Aöf Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler Ders Notları 2. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler

Ünite 2

HABERMAS’IN GENEL YAKLAŞIMI

Bazı çevrelerce günümüz dünyasının yaşayan en önemli sosyal bilimcisi olarak kabul edilen Jürgen Habermas, farklı disiplinleri ve özellikle Marx, Weber ve Freud gibi farklı düşünürleri “eleştirel” sosyal kuram adı altında yeni bir senteze ulaştırma çabasında olan Frankfurt Okulu’nun en önemli ikinci kuşak temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Modern toplumu Aydınlanma diyalektiği üzerinden eleştiren Frankfurt Okulu temsilcilerinin totaliter sistemler tarafından özgürlüğü giderek yok edilen insanın kurtuluşuna dair kötümser bir tutum sergilediklerini hatırlayalım. Habermas ise Aydınlanma ertesinde modern toplumda amaçlardan çok araçların rasyonelliği olarak tanımlanan araçsal rasyonelliğin temelinde yükselen ve bireyi hapseden totaliter tahakküm biçimlerine eleştirel yaklaşmakla birlikte kurtuluşa dair bir çıkış yolu görme konusunda Frankfurt Okulu’nun önceki kuşak temsilcileri kadar kötümser değildir. 18 Haziran 1929 yılında Duesseldorf’ta dünyaya gelen Habermas felsefe, tarih, psikoloji ve Alman Edebiyatı okudu. Türkçe ‘ye de çevrilen Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı ilk önemli çalışmasını 1962’de yayımladı.

Bir diğer önemli çalışması olan Bilgi ve İnsansal ilgiler 1968’de yayımlandı. Bu dönemde aralarında Meşruiyet Bunalımı (1973) ve başyapıtı kabul edilen ve Türkçe’ ye de çevrilen İletişimsel Eylem Kuramı’nın da (1981) bulunduğu çok sayıda eser yayımladı.1985 yılında Modernliğin Felsefi Tartışması adlı bir diğer önemli çalışmasını yayımladı.Habermas’ın Türkçeye çevrilen diğer eserleri arasında Bilgi ve İnsansal İlgiler (1997), Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine (1998), Rasyonel Bir Topluma Doğru (1992), “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim (2004), Bölünmüş Batı (2007), Doğalcılık ve Din Arasında-Felsefi Denemeler (2009) yer almaktadır. Habermas’ın projesi kendi deyimiyle “tamamlanmamış bir proje” olarak gördüğü moderniteyi bir tamamlama projesi olarak görülebilir. Söz konusu bu proje, hem modernite projesinin eksiklerini belirlemeye hem de bunları tamamlamaya çalışır.

Bu açıdan Habermas’ın moderniteye yaklaşımı ile geliştirdiği sosyal kuram modernitenin sona erdiğini ve post-modern bir döneme girdiğimizi savunan post-modernistlerden ve de post-yapısalcılardan da oldukça farklı ve özgün bir niteliğe sahiptir. Habermas, içinde Marx, Durkeim, Weber, Mead, Parsons, Schutz gibi çok sayıda sosyal kuramcının içerildiği oldukça kapsamlı bir eleştirel teori geliştirmeye çalışır. Bu proje, eleştirel niteliği açısından Frankfurt Okulu geleneğini sürdürmekle birlikte bu okulun çalışmalarının basit bir devamı niteliğinde değildir. Habermas’ın teorik projesi önemli ölçüde klasik düşünürlerin çalışmalarının eleştirel bir okuması üzerine kuruludur. Layder’e göre Habermas, büyük boy teorileri reddeden Foucault ile post-yapısalcı ve post-modernist yazarlardan farklı olarak bu teorilerin faydalarına inanan ve büyük boy bir teori geliştirmeye çalışan bir yazardır.

Scott’a göre de Parsons sonrası dönemde sosyolojik teoride meydana gelen parçalanma dikkate alındığında, Habermas Parsons’un büyük boy teorisine benzer bir teorik proje geliştirmeye çalışan tek çağdaş düşünür olarak görülebilir. Habermas genel olarak modernite (veya modernlik) konusunda post modernist ve ayrıca post-yapısalcı yazarlardan farklı görüşlere sahiptir.( Habermas’a göre ‘modernite’ tipik olarak Avrupa ve Amerikan tarihinde 17. yüzyılda Rönesans’ın bitimiyle başlayan dönemi tanımlarken ‘modernizm” bu dönemi karakterize eden kültürü tanımlar, postmodernizmi ise modernizmden sonra gelen ve onun en temel varsayımlarına meydan okuyan bir kültürel dönem olarak tanımlar.) Nitekim modernitenin kurtarıcı bir güce sahip olduğu düşüncesinin iflas ettiğini ve artık post-modern bir dönemde yaşadığımızı savunan pek çok entelektüelden farklı olarak, Habermas moderniteyi henüz gerçekleştirilmemiş potansiyellere sahip “tamamlanmamış bir proje” olarak görür ve bu nedenle post-modern bir dünyadan söz etmek için henüz çok erken olduğunu savunur. Aydınlanmacı akıl projesini reddetmez. O, aklın etkinliğine (belirli ‘rasyonel’ düşünme biçimlerinin gelişimine) ve aydınlanmacı ve toplumsal özgürleşmeci potansiyeline inanır.

Bununla birlikte Habermas’ın çalışmaları geniş çevrelerce neo-Marksist çalışmalar olarak nitelenir.Haberması özellikle etik’in tartışma temellerine gösterdiği süreğen ve artan ilgi onu birçok Marksistten, hatta neo-Marksistten ayırmaktadır” Slattery, Habermas’ın bugüne kadar yapmış olduğu çalışmalarının ana temasının kısaca aşağıdaki gibi özetlenebileceğini vurgular :
a. Pozitivizmin eleştirisi ile bilim ve teknolojinin araçsal kullanımının eleştirisi
b. Eleştirel teorinin yeniden inşası ve güncelleştirilmesi
c. Marksizmin yeniden inşası
d. Yeni bir bilgi ve iletişim teorisinin geliştirilmesi

Habermas’ın bütün bu çalışmalarının gerçek amacının ise ‘aklın’ (reason) insanlık tarihindeki ilerleyişini geçmişte zulme karşı nasıl bir silah olarak kullanıldığını, günümüzde ise gelişmiş kapitalizmin ideolojik egemenliğine yöneltilen tüm eleştirilere karşı nasıl bir baskı ve zulüm aracına dönüştüğünü- açıklamaktır. Nitekim Habermas eleştirel teorinin önde gelen düşünürleri gibi “günümüzde hakim olan rasyonaliteyi saf aklın çarpıtılması, bir bütün olarak insanlığın ihtiyaçlarından çok kapitalist sistemi geliştirmek için kullanılan ‘araçsal’ bir akıl biçimi olarak görür”. Bununla birlikte Habermas gelecekten yana umutsuz değildir. O her şeye rağmen “pozitivizmi bu araçsal akılcılığı çökertebilecek, insanlar arası iletişimi özgürleştirebilecek güçte yeni bir bilgi teorisinin geliştirilmesiyle rasyonel düşüncenin, bir kez daha, hâkim olacağını ve böylece daha adil ve özgür bir toplumun oluşacağını ümit eder”.

KAMUSALLIĞIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ
Habermas’ın 1962’de yayımlanan ve ilk büyük çalışması Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’ adlı eseridir. Habermas bu çalışmasında, vatandaşlar arasında şeffaf, açık ve akılcı tartışmaya dayalı olarak oluşturulan, kamu ve kamuoyu anlamına da gelen kamusallığın tarihsel gelişimini, dönüşümünü ve de çöküşünü irdeler. Habermas’ın burada sözünü ettiği kamusallık,her ne kadar Türkçeye Kamusal alan olarak çevrilse de; kitabın Türkçe çevirmenleri Tanıl Bora ve Mithat Sancar, yazarın burada mekan anlamına gelen kamusal alandan ziyade eylem, davranış anlamına gelen kamusallığın veya aynı anlama gelen kamu ya da kamuoyunu kastettiğini özellikle vurgulamaktadırlar.

Habermas’ın kamusallığa yönelik ilgisinin temeli de buradan, yani demokrasiye yönelik olan ilgisinden gelir. Bu noktada Habermas bağımsız, özerk ve eşitler arasında, müzakereye dayalı bir ortak kanaat ve irade oluşumu için gerekli olan iletişim koşullarını sağlayan ve yönetimi meşruluğa zorlayan bir kamusallığın oluşumunu özgürlükçü, eşitlikçi, akılcı bir katılımcı demokrasi teorisinin de temeli olarak görür. Başka bir ifadeyle, kamusallık, devlete ait resmi olmayan bir alan olarak 18. yüzyılda devlet ile toplumun burjuva kesimi arasında ortaya çıktı.Habermas için burada önemli olan nokta kamusallığın eşit koşullarda ve hür bir iradeyle fikir alışverişinde bulunmak ve tartışmalara katılmak için gerekli olan iletişim koşullarının sağlandığı bir alanda şekillenmesi ve yöneticileri meşruluğa zorlayan eleştirel bir kamuoyu olarak ortaya çıkmış olmasıydı.Habermas kamusallığın yapısal dönüşümünü iletişim ağının ticarileşmesi, bürokratikleşmenin ve devlet müdahaleciliğinin artması gibi temel dönüşümler çerçevesinde analiz eder.

Kültür endüstrisinin kitle iletişim araçlarınca kamusal olarak yayılan ürünleri akıl yürüten kamusal topluluğu alıcı konumundaki dinleyen, seyreden ancak konuşma ve karşı çıkma şansı olmayan tüketicilere dönüştürür. Böylelikle eleştirel teorinin önde gelen temsilcilerinin de sözünü etmiş oldukları kültür endüstrisi tarafından düşünmeyen ve eleştirmeyen bir kamu yaratılmış olur. Neticede kamusallık özerkliğini, eleştirelliğini, akıl yürütme ve düşünce üretme işlevlerini, kısacası sivil toplum ile devlet arasındaki aracılık işlevini yitirmekle kalmaz, kamusal kanaatler yerine “alkışa amade bir ruh halinin” hakim olduğu kolayca yönlendirilebilen, öngörülebilen ve manipüle edilebilen bir kamuoyu haline dönüşür. Ancak yine de Habermas eleştirel teorinin önde gelenlerinden farklı olarak karamsarlığa tamamen teslim olmadan çökmüş olan kamusallığın yeniden genişletilebileceğini ve özellikle karmaşık, çoğulcu toplumlarda demokratikleşme sürecinde yaşanan sorunların çözümü sürecinde kamusal bir iletişim temeli oluşturulabileceğini düşünür. yeni toplumsal hareketlerin kamusal alanın gelişip genişlemesinde önemli bir rol oynayacağını düşünür.

Giddens da Habermas’ın çalışmalarının geniş bir ilgi uyandırmasında özellikle kamusallığın genişletilmesine ve tartışmanın teşvik edilmesine yönelik bu ilgisinin önemli bir rol oynadığını düşünmektedir. Giddens da Habermas’ın çalışmalarının geniş bir ilgi uyandırmasında özellikle kamusallığın genişletilmesine ve tartışmanın teşvik edilmesine yönelik bu ilgisinin önemli bir rol oynadığını düşünmektedir. kamusallığın dönüşümü ile ilgili dile getirdiği kaygılarının kariyeri boyunca yaptığı tüm çalışmalara yansıdığı öne sürülür.

BİLGİ VE İNSANSAL İLGİLER
Habermas’ın ilk dönem önemli çalışmalarından biri de 1968’de yayımlanan Bilgi ve İnsansal İlgiler adlı ünlü çalışmasıdır. Bu çalışma genellikle, başlangıçta amacı eleştirel sosyal kuram adı altında özgürleştirici/kurtarıcı bir sosyal bilim modeli geliştirmek olan Habermas’ın eleştirel teorisini üzerinde temellendireceği bir bilgi kuramı (epistemoloji) geliştirme çabasının bir ürünü olarak görülür. bu çalışmasında ilk olarak bilgi ve bilim konusunda kendini genel-geçer tek paradigma olarak ortaya koyan pozitivist bilgi ve bilim modelini eleştirir. Nitekim Habermas pozitif bilimin, bilgi formlarından yalnızca biri olduğunu ve de yeterli bir bilgi teorisinin çeşitli bilgi formlarını tanıması gerektiğini savunur.

Öte yandan Habermas bilginin tarihsel olarak üretildiği konusunda Marx’a katılmakla birlikte, onun da tüm eylem biçimlerini emek düzeyine indirgeyen yaklaşımına eleştirel yaklaşır. Marx’ın çalışmalarında görüldüğü gibi sadece ekonomik bir emek modeline dayandırılmamalı, tarihin daha kapsamlı bir görünümünü içine alacak şekilde genişletilmelidir. Habermas özellikle bilgi ile insan ilgileri/çıkarları arasındaki diyalektik ilişkileri çözümlemeye çalışır. Bu bağlamda Habermas objektif düzeyde mevcut olduğunu düşündüğü bilgi ile daha sübjektif bir fenomen olduğunu düşündüğü insan ilgileri/çıkarları arasındaki ilişkileri diyalektikbir yaklaşımla çözümlemeye çalışır. Habermas’ın çalışmalarında bilişsel ilgiler bilgiyi mümkün kılan önkoşullar olarak anlaşılır. Habermas’ın bilişsel ilgileri bilgiyi mümkün kılan ön koşullar olarak tanımlarken de ünlü Alman filozof Immanuel Kant’ı ilham aldığı bilinmektedir.

Bilişsel ilgiler insan türünün hayatta kalmasının koşulu olarak insanları fiziksel dünya, sosyal dünya ve siyasal güç kullanma konusunda bilgi oluşturmaya teşvik eder. Bu çözümlemede Habermas üç tür bilgi formu ile bunlara karşılık gelen ve her biri farklı bir eylem/deneyim alanı ile ilişkili olan üç tür bilişsel ilgi/çıkar alanı ayırt eder. Bu bilgi formlarından birincisi klasik pozitivizmde görülen empirik-analitik (araçsal) bilgi olup bu bilgi türünün arkasında yatan temel bilişsel ilgi/çıkar çevreye, insanlara ve genel olarak toplumlara uygulanabilen teknik kontroldür. Bu bilgi formu ile ona karşılık gelen teknik ilgi/çıkar materyal dünyada çalışma/emek olarak tanımlanabilecek bir eylem ya da deneyim alanı ile ilişkilidir.

Habermas, empirik-analitik bilginin gerekliliğini kabul etmekle beraber tek yönlü olduğunu savunduğu pozitivist bilim anlayışını reddeder. Habermas bu nedenle pozitivizmi adına bilimcilik (scientism) dediği yaygın bir kanının oluşmasına yol açtığını savunarak eleştirir. Habermas bilimciliği iki açıdan eleştirir. Birincisinde bilimciliğin bilginin nasıl oluştuğu konusunda yetersiz olduğunu, ikincisinde ise bilimciliğin çağdaş toplumda, -Habermas’ın karar vericilik (decisionism) dediği-, siyasal karar alma süreçlerinde bozulmaya yol açtığını savunur. İkinci bilgi formunu tarihsel-hermeneutik/yorumbilgisel (iletişimsel) bilgi veya daha kısaca hümanistik bilgi oluşturmaktadır ve bu bilgi türünün temel ilgisi dünyayı anlamaktır.

Bu bilgi formu ile ona karşılık gelen ilgi/çıkar ise kültürel alanda etkileşim olarak tanımlanabilecek bir eylem ya da deneyim alanı ile ilişkilidir.Habermas’a göre analitik bilgi baskıcı denetimi kolayca artırmaya yönelik bir ilgiye/çıkara sahipken hümanistik bilgi ne baskıcı ne de özgürleştirici bir ilgiye/çıkara sahip değildir. Üçüncü bilgi formu ise eleştirel bilgi olup bu aynı zamanda Frankfurt Okulu ile Habermas’ın benimsediği bir bilgi sistemidir. Diğer iki bilgi sisteminden farklı olarak eleştirel bilgi, temel olarak ezilenlerin özgürlüğü/kurtuluşu ile ilgilidir ve tahakküm (domination) olarak tanımlanabilecek bir eylem ya da deneyim alanı ile ilişkilidir.

Neticede Habermas bu çalışmasında insanların ortaklaşa sahip oldukları üç bilişsel ilgi saptar:
a. çevremizi tanımaya ve denetlemeye çalışırken ortaya çıkan ve bizi ampirik bilimlere yönelten teknik ilgi,
b. birbirimizi anlayabilmek ve birlikte çalışabilmek için ihtiyaç duyduğumuz ve bizi hermeneutik bilimlere yönelten pratik ilgi
c. anlama ve iletişim kurma esnasında çarpıtmalardan kurtulma ihtiyacımızı yansıtan ve bizi psikanaliz gibi eleştirel bilimlere yönelten kurtarıcı ilgi (Habermas’ın çalışmalarında bu üç temel teknik, pratik ve kurtarıcı ilgiler sırasıyla doğa bilimlerinin, sosyal bilimlerin ve eleştirel teorinin özgürleştirici /kurtarıcı siyasetinin gelişimini ve şekillenişini mümkün kılar.)

Habermas’ın önceleri sosyal teoriyi bu üç bilgi formunun kapsandığı bir bilgi teorisi üzerinde temellendirmeye çalıştığı, ancak daha sonra sosyal teoriyi epistemolojik destek gerektirmeyen yeterliliğe sahip (self-sufficient) olarak görmeye başladığından bu amacından giderek uzaklaştığı savunulur. Benzer şekilde Habermas’ın çalışmalarının kabaca iki temel aşamaya bölünebileceğini belirten Giddens da Bilgi ve İnsansal İlgiler adlı çalışmayla sona eren birinci aşamada Habermas’ın eleştirel teorisini epistemoloji üzerinde kurmaya çalıştığını, ancak sonraki aşamada bu amacından uzaklaşarak sosyal analizin özgürleştirici potansiyeline ağırlık verdiğini öne sürer . Giddens, Habermas’ın İletişimsel Eylem Kuramı adlı son dönem çalışmasını da söz konusu bu ikinci aşamada geliştirdiği düşüncelerin bir araya getirilerek işlendiği sentetik bir bildirim olarak görür . Öte yandan Habermas’ın sosyal teoriyi, epistemolojik destek gerektirmeyen yeterliliğe sahip olarak gören bu anlayışının teorisini savunmasız bıraktığı öne sürülür.

TOPLUMSAL EYLEM VE TOPLUMSAL SİSTEM KAVRAMLARI
Scott , Habermas’ın geliştirmeye çalıştığı sosyal teoride yer alan toplumsal eylem ve toplumsal sistemle ilgili görüşlerini Hegel’e uzanan bir toplumsal evrim teorisine dayanarak geliştirdiğini ve bu görüşlerinin sonraki çalışmalarının da temelini oluşturduğunu savunur. Söz konusu bu toplumsal evrim sürecinde emek, etkileşim ve dil kavramlarının merkezi bir yeri vardır. Nitekim bu süreçte iki eylem tipi olarak somutlaşan emek ve etkileşim, dil ile birlikte insan olmanın en önemli üç özelliğini oluşturur. Her ne kadar emek kavramı Marx’ın çalışmalarının merkezinde yer alsa da Habermas, bu kavramı ve genel olarak eylemle ilgili görüşlerini Hegel’in çalışmalarına dayanan bir toplumsal evrim teorisinden geliştirdiği savunulur. Habermas, özellikle de Marx’ın tarihsel materyalizm olarak adlandırılan tarihsel değişme ve gelişme teorisindeki yetersizliklere karşılık olarak geliştirdiği bilinmektedir.

Toplumsal evrim;
(1) dil (ya da sembolik temsil),
(2) araçsal eylem (emek ile ilişkili) ve
(3) iletişimsel eylem (etkileşimle ilişkili) olmak üzere, tüm somut eylem biçimlerinin analitik özelliklerini oluşturan üç boyutlu karmaşık bir süreç olarak çözümlenir.

Bilgi kuramındaki bilgi formlarına paralel olarak araçsal eylem; rasyonel bir araç-amaç ilişkisi izleyen, empirik-analitik bilgi yönelimli ve somut düzlemde emek ile ilişkilendirilmiş bir eylem tipidir. İletişimsel eylem ise normlar tarafından yapılandırılan, tarihsel hermeneutik bilgi yönelimli, somut düzlemde ise toplumsal etkileşim ile ilişkilendirilmiş bir eylem tipidir. Dil ise hem araçsal hem de iletişimsel eylem tiplerinin oluşumunda yer alan, anlamların söylemsel olarak inşa edilmesinde kilit rolü oynayan araçtır. Habermas sistem teorisi temelinde geliştirdiği toplumsal evrim sürecinde toplumun genel yapısını ekonomi politik ve “kurumsal çerçeve” olmak üzere birbirine bağlı iki alt sistemden oluşan bir sistem olarak çözümler. Bu çözümlemede araçsal eylem ve emek ekonomi politiği yapılandırır; iletişimsel eylem ve etkileşim ise aile, akrabalık ve benzeri ilişkilerden oluşan kurumsal çerçeveyi oluşturur.

Habermas’ın bir bütün olarak toplumun oluşumunda normatif kurumsal çerçeveye öncelik verdiği vurgulanır. Ritzer de Habermas’ın çalışmalarında en çok iletişimsel anlamaya ulaşma amacı taşıdığını düşündüğü iletişimsel eylem ile ilgilendiğini vurgular. Habermas çalışmalarında Marx’ın başlama noktası olan “duyumsal insan etkinliği” kavramından hareket eder. Ancak Marx’ı, söz konusu bu duyumsal insan etkinliğini
(1) çalışma/emek (ya da amaçsal-rasyonel eylem) ile
(2) sosyal/sembolik etkileşim (ya da iletişimsel eylem) şeklinde analitik bir ayrıma tabi tutmadığı için eleştirir.

Ona göre Marx, sosyal/sembolik etkileşimi (ya da iletişimsel eylemi) göz ardı edip onu çalışma/emek (ya da amaçsal-rasyonel eylem) kategorisine indirgemiştir. Habermas ise emek/çalışma ile etkileşim arasındaki bu temel ayrımı başlama noktası olarak aldığını özellikle vurgular. Habermas hem Marx’ın çalışmalarının merkezinde yer alan çalışma/emek kavramıyla hem de hermeneutik ile bağlantılı yaklaşımların merkezinde yer alan etkileşim kavramıyla ilişkilendirdiği iki bileşenli bir eylem tipolojisini başlama noktası olarak ele alır. Bu noktada da Marx ile birlikte önceki büyük sosyal kuramcıları, bu iki bileşenli eylem tipolojisinden (yani emek ve etkileşim formlarından) sadece biriyle tek yönlü olarak ilgilendikleri düşüncesiyle eleştirir.

Bununla birlikte kendisi de çalışmalarında daha çok sosyal/sembolik etkileşime ağırlık verir ve insan olmanın en belirgin özelliği olarak nitelediği iletişimsel eylemi tüm sosyal ve kültürel hayatın temeli olarak görür. Emek ve etkileşimle ilişkilendirdiği teknik ve pratik ilgiden sonra Habermas tahakkümü de kurtarıcı ilgiyle ilişkilendirir. Marx’ın aksine, Habermas tahakküme bağlı olarak ortaya çıktığını düşündüğü sistematik olarak çarpıtılmış iletişimin eleştirel analizi ile ilgilenir. Freud’un psikanaliz üzerine olan çalışmalarından esinlenilerek geliştirilen bu kavram, kabaca toplumsal etkileşimin engellenmesi ve baskıya dayalı iletişim nedeniyle karşılıklı anlamaya dayalı iletişimsel eyleme ulaşılamama durumu olarak tanımlanabilir. Sistematik olarak çarpıtılmış iletişimin en önemli ideolojik sonuçlarından biri eşitsizliklerin algılanması, konuşulması ve de eleştirilmesi gibi konularda insanlar üzerinde engelleyici ve köreltici etkilere sahip olmasıdır. Habermas ortak bir anlayışa ulaşma anlamındaki iletişimsel eylemden veya çarpıtılmamış iletişim anlamında kullandığı “ideal konuşma durumu”dan uzaklaşma anlamında kullanır.

Habermas’ın çalışmalarında ideal konuşma durumu, “özgür ve şeffaf iletişim için gerekli olan koşullar” anlamı taşımaktadır. Habermas’a göre ideal konuşma durumuna ulaşmanın en önemli ve birincil koşulu ise söyleme katılanlar arasında güç dengesizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu, hiç kimsenin görüşünü bir diğerine zorla dayatamayacağı ve hiç kimsenin bir diğerinin konuşmasını ya da eleştiri yapmasını engelleyemeyeceği koşulların sağlandığı bir durum anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle, sınıf ve statü gibi farklılıkların bireylerin konuşmaya katılmalarını hem de eşit koşullarda katılmalarını engellemediği bir durum anlamına gelmektedir.Sonuç olarak Marx gibi Habermas’ın da çalışmalarında analitik başlangıç noktasını oluşturan bir temel benimsediği ancak Habermas’ta bu temelin Marx’taki gibi çarpıtılmamış/özgür emek değil çarpıtılmamış/özgür

iletişim olduğu ve aynı zamanda bu temelin her iki büyük düşünürün siyasal amacını da oluşturduğu savunulur.

Bu siyasal amaç Marx’ın çalışmalarında emek sömürüsüne dayalı kapitalizm yerine geçecek sınıfsız bir topluma, yani sosyalizme ulaşma şeklinde belirirken Habermas’ın çalışmalarında özgür ve şeffaf iletişimin önündeki her türlü engelin ortadan kaldırıldığı ideal bir konuşma durumuna ulaşma şeklinde belirir.

Habermas’ın Rasyonelleşme Üzerine Düşünceleri
Öte yandan Habermas’ın çarpıtılmamış iletişim ile ilgili düşüncelerinin rasyonelleşme üzerine olan düşünceleriyle bağlantılı olduğu bilinmektedir. Başka bir ifadeyle, Habermas’a göre kurtuluşun/özgürleşmenin yolu bir anlamda rasyonel iletişimdir. Habermas’ın rasyonelleşme üzerine olan düşüncelerinde Weber’den etkilendiği ancak aynı zamanda Weber’ in konuyla ilgili düşüncelerini de büyük ölçüde revize ettiği bilinmektedir. Weber çalışmalarında daha çok araçsal rasyonalite üzerinde yoğunlaşır. Habermas ise araçsal rasyonalitenin toplumsal yaşam üzerinde teknik bir kontrole dönüşen etkileri konusunda Weber’e katılmakla birlikte ondan farklı olarak modern dünyanın araçsal rasyonalite tarafından tamamen tahrif edilmesinin mümkün olmadığını savunur ve bu nedenle rasyonel düşünmenin alabileceği diğer formlar üzerinde yoğunlaşır.

Gerçekten de Habermas son dönemin en önemli çalışması İletişimsel Eylem Kuramı’nda, Weber’ in rasyonelleşme kuramındaki, temel sorunların da öncelikle “Weber’in eylem dizgelerinin rasyonelleşmesini, sadece amaçsal rasyonellik görünümü altında incelemesinden” kaynaklandığını, ikinci olarak da “Weber’in eylem kuramsal kavramsal çerçevesinin dar boğazlarının engellemesiyle, kapitalist modernleşme örneğini, genel olarak toplumsal rasyonelleşme ile eşit tutması” sonucundan kaynaklandığını vurgular. Rasyonelleşmenin daha geniş bir kavramsal çerçevede ele alınması gerektiğini savunan Habermas’ın ise kariyeri boyunca hem araçsal rasyonaliteyi hem de rasyonel düşünmeyi restore edecek alternatif bir akıl (reason) formunu kapsayan bir rasyonelleşme düşüncesi geliştirmeye çalıştığı ve nihayetinde bu amacına iletişimsel eylemi temellendiren iletişimsel akıl ile ulaştığı vurgulanır. Dahası Habermas moderniteyi “tamamlanmamış bir proje” olarak tanımlarken de aslında “iletişimsel akılsallıkta bulunan potansiyelin noksan olarak hayata geçmesini’ kastettiği bilinmektedir.

İletişimsel eylemin rasyonelleşmesini ise araçsal rasyonelleşme probleminin panzehiri olarak görür. Bir başka ifadeyle, iletişimsel eylemin rasyonelleşmesi iletişimin önündeki engelleri kaldıracağından bir anlamda özgürleşmenin de kendisidir. Böylelikle Habermas’ın çalışmalarında rasyonelleşmenin yeni bir üretim sistemine değil fakat yeni ve daha az tahrif edici bir normatif sisteme yol açtığı ve bu düşüncenin de Habermas’ın sosyal evrim teorisinin merkezinde yer aldığı, yani Habermas için evrimin nihai noktasının rasyonel toplum olduğu vurgulanır. Habermas da Rasyonel Bir Topluma Doğru adlı 1972 tarihli çalışmasında bu amacını açıkça ortaya koyar. Habermas’ın çalışmalarında evrimin nihai noktasının rasyonel toplum olduğunu vurgulaması ve sürecin yeni bir üretim sistemi ile değil de yeni bir normatif sistemle son bulması literatürde Habermas’ın evrim teorisinde materyal düzeyden normatif düzeye kaydığı, dolayısıyla Marksizmden uzaklaştığı yönünde tartışmalara yol açmıştır.

MEŞRUTİYET KRİZİ
Habermas’ın Meşruiyet Krizi adlı 1976 tarihli çalışmasında ele aldığı meşruiyet krizleri fikri o zamanlar gelişme halinde olan büyük projesinin bir parçasını oluşturur ve Habermas bu düşüncelerini sonra gelen İletişimsel Eylem Kuramı adlı en önemli çalışmasında “sistem” ve “yaşantı-dünyası” modelinde yeniden formüle ederek tartışır. Bu çalışma devletin önemli bir role sahip olduğu “örgütlü” ya da geç kapitalizmde meşruiyet (meşru güç, otorite) sorunuyla ilgilidir.Habermas bu çalışmasında “gelişmiş kapitalist toplumlardaki bu kriz dönemlerini ve modern devletin bu tür krizlerle başa çıkarken kapitalist sistemin meşruluğunu korumayı nasıl başardığını anlamaya ve açıklamaya çalışır”.

Bu çalışmada Habermas öncelikle Marx’ın yaşadığı dönemden günümüze kapitalizmde meydana gelen gelişmeleri incelemeye çalışır. Buna göre Marx devletin ekonomik hayatta sınırlı role sahip olduğu liberal kapitalizm döneminde yaşadı. Günümüzün kapitalizmi ise devletin hem ekonomik hem de diğer alanlarda önemli bir rol oynadığı ve gücünü artırdığı örgütlü bir kapitalizmdir. Ona göre her ne kadar günümüz kapitalizmi hala emek ve sermaye sınıflarına bölünmüş ve sermaye sahibinin çıkarına göre işliyor olsa da artık ne proleterya devrimin müjdecisi ne de sınıf mücadelesi “kapitalizmin sürekliliğini tehdit eden ya da toplumun dönüşümünün en olası kaynağını öneren ana gerilimin kaynağı değildir”.

Habermas’a göre, kapitalizm ekonomik sorunları ve dolayısıyla ekonomik temelli sınıf çatışmasını zayıflatarak tehdit edici olmaktan çıkarmayı başarmış olsa da bu sefer de sistem kendi meşruiyetini tehdit eden farklı nitelikte krizlerle karşı karşıyadır. Bu yeni krizler ve gerilimler ekonomik faktörlerden değil fakat kültürel ve ideolojik faktörlerden beslenmektedir. Habermas kapitalizmin günümüzde ekonomik çıkarlardan çok yaşantı dünyası dediği yaşam alanının özgürleşmesine ve kaybedilen değerlerine yönelik taleplerle mücadele veren barış, öğrenci, ekolojik, kadın ve benzeri biçimler alan yeni toplumsal hareketlerin yarattığı gerilimlerle sarsıldığını ve bu gerilimlerin siyasal sistemde, ekonomik krizlerden daha büyük bir tehlike arz eden meşruiyet krizleri yaratma potansiyeline sahip olduklarını düşünmektedir.

Habermas, geç kapitalist dönemde önemli bir role sahip olan devletin müdahalesiyle bu krizlerin aşılabileceğini ancak bu sefer de devletin ekonomik alandaki krizleri çözerken diğer toplumsal alanlarda sırasıyla birbirini tetikleyen krizlere yol açabileceğini düşünür. Habermas geç kapitalist toplumda ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel sistem çıkışlı olarak birbirini tetikleyebilen dört olası kriz eğilimi belirler: ekonomik krizler, rasyonalite krizleri, meşruiyet krizleri ve motivasyon krizleri. Habermas ekonomik sistemdeki krizler ile siyasal sistemdeki rasyonalite krizlerini, bu iki (ekonomik ve siyasal) sistemden oluşan topluma verdiği adla, sistem krizleri olarak değerlendirir. Meşruiyet ve motivasyon krizlerini ise toplumsal-kültürel sistemle (yani yaşantı-dünyasıyla) ilişkili kimlik krizleri olarak değerlendirir. Örneğin, devlet rasyonel bir planlamadan ziyade arz-talep dengesine göre işleyen piyasa ekonomisinde ortaya çıkan bir kriz esnasında batık sanayi kuruluşlarını borçlanarak kurtarabilir. Ancak bu da Habermas’ın adına rasyonalite dediği krize yol açan ciddi mali ve idari sorunları da beraberinde getirecektir.

Öte yandan devlet ekonomik krizde çalışanlar karşısında işverenleri kurtarmayı tercih etmiş görüneceğinden ve icabında mali kriz nedeniyle sosyal güvenlik ve benzeri için ayırdığı harcamaları da kısacağından ayrıca bir meşruiyet krizine yol açabilecektir. Devletin politik açıdan taraf tutmuş görünmesi halkın ona olan güveninin sarsılmasına ve meşruiyetinin sorgulanmasına, bu da akabinde Habermas’ın motivasyon dediği krizin oluşumuna yol açabilir. Adı üzerinde, motivasyon krizi insanların sisteme olan güvenlerinin azalması nedeniyle sistemin gerekliliklerini (yani mesleki çalışma gibi temel rol ve sorumlulukları) yerine getirmek için ihtiyaç duydukları motivasyonu yitirmeleri anlamına geldiğinden Habermas bu krizleri temel krizler olarak görür. Sonuç olarak Habermas’a göre, “geç kapitalist toplumlarda meşruiyet esas olarak ideolojik kontrole, devletin ve (medya gibi) kültürel aygıtların insan kitlelerini mevcut sistemin adil, dürüst, rasyonel ve dolayısıyla meşru olduğuna ikna yeteneklerine bağlıdır.

İLETİŞİMSEL EYLEM KURAMI: SİSTEM VE YAŞANTI-DÜNYASI
Habermas çalışmalarının ikinci aşamasında daha da geliştirdiği düşüncelerini 1981 tarihli İletişimsel Eylem Kuramı adını taşıyan ve Türkçeye de 2001 yılında çevrilen ünlü eserinde yeniden formüle eder. Habermas hem modernite hem sosyal teori hem de önemli, büyük düşünürlerle ilgili revize ettiği düşüncelerini bu iki ciltlik kapsamlı çalışmasında sunar. Bu çalışma aynı zamanda Habermas’ın kariyeri boyunca geliştirdiği tüm düşünceleri yeniden formüle ederek özetlediği bir çalışma olarak da görülür. “Habermas, 21. yüzyılın Kapital’i olarak okunabilecek bu yapıtında, Marksist kuramın üretim araçları/üretim ilişkileri paradigmasının yetersizliğini, bu paradigmaya iletişimsel eylem ve yaşama evreni kavramlarını da ekleyerek oluşturduğu iletişimsel eylem kuramıyla aşmayı öneriyor”.

Habermas’ın bu çalışmada da amaçsa-rasyonel eylem ve iletişimsel eylem şeklinde yeniden formüle ettiği eylem tipolojisini başlama noktası olarak aldığını vurgular. Adı üzerinde amaçsal-rasyonel eylem, başarıya yönlenmiş “kat›lan aktörlerin eylem planlarının benmerkezci ego hesapları üzerinden” koordine edildiği bir eylem tipidir. İletişimsel eylem ise anlaşmaya yönlenmiş bir eylem tipidir. Başarıya yönlenmiş amaçsal-rasyonel eylemi Habermas;
(a) araçsal eylem ve
(b) stratejik eylem olmak üzere her ikisi de katılan aktörlerin eylem planlarının benmerkezci ego hesapları üzerinden” koordine edildiği iki alt eylem tipi altında inceler.

“Başarıya yönlenmiş bir eylemi teknik eylem kurallarına uyulması görünümü altında inceliyor ve bir müdahalenin etki derecesini durumlar ve olaylar bağlamı içinde değerlendiriyorsak, bu eylemi araçsal olarak; başarıya yönlenmiş bir eylemi rasyonel seçme kurallarına uyma görünümü altında inceliyor ve etkisinin derecesini rasyonel bir rakibin kararları üzerinde değerlendiriyorsak, bu eylemi stratejik olarak adlandırıyoruz.

Araçsal eylemler toplumsal etkileşimlerle bağlantılı olabilir;
stratejik eylemler ise toplumsal eylemlerdir”. Araçsal eylem tek aktörlü, stratejik eylem ise en az iki ve daha çok aktör arasında geçen bir eylem tipidir. Tek aktörlü araçsal eylemde kişi kendisini çevreleyen doğal dünyayı manipüle etmekle ilgilidir, yani doğal dünyadaki nesnelere karşı araçsal bir tutuma sahiptir. İki veya daha çok kişiyi kapsayan stratejik eylemde ise kişi veya kişiler başkalarına karşı araçsal bir tutuma sahiptir, yani başkalarına nesnelermiş gibi davranarak bazı şeyleri kontrol etmeye ve manipüle etmeye çalışır.

Habermas, “katılan aktörlerin eylem planlarının benmerkezci ego hesapları üzerinden değil de anlaşma edimleri üzerinden koordine edildiği durumlarda, iletişimsel eylemlerden söz” edilebileceğini belirtir. Habermas’ın çalışmalarında merkezi bir öneme sahip olan iletişimsel eylemler ise yaşantı-dünyası diye tanımladığı sosyo-kültürel bir toplumsal yaşam alanında gerçekleşir. Araçsal ve stratejik eylemden oluşan amaçsal eylemler ise sistem adını verdiği (ekonomik ve siyasal sistemden oluşan) toplumsal alanda gerçekleşir. Bu iki kavram bir bakıma Habermas’ın önceki çalışmalarında toplumun genel yapısını çözümlemede kullandığı ekonomi politik ve “kurumsal çerçeve” kavramlarının ciddi bir değişime uğramış yeni halleri olarak görülebilir.

( Habermas’ın çalışmalarında merkezi öneme sahip olan sistem ve yaşantı-dünyası kavramları Türkçeye sırasıyla dizge ve yaşama evreni/yaşam dünyası olarak da çevrilmektedir. Habermas iletişimsel eylem kuramında bu iki eylem tipolojisini temellendiren yaşantı-dünyası ve sistem kavramlarıyla toplum kuramında var olan iki farklı bakış açısını, kendi deyimiyle sosyal bilimsel çözümlemeye içten ve dıştan bakan iki kavram stratejisini birleştirmeye çalışır. Ritzer Habermas’ın yaşantı-dünyası kavramı altında kısmen eylemle, sistem kavramı altında da kısmen yapı ile ilgilendiğini ve bu açıdan aslında kendi “eylem-yapı” yaklaşımını geliştirmeye çalıştığını savunur. Bununla birlikte Habermas, yaşantı-dünyasını fenomenolojik yaklaşımdan daha kapsamlı olarak ele alır. Nitekim Habermas’a göre yaşantı-dünyasını daha kapsamlı kılan farklı ontolojik alanlar (dışsal-nesnel, normatif-toplumsal ve deneyimsel- öznel dünya gibi farklı gerçeklik düzeyleri veya tezahürleri) söz konusudur.

Habermas’ın çalışmalarında yaşantı-dünyası iletişimsel eylemin gerçekleştiği alandır. Yaşantı-dünyası, toplumun sıradan üyelerinin gündelik yaşamda etkileşime girmek ve nihayetinde ortak bir anlayışa ulaşmak amacıyla kullandıkları bilgi, beceri ve yetenekler stoku olarak tanımlanabilir. Kavramın ilk olarak Edmund Husserl tarafından, daha sonra ise Alfred Schutz tarafından kullanıldığı, son olarak Habermas’ın kavramı önemli ölçüde değiştirerek kullandığı bilinmektedir. Habermas’ın yaşantı dünyası kavramı evrensel/biçimsel pragmatik kuram çerçevesinde toplumun sıradan insanlarının iletişim kurabilme ve toplumsal etkileşimi sürdürmede dil kullanabilme yeterliliklerinin önemini vurgular. Habermas, biçimsel pragmatik kuramında iletişimsel eylemi, insanların iletişim esnasında birbirlerini etkilemek için, nesnel, sosyal ve öznel üç biçimsel dünya tasarımı altında geliştirdikleri “geçerlilik iddiaları” çerçevesinde analiz etmeye çalışır. Scott, Habermas’ın yaşantı-dünyasının Parsons’un yaklaşımında toplumların “içsel” örgütlenmelerine katkıda bulunan “bütünleşme” ve “gizil kalıp koruma” İşlevleriyle ilgili olan (Habermas’ın anladığı şekliyle gündelik hayattaki etkileşim düzeninin sürdürülmesini sağlayan, yapılaşmış norm ve kurumlardan oluşan) bir “sosyal topluluk” olarak anlaşıldığını vurgular. Layder de Habermas’ın yaşantı-dünyasını “toplumsal hayatın farklı yanlarını iletişimsel eylem aracılığı ile bir araya getirmeyi gerektiren bir parçaları birleştirme” çalışması olarak görür. Sosyal bilimsel çözümlemeye dıştan bakan kavram stratejisi ise toplumları kendi kendini düzenleyen “sistemler” olarak görür ve sosyal teorinin temel görevini sistemin elementleri arasında bulunan sistematik bağlantıların araştırılması olarak kavrar.

Bu bağlamda yapısal işlevselci teoriler ve sistem teorileri de topluma bir gözlemcinin dış perspektifinden bakan yaklaşımlar olarak kabul edilirler. Scott Habermas’ın sistem kavramını da Parsons’un yaklaşımında yer alan ve sistemin çevresiyle ilişkili “dışsal” örgütlenmesine katkıda bulunan “adaptasyon” ve “amaca ulaşma” işlevlerinden faydalanarak geliştirdiğini ve yine Parsons gibi bu süreçlerin sırasıyla ekonomik ve siyasal eylem sistemlerini tanımladığını savunur. Swingewood da Habermas’ın modelinin Parsons’un modeline çarpıcı derecede benzediğini vurgular. Sonuç olarak, Scott’a göre Habermas’ın toplum modelinde sistem siyasal ve ekonomik olmak üzere iki ayrı yapıdan oluşurken, yaşantı-dünyası özel alan (aile ve ev içi ilişkiler alanı) ile kamusal alanın merkezinde yer alan sosyal topluluk dediği alanlardan oluşur. Bu eylem alanlarının her biri de diğer alanlarla ilişkilerini düzenleyen belirli bir değişim aracı (sırasıyla ekonomi-para, siyasal sistem-güç, kamusal alan-etki, özel alan-sorumluluk) üretir(.Not:sayfa 39 daki tablo önemli!!!!!!!)


Sistem İle Yaşantı-Dünyasının Ayrılması ve Yaşantı-Dünyasının Kolonileşmesi
Habermas’a göre toplumu oluşturan sistem ile yaşantı-dünyası geçmiş dönemlerde iç-içe geçmişken toplumsal evrim sürecinde giderek birbirlerinden farklılaşmış ve nihayetinde günümüzde birbirlerinden ayrılmıştır. Habermas sistem ile yaşantı dünyasının birbirinden nasıl ayrıldığını ikinci dereceden bir farklılaşma olarak ele alır. Bu süreçte Habermas, sosyolojide üzerinde uzlaşılmış üç temel toplumsal evrim aşamasına, “kabile toplumları, geleneksel ya da devletçi örgütlenmiş toplumlar ve de (farklılaşmış bir iktisat dizgesine sahip) modern toplumlar” a işaret eder. Bu süreçte sistemin yaşantı-dünyasından koparılması, önceleri az farklılaşmış bir sistemle var olan yaşantı-dünyasının giderek sistemin yanında bir alt sisteme indirgenmesi şeklinde oluşur.

Kabile toplumlarında yaşantı-dünyası ile sistem arasında yok denecek kadar az bir farklılaşma varken (yani sistem mekanizmaları toplumsal bütünleşme mekanizmaları ile iç içe iken) geleneksel toplumlardan modern toplumlara doğru bu farklılaşma gitgide artar. Habermas arkaik toplumlardan modern toplumlara geçişi Weber gibi rasyonelleşme süreciyle ilişkilendirir. Habermas’a göre bu süreç sistem ve yaşantı-dünyasını karakterize eden hem araçsal hem de iletişimsel rasyonalitede bir artışa işaret eder.( ‹letiflimsel rasyonalite veya iletiflimsel ak›l Habermas’›n hakikat ve ahlaki iyilik (moral goodness) ile ilgili problemlerin bireyler aras›nda özgür, aç›k ve zorlamaya dayal› olmayan bir iletiflim sürecinde ak›lc› bir flekilde çözümlenmesini ifade etmek için kulland›¤› bir kavramd›r. Yaflant›-dünyas›n›n kolonileflmesi, çok karmafl›k toplumlarda, büyük ölçekli toplumsal süreçlerin giderek daha özerk hale gelmesi ve bireylerin eylemlerini s›n›rland›rmas› sonucunda ortaya ç›kan ve ferdi özgürlük yitimine yol açan bir süreçtir)
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst