Aöf İlkçağ Felsefesi Ders Notları 5-6 Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
İLKÇAĞ FELSEFESİ

ÜNİTE 5 |

SOFİSTLER VE SOKRATES

Ünite ile ilgili bilgi:

Bu ünitede, Atina'da ortaya çıkan Sofist
hareketi hakkında bilgileri ve Sokrates'in Sofistlere karşı geliştirdiği

tezleri açıklayabilmek amaçlanmaktadır.

Arasınav

Final-Bütünleme

6 1

2

SOFİSTLER (M.Ö. 4. YÜZYIL)

- M.Ö. 4. yüzyılda tüm Yunan dünyasının siyasi ve kültürel merkezi haline

gelen Atina, her ne kadar sadece beyaz, erkek ve Yunan soylu kişileri

kapsasa da ileri bir demokrasi düzenini beşiğiydi. Bu özgün demokratik

düzen içerisinde bireylerin çıkarlarını korumaları o dönemde özellikle

sosyal hayatta önemli bir mücadele aracı olan sözü iyi kullanmaları gerekiyordu.

Sözü kullanma ustalığı ve kabiliyeti toplumsal ve siyasi mücadele

bakımından da bir üstünlük getirmekteydi. Bu demokratik düzende

gençlerin eğitim anlayışı da söz söyleme sanatını, yani retorik sanatını

vermeye yönelik bir amaç taşıyordu. Ancak Atina'nın mevcut eğitim yapısının

bu ihtiyacı gideremeyen eksikliğini zamanla, bir düşünce hareketi

olarak Sofistlerin sözü süslemek ve ikna etmek anlamında kullandığı

retorik sanatını, insanlara erdem (Arete) kazandırmak amacıyla yaptıkları

eğitimin gidermeye başlamıştı.

- Sofistler Atina'ya başka Yunan sitelerinden göç eden yabancı kökenli insanlardı.

Atina'nın cezp edici sosyal dokucu ve konuşma sanatı gibi pratik

eğitimdeki ustalıkları onları gezgin öğretmen özelliğini almalarını sağlıyordu.

Ancak bilgiyi para karşılığı satmaları, bilgiyi ayağa düşürdükleri

yönünde eleştiri almalarına neden olmuştur.

- Sofistler, retoriği, bireyi sitede başarılı ve mutlu kılacak pratik yaşam becerilerinin

başlıcası olarak görmekte ve onu politik erdem (politike arete)

olarak nitelemekteydiler. Tutarlı felsefi anlayışla temellendirilen bu düşünce

zamanla olgunlaşmış ve kimi yorumcular bu aydınlama hareketi

olduğunu, kimileri de Yunan dünyasının geleneksel düzen anlayışını yıktığını

belirtmiştir. İki değerlendirme de birbirini tamamlarken Sofistlerin

Yunan dünyasında bıraktığı iz, her ne kadar sonrasında Platon ve Aristoteles

tarafından bertaraf edilmeye çalışılmışsa da tamamen silinememiştir,

etkisi devam etmiştir.

- Sophistes sözcüğü, Yunan dünyasında uzun bir süre bilgili, becerikli, uzman

insan anlamında; bazen de bilge anlamında kullanılmıştır. Kendisi

için sofist nitelemesinde bulunan ilk kişi de Protagoras'tır, Ancak sonraları

Sokrates, Platon ve Aristotelesbu sözcüğü alçaltıcı anlamda da kullanmışlardır

(zira güç arzusu ve yarar düşüncesinden dolayı eleştiriyorlardı

Sofistleri). Her ne olursa olsun sofist sözcüğü öğretmenlik (retorik

sanatının öğretmeni) olarak anlaşılıyordu.

- Sofistler nitelikli nutuklar yapabilmek ve muhatap kişinin üzerinde etkili

olabilmek için dile hakim olmayı ve onun yapısını, işleyişinin iyi bilinmesi

gerektiğini savunmuşlar ve bu yüzden de dil ve düşünce üzerinde sistematik

olarak durmuşlardır. Dil, sofistlerin evi gibiydi. Türlü sözcük

oyunları ile düşünce üzerinde gezinmeleri, muhataplarını şaşkına çevirebiliyordu.

Onlara göre sözcüklerin doğada zorunlu bir karşılığı ya da

nesnenin zorunlu olarak tek bir doğru adı yoktu ve bu zihinde tamamen

keyfi olarak inşa edildiğinden dolayı her toplum-insan nesneleri tarafından

farklı farklı anlamlandırabilmekteydi. Dolayısıyla da bu durum şüpheciliği

besleyen bir temel yöntem haline geliyordu.

- Sofistlerin insan, bilgi ve toplum anlayışları tamamen insan-merkezcilik

esasına dayandırılmıştı, insan-merkezcilik, başta varlık ve bilgi olmak

üzere, evrendeki tüm olguları insandan hareket ederek açıklamaya çalışır.

Sofistlerin tezlerini de en iyi özetleyen Protagoras'a ait cümle olan

"insan, her şeyin ölçüsüdür" (her şey insana göre anlam ve değer kazanır)

ifadesindeki anlayışta da olduğu gibi insan, hakikati bulup çıkarmaz,

onu bizzat kurar ve üretir. Bu düşüncenin gerisinde her ne kadar öncüller

bulunsa da (örneğin Demokritos'un atomun bir yönünün duyulara hitap

ettiğini ve dil ile varlık arasında zorunlu bağın olmamasını belirtmesi

gibi) aslında bu düşünce sistematiği Yunan felsefesinde bir kırılmayı

da işaret eder.

- Sofistler, önceki düşünürlerin tersine insanın doğasını keşfederek, felsefi

soruşturmalarını doğa alanından insan ve toplum alanına kaydırdılar.

Sofistler, doğa düzeni (Physei) ile toplum ya da yasa düzenini (Nomoi)

birbirinden kesin biçimde ayıran ilk düşünürler olmuşlardır. Özellikle Sofist

Arkhelaos, haklı-haksız, güzel-çirkin gibi değerlendirmelerin physis

düzeninde değil, Nomoi düzeninde ortaya çıktıklarını, tanrıların da yine

bu yasa düzeni tarafından belirlendiğini savunması etkili olmuştur. Bu

anlayışta insan, elbette doğanın bir parçasıdır; ancak diğer canlıların aksine,

kendisine bambaşka bir dünya yaratabilme, kendi yasasını ve doğruluğunu

üretebilmektedir. Doğada adalet, güzellik, erdem ya da iyilik gibi

nitelemeler bulunmaz. Bunlar insanın kendisinin ürettiği ve ancak yasa

düzeninde anlam kazanan kavramlardır.

- Siyasi eşitlik anlamında da çığır açmışlardır. Protagoras, saygınlığın (aidos)

ve adaletin (dike) insanlara eşit biçimde pay edildiğini, bu yüzden

de yönetim sanatında herkesin eşit şekilde hakkı olduğunu belirterek siyasi

eşitlik ilişkisini formüle eden ilk kişi olmuştur. Sofistler insanı diğer

canlılardan ayıran önemli bir özellik anlamında "politika yapan hayvan"

olarak tanımlamaktaydılar. Onlara göre insanda siyaset yapma becerisi

saygınlık ve adaletten önce gelmekteydi. Bu tanımlama Platon ve Aristoteles

tarafından da büyük ölçüde benimsenmiş ve "homo societus" ifadesinde

nihai anlatımını bulmuştur (Latince'deki "insan" (homo) ve "toplum"

(societus) sözcüklerinden türetilmiş olan bu ifade insanın özü itibariyle

toplumsal bir varlık olduğunu vurgular). Sofistlerin insanı doğadan

farklılaştıran bu öz niteliğini ortaya koymaları insanı doğadan hareketle

değil, site ve yasa düzeninden hareketle (onu inşa etmesi anlamında)

yaparak mümkün olmuştur. Bu durum ise hakikat arayışının sadece evren

düzeni doğrultusunda gerçekleştirilmeyeceğini de habercisi olmuştur.

Nitekim Platon'un Sofistlerden hemen sonra ideal düzenin merkezine

siteyi koyma çabası da bu arayışın bir etkisidir.

- Genel bilgi anlayışları, kesin ve genel geçer bilginin olmadığı yönündedir.

Her şeyi insanın pratik ihtiyaçlarına göre kavradıklarından dolayı yararcıdırlar.

Bilgi anlayışı tamamen pratik beceriler üzerinedir, çünkü

amaç bireyin toplumsal hayatta başarılı olmasıdır. Kimi yorumcular ise

bu düşünceleri Yunan dünyası için yıkıcı bulmuşlardır.

- Başlıca Sofistlerden biri olan Gorgias, "Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez,

bilinse de ifade edilemez" diyerek varlık algısının kişiden kişiye değiştirdiğini

ve bundan dolayı da insanlar arasında varlığın neliğine ilişkin

özlü bir uzlaşmanın sağlanamayacağı düşüncesini doğurmuştur. Aslında

bu söz Parmenides'in mantıksal katılığına da İronik bir eleştiridir. Yunan

dünyasındaki doğruluk anlayışını sarsan ve yeryüzündeki insan sayısı

kadar doğruluk olabileceğine dayanan bu tavır, kimileri tarafından

Sofistlerin ahlaki erozyona neden oldukları yönünde de eleştiriler yapmasına

neden olmuştur.

- Sofistler Yunan felsefesinin gelişimini derinden etkilemişler, insanı tanımanın

bir yolu olarak dili önemsemeleri (dil ve düşünce yapısı üzerine

yöntemlerin gelişimini tetiklemiştir) ve retoriği bir sanat haline dönüştürmeleri,

bunun yanında "erdemli insan" arayışlarından dolayı eğitimin de

felsefenin bir diğer önemli sorunu olmasını sağlamışlardır. Sözcükler

üzerindeki hoyratlıkları, anlam ve akıl yürütme konusunda Platon ve

Aristoteles'i arayışlara sürüklemiştir.

SOKRATES

- Felsefe tarihinde adından en çok söz ettiren düşünürlerdendir. Ardında

hiçbir eser bırakmamış olması ve büyük ölçüde öğrencisi Platon'un

eserlerinde geçen bilgilere dayanması kimileri tarafından sadece bir kurgu

olduğu iddia edilse de Platon dışında bazı önemli kişilerin de bu tarihsel

kişiliğe göndermede bulunması, bu iddiayı büyük ölçüde geçersiz

kılmıştır. Platon'un diyaloglarında Sokrates'in yer alıyor oluşu, Platon'un

Sokrates'i kendi adına mı konuşturmaktadır yoksa bağımsız bir tarihsel

kişilik midir sorusunu bu iddia çerçevesinde de gündeme taşımıştır. Ancak

yapılan çalışmalar Sokrates'in kendi düşüncelerini ortaya koyan bir

tarihsel kişilik olduğunu göstermiştir.

- Sokrates'in felsefi görüşlerine ilişkin bilgiler, Platon'un gençlik dönemi diyaloglarına

dayanır. Savunma, Kriton, İon, Lysis, Euthyphron ve Devlet'in

I. kitabından oluşan bu eserler Sokrates'in belirgin etkisi nedeniyle

Sokratik Diyaloglar olarak nitelendirilmişlerdir. Bu eserlerde Sokrates,

Sofistlerin Atina'da yol açtığı ahlaki yıkımla mücadele eden ve gençlerin

eğitimi ile yakından ilgilenen ve onların mutluluğunu amaçlayan bir bilge

olarak yer alır.

- Sokrates'i Yunan düşünürleri arasındaki şöhreti, görüşlerinin büyük ölçüde

insan, ideal site ve ahlak ülküsü üzerine olmasıdır. Görüşleri büyük

ölçüde Sofistlere yönelik karşı çıkışlardır.

- Sofistler insana yarar sağlayacak şeylerin (çıkar) mubah sayılması gerektiğini

ve yararı ön plana getirmişlerdir. Sokrates de Sofistler gibi insan

için en yüksek amacının mutluluğa (eudaimonia) ulaşmak olduğunu savunmuştur.

Mutlu olmak için iyi, iyi olmak için de erdemli olmaktan geçiyordu.

Yunan insanının erdemden (arete) anladığı şey, adalet, doğruluk,

ölçülülük, cesaret, bilgelik ve dindarlıktı. Bunları genel olarak tüm Yunan

düşünürleri (Sofistler ve Sokrates dahil) benimsiyordu. Aynı şekilde Sokrates

gençlerin erdem için eğitimini de Sofistler kadar önemsiyordu. Ancak

erdemin ve onun alt türlerinin (cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık,

doğruluk) ne olduğu konusunda ise Sokrates farklılaşmaya başlıyordu

ve düşünsel çabasının omurgasını da bu soruşturma oluşturuyordu.

Sokrates muhataplarına "nedir?" (ti esti) diye sormaktadır. "Cesaret nedir?"

(Lakhes diyalogunda), "ölçülülük nedir?" ya da "bilgelik nedir?"

(Kharmides diyalogu), dindarlık nedir (Euthyphron diyalogu) ya da bir

bütün olarak "erdem nedir?" sorularından oluşur bu sorgulamalar. Amaç

erdem için kesin bir tanım bulmak ve böylece gençlere verilecek erdem

eğitimine sağlam bir zemin hazırlamaktır.

- Sokrates'in yer aldığı diyalogların hepsinde bu sorular genel olarak Sofistlerin

cevapları üzerinden yürümektedir. Mutluluğu, doğruluğu ve genel

anlamıyla erdemi hükmetme becerisi ilişkilendiren ve güçlü olanın

haklı olduğunu savunan Sofist düşünceler Sokrates'in mücadele ettiği

tezler olmuştur.

- Sokrates, sorulan sorulara öne sürülen tanımları, kendine özgü bir yöntemle,

yani İronik yöntem ile çürütür ve tanımlamaların geçersizliğini

mantıksal argümanlarla kanıtlamaya çalışır. Bu yöntem bir bütün olarak

Sokratik Elegie, yani çürütme olarak adlandırılır. Aradığı tanımda, erdemin

zamana ve mekana göre değişen farklı görünümleri değil, zaman ve

mekana göre değişmeyen, erdemin tüm farklı görünümlerinde değişmez

biçimde ortak olan özlüğü talep etmiştir. Bu yüzden de tüm soruşturmalar

sonuçsuz kalır. Bu öz aranmış olsa da kesin olarak ortaya konulmamaktadır.

"Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" sözü bundan dolayı

anlamlıdır. Çünkü o muhataplarına bilmekten ziyade, bildiğini sandığı

şeyleri tekrar sınamasını, "bilme" işinin sanılandan çok daha zor olduğunu

ve sağlam temellendirilmesi gerektiğini tavsiye eden bir bilge kişi görünümündedir.

- Sokrates'in ahlak anlayışı büyük ölçüde "kendini bil" düşüncesine dayanır.

Bununla birlikte, insanın tüm davranışlarını değişmez bir davranış ilkesine

dayandırması gerektiğini savunur. Bunlar ahlaki bir insanın nasıl

olması gerektiğine yönelik yargılar olsa da bu ahlaki ilkelerin ne olduğu,

erdemin tanımında olduğu gibi son kertede kapalı kalmaktadır. Ancak

Sokrates onun akla kavranabilecek bir yapı olduğunu da belirtmiştir.

- Sokrates, bir ebe olduğunu ve gençlerin ruhlarını doğurttuğunu söylüyordu.

Bu doğurtma, insanın doğasında doğuştan saklı bulunan hakikatlerin

açığa çıkarılması esasına dayanıyordu. Maieutike (ebelik, doğurtma

esaslı) adı verilen bu süreç, serbest ama yöntemli bir diyalogla gerçekleştiriliyordu.

- Sokrates'in cevapsız bıraktığı soruşturmalar Platon tarafından sistematik

düşünce etkinliği doğrultusunda kendi içinde tutarlı çözümler getirmeye

yöneltmiştir.

- Sofistler, insanı merkeze koymakta ve böylece doğruluğun kişiden kişiye

değiştiğini belirtmekteydiler. Sokrates ise bunun ancak görünüşte

böyle olduğunu, oysa görünür farklılıkların altında değişmez özlerin olduğunu

savunuyordu. Duyularla kavranılan değişken şeylerin ötesinde,

akli bir özlüğün varlığını ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Bu Antik Yunan'da

doğa filozoflarının savunduğu bir durumdu, ancak Sokrates'i

ayırt edici özelliği bu düşünceyi ilk kez ve başarılı bir biçimde insani-toplumsal

yöne uyarlamış olmasıdır.

- Sofistler, doğa dünyası ile insan (veya yasa dünyasını) birbirinden ayırıp,

yasa dünyasının (insan) tamamen göreli bir yapı sergilediğini savunmuşlardı.

Sokrates ise insan dünyasında da doğadaki gibi bir genel geçerlik

bulunduğunda ısrar etmiştir.



ÜNİTE 6

PLATON: VARLIK VE BİLGİ ANLAYIŞI

Ünite ile ilgili bilgi: Platon'un yaşamı ve yapıt-

PLATON'UN YAŞAMI VE YAPITLARI (M.Ö. 427-348)

- Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerindendir ve etkisi günümüze kadar

gelebilmiş, sistematik felsefe çağının başlangıcını taşıyan filozoftur.

- Atina'da doğmuştur, iyi eğitim almıştır. Sokrates'in öğrencisi oimuş ve

onun sorgulama yönteminden etkilenmiştir. Yaşadığı dönemde Atina, oligarşiyi

savunanlar ile demokrasi yanlıları arasında şiddetli çekişmelere

sahne olmaktaydı. Platon hem ailesinden dolayı hem de özel ilgisi onu

sitedeki siyasal yaşamın bir parçası haline getirmiştir, iktidarı elinde bulunduran

oligarşi yanlıları, zaman zaman şiddete başvurmakta ve Sokrates'i

de kendi amaçları için alet etmeye çalışmışlardı. Demokrasi yanlılarının

yönetime gelmesi ile de Sokrates suçu olmadığı halde Atina

gençliğini sapkın inanışlara yönlendirdi için idama mahkum edilmiştir. Bu

duruma yakından şahit olan öğrencisi Platon yaşananların derin tesiri altında

kaldı ve siyasi bakımdan da demokrasi karşıtı bir düşünceyi hayatı

boyunca hep korudu. Bu olaydan sonra siyasetten vazgeçip felsefeye

yöneldi ve çeşitli seyahatlere çıktı. 40 yaşından önce gittiği Güney italya'da

yaygın bir düşünceye sahip Pythagoras'ın öğretilerinden etkilendi.

M.Ö. 387-388 dolaylarında Atina'da Akademia adında felsefe, matematik,

geometri, astronomi ve fizik eğitiminin verildiği okulu kurdu. Bu aynı

zamanda Batı düşüncesinin ilk büyük akademisi olarak anılacaktı. Okul

hem Platon'un kendi hayatında hem de düşüncesinin gelişiminde önemli

bir adım oldu. Okulda Aristoteles de öğrenim görüyordu.

- Platon, ilk büyük dizgesel yaklaşımı olan, bir dizge kuran, büyük bir filozoftur.

Bazı yorumcular, Platon'un en önemli yanının, doğrunun araştırılmasında

biricik kılavuz olarak "akıl"ı kabul etmesi olduğunu belirtmişlerdir.

- Hemen hemen hepsi diyalog şeklinde olmak üzere 30'dan fazla eser

yazmıştır. Önemli eserleri dil, düşünce ve zaman bakımından seyirleri

şöyle gruplanmaktadır:

Sokratik Dönem Eserleri:

Gençlik döneminde kaleme aldığı ve Hocası
Sokrates'in etkilerini taşıyan eserlerdir (Savunma, Kriton, ion, Lakhes, Kharmides,

Euthyhron, Lysis ve Devletin 1. kitabı). Bu eserlerdeki amaç, erdemin ve

onun alt türlerini tanımlama çabasını, erdemin değişen görünümünü değil, değişmez

özünü bulabilme arayışıdır.

Geçiş Dönemi Eserleri:

Hocasının eserlerinden sıyrılıp kendi özgün eserlerini
ortaya koyduğu yapıtlardır (Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos,

Kratylos).

Olgunluk Dönemi Eserleri:

Özgün düşüncesini ortaya koyduğu ve Platoncu
söylemin doruğa çıktığı eserlerdir (Symşposium, Phaidon, Devlet, Phaedrus).

Yaşlılık Dönemi Eserleri:

Öğretilerini çeşitli açılardan sınamaya ve sorgulamaya
yönelik eserlerdir (Theaetetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos,

Timaois, Yasalar).

PLATONUN İDEALAR ÖĞRETİSİ

- Gorgias adlı eseri, erdem hakkında Sokratik diyalogların tersine erdem

hakkında ilk defa bir tanım getirildiği için Sokrates'ten sıyrıldığı ve kendi

görüşlerini dile getirdiği başlıca eser olarak kabul edilir. Bunda Platon'un

Güney İtalya seyahati sonrası Pythagorasçı öğretilerle tanışmış olmasının

etkisi büyüktür. Platon'un iki temel öğretilerinden biri olan "ruhun

ölümsüzlüğü öğretisi" bu etkinin biri ürünü sayılmaktadır.

Bir diğer temel öğretisi "idealar öğretisi"dir, ki bu iki öğreti Platon'un varlık,

bilgi, ahlak ve toplum anlayışının bu iki öğretiden türediği söylenebilir.

- İdealar öğretisi, Sokrates'in erdem tartışmalarına bir yanıt gibidir ve aranan

öz niteliğindedir. Euthyphron adlı eserinde "idea" ve "eidos" sözcüklerini

ilk kez kullanır ve dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı

görünümlerinde ortak olan değişmez özü bu iki kavramla anmıştır. Phaidon'da

adalet, güzellik, iyilik gibi kavramlarla ideayı ilişkilendirir. Cesaret

konusunda da ortak bir tanım geliştirir. Sayıların, doğal ve sıradan nesnelerin

de ideaları olduğunu belirtir.

- Platon'un varlık anlayışı, bütün görünür (duyular) dünyanın, düşüncelerimizin

ve kavramlarımızın, duyuların ötesinde ve ondan bağımsız bir

varlığa sahip bir gerçeklikle, yani idealarla ilişkili olduğunu savunur, idealar

görünen dünyanın arkasında yatan gerçekliktir.

- Örneğin doğada tek tek tikel ağaçlara varlığını veren tek bir ağaç ideası

vardır ve bu ağaç tikellerinden bağımsızdır. Böylelikle ideaların herhangi

bir yere işaret etmeden ve yalnızca düşünce ile kavranabilen, zamandan

ve mekandan bağımsız yapılar oldukları görülür. Dolayısıyla Platon

duyular evreni (aisthets topos) ile düşünülür evren (noetos topos) veya

idealar evrenini birbirinden kesin bir biçimde ayınrmıştır. "idealar vardır"

ve "idealar görünür şeylerden ayrıdır" şeklinde iki temel öğretiyi özetlemiştir.

Varlık- Var Olan Ayırımı

- Platon'un ideaların görünür şeylerden ayrı bir varlığa sahip olduğunu belirtmesi

onu metafizik bakımdan ikici (düalist) bir düşünür olmaya götürmüştür.

Böylece evren birbirine indirgenmeyecek iki ayrı yapıya bölünmüştür.

- Duyulur evren, zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiğinden onun

kesin bir bilgisine sahip olmak güçleşir. Oysa idealar dünyası görünür

dünyadaki şeylerin tamlığını bir yansıma şeklinde temsil eder. Görünürler

ideaların sadece sönük birer gölgesidir. Örneğin tek tek görünür

ağaçlardan bağımsız ama tüm ağaları temsil eden idealar dünyasında

bir ağaç ideası vardır ve bu ağaç, ağaçların kusursuz biçimini temsil

eder. Bu tanrısal yapıda değişmez bir özdür. Platon bu özlüğü "kendinde

varlık" olarak tanımlar. Örneğin tüm görünür güzelliklerin ardında onu

kusursuz biçimde temsil eden "kendinde güzel" vardır ve kendinden

başka bir şeye gerek duymayan ama güzel olan her şeyin de güzellik

nedeni olan değişmez varlıktır. Bu durum tüm nesneler için geçerlidir.

Güzelliğin kendi güzelliğini, güzellik ideasına borçlu olması, "varlık" ile

"var olan" arasında bir ayırıma gidildiğini ve var olanların kendi varoluşlarını

Varlığa borçlu oldukları genel düşünceye götürdüğünü gösterir. Bu

noktada Varlık, idealardır ve sonradan meydana gelmemiştir ve yok da

olmayacaktır. Görünür şeyler ise sonradan "ol"dukları için onlara "var

olan" denilmiştir.

- Bu düşünce biçimi esas olarak Parmenides'in "varlık" atfetti tüm özelliklerin

izlerini taşır. Zira Parmenides, evrendeki her şeyin tek bir varlıktan

ibaret olduğu farklı varlıkların oluşmuş olmasının ise duyuların bir aldatmacası

olduğunu ve sürekli tamamlanmaya çalıştıklarından dolayı değiştiklerini

ileri sürmekteydi.

- İdealar birer kendinde varlıktırlar. Zamana ve mekana bağlı olmadan,

değişimden bağışık, kendinden başka bir şeye gereksinim duymayan,

bu yüzden sadece akıl ile kavranabilen yapılardır. Duyulur nesneler, yani

var olanlar ise zamana ve mekana tabidir, sürekli değişirler, idealara

gereksinim duyarlar ve bundan dolayı da akıl yürütmeye gerek duymadan

duyulanma nesneleridirler ve varlıklarını özlerini meydana getiren

idealara borçludurlar. Herakleitos'un değişim dediği sürece tabiidirler.

Idealar İle Duyulur Evren Arasındaki İlişki Sorunu ve Demiourgos

- Platon, maddi yapıda olan duyulur/görülür şeyler ile maddi olmayan ve

sadece düşünce ile kavranabilen soyut idealar arasındaki ilişki sorununu

erken dönem eserlerinde duyulur nesnelerin idealara "katılmaları",

idealardan belli oranda "pay almaları", ideaları onları "taklit" etmeleri veya

ideaların onlarda "bulunmaları" şeklinde açıklamaya çalışmışsa da

yaşlılık döneminde sorunu tam anlamıyla çözmediğini görmüş olmalı ki

Timaios adlı eserinde Demiourgos adını verdiği düzenleyici Tanrısal gücü

öne sürmüştür.

- Demiourgos, özünde iyi bir varlıktır ve kelime anlamı olarak "el işçisi",

"zanaatkar" olan ve bir tür "evren mimarı" olarak düşünülmüştür. Demiourgos,

başlangıçta hiçbir biçime, renge, kokuya yani onu algılayabilecek

hiçbir vasfa sahip olmayan ve bundan dolayı da var olmama durumunda

bulunan kaotik durumdaki ilk maddeyi, idealara bakarak belli bir

biçime, renge, kokuya vs kavuşturmuştur. Evreni (insan ruhu da dahil)

belli bir amaç çerçevesinde (evreni iyi kılmak) belli bir forma (idealar) göre

biçimlendirmiştir.

- Timaios adlı eserinde, bütünlüklü bir evren tablosu çizer ve bunu üç temel

nedene dayandırır. Bunlardan ilki, idealardır. İkincisi idealardan bağımsız

ve henüz bir nitelik taşımayan kaotik durumdaki ilk madde; üçüncüsü

ise formlara bakarak kaotik ilk maddeyi şekillendiren ve onu insan

için algılanabilir kılan Demiourgos'tur. Bunların üçü de ezeli ve ebedidir;

yani sonradan meydana gelmemişlerdir ve yok olmayacaklardır da.

İyi İdeası

- Platon, Parmenides'in yaptığı gibi tek bir Varlık öne sürmek yerine, bir

varlıklar çokluğu (idealar) önermiştir. Bu varlıklar, yani idealar kendi aralarında

kusursuz bir düzene ve hiyerarşiye sahiptirler. Bu hiyerarşinin en

üstünde ise iyi ideası yer almaktadır.

- Eserlerinde idealardan öz (ousia), iyi ideasından ise öz ötesi öz (hyperousia)

diye söz etmiştir. Devlet kitabında ideaları duyulur şeylerin nedeni,

iyi ideasını ise diğer idealar da dahil evrendeki her şeyin en yüksek

nedeni olarak gösterilmiş, her şeyin iyi ideasından bir miktar pay aldığı,

her şeyin iyi ideasına yöneldiği, onun gibi istediği ve tanrılığını onda bulduğu

şeklinde bir görüş getirmiştir, bunun nedeni iyi ideasının diğer idealarda

ortak bulunuyor olmasıdır.

- Böylece iyi ideası, evrendeki her şeyin ontolojik özlüğü oluşturur (Platon'un

temel ontolojik tezlerinden biridir), iyi varlıkla özdeş tutulur ("İyi

varlıktır ve varlık iyidir"). Bu ontolojik yargı, Platon'un bilgi, varlık, ahlak

ve toplum anlayışına da yansır ve insanın özünün de iyi bir varlık olduğu

sonucuna götürür.

- Demiourgos'ın Tanrısal gücü ile İyilik ideasının tüm varlığın nedeni olarak

gösterilmesi bunlardan hangisinin Tanrı olmaya layık olduğu sorunu

gündeme getirmiştir. Platon'a göre Demiourgos ve iyi ideası Tanrısallığın

iki yönünü temsil ederler. Demiourgos, Tanrının etkin düzenleyici

(akıl ve ruh sahibi) yönünü, iyilik ideası ise değişmez formel yönünü

(durgun ve sabit) temsil eder.

- Platon, iyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirinden bağımsız düşünmez,

bilakis üçü arasında hiçbir fark görmeyerek üçünün de tek bir idea

olduğunu ve Varlığın en yüksek özlüğü olduğunu ifade eder (üçünü de

tek başına temsil eden iyi ideasıdır). Yani varlık, özü gereği hem iyi, hem

güzel hem de adildir. Bu görüş, zıt unsurların birbirinin yerini alırken adaletsizlik

cezasını da taşıdıklarını savunan Anaksimandros'a da bir cevap

niteliğindedir.

Şeylerin Ası! Doğası Olarak İdealar

- Sofistler ve Sokrates'e kadarki Yunan felsefenin çoğunlukla doğa araştırmalarına

yönelmesi ve bu yüzden de düşünürlerin doğa bilimcileri

(pyhsikoi) olarak adlandırılmasına yol açmış, Platon'un idealar öğretisinin

son kertede doğayı (physis) açıklamaya yönelmesi, bu durumu tekrar

felsefenin gündemine taşımıştır. Ancak Platon, kendisinden önceki

düşünürlerin görünür evren ve onun dayandığı hakikatlerden ibaret gördükleri

physisi, görünür evrenden tamamen bağımsız bir özelliğe sahip

olan idealarla değiştirmiştir.

- Platon sık sık "idea" sözcüğü yerine "physis" sözcüğünü de bu anlayış

bağlamında kullanır ve ideaları görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür.

- idealar kavranırlar, görünemezler.

- Duyulur dünyadaki her nesnenin ideasına yönelmesi ve ideasındaki

tamlığa ulaşarak tamamlanmaya çalışması, aynı zamanda kendi doğasına

doğru bir yöneliştir. İdealar, duyulur şeylerin varoluşlarının "nedeni",

"amacı" ve "yetkinliği/tamlığı"dırlar.

- Evrendeki her şey, doğası gereği son kertede iyiliği, Güzelliği, Adaleti

tek başına temsil eden İyi ideasına yönelmektedir.

- Dolayısıyla Platon'un varlık, ahlak ve toplum anlayışında bir şeyin iyi,

güzel ve adil olabilmesi için mümkün olduğunda ideasına benzemesi,

yani mümkün olduğunca doğasını gerçekleştirmesi düşüncesine dayanmaktadır.

Ruhun Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar

- Platon, ideaları duyular dünyasından tamamen ayırdığında, insanın bu

aşkın varlıkla nasıl temas kuracağı da gündeme geliyordu ki, bu durum,

idealar öğretisiyle birlikte, ruhun ölümsüzlüğü öğretisine yönelmeyi beraberinde

getiriyordu.

- Platon, benzer benzerle bilinebilir ilkesinden hareketle, ruhu da mümkün

olduğunca idealara benzer bir yapıya sahip şekilde ele almıştır.

- Ruh, maddeye oranla daha temel ve önemli bir varlık olarak görülmüştür.

Daha önce idealar dünyasında bulunan ruh, Platon'a göre tanrısal

bir nitelik taşır. Ruh sonradan yeryüzüne sürüklenmiş, kökünden ayrı

düşmüş ve bir bedenin içinde hapsedilmek zorunda kalarak alçalmıştır.

- Platon, maddi ve somut yapıdaki bedensel duyu organlarının, hiçbir

maddilik içermeyen soyut idealarla asla temas kuramayacağını, bunun

için insanı duyu organlarından farklı bir bilme yetisiyle donatmak gerektiğini

düşünüyordu, insanı ideaların bilgisini elde edebilmesini sağlayacak

bir nitelikle donatmak gerektiğinin farkındaydı. Hiçbir duyusal ve

maddi içerik taşımayan idealar, maddi yapıdaki duyu organlarıyla bilinemezdi.

Bunun için Platon, yapıca idealara benzeyen (ruhu, hiçbir zaman

idea olarak görmeyen ama idealar dünyasında yer alan) ölümsüz ruh

anlayışını idealar öğretisiyle eş zamanlı biçimde geliştirme gereği duydu.

- İdealara ve ruha yüklenilen özellikler aynıdır: ikisi de değişmezdir, yalındır,

ölümsüzdür ve tanrısaldır.

- Platoncu düzende ruha çok büyük işlevler yüklenmiştir. Çünkü ruh, idealara

mümkün olduğunca benziyor olmasından ötürü, ideaları kendisine

bilgi nesnesi haline getirmesine yol açar. İnsan ruhu ideaya en çok benzeyen

yapı olarak ve bundan dolayı da ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından

elde edilebileceği düşünülmüştür.

- Ruh, sonsuz olduğu için yapıca formlara benzer ama beden içinde bulunması,

zaman ve mekanda maddi olmasına da yol açar. Ruh, bu ara

konumundan dolayı idealar alemiyle insanın kültür, toplum ve siyaset

düzeni arasında bağlantı sağlayan bir köprü vazifesi görür.

- Ruh evrendeki tanrısal düzeni, kendisinde bulunan bilme yetisi sayesinde

yeryüzüne taşıyacak, iyi ideasını kavramasıyla sitenin ve yurttaşların

ideal düzene kavuşmasını sağlayacaktır.

- Ruhun bir başka işlevi ise duyulur dünyadaki şeylerin özünü, yani bilgisini

bize anımsatmadır.

PLATON'UN BİLGİ ANLAYİŞİ

Bilgi Anımsamadır

- Platon'a göre "Bilgi anımsamadır (anamnesis)". Yani önceden edinilmiş

olan saklı bilgilerin ruh aracılığıyla açığa çıkarılması, anımsanmasına

dayanır. Bunun gerekçesini ise inşa ettiği felsefi görüş olan idealar dünyasının

niteliği oluşturur. Zira Platon'a göre görünür dış dünyanın bilgisinde

biz şeylerin özünü bulamayız, çünkü dış dünya çoklu görünüme

sahiptir. Ama buna rağmen biz dünyayı, şeyleri değişmez teklik ya da öz

biçiminde algılarız. Örneğin yeryüzünde birçok ağaç olmasına rağmen

hepsine birden ağaç dememizin sebebi ağaçtan ağaca değişmeyen

özün (ousia) aklımızdaki varlığıdır. Görünür dünya sürekli deştiğine göre

bizdeki bu ağaç ideası nereden gelmektedir? Platon bunun cevabını

bu dünyadan önceki bir yaşama ve ideaların o dünyanın bilgisini bize

anımsatmasına bağlar.

- Platon, bilginin kaynağına ilişkin yargılarına Menon adlı diyalogunda "erdem

nedir" , "bilgi nedir?" sorularına cevap arayışının ve Sofistlerin bilginin

imkansızlığına yönelik tezlerini çürütmeye dayalı geliştirdiği son

aşamada "Bilgi, zaten önceden bilinen bir şeyin anımsanmasıdır" şeklinde

ifade ettiği bilmenin mümkün olduğunu kanıtlama sonucunda ulaşmıştır.

- Kesin bilgi (episteme) için ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da kanaat

ve ne de kanıtlanmış doğru sanı bir zemin oluşturabilir. Kesin bilgi (episteme)

ideanın bilgisidir, duyulur onanın ötesinde, doğuştan gelir ama

anımsanmaya muhtaç niteliktedir, idealara dayanmadan kesin bilgiye

ulaşılamaz, insan bu bilgiyi ise diyalektik yöntem yoluyla elde eder.

Diyalektik Yöntem

- Platon diyalektik yöntemi insan ruhunda saklı bulunan idea bilgisinin açığa

çıkarılması amacıyla ortaya koyar. Diyalektiğin nihai amacı idealar

düzenini kavramaktır.

- Düşünmeyi insan olmanın temel şartı olarak gören Platon, insanın yaşayabilmesi

için de görünür çokluğun bilgisini idealar denilen tekliğe indirilmesine

bağlı olduğunu, ideaların bilgisinin de karşılıklı birleşme, katılma,

karışma, pay alma ilişkilerinin kavranması ve anlamlı düşünme ile konuşmanın

temel şartı ile oluştuğunu savunmuştur. Bunu kavramının

yöntemini ise diyalektik olarak vermiştir.

- Diyalektik, biri "dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak"

(toplama-sunagoge), diğeri de "düşünceyi tabii eklem yerlerinden

ayırmak" (ayırma-diairesin) olmak üzere iki temel faaliyete dayanmaktadır

(Devlet Adamı adlı eser). Diyalektiğin şeyleri karışmış oldukları kaos

durumundan çıkaran ve onlara belli sınırlar tayin eden Nous'un faaliyetini

çağrıştırmaktadır.

- Platon'un diyalektik yöntemi Sofistlerin retorik yöntemi ile pek çok bakımdan

zıtlık gösterir. Sofistler şeylerin aldatıcı kopyası üzerinden yaptıkları

konuşmalarla dinleyicileri aldatabilmekteydiler. Oysa Platon'a göre

diyalektik, sözcüklerin ve nesnelerin ötesinde değişmez özü yakalamaya

çalıştığı için, bize değişmez olanın bilgisini sağlayacaktır.

- Diyalektik, duyulur şeyler üzerinden basamak basamak yükselen ve iyi

ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan bir süreçtir (örneğin insanın

tek tek şeyleri severek bunların ortasındaki ortak nitelikleri keşfetme

sonrasında Güzelin kendisine (ideasına) ulaşması. Bu durum Adalet ve

iyi için de geçerlidir). Bu yükseliş süreci Platon'un varlıklar ve bilgi konuları

arasında yapmış olduğu hiyerarşik sıralamaya dayanır.

Bölünmüş Çizgi Benzetmesi

- Platon Devlet adlı eserinde bilginin derecelendirilmesinden bahseder ve

"bölünmüş çizgi" benzetmesiyle bunu açıklamaya çalışır. Bu iki parçadan

biri görünen dünyayı, diğeri kavranan dünyayı (idealar) dünyasını

temsil eder. Sonra bu iki parça tekrar ikiye ayrılır. Bu dört parça aşağıdan

yukarıya doğru düşünüldüğünde, alttaki iki parça duyuların değişken

ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür-kavranan olanın

aydınlık dünyayı temsil eder.

- Bu ayırım içinde en üstte kesin bilgi (episteme) sağlayan idealar alanı

yer alır. Onun altında ise geometrik şekillerin ve sayıların alanı bulunur,

idealar saf akılla (nous) (diyalektik yolu ile) kavranabilirken, sayılar ve

geometrik şekiller akıl yürütme ile (zihinle-dianomia) (matematik yolu ile)

kavranırlar. Her iki yapı kesin bilgiyi (episteme) sağlar.

- Çizginin altında yer alan bölümde imgeler, gölgeler ve yansımalar yer

alır. Bunlar karanlık tarafı teşkil eder ve sanılardan oluşur. Bunlara ilişkin

bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Derecelendirme ile bunun

hemen üzerine inanç düzeyindeki bilgiyi (pistis) (insan ve doğa yapımı

nesneler, bitkiler, varlıklar ve sanat), inancın üzerine çıkarışı ve en üst

kısma da kavrayışı (us, akıl) koyar ki asıl kesin bilgi buradadır. Tahmin

ve inanç gerçek-kesin bilgi değildirler, sadece sanı (doxa) düzeyindedirler.

- Böylece Platon, idea ile akıl evrenini görünür evrenden bir de bilgi değerinin

düzeyi bakımından ayırmış olmaktadır.

Doxa (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken, episteme

ideaların kesin bilgisidir. Bu sıralamanın en üstünde yer alan iyi ideası

epistemolojik bakımdan (bilgi felsefesi) bilgi derecelerinin, ontolojik bakımdan

(varlıkbilimsel) varlık derecelerinin doruğunu oluşturur.

Platon bilgi nesnelerini taşıdıkları kesinlik düzeyine göre aşağıdan yukarıya

doğru sıralamıştır. En üstte idealar, onun altında sayılar ve matematik

nesneler, onun altında doğa ve sanat dünyası, onun altında ise gölgeler,

akisleri yansılar bulunur. İdeaların ve matematiğin bilgisi kesinlik

ve episteme olarak adlandırılır. Sanat ve doğa dünyasının bilgisi inanç,

gölgelere, imgelere ve yansılara dair bilgiler ise ancak tahmin düzeyinde

kalabilirler.

iyilik İdeası

KAVRANIR DÜNYA

idealar / Formlar

Matematik

DÜALİZM

Görünür Şeyler

(Sanat ve doğa)

GÖRÜNÜR DÜNYA

İmgeler-Yansılar

D. Noessis

(Kavrayış, Saf akıl)

C. Dianoia

(zihin-akıl yürütme)

B Pistis

(İnanç)

A. Eikasia

(Tahmin)

Episteme

(Kesin Bilgi)

Doxa (Sanı)

(Kaynak: http://100megsfree4.com/dictionary/theology/ppic/plato2.gif)

Mağara Alegorisi (Benzetmesi)

- Platon, Devlet adlı eserinde varlık ile bjlgi felsefesinin ve felsefe tarihinin

en meşhur benzetmesini ve kendi düşünce sistematiğinin de özeti niteliğindeki

mağara alegorisi ile yapar.

- Kitapta yer altında bulunan bir mağaradan ve içinde başlarını sağa sola

ya da geriye oynatamayan insanlardan söz edilmektedir. Arkalarından

yanan ateş önündeki duvara kendilerinin ve ateşin önünden geçenlerin

gölgelerini yansıtmaktadır. Mağarada zincire bağlı olanlar sadece yansıyanları

gördüklerinden dolayı bunları gerçek gibi sanırlar. Tüm gerçeklik

duvara yansıyan gölgelerden ibarettir onlar için. Oysa zincirleri bir kez

çözüldüğünde ve dışarı çıktıklarında parlayan Güneşi görecekler ve gerçekliğin

kendisi ile temas kurmuş olacaklardır. Aslında dışarıda görünen

gerçeklik de Platon için bu benzetmeden yola çıkarak idealar dünyasının

yansımasına bir örnek olarak karşımıza çıkar.

- Benzetmede mağaradaki gölgeler görünür evreni, Güneş ise ideayı ve

en başta da iyi ideasını temsil etmektedir.

- Böylece Platon insanları zincirlerinden kurtulup görünür dünyanın ardındaki

gerçekliğe, yani idealar dünyasına ulaşamaya çağırmış olmaktadır.

Çünkü evren de mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve

ölümlü kopyasından başka bir şey değildir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst