genel olarak Sofistlerin
cevapları üzerinden yürümektedir. Mutluluğu, doğruluğu ve genel
anlamıyla erdemi hükmetme becerisi ilişkilendiren ve güçlü olanın
haklı olduğunu savunan Sofist düşünceler Sokrates'in mücadele ettiği
tezler olmuştur.
- Sokrates, sorulan sorulara öne sürülen tanımları, kendine özgü bir yöntemle,
yani İronik yöntem ile çürütür ve tanımlamaların geçersizliğini
mantıksal argümanlarla kanıtlamaya çalışır. Bu yöntem bir bütün olarak
Sokratik Elegie, yani çürütme olarak adlandırılır. Aradığı tanımda, erdemin
zamana ve mekana göre değişen farklı görünümleri değil, zaman ve
mekana göre değişmeyen, erdemin tüm farklı görünümlerinde değişmez
biçimde ortak olan özlüğü talep etmiştir. Bu yüzden de tüm soruşturmalar
sonuçsuz kalır. Bu öz aranmış olsa da kesin olarak ortaya konulmamaktadır.
"Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" sözü bundan dolayı
anlamlıdır. Çünkü o muhataplarına bilmekten ziyade, bildiğini sandığı
şeyleri tekrar sınamasını, "bilme" işinin sanılandan çok daha zor olduğunu
ve sağlam temellendirilmesi gerektiğini tavsiye eden bir bilge kişi görünümündedir.
- Sokrates'in ahlak anlayışı büyük ölçüde "kendini bil" düşüncesine dayanır.
Bununla birlikte, insanın tüm davranışlarını değişmez bir davranış ilkesine
dayandırması gerektiğini savunur. Bunlar ahlaki bir insanın nasıl
olması gerektiğine yönelik yargılar olsa da bu ahlaki ilkelerin ne olduğu,
erdemin tanımında olduğu gibi son kertede kapalı kalmaktadır. Ancak
Sokrates onun akla kavranabilecek bir yapı olduğunu da belirtmiştir.
- Sokrates, bir ebe olduğunu ve gençlerin ruhlarını doğurttuğunu söylüyordu.
Bu doğurtma, insanın doğasında doğuştan saklı bulunan hakikatlerin
açığa çıkarılması esasına dayanıyordu. Maieutike (ebelik, doğurtma
esaslı) adı verilen bu süreç, serbest ama yöntemli bir diyalogla gerçekleştiriliyordu.
- Sokrates'in cevapsız bıraktığı soruşturmalar Platon tarafından sistematik
düşünce etkinliği doğrultusunda kendi içinde tutarlı çözümler getirmeye
yöneltmiştir.
- Sofistler, insanı merkeze koymakta ve böylece doğruluğun kişiden kişiye
değiştiğini belirtmekteydiler. Sokrates ise bunun ancak görünüşte
böyle olduğunu, oysa görünür farklılıkların altında değişmez özlerin olduğunu
savunuyordu. Duyularla kavranılan değişken şeylerin ötesinde,
akli bir özlüğün varlığını ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Bu Antik Yunan'da
doğa filozoflarının savunduğu bir durumdu, ancak Sokrates'i
ayırt edici özelliği bu düşünceyi ilk kez ve başarılı bir biçimde insani-toplumsal
yöne uyarlamış olmasıdır.
- Sofistler, doğa dünyası ile insan (veya yasa dünyasını) birbirinden ayırıp,
yasa dünyasının (insan) tamamen göreli bir yapı sergilediğini savunmuşlardı.
Sokrates ise insan dünyasında da doğadaki gibi bir genel geçerlik
bulunduğunda ısrar etmiştir.
ÜNİTE 6
PLATON: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI
Ünite ile ilgili bilgi: Platon'un yaşamı ve yapıt-
PLATON'UN YAŞAMI VE YAPITLARI (M.Ö. 427-348)
- Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerindendir ve etkisi günümüze kadar
gelebilmiş, sistematik felsefe çağının başlangıcını taşıyan filozoftur.
- Atina'da doğmuştur, iyi eğitim almıştır. Sokrates'in öğrencisi oimuş ve
onun sorgulama yönteminden etkilenmiştir. Yaşadığı dönemde Atina, oligarşiyi
savunanlar ile demokrasi yanlıları arasında şiddetli çekişmelere
sahne olmaktaydı. Platon hem ailesinden dolayı hem de özel ilgisi onu
sitedeki siyasal yaşamın bir parçası haline getirmiştir, iktidarı elinde bulunduran
oligarşi yanlıları, zaman zaman şiddete başvurmakta ve Sokrates'i
de kendi amaçları için alet etmeye çalışmışlardı. Demokrasi yanlılarının
yönetime gelmesi ile de Sokrates suçu olmadığı halde Atina
gençliğini sapkın inanışlara yönlendirdi için idama mahkum edilmiştir. Bu
duruma yakından şahit olan öğrencisi Platon yaşananların derin tesiri altında
kaldı ve siyasi bakımdan da demokrasi karşıtı bir düşünceyi hayatı
boyunca hep korudu. Bu olaydan sonra siyasetten vazgeçip felsefeye
yöneldi ve çeşitli seyahatlere çıktı. 40 yaşından önce gittiği Güney italya'da
yaygın bir düşünceye sahip Pythagoras'ın öğretilerinden etkilendi.
M.Ö. 387-388 dolaylarında Atina'da Akademia adında felsefe, matematik,
geometri, astronomi ve fizik eğitiminin verildiği okulu kurdu. Bu aynı
zamanda Batı düşüncesinin ilk büyük akademisi olarak anılacaktı. Okul
hem Platon'un kendi hayatında hem de düşüncesinin gelişiminde önemli
bir adım oldu. Okulda Aristoteles de öğrenim görüyordu.
- Platon, ilk büyük dizgesel yaklaşımı olan, bir dizge kuran, büyük bir filozoftur.
Bazı yorumcular, Platon'un en önemli yanının, doğrunun araştırılmasında
biricik kılavuz olarak "akıl"ı kabul etmesi olduğunu belirtmişlerdir.
- Hemen hemen hepsi diyalog şeklinde olmak üzere 30'dan fazla eser
yazmıştır. Önemli eserleri dil, düşünce ve zaman bakımından seyirleri
şöyle gruplanmaktadır:
Sokratik Dönem Eserleri:
Gençlik döneminde kaleme aldığı ve Hocası
Sokrates'in etkilerini taşıyan eserlerdir (Savunma, Kriton, ion, Lakhes, Kharmides,
Euthyhron, Lysis ve Devletin 1. kitabı). Bu eserlerdeki amaç, erdemin ve
onun alt türlerini tanımlama çabasını, erdemin değişen görünümünü değil, değişmez
özünü bulabilme arayışıdır.
Geçiş Dönemi Eserleri:
Hocasının eserlerinden sıyrılıp kendi özgün eserlerini
ortaya koyduğu yapıtlardır (Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos,
Kratylos).
Olgunluk Dönemi Eserleri:
Özgün düşüncesini ortaya koyduğu ve Platoncu
söylemin doruğa çıktığı eserlerdir (Symşposium, Phaidon, Devlet, Phaedrus).
Yaşlılık Dönemi Eserleri:
Öğretilerini çeşitli açılardan sınamaya ve sorgulamaya
yönelik eserlerdir (Theaetetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos,
Timaois, Yasalar).
PLATONUN İDEALAR ÖĞRETİSİ
- Gorgias adlı eseri, erdem hakkında Sokratik diyalogların tersine erdem
hakkında ilk defa bir tanım getirildiği için Sokrates'ten sıyrıldığı ve kendi
görüşlerini dile getirdiği başlıca eser olarak kabul edilir. Bunda Platon'un
Güney İtalya seyahati sonrası Pythagorasçı öğretilerle tanışmış olmasının
etkisi büyüktür. Platon'un iki temel öğretilerinden biri olan "ruhun
ölümsüzlüğü öğretisi" bu etkinin biri ürünü sayılmaktadır.
Bir diğer temel öğretisi "idealar öğretisi"dir, ki bu iki öğreti Platon'un varlık,
bilgi, ahlak ve toplum anlayışının bu iki öğretiden türediği söylenebilir.
- İdealar öğretisi, Sokrates'in erdem tartışmalarına bir yanıt gibidir ve aranan
öz niteliğindedir. Euthyphron adlı eserinde "idea" ve "eidos" sözcüklerini
ilk kez kullanır ve dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı
görünümlerinde ortak olan değişmez özü bu iki kavramla anmıştır. Phaidon'da
adalet, güzellik, iyilik gibi kavramlarla ideayı ilişkilendirir. Cesaret
konusunda da ortak bir tanım geliştirir. Sayıların, doğal ve sıradan nesnelerin
de ideaları olduğunu belirtir.
- Platon'un varlık anlayışı, bütün görünür (duyular) dünyanın, düşüncelerimizin
ve kavramlarımızın, duyuların ötesinde ve ondan bağımsız bir
varlığa sahip bir gerçeklikle, yani idealarla ilişkili olduğunu savunur, idealar
görünen dünyanın arkasında yatan gerçekliktir.
- Örneğin doğada tek tek tikel ağaçlara varlığını veren tek bir ağaç ideası
vardır ve bu ağaç tikellerinden bağımsızdır. Böylelikle ideaların herhangi
bir yere işaret etmeden ve yalnızca düşünce ile kavranabilen, zamandan
ve mekandan bağımsız yapılar oldukları görülür. Dolayısıyla Platon
duyular evreni (aisthets topos) ile düşünülür evren (noetos topos) veya
idealar evrenini birbirinden kesin bir biçimde ayınrmıştır. "idealar vardır"
ve "idealar görünür şeylerden ayrıdır" şeklinde iki temel öğretiyi özetlemiştir.
Varlık- Var Olan Ayırımı
- Platon'un ideaların görünür şeylerden ayrı bir varlığa sahip olduğunu belirtmesi
onu metafizik bakımdan ikici (düalist) bir düşünür olmaya götürmüştür.
Böylece evren birbirine indirgenmeyecek iki ayrı yapıya bölünmüştür.
- Duyulur evren, zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiğinden onun
kesin bir bilgisine sahip olmak güçleşir. Oysa idealar dünyası görünür
dünyadaki şeylerin tamlığını bir yansıma şeklinde temsil eder. Görünürler
ideaların sadece sönük birer gölgesidir. Örneğin tek tek görünür
ağaçlardan bağımsız ama tüm ağaları temsil eden idealar dünyasında
bir ağaç ideası vardır ve bu ağaç, ağaçların kusursuz biçimini temsil
eder. Bu tanrısal yapıda değişmez bir özdür. Platon bu özlüğü "kendinde
varlık" olarak tanımlar. Örneğin tüm görünür güzelliklerin ardında onu
kusursuz biçimde temsil eden "kendinde güzel" vardır ve kendinden
başka bir şeye gerek duymayan ama güzel olan her şeyin de güzellik
nedeni olan değişmez varlıktır. Bu durum tüm nesneler için geçerlidir.
Güzelliğin kendi güzelliğini, güzellik ideasına borçlu olması, "varlık" ile
"var olan" arasında bir ayırıma gidildiğini ve var olanların kendi varoluşlarını
Varlığa borçlu oldukları genel düşünceye götürdüğünü gösterir. Bu
noktada Varlık, idealardır ve sonradan meydana gelmemiştir ve yok da
olmayacaktır. Görünür şeyler ise sonradan "ol"dukları için onlara "var
olan" denilmiştir.
- Bu düşünce biçimi esas olarak Parmenides'in "varlık" atfetti tüm özelliklerin
izlerini taşır. Zira Parmenides, evrendeki her şeyin tek bir varlıktan
ibaret olduğu farklı varlıkların oluşmuş olmasının ise duyuların bir aldatmacası
olduğunu ve sürekli tamamlanmaya çalıştıklarından dolayı değiştiklerini
ileri sürmekteydi.
- İdealar birer kendinde varlıktırlar. Zamana ve mekana bağlı olmadan,
değişimden bağışık, kendinden başka bir şeye gereksinim duymayan,
bu yüzden sadece akıl ile kavranabilen yapılardır. Duyulur nesneler, yani
var olanlar ise zamana ve mekana tabidir, sürekli değişirler, idealara
gereksinim duyarlar ve bundan dolayı da akıl yürütmeye gerek duymadan
duyulanma nesneleridirler ve varlıklarını özlerini meydana getiren
idealara borçludurlar. Herakleitos'un değişim dediği sürece tabiidirler.
Idealar İle Duyulur Evren Arasındaki İlişki Sorunu ve Demiourgos
- Platon, maddi yapıda olan duyulur/görülür şeyler ile maddi olmayan ve
sadece düşünce ile kavranabilen soyut idealar arasındaki ilişki sorununu
erken dönem eserlerinde duyulur nesnelerin idealara "katılmaları",
idealardan belli oranda "pay almaları", ideaları onları "taklit" etmeleri veya
ideaların onlarda "bulunmaları" şeklinde açıklamaya çalışmışsa da
yaşlılık döneminde sorunu tam anlamıyla çözmediğini görmüş olmalı ki
Timaios adlı eserinde Demiourgos adını verdiği düzenleyici Tanrısal gücü
öne sürmüştür.
- Demiourgos, özünde iyi bir varlıktır ve kelime anlamı olarak "el işçisi",
"zanaatkar" olan ve bir tür "evren mimarı" olarak düşünülmüştür. Demiourgos,
başlangıçta hiçbir biçime, renge, kokuya yani onu algılayabilecek
hiçbir vasfa sahip olmayan ve bundan dolayı da var olmama durumunda
bulunan kaotik durumdaki ilk maddeyi, idealara bakarak belli bir
biçime, renge, kokuya vs kavuşturmuştur. Evreni (insan ruhu da dahil)
belli bir amaç çerçevesinde (evreni iyi kılmak) belli bir forma (idealar) göre
biçimlendirmiştir.
- Timaios adlı eserinde, bütünlüklü bir evren tablosu çizer ve bunu üç temel
nedene dayandırır. Bunlardan ilki, idealardır. İkincisi idealardan bağımsız
ve henüz bir nitelik taşımayan kaotik durumdaki ilk madde; üçüncüsü
ise formlara bakarak kaotik ilk maddeyi şekillendiren ve onu insan
için algılanabilir kılan Demiourgos'tur. Bunların üçü de ezeli ve ebedidir;
yani sonradan meydana gelmemişlerdir ve yok olmayacaklardır da.
İyi İdeası
- Platon, Parmenides'in yaptığı gibi tek bir Varlık öne sürmek yerine, bir
varlıklar çokluğu (idealar) önermiştir. Bu varlıklar, yani idealar kendi aralarında
kusursuz bir düzene ve hiyerarşiye sahiptirler. Bu hiyerarşinin en
üstünde ise iyi ideası yer almaktadır.
- Eserlerinde idealardan öz (ousia), iyi ideasından ise öz ötesi öz (hyperousia)
diye söz etmiştir. Devlet kitabında ideaları duyulur şeylerin nedeni,
iyi ideasını ise diğer idealar da dahil evrendeki her şeyin en yüksek
nedeni olarak gösterilmiş, her şeyin iyi ideasından bir miktar pay aldığı,
her şeyin iyi ideasına yöneldiği, onun gibi istediği ve tanrılığını onda bulduğu
şeklinde bir görüş getirmiştir, bunun nedeni iyi ideasının diğer idealarda
ortak bulunuyor olmasıdır.
- Böylece iyi ideası, evrendeki her şeyin ontolojik özlüğü oluşturur (Platon'un
temel ontolojik tezlerinden biridir), iyi varlıkla özdeş tutulur ("İyi
varlıktır ve varlık iyidir"). Bu ontolojik yargı, Platon'un bilgi, varlık, ahlak
ve toplum anlayışına da yansır ve insanın özünün de iyi bir varlık olduğu
sonucuna götürür.
- Demiourgos'ın Tanrısal gücü ile İyilik ideasının tüm varlığın nedeni olarak
gösterilmesi bunlardan hangisinin Tanrı olmaya layık olduğu sorunu
gündeme getirmiştir. Platon'a göre Demiourgos ve iyi ideası Tanrısallığın
iki yönünü temsil ederler. Demiourgos, Tanrının etkin düzenleyici
(akıl ve ruh sahibi) yönünü, iyilik ideası ise değişmez formel yönünü
(durgun ve sabit) temsil eder.
- Platon, iyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirinden bağımsız düşünmez,
bilakis üçü arasında hiçbir fark görmeyerek üçünün de tek bir idea
olduğunu ve Varlığın en yüksek özlüğü olduğunu ifade eder (üçünü de
tek başına temsil eden iyi ideasıdır). Yani varlık, özü gereği hem iyi, hem
güzel hem de adildir. Bu görüş, zıt unsurların birbirinin yerini alırken adaletsizlik
cezasını da taşıdıklarını savunan Anaksimandros'a da bir cevap
niteliğindedir.
Şeylerin Ası! Doğası Olarak İdealar
- Sofistler ve Sokrates'e kadarki Yunan felsefenin çoğunlukla doğa araştırmalarına
yönelmesi ve bu yüzden de düşünürlerin doğa bilimcileri
(pyhsikoi) olarak adlandırılmasına yol açmış, Platon'un idealar öğretisinin
son kertede doğayı (physis) açıklamaya yönelmesi, bu durumu tekrar
felsefenin gündemine taşımıştır. Ancak Platon, kendisinden önceki
düşünürlerin görünür evren ve onun dayandığı hakikatlerden ibaret gördükleri
physisi, görünür evrenden tamamen bağımsız bir özelliğe sahip
olan idealarla değiştirmiştir.
- Platon sık sık "idea" sözcüğü yerine "physis" sözcüğünü de bu anlayış
bağlamında kullanır ve ideaları görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür.
- idealar kavranırlar, görünemezler.
- Duyulur dünyadaki her nesnenin ideasına yönelmesi ve ideasındaki
tamlığa ulaşarak tamamlanmaya çalışması, aynı zamanda kendi doğasına
doğru bir yöneliştir. İdealar, duyulur şeylerin varoluşlarının "nedeni",
"amacı" ve "yetkinliği/tamlığı"dırlar.
- Evrendeki her şey, doğası gereği son kertede iyiliği, Güzelliği, Adaleti
tek başına temsil eden İyi ideasına yönelmektedir.
- Dolayısıyla Platon'un varlık, ahlak ve toplum anlayışında bir şeyin iyi,
güzel ve adil olabilmesi için mümkün olduğunda ideasına benzemesi,
yani mümkün olduğunca doğasını gerçekleştirmesi düşüncesine dayanmaktadır.
Ruhun Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar
- Platon, ideaları duyular dünyasından tamamen ayırdığında, insanın bu
aşkın varlıkla nasıl temas kuracağı da gündeme geliyordu ki, bu durum,
idealar öğretisiyle birlikte, ruhun ölümsüzlüğü öğretisine yönelmeyi beraberinde
getiriyordu.
- Platon, benzer benzerle bilinebilir ilkesinden hareketle, ruhu da mümkün
olduğunca idealara benzer bir yapıya sahip şekilde ele almıştır.
- Ruh, maddeye oranla daha temel ve önemli bir varlık olarak görülmüştür.
Daha önce idealar dünyasında bulunan ruh, Platon'a göre tanrısal
bir nitelik taşır. Ruh sonradan yeryüzüne sürüklenmiş, kökünden ayrı
düşmüş ve bir bedenin içinde hapsedilmek zorunda kalarak alçalmıştır.
- Platon, maddi ve somut yapıdaki bedensel duyu organlarının, hiçbir
maddilik içermeyen soyut idealarla asla temas kuramayacağını, bunun
için insanı duyu organlarından farklı bir bilme yetisiyle donatmak gerektiğini
düşünüyordu, insanı ideaların bilgisini elde edebilmesini sağlayacak
bir nitelikle donatmak gerektiğinin farkındaydı. Hiçbir duyusal ve
maddi içerik taşımayan idealar, maddi yapıdaki duyu organlarıyla bilinemezdi.
Bunun için Platon, yapıca idealara benzeyen (ruhu, hiçbir zaman
idea olarak görmeyen ama idealar dünyasında yer alan) ölümsüz ruh
anlayışını idealar öğretisiyle eş zamanlı biçimde geliştirme gereği duydu.
- İdealara ve ruha yüklenilen özellikler aynıdır: ikisi de değişmezdir, yalındır,
ölümsüzdür ve tanrısaldır.
- Platoncu düzende ruha çok büyük işlevler yüklenmiştir. Çünkü ruh, idealara
mümkün olduğunca benziyor olmasından ötürü, ideaları kendisine
bilgi nesnesi haline getirmesine yol açar. İnsan ruhu ideaya en çok benzeyen
yapı olarak ve bundan dolayı da ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından
elde edilebileceği düşünülmüştür.
- Ruh, sonsuz olduğu için yapıca formlara benzer ama beden içinde bulunması,
zaman ve mekanda maddi olmasına da yol açar. Ruh, bu ara
konumundan dolayı idealar alemiyle insanın kültür, toplum ve siyaset
düzeni arasında bağlantı sağlayan bir köprü vazifesi görür.
- Ruh evrendeki tanrısal düzeni, kendisinde bulunan bilme yetisi sayesinde
yeryüzüne taşıyacak, iyi ideasını kavramasıyla sitenin ve yurttaşların
ideal düzene kavuşmasını sağlayacaktır.
- Ruhun bir başka işlevi ise duyulur dünyadaki şeylerin özünü, yani bilgisini
bize anımsatmadır.
PLATON'UN BİLGİ ANLAYİŞİ
Bilgi Anımsamadır
- Platon'a göre "Bilgi anımsamadır (anamnesis)". Yani önceden edinilmiş
olan saklı bilgilerin ruh aracılığıyla açığa çıkarılması, anımsanmasına
dayanır. Bunun gerekçesini ise inşa ettiği felsefi görüş olan idealar dünyasının
niteliği oluşturur. Zira Platon'a göre görünür dış dünyanın bilgisinde
biz şeylerin özünü bulamayız, çünkü dış dünya çoklu görünüme
sahiptir. Ama buna rağmen biz dünyayı, şeyleri değişmez teklik ya da öz
biçiminde algılarız. Örneğin yeryüzünde birçok ağaç olmasına rağmen
hepsine birden ağaç dememizin sebebi ağaçtan ağaca değişmeyen
özün (ousia) aklımızdaki varlığıdır. Görünür dünya sürekli deştiğine göre
bizdeki bu ağaç ideası nereden gelmektedir? Platon bunun cevabını
bu dünyadan önceki bir yaşama ve ideaların o dünyanın bilgisini bize
anımsatmasına bağlar.
- Platon, bilginin kaynağına ilişkin yargılarına Menon adlı diyalogunda "erdem
nedir" , "bilgi nedir?" sorularına cevap arayışının ve Sofistlerin bilginin
imkansızlığına yönelik tezlerini çürütmeye dayalı geliştirdiği son
aşamada "Bilgi, zaten önceden bilinen bir şeyin anımsanmasıdır" şeklinde
ifade ettiği bilmenin mümkün olduğunu kanıtlama sonucunda ulaşmıştır.
- Kesin bilgi (episteme) için ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da kanaat
ve ne de kanıtlanmış doğru sanı bir zemin oluşturabilir. Kesin bilgi (episteme)
ideanın bilgisidir, duyulur onanın ötesinde, doğuştan gelir ama
anımsanmaya muhtaç niteliktedir, idealara dayanmadan kesin bilgiye
ulaşılamaz, insan bu bilgiyi ise diyalektik yöntem yoluyla elde eder.
Diyalektik Yöntem
- Platon diyalektik yöntemi insan ruhunda saklı bulunan idea bilgisinin açığa
çıkarılması amacıyla ortaya koyar. Diyalektiğin nihai amacı idealar
düzenini kavramaktır.
- Düşünmeyi insan olmanın temel şartı olarak gören Platon, insanın yaşayabilmesi
için de görünür çokluğun bilgisini idealar denilen tekliğe indirilmesine
bağlı olduğunu, ideaların bilgisinin de karşılıklı birleşme, katılma,
karışma, pay alma ilişkilerinin kavranması ve anlamlı düşünme ile konuşmanın
temel şartı ile oluştuğunu savunmuştur. Bunu kavramının
yöntemini ise diyalektik olarak vermiştir.
- Diyalektik, biri "dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak"
(toplama-sunagoge), diğeri de "düşünceyi tabii eklem yerlerinden
ayırmak" (ayırma-diairesin) olmak üzere iki temel faaliyete dayanmaktadır
(Devlet Adamı adlı eser). Diyalektiğin şeyleri karışmış oldukları kaos
durumundan çıkaran ve onlara belli sınırlar tayin eden Nous'un faaliyetini
çağrıştırmaktadır.
- Platon'un diyalektik yöntemi Sofistlerin retorik yöntemi ile pek çok bakımdan
zıtlık gösterir. Sofistler şeylerin aldatıcı kopyası üzerinden yaptıkları
konuşmalarla dinleyicileri aldatabilmekteydiler. Oysa Platon'a göre
diyalektik, sözcüklerin ve nesnelerin ötesinde değişmez özü yakalamaya
çalıştığı için, bize değişmez olanın bilgisini sağlayacaktır.
- Diyalektik, duyulur şeyler üzerinden basamak basamak yükselen ve iyi
ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan bir süreçtir (örneğin insanın
tek tek şeyleri severek bunların ortasındaki ortak nitelikleri keşfetme
sonrasında Güzelin kendisine (ideasına) ulaşması. Bu durum Adalet ve
iyi için de geçerlidir). Bu yükseliş süreci Platon'un varlıklar ve bilgi konuları
arasında yapmış olduğu hiyerarşik sıralamaya dayanır.
Bölünmüş Çizgi Benzetmesi
- Platon Devlet adlı eserinde bilginin derecelendirilmesinden bahseder ve
"bölünmüş çizgi" benzetmesiyle bunu açıklamaya çalışır. Bu iki parçadan
biri görünen dünyayı, diğeri kavranan dünyayı (idealar) dünyasını
temsil eder. Sonra bu iki parça tekrar ikiye ayrılır. Bu dört parça aşağıdan
yukarıya doğru düşünüldüğünde, alttaki iki parça duyuların değişken
ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür-kavranan olanın
aydınlık dünyayı temsil eder.
- Bu ayırım içinde en üstte kesin bilgi (episteme) sağlayan idealar alanı
yer alır. Onun altında ise geometrik şekillerin ve sayıların alanı bulunur,
idealar saf akılla (nous) (diyalektik yolu ile) kavranabilirken, sayılar ve
geometrik şekiller akıl yürütme ile (zihinle-dianomia) (matematik yolu ile)
kavranırlar. Her iki yapı kesin bilgiyi (episteme) sağlar.
- Çizginin altında yer alan bölümde imgeler, gölgeler ve yansımalar yer
alır. Bunlar karanlık tarafı teşkil eder ve sanılardan oluşur. Bunlara ilişkin
bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Derecelendirme ile bunun
hemen üzerine inanç düzeyindeki bilgiyi (pistis) (insan ve doğa yapımı
nesneler, bitkiler, varlıklar ve sanat), inancın üzerine çıkarışı ve en üst
kısma da kavrayışı (us, akıl) koyar ki asıl kesin bilgi buradadır. Tahmin
ve inanç gerçek-kesin bilgi değildirler, sadece sanı (doxa) düzeyindedirler.
- Böylece Platon, idea ile akıl evrenini görünür evrenden bir de bilgi değerinin
düzeyi bakımından ayırmış olmaktadır.
Doxa (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken, episteme
ideaların kesin bilgisidir. Bu sıralamanın en üstünde yer alan iyi ideası
epistemolojik bakımdan (bilgi felsefesi) bilgi derecelerinin, ontolojik bakımdan
(varlıkbilimsel) varlık derecelerinin doruğunu oluşturur.
Platon bilgi nesnelerini taşıdıkları kesinlik düzeyine göre aşağıdan yukarıya
doğru sıralamıştır. En üstte idealar, onun altında sayılar ve matematik
nesneler, onun altında doğa ve sanat dünyası, onun altında ise gölgeler,
akisleri yansılar bulunur. İdeaların ve matematiğin bilgisi kesinlik
ve episteme olarak adlandırılır. Sanat ve doğa dünyasının bilgisi inanç,
gölgelere, imgelere ve yansılara dair bilgiler ise ancak tahmin düzeyinde
kalabilirler.
iyilik İdeası
KAVRANIR DÜNYA
idealar / Formlar
Matematik
DÜALİZM
Görünür Şeyler
(Sanat ve doğa)
GÖRÜNÜR DÜNYA
İmgeler-Yansılar
D. Noessis
(Kavrayış, Saf akıl)
C. Dianoia
(zihin-akıl yürütme)
B Pistis
(İnanç)
A. Eikasia
(Tahmin)
Episteme
(Kesin Bilgi)
Doxa (Sanı)
(Kaynak: http://100megsfree4.com/dictionary/theology/ppic/plato2.gif)
Mağara Alegorisi (Benzetmesi)
- Platon, Devlet adlı eserinde varlık ile bjlgi felsefesinin ve felsefe tarihinin
en meşhur benzetmesini ve kendi düşünce sistematiğinin de özeti niteliğindeki
mağara alegorisi ile yapar.
- Kitapta yer altında bulunan bir mağaradan ve içinde başlarını sağa sola
ya da geriye oynatamayan insanlardan söz edilmektedir. Arkalarından
yanan ateş önündeki duvara kendilerinin ve ateşin önünden geçenlerin
gölgelerini yansıtmaktadır. Mağarada zincire bağlı olanlar sadece yansıyanları
gördüklerinden dolayı bunları gerçek gibi sanırlar. Tüm gerçeklik
duvara yansıyan gölgelerden ibarettir onlar için. Oysa zincirleri bir kez
çözüldüğünde ve dışarı çıktıklarında parlayan Güneşi görecekler ve gerçekliğin
kendisi ile temas kurmuş olacaklardır. Aslında dışarıda görünen
gerçeklik de Platon için bu benzetmeden yola çıkarak idealar dünyasının
yansımasına bir örnek olarak karşımıza çıkar.
- Benzetmede mağaradaki gölgeler görünür evreni, Güneş ise ideayı ve
en başta da iyi ideasını temsil etmektedir.
- Böylece Platon insanları zincirlerinden kurtulup görünür dünyanın ardındaki
gerçekliğe, yani idealar dünyasına ulaşamaya çağırmış olmaktadır.
Çünkü evren de mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve
ölümlü kopyasından başka bir şey değildir.