Aöf Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler Ders Notları 3. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler

Ünite 3

Anthony Giddens: Modernlik/Geç Modernlik ve Yapılaşma Kuramı

YAŞAMI VE SOSYOLOJİYE BAKIŞI

Giddens, Toplumsal kuramını epistomolojik ve ontolojik yaklaşımlardan yola çıkarak değerlendirmiş ve toplumsal ilişkilerin analizini anlamak için ontolojik yaklaşımın önemli olduğunu belirtmiştir. Onun üç temel kuramını modernlik/geç modernlik, küreselleşme ve yapılaşma meseleleri olarak sıralamak mümkündür. Giddens makro ve mikro kuramcıların yöntemlerinden farklılaşmış, geleneksel ve dualist yaklaşımlardan uzaklaşmaya çalışmıştır. Sosyolojide kökleşmiş karşıtlıkları reddeden bir çaba içinde olmuştur. Böylece yorumsamacı sosyolojinin bazı yönlerini daha geleneksel yapısalcı sosyolojinin unsurları ile uzlaştırma denemesinde bulunmuştur. O, toplumsal yaşamın evrensel yasalarının bulunmadığını, yapının dışsal olarak ve tek faktörlü olarak davranışlarımızı belirlemediğini kabul etmekte ve aynı zamanda Parsonscu bakışın işlevselliğini de reddetmektir. Giddens, birey-toplum düalizmine karşı çıkan ve yeniden üretilen pratikler üzerine yoğunlaşan bir sosyolog olmuştur.

( Düalizmlerin hiçbir teorik dönüşümü sağlamaya uygun olmadığını belirten Giddens, birey-toplum (yapı/fail) karşıtlığından söz etmek yerine, bu ikili yapıların karşıtlıktan oluşan dönüşümselliklerini hesaba katmak gerektiğini savunmuştur. Giddens aynı zamanda eski Başbakanı Tony Blair’in danışmanlığını yürüttü. “Üçüncü Yol” olarak bilinen politik yaklaşımı Tony Blair’in olduğu gibi Bill Clinton’ın da politikalarında önemli bir rehber görevi görmüştür.) Giddens Sosyoloji’de kuramını oluştururken, bir yandan işlevselcilik ve yapısalcılık, diğer yandan yorumsamacı yaklaşımları birbirleri arasındaki farklılıklar ve benzerlikler üzerinden giderek oluşturmaya çalışmıştır. Böylece toplumların, hem kurumsal işlevler düzeyini hem de tarihsel ve anlamsal değişimler alanını bir araya getirerek kapsayıcı bir metodik deneme yaparak kuramını oluşturmuştur.

Sosyolojinin metodik olarak yeniden üretilen pratikler üzerine odaklanması gerektiğinden söz eder. Özellikle Sosyolojik Metodun Yeni Kuralları kitabında Durkheim’in pozitivist açıklamalarını önemsemekle birlikte, onun metodunu eleştiriye tabi tutmuştur. Ancak kendisinin Durkheimci gelenekten beslendiğini, bunun yanı sıra Marx ve Weber’in düşünce ve metodlarından etkilendiğini fakat kendisinin bu geleneksel anlayışın üzerine yeni dediği işlevselci, yapısalcı, anlamacı ve tarihselci prespektifleri harmanlayarak bir kuram inşa ettiğini belirtmektedir. Bu inşacı kuramını reflektivist ya da düşünümsel/ dönüşümsel olarak adlandırdığı görülmektedir. Refleksivite (reflexivity) kavramı birçok anlama gelmekle birlikte “...dilin, düşüncenin, zihnin veya bir disiplinin kendi üzerine dönme gücü veya yeteneği, düşünümsellik anlamında zihnin kendi üzerine dönmesi, kendisinin hem öznesi hem de nesnesi olma kapasitesi, bilincin kendi özbilincine sahip olması durumu, bir bilgi dalı ya da disiplinin bir teori veya ideolojinin araştırma konusu ya da düşünce-nesnesi bağlamında benimsediği bakış açısı, yöntem veya stratejileri söz konusu yöntem veya stratejilerle bunları kullanarak ulaştığı düşünce ya da teorilere de uygulaması durumu....”v.b. anlamlara gelmektedir.

Sosyolojinin kendine özgü entelektüel bir disiplin olduğunu ileri süren Giddens, klasik sosyologların kuramlarını indirgemeci olarak niteler. Tarihin doğrusal bir çizgide gelişmediğinden, birçok kırılma ve çatışma noktalarını içinde barındıran bir süreç olduğundan söz eder. Sosyoloji ne doğa bilimi, ne de bilim olmayan bir alandır. Ona göre sosyoloji, kendi sorunsalını yansıtan özelliğe sahip bir bilimdir. Giddens’a göre, yorumsamacı/hermeneutik sosyolojilerin eksiği güç, organizasyon gibi kavramlarla topluma vurgu yaparlar. Eksiklikleri ise aktörleri büyük güçlerin oyuncağı olarak ele almaları, insan failliğini değerlerin içselleştirilmesine indirgemeleri, onların toplumsal hayattaki aktifliğini ihmal etmeleri ve normların müzakereye açık olduğunu görememeleridir. Aslında Giddens birbirine zıt olan işlevselci-holistik ve sembolik etkileşimci-aksiyonel ontolojik yaklaşımlardaki benzerliğin farkındadır.( Öncelikle toplumların günümüzde post-modern döneme geçtiği iddasını reddeden Giddens, aksine günümüzde modernliğin sonuçlarının giderek radikalleştiğini ve evrensel bir boyut alarak toplumları sarıp-sarmaladığını belirtir.) Bu konuda söz edilmesi gereken bir başka kavram da çifte yorumsama veya hermeneutiktir. Bütün sosyal bilimler hermeneutik özellik gösterirler.

Betimlenecek bir olayın içinde yer almak demek, karşılıklı olarak bilgininin sıradan aktörler ve sosyal bilimciler tarafından paylaşılması anlamına gelmektedir. Sosyolojik kavramlar gündelik eylemin içinden çekilip çıkartılamaz. Sosyolojik bilgi, toplumsal yaşam alanına sarmal bir şekilde girip çıkan bir süreçtir. Bu sürecin tamamlayıcı bir parçası olarak sosyoloji hem kendini hem de toplumsal alanı yeniden yapılandırır . Sıradan aktörlerin gündelik yaşama dair atfettikleri anlamlar ile o kültürün içinden gelen sosyoloğun teorik açıklamaları örtüşünce çifte hermeneutik dediğimiz durum oluşur. Buna Türkiye’den bir örnek olarak “hortumculuk” kavramını verebiliriz. Bu kavram, tüm nesneleri içine alan korkunç bir doğa olayı olan hortum ile devletin maddi olanaklarını kendi çıkarları için sahiplenenlerin ve bunu alışkanlık haline getirenlerin içinde bulundukları

durumu tanımlamayı ifade eder. Bu bölümde Giddens’ın görüşleri modern öncesi ve modern dönem ile geç kapitalist dönem bağlamında ele alınmakta, geç kapitalist dönemde küreselleşme sürecinin oluşumu ve gelişimi ile yapılaşma kuramı çerçevesinde yapılaşma usulleri, sosyal ilişki ve rutinlikler ile bölgeselleşme ve düşünümsel aktör kavramları üzerinde durulmaktadır.

MODERN ÖNCESİ VE MODERNLİK
Giddens, her iki döneme ilişkin süreksizliklerin varlığını açıkça ortaya koymanın mümkün olduğundan söz etmektedir. Bu nedenle Giddens söz konusu iki dönemin karşılaştırmasını güven ve risk değişkenleri üzerinden yapmaktadır. Modernliği, 17. Yüzyılda Avrupa’da başlayan ve daha sonra tüm dünyayı etkisi altına alan bir toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimi olarak tanımlar. Günümüzde modernliğin yeteri kadar anlaşılamadığını vurgulayan Giddens, modernliğin doğasına bakılmasının sosyolojik analizler için kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Modern öncesi ve modern kültürleri karşılaştırmada “güven” önemli midir, sorusuna Giddens’in verdiği yanıt şöyledir: Kişinin kendini dünyada güvende hissetmesini anlatan ve diğer insanlarla bir arada yaşamasını olanaklı kılan güven odaklı “ontolojik/varlıksal güvenlik” olgusu, insani varoluşun temel bir özelliğidir. Bu nedenle ontolojik güvenliğin temelinin genellikle ilk çocukluk döneminde oluşturulduğunu belirten Giddens, yetişkinlik dönemi rutinleriyle devam ettirildiğini öne sürer.

Akrabalık ve cemaat, zaman ve uzam boyunca güvenilir bir biçimde eylemleri yapılandıran bağlar yaratırdı. Din, deneyimi güvenilir şekilde düzenleyen bir kozmoloji oluştururdu. Geleneğin kendisi tanımı gereği bir rutin olduğu için toplumsal ve doğa olaylarını yapılandırırdı fakat modern toplumlarda bu kurumsal ortamların hiçbiri güçlü bir güvenirlik ve ontolojik güvenlik hissi yaratmamaktadır. Giddens’a göre bu ihtiyaçlar farklı şekillerde karşılanır: Rutin, soyut sistemlerle bütünleşmiştir, saf/arı ilişkiler cemaat ve akrabalığın yerine geçmiştir. ve düşünümsel olarak inşa edilmiş bilgi sistemleri dini kozmolojilerin yerini almıştır. Sonuç, ontolojik güvensizliğin, “gerçekliğin varoluşsal demir atması” ile bağlantılı olarak endişenin geleneksel toplumlardan ziyade modern toplumlarda çok daha fazla görülüyor olmasıdır.

McLuhan’ın ifadesi ile söylersek, geleneksel dönemde bedenimizin uzandığı yere kadar ulaşma olanağımız bulunurken, elektronik çağda sinir sistemimiz dünyayı bir ağ gibi sarmaktadır. McLuhan’ın bu ifadesi, zaman ve mekânın yakınlaşmasını getirmiştir. Giddens’in görüşünde ise daha sonra değineceğimiz üzere “zaman ve uzamın” yerden/mekândan uzaklaşmasına neden olmuştur. Giddens’da modern öncesi ve modern toplum karşılaştırmasının da özünü oluşturur. Çünkü modern dönemde “zamanın uzamla uzaklaşması” (bu kavramdan anlaşılması gereken, varlık ve yokluk olgularını birleştirecek biçimde düzenleme ve yeniden düzenleme özelliğine vurgu yapılmasıdır) durumu giderek artmıştır.

Modern Öncesi Dönemin Güven Ortamının Belirleyicileri
Giddens , modern öncesi dönemin genel özelliklerini güven ortamı ve risk ortamı bakımından analiz eder. Güven ortamının belirleyicilerini 4 faktörle açıklar. Bunlar;
1. Zaman-uzam içindeki toplumsal bağları istikrarlı kılmada akrabalık ilişkileri düzenleyici bir rol üstlenir.
2. Tanıdık bir çevre sağlayan bir yer olarak yerel toplulukların varlığına/ağırlığına dikkat çeker.
3. İnsan yaşamının ve doğanın tanrısal bir yorumunu sağlayan inanç ve ritüel uygulama tarzları olarak dinsel kozmolojiler önemli bir yer tutar.
4. Bugün ile geleceği birbirine bağlayan geleneğin çevrilebilir bir özelliğe sahip olmasından dolayı geçmişe yönelik bir bağlantının söz konusu olduğunu vurgular.
Bu dört faktör modern öncesi dönemin temel güvenlik durumunu sağlayan toplumsal ilişki biçimleridir.

Modern Öncesi Dönemin Risk Ortamı
Giddens, modern öncesi dönemin risk ortamını ise şöyle değerlendirir;
1. Bulaşıcı hastalığın yaygınlığı, iklimin güvenilmezliği ve sel baskınları gibi doğal felaketler başta olmak üzere doğadan kaynaklanan tehdit ve tehlikeler mevcuttur.
2. Yağmacı ordular, yerel beyler, haydutlar ve hırsızlardan kaynaklanan insan şiddeti tehdidinin bulunmasıdır.
3. Dinsel kayradan yoksun kalma ya da kötü bir büyünün etkisine girme riskinin varlığıdır.

Bu riskleri azaltmanın yollarının başında akrabalık ilişkileri, yerelleşmiş ilişkilerin önemi, dini inançlar ve bir rutin olan gelenekler gelmektedir. Modern Dönemde Güven ve Risk Giddens , modernite ya da gelenek-ötesi (post-traditional) toplumu, gelenek ve alışkanlığa ait kesinliklere ilişkin rasyonel bilginin yer aldığı bir düzen olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda modern dönemde yerinden çıkarma/yerinden edilme kavramı ile ifade ettiği soyut sistemlere yönelik güven ilişkilerinin nasıl olduğunu üç kategoride değerlendirir:
1. Toplumsal bağları istikrarlı kılma aracı olarak dostluk ya da cinsel (akrabalık) yakınlıkla ilgili kişisel ilişkiler,
2. Belirsiz zaman aralıklarındaki ilişkileri istikrarlı kılma yolu olarak soyut sistemler (açılımlı mekanizmalar),
3. Geçmiş ile geleceği bağlantılandırma tarzı olarak karşı-olgusal, geleceğe yönelik düşünce. Bu durumu post-geleneksel dönem olarak değerlendiren Giddens, post-geleneksel dönemi modernliğin bir parçası olarak nitelemektedir.

Modern dünya daha önce yaşanan dönemlerden farklı değildir, aksine modernitenin ileri bir aşamasıdır ki, geçmişin eğilimlerini ve güçlerini yansıtır. Bu özelliklerinden dolayı Giddens bu dönemi geç modern dönem olarak isimlendirir. Modern toplumsal kurumların gelişimi ile güven ve risk, güven ve tehlike ilişkilerinin bir şekilde dengelenmesi durumunun ortaya çıktığını belirten Giddens, modernliğin risk ortamını; modernliğin düşünümselliğinden kaynaklanan tehdit ve tehlikeler, savaşın endüstrileşmesinden kaynaklanan insan şiddeti tehdidi ve modernliğin düşünümselliğinin benliğe uygulanmasından kaynaklanan kişisel anlamlılık tehdidi olarak sıralar.

MODERNLİĞİN SÜREKSİZLİKLERİ
Giddens’in modernliğin süreksizlikleri konusunda söylemek istediği, modern toplumsal kurumların birçok bakımdan benzersiz oldukları, diğer bir ifade ile geleneksel toplum düzeni anlayışını yansıtmadığıdır. Giddens burada insanlık tarihini süreksizlik bağlamında bir bütün olarak açıklamaya ve analize girişmez, onu ilgilendiren daha çok modern dönemle ilişkili olan süreksizlik ya da süreksizlikler toplamıdır. Toplumlardaki gelişmelerinin kesintiye uğramışlık ile varlığını sürdürdüğünü ifade eder. Modern yaşam tarzları, geleneksel toplumsal düzen çeşitlerinden yaygınlık gerekse yoğunluk bakımından farklılık göstermektedir. Bu farklılık yaygınlık açısından bakıldığında, küresel düzeyde bir toplumsal ilişki ve etkileşim biçimlerinin kurulmasına, yoğunluk bakımından ise gündelik yaşamımızın en mahrem ve kişisel özelliklerini değiştirme biçiminde etkili olmuştur.

Oysa klasik sosyologların toplumsal evrimcilik anlayışı (ister işlevselcilik isterse çatışmacı kuramcılar olsun) modernliğin süreksizlikçi karakterinin fark edilmesini, yerindeyse, engelleyen bir faktör olmuştur. Evrimci açıklamaların genel anlamda “büyük anlatıları” temsil ettiğine değinen Giddens, evrimcilerin tarihi, insanlıkla ilgili olaylar karmaşasını sistematik bir tablo düzeni içerisine sokarak yine olaylar dizisinin yardımı ile anlatmaya çalıştıklarından söz eder. Giddens’a göre toplumsal evrimciliğin yapısını bozmak demek, tarihin bir bütünmüş ya da belirli bazı birleştirici örgütlenme ve dönüşüm ilkelerini yansıtıyormuş gibi görülemeyeceğini kabul etmek anlamına gelir.

Modern Öncesi ve Modern Dönemin Süreksizliklerinin Karşılaştırılması
Giddens & Pierson , modern toplumu endüstriyel uygarlıkla ilişkili olarak üç kategoride değerlendirmektedirler:
i. İnsan ilişkileri tarafından dünya düşüncesinin dönüşümüne açık davranışlar seti,
ii. Ekonomik kurumların karmaşıklığı,endüstri üretimi ve pazar ekonomisi ve
iii. Kitle demokrasisi ve ulus-devleti de içine alan politik kurumlar.
Bu çerçeveden yaklaşıldığında, Giddens modern toplumsal kurumları geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran süreksizlikleri ise üç kategoride değerlendirerek açıklamaktadır :

1. Değişim hızı: Geleneksel düzenlerin (toplumlar) kendi içlerinde devingen oldukları söylenebilir. Fakat modernliğin koşulları içinde değişimin hızı had safhadadır. Bunun önemli bir yönünü teknoloji oluştursa bile, bu hız diğer toplumsal ilişkilerde de kendini gösterir.

2. Değişim alanı: Dünyanın farklı bölgeleri birbiri ile bağlantılı hale geldikçe toplumsal dönüşümün dalgaları yerkürenin tüm yüzeyini kapsamaktadır.

3. Modern kurumların doğası: Ekonomik üretim sisteminin piyasa koşulları ve metalaşması, ulus-devletlerin sisyasal sistemi gibi ekonomi-politik güç ilişkilerinin birlikteliği, daha önceki dönemlerde hiç görülmediği kadar iç içe geçmiştir. Dolayısıyla modern kurumlar doğaları gereği yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayan bir özellik göstermektedirler. Giddens’a göre aslında klasik sosyologlar modern çağı sorunlu olarak tahlil etmişlerdir. Capitalism and Modern Social Theory adlı kitabında, klasik sosyologların her birinin metodolojik farklılığının bulunduğunu, tam kapsamlı bir “genel teori” yarattıkları iddiasında bulunmadıklarını ifade etmektedir.

Ancak Giddens, Marx ve Durkheim’in, modern çağın olumlu yönlerinin olumsuzluklarından daha çok ağır bastığına inandıklarını, Weber’in ise daha kötümser bir tarzda modern çağın maddi ilerlemenin bireysel yaratıcılığı ve özerkliği yok eden bir bürokrasinin genişlemesine öncülük ettiğine inandığını savunur. Bu üç sosyolog, modern endüstriyel yaşamın bireyi sıkıcı ve tek düze bir çalışma disiplini altına sokan küçültücü sonuçlarını görmüşler, fakat üretim güçlerinin bu denli gelişmesinin eko-sisteme yönelik yıkıcı ölçekte bir tehdit oluşturabileceğini ve savaşın endüstrileşebileceğini kestirememişlerdir.

MODERNLİĞİN DİNAMİKLERİ
Modernlik, özünde gelenek ile bir karşıtlık içindedir. Bu karşıtlık modernliğin dinamiğini oluşturur. Modernliğin baskın özelliği, yeni olana karşı açık durmak ve bir düşünümsellik beklentisi içinde olmaktır. Böylece modernlik düşünümsel olarak uygulanmış bilgiden oluşur. Modernliğin dinamizmi, zaman ve uzamın ayrılmasından ve aynı zamanda toplumsal yaşamı organize eden zaman ve uzamın dilimlenmesini sağlayacak şekilde yeniden birleştirilmesinden, toplumsal sistemlerin yerinden edilmesinden, birey ve grupların eylemlerinden oluşan toplumsal ilişkilerin sürekli bilgi girdileri yolu ile düşünümsel olarak düzenlemesinden ve yeniden düzenlemesinden gücünü almaktadır.

Bozulma ve yeniden kurulma modernliğe dinamiklik kazandırmaktadır. Bu nedenle Giddens’a göre toplum yapılandırılmamıştır, yani bağımsız bir varlığa sahip sert/katı ve değişmez bir nesne olarak var olmaz. Burada önemli olan husus, toplumun doğası gereği sürekli olarak bozulmaya ya da değişime açık olduğudur. Bu bağlamda modernliğin dinamizmini yaratan dört farklı unsur vardır. Bunlar: zaman ve uzamın birbirinden ayrılması, yerinden çıkarma/edilme ve açılımlı mekanizmalar, radikal düşünümsellik ve küreselleşmedir.

Modernlik, Zaman ve Uzam
Modernlik öncesi kültürlerin zamanı hesaplama biçimleri vardır. Bu hesaplama takvim, yazının bulunuşu gibi toprağa yerleşik devletleri birbirinden farklılaştıran özellikler olarak değerlendirilmektedir. Mekanik saatin icadı ve nüfusun giderek yayılması (başlangıcı 18. yüzyılın sonuna kadar uzanır) zamanın uzamdan ayrılmasına yol açmış ve zaman, günün dilimlenmesine örneğin, çalışma saatinin düzenlenmesine olanak sağlamıştır. Bu gelişmelere bakıldığında zamanın boşaltılması, uzamın boşaltılması bakımından bir ön koşul olmuştur. Boş uzamın gelişimi, uzamın yöre’den ayrılması ile anlamlılık kazanmıştır.

Bu konuda Giddens tren çizelgesi örneğini verir; trenlerin hareket saatlerini gösteren tarife benzeri bir zaman çizelgesi ilk bakışta insanlara yalnızca sıradan bir şema gibi görünebilir. Ama bu tarife gerçekte trenlerin ne zaman, nereye varacağını gösteren bir zaman- uzam düzenleyiciliğini sağlayan bir araç işlevi görür. Bu niteliğiyle tren, yolcu ve yükün zaman ve uzamın geniş bir alana yayılmasına yol açarak karmaşık bir eşgüdüme olanak sağlar. Modernliğin başlangıcına kadarki dönemde zaman ve uzam doğal ortamlarla ve çevrelerle çok yakından ilişkiliydi. Fakat modern toplumlarda zaman ve uzam, daha önceden sahip oldukları doğa ile ilgili bağlarından koparılarak soyut varlıklara dönüşmüşlerdir. Dahası uzam kavramının kendisi fiziksel olmaktan çok sembolik hale gelmiştir.

Bilindiği gibi modernlik, ilerlemeye duyulan inanç ile ifade edilir. Ilerleme, değişim anlamına gelir ve zaman ve uzamın boşaltılması “değişimi yerel alışkanlık ve pratiklerin sınırlamalarından serbest kılarak çeşitli değişme olasılıklarını başlatmaya hizmet eder”. Zaman ve uzamın boşaltılması, zaman-uzam uzaklaşmasının sınırsız biçimde arttırılabileceği anlamını taşır ve artan zaman-uzam uzaklaşması, artan düşünümsellik karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirirler ve birlikte modernliğin dinamizmini- sürekli değişim yönelimini- yaratırlar.

Yerinden Çıkarma/Edilme ve Açılımlı Mekanizmalar
Geleneksel toplumdan modern topluma geçişi tartışırken özellikle işlevselciler başta olmak üzere birçok sosyolog, yapısal farklılaşmadan bahseder. Giddens’in yapısal farklılaşmada sorunlu olarak gördüğü şey, yapısalcıların, modernliğin merkezi bir özelliği olan radikal zaman-uzam uzaklaşmasına mantıklı bir açıklama getirilmemesidir.( Açılımlı mekanizmalar, toplumsal ilişki ve etkileşimleri yerel bağlamlarından çekip çıkaran pratiklerdir.)

Bu bağlamda yaşamı yerel bağlamından çekip çıkaran iki temel mekanizma vardır:
I. sembolik göstergeler ve
II. uzmanlık sistemleri.

Sembolik Göstergeler
Sembolik göstergeler herhangi bir kişi ya da kurumla ilişkili olmaksızın dağıtılan/devreden değişim araçları açısından düşünülebilir. Birçok gösterge türü olmakla birlikte para bu türler arasında mükemmel bir örnektir. Paranın evrensel ve soyut doğası onu sınırlamadan özgür kılar ve uzun mesafeler ve zaman periyotları karşısında değiş tokuşu kolaylaştırır. Bu nedenle doğası gereği para, zaman-uzam uzaklaşmasını arttırır ve paranın soyutlama seviyesi oldukça yüksek, yarattığı bu etki de büyük olur.

Uzmanlık Sistemleri
Günümüzde bu tür sorun ve ihtiyaçlar için başvurduğumuz adres, kişisel olarak hiçbir şekilde tanımadığımız, soyut bilginin hâkim olduğu akademik bir eğitimden geçen uzmanlardır. Uzmanlık bilgi sistemleri, yaşamlarımızın merkezini yerel bağlamlardan soyut bilgi ve uzak ötekilere geliştirilen bağımlılığa taşıdıkları için açılımlıdırlar. soyut uzmanlık bilgi sistemlerine bağımlıyızdır.

Modernliğin Düşünümselliği
Giddens düşünümselliği statik bir durum olarak değil, değişken bir durum olarak görür. Modernliğin, düşünümselliğin seviyesini dramatik bir biçimde yükselttiğini öne sürer. Aslında kendine yönelik bir varlık olarak toplum düşüncesi Montesquieu ve Durkheim gibi düşünürlerin eserlerinden önce pek bilinir değildi. ilerleme umudu hiçbir zaman cisimleşmez- ilerleme ideali- ona hiçbir zaman ulaşamayacağımız anlamını taşır. İlerlemeye yönelik attığımız her adım, elde ettiklerimizi geliştirme umutlarıyla sınanır.İlerleme, ulaşılmış bir amaç olmaktan ziyade motive edici bir değer, modernliğin söylemsel bir özelliği haline gelir. “Modernliğin kendisinin derinden ve aslen toplumbilimsel olduğuna” değinen Giddens, aktörün toplumsal yaşam hakkında daha fazla bilgiye sahip olması onun kendi geleceğini şekillendirmesi ve tehlikelere zımni olarak karşı koymasını olanaklı kılacağını söyler.

Bu bağlamda modernliğin düşünümselliği, düşünce ve eylemin sürekli olarak birbirine yansıtılarak sistemin yeniden üretilmişliği üzerine kuruludur. Yani geleceğe yönelik olarak, önceden yapılmış olanla yeni bilgilerin harmanlanması ilkeli bir biçimde savunulacak konuları örtüştürür. Böylece düşünümsellik, bilgi ve yaşam hakkındaki temel anlayışımızın kısmen şekillendirilmesi anlamına gelir. Modern bilgi, bilimsel bilgiye eşdeğerdir ve bilgiyi bilimsel yapan ise daimi bir irdeleme ve sistematik şüphedir. modernliğin düşünümselliğini artıran bir başka faktör de özellikle kitle iletişim araçlarıdır. Bireyin kendisi dönüşümsel bir kapasiteye sahip olduğu için bu araçlardan öğrendiklerini kendi yaşantısına ussal olarak uyarlamaya çalışır. Radikal modernliğin bir sonucu olarak birey, belirli kimliklerin, yaşam süresi göstergelerinin ve bilginin elde edilmesiyle benliği toplumsal olarak belirleyen toplumsal ağlar ve kurumlardan çekip çıkarılmıştır.

Küreselleşme
Giddens düşünce ve eylemlerinde ne küreselleşme taraftarı ne de küreselleşme karşıtı olmuştur. Daha çok küreselleşemenin günümüz gerçekliği içinde bir süreç olduğunu ancak yarattığı tehlike ve risklere müdahale edilmediği takdirde eko-yaşam adına olumsuzluklar yaratacağını kabul etmiş ve bu sürecin toplumların çıkarlarına uygun hale getirilmesi için nasıl dönüştürülebileceğini anlatmaya çalışmıştır. Kaleme aldığı, Elimizden Kaçıp Giden Dünya başlıklı eserinde Giddens neo-liberal söylemle refah hakları düşüncesinden yola çıkarak demokratikleşme ile minimal devleti özdeşleştiren bir yol sunar. Modernliğin yapısal olarak küreselleştirici özelliği bulunduğuna değinen

Giddens bu süreçte bilhassa dört kurumun modernliğin dinamizmini ve zaman periyodunu biçimlendirdiğini öne sürer. Bunlar: kapitalizm, endüstrileşme, şiddet tekeli/zorlayıcı güç ve gözetimdir. Modernliğin dinamiği açısından kapitalizme dikkat çeker. Endüstrileşme, şiddet tekeli/ zorlayıcı güç ve gözetim birbirlerini besler ve genel anlamda endüstriyel-askeri kompleks olarak tanımlanan şeyi yaratırlar. Askeri bir kompleks, güçlü bir ordu ve askeri üretime odaklanmış bir ekonomi aracılığıyla yaratılır. Zorlayıcı güç, teknolojiyi kullanmaya başladığında endüstrileşmeye bağımlı olmakla kalmayıp daha fazla ve daha gelişkin güç ve gözetim teknolojilerinin üretimi için daimi bir itici güç oluşturur. Tüm bu unsurlar birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirir ve modernliğin dinamizmini inşa ederler.

Giddens, küreselleşmenin boyutlarını da, kapitalist dünya ekonomisi, ulus-devlet sistemi, uluslar arası işbölümü ve askeri dünya düzeni olarak dört kategoride değerlendirir. Bugün dünyanın ekonomik örgütlenişi ana güç merkezleri olan kapitalist devletler aracılığı ile gerçekleştirilmektedir. Bilindiği üzere ulus-devlet modernliğin dönüşümsel karakterine uzun süre katkıda bulunmuş ve ulus-devlet sahip olduğu sınırlar yolu ile egemenliğini sağlamıştır. Küreselleşmenin üçüncü boyutu askeri dünya düzenidir. Özellikle savaşın endüstrileşmesi, silah ve askeri örgütlenme teknik ve araçlarının bir ülkeden diğerine akışı ve devletlerin birbirleri ile kurdukları ittifakları kapsayan gücün küreselleşmesi bağlamında değerlendirilmektedir. Küreselleşmenin dördüncü boyutu olan uluslararası işbölümü endüstriyel gelişme ile ilgilidir.

Modern endüstri yalnızca yapılan işi değil, aynı zamanda endüstri türü, gerekli beceriler ve hammadde üretimi bakımından bölgesel uzmanlaşmaya dayalı bir iş bölümünü de gerekli kılmıştır. Giddens’a göre küreselleşmenin dört boyutu olan “kapitalist dünya ekonomisi”, “ulus-devlet sistemi”, “uluslar arası işbölümü” ve “askeri dünya düzeni”, modernliğin dört ana parametresi olan “kapitalizm”, “endüstriyalizm”, “gözetleme” ve “askeri güç”ün etkileşip genişleyerek dünya ölçeğine yayılmış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.(Giddens küreselleşmeyi modern dönemde gerçekleşenlerin sonucu olarak değil, bizzat modernitenin kendisini tüm dünyaya yaymasıyla oluşmuş bir olgu olarak tanımlar.)

Zamanın mekândan bağımsız kalışı modernleştirici bir süreçtir. Giddens’a göre, küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır. Bu sayede toplumsal ilişkiler mekâna bağımlı olmaktan kurtulmuş uzaktaki yerlerle etkileşim içine girilmiştir. Ona göre küreselleşme, modernitenin devamıdır. Küreselleşmeye karşı değildir, taraftar da değildir. Ancak dünyanın gidişatının küresellşmeye doğru olduğu tespitinde bulunmaktadır.( Küreselleşme, politik ve ekonomik etkilerin biraraya getirilişilerinden doğan bir dizi karmaşık süreçleri içermektedir. Bu durum hem yeni uluslar üstü sistemler ve güçler yaratmakta hem de gelişmekte olan ülkeler giderek daha fazla değişime maruz kalmaktadır.



Küreselleşme Giddens’e göre, yalnızca muazzam bir ekonomik, politik, kültürel sistemler ve iletişim ağlarındaki gelişmeyi değil, aynı zamanda yerel ve kişisel anlamda etkili faaliyetleri ve deneyimleri de içine alır.) Öte yandan küreselleşme “yeni bireyselciliğin” yükselişini de ön plana çıkarmaktadır. Küreselleşme, hem içinde büyük sistemlerin yer aldığı hem de yaşamımızın çoğu mahrem kısmını ve özelini içine alan ilişkileri kapsar. Örneğin Kopenhang’dan satın aldığımız kıyafetler İngiltere’de tasarlanmış, Tayvand ya da Polonya’da üretilmiştir. Bu durum uluslararası işbölümü ve dünyanın eko-sistemi bakımından küreselleşmenin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresellşme konusunda önemli olan bir nokta da modern teknolojik araçlar olarak medyanın küreselleştirici etkisini gözden uzak tutmamaktır. Mekanize iletişim teknolojileri küresellşmenin bütün yönlerini önemli ölçüde etkilemiştir.

GEÇ MODERNLİK VE POSTMODERLİK
Giddens, modernliği şu sözleri ile değerlendirmektedir. “Modernlik terimini kullananların çoğu, ben dâhil, onu evrensellik iddiaları sorgulanabilir nitelikte olan, tarihsel olarak özgül bir sosyo-ekonomik ve kültürel oluşum olarak görüyorlar. Benim anlayışıma göre modernlik tarihin sonu değildir; ama modern olan şekilsiz, parçalı, çizgisel olmayan bir post-modernlik halinde çözülmüş de değildir. Dolayısıyla “post-modern” fikri yalnızca “modernliğin aklının başına gelmesini” ya da kendi sınırları ile yüzleşmek zorunda kalmasını değil, aynı zamanda bunu aşmayı da içerir”. Bu açıklamada Habermas’ın görüşleri ile Giddens’in görüşlerinin kesiştiği görülür. Çünkü Habermas’a göre modernizm henüz tamamlanmamış bir projedir. Bu nedenle Habermas da Giddens gibi içinde bulunduğumuz dönemi postmodern olarak nitelemeye yanaşmaz.

Giddens, çağımızın krizini sistemin tüm rasyonalitesine karşın kapitalizmin krizi olarak görmez. Bugün ve gelecekte olacak gerilimin ekolojik kriz olduğunu iddia eder. Ona göre, “ekolojik kriz “örselenmiş bir modernliğin” krizidir, ama sadece çevrecilikle özdeşleştirilmemelidir”. Burada karşı karşıya gelinmesi ve netleşmesi gereken konu, fiziksel ekoloji değil, bir “yaşam ekoloji” meselesinin varlığına dikkat çekmesidir. Giddens’a göre bir anlamda, Postmodernizm mimaride, edebiyatta, sanatta ve şiirdeki son dönem değişmelere göndermede bulunurken, postmodernite son dönemlerdeki sosyal dünyanın kurumsal değişmelerine işaret eder. Postmodernlik, hiçbir şeyin tam bir kesinlikle bilinemeyeceğine, epistemolojinin önceki temellerinin güvenilir olmadığına, tarihte teleolojiye yer olmadığına, dolayısıyla ilerlemenin hiçbir çeşidinin kabul edilemeyeceğine işaret etmektedir. Bu nedenle Giddens, postmodernite yerine “geç modernite” kavramını kullanmayı tercih eder.

Giddens’in verdiği örneğe baktığımızda “ Hiç hız trenine bindiniz mi” diye sorarak şu açıkmayı yapar. Bir hız trenini eğlenceli kılan şey, tehlikenin ve güvenin bir arada bulunmasıdır. Hız trenini güvenli bulmasak ona binmeyiz, ancak tehlikeye meyilli bir yapımız olmazsa hız treni eğlenceli olmaktan çıkar. Yüzlerce metre yükseklikten kavisler çizerek hızlı bir şekilde trenle aşağıya inmek, bize ölüm olasılığını düşündürür ama trene ve onu inşa eden uzmanlara duyduğumuz güven, bu olasılığın yaratacağı gerilimi ortadan kaldırır. Habermas ve Giddens arasında temel bir farklılık bulunmaktadır. Habermas için rasyonel kontrol modernliğin merkezindedir ve gerçekleştirilmesi mümkündür. Fakat Giddens için modernlik tanımı gereği kontrol dışıdır.

Modernliğin amacı gelişmedir fakat yarattığı etki, denetimsiz bir değişim makinesine dönüşen mekanizmaların ve süreçlerin ortaya çıkmasıdır. Giddens, post modernistlerin iddia ettiği gibi post modern bir döneme girildiği konusunu tartışmaktan çok, modernliğin sonuçlarının nasıl bir dönüşüm geçirdiğine bakmak gerektiğinden söz eder. Giddens’in post modern toplum ya da endüstri-sonrası toplumu değil, geç modern toplumu ele almıştır. Bu kavram aracılığıyla Giddens, tarihsel süreklilik ve değişimi birlikte vurgular. Giddens kapitalizm ve endüstrileşme arasında bir ayrım yapar. Kapitalizm,küresel çapta etkinlik gösteren işgücü piyasalarında oldukça yüksek bir rekabete dayalı bir üretimi ifade ederken; endüstrileşme, doğayı kontrol etme ve dönüştürme maksadıyla makine teknolojisinin kullanımına atıfta bulunur. Bu geç modern dünyanın endüstri dışında en fark edilir özelliği ulus-devlettir. Buna ek olarak, Luhmann ölçüsünde olmasa da modern dünyayı bir araya getirmede iletişimin önemine dikkat çeker.

Sağ ve Solun Ötesi veÜçüncü Yol:Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi adlı kitaplarında Giddens eski “sol” fikirlerin güncelliğini yitirdiğini “sağcı” fikirlerin ise çelişkili ve hatta tehlikeli olduklarını iddia eder. Giddens’in sosyal demokrat (liberal) “üçüncü yol”u ise sadece bir teori değil, aynı zamanda siyasal aktivizm ve idealizmi alevlendirmeyi amaçlayan bir eylem programıdır. Giddens’in modernlik teorisinin altbölümleri arasında uzaklaşma/aralama , güç/iktidar, güven ve risk bulunmaktadır. Uzaklaşma, ilişkilerin artık belirli mekânlara bağlı olmadığı gerçeğini ifade eder. Giddens’in hem yapılaşma hem de modernlik kuramında önemli bir yere sahip olan bir diğer kavramı ise güç/iktidar ya da failliktir. Bu kavramlar bireyin karar verebilme ve eylemde bulunabilme kapasitesine işaret eder.

İktidar/Güç bir kaynak değildir; kitle iletişim araçları ve toplumsal bağlantılar birer kaynaktır. İktidar/Güç, hem sınırlar hem de olanaklı kılar. Sınırlama olarak güç/iktidar, bir kuvvet değildir; bir seçim kısıtlamasıdır. Bir başka deyişle hâkimiyetle uyum içinde olan iktidar olmasa bile bireyler modern dünyada yaptıkları seçimler üzerinde belirli bir güce (ya da kontrole) sahiptirler. İktidar, dolayısıyla sadece tahakküm değildir, aynı zamanda “dönüştürücü bir kapasite”dir ya da şeyleri meydana getirme becerisidir. Böylece Giddens’a göre modern dünya, yetki vericidir, çünkü insanları geleneksel, sanayi öncesi toplumun kısıtlamalarından özgür kılmıştır. Ancak geç modernlik, modernliğin düşünümselliğini gerektirdiğinden güven problemi vardır ve karmaşık riskler ve tehlikelerle doludur.

GEÇ MODERNLİKTE RİSKLER
Giddens’in risk hakkındaki görüşlerinin ikinci kısmı, Luhmann’ın görüşlerinin ötesindedir. İnsanlar sürekli olarak gelecekte doğabilecek riskleri hesaplamaya çalışırlar. Hızla değişen modern toplumda, bireyler plan kurarak riski azaltmaya çabalarlar. Bu duruma güzel bir örnek sağlık ya da yaşam sigortasıdır. Giddens bunu “geleceğin kolonileşmesi” olarak tanımlar. Giddens, geç modern topluma özgü dört tip riskten bahseder:
(1) Devlet eliyle ya da başka yollarla yapılan ve hiç kimsenin kaçmasının mümkün olmadığı gözetim,
(2) Türlerin yaşamını sürdürememe riskiyle birlikte artan askeri güç,
(3) Kapitalizmin istikrarsız nitelikleri sebebiyle, ekonomik büyümenin çökme ihtimali ve
(4) Kapitalizmi sınırlayan ekolojik ve çevresel kısıtlamalar. Giddens bu bağlamda günümüz modernitesini, geçmişin eğilimlerini ve güçlerini bünyesinde taşıdığı için “post-geleneksel” olarak da adlandırmaktadır.

YAPILAŞMA KURAMI VE YAPININ İKİLİĞİ

En basit haliyle yapılaşma kuramında Giddens, sembolik etkileşimcilik, fenomenoloji ve dramaturjinin öngörüleriyle klasik sosyolojinin yapı kavramını bir araya getirir. Giddens’a göre özne-nesne ya da fail-yapı ayrımı yanlış bir dikotomidir ve insan eyleminin karmaşıklığına makul bir açıklama getirmek için yaratılmıştır. Giddens’a göre insani toplumsal aktiviteler geri dönüşlüdür ve yaratılan bu dikotomi tavuk-yumurta problemine benzemektedir. Hem nesne hem de özne ya da hem yapı hem de fail, sadece farklı safhalarda olmakla birlikte birdir. Dolayısıyla toplumsal aktörler, toplumsal gerçekliği üretirler, fakat bu aktörlerin toplumsallığından bahsetmek hâli hazırda varolan toplumsal bir dünyayı kabul etmek anlamına gelir.

Yapı ve failliği bir ikicilik/düalizm, karşılıklı olarak birbirlerinin dışında öğeler olarak görmek yerine Giddens bir ikilik/düalite, yani aynı şeyin analitik olarak birbirlerinden ayırt edilemez iki parçası gibi görür. Yapının ikiliği, yapının dönüşümlü olarak düzenlediği toplumsal eylem ya da davranışın hem aracı hem de sonucu olduğu anlamına gelir. Yapı ve fail ikili bir doğaya sahiptir ve doğaları gereği karşılıklı ilişki içindedir. Yapı ile eylem arasındaki bağlantı ise toplumsal pratikler aracılığı ile kurulur. Bu ise yapının ikiliğinin bir parçası olarak değerlendirilir. Bu nedenle toplumsal pratiğin yasalaştırılmasının üç bileşeni bulunur.
Bunlar;
1. Anlamlı iletişim üretimi (anlamın iletişimi)
2. Güç (gücün kullanımı) ve
3. Ahlaktır (davranışın değerlendirici bir yargılamasıdır)

Sosyal pratikler dil aracılığı ile düzenlenir. Katılımcıların bir dizi kurala uymaları ile yaşam bulur. Sosyal pratikler farklılık yaratan eylemleri içerir. Görüldüğü üzere Giddens yapı ve failliğin aynı eylem içerisinde karşılıklı olarak oluştuğunu öne sürer. Toplumsal karşılaşmalarda başvurulan kurallar ve kaynaklar, hem etkileşimi ve yapıyı yaratırlar hem de etkileşim ve yapı içerisinde bulunurlar. Toplumsal olarak bir arada bulunma eylemi yalnızca toplumsal kural ve kaynakların kullanılması aracılığıyla mümkündür ve kurallar ve kaynaklar yalnızca toplumsal olarak bir arada bulunma eylemi içerisinde var olurlar. Böylelikle yapı ve faillik tam olarak aynı kural ve kaynakların kullanımı aracılığıyla karşılıklı olarak inşa edilir.

Giddens, faillik ve yapının ikiliğinden bahsedebilmek için toplumsal yapının anlamını şöyle açıklar: Yapılaşma teorisinde toplumsal yapılar, kurallar ve kaynaklardan oluşur. İki tür kural vardır: normatif kurallar ve anlamlama kodları/anlamlandırıcı kurallar. Her iki durumda da bu kurallar, toplumsal pratiklerle sarmalanmış vaziyettedir ve soyut ya da bağımsız olarak var olmazlar. Giddens ayrıca kuralların sürekli olarak ya da nadiren başvurulan, söylenmeden anlaşılan ya da tutarsız, gayri resmi ya da resmi ve zayıf ya da güçlü biçimde onaylanmış olabileceklerini dile getirir. Normatif kurallar davranışı yöneten kurallardır fakat anlamlama kodları biraz daha farklıdır.

İki tür kaynak vardır: yetkesel/düzenleyici ve dağıtıcı/maddi. Yetkesel/düzenleyici kaynaklar, yönetim teknikleri ya da teknolojileri, kurumsal pozisyon ve uzmanlık bilgisi gibi konulardan oluşur. Dağıtıcı/maddi kaynaklar ise maddi ürünlerin ya da maddi dünyanın denetiminden oluşur. Dolayısıyla kaynaklar, insanların ve gereçlerin denetimini içerir ve aktörlerin eylemlerini yapmasını sağlayan kolaylıklardır. Yapılaşma kuramı aktörlerin, aynı zamanda sosyal sistemlerin hem yaratıcıları hem de sosyal sistemler tarafından yaratılan, düşünümsel olarak düzenlenmiş eylem ve etkileşimlerin taşıyıcısı olduklarını vurgular.

Yapılaşma Usulleri/ Şekilleri
Giddens, davranışları örüntüleme sorununu zaman-mekân uzaklaşması açısından yeniden farklı bir biçimde dile getirir: “toplumsal teorinin temel sorusu bireysel “varoluş”un sınırlılıklarının, toplumsal ilişkilerin zaman ve uzamın ötesine “uzanması” yoluyla nasıl aşılabileceğini açıklamaktır”. Zaman-uzamın ötesine geçme ediminin nasıl gerçekleştiği Giddens’in temel sorusudur ve cevabı da yapılaşma şekillerine ilişkin düşüncelerinde bulunur. şekil/ usul kelimesi, giyinme ya da davranış tarzı gibi bir ifade türüne atıfta bulunan biçim/tarz kelimesiyle ilişkilidir. Yapılaşma usulleri dolayısıyla kişilerin etkileşim halindeyken bilerek kullandıkları kural ve kaynaklardır.

Yapılaşma sisteminde üç öğe bulunmaktadır: toplumsal pratikler, usuller ve yapılar.

Yapılaşma usulleri, yapı ve eylemin (failliğin) ifade edilme yollarıdır. Yapılaşmayı müziğin kendisi olarak düşünecek olursak, usuller analog ya da dijital tarzda olsun yeniden üretilme biçimidir ve toplumsal pratik de bu müziği üreten müzisyendir. Görüldüğü üzere yukarıdaki çizelgeden de anlaşılacağı üzere, Giddens bir taraftan üç toplumsal pratiğe (iletişim, güç ve yaptırım) diğer taraftan da yapılara (anlam, güç/tahakküm ve meşrulaştırma) tekabül eden üç usul ya da ifade tarzı öne sürmektedir. Giddens’in yapıyı kurallar ve kaynaklar olarak tanımlaması, -anlamlama ve meşrulaştırma, kurallara ve tahakküme sıkıca bağlı olduğundan daha çok kaynaklarla bağlantılıdır. Güç/tahakküm, yetkesel ve dağıtıcı kaynakların sunduğu olanaklar yoluyla ortaya çıkan fiili güç olarak ifade edilir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise tüm bu kurumsallaşma hareketinin farklı kurumsal düzenler yarattığıdır. Birçok sosyolog kurumları bağımsız etkileri bulunan gerçek, ayrı nesnelermiş gibi görür, fakat Giddens kurumların gerçek nesneler olarak varolmadıklarını ifade etmeye çalışır. Farklı kurumsal düzenler, aynı anlamlama, tahakküm/güç ve meşrulaştırma yapılarından (kural ve kaynaklarından) meydana gelirler.

Sembolik kurumsal düzenler açısından bakılacak olursa (örneğin siyasi ideoloji), bu düzenleri oluşturan unsurlar; sırasıyla anlamlama (A),tahakküm (T) ve meşrulaştırmadır (M). Örneğin demokrasi gibi bir ideoloji, anlamlama ve anlam ile birlikte anlamlarla sembolleri destekleyen tahakküm ve meşrulaştırma edimine dayalıdır. (A-T-M). Yasal kurumsal düzenler açısından ise sembolik etkileşimde mevcut bulunan oluşum sırasının tam tersi bir sıra (yani meşrulaştırma, tahakküm ve anlamlama: M-T-A) etkilidir. Siyasi kurumlar ve ekonomik kurumlar ise tahakküm, anlamlama ve meşrulaştırma (T-A-M) sırasına göre oluşurlar.

Düşünümsel (Refleksive) Aktörler
Giddens’a göre etkileşimler dâhilinde bulunan üç önemli şey vardır:
I.eylemin düşünümsel gözetimi,
II. eylemin rasyonelleştirilmesi ve
III. eylem motivasyonu.

Giddens’a göre bu üç görev tabakalaşmıştır ya da farklı “farkındalık seviyelerine” sahiptir. Söylemsel ve pratik bilinçle ilgili dile getirilmesi gereken önemli bir husus bulunmaktadır: Bu iki bilinç durumu birbirleriyle zorunlu olarak bağlantılı değildir. İlk bakışta söylemsel bilincin, pratik bilincin bize yapmamızı söylediği şeyleri açıklama yeteneği olduğu düşünülebilir. Fakat pratik bilinç hakkında daha önce ifade edildiği gibi “insanlar bu bilgiyi sözel olarak ifade edemezler”. Dolayısıyla söylemsel bilinç (açıklama), pratik bilinçle (eylemlerle) gerçek herhangi bir yolla zorunlu olarak bağlantılı değildir. Nasıl davranacağımızı ve eylemimizi nasıl açıklayacağımızı biliriz, fakat bu iki durum da aktörün bilinç dışı motivasyonlarının değil,
toplumsal etkileşimin birer parçasıdır.

Bölgeselleştirme biçim, özellik, süreklilik ve süreye göre üç çeşitlilik özelliği gösterir.
i. Bölgenin biçimi, onu diğer bölgelerden ayırmak için kullanılan bariyer ya da sınır çeşitleri bağlamında ele alınır. Koridorda durup biriyle konuştuğunuzda ikinizin etrafında oldukça geçirgen olan sembolik bir sınır vardır ve diğerlerinin bu konuşmaya katılması [yani sınırı geçmesi] son derece mümkündür. Fakat erkekler ya da kadınlar tuvaletine girdiğinizde, bir arada bulunma olasılığını açıkça sınırlayan fiziksel ve sembolik bir sınırla karşılaşırsınız.

ii.
Bölgenin özelliği, bir bölge içerisinde tipik olarak var olabilecek toplumsal pratik türüne gönderme yapar. Örneğin, insanlar yüzyıllardır evler içerisinde yaşarlar fakat evin özelliği zamanla değişime uğramıştır. Tarım toplumlarında ev ekonominin,devletin ve ailenin merkezidir; fakat modern kapitalist toplumlarda ev, kesinlikle ailenin alanını oluşturur ve bu nedenle kamusal olmaktan ziyade özeldir.

iii. Bölgenin sürekliği ve süresi, coğrafi mekânın büyüklüğüne ve zamanın uzunluğuna atıfta bulunur. Belirli bölgeler, genellikle toplumsal pratikler için sadece günün belirli süreleri boyunca ya da belirli zaman uzunluklarıyla uygundur; yatak odası örneğin, uyku zamanıyla özdeşleştirilir. Dolayısıyla bir stadyum bir hava alanı ile karşılaştırıldığında bir arada bulunabilme ve toplumsal pratikler için özgün fırsatlar sunar. Giddens insan eyleminin özü itibariyla düşünümsel bir özelliğe sahip olduğunu söyler. Böylece toplumsal davranış biçimleri, zaman ve uzam içinde süreğen olarak yeniden üretilir. Bu durum göstermektedir ki, aktörler bir taraftan yapıdan etkilenirken diğer taraftan da yapıyı etkilemekte ve ilişkileri yeniden üretmektedir. Bourdieu gibi Giddens da yapı fail ikiliğinin bir aradalığını vurgulayan son dönem sosyologlardandır. Sonuç olarak Giddens, kendi düşünce sistematiğini ontolojik bakışla ortaya koyar. Bireyin kendi yaşamını devam ettirmesini varoluşsal bir sorun olarak kabul eder. Bunu ise yukarıda ifade edildiği üzere ontolojik güvenlik ile bağlantılandırarak açıklamaya çalışır.

ELEŞTİRİLER
Bazı eleştirmenlere göre Giddens’in yapı kadar failliğe de önem vermesi günümüz teorik çerçevesi açısından oldukça katkı vericidir. Stjepan Mestrovic, Giddens’in teorisi üzerine yazdığı kitabında oldukça eleştireldir ve Giddens’in kadınlar ve modern dünya hakkındaki görüşleri üzerine getirdiği eleştirilerin bir kısmı fazla abartılıdır. Bununla birlikte Giddens hakkında yapılan eleştirilerden ikisi dikkat çekicidir. Birincisi Giddens’in insan failliğine yaptığı vurgu ve ikincisi de modern dünya hakkındaki optimist bakış açısıdır. Giddens’a göre “her toplumun her yetkin üyesi, o toplumun kurumları hakkında son derece bilgi sahibidir. Bu bilgi, kişinin günlük aktivitelerinden uzak olmaktan ziyade onlarla çok yakın bağlantılıdır” ifadesini hem Luhmann hem de Mestrovic, sorgular.

Luhmann’a göre günümüzde vatandaşlar inceleyemeyecek kadar çok meşgul ya da stres altında oldukları bir bilgi bombardımanı altındadırlar. Mestrovic buna ek olarak birçok kişinin dünya olaylarıyla ilgili meselelerde umarsız göründükleri ortada iken kendilerini güçlü hissedebilen ve fail olabilen bireyler olarak görülmesi şaşırtıcıdır. Bu konuda Giddens’in insanlığın tam olarak ne kadarlık bir kısmına işaret ettiğini bir başka deyişle günümüz dünyasında kaç insanın etkili birer fail olarak hissedip hareket ettiğini sorgulamak gerekir.

Mestrovic’e göre Giddens, faillerin toplumsal yapıyı nasıl algıladıklarını ve failin eylemlerinin belirli sonuçlar doğuracağına dair duyduğu inancın köklerini açıklamada başarısızdır. Ona göre, Giddens açısından faillik ve yapının tüm bu yönleri görünürde kendiliğinden varlardır ki bu da yeterli bir sosyolojik açıklama değildir. Giddens’in diyalog, düşünümsellik, demokrasi ve küreselleşme üzerine yaptığı afili teorileştirmeye rağmen dünyadaki insan hakları ihlallerini çözmenin nasıl mümkün olacağına yönelik getirdiği açıklamanın yetersiz kaldığına dikkat çekilmektedir. Giddens’in modern dünyanın büyük riskleri üzerine yaptığı tartışamadan hareketle, onun gelecekle ilgili oldukça karamsar olduğu düşünülebilir. Fakat yine de bir liberal olarak Giddens, riskleri birer sorun ya da kaçınılmazlık olarak değil, birer olasılık olarak görür. Emeği, barışı, çevresel hareketleri ne başarının ne de yenilginin bir garantisi olarak görür. Giddens’in liberalizmini Kivisto’ya, “makul ütopyacı realizm” olarak tanımlar.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst