Aöf Türk Dili 1 Ders Notları 1. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
TÜRK DİLİ 1

I.ÜNİTE

DİL NEDİR?
GİRİŞ
Bizim ürettiğimiz, her an birlikte olduğumuz, başkalarıyla paylaştığımız, içselleştirdiğimiz doğal dil sisteminin yapı ve işleyişi hakkında çok şey bildiğimizi düşünmek büyük bir yanılgıdır. Düşünürler ve bilim insanlarınca Eski Hint ve Yunan geleneklerinden bu yana, binlerce yıldır yapılan çalışmalara, ortaya konulan sayısız esere rağmen dilin edinilişi ve işleyişi ile ilgili bildiklerimiz gerçekten son derece yetersizdir. Örneğin, okul gramerlerinde ortografik (ölçünleştirilmiş yazım sistemi) yaklaşımla “Türkçede sekiz ünlü, yirmi bir ünsüz vardır.” Klişesine karşın, ölçünlü dilde ses bilgisel bakımdan kaç ünlü, kaç ünsüz bulunduğuna ilişkin kesin bilgimiz yoktur. Diller, siyasal güçler tarafından ulus ve kimlik inşasında, ulusların, kimliklerin yeniden biçimlendirilmesinde kullanılan en önemli araçlardır.

Dille ilgili sağlıklı bilgilere ancak bilimsel yaklaşımlarla ulaşılabilir. Bu yaklaşımların başında doğal dilin ses, biçim ve söz diziminin bilgisi ve çalışması olan dil bilgisi gelir. Kuşkusuz, bir dili ana dili olarak edinmek için dil bilgisine ihtiyaç yoktur.
Dil bilimciler genellikle anlamaya, açıklamaya odaklı olduklarından betimleyici (tasvirî) dil bilgisini, dili öğretenler ise öğretim için dilin farklı düzeylerdeki işleyişiyle ilgili kuralları ön plana çıkarmak zorunda olduklarından kuralcı dil bilgisini tercih ederler. Nitekim okul dil bilgisi kitapları bir dilin yapı ve işleyiş sistemini tanıtmak üzere ilk, orta, yüksek vb. farklı öğrenim düzeylerine göre ve kuralcı dil bilgisi yaklaşımıyla hazırlanır. Betimleyici yaklaşım ise doğruyu veya yanlışı bulmaya değil, dilin kendisine özgü niteliklerini anlamaya odaklıdır.

Betimleyici yöntem, doğanın bir parçası olan dilin bütün görünümlerinin, bütün dilbilgisel düzeylerde eşit yeterliklere sahip olduklarını, herhangi bir yörenin ağzı ile ölçünlü dil arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığını, yani ağızların ölçünlü dile tâbi olmadığını hareket noktası olarak alır. Örneğin, betimleyici yöntem, İstanbul Türkçesinin toplumsal bir uzlaşı ile ağızlar üstü bir ağız, ortak bir ağız olarak kullanımının dışında yerel ve toplumsal ağızlara üstünlüğünün bulunmadığını, her ağzın bütün dilbilgisel düzeylerde “kural” sözcüğüyle nitelenen ölçünlere sahip bulunduğunu göz önünde tutar.
Dilin farklı ağızları arasındaki saygınlık farkı ise ağızların kendilerinden kaynaklanmaz. Saygınlığı, ilgili ağzın devletin egemenliğinin bildirim ve icra aracı olup olmadığı ve/veya ifade aracı olduğu toplumsal-ekonomik statü grubunun toplumsal aşama sırasındaki (hiyerarşi) yeri belirler. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti’nin fiilen resmî dili olan İstanbul Türkçesinin saygınlığı, diğer bütün ağızlardan yüksektir. İnsanlar, saygınlığı yüksek dillere ve ağızlara olumlu, saygınlığı düşük dillere ve ağızlara ise olumsuz tutum gösterme eğilimindedir.

DİLİN TANIMI
Farklı yönleri düşünülerek bilim insanları tarafından dil, çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan bazıları şöyledir:
 Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir müessesedir (M. Ergin).
 Dil, insanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu, düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kurallarının yardımı ile başkalarına aktarılmasını sağlayan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir sistemdir (Z. Korkmaz).
 Dil; düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir sistemdir (D. Aksan).
 Duygu, düşünce ve dileklerimizi anlatmaya yarayan imlerin (işaret) -daha çok ses imlerinin- hepsine birden dil denir (T. N. Gencan).
 Dil, insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları sesli işaretler sistemidir (T. Banguoğlu).
 Dil, zihinsel bir organdır (N. Chomsky).
 Dil, yalnızca insana özgü olan, ülkülerin, duyguların ve arzuların isteyerek üretilen simgeler yoluyla aktarılmasını sağlayan içgüdüsel olmayan iletişim yöntemidir (E. Sapir).
 Dil, sınırlı anlamın sınırsız kullanımıdır (W. von Humboldt).
Ölçünlü ve ölçün, Fransızca “standart” sözcüğünün öz Türkçe karşılıklarıdır.
 Dil, kendi düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklem aracılığıyla anlaşılır duruma getirmektir (Eflatun).
 Söz, zihnin birikimlerinin temsilidir (Aristo).

BİLİMSEL BAKIMDAN DİLİN ÖZELLİKLERİ
Dil, bir sistemdir: Dil konuşma ve dinleme işlevlerini gerçekleştirmek üzere birbirleriyle bağlantılı ses, biçim, söz dizimi, anlam vb. alt sistemlerin oluşturduğu, üzerinde inceleme yapılabilen bir bütündür. Dil sisteminin işleyişi yalnızca kendi yasalarına bağlıdır. Örneğin, dilin doğal gelişiminin dışında, hiçbir irade şimdiki zaman eki -(I)yor’un veya gelecek zaman eki -AcAk’ın yerine başka bir ek getiremez. Dil bu yönüyle, doğanın bir parçasıdır. Dile, doğaya müdahale edilebildiği kadar müdahale edilebilir.

Dilin temeli sestir, doğal olarak öncelikle sözlü anlatım aracıdır: Konuşma seslerinin tek başlarına bir anlamı yoktur; ancak dilin temeli seslerin belirli dizilişlerde oluşturduğu yapılara dayalıdır. Tarihî gelişim bakımından söz, yazıdan çok daha eskidir. Sözlü dili kayıt ve kontrol altına almak, duygu, düşünce ve iletileri zamandan ve çevreden bağımsız biçimde aktarmak üzere yazı keşfedilmiştir. Dil öncelikle söz, konuşma olmakla birlikte, dilin sözlü ve yazılı biçimleri arasında üstünlük hiyerarşisi yoktur; sözlü dil yazılı dilden veya yazılı dil sözlü dilden üstün değildir.
Dilde nedensizlik ilkesi esastır: Anlam bakımından, doğadaki ağaç, gösterilen; a.ğ.a.ç. sözcüğü, gösteren; gösterenin zihinde uyandırdığı kavram; bunların tümü de göstergedir. Bütün dillerde gösterileni ifade eden gösterenin zihinde oluşturduğu anlam ve kavram, yani gösterge nedensizlik ilkesine dayalıdır. Ağaç sözcüğü ile doğadaki ağaç arasında hiçbir nedensellik ilişkisi yoktur. Pat, çat, çatlamak, şırıldamak vb. dilin söz varlığının yüzde beşini aşmayan yansıma sözcüklerin dışında, gösterilen, (varlık, nesne ve kavramlar) ile gösteren (sözcükler) arasında ilişki yoktur. Demir, sert olduğu için demir adını almamıştır, aksine demir sözcüğünü oluşturan seslerin tümü ötümlü, yani “yumuşak”tır.
İlkel dil, gelişmiş dil ayrımı yoktur: Yeryüzünün tarihî veya modern bütün dilleri gerçek anlamda çok gelişmiş sistemlerdir. İlk yazılı belgelerin ait olduğu Sümerce, Hititçe gibi pek çok antik dilin gramerleri yazılmıştır. Bunların hiçbiri modern dillerden geri değildir.

Bazı dillerin grameri karmaşık, bazı dillerin ise daha basittir. Örneğin, İngilizcenin gramerinin Almanca veya Rusçaya oranla daha basit olduğu kabul edilir. Gramer bakımından basit ya da karmaşık bütün diller, bugün itibarıyla her türlü ileri teknoloji araçlarından çok daha gelişmiştir.
Dilin üretim yetisi sınırsızdır: Dilin üretim gücü, konuşurların sınırlı sayıda yolla sınırsız sözcük oluşturma, cümle kurma ve anlama yetisidir.

Her dil, ait olduğu toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek yeterliktedir: Yeryüzündeki her dil, sınırsız üretim yetisine sahip olması itibarıyla, konuşurlarının değişen ihtiyaçlarına karşılık verebilecek, ait oldukları toplumun gereksinimlerini karşılayabilecek, kültürel mirasını sonraki kuşaklara aktarabilecek nitelikte ve yeterliktedir. Dil, zamanın ve koşulların değişmesine kolaylıkla uyum sağlar. Örneğin, sözlü ve yazılı bir dil olarak Türkçe, yüzlerce yıldır bugünkü Moğolistan’dan Avrupa içlerine değin tarihî ve modern bütün Türk dilli toplulukların ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak, bir dilin konuşurları, yeni kavramlar ve sözcükler üretmek yerine daha kolay bir yolu tercih ederek bunları başka dillerden kopyalayabilirler.

Örneğin, Kazakistan, Kırgızistan vd. eski Sovyet cumhuriyetlerinde Rusça, özellikle kentlerde neredeyse tamamen Kazakça ve Kırgızcanın yerini almıştı.
Dil, toplumsal katmanlara göre değişir: Dil, klasik terminolojideki ifadesiyle ağız, şive, lehçe gibi değişkelerden oluşur. Bu değişkelerden biri ön plana çıkarak o dilin yazı dili hâline gelir.
Dil zamana, coğrafyaya ve toplumsal katmanlara bağlı olarak sürekli değişir ve gelişir, kimi değişkeler kaybolurken kimi yeni değişkeler ortaya çıkar. Cinsiyete, yaş gruplarına, mesleklere ve toplumsal katmanlara bağlı olarak dil de değişir.
Dil bilimci Ferdinand de Saussure’ün betimlediği gibi dil, aynı zamanda bir toplumsal olgudur. Dil yalnızca bölgeden bölgeye değil; eğitim, meslek, sosyoekonomik ve etnik nedenlerle de farklılaşır. Örneğin, Egeli bir Türk ile Karadenizli bir Türk aynı kentte yaşamalarına karşın farklı biçimlerde konuşabilir.

Ana dilleri farklı belirli etnik gruplar ölçünlü dili kendilerine özgü bir aksanla konuşabilir. Osmanlı dönemi Türk halk kültürünün tarihî toplumsal dokusunu betimleyen Hacivat ve Karagöz oyunlarındaki Kastamonulu, Kayserili, Arap, Acem, Ermeni, Kürt, Laz, Yahudi vd. yöresel ve etnik tipler, kendilerine özgü dil kullanımlarıyla temsil edilmiştir.
Gerçekte, bir dili konuşan insan sayısı kadar farklı dil; yani her bireyin kendisine özgü dili vardır diyebiliriz.
Konuşurlar, içinde bulundukları psikolojik duruma, resmî ya da gayri resmî ortamlara göre dili farklı biçimlerde kullanabilir. Konuşurlar eş zamanlı olarak bir dilden diğer dile veya bir dil değişkesinden diğer dil değişkesine geçebilir. Buna toplum dil biliminde kod değiştirme adı verilir. Avrupa’da bir fabrikada çalışan Türk işçi, Türk arkadaşıyla Türkçe konuşurken, patronun yanına gelmesi durumunda onunla Almanca konuşmaya başlayabilir, yani kod değiştirir.

Dil, öğrenilen değil, edinilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sistemdir: Dil bilimci Chomsky’ye göre çocuklar doğuştan gelen dil edinim aygıtı ile dilin kurallarını işiterek edinirler. Bu bakımdan bütün diller, kuralları teker teker öğrenilen değil, farkında olunmadan çocuk yaşta edinilen, insan türüne özgü evrensel sistemlerdir. Ancak, dil edinim aygıtının işlevi tamamen ortadan kalkmamakla birlikte, yaşın ilerlemesiyle zayıflamaya başlar.
İnsan doğuştan dili edinmeye yönelik bir zihinsel ve fizyolojik yapıya sahip olmakla birlikte, dil bilimci Edward Sapir’e göre, dil edinimi içgüdüsel olarak değil, toplumsal doku içinde, ana dili konuşurları arasında belirli aşamalarla gerçekleşir. Bu döngü kuşaktan kuşağa devam eder.

Dil, toplumsal ve ulusal bir kurumdur: Dil, konuşurlar arasında ulusal duygunun gelişmesini sağlayan, insanlara ortak ülküler etrafında aitlik ve dayanışma duygusu veren bir değerdir. Dil, konuşurlar için kültürel ve kimlikle ilgili ortak değerleri ifade eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir.” özdeyişi bu olguyu dile getirir. Bununla birlikte ticaret, bilim vb. çeşitli amaçlarla ortak dil olarak kullanılan, herhangi bir toplumun anlatım aracı olma boyutlarını aşarak evrenselleşen Latince, İngilizce, Arapça vb. dilleri de vurgulayabiliriz.

Dil, insanı konu alan her bilim dalıyla yakından ilgili doğal bir iletişim aracıdır: Doğal insan dilinin bilimsel çalışması olan dil bilim; eğitim bilimleri, antropoloji, sosyoloji, dil öğretimi, bilişsel psikoloji, felsefe, bilgisayar bilimleri, yapay zekâ gibi alanlarla yakın ilişkisi bulunan bilim alanıdır. Dil, toplumsal yaşamın iletişim aracı ve göstergesi, aynı zamanda parmak izi gibi, her bir insana özgü ayırıcı nitelikleri bulunan bireyselleşmiş bir sistemdir.
Dil, hem araçtır hem malzemedir hem de bu aracı ve malzemeyi kullanan sistemdir: Dil insanın günlük iletişimden bilimsel çalışmalara değin her türlü faaliyetini gerçekleştirmesini sağlayan bir iletişim aracı olmasının yanı sıra dil bilimin, dil bilgisinin ve insanı keşfetmek isteyen diğer bilim alanlarının malzemesidir. Aynı zamanda bu malzemelerin incelenmesini, çözümlenmesini sağlayan bir sistemdir.

Diller arasında benzerlikler ve ortaklıklar olabilir: Diller arasındaki benzerlik ve ortaklıklar aynı genetik kaynaktan gelişmenin, temas sonucu yapılan kopyaların ürünü olabilir veya tamamen rastlantısaldır. Örneğin Boşnakça dva (2), Farsça do ve İngilizce two sözcüklerinin sesçe yakın ve anlamca aynı olmasının nedeni, her üç dilin ortak bir ata/ana dilden gelişmesidir.
Türkçedeki “erkek kardeş” anlamındaki birader sözcüğünün Boşnakça brati, Farsça berāder ve İngilizce brother sözcükleriyle sesçe yakın ve anlamca aynı olmasının nedeni de Türkçenin, bu sözcüğü Boşnakça ve İngilizce ile birlikte Hint-Avrupa dilleri ailesinde yer alan Farsçadan kopyalamasıdır.
Türkçe dip ile İngilizce deep “derin” sözcüğü arasındaki sesçe ve anlamca benzerlik ise bütünüyle rastlantısaldır.

DİL-DÜŞÜNCE VE DUYGU BAĞLANTISI
Genellikle, dil olmazsa, düşünemeyeceğimizi varsayarız. Bu noktada doğuştan işitme engellilerin iletişim kurabilecekleri bir dilin olmaması durumunda nasıl düşünebildikleri sorusunun cevabı önemlidir.
Dil bilimde Safir-Whorf Varsayımı olarak anılan varsayıma göre, kişinin konuştuğu dil ile o kişinin dünyayı nasıl algıladığı ve nasıl davrandığı arasında sistemli bir ilişki vardır. İnsan bir bakıma, dünyayı ana dilinin belirlediği, izin verdiği biçimde ve ölçüde algılar. Örneğin, yumurta sözcüğü Türkçede yumurtanın yumru şekliyle, Farsçada tavuğun üreme ve üretme nesnesi olmasıyla, Arapçada ise rengi itibarıyla adlandırılmıştır.
Duygularımızı da; seçtiğimiz sözcüklerle, sözcüklere ve cümlelere kattığımız vurgu, tonlama gibi öğelerle belirtiriz. Sözlerimizin içeriği ne olursa olsun duygularımızın yönlendirdiği ve biçimlendirdiği sesimiz dahi söylediklerimizin aksine gerçeği ortaya koyar.

DİLLERİN DOĞUŞU İLE İLGİLİ KURAMLAR
Eski Yunanlı tarihçi Heredot’un naklettiği bir efsaneye göre eski Mısır krallarından biri en eski dili tespit etmek üzere, yeni doğan iki bebeği doğuştan işitme engelli bir bakıcı kadına teslim etmiş ve kadının çocukları başka bir insanın bulunmadığı bir ortamda büyütmelerini sağlamış. Belirli bir süre sonra her iki çocuğun ilk sözleri Frigce bekos (ekmek) olmuş. Böylece dünyanın en eski dilinin Frigce olduğu savunulmuş.
Bugün dahi birçok ülkede gayri resmî tarih tezi olarak yeryüzünde konuşulan ilk dilin kendi dilleri olduğunu, diğer dillerin bu dilden doğduğunu ileri sürenler bulunmaktadır.

Tarih öncesi dönem, yaklaşık beş bin yıl önce Sümerlerin çivi yazısını icadıyla sona ermiş ve Eski Çağ başlamıştır. İnsanlığın yeryüzünde görünüşünün ise en az bir milyon yıl öncesine uzandığı varsayılmaktadır. Bilinen en eski yazılı belge ise, Irak’ta eski bir Sümer kenti olan Kiş’te bulunan MÖ 3500 yıllarına ait, kireç taşı üzerine bir tür resim yazısı (piktogram) esasına dayalı çivi yazısının ilk örneğiyle yazılmış Sümerce Kiş tabletidir. Aslı 2003 yılına değin Bağdat Müzesi’nde bulunan tabletin Londra’da Oxford Üniversitesine ait Ashmoleum Müzesi’nde bir kopyası sergilenmektedir. Dolayısıyla insanlık tarihinin son beş bin yılı dışında elimizde herhangi bir yazılı belge bulunmadığından, dillerin ne zaman ve ne şekilde doğduğu sorusunun kesin cevabı yoktur. Bununla birlikte dillerin doğuşu ile ilgili kuramları, yeryüzündeki bütün dillerin tek ana dilden geliştiğini ileri süren Tekköken kuramı ve bunun tam tersine, dillerin farklı dillerden ya da kaynaklardan geliştiğini ileri süren Çokköken kuramı olmak üzere iki grupta toplayabiliriz.

Babil Kulesi efsanesinde, bir zamanlar evrensel tek bir dil bulunduğu, insanların Babil Kulesi’ni inşa ederek Tanrı ile boy ölçüşmeye kalkışması üzerine, Tanrı’nın insanları cezalandırmak üzere dil bilimsel farklılıkları yarattığı, bu yolla insanların birbirlerini anlamalarını engellediği dile getirilmektedir.
Diller bütün farklılıklarına karşın, dil bilgisinde, anlamda ve seste kimi temel benzerlikler ve ortaklıklar gösterirler. Son dönemlerin en büyük dil bilimcilerinden biri olan Noam Chomsky, bu durumu çarpıcı bir benzetmeyle, başka bir gezegenden dünyaya ziyaretçiler gelmiş olsa bunların bütün insan dillerini tek dil gibi görebilecekleri biçiminde ifade eder. Özellikle 19. yüzyılın romantik ve heyecanlı dil bilimsel keşiflerle dolu ortamında, dillerin nasıl doğduğuna ilişkin dil araştırmaları önemli bir yer tutar.

Dillerin kökenlerini açıklamaya çalışan kuramlar vardır:
Ding-dong kuramı, dil ilkel insanın nesneleri sesle anlatmaya çalışmasından doğmuştur.
Yansıma kuramı, İnsan dillerinin hayvan seslerinin taklidi esasına dayandığını ileri sürer.
Ünlem kuramı, dilin doğuşunu insanın duygularını ifade etmesiyle ilişkilendirir.
Etkileşim kuramı, dilin kökenini insanların çalışırken yaptıkları iş birliği aracılığıyla açıklar.
Güneş dil kuramı, dilin doğuşunu insanın güneş karşısındaki duygularını dile getirdiği a/ağ seslerine bağlar.

Dillerin kökeni konusuna inanç dünyası da kayıtsız kalmamıştır. Üç büyük dine göre dilin kökeni tanrısaldır. Dil, Tanrı tarafından yaratılmış, Hazret-i Âdem’e varlıkların adları öğretilmiş, ona konuşma becerisi verilmiştir. Yuhanna İncili 1: 1- 29’da “Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı ile birlikteydi ve söz Tanrı idi.” Yaradılış’ta Âdem’in hayvanlara ad verdiğinden söz edilir. Yine, Yaradılış 11: 1-9’da Babil Kulesi efsanesi anlatılır. Efsaneye göre yeryüzündeki bunca farklı dil Babil Kulesini inşa ederek Tanrı ile boy ölçüşmeye kalkışan insanoğluna verilen bir cezadır. Kur’an’da da Rahman suresinin 3 ve 4. ayetlerinde “(Tanrı) İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.” ve Bakara suresinin 31. ayetinde “Allah, Âdeme bütün varlıkların adlarını öğretti. Sonra onları meleklere göstererek ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi bana bunların adlarını bildirin” denilmektedir. Bu durumda İslamiyet’te de dilin Tanrı tarafından insana özgü kılındığı ortaya konulmaktadır. Üç büyük dinin açıklamalarının bir bakıma Tekköken kuramına yakın olduğu dikkat çekiyor. Hinduizm vd. din ve inançlarda da benzer yaklaşımlara tanık oluyoruz.

Bugüne ulaşan en eski yazılı belgelerdeki diller dahi en az bugünkü kadar gelişmiştir. Öte yandan konuşma eylemini gerçekleştirebilecek derecede gelişmiş ses aygıtı, canlılar arasında yalnızca insana özgüdür.
1866 yılında kurulan Paris Dil bilim Topluluğu dillerin doğuşu ile ilgili ciddi bir bilimsel çalışma yapmanın mümkün olmadığı görüşüyle bu konuda ilgili bildirilerin sunulmasını yasaklama ararı almış ve karar, dil bilimcilerin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Konuyla ilgili yararsız tartışmalar, kurgusal iddialar dışında ortaya bir şey konulamadığından günümüzde de tartışmalar büyük ölçüde sona ermiştir. Bugün, yeryüzünde konuşulan bütün dillerin kökenlerinin en eski dönemlere uzandığını düşünebiliriz.

DİL TÜRLERİ
Dilleri çok farklı ölçütlere göre ve çok farklı biçimlerde sınıflandırabiliriz. Ölçütlerimiz tarihî, coğrafi, dil bilimsel, toplumsal, toplumdil bilimsel, siyasal, işlevsel olabilir. Aşağıda bu ölçütlerden bazıları kullanılarak dil türleri hakkında kısaca bilgi verilmiştir.
Ana dil (Ata dil): Bir dilin veya dil ailesinin tarihî gelişim sürecinde kuramsal olarak var olduğu düşünülen en eski şeklidir. Örneğin, bütün Türk yazı dilleri veya lehçeleri kuramsal İlk Türkçe (İT), (Milada kadar) ve Ana Türkçe [AT (Milat-MS 5. yüzyıl)] dönemlerinden gelişmiştir.
Dillerin doğuşuna ilişkin çıkmazı J. Herder’in şu paradoksal [paradoks (aykırı düşünce)] formülü iyi açıklar: “İnsanlar, ancak dil aracılığıyla insandır; bununla birlikte, insanların, dili keşfedebilmeleri için yine insan olmaları gerekirdi.”
Dillerin doğuşu ile ilgili pek çok kuram olmakla birlikte bu konuda bilimsel bir ortak görüş yoktur.

İlk Türkçe, bütün Türk dillerinin “ana”sıdır. İlk Türkçe döneminde aileden ilk ayrılan üye Ana Bulgarca (Eski Çuvaş Türkçesi)dır.
Ana Türkçe ise, modern Çuvaşça dışında bütün Türk dillerinin anasıdır. Ana Türkçe döneminde aileden ayrılan ikinci üye ise Yakut Türkçesidir.
Bilim dünyasında ş’leşme ve z’leşme olarak bilinen gelişmeleri açıklayabilmek için kuramsal İlk Türkçe dönemine; uzunlukları (t) ve ikiz ünlüleri (uo) açıklayabilmek için Ana Türkçe dönemlerine başvurmak gerekmektedir.
Ana dili: İnsanın genellikle annesi veya bebeklik döneminden itibaren birlikte olduğu kişilerle etkileşim aracılığıyla edindiği dildir. Birinci dil, asıl dil olarak da nitelendirilir.

Diyalekt (lehçe): Eski Yunanca diálektos ‘ortak dil’ kelimesinden gelişen bu terim bilim dünyasında şu karşılıklarda kullanılmaktadır: 1) Diğer eşiti dil bilimsel sistemlerle yüksek derecede benzerlikler taşıyan, belirli derecelerde karşılıklı anlaşılabilirliğin bulunduğu dil bilimsel sistemdir. 2) Belirli bir coğrafi bölgede konuşulan veya bu coğrafyaya özgü olan ve benzer dil bilimsel sistemlerle çevrili değişkedir. 3) Yazılı veya ölçünlü olmayan değişkedir, yani resmî olarak ölçünlü yazım kuralları ve dilbilgisel kuralları tespit edilememiş değişkedir. 4) Daha geniş anlamıyla, ortak bir ata/ana dilden gelişen farklı dillerdir. Diyalekt, ağız teriminin yerine de kullanılabilmektedir.

Geleneksel Türkolojide Batı dillerindeki diyalekt karşılığındaki lehçe, Zeynep Korkmaz’ın tanımıyla, bir dilin tarihî, siyasi, sosyal ve kültürel nedenlerle değişik bölgelerde ses yapısı, şekil yapısı ve kelime hazinesi bakımından önemli farklarla birbirinden ayrılan kollarından her biridir. Buna göre Türk lehçeleri, yakın lehçeler ve uzak lehçeler olmak üzere ikiye ayrılır. Çuvaşça ve Yakutça uzak, diğerleri ise birbirlerine daha yakın Türk lehçeleridir. Şive sözcüğü halk arasında, Batı dillerinden kopyalanan aksan karşılığında yani Türkçeyi Karadeniz şivesiyle konuşmak örneğindeki gibi söyleyiş özelliği olarak kullanılmaktadır. Azeri, Kazak, Türkmen gibi Türk yazı dillerinin dil, lehçe, şive vb. terimlerle adlandırılması siyasi yaklaşımla sıkı sıkıya bağlı bir sorunsaldır.

Popüler Türkolojinin sorunlarından biri, kullanıldıkları ülkelerin resmî mevzuatında Azerbaycanca, Kazakça, Kırgızca, Türkmence gibi coğrafi veya etnik adlarla tanımlanan Türk yazı dillerinin adlandırılması sorunudur. Türkiye dışındaki Türk dillerinin adlandırmaları siyasal, ideolojik, etnik kökenli yaklaşımlara göre değişmektedir. Örneğin İranlı Azeri Türkleri kendi dillerini Türkî ve Türkçe olarak nitelerler. Kuzey Azerbaycan’da dilin resmi adı Azerbaycancadır.
“Ev dili” ve ölçünlü dil: Devlet; çok sayıda sözlü dilin yarattığı karmaşada hükmetme, denetleme ve icra gücünün aracı olacak aynı zamanda egemenliğini simgeleyecek çatı görevinde bir üst dile ihtiyaç duyar. Genel olarak yazı dili, edebî dil vb. şekilde adlandırılan bu üst dile bölgelerüstü ölçünlü dil, kısaca ölçünlü dil adı verilir. Ölçünlü dil, bir bakımdan aynı dilin çatısı altındaki değişkelerin ortak dili, lingua francasıdır. Ölçünlü dil, tarihsel gelişmeler sonucunda İstanbul, Paris, Londra, Tahran gibi politik ve kültürel merkez olarak kabul edilen kentlerin saygın dillerinin kodlandırılıp işlevinin yazılı ve sözlü alanda genişletilmesi ve toplumca benimsenmesiyle oluşur. Bölgeler üstü ölçünlü dil şu aşamalarla gelişir: seçim > kodlama > yerleştirme > seçkinleştirme.

Bireyin ait olduğu toplumsal ve coğrafi çevrenin anlatım aracı olan ana dili, geniş ölçüde aile ve yakın çevre tarafından biçimlendirilir. Ölçünlü dil ise, genellikle örgün eğitim ve kitle iletişim araçları aracılığıyla öğrenilir.
Yazı dili ve sözlü dil: Yazı dili; yazılı dil, edebî dil olarak da nitelendirilir. Dil değişkelerinden yalnızca biri olan yazı dili, halk arasında ve öğretim süreçlerinde en iyi, en doğru ve en güzel olarak nitelenen dildir. Bölgesel ve sözlü dilin bir tür karşıtı olan yazı dili, genellikle aynı zamanda ölçünlü dil olarak ifade edilebilir.

Yazı dili, kimi zaman, duygu ve düşüncelerin aktarımında sözlü dile oranla yetersiz olabilir. Bunda sözlü ve karşılıklı iletişimdeki ses tonu, jestler ve mimikler, yüz ifadesi, vücut duruşu gibi dil dışı öğelerin de önemli rolü vardır. Konuşurlar, vücut dili gibi dil dışı öğelerden de yararlanarak birbirlerinin içtenlik derecelerini, söylenenlerin arkasındaki gerçek niyet ve maksatları daha iyi algılayabilirler, anlamı daha açık biçimde aktarabilirler.

Argo ve jargon: Argoyu genel olarak gemici argosu, şoför argosu, öğrenci argosu vb. belirli meslek gruplarına ya da toplumsal gruplara özgü, bu grupların mensupları dışında kolayca anlaşılamayacak söz varlığına dayalı özel dil şeklinde tanımlayabiliriz. Argonun saygınlığı ölçünlü dile göre çok düşüktür. Nitekim TDK’nin Türkçe Sözlük’ünde argo, bir dil türü olarak değil, “Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya
Evde, yöremizi veya ait olduğumuz toplumsal katmanı yansıtan Türkçeyi; okulda ise ikinci bir değişke olarak İstanbul Türkçesi adını verdiğimiz ölçünlü dili öğreniyoruz.
kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim; serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim” sözleriyle sözlüksel bir birim olarak açıklanmaktadır.

Aynı meslek veya toplumsal gruptaki insanların, temel kavramları itibarıyla ortak dilden ayrı olarak kullandıkları özel dil veya söz dağarcığına ise jargon adı verilmektedir. Buradaki “özel dil” kavramı hukuk dili, ticaret dili, tıp dili gibi, ortak dilin dışında, belirli mesleklere ait dil ve/veya terminoloji olarak anlaşılmalıdır. Bununla birlikte argo ve jargon kavramlarını birbirinden kesin sınırlarla ayırmak zordur.

İzole dil: Bir dil ailesi içinde yer alan; ancak coğrafi bakımdan ailenin diğer üyelerine komşu ya da yakın olmayan; eldeki dil bilimsel verilere göre herhangi bir dil ailesi içinde yer almayan veya aynı dil ailesi içinde yakın akrabası bulunmayan dildir. Örneğin tarihî Mezopotamya dillerinden Sümerce; Orta Asya’daki tarihî Hint-Avrupa dili Toharca; Doğu Sibirya’da Gilyak; İberik yarımadasında Baskça coğrafi bakımdan izole dillerdir. Akrabası bulunmayan Baskça, dil bilimsel bakımdan da izoledir. Hint-Avrupa dilleri oldukları hâlde bu aile içinde yakın akrabaları bulunmayan Arnavutça ve Yunanca da akrabalık ilişkileri bakımından izole dillerdir.

Kutsal diller: Dil bilimsel bakımdan dillere kutsallık atfedilmez; ancak kimi dinlerin öğretilerinin ortaya konulduğu diller o dinlerin inanırları tarafından kutsal olarak kabul edilir. Örneğin Yahudilik için Klasik İbranice, Hinduizm için Sanskrit, Budizm için Prakrit (Pali), İslam dünyası için Klasik Arapça kutsal dillerdir.
Kutsal dillerin bir bölümü, konuşurları kalmamasına karşın, Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta ve bu kitabın yazıldığı Avestan (dili) örneğinde olduğu gibi metinler aracılığıyla korunur.

Siyasal ve Etnik Bakımdan Dil Türleri
Dil, ulusal hareketlerin de temel dinamiklerinden biridir. Dil bilimsel bakımdan bağdaşık (homojen) ülkelerde, dil birliği ulusal ve siyasal istikrarı güçlendirirken, geniş konuşur kitlelerine sahip farklı dillerin bulunduğu ülkelerde siyasal sisteme karşı hareket noktası, dil hakları ve dil talepleri temelinde ciddi ‘mikro milliyetçi’ bir muhalefet yükselebilir. Dil ve dille ilgili her türlü olgu bu muhalefetin simgesi durumuna gelebilir.
Aslında her ülkenin dil politikaları vardır. Bu politikalar ve konuşulan ülkeler;
 Tek dillilik: Almanya, Fransa ve Türkiye
 Eşit çok dillilik: Belçika
 Ulusal/bölgesel dil sistemleri: Hindistan

Devlet dili: Devlet dili, gerek ana dili konuşurları gerekse diğer dillerin konuşurları tarafından devlet yönetiminde ve kamu alanında yasal ve zorunlu olarak kullanılması gereken dil veya dillerdir. Devlet dili aynı zamanda resmî dildir; ancak her resmî dil, devlet dili değildir. Örneğin Rusça, bütün Rusya Federasyonu’nun devlet dilidir. Tatar Türkçesi ise sadece Tataristan Cumhuriyeti’nde Rusça ile birlikte devlet dilidir.

Resmî dil: Bir ülkenin tamamında veya bir bölgesinde yönetim dili olarak kullanılan ve yasal statüsü bulunan dildir. Örneğin devlet dili olarak İspanyolca, bütün İspanya’da geçerli resmî dildir. Baskça ve Katalanca ise konuşuldukları özerk bölgelerde İspanyolcanın ardından ikinci resmî dillerdir.
Kimi ülkelerin anayasalarında ülkenin resmî dili/dilleri belirtilmişken ABD, İsveç, Almanya vb. kimi ülkelerde ise böyle bir kayıt yoktur ve İngilizce, İsveççe, Almanca fiilen resmî dillerdir.
Arapça, Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça Birleşmiş Milletler örgütünün resmî dilleridir. İngilizce ve Fransızca, BM sekretaryasının çalışma dilleridir. Bir delege bu resmî dillerden herhangi biriyle konuşma yapabilir ve konuşma diğer resmî dillere eş zamanlı olarak çevrilir.

Avrupa Birliği’nin ise 23 resmî dili ve çalışma dili bulunmaktadır. Kimi ülkelerin aynı dilleri bildirmesi nedeniyle resmî dil sayısı toplam üye ülke sayısından azdır. Herhangi bir dilin resmî dil veya çalışma dili statüsünün bulunması; ilgili AB kurumlarına gönderilebilecek her türlü belgeye, gönderilen dilde cevap alınabileceğini ve AB’nin her türlü resmî belgenin bu dillerde yayımlanacağını ifade eder.

Ulusal dil: Ulusal dil, bir ülkenin nüfusunun çoğunluğu tarafından konuşulan ve yazılan, aynı zamanda ülkenin resmî dili olarak kullanılan dildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal ve resmî dili Türkçedir.
Bölgesel diller ve bölgesel olmayan diller: Bölgesel dil, bir ülkede, genellikle belirli bir bölgede farklı bir etnik grup veya gruplar tarafından kullanılan dil veya dillerdir.
Romanların (eski adıyla Çingene) Hindistan’dan Fransa’ya değin çok farklı ülkelerde konuşulan dilleri ile Yidişçe, bölgesel olmayan dillere tipik örneklerdir.

Yerli azınlık dili: Aynı siyasi veya ulusal çevrede, genellikle belirli bir bölgede tarihin eski dönemlerinden beri yaşayan ve çoğunluğun dilinden farklı bir dili kullanan topluluğun dilini yerli azınlık dili olarak nitelendirebiliriz. Bölge veya Azınlık Dilleri için Avrupa Şartı adlı belgede bir devletin herhangi bir bölgesinde, o devletin yurttaşı ancak devletin nüfusunun geri kalanından sayıca daha az grup veya gruplar tarafından geleneksel olarak kullanılan diller bölgesel diller veya azınlık dilleri olarak nitelendirilmiştir. Kısaca (yerli azınlık dilleri), devletin resmî dilinden farklı diller olarak adlandırılabilir. Örneğin Bulgaristan, Yunanistan ve Balkan ülkelerindeki Türk dilli azınlıklar tarafından konuşulan Rumeli Türkçesi, Kırım Tatarcası, Gagauzca yerli azınlık dilleridir.

Göçmen azınlık dili: Çeşitli nedenlerle yerli coğrafyalarını terk ederek başka ülkelere göç eden ve bulundukları siyasal coğrafyadaki resmî dilden veya çoğunluğun dilinden farklı bir dili konuşan göçmen toplulukların dilidir. Azınlık dilleri genellikle göçmen azınlıkların aleyhine ayrı bir hukuka tabidir.
AB ülkelerinde Avrupa’daki göçmen Türk azınlıklarının konuştuğu Türkçenin hiçbir resmî statüsü yoktur. Türkçe, en az bin yıldır Avrupa’da konuşulmasına karşın Hintçe, Urduca, Arapça gibi göçmen dilleriyle aynı grupta “Avrupalı olmayan dil” olarak değerlendirilmektedir. Rusçanın durumu da Türkçenin durumuna benzemektedir.

Uluslararası dil (küresel dil, ortak dil, lingua franca): Uluslararası dil, ticaret, bilim, diplomasi, eğitim, seyahat vb. amaçlarla farklı ülkelerdeki dillerin konuşurları tarafından ortak anlaşma aracı olarak kullanılan dildir. 19. yüzyılda İngiltere’nin, 20. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel süper güç olmaları siyasetten silahlı kuvvetlere, bilimden ekonomiye değin İngilizce konuşan ülkelerin sağladığı üstünlük, İngilizceyi tartışmasız biçimde uluslararası ortak dil belki de bunun da ötesinde küresel dil hâline getirmiştir. Bu statü özellikle Amerikan geleneklerinin, kültürü ve yaşama biçiminin dünyanın pek çok ülkesinde yayılmasına yol açmıştır. Daha dar coğrafyalarda kullanılan uluslararası diller de vardır.
Orta Çağlarda Batı dünyasında Latince; İslam dünyasında Arapça, modern çağlarda ise önce Fransızca, ardından İngilizce; Sovyetler Birliği’nde ve Sovyet sonrası dönemde eski Sovyet coğrafyalarında ise Rusça ortak dil olmuştur. İspanyolca Orta ve Güney Amerika’daki birçok ülkede resmî ve ortak dildir. Türkiye Türkçesi de özellikle Azerbaycan, Kırgızistan vd. Türk cumhuriyetlerinde fiilen ortak dil olma yolundadır.

Çalışma dili: Resmî dilden farklı olarak ulusüstü, uluslararası kuruluşların kendi birimleri arasındaki iletişimde yazılı ve sözlü olarak yaygın biçimde kullandığı dildir. Avrupa ve dünya ölçeğindeki bu tür yapılanmalarda genellikle başta İngilizce olmak üzere; Fransızca, Almanca, İspanyolca, Portekizce, Rusça, Arapça gibi uluslararası diller, çalışma dilleri olarak kullanılır.
Yapay diller: İnsanlar arasındaki sorunların önemli ölçüde birbirini anlamamaktan kaynaklandığını; bu nedenle iletişim engellerinin ortadan kaldırılmasının, insanların birbirlerini kolayca anlayabilmesinin önemli olduğunu düşünen bilim insanları, düşünürler, sanatçılar yüzyıllar boyunca ortak bir dil oluşturmayı düşlemişlerdir. Genellikle Latince, Grekçe ortak ve yaygın sözcüklerle ve basitleştirilmiş dil bilgisi kurallarıyla öğrenme kolaylığı, yaygın ana dillere yakınlık, işlevsellik vb. sağlamak üzere ilk yapay dillerden, Volapük (Dünya Dili), 1880 yılında Johann Martin Schleyer tarafından; Esperanto (Ümit Dili) 1887 Ludwig Lazarus Zamenhof tarafından oluşturulmuştur.

DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI
Günümüzde yeryüzündeki dillerin sayısıyla ilgili olarak verilen kimi rakamlara karşın dil sayısının kesin olarak belirlenmesi imkânsızdır. Bir dilin bir veya birden çok yazılı biçimi olabileceği gibi sayısız bölgesel ve/veya toplumsal lehçesi vardır.
Dillerin tespitinde kullanılan dil dışı önemli bir ölçüt, herhangi bir yazılı veya sözlü iletişim biçiminin belirli bir siyasal coğrafyada resmen dil olarak tanınıp tanınmamasıdır. ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi birden fazla bağımsız devlet, aynı adı taşıyan resmî veya fiilen resmî dillere sahip olabilir. Farklı siyasal coğrafyalar olmalarına ve sözlü dildeki farklılıklara karşın Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık’ın fiilen resmî dili olan İngilizceyi, Avusturya ve Almanya’nın fiilen resmî dili olan Almancayı; Lüksemburglular Fransa’nın resmî dili olan Fransızcayı kendi dilleri olarak kabul etmektedirler. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kurulan bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî dili, bağımsızlık sonrası dönemde kabul edilen anayasada Türkçe olarak ifade edilmiş, Azerbaycan radyo ve televizyonlarında Türkiye’de hazırlanan programlar yayımlanmaya başlamıştır; ancak daha sonraki dönemlerde siyasal ve kültürel nedenlerle, ilgili anayasa maddesiyle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî dilinin ‘Azerbaycanca’ olduğu hükmü getirilmiştir.
Küreselleşme, konuşur sayısı az olan birçok dili yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. UNESCO’nun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan diller için hazırladığı atlasta, dünyadaki dillerin sayısının 6000’den fazla olduğu ve bu dillerin yaklaşık olarak yarısının bu yüzyılın sonuna değin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu bildirilmektedir.

Dillerin sınıflandırılma ölçütleri, dillerin tarihsel gelişimlerine veya diller arasındaki ilişkilere dayalıdır. Sınıflandırmada kullanılan en temel yöntemler
 Köken sınıflandırması (jenealojik veya genetik sınıflandırma): Farklı diller arasında genetik ilişki ve bağlantılar esas alınır.
 Yapı bakımından sınıflandırma (tipolojik sınıflandırma): Dil türlerini ayırmak üzere biçim bilgisel veya söz dizimsel göstergeler kullanılır.

Alan sınıflandırması kullanışlı bir ölçüt değildir. Hiçbir genetik yakınlığı bulunmayan diller aynı ya da komşu coğrafyalarda bir arada veya yan yana bulunabilirler, buna karşılık coğrafi bakımdan birbirinden çok uzaklarda yaşayan iki yerli topluluk aynı dili konuşabilir. Örneğin İstanbul’da 520 yıldır konuşulan Ladino, Türkçenin değil, İspanyolcanın akrabasıdır. Buna karşılık Rusya Federasyonu sınırları içinde Fin-Ogur kavimleri ile komşu coğrafyalarda konuşulan Çuvaşça, Rusçanın veya Fin-Ogur dillerinin değil, yüzlerce kilometre uzaklıkta, belki binlerce yıldır hiçbir bağlantısının bulunmadığı Türkiye Türkçesinin akrabasıdır.

Köken Bakımından Dünya Dilleri
Köken bakımından ya da genetik sınıflandırma, çeşitli dillerin ortak bir ana/ata dilden türediği esasına dayanır. Genetik bakımdan akraba olan diller rastlantısal benzerliklerin dışında; temel sözcüklerin, sayı sistemlerinin aynı kökten gelişmiş olması, ses denklikleri vb. kanıtlanabilir ortak dil bilimsel özellikler gösterirler.
Belli-Başlı Dil Aileleri:

Afroasya dilleri, Altay dilleri, Amerikan yerli dilleri, Avustralya dilleri, Avustroasya dilleri, Avustronezya dilleri, Çari-Nil dilleri, Çin-Tibet dilleri, Dravid dilleri, Eskimo-Aleut dilleri, Hint-Avrupa dilleri, Hoysan dilleri, Karma diller, Mon-Kmer dilleri, Munda dilleri, Nijer-Kongo dilleri, Nil-Sahra dilleri, Paleo-Asya dilleri, Papua dilleri, Ural dilleri, Yapay diller vb.

1. Afroasya (Hami-Sami) dilleri: Kuzey Afrika’da ve Güneybatı Asya’nın birçok bölgesinde en baskın dil ailesidir. Afroasya dilleri; Sami dilleri, Çad dilleri, Berber dilleri, Kuşi dilleri, Omo dilleri ailelerinden oluşur.
Sami dillerinin en önemli üyesi, İslam öncesi dönemde yalnızca Arap Yarımadası’nda konuşulan Arapçadır. Bugün konuşur sayısı dünyanın en büyük dilleri arasında yer alan Arapçanın yazılı sürümü Kur’an’a ve klasik Arap edebiyatına dayalıdır.
Ailenin önemli dillerinden biri de Yahudilerin dili İbranicedir. Antik dönemlerde miladın ilk yüzyıllarına değin konuşulan ve yazılan İbranice Orta Çağlarda genellikle edebiyat ve ibadet dili olarak kullanılmış, 19. yüzyıldan itibaren yeniden canlandırılmaya başlanmıştır. İsrail Devleti’nin kurulmasıyla süreç, devlet desteği altında gelişmiş; İbranice, İsrail’in resmî dili ilan edilmiş ve böylelikle yüzyıllar sonra geniş kitlelerin konuşma dili hâline gelmiştir.
Sami dillerinden bugün konuşuru bulunmayan Fenike ve Arami dillerinin uygarlık tarihinde önemli yerleri vardır. İbraniceye yakın Fenike dili; bugünkü Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye’nin kıyı kesimlerinde konuşulmuştur. Arami dili ise milattan önce sekizinci yüzyıldan Makedonyalı İskender’in İran’ı ele geçirdiği ikinci yüzyıla değin Orta Doğu coğrafyasında Pers İmparatorluğu başta olmak üzere ortak dil (lingua franca) olarak kullanılmıştır. Hiyeroglif yazısıyla yazılan Antik Mısır dili, daha sonra Grek harfleriyle yazılmıştır. Grek harfleriyle yazılmaya başlayan Mısır dili, Kıpti diline gelişmiş; ancak Müslüman Arapların Mısır’ı ele geçirmesiyle Kıpti dili yerini Arapçaya bırakmıştır. Kıpti dili günümüzde Kıpti Hristiyanlar tarafından ibadet dili olarak kullanılmaktadır.
Çok sayıda dilden oluşan Nijer-Kongo dilleri, Nil-Sahra dilleri, Hoysan dilleri Afrika’daki diğer dil aileleridir.

2. Altay dilleri: Adını Altay dağlarından alan Altay dilleri; aralarındaki genetik akrabalık kesin olarak ortaya konulamayan Türk dilleri, Moğol dilleri ve Mançu-Tunguz dillerinden oluşur. Korece ve Japoncanın da bu grupta yer aldığını ileri sürenler olduğu gibi; bu diller arasındaki yakınlıkların genetik birliğe değil uzun süreli ve yoğun ilişkilere bağlı olduğu düşüncesiyle Altay dilleri kuramına karşı çıkan görüşler de vardır. Türkçe, Altay dillerinin yazı dili sayısı bakımından en kalabalık dilidir.
Moğol dilleri esas olarak Moğolistan’da, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Moğolistan’a sınırdaş coğrafyalarında konuşulur. Rusya Federasyonu’nda Aşağı Volga havzasında Kalmukya’da konuşulan Kalmukça ve Baykal Gölü’nün doğusunda ve güneyinde konuşulan Buryatça da bir Moğol dilidir. Moğolca, Kalmukça ve Buryatça en çok konuşuru bulunan Moğol dilleridir.
Tunguz dilleri Sahalin adaları da dahil olmak üzere orta ve doğu Sibirya’ya, Çin ve Moğolistan’ın kuzeydoğusundaki bölgelere dağılmıştır. Mançuca, grubun en tanınan ve Çin’de Qing hanedanını kuran (1644-1911) Mançuların dilidir.
Altay dillerinin muhtemel üyeleri Korece ve Japonca, akrabası bulunmayan yalnız dillerdir.
Altay dilleri yapı bakımından yüksek düzeyde sondan eklemelilik özelliği gösterir. Cümleler Ö-N-Y (Özne-Nesne-Yüklem) dizilişindedir. Adların cinsiyet sınıflandırmasında örneğin Almanca, Ukraince üç (eril, dişil,
Bir aile oluşturan dillere kaynaklık etmiş dillerin de tarihin eski dönemlerinde başka dillerle akraba olması, onların da daha önceki bir tarihte daha farklı dillerle aynı kökene gitmesi kuramsal olarak mümkündür; ancak bunu, şu anki bilgilerle kanıtlamak imkansızdır.nötr), İngilizce iki cinsiyet (eril, dişil) işaretlerken Altay dillerinde Ural dillerinde olduğu gibi adlarda bir cinsiyet ayrımı yoktur. Ünlü uyumları ve son çekim edatları Altay dillerinin diğer ortak özelliklerindendir.

3. Avustronezya (Malay-Polinezya) dilleri: Bu dil ailesinin konuşulduğu coğrafya Pasifik Okyanusu boyunca Malezya ve Endonezya’dan Yeni Gine, Yeni Zelanda ve Filipinler’e, batıda ise Madagaskar’a değin uzanır. Malayca, Malezya’nın; Endonezce, Endonezya’nın resmî dilleridir. Yüzlerce dilden oluşan bu ailenin küçük dilleri sayısız adaya dağılmış durumdadır.

4. Çin-Tibet dilleri: Çin-Tibet dilleri ailesinin konuşurlarının büyük bir bölümü Güneydoğu Asya’da bulunmaktadır. Çin-Tibet dilleri ailesi, Çin dilleri ve Tibet-Burma dallarından Tibet-Burma dalı da Tibetçe ve Burmacadan oluşmaktadır. Ayrıca pek çok küçük dil Çin, Burma, Hindistan, Nepal ve diğer ülkelerde konuşulmaktadır. Bu dil ailesinin henüz ortak kabul gören bir sınıflandırması yapılmamıştır.

5. Hint-Avrupa dilleri: Hint-Avrupa dilleri ailesi dünyanın coğrafi bakımdan en yaygın, konuşur sayısı bakımından en kalabalık dillerinden biridir. Bu ailenin doğal sınırları doğu-batı ekseninde Doğu Türkistan yani Çin’in batı bölgesinden Avrupa’nın en doğusuna; kuzey-güney ekseninde ise İskandinavya ve Kuzey Buz Denizi’nden Güney Afrika’ya, Güney Asya’ya değin uzanır.
Hint-Avrupa dilleri İngiliz, Fransız, İspanyol, Portekiz vd. sömürgeciler tarafından dünyanın hemen hemen bütün coğrafyalarına, Amerika ve Afrika’dan Avustralya’ya kadar taşınmış, bu coğrafyalar adeta paylaşılmıştır. Bu paylaşımda Kuzey Amerika’da İngilizce, Kanada’da İngilizce ve Fransızca; Orta ve Güney Amerika’da İspanyolca; Brezilya’da Portekizce baskın resmî diller olmuştur. Avustralya kıtası ve Yeni Zelanda İngilizcenin; Endonezya Felemenk dilinin etki alanı olmuş, Afrika da benzer şekilde ve merkezde Fransızca ağırlıkta olmak üzere, İspanyolca, Portekizce ve İngilizce tarafından paylaşılmıştır. Okyanuslardaki adalar da bu dillerin dil bilimsel egemenliği altına girmiştir. Asya’da İngilizce, Hindistan, Pakistan vd. coğrafyalarda Vietnam vd. bazı daha dar coğrafyalarda ise Fransızca egemen olmuştur.

Avrupa kıtasında ise kıyıda (periferi) Bask dili, Ural dilleri, Kafkas dilleri gibi farklı dil aileleri ile çevrili olan Hint-Avrupa dillerinin Avrupa kolu başlıca şu kollardan oluşur:

A. Avrupa Dilleri: Hint-Avrupa dillerinin batıdaki ana kolu Avrupa’da konuşulan dillerdir. Avrupa kıtasında yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu birbiriyle akraba Latin, Germen, Slav ailelerinden oluşan dilleri konuşur. Avrupa kıtasında konuşulan Altay dilleri (Türkçe, Tatar Türkçesi, Gagauzca, Tatarca vd.), Fin-Ogur dilleri (Fince, Macarca, Estonca, Lapça vd.), Baskça ve Maltzı Hint-Avrupa dilleri ailesinde yer almaz.
Hint-Avrupa dillerini konuşanların Avrupa’ya doğudan, Asya’dan tarihin belirli dönemlerinde göç ettiği ve Anadolu’nun bu göçte kilit rol oynadığı var sayılmaktadır.

a. Germen dilleri: Kuzeybatı Avrupa’dan Orta Avrupa’ya değin uzanır. Bu grubun içinde Almanca, İngilizce, İsveççe, Norveççe, Danca ve İzlanda dili yer alır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da milyonlarca kişi tarafından konuşulan Germen, Slav ve İbrani-Arami dillerinin karışımı Yidişçe de bu gruptadır. En büyük Germen dillerinden olan Almancanın yüz milyona yakın konuşuru bulunmaktadır.

b. Kelt dilleri: Batıya doğru çekilen Kelt dilleri arasında Galler dili, İrlanda dili, İskoçya’da Gaelik dili ve Fransa’da Breton dili yer alır.

c. Latin dilleri: Roma İmparatorluğu’nun yönetim dili Latinceden gelişen Latin dilleri Romanya ve Moldova dışında, genellikle Avrupa’nın güneybatısında konuşulur. Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Romence, İspanya’da konuşulan Katalanca yaşayan belli başlı Latin dilleridir.

d. Baltık dilleri: Hint-Avrupa dilleri haritasının en kuzeybatısında Slav dillerine yakın Baltık dilleri Litvanya ve Latviya dilleri yer alır.

e. Slav dilleri: Genellikle Avrupa’nın doğusunda ve merkezinde konuşulan Slav dilleri coğrafi bakımdan Doğu Slav dilleri, Batı Slav dilleri ve Güney Slav dilleri olmak üzere üç gruba ayrılır. Rusça, Beyaz Rusça ve Ukraince en önemli Doğu Slav dilleridir. Çekçe, Türkçede Lehçe olarak adlandırılan Polce ve Slovakça Batı Slav dilleridir. Karşılıklı anlaşılabilirlik Çekçe ve Slovakça arasında yüksek, Polce ile diğer diller arasında belirli bir ölçüdedir. Yazı dili sayısı bakımından ailenin en kalabalık grubu Güney Slav dilleri Bulgarca, Boşnakça, Hırvatça, Karadağca, Makedonca ve Sırpçadır. Güney Slav dilleri arasında karşılıklı anlaşılabilirlik oranı yüksektir.

f. Bağımsız diller (Arnavutça, Yunanca ve Ermenice): Hint-Avrupa dillerinin Avrupa’daki iki yalnız dili Arnavutça ve Yunancadır. Birbirlerine pek yakın sayılamayacak derecede farklılıkları bulunan kuzeyde Geg, güneyde Tosk lehçelerinden oluşan Arnavutçanın yakın akrabası yoktur. Yunanca ve Kafkaslarda konuşulan Ermenice de diğer bir yalnız Hint-Avrupa dilidir.
Hindistan’dan Batı Avrupa’ya değin hemen hemen bütün ülkelerde konuşulan Roman (Çingene) dilleri de Hint-Avrupa dilleri ailesi içinde yer alır. On yedi yüzyıl önce Anadolu’da konuşulan ve yazılan Hititçe gibi Anadolu dilleri ve Çin’in batısında kalan coğrafyada miladın ilk binyılında konuşulan Toharca önemli tarihî Hint-Avrupa dilleridir.

B. Hint-İran Dilleri: Kafkaslardan Doğu Türkistan’a ve Bangladeş’e değin Asya’nın güneyinde ve güneybatısında yer alan Hint-İran dilleri, Hint dilleri ve İran dilleri olmak üzere ikiye ayrılır.

a. Hint dilleri: Hint dilleri; devamlılık gösteren coğrafyalarda, Pakistan’ın büyük bir bölümü, Hindistan’ın merkezi ve kuzeyi, Nepal ve Bangladeş’te çok sayıda yazı dilinden oluşur. Hindustani adlı ortak dilin çatısı altında toplanabilecek Urdu dili (Pakistan) ile Hintçe konuşur sayısı bakımından en önemli dillerdir. Sindi, Batı Pencabi (Pakistan), Nepalce (Nepal), Keşmiri, Doğu Pencabi, Gucarati, Racasthani,Marathi vd. (Hindistan), Bengali (Bangladeş ve Hindistan), Sinhala (Sri Lanka) belli başlı diğer Hint dilleridir. Bu grupta yer alan Sanskrit, Hindistan uygarlığının klasik dili, Pali ise Budizm öğretisinin dilidir.

b. İran dilleri: Üç dört bin yıl önce Avrasya coğrafyasında konuşulduğu varsayılan kuramsal Ana İrancadan gelişen İran dilleri, 87 sözlü ve yazılı dilden oluşan geniş bir ailedir. Hint dilleriyle birlikte, Aryan dilleri ailesinin (Hint-Avrupa) Asya kolunu oluşturan İrani dillerin konuşulduğu eş zamanlı coğrafya; doğudan batıya Çin’in batısından Sind Nehri, Pamir ve Süleyman Dağlarından Suriye’nin kuzeyine, Anadolu içlerine; kuzeyden güneye Aral Denizi ve Kafkas Dağlarından Basra Körfezi ve Umman Denizi’ne değin uzanır. İrani dillerin konuşur sayısı ve kültür tarihi bakımından en önemlisi İran’ın resmî dili Farsçadır. Deri (Afganistan Farsçası) ve Tacikçe (Tacikistan Farsçası), İran Farsçasına oldukça yakındır. Kurmanci ve Sorani (Irak, Türkiye ve İran sınırları boyunca), Zazaki (Anadolu), Tatça, Talışça ve Osetçe (Kafkaslar), Beluçça (Pakistan ve İran), Peştunca (Afganistan, Pakistan), Pamir dilleri (Tacikistan, Çin, Afganistan, Pakistan) diğer belli başlı İrani dillerdir.
Bu dillerden Osetçe, Tatça, Talışçanın Azerbaycan’daki değişkeleri ve Kurmancinin Ermenistan ve Gürcistan’daki değişkeleri Avrupa’da, diğer dillerin tamamı Asya kıtasındadır.

6. Ural dilleri: Asya’nın kuzeybatısı ile Avrupa’nın kuzeydoğusunda İskandinavya’dan Ural Dağlarına değin uzanan coğrafyada konuşulan ve Türk dilleri ile Hint-Avrupa dilleri tarafından bloke edilen Ural dilleri, Fin-Ogur dilleri ve Samoyed dilleri olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Fin-Ogur dilleri; Baltık Denizi civarında Baltık-Fin dilleri, Saami (Sami) veya Kuzey İskandinavya’da Lap dilleri, Avrupa Rusyası’nın kuzeydoğusunda Perm dilleri, Batı Sibirya’da ve Macaristan’da Ogur dilleri gibi birkaç alt gruptan oluşur. Baltık-Fin dilleri Fince ve Estonca, Ugur dillerinden Macarca en çok konuşuru bulunan dillerdir. Orta Avrupa’da konuşulan Macarca diğer Ural dillerinden izoledir.
Konuşur sayısı bakımından küçük dillerden oluşan Samoyed dilleri genel olarak Kuzey Avrasya’da Kanin Yarımadası’ndan Taymır Yarımadası’na kadar uzanan bir coğrafyada konuşulur.

7. Kafkas dilleri: Diller ve halklar dolambacı olan Kafkaslarda Kafkas dillerinin yanı sıra Altay dilleri (Azeri Türkçesi, Karaçay-Balkarca, Kumukça vd.), Hint-Avrupa dilleri (Rusça, Beyaz Rusça, Ukraince, Ermenice, Osetçe, Talışça, Yidişçe, Almanca vd.) gibi farklı dil ailelerine mensup çok sayıda dil konuşulur.

Kafkas dilleri üç aileden oluşur. Kartvel (Güney Kafkasya dilleri) ailesinin en önemli üyesi Gürcistan’ın resmî dili olan Gürcücedir. İkinci aile Kuzeybatı Kafkas dilleri (Batı Kafkas, Abhaz-Adıge dilleri), üçüncü aile ise Kuzeydoğu Kafkas dilleridir (Doğu Kafkas, Nah-Dağıstan dilleri). Kuzeybatı Kafkas dilleri, hukuki olarak Gürcistan’a bağlı; ancak fiilen Rusya Federasyonu’nun kontrolünde olan Abhazya’da ve Rusya Federasyonu’nun Karaçay-Çerkes, Kabardin-Balkar Cumhuriyetlerinde konuşulur. Bu dillerin Türkiye, Suriye ve Ürdün’de kopuntuları (diaspora) vardır. Kuzeydoğu Kafkas dilleri; Rusya Federasyonu’nun Çeçenya, İnguşetya ve Dağıstan cumhuriyetlerinde belli başlı yazı ve konuşma dilleri olan Çeçence, İnguşça ve Avarcadan oluşur.

Yapı Bakımından Dünya Dilleri
Dillerin sınıflandırılmasında kullanılan bir diğer önemli yöntem, yapı bakımından sınıflandırmadır. Dünya dilleri yapı bakımından başlıca; bitişken (eklemeli) diller, bükünlü (çekimli) diller ve yalınlayan diller olmak üzere üçe ayrılır.

Bitişken (eklemeli) diller: Eklemeli dillerde üretim ve çekim, sözcük kök veya gövdelerinin sonuna yeni sözcükler yapan eklerin; çatı, zaman, kip, kişi ekleri gibi belirli dilbilgisel işlevleri bulunan çekim eklerinin getirilmesi yani eklenme yoluyla gerçekleştirilir. Türkçe yalnızca sondan eklemeli bir dil olduğundan eklenme, son eklenme şeklinde gerçekleşir. Fince, Macarca, Japonca hatta Afrika’da konuşulan Swahili dili yüksek derece eklemeli dillerdir. İngilizce, Farsça gibi Hint-Avrupa dillerinde son eklenmenin yanı sıra ön eklenme ve iç eklenme de vardır. Örneğin dilimize Batı dillerinden kopyalanmış olan anormal, deşarj; Arapçadan kopyalanmış olan namüsait, bitaraf sözcüklerinde Farsça na- ve bi- ile yapılan ön eklenme; Fransızcadan kopyalanan regülatör sözcüğünde son eklenme (regülatör), yine Fransızcadan kopyalanan reformasyon sözcüğünde ise ön eklenme ve son eklenme (re-form-asyon) görülmektedir.

Bükünlü (çekimli) diller: Yunanca, Latince, İngilizce, Rusça, Ukraince, Arapça, İbranice bükünlü dillere örnek verilebilir. Bükünlü dillerde sözcüğün biçiminin değişmesi anlamın ve/veya dilbilgisel işlevin de değiştiğini gösterir. Bükünlü dillerin en belirgin özellikler taşıyanı Arapçadır. Arapça söz üretiminin büyük çoğunluğu hatta çekimler; üçlü, kısmen dörtlü ve beşli ünsüz köklerden vezin adı verilen belirli kalıplara göre yapılır. Örneğin, ktb “yazmak” kökünden yer adı yapan mekteb; eylemin özne biçimini gösteren kâtib; edilgen tümleç adı yapan mektub, mekteb sözcüğünün çoğul biçimini gösteren mekâtib yapılması gibi. Kök ünsüzleri, türetilen her sözcükte aynı sırada korunur. İngilizcedeki gibi Hint-Avrupa dillerinde ünsüzler çoğu zaman sabit kalmak kaydıyla sözcüğün ünlüleri değişerek İng. goose “kaz” > geese “kazlar”, İng. Foot “ayak” > feet “ayaklar” vd. çoğul yapımı; İng. go “gitmek” > went > gone zamanın işaretlenmesi vb. dilbilgisel işlevler bükünlenme yoluyla gerçekleşebilir.

Yalınlayan diller: Bu dillerde çekim yoktur. Sözcüğün biçimi değişmez veya sözcüğe herhangi bir gramatikal birim eklenmez. Dilbilgisel işlevler sözcük sırasıyla ve işlev sözcükleriyle gösterilir. Çince, Tibetçe ve Vietnamca yalınlayan dillerin en tipik örnekleridir. Bu dillerde tonlama ve vurgulamanın birinci derecede dilbilgisel işlevi vardır.
Bir dil, örneğin İngilizce aynı anda çekimli ve eklemeli özellikler gösterebilir.

Söz Dizimi Bakımından Diller
Dünya dilleri, cümle içinde yer alan temel öğelerin, yani özne (Ö), nesne (N) ve yüklemin (Y) dizilişine göre altı gruba ayrılır. Dünya dillerinin % 86,57’si ÖNY ve ÖYN dizilişine göre konuşmaktadır. Dillerin söz dizimsel bakımdan sınıflandırması ile genetik bakımdan sınıflandırılması birbiriyle doğrudan ilgili değildir. Örneğin Farsça, Japonca ve tarihî Latince, Türkçe, Moğolca, Japonca vd. ile birlikte ÖNY grubunda; Çincenin Mandarin değişkesi, Rusça, İngilizce ise ÖYN grubunda yer alır.

Diğer Sınıflandırmalar
Dünya dilleri dil bilimciler tarafından ‘analitik diller’, ‘sentetik diller’ ve ‘birleştiren (polisentetik)’ diller olarak da sınıflandırmaktadır. Örneğin Eskimoların, Amerika yerlilerinin ve Avustralyalı Aborjinlerin dilleri gibi birleştiren dillerde bitişken ve çekimli özellikler taşıyan uzun, adeta cümle görünümündeki sözcükler bir aradadır, hatta cümle; uzun ve tek bir sözcük olabilmektedir.
Diller ses bilgisel bakımdan ünlü dilleri ve ünsüz dilleri olarak da sınıflandırılabilir. Ünlü dilleri, adından da anlaşılacağı gibi bir dilin ses birim dökümündeki ünlü ve ikiz ünlü (diftong) sayısının ünsüz sayısına yakın olduğu dillerdir. Ünsüz dilleri ise az sayıdaki ünlüye karşın dilin, ünsüzlerin ses birim dökümünün büyük bir bölümünü oluşturduğu dillerdir. Ünlü dillerine Felemenkçe, ünsüz dillerine Çeçence, Gürcüce ve Arapça örnek verilebilir.

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
On sekizinci yüzyılın başında Poltava Savaşı’nda (1709) Ruslara esir düşen ve 1711-1722 yılları arasında Sibirya’da kalan Alman kökenli İsveçli subay ve kâşif J. von Strahlenberg (1676-1747); Fin-Ogur, Türk ve Moğol dilleri arasındaki ortak özellikleri ve Runik yazılı metinleri 1730 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde yayımlanan eseriyle ilk kez dile getiren bilim insanlarından biriydi. Ural-Altay dilleri kuramı yakın dönemlere değin benimsenmiş, ancak araştırmaların gelişmesiyle günümüzde, bilim çevrelerinde Ural dilleri ile Altay dilleri arasındaki ilişkiye dayalı yakınlıklar ve kimi yapısal benzerlikler ve ortaklıklar bulunmakla birlikte her iki ailenin genetik bakımdan aynı ata dilden gelişmediği kabul edilmektedir. Ancak
Türkçe, Macarca, Fince bir bölümü tarihî ve modern dil temaslarına dayalı, bir bölümü temaslardan bağımsız olarak erillik-dişillik bulunmaması, kişi zamirlerindeki benzerlikler, ünlü uyumları, sayı sıfatlarında nitelenen ismin çokluk eki almaması, söz diziminde (özne) + (nesne) + esas fiil + (yardımcı fiil) vb. birtakım ortak özelliklere sahiptir.

Türkçe ve Altay dilleri: Türkçenin kaynak bakımından dünya dilleri arasında Altay grubunda yer aldığına, başta Moğol ve Mançu-Tunguz dilleri olmak üzere Korece ve Japonca ile akraba olabileceğine ilişkin genel bir kabul vardır. Altay dilleri kuramına göre, yukarıda sıralanan diller binlerce yıl önce Altay Dağları civarında konuşulan ortak bir ana dilden yani Ana Altaycadan türemiştir. Altay Dağları düzlüklerinde yaşayan ortak Ana Altayca konuşan konar-göçer toplulukların bir bölümü batıya, Avrupa’ya doğru; bir bölümü doğuya
Bitişken (eklemeli) dillerde sözcüğün kökünde bir değişiklik olmaz. Sözcük köküne ek adı verilen ve belli işlevleri olan öğeler eklenerek yeni sözcükler yapılır ya da sözcükler arasındaki dilbilgisel ilişkiler ifade edilir.

Japonya’ya ve Kore Yarımadası’na göç etmişlerdir. Ancak Hint-Avrupa dilleri ailesinin genetik akrabalığı kesin olmasına karşın N. Poppe, T. Tekin gibi bir bölüm Türkolog ve Altayist, Altay dilleri ailesinin varlığını kabul ederken G. Doerfer, G. Clauson vd. bilim insanlarının bir bölümü temas kökenli olmayan ortak temel söz varlığının azlığı, sayı sisteminin birbirine benzememesi vb. nedenlerle Altay dilleri kuramını kabul etmemektedir. Bununla birlikte mevcut ortaklık ve benzerliklerin genetik değil, dillerin temaslarının sonucu olduğunu düşünmektedirler. Ancak bazı araştırmacılar da Altay dillerinin diğer dil ailelerine örneğin Hint-Avrupa dillerine oranla çok daha eski tarihte birbirlerinden ayrıldıklarından ortaklıkların daha az olduğu görüşündedir.

Altay dilleri ailesinin üyelerinden Moğol dilleri, esas olarak Moğolistan’da ve Çin’in kuzeyinde İç Moğolistan’da konuşulur. Moğolistan’da Kiril alfabesi, iç Moğolistan’da ise tarihî Uygur yazısından geliştirilen ve yukarıdan aşağı doğru yazılan Moğol yazısı kullanılır. Japonca, Çinceden alınan Kanci ve Kancinin basitleştirilmiş şekilleri Hiragana ve Katagana alfabeleri ile yazılmakta Koreliler ise kendi geliştirdikleri Kore alfabesini kullanmaktadırlar. Tunguz dilleri ailesinin üyesi olan Mançuca ise, Mançurya’da Çin’in kuzeydoğusunda dağınık adalar hâlinde konuşulmaktadır.
Altay dilleri ailesinin en çok yazı dili ve konuşuru bulunan üyesi Türkçedir. Türkçe çatısı altında toplanan Türk yazı dillerinin sayısı en az yirmi dörttür. Türk dilli toplulukların toplam nüfusu kesin olarak bilinmemekle birlikte sayının 150 milyondan fazla olduğu öngörülmektedir. Türkçe aynı zamanda ailenin coğrafi bakımdan da en geniş sınırlara sahip dilidir.

Türk Yazı Dillerinin ve Lehçelerinin Sınıflandırılması
Avrasya coğrafyasına yayılan Türk dillerinin sınıflandırılması ile ilgili genetik, coğrafi, etnik, tipolojik birçok ölçüt ve sınıflandırma girişimi vardır. Johanson ve Csató (2006: 82) coğrafi, genetik ve tipolojik ölçütleri esas alarak yaptıkları sınıflandırmada

Türk dillerini altı gruba ayırırlar:

1. Güneybatı (GB), Oğuz Türkçesi: Bu grup kendi içinde batı (b) ve doğu (d) olmak üzere ikiye ayrılır. GBb grubunda Gagauzca, Türkiye Türkçesi ve Azerice; GBd grubunda ise Türkmence yer alır. Salırca (Salarca) tarihî olarak Oğuz grubundan gelişmiştir.

2. Kuzeybatı (KB), Kıpçak Türkçesi: Kıpçak grubu batı (b), kuzey (k) ve güney (g) alt gruplarından oluşur. KBb grubunda Kumukça, Karaçay Balkarca, Kırım Tatarcası ve Karayca; KBk veya Volga (İdil) grubunda Kazan Tatarcası ve Başkurtça; KBg veya Aral-Hazar grubunda Kazakça, Karakalpakça, Kıpçak-Özbek ve Nogayca bulunur. Altay Türkçesi ile güçlü genetik bağlarına karşın Kazakçaya çok yakın olan modern Kırgızca da bu grupta değerlendirilebilir.

3. Güneydoğu (GD), Uygur Türkçesi: Bu grup da kendi içinde batı (b) ve doğu (d) olmak üzere ikiye ayrılır. GDb grubunda Özbekçe ve Özbekçenin değişkeleri, GBd grubunda Modern Uygurca, Sarı Uygurca ve Salırca/Salarca yer alır.

4. Kuzeydoğu (KD), Sibirya Türkçesi: KD grubu kendi içinde kuzey (k) ve güney (g) alt gruplarından oluşur. KDk grubunda Sahaca (Yakutça) ve Dolganca vardır. Ayrışık (heterojen) bir grup olan KDg grubu da 4 alt gruba ayrı lır. Sayan Türkçesi: Tuvaca ve Tofaca; Yenisey Türkçesi: Hakasça, Şorca ve ilgili değişkeler; Çulım Türkçesi: Küerik vd. değişkeler ve son grupta da Altayca ve değişkeleri bulunur.
Yok olmak üzere bulunan Mançurya’daki Fü-yü Kırgızcası, Kırgızcanın bir değişkesi olarak kabul edilmesine karşın Yenisey Türkçesine; Sarı Uygurca da güney Sibirya grubuna daha yakındır.

5. Çuvaşça, Ogur/Bulgar grubu: İlk Türkçe döneminde Türk dillerinden ayrılan Çuvaşça bu grubun tek yazı dilidir.

6. Halaçça, Argu Türkçesi: Orta İran’da konuşulan Halaççanın Divanü Lugâti’t-Türk’te Arguca olarak anılan dilin devamı olduğu düşünülmektedir.

Türkiye Türkçesi
Türk yazı dilleri ailesinin konuşur sayısı bakımından en büyük dili Türkiye Türkçesidir. Günümüzde Türkiye Türkçesi, Türkiye’nin yanı sıra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de resmî dildir. Kosova’da Türklerin yoğun olduğu bazı yerel yönetimlerde belediye sınırları içinde Arnavutça ve diğer dillerle birlikte Türkiye
Türkçenin binlerce yıl önce Moğolca ile tek bir dil olduğu varsayılan döneme Ana Altayca adı verilir. Türkçe, İlk Türkçe adı verilen süreçte yani Büyük Hun İmparatorluğu döneminde bağımsız bir dil hâline gelmiş, Avrupa Hun İmparatorluğu döneminde ise Ana Türkçe adı verilen süreç başlamıştır. Yazılı ilk olgunlaşmış Türkçe belgelerin bulunduğu Göktürk dönemi ile Uygur dönemlerine de Eski Türkçe adı verilir.

Türkçesi resmî dildir. Her ne kadar Türkiye Türkçesi terimi kullanılsa da Türkçe, ana dili olarak Balkanlarda Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya’da; göçmen azınlık dili olarak başta Almanya olmak üzere, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, İsveç, Norveç vd. Avrupa ülkelerinde, Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya’da; Arap ülkelerinden Suriye ve Irak’ta konuşulan bir dildir. Rusya Federasyonu vd. Türk Cumhuriyetlerinde az nüfuslu küçük azınlıklar hâlinde yaşayan Ahıska Türkleri de Türkiye Türkçesi konuşuru kabul edilir. Ahıska Türkleri Sovyetler Birliği döneminde, pasaportlarında “Türk” yazan tek Türk topluluğuydu.

Türkiye Türkçesi; İran üzerinden Malazgirt Zaferi (1071) ile Anadolu’nun kapılarını açan Oğuz Türklerinin Osmanlılar (1299-1922) döneminde İstanbul merkez olmak üzere aşama aşama kurdukları ve Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde sadeleşme çalışmaları sonucu oluşan yeni yazı dilinin adıdır. Kalabalık kitleler hâlinde Anadolu’ya gelen Türk topluluklarının yanı sıra Balkanlardan, Ege adalarından, Kafkaslardan göç ederek Anadolu’ya gelen veya Anadolu’da bulunan halkların Türkçeyi benimsemesi ve bugünkü Türk ulusunu oluşturması ile günümüz Türkiye Türkçesi Türk yazı dilleri ailesinin en büyük dilidir. Türkiye Türkçesinin coğrafi bakımdan Anadolu Türkçesi ve Rumeli Türkçesi olarak ikiye ayrılması gelenekselleşmiştir. Anadolu Türkçesi yine coğrafi ölçütlere göre Batı Anadolu, Orta Anadolu, Ege, Karadeniz ve Doğu Anadolu ağızları olmak üzere dörde ayrılır.

Oğuzların 14. yüzyılda Rumeli’ye geçmesi ve ardından gelen fetihlerle Türkçe, Balkanlarda Bosna’ya kadar yerleşen Türk topluluklarının ana dili ve Balkan halklarının özellikle Arnavut ve Boşnak Müslüman aydınların ikinci dili olmuştur. Türkçe devlet dili olarak Balkan dillerinin tamamını, başta söz varlığı olmak üzere, derinden etkilemiştir. Türkiye Türkçesinin temel söz varlığının büyük bir bölümünün bazen eylemler de dâhil olmak üzere Boşnakça ve Sırpçada yaşadığı söylenebilir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst