Aöf Endüstri Sosyolojisi Ders Notları 3. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
ÜNİTE 3

İŞ GÜCÜ PİYASASININ TANIMI VE İŞLEYİŞİ
Bir ülkenin ekonomik gelişmesini etkileyen faktörlerden biri, sahip olduğu insan gücüdür.İnsan kaynağının kullanımına göre bir ülke için istihdam sorunu ortaya çıkmaktadır. işgücü piyasası; emek arz ve talebinin karşılaştığı, emeğin fiyatı olan ücret ve çalışma koşullarının belirlendiği bir ortamı ifade etmektedir.İşgücü piyasası, ücretlerin ve istihdamın belirlendiği, arz ve talep güçlerine bağlı olarak iş sözleşmeleri yolu ile gerçekte var olan ya da olmayan bir yer, bir buluşma noktasıdır. Bu anlamda toplum bilimciler,işgücü piyasasında neden işgücünün bir kısmının diğerlerinden daha iyi ya da daha kötü işlere yerleştirildiği ile ilgilenir. Her piyasada olduğu gibi işgücü piyasasında da alıcılar ve satıcılar bulunmaktadır. Bu anlamda, alıcılar işverenler iken satıcılar işçilerdir. Alıcı ve satıcılar birbirlerini bir ülke bütününde arıyorsa ulusal işgücü piyasası, sadece yerel düzeyde arıyorsa yerel işgücü piyasası ve ülkeler arasında arıyorsa uluslararası işgücü piyasasından söz edilebilir.

İşgücü piyasalarının temel özellikleri aşağıdaki gibidir.
1.İşgücü piyasası çok sayıdadır: İşgücü piyasaları meslek ve coğrafi alan bakımından sınıflandırılabilir. Marangoz işçileri piyasası, bilgisayar işletmeni piyasası gibi meslek bazlı çok sayıda piyasa olduğu gibi Ege Bölgesi işgücü piyasası, Türkiye iş gücü piyasası gibi coğrafi alan açısından farklı işgücü piyasaları da vardır.

2. Tek bir merkezî ücret bulunmamaktadır: İşgücü piyasalarındaki bilgi eksiklikleri nedeniyle farklı ücretler oluşmaktadır.

3.İşçiler homojen değildir:İşçiler yaş, cinsiyet, eğitim, zekâ, beceri, iş deneyimi ve iş motivasyonu gibi özellikler açısından farklılıklar gösterir.

4.İstihdam ilişkisi süreklidir: Firma mevcut işgücünü her gün yenileri ile değiştiremeyeceğinden emeğin çalıştırılmasında devamlılık esastır.

5.İşçinin emeğini kendisinden ayırmak mümkün değildir: Bir malın alıcı ve satıcıları pazarlık yaptıkları nesnenin dışındadır. Ancak emeğini arz eden birey açısından pazarlığın kişisel hayatı üzerinde etkisi vardır. İşçiler için ne kadar ücret kazanıldığı kadar hangi ortamlarda çalışıldığı da önemlidir. Ücret ve ücret dışı unsurların oluşturduğu istihdam koşullarından en yüksek faydayı elde etmek isterler.

6. İşçilerin pazarlık güçleri genellikle zayıftır: İş arayanların sayısı açık iş sayısından fazla ise ve/veya ikame edilebilirlik derecesi düşükse işveren karşısında pazarlık güçleri zayıftır. Nitelikli sanatkârlar gibi ikâme edilebilmeleri zor olan işçilerin yüksek bir pazarlık gücü vardır.

7. Emek talebi türetilmiş bir taleptir: Diğer mal ve hizmet piyasalarında talep mal ve hizmetlerin sağlayacağı fayda nedeniyle gerçekleşirken emek talebi,mal ve hizmet üretimine bağlıdır. Dolayısıyla herhangi bir mal ve hizmet üretilmeyecekse emek de talep edilmeyecektir.

8. Emek hareketliliği tam değildir: Emeğin hareketliliği önünde bazı engeller vardır. İşgücü piyasasının bütününde ücretlerin dengeli bir hale gelmesi için bir geçici eğilim yaratabilmesine yeterli olacak kadar emeğin hareketli olduğu düşünülse bile emek tam anlamıyla hareketli değildir.

9. İşgücü piyasası bilgisi oldukça eksiktir: İşverenler ve işçiler, işgücü piyasası bütününde ücretler ve iş olanakları hakkında tam olarak doğru bilgiye sahip değildirler.İşgücü piyasasının işleyişi birbiriyle ilişki içersindeki beş aşamada ortaya çıkmaktadır. Bunlar; katılım, etkileşim, tarama, alım ve sunum aşamalarıdır. Katılım aşamasında işgücü, iş olanaklarına ilişkin çeşitli bilgileri toplar. Elde ettiği bilgiler doğrultusunda kendisine uygun bir işe başvurmasıyla ikinci aşamaya geçilir. Bu aşamada, işgücü piyasasındaki yakın arkadaşlarla bağlantılar kurulur ve etkileşim içerisine girilir. Üçüncü aşama olan tarama ise işverenin başvuru yapan işgücü arasından kendisine uygun olanını seçtiği bir ön aşamadır. Alım aşaması olarak nitelendirilen dördüncü aşamada, işveren ile işgücü ilk kez karşılaşır ve işgücü ücret ve çalışma koşulları hakkında bilgiler edinir. Son aşama sunum aşamasıdır ve işverenin işgücünü işe kabul ettiği durumdur. Stok sayısı hem işgücü piyasasına giren ve çıkan bireylerin oranını hem de yeni işçi talepleri ve işten ayrılmalar ile ortaya çıkan açık iş hacmini ifade eder. Brüt olarak işgücü piyasasına girenler ve çıkanlar yaklaşık olarak eşitse istihdam edilen ve işsizlerin toplamı göreceli olarak değişmez.

KATMANLI İŞGÜCÜ PİYASALARI
İşgücü piyasasındaki bölünme, ikili yapı ve katmanlara bağlı olarak açıklanmaktadır. Katmanlı işgücü piyasasına yönelik kavramsal çerçeve 1970’li yıllarda geliştirilmiştir.Katmanlı işgücü piyasası yaklaşımına göre işgücü piyasası beşeri sermaye teorisinin iddia ettiği gibi bireylerin rekabetçi bir ortamda beşeri sermayelerine göre işlere dağıldığı tek bir piyasadan değil, çalışma koşullarının farklılık gösterdiği iki katmandan oluşmaktadır.

Birincil ve İkincil İşgücü Piyasaları
Katmanlı işgücü piyasası, birincil (çekirdek) ve ikincil (çevresel) işgücü piyasası olarak yapılanmaktadır. Birincil ve ikincil işgücü piyasasında bulunan işgücünün çalışma ilişkisi ve koşulları birbirlerinden önemli derecede farklıdır. Birincil işgücü piyasasında çalışan yüksek motivasyonlu ve nitelikli işçilerin daha yüksek ücret, iyi çalışma koşulları, sürekli istihdam ve kariyer beklentileri vardır. Birincil sektördeki firmalar büyük ölçekli, sermaye yoğun ve ileri üretim süreçlerini kullanan, karmaşık işbölümüne sahip ve hiyerarşik yapıdadır. İkincil işgücü piyasası ise daha fazla niteliksiz işçi, düşük ücretler, kötü çalışma koşulları, yüksek işgücü devri oranları, zayıf kariyer beklentisi ve ayrımcılığa da maruz kalabilme ile tanımlanır.İkincil sektördeki firmalar, işçileri için sınırlı olanakların olduğu iş güvencesiz, küçük ölçekli ve teknolojik açıdan gelişmemiş durumdadır.İkincil işgücü piyasasındaki işlerde çalışanlar, çoğunlukla gençler ve dezavantajlı gruplardır.

İçsel ve Dışsal işgücü Piyasaları
Doeringer ve Piore, içsel işgücü piyasasını yönetsel bir organizasyon olarak tanımlamaktadır. Bu yönetsel organizasyonda emeğin fiyatı ve işgücünün dağılımı yönetsel kurallar ve prosedürler tarafından belirlenir. İçsel piyasadaki diğer çalışma yerleri,terfi ya da işçilerin transferi ile doldurulur. Üst kademe pozisyonundaki işlere işçiler terfi ederek ulaşır. Böylece bu pozisyonlar, içsel piyasadaki rekabetçi güçlerin etkisinden korunur. Özetle içsel işgücü piyasasında firma içi kariyer merdivenleri bulunmaktadır.Görüleceği üzere içsel işgücü piyasası, örgüte ait olmayan işçilerin rekabetinden belirli bir firmadaki işçileri koruyan karmaşık prosedürlerdir. Bu piyasalar, dışsal işgücü piyasasından büyük ölçüde izole durumdadır. Emek fiyatı ve çalışma koşulları oldukça istikrarlı yönetsel kurallar tarafından düzenlenmiştir. Firmalar; kendi istihdam standartlarını, işten çıkarmaları, emeğin fiyatını ve işçilerin terfisini belirlerler.Bu kuralların bir bölümü emeğin verimlilik düzeyine bağlı değildir. Örneğin firmaya dışsal piyasadan giriş sınırlı olduğundan terfi, firma içinden kıdeme göre yapılabilir. Ayrıca gelenekler ve sözlü normlar şeklinde tanımlanan firma içi enformel ilişkiler ile de bağlantılıdır.

İşçi ve işveren içsel işgücü piyasasından birtakım avantajlar elde edebilir.
1. İşverenin avantajları şunlardır:
• Firma içindeki işgücünün terfi etmesinin istihdam ve personel seçimi maliyetlerinin ve boş pozisyonların doldurulmasında hata yapma riskini azaltması,
• İşçilerin eğitimi ve yeniden eğitimi ile ilgili işgücü maliyetlerinin azalması,
• Nitelikli beşeri sermaye için firma içi yatırım yapılmasının etkinlik sağlaması,
• İşlem maliyetlerinin (dışsal işgücü piyasasından anlaşma yapmayla ilgili maliyetler) azalması. 2. İşçinin avantajları şunlardır:• İşçilerin istihdamı ve sürekli geliri garanti altına alması,
• Terfi olasılığı
• Firma dışında yeni iş yeri aramann çok fazla zaman alması ve oldukça maliyetli olmasının yaratacağı kayıplardan kurtulma,
• Sosyal hakların ve sosyal korumanın olması.Gürsel vd.leri, yaptıkları incelemede Türkiye’de iki işgücü piyasası katmanını ele almışlardır. Bunlar, tarım dışında kayıtlı-kayıt dışı sektörler ile formel enformel sektörlerdir. Bulgulara göre kayıtlı ve/veya formel sektörlerde gelir/ücretler, eğitim düzeyi ve kıdeme göre belirlenirken kayıt dışı ve/veya enformel sektörlerde daha çok cinsiyet ve kısmi süreli (part-time) çalışma gibi faktörler öne çıkmaktadır.

TÜRKİYE’DE NÜFUS VE İŞGÜCÜNÜN YAPISI
Türkiye’de sivil nüfus 2009 yılında 70 milyon 542 bin kişidir. Bu nüfusun % 26.73’ünü 0-14 yaş grubunda olanların oluşturduğu görülmektedir. Buna karşılık çalışma çağındaki 15-64 yaş nüfus grubunda 46 milyon 777 bin kişi vardır ve sivil nüfusun % 66.31’ini oluşturmaktadır. 65 yaş ve üzerindeki grubun toplam nüfus içindeki payı ise % 6.96’dır. Türkiye nüfusunun 21. yüzyılın ortalarında yaklaşık olarak 95 milyon düzeyine ulaşması ve bu düzeyde durağanlaşması beklenmektedir. Hâlen yılda 1.3 milyon olan doğum sayısının 2015’te 1.1 milyona düşmesi ve bu düzeyde sabit kalması beklenmektedir. Bu azalmanın nedeni ise evlilik yaşının yükselmesi ile gebeliği önleyici yöntemlerin kullanımının artmasıdır. Çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki payı 1935’de % 55, 1950’de % 58, 1980’de % 56 iken 1990’da % 61, 2000’de % 65 olmuştur ve 2023 yılında da % 68 düzeyinde gerçekleşmesi olasıdır. Bu gelişme, Türkiye’nin giderek artan oranda bir istihdam sorunu ile karşı karşıya kalacağını göstermektedir.

İşgücüne dahil olmayan nüfusun 15 yaş üstü nüfus içindeki oranı 1990 yılında % 43 iken 2009 yılında % 52’ye yükselmiştir. İşgücü piyasası dışında kalmayı tercih eden nüfusun cinsiyet dağılımına bakıldığında ise 2009 yılında %72’sinin kadın, % 28’inin de erkek olduğu görülmektedir. İşgücünün hızla artması karşısında sanayi ve hizmet sektörlerinde yeterli istihdam olanağının yaratılamaması, işgücüne katılma oranını düşürmektedir. Ayrıca işgücüne katılma oranının düşmesi, toplumun iktisadi faaliyete katılan kısmının azalması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda toplumun ihtiyaçları daha az sayıdaki üretken nüfus tarafından karşılanmakta ve bağımlılık oranı da hızla yükselmektedir.( İşgücüne katılma oranı,işgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranıdır. Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus ise kurumsal olmayan sivil nüfus içerisindeki 15 ve daha yukarı yaştaki nüfustur. Bu çerçevede kurumsal olmayan nüfusu; okul, yurt, otel, çocuk yuvas, huzurevi, hastane, hapishane, kışla ya da orduevinde ikamet edenler dışında kalan nüfus oluşturmaktadır.)

Öte yandan kadınlar çalıma hayatına erkeklere oranla çok daha düşük düzeyde katılmaktadırlar. İşgücüne katılma oranı 2009 yılında erkeklerde % 70.5, kadınlarda % 26.0’dır. Kentlerde işgücüne katılma oranı ise 2009 yılı itibarıyla erkekte % 69.9, kadında %22.3 iken aynı oran kırda erkek için % 72, kadın için % 34.6’dır. Nitekim 1990 yılında % 52 olan kadın-kırsal işgücüne katılma oranı, 2009 yılında % 34.6’ya gerilemiştir. Bunun nedeni ise kırdan kente göç nedeniyle kadınların ücretsiz aile işçisi statüsünden çıkarak ya ev hanımı ya da ücretli durumuna geçişinin devam etmesidir. Türkiye’de nüfusun işgücüne katılması konusundaki temel olgular şunlardır:
• İşgücüne katılma oranı, kırsal kesimde kentlere göre daha yüksektir.
• İşgücüne katılma oranı, erkeklerde kadınlara göre daha fazladır.
• Çalışma çağındaki nüfusun artmasına rağmen işgücüne katılma oranları, gittikçe azalan bir eğilim göstermektedir.
• İşgücüne katılma oranındaki düşüş, işgücüne dahil olmama yönündeki eğilimin arttığını ifade etmektedir.

İstihdam oranı, istihdamdaki gelişmeyi; dolayısıyla ülkenin iş olanaklarını açıklayan önemli bir ölçüttür. Buna göre 1989-2009 döneminde istihdam oranı % 11.9 azalmıştır. 1989 yılında % 53.1 olan istihdam oranı 2001 yılında % 45.6’ya, 2009 yılında ise en düşük düzeyi olan % 41.2’ye düşüştür. Bu veriler, özellikle 2001 yılından itibaren ülkemizde yeni istihdam alanlarının yeterince yaratılamadığını açıkça ortaya çıkarmaktadır.

TÜRKİYE’DE İSTİHDAMIN NİTELİĞİ
Eksik istihdam
Eksik istihdam, Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2009 yılından itibaren ikiye ayrılmaktadır. Bunlar, zamana bağlı eksik istihdam ve yetersiz istihdamdır.Mevcut işinde ya da diğer işinde/işlerinde 40 saatten daha az süre çalışıp daha fazla çalışmayı arzu edenler, “zamana bağlı eksik istihdam”dadır. “Yetersiz istihdam” ise zamana bağlı eksik istihdam kapsamında yer almamak koşuluyla son dört hafta içinde mevcut işini değiştirmek için veya mevcut işine ek olarak bir iş aramış olan ve böyle bir iş bulduğu takdirde 2 hafta içinde çalışmaya başlayabilecek olan kişilerdir. Eksik istihdam, vasıfsız işlerle ilgili bir olgudur. Nitekim eksik istihdam eğitim düzeyi açısından incelendiğinde en büyük paya sahip olanlar lise ve altı eğitim kurumlarını bitirenlerdir. Eksik istihdamda olan kişiler, düşük gelir elde ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışırken bir yandan daha fazla çalışmayı arzu etmekte; diğer yandan da iş değiştirmek için iş aramaya devam etmektedirler.

İşteki Durum
İstihdamın çalışanların işteki durumuna ya da statüsüne göre dağılımı, ülkelerin gelişmişlik düzeyini ortaya koyan göstergelerden biridir. İstihdamda yaşanan sayısal değişim, istihdam edilenlerin işteki durumlarını da farklılaştırmaktadır. Hane Halkı işgücü Anketlerinde (HİA) çalışanlar işteki durumlarına göre “ücretli, maaşlı”, “yevmiyeli”, “işveren”, “kendi hesabına çalışan” ve “ücretsiz aile işçisi” olarak beş gruba ayrılmaktadır. Bir başkasının işinde nakdi veya ayni gelir elde etmek amacıyla ücret karşılığı çalışanlar “ücretli, maaşlı”;bir işverene bağlı olarak düzenli ve sürekli olmadan işine göre mevsimlik, geçici ya da iş buldukça çalışanlar “yevmiyeli”, kendi işinde en az bir kişiyi ücretli veya yevmiyeli olarak çalıştıranlar “işveren”, kendi işinde yalnız olarak veya ücretsiz aile bireyleri ile birlikte nakdi ve ayni gelir elde etmek amacı ile çalışanlar “kendi hesabına çalışan” ve hane halkının yapmakta olduğu işte bir ücret almaksızın çalışan aile bireyleri “ücretsiz aile işçisi” olarak sınıflandırılmaktadır. istihdam, bir ekonomide çok sayıda bireyin üretken faaliyetlerle meşgul olmasını ifade eder.

İstihdamın Sektörlere Göre Dağılımı
İstihdam edilenlerin yaptıkları işler genellikle üç sektörde toplanmaktadır. Bu sektörler; tarım, sanayi ve hizmetlerdir. Ülkemizde sanayi sektörü, net istihdam yaratmakta zorlanan bir özelliktedir. Gerçekten 1990-2009 döneminde hizmet sektörünün alt sektörlerinin payları incelendiğinde istihdam artışlarının özellikle “toptan ve perakende ticaret, lokanta ve otel” (1990’da % 35.2 iken 2009’da % 42.7’ye yükselmiştir.) ile “mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait işler/finans” (1990’da % 6.8 iken 2009’da % 12.6’ya yükselmiştir.) sektöründe gerçekleştiği görülmektedir. Hizmetler sektörünün diğer iki alt sektörü olan “ulaştırma, haberleşme ve depolama” ile “toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler”in oranı ise aynı dönemde azalmıştır. Hizmetler sektöründeki istihdamın dağılımının bu gelişimi, emek-yoğun bir sektör olan turizmin Türkiye’de net istihdam artışında önemli bir role sahip olduğunu vurgulamaktadır. Kısaca sanayi sektöründe yeterli istihdam artışı sağlanamaması sonucu, işgücü daha çok marjinal işlere ve hizmet sektörüne yönelmektedir.(Marjinal işler; serbest uğraşılar, seyyar satıcılık ve işportacılık gibi alanlarda yapılan çalışmalardır.)

İstihdamın Eğitim Düzeyine Göre Dağılımı
Ülkemizde istihdam edilenlerin eğitim düzeyi yetersizdir. Tablo 5’ten görüleceği üzere 1988 yılında lise ve altı eğitim düzeyinde istihdam % 75’ler civarında iken bu oran 2009 yılında % 70’e düşmüştür. 1988-2009 döneminde lise dengi meslek lisesi mezunlarının istihdam edilme oranı 3 kat, yüksek öğrenim mezunlarının da 4 kat artmıştır. Bir diğer anlatımla istihdamda eğitim düzeyi yükselmiştir. Mesleki eğitim almış olan çalışanlar az sayıda olduğundan işverenlerin teknik çalışan talebi karşılanamamaktadır.

İstihdamın Meslek Gruplarına Göre Dağılımı
Meslek gruplarına göre istihdam edilenler incelendiğinde 2009 yılında toplam 21 milyon 277 bin kişi olan istihdamda en yüksek paya sahip meslek grubunu; % 20.2 (4 milyon 304 bin kişi) ile “nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su ürünleri çalışanları” oluşturmaktadır. 2001-2009 döneminde kadın işgücünün mesleksel açıdan istihdamı bir yandan niteliksiz işlerde, diğer yandan da hizmet sektöründeki işlerde artmıştır. Bu dönemde çalışan kadınların oranı; “nitelik gerektirmeyen işlerde” % 214 (738 bin kişi), “hizmet ve satış elemanları” grubunda % 127 (332 bin kişi) ve “büro ve müşteri hizmetleri” grubunda ise % 82 (271 bin kişi) artış göstermiştir.

Kayıt Dışı İstihdam
Ekonomide gelişmişlik düzeyine bağlı olarak ekonomiye hakim olan sektörlerin ağırlığı değişim göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde imalat ve ticaret sektörü daha ağırlıkta iken gelişmekte olan ülkelerde tarım, inşaat ve hizmetler sektörünün payı fazladır. Gelişmekte olan ülkelerde bu sektörlerin ağırlıkta olması, faaliyetlerin kayıt dışı gerçekleştirilmesi bakımından daha elverişli bir yapı sunmaktadır. 1980’den sonra ulusal ekonomilerin dış piyasaya dönük üretim yapmaları, kayıt dışı ekonominin gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Kayıt dışı istihdam, hem daha düşük ücret ödenebilmesi hem de vergi ve sosyal güvenlik primi ile diğer yasal yükümlülüklerin getirdiği mali yüklerden kurtulma imkânı sağladığından işverenlerin işgücü maliyetlerini düşürülebilmesini mümkün kılmaktadır.

Öte yandan kayıt dışı istihdamın sosyal yapıdan kaynaklanan temel nedenlerinin başında nüfus artışı, nüfusun coğrafi dağılımı, iç ve dış göçler, gecekondulaşma, düzensiz kentleşme, işsizlik ve aile yapısı gelmektedir. Bu gerçekten hareketle göç eden erkekler ve kadınlar, geçimlerini sağlamak amacıyla marjinal işler de dahil olmak üzere bulabildikleri her işi yapmışlardır. Böylece enformel sektör istihdamının önemli bir kısmını oluşturmuşlardır. Enformel sektör bu açıdan “emek süngeri” rolü oynayarak modern istihdam dışında kalan emeğe iş olanağı sağlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde tarım sektörünün istihdam ve Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’daki (GSYİH) payı azalmakla birlikte küçük işletmelere dayalı yapısı değişmemiştir. Ekonomideki payı büyük olan hizmetler sektörü ise yapısı gereği küçük işletmelerin yaygın olduğu bir sektör niteliğindedir. Bu sektörde oluşan gelirin kayıt altına alınabilmesi oldukça güçtür.

Kayıt dışı istihdamda bulunan işletmelerin çokluğu, haksız rekabete yol açmakta ve vergi kayıplarına neden olmaktadır.İşsizliğin yüksek olduğu ortamlarda, kayıt dışı istihdam daha da artmaktadır.İş arayan, iş bulmuş olmakta veya daha uygun ücretle çalışmakta; işveren, malını daha yüksek fiyatla satmakta ve tüketici ilgili ürünü daha ucuza satın alabilmektedir. Çalışma hayatı ile ilgili olumsuz etkiler büyük ölçüde kayıt dışı istihdamdan kaynaklanmaktadır.Kayıt dışı istihdam, öncelikle sosyal güvenlik sisteminin etkinliğini azaltmaktadır. Kayıt dışı istihdam; çalışanların gerekli niteliklere sahip olmaması ve asgari yaş haddi, asgari ücret, fazla mesai ve işyeri standartları gibi konulardaki düzenlemelere uyulmaması, gerekli sosyal güvenlik, vergi ve diğer fonların eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi anlamına gelmektedir. Kayıt dışı ekonominin olumsuz etkilerinin yanında olumlu etkileri de bulunmaktadır. Kayıt dışılığın ekonomi üzerindeki olumlu etkileri esasen istihdama sağladığı yarar, atıl faktörlerin üretime katılması ve düşük fiyatla mal üretimi şeklindedir. altında olan sektörlerde çalışanlar, eğitimleri açısından belirli bir düzeyde olduğundan nitelikli elemanlardır. Kayıt dışı ekonomide ise her eğitim düzeyinden insana istihdam olanağının sağlanması, hem işsizliği azaltmakta hem de işverenlere daha düşük maliyette işgücü çalıştırma olanağı sağlamaktadır.

Türkiye’de 2003 yılı HİA sonuçlarına göre istihdam edilen 21 milyon 147 bin kişinin % 51.7’si kayıt dışıdır. 2009 yılında da istihdam edilen 21 milyon 277 bin kişinin % 43.8’i kayıt dışıdır.Özet olarak Türkiye’de kayıt dışı istihdamın özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• Türkiye’de 2009 yılında istihdam edilen her 100 çalışanın 44’ü kayıt dışıdır.
• 2009 yılında ülkemizde kayıt dışı istihdam edilenlerin % 48.3’ü tarım, % 51.7’si tarım dışı sektördedir.
• Ülkemizde 2009 yılında kayıt dışı çalışanların % 45.8’i kentlerde, % 54.2’si kırsal kesimdedir.
• Tarım dışı sektörde istihdam edilenlerin kayıt dışılığı 2000 yılından itibaren artmaya başlamıştır.
• 2003-2009 döneminde kayıt dışı çalışanlar arasında “ücretli, maaşlı veya yevmiyeliler” ile “işverenlerin” sayısı artarken “kendi hesabına çalışanlar” ile “ücretsiz aile işçilerinin” sayısı azalmıştır.• 2009 yılında tarım sektöründeki toplam kayıt dışı istihdamın % 50.7’sini “ücretsiz aile işçileri” oluşturmaktadır.• 2009 yılında tarım dışı sektördeki toplam kayıt dışı istihdamın % 61.1’i “ücretli, maaşlı veya yevmiyeliler”den meydan gelmektedir.• Gerek tarım gerekse tarım dışı sektörde işveren olarak çalışanlarda kayıt dışı istihdam en düşük düzeydedir.• Kayıt dışı istihdam tarım sektöründe daha çok “ücretsiz aile işçisi” ile “kendi hesabına çalışanlarda”, tarım dışı sektörde ise “ücretli, maaşlı veya yevmiyeliler” ile “kendi hesabına çalışanlar” arasında yaygındır.

TÜRKİYE’DE İŞSİZLİĞİN NİTELİĞİ
İşsizlik Tanımı, Unsurları ve Türleri
İşsizlik bir sosyal sorun olduğu kadar enflasyon gibi çözümlenmeye çalışılan ekonomik bir sorundur. İşsizlik oranı ise işsiz nüfusun işgücü içindeki oranıdır ve işi olmayan, iş arayan işgücünün oranını ifade eder.İşsizlik oranlarındaki düşme ekonomide üretim ve satış düzeyinin yükseldiğinin, işsizlik oranlarındaki yükselme ise üretim ve satışların azaldığının bir göstergesidir. Dolayısıyla işsizlik oranı düşüş eğiliminde ise ekonomide açık iş mevcuttur ve büyüme söz konusudur. Ancak işsizlik oranı yükseliyorsa talepteki düşüşe bağlı olarak firmalar işçi çıkarmakta veya personel teminini azaltmakta ya da ertelemektedir. Çalışma arzu ve gücünde olup geçerli ücret üzerinden belirli sürelerde iş arama faaliyetine giren; ancak iş bulamayan kimseye işsiz ve bu olguya da işsizlik” denilmektedir.

TÜİK’in tanımına göre “referans dönemi içinde istihdam hâlinde olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiç bir işte çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden iş aramak için son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 2 hafta içinde iş başı yapabilecek durumda olan tüm kişiler işsizdir”. Ayrıca üç ay içinde başlayabileceği bir iş bulmuş ya da kendi işini kurmuş; ancak işe başlamak ya da iş başı yapmak için çeşitli eksikliklerini tamamlamak amacıyla bekleyenler de işsiz nüfus kapsamına dahildirler. Bu çerçevede işsizliğin unsurları şunlardır:
• Birey, istihdam dışı olup iş bulamamış durumdadır.
• Bireyin gayri iradi olarak karşılaştığı bir çalışmama durumudur.
• Birey, iş arama eylemi içerisindedir.
• Birey, iş başı yapmaya hazır olup çalışma arzu ve gücündedir.
• Birey, günün geçerli ücret düzeyi ve çalışma saatleri üzerinden çalışma gereksinimindedir.İşsiz
sayılabilmenin temel unsurları, bir işte çalışmayı istemek ve aktif olarak iş aramaktır.“Arızi ya da geçici (friksiyonel) işsizlik hariç olmak üzere çalışma irade ve kararında olan emek birimlerinin üretime bilfiil katılabildiği duruma” tam istihdam adı verilmektedir. Söz konusu işsizlik oranı, 1960’larda % 4 düzeyinde iken 1970’li ve 1980’li yıllardan itibaren % 5.5, hatta % 6 düzeyine yükselmiştir. Günümüzde ortak görüş, işsizlik oranı yaklaşık % 4.0 ila % 5.0 arasında olduğunda “uygulamada” tam istihdamın meydana geldiği yönündedir. Tam istihdam oranı, “doğal işsizlik oranı” olarak da adlandırılmaktadır.

Doğal işsizlik oranı, işgücü piyasasında arz ve talep fazlasının olmadığı durumda ve mevcut ile beklenen enflasyon oranının eşit olması halinde uzun vadede oluşabilecektir. Dolayısıyla işgücü piyasası dengede iken var olan işsizlik oranıdır. Gizli işsizlik ise “herhangi bir üretim alanında işgücünün bir kısmı üretimden ayrıldığında üretimde herhangi bir azalmanın meydana gelmemesidir.” Özellikle tarımsal faaliyetlerin mevsimsel olması nedeniyle tarım sektöründe ve kamu işletmelerinde sıklıkla rastlanan bir olgudur. Gizli işsizliğin temel özellikleri; gelir düşüklüğü, becerilerin tam olarak kullanılamayışı ve düşük verimliliktir. Öte yandan resmî istatistiklerin kapsamındaki işsizliği ifade eden açık işsizlik; geçici işsizlik, yapısal işsizlik, konjonktürel işsizlik, mevsimlik işsizlik ve teknolojik işsizlik şeklinde türlere ayrılmaktadır. Bunlardan geçici işsizlik, kısa sürelidir ve çalışanların bir işten ayrılıp diğerine geçiş yaparken iki iş arasında bilgi eksikliği nedeniyle geçirdikleri geçici dönemi ifade eder. Bunun nedeni işgücü piyasası yeterince saydam olmadığından emek, arz ve talep edenlerin bir araya gelmesinin zaman alabilmesidir. Yapısal işsizlik, uzun sürelidir; işgücü piyasalarında açık işler ile iş arayanların aynı anda mevcut olmaları ve bir araya gelememeleri sonucunda oluşan işsizliktir. Bu işsizlik, ekonominin ihtiyaç duyduğu nitelikteki işgücünün işgücü piyasasında bulunmamasından kaynaklanır. Konjonktürel işsizlik ise işgücü piyasasında yeterince açık iş olmaması nedeniyle meydana gelir.

Ekonomik durgunluk ya da daralma dönemlerinde yaşanan dönemsel işgücü talebi yetersizliğinden ortaya çıkar.Mevsimlik işsizlik de konjonktürel işsizlik gibi emek talebindeki dalgalanmaların sonucudur. Ancak bu dalgalanmalar beklenen dalgalanmalardır ve yıl boyunca sistematik bir seyir izlemektedir. Tarım, turizm, inşaat gibi mevsime bağlı işlerde işsizlik oranı yazın azalırken kışın artmaktadır. Bu anlamda mevsimlik işsizlik,iklim koşullarına ve/veya satın alma alışkanlıklarındaki değişikliklere bağlı olarak istihdam düzeyinde görülen yıl içindeki dalgalanmalardır.

Son olarak teknolojik işsizlik, teknolojik gelişmeler sonucu emeğin yerine makinenin ikâme edilmesi nedeniyle emek verimliliği artığından emek istihdamının azalması durumudur.Türkiye’de İşsizliğin Yapısı ve Özellikleri Cumhuriyet’in kuruluşunda % 9.1 gibi yüksek bir düzeyde olan işsizlik oranı, planlı kalkınma döneminin başlangıcı olan 1963 yılında % 3.4 olarak gerçekleşmiştir.İşsizlik oranları 1963 sonrasında genellikle artmış ve 1978 yılında % 10.1’e yükselmiştir. Bu bağlamda Cumhuriyet’in kuruluşundan 1970’li yılların ikinci yarısına kadar işsizlik, düşük oranlarda seyretmiş ve genel bir sorun hâline gelmemiştir. Bunun temel nedeni, bu dönem boyunca sanayide çalışan sayısının sınırlı olması ve çalışanların önemli kısmının tarım kesiminde istihdam edilmesidir. 1988 yılında % 8.4 olarak gerçekleşmiştir.İşsizlik; nüfus artışının, istihdamsız büyümenin ve ekonomik krizlerin de etkisiyle 2000’li yıllardan itibaren kronik bir sorun hâline gelmiş ve işsizlik oranı 2010 yılında % 11.9 olmuştur. 1988-1998 yılları arası dönemde işsizlik oranı ortalama % 7.9’larda seyrederken 1999-2009 döneminde % 10.0’a yükselmiştir. 2010 yılında işsizlik oranı olumlu bir gelişme ile % 11.9’a düşmüş olmasına rağmen kriz öncesindeki düzeyi olan 2007 yılındaki % 10.3 düzeyine inememiştir. Türkiye ortalaması olarak 1988 yılında % 7.5 olan erkek işsizlik oranı, 2009 yılında 13.9 olarak gerçekleşmiş iken 1988 yılında % 10.6 olan kadın işsizlik oranı, 2009 yılında % 14.3 olmuştur. Kentsel ve K›rsal Kesimde ‹flsizlik 1988-2009 dönemindeki veriler incelendiğinde kentsel işsizlik oranlarının kırsal kesimden 2.3 kat fazla olduğu görülmektedir.Kentsel alanlarda işsizlik oranı, 2001 ekonomik krizinin ardından % 14.2’ye ve 2008 ekonomik krizinin ardından da % 16.6’ya yükselmiştir.
Cinsiyet açısından bakıldığında ise kentsel kesimde kadın işsizlik oranları erkeklere göre daha yüksektir. Kentlerde kadınlar arasındaki işsizlik, 2002-2007 yılları arasında bir azalma seyri izlemiş ve % 18.7’den % 16.1’e düşmüştür. 2009 yılında kadın işsizlik oranları, kırsal kesimde % 5.3 iken kentsel kesimde % 20.4’tür.

Eğitim Gruplarına Göre İşsizlik
Türkiye’de işsizlik, eğitim düzeyleri itibarıyla incelendiğinde okur yazar olmayan ile lise ve altı eğitimli olan dolayısıyla herhangi bir niteliği bulunmayan işsizlerin oranının diğer gruplara göre yüksek olduğu anlaşılmaktadır. 2009 yılında her dört işsizden üçü bu grupta yer almaktadır. 1988-2009 döneminde lise ve altı eğitimli işsizlerin oranı % 9.1 azalırken lise dengi meslek okulu mezunlarının işsizlik oranı % 6.1, üniversite eğitimi almış olanların da % 7.9 artmıştr. Bu da işsizlik riskinin göreceli olarak lise ve altı eğitimli işsizlerde azalan, lise dengi meslek okulu ile üniversite mezunlarında artan bir seyir izlediğini göstermektedir. Nitelik sahibi eğitimli kesimde işsizliğin artıyor olması, mesleki eğitim ile istihdam arasında yeterli ilişkinin kurulamadığını ifade etmektedir.(İşsizliğin nedenleri arasında bir yandan ülkemizde düşük nitelikli işgücünün bulunması, diğer yandan eğitim ile istihdam arasındaki ilişkinin de yeterince kurulamaması yer almaktadır.) Eğitim durumuna göre işsizlik oranların cinsiyet itibarıyla incelendiğinde vasıfsız eğitim grubunda (okur yazar olmayan ile lise ve altı eğitimli) erkeklerin kadınlara göre daha fazla işsiz kaldıkları anlaşılmaktadır.Bu oran erkeklerde % 81 iken, kadınlarda % 61.5’tir. Dikkat çekici sonuç ise gerek lise dengi meslek okulu ve gerekse üniversite mezunu işsizler arasında kadınların erkeklere göre daha fazla işsizlikle karşı karşıya kalmalarıdır.Nitekim 2009 yılında lise dengi meslek okulu eğitimli işsizlerin oranı erkeklerde % 10.0 iken kadınlarda % 14.8’e ulaşmıştır.

Üniversite eğitimi almış olan kadınların işsizlik oranı ise kendi eğitim düzeylerindeki erkeklerden daha da yüksektir. Belirtilen eğitim düzeyindeki erkeklerde işsizlik oranı % 9 iken kadınlarda % 23.7’dir. Bu sonuç, Türkiye’de vasıflı dört kadından birinin beşeri sermayesinden ekonomik olarak yararlanılamadığını ortaya koymaktadır.Yaş Gruplarına Göre İşsizlikToplam işsizler içerisinde 2009 yılı itibariyla 15-24 yaş grubundaki gençlerin oranı % 32.4’tür. Bu oran, 1988-2009 döneminin başlangıcında % 60 olarak gerçekleşmiştir.1988-2009 döneminde işsizler içerisinde 15-24 yaş grubunun aldığı pay, yarı yarıya azalmıştır. 25-34 yaş grubunda yer alan işsizlerin aldığı pay ise ilk sıraya yükselmiştir. 1988 yılında erkek işsizlerin % 59’u, kadın işsizlerin ise % 62.4’ü 15-24 yaş grubunda iken 2009 yılı itibariyla aynı oran sırasıyla % 29.9 ve % 38.8 olarak gerçekleşmiştir. Oranlar, her 100 erkeğin 30’unun ve her 100 kadının 39’unun gençlerden oluştuğunu göstermektedir.Genç İşsizliğiTürkiye’de genç işsizlik sorunu, önemli bir yapısal sorundur.

Genç işsizliğinin 2008 ekonomik krizi sürecindeki gelişimi; 2007’de % 20.0, 2008’de % 20.5 ve 2009’da 25.3’tür. Genç işsizliği sorunu; esasen ülkemizde yeterli iş imkânı yaratılamaması, eğitimsizlik, ilk kez işgücü piyasasına girme ve 2001 ile 2008 ekonomik krizlerinin özellikle gençler arasındaki işsizlik oranını artırması ile ilgilidir.İş Aramaİş ararken işgücü piyasası hakkında bilgi edinilmesindeki eksiklikler, geçici işsizliğe neden olabilir. Dolayısıyla bilgi elde etmenin yüksek maliyeti ve işlerin nitelik ile ücretleri konusundaki bilgi eksikliği, geçici işsizliğe yol açacağı gibi iş bulma süresini de uzatabilecektir.İşgücü piyasalarında, firmalar ve işçiler arasında iki yönlü bilgi akışı söz konusudur.İşgücü arzı yönünde işçiler, açık işler hakkında bilgi elde etmede çeşitli yollara başvurmaktadırlar.İş hakkında bilginin elde edilmesinin fayda ve maliyetleri, iş arama modelleri çerçevesinde ele alınmaktadır. Temel iş arama modeli, kabul ücreti ve arama süresine dayalıdır. İş arama modelleri ile ilgili çalışmalarda; çalışırken iş arama, işsizlikte iş arama ve işgücü piyasalarına ilk kez girme durumu olmak üzere temel olarak üç alternatif arasında seçim yapıldığı varsayılmaktadır. İş arama ile ilgili olarak bu üç durumunun yanı sıra iş bulmada kullanılan formel ve enformel yöntemler, bilgi ağları, işsiz kalınan süre, iş arama yoğunluğu, ilk bağlantı kurulacak firma, medeni durum ve cinsiyet farklılıklarının iş arama faaliyetleri üzerindeki etkilerinin incelendiği çok sayıda başka modeller de bulunmaktadır. İş arama faaliyetleri ile ilgili olarak farklı yöntemler bulunmaktadır. Bu yöntemler, geleneksel ve geleneksel olamayan biçiminde sınıflandırılabilmektedir. İş aramadaki geleneksel yollar dokuz çeşittir. Bunlar; doğrudan işveren ile görüşme, kamu istihdam hizmetlerinden yararlanma, özel istihdam bürolarını kullanma, arkadaş/akraba aracılığıyla iş bulma, okul istihdam merkezlerinden yararlanma, öz geçmiş gönderme, form doldurma, sendika ilan listeleri, gazetede ilan verme/ilana cevap verme, diğer aktif arama yollarını kullanma biçimindedir.

İnternet ve web’e dayalı yeni iş arama yöntemleri de geleneksel olmayan yollar olarak iş arama sürecinde kullanılmaktadır. İş aramada genelde en yoğun kullanılan yöntemler, arkadaş/akraba aracılığıyla iş bulma ve doğrudan işverene başvurma şeklindeki geleneksel yöntemlerdir. ABD’de 1999 yıllında iş arayanların % 65.1’i doğrudan işverene başvurmuşken, arkadaş/ akraba aracılığıyla iş arayanlar % 13.4’tür. Ülkemizde ise 2009 yılı itibariyla işsizlerin iş aradıkları kanallara bakıldığında ilk sırada eş dost ya da arkadaş/akraba(% 31.5) gelirken bu seçeneği doğrudan işverene başvuru (% 24.8) izlemektedir. İş arama kanalı olarak Türkiye iş Kurumunun kullanım oranı ise % 4.6 ve özel istihdam bürolarınınki de % 3.2’dir. Öte yandan işsizlerin iş arama süreleri de iş bulmaları üzerinde etkili bir faktördür.Ülkemizde 2009 yılı itibariyla toplam 3 milyon 471 bin işsizin % 74’ü 1 yıldan daha az süreyle iş aramaktadır. Geriye kalan % 26’sı ise 1 yıl ve daha fazla süreyle iş aramayı sürdürmektedir. “İki ile üç yıl arasında” ve “üç yıl ve daha fazla” süre işsiz kalınması ise giderek azalan bir durum hâline gelmiştir. Bu dönemde, “2 yıl ve daha fazla, 3 yıldan az” süreyle iş arayan işsizlerin oranı % 6.4’ten % 5.7’ye, “3 yıl ve daha fazla” süreyle iş arayan işsizlerin oranı da % 5.1’den % 3.9’a düşmüştür. Özellikle “3 yıl ve daha fazla” süreyle iş arayan işsizlerin oranı; ekonomik krizin yaşandığı 2001 yılında % 2.8 düzeyinde gerçekleşmiş, sonrasında hızla yükselerek 2005’te % 10.1 olmuş ve bu düzeyden aşağıya doğru hızla azalarak 2009 yılında % 3.9’a gerilemiştir. İşsizliğin 2002 yılından 2008 yılına kadar % 10’lar düzeyinde durağan bir seyir izlediği ve 2009 yılında arttığı dikkate alındığında uzun süreli işsizliğin artmayıp giderek azalması, iş bulma ümidi kırılmış olan işsizlerin işgücü piyasasından çekilmesi ile açıklanabilir.

İşsizlikle Mücadelede İzlenen Aktif ve Pasif İstihdam Politikaları
Pasif istihdam politikalarının temel amacı, istihdamı artırarak işsizlik oranlarını azaltmak yerine işsizleri maddi açıdan desteklemektir. Böylece işsizliğin neden olabileceği bireysel ve toplumsal zararları en az düzeye indirmek istenmektedir. Pasif istihdam politikalarının türleri; işsizlik sigortası, işsizlik yardımı, çalışma paylaşımı, kısa çalışma ödeneği, ücret garanti fonu ve iş kaybı tazminatıdır. Ülkemizde işsizlik Sigortası 1999 yılında 4447 sayılı Kanun ile kurulmuş olan işsizlik sigortasının idaresi Türkiye İş Kurumuna (İŞKUR) verilmiş ve ödemelere 2002 yılının Mart ayından itibaren başlanmıştır. Kanun’da belirtilen prim ödeme gün sayılarıyla orantılı olarak işsizlik ödeneği en az 6 ay, en fazla 10 ay süre ile verilmektedir. Öte yandan işsizlik sigortasından işsizlik ödeneği almaya hak kazanamayan işsizlere“işsizlik yardımı” adı altında gelir desteği de yapılabilmektedir. İşsizlik sigortasının finansmanı; genelde işçi, işveren ve devlet tarafından ödenen primler tarafından sağlanırken işsizlik yardımının finansmanı tamamen devlet tarafından yapılmaktadır.İşsizlikle mücadelede izlenen bir diğer pasif istihdam politikası da “çalışma paylaşımı”dır.

Çalışma paylaşımı biçimleri; erken emeklilik, iş paylaşımı ve çalışma sürelerinin kısaltılması şeklinde olabilmektedir.“Kısa çalışma ödeneği”; genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle iş yerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya iş yerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hâllerinde uygulanmaktadır (6111 sayılı Kanun ile değişik 4447 sayılı Kanun ek madde 2). İş yerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılması hâlinde işsizlik Sigortası Fonu’ndan kısa çalışma ödeneği ödenmektedir. İşverenin ödeme aczine düşmesi durumuna ilişkin olarak da “Ücret Garanti Fonu” oluşturulmuştur. İşverenin konkordato ilan etmesi, işveren için aciz vesikası alınması veya iflası nedenleriyle ödeme güçlüğüne düştüğü durumlarda, işçilerin iş ilişkisinden kaynaklanan son üç aylık ücret alacakları, Ücret Garanti Fonu’ndan karşılanmaktadır (4857 sayılı iş Kanunu, md. 33). “İş kaybı tazminatı”, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun hükümleriyle düzenlenmiştir. Buna göre özelleştirme kapsamına alınan kuruluşların (iştirakler hariç) özelleştirmeye hazırlanması, özelleştirilmesi, küçültülmesi veya faaliyetlerinin kısmen ya da tamamen durdurulması, süreli ya da süresiz kapatılması veya tasfiye edilmesi nedeniyle; bu kuruluşlarda iş sözleşmesine dayalı olarak ücret karşılığı çalışanlardan iş sözleşmeleri, tabi oldukları iş kanunları ve toplu iş sözleşmeleri gereğince tazminata hak kazanacak şekilde sona ermiş olanlara, kanunlardan ve yürürlükteki toplu iş sözleşmelerinden doğan tazminatları dışında ilave olarak “iş kaybı tazminatı” ödenmektedir.

Öte yandan aktif istihdam politikaları; genelde istihdamı artırmayı amaçlayan, ücretlerin sübvanse edildiği, mesleki eğitimin verildiği, iş ve meslek danışmanlığının sunulduğu, iş arama stratejilerinin gerçekleştirildiği programlardır. Bu politikalar, işgücü piyasasının yapısal sorunlarına çözüm aramakta ve işsizlerin istihdam edilebilirliklerini artırmaya çalışmaktadır. Politikalar kimi zaman gençler, kadınlar, engelliler gibi özel grupları; kimi zamanda uzun dönemli işsizleri, bazen de istihdam yaratacak olan kesimleri hedef almaktadır. Aktif istihdam politikalarının türleri; ücret ve istihdam sübvansiyonları, kendi işini kuranlara yardım programları, mesleki eğitim programları, kamunun eşleştirme ve danışmanlık hizmetleri ile doğrudan kamu istihdamı biçiminde sıralanabilir.

Dünya İşgücünün Yapısı ve Özellikleri
Küresel ekonomi, 2009 yılındaki %0,6’lık ekonomik küçülmeyi takiben 2010 yılında tahmini olarak % 4.8 oranında büyümüştür. 2011’de de büyümenin 2005-2008 dönemindeki büyüme ortalaması olan % 4.5’e yakın bir hızla (% 4.2) sürmesi beklenmektedir. Ancak pek çok ülkede işgücü piyasasının hassas durumda olması, yüksek kamu borçlanma düzeyleri ve konut sektörlerinde süregelen kırılganlıklar nedeniyle piyasalara düşüş riskleri hakim olmaktadır. Küresel düzeyde bir ülkenin veya bölgenin istihdam yaratma kapasitesini gösteren“istihdamın nüfusa oranı”, 2000 yılında % 61.5 iken 2007’de % 61.7’ye, 2009’da % 61.2’ye ve 2010’da ise tahmini olarak % 61.1’e düşmüştür. Küresel düzeyde işgücüne katılma oranı 2009 yılında % 65.3’tür. Buna göre yaklaşık olarak her üç kişiden biri istihdama dahil değildir. küresel korunmasız istihdamın 2009 yılında % 50.1 olduğu, 2009 yılında korunmasız istihdamda olanların % 48.9’u erkek, % 51.8’i kadındır.( Artan ümitsiz genç sayısı, genç işsizliğinin en önemli sorunudur.

Korunmasız istihdam, kendi hesabına çalışan işçiler ile ücretsiz aile işçilerinin toplamından oluşur. Aynı zamanda işçilerin temel haklarının altında olabilen olumsuz çalışma koşulları ve düşük ücret ile nitelendirilir.Korunmasız istihdam göstergeleri, bir bütün olarak istihdam kalitesi hakkında fikir verir. Korunmasız istihdamdaki işçilerin oranının yüksek olması, enformel iş düzenlemelerinin yaygın olduğuna işaret eder. Bu tür istihdamdaki işçiler, yetersiz sosyal koruma ve sosyal diyalog mekanizmaları içinde olduğu gibi kötü çalışma koşulları altında düşük ücretle çalışmaktadırlar.

Çalışan yoksullar kavramının iki kriteri vardır. Bunlar; işgücü piyasasında aktif olmak ve yoksulluk sınırının altında gelire sahip olmaktır.) Günlük 1.25 ABD Doları düzeyinde kazanç elde eden çalışan yoksulların oranı 2009 yılı için % 20.7 olmuştur. “Orta ve Güneydoğu Avrupa (AB Üyesi olmayanlar) ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)” ülkeleri bölgesinde, işsizlik dünyadaki en yüksek bölgesel oranına 2009 yılında % 10.4 olarak ulaşmıştır. Genç işsizliği de 2009 yılında 2008’e göre % 3.2’lik artışla gelişmekte olan diğer bölgeler arasında en çok yükselişi burada göstermiştir. 2009’da GSYİH artışında yaşanan şiddetli küçülmeyi takiben “Latin Amerika ve Karayip” ülkelerindeki ekonomik büyüme 2010 yılında güçlü bir şekilde artmıştır. Ancak ekonomik kriz 2009’da korunmasız istihdamın payında artışa neden olmuş ve bu pay % 32.2’ye yükselmiştir. 2011 yılında GSYİH’nin % 4 düzeyinde düşük bir artışla sürmesi, bölgesel işsizlik oranında da 2010 yılındaki % 7.7’lik düzeyinde ılımlı bir azalmanın gerçekleşmesi beklenmektedir. Dünyanın diğer bölgelerinin aksine “Doğu Asya”, göreceli olarak hızlı bir iyileşme göstermiştir. Bununla birlikte yetişkin işsiz oranından 2.5 kat daha fazla olan genç işsizliği oranı, 2010’da % 8.3’e ulaşmış olup temel mücadele alanını oluşturmaktadır. 2011’de ekonomik büyümenin yavaşlayarak % 8.6 olması ve bölgesel işsizliğin de 2010 yılındaki % 4.1’lik düzeyinde küçük değişimler yaşaması beklenmektedir. “Güneydoğu Asya ve Pasifik” bölgesindeki güçlü ekonomik iyileşmeye rağmen bölgesel işsizlik oranının yavaş bir düşüş ile 2009’daki % 5.2’den 2010’da % 5.1’e düşeceği tahmin edilmiştir.

Bölgesel işsizlik oranlarının bazı ülkelerde kriz öncesi düzeylerde olması ya da altına düşmesi de beklenmektedir. Ancak 1999-2009 döneminde bölgedeki korunmasız istihdamdaki işçilerin oranı % 66.2’den % 61.8’e düşmüştür. Bölgedeki gençler, insan onuruna yakışır ve üretken bir işe sahip olma mücadelesi vermeyi sürdürmektedirler. Bu gençlerin işsiz kalma olasılıkları, yetişkinlere göre 4.7 kat daha fazladır. 2011’de ekonomik büyümenin yavaşlayarak % 5.3 olması ve bölgedeki işsizlik oranının az bir değişim göstermesi beklenmektedir. “Güney Asya” ekonomileri, kriz sırasında iyi durumlarını büyük ölçüde korumuş ve hızlı büyümeye 2010 yılında da devam etmiştir. Bu bölge, hâlen 2009 yılındaki toplam istihdamın % 78.5’i ile dünyadaki korunmasız istihdamın en yüksek oranına sahip olmayı sürdürmektedir. İşgücü piyasasında cinsiyet temelli eşitsizlikler, temel sorun alanıdır ve kadın ile erkek işgücüne katılma oranlarındaki fark % 40’dan fazladır. “Ortadoğu” bölgesindeki işsizlik oranında görülen aşağıya doğru düşüş eğilimi, küresel ekonomik kriz ile kesintiye uğramıştır. Bölgede 2010 yılında işsizlik düzeyinin dünyadaki en yüksek bölgesel oran olan % 10.3 şeklinde gerçekleşeceği tahmin edilmiştir. Genç işsizliği oranı, yetişkinlerin oranından yaklaşık 4 kat daha yüksektir. Cinsiyet eşitsizlikleri, temel sorun alanı olmayı sürdürmektedir.

Erkek ve kadın istihdamının nüfusa oranları arasındaki fark % 47.2 düzeyindedir ve küresel ortalamanın 2 kat üzerindedir. 2011’de tahmini olarak ekonomik büyümenin % 5.1 olması ve bölgedeki işsizlik oranında da küçük değişikliklerin meydana gelmesi beklenmektedir. “Kuzey Afrika” ülkeleri, ekonomik ve finansal krizden diğer bölgeler kadar zarar görmemiştir ve kriz öncesinde işgücü piyasasında var olan sorunlar devam etmektedir. Kadınlar, erkeklere göre daha yüksek işsizlik oranları ile (% 15’e % 7.8) karşı karşıyadır. Kadınların işgücüne katılma oranları, kaygı verici düzeyde düşüktür. 2009 yılında söz konusu oran % 27.6’dır. 2010 yılında ekonomik olarak faal olan gençlerin % 23.6’sı işsizdir. “Sahra altı” ülkelerindeki işçilerin dörtte üçünden fazlası (% 75.8), 2009 yılında korunmasız istihdamda yer almıştır. Her beş işçinin yaklaşık dördü 2 ABD Dolarının altında kazançla aileleriyle birlikte yaşamaktadır. Bu ülkeler, kriz öncesinden beri insan onuruna yakışmayan işlerle mücadeleyi sürdürmektedir. Erkeklerle karşılaştırıldığında korunmasız istihdamda kadın oranının daha yüksek pay alması (erkeklerde % 69.5, kadınlarda % 84), cinsiyet eşitsizliğinin bir kanıtıdır. Kadın çalışan yoksulluğu oranları da verilere ulaşılabilen 27 ülkenin 22’sinde erkeklerinkinden daha fazladır. Ekonomik büyümenin 2011’de kriz öncesindeki % 5.5 oranına yeniden ulaşacağı, işsizlik oranının da 2010 yılındaki % 8’lik düzeyinde önemsiz değişimlerin olacağı beklenmektedir.

Avrupa Birliği’nde İşgücünün Yapısı ve Özellikleri
21. yüzyıl için AB istihdam politikasının temeli, 2000 yılında AB Konseyi’nin Lizbon’da yaptığı toplantıda çizilmiştir. Lizbon Stratejisi olarak bilinen bu toplantıda, 2000-2010 yıllarında AB’yi “dünyanın bilgiye dayanan en rekabetçi ve en dinamik ekonomisi” yapmak hedeflenmiştir. Güçlü bir ekonominin istihdam yaratarak işsizlik sorununu çözebileceği, emek piyasasında sosyal güvenlik ağıyla birlikte esneklik ve hareketliliğin olacağı bir güvenceli esneklik öngörülmüştür. Lizbon Stratejisi’nden sonra Haziran 2010’da, Avrupa 2020 Stratejisi kabul edilmiştir.Avrupa 2020 Stratejisi, 21. yüzyıl için Avrupa Sosyal Piyasa Ekonomisinin vizyonunu düzenlemiştir.

Strateji, Avrupa Sosyal Devlet Modelini korurken istihdamı, verimliliği ve sosyal bütünleşmeyi en yüksek düzeye çıkaran akıllı, sürdürülebilir ve kapsamlı bir ekonomik büyüme amaçlamıştır. Stratejinin temel hedefleri aşağıdaki gibidir.

1. AB’deki 20-64 yaş arasındaki nüfusun istihdam oranını % 69’dan % 75’e çıkarmak,
2. AB’de GSYİH’nin % 3’ünü araştırma ve geliştirme için ayırmak,
3. Toplam enerji tüketiminin % 20’lik kısmını yenilenebilir enerjiden sağlamak ve enerjinin etkin kullanımını % 20 artırmak,
4. Okul terk oranını % 15’ten %10’un altına düşürmek ve 30-34 yaş arasındaki nüfusun üçüncü düzey eğitimini tamamlama oranını da % 31’den en azından % 40’a yükseltmek,
5. Yoksulluk ve sosyal dışlanma riskine maruz kalan kişilerin sayısını en azından 20 milyona düşürmek.AB’de 1990’lı yılların ortalarından itibaren görece düşük düzeyli olan istikrarlı bir büyüme süreci 2008 yılındaki ekonomik krize kadar sürmüştür. 2009 yılında Birlik % 4.2’lik bir küçülmeyle karşı karşıya kalmış ve işgücü piyasalarında birtakım olumsuzluklar ortaya çıkmıştır. AB’de işsizlik oranı, bir önceki yıla göre % 1.9 puanlık bir artışla 2009 yılında % 8.9’a yükselmiştir. Genç işsizliği oranı ise 2009’da 19.6’dır.

GENEL DEĞERLENDİRME
Demografik geçiş döneminde olan Türkiye’de, hızı düşmekle birlikte nüfus artışı devam etmektedir. Bu bağlamda, istihdam artışı nüfus artışı karşısında yetersiz kalmaktadır. 2002-2008 yılları arasında Türkiye, ortalama % 6.2 civarında büyürken istihdamdaki artış ortalaması % 1.3 olmuştur. Küresel krizle birlikte de işsizlik sorunu daha da ağırlaşmış ve 2009 yılında % 14’e ulaşmıştır. 2010’daki % 8.9’luk büyüme ile de işsizlik oranı % 11.9’a düşmüştür. Ancak bu oran, krizden önceki 2002-2008 dönemindeki en düşük işsizlik oranı olan % 10.2’den daha yüksektir. Görüldüğü üzere Türkiye’de 2000’li yıllarda enflasyon, büyüme gibi makroekonomik göstergelerde olumlu gelişmeler sağlanmasına rağmen istihdam ve işsizlik ile ilgili göstergelerde iyileşme görülmemiştir. İstihdam oranı ile istihdama katılma oranı düşmüş, işsizlik oranı artmıştır.

İŞKUR Genel Müdürü Kemal Biçerli, “Nasıl bir istihdam stratejisi?” sorusunun cevabını aşağıdaki gibi vermektedir:“Ülkemiz işsizlik ve istihdam anlamında ele alındığı zaman temel sorun alanları olarak öne çıkan hususlar aşağıda yer almaktadır:
1. Düşük eğitimli işgücü,
2. Eğitim imkânlarının yetersizliği,
3. Eğitime erişimdeki sorunlar,
4. Hayat boyu öğrenim konusunda toplumsal bilinç eksikliği,
5. Eğitim-istihdam ilişkisinin zayıflığı,
6. Eğitimde merkeziyetçi yapı,
7. İstihdam odaklı makro politika eksikliği,
8. Aktif (istihdam) politikalar(ıy)la desteklenmeyen pasif istihdam politika(sı) uygulamaları,
9. Aktif (istihdam) politikalarının ve kamu istihdam hizmetlerinin zayıflığı.

Yapılan sorun tespiti aslında bir diğer taraftan temel iyileştirme alanlarını ifade etmektedir. Bu anlamda bahse konu sorunların çözümüne ilişkin öneriler, bize göre olası bir İstihdam Stratejisi’nin de genel çerçevesini vermektedir.”Sonuç olarak Avrupa 2020 stratejisi çerçevesinde Türkiye’de de işgücü piyasasında esneklik ve iş güvencesi arasındaki uyum sağlanmalı, korunmasız grupları daha fazla kapsama alacak şekilde işgücüne katılım düzeyi artırılmalı, yapısal işsizlikle mücadele edilmeli ve işgücü piyasasının ihtiyaçları ile iş kalitesindeki gelişmeleri karşılayacak biçimde işgücünün niteliği artırılmalıdır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst