Aöf Türk Dili 1 Ders Notları 6. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
TÜRK DİLİ 1

VI. ÜNİTE

TÜRKÇENİN SÖZ VARLIĞI

TÜRKÇENİN ANLATIM GÜCÜ
Bir dilin zenginliği ne sözcük sayısının çokluğuyla, ne o dili konuşan insan sayısının fazlalığıyla, ne de dilin konuşulduğu coğrafyanın genişliğiyle ilgilidir. Dillerin zenginliğinin başta gelen ölçüsü çeşitli duygu, düşünce ve kavramları anlatabilme gücüdür. Duygu, düşünce ve kavramları dile getirebilmek için sözcük sayısının çok olması önemli olmakla birlikte, bundan daha önemlisi dilin sözcük türetme ve soyutlama gücüdür. Dilin kurallarına ve yapısına uygun sözcük türetmek ve soyutlamalar yapmak insanların dil bilinciyle ilgilidir.
Ana dilinden başka bir dili öğrenme durumuyla karşılaşan bir kişinin beyni önceleri direnç gösterir; ancak zaman geçtikçe durumu kabullenir. Bu direnmenin nedeni de yine ana dilinin insan mantığını kendi yapısına göre kurgulamış olmasıdır.

Birey için de toplum için de son derece önemli ve vazgeçilmez olan millî dil, gerek kendi içyapısındaki gelişmelerle, gerekse dışarıdan gelen etkilerle zaman içerisinde anlatım incelikleri kazanır. Bu incelikler, insanların hem karşılıklı konuşmalarında hem de yazılarında kullanılır ve bu da dile doğal durumundan daha etkili bir anlatım imkânı sağlar. Dilin, imkânlarını ve inceliklerini yetkin bir biçimde kullanıp duygu ve düşüncelerini insanları etkileyebilecek bir üslupta aktarabilen kişiler, o dilin sanatçısı olurlar.


Sözcük, ilk ortaya çıktığında somut bir durum ya da kavramı karşılayan tek anlama sahiptir. Zaman ilerledikçe sözcüklerde anlam genişlemeleri olur. Anlam genişlemesiyle ortaya çıkan bu farklı anlamlar, bugünkü sözlüklerde maddeler halinde sıralanır. Bir sözcüğün çok anlamlı olması, o sözcüğün kullanılma sıklığıyla doğrudan ilgilidir. Bu anlam farklılıklarını bilerek dili kullanmak da o dille sanat eseri ortaya koymanın basamaklarından biridir.

Dil kullanımının dikkat edilmesi gereken bir diğer boyutu da mecazlı anlatımlardır. Bir dilin söz varlığının çeşitlenmesinde ve anlatım gücünün artmasındaki en başta gelen unsur o dilin mecaz dünyasıdır. Mecaz dünyasının zenginliği, yetenekli sanatçıların dili geliştirmesiyle ilgili olduğu gibi bu zenginlik, sanatçıların kendilerini daha iyi ifade etmelerinin de esasını oluşturur.

Bir dilin anlatma gücünü oluşturan temel özelliklerinden biri de o dilin deyim zenginliğidir. Dillerin bir normal sözlükleri, bir de deyim sözlükleri olur. Dilin deyim varlığından yeterince yararlanamayan bir sanatçı, kendi zamanını aşıp gelecek kuşaklara kalacak eser bırakamaz. Türkçenin son derece zengin bir deyim dünyası vardır.

İnsan çok değişik duygular üretebilen ve bu duyguları yansıtıp karşısındakini de etkilemek isteyen bir varlıktır. İnsanın duygularını aktarmasının çeşitli yolları olsa da en temel yol, dil kullanımıdır.

Deyimler

Deyimler anlatıma açıklık kazandıran ve renk katan söz varlığı ögeleridir. Her dilin söz varlığında deyimler vardır. Kimi deyimler belirli dillere özgü olsa da bunların benzerleri başka dillerde de görülebilir. Deyim kavramını karşılamak üzere Osmanlı Türkçesinde darbımesel, tabir, ıstılah, temsil vb. terimler kullanılmış; ancak darbımesel zamanla yalnız atasözü kavramı için kullanılır olmuştur.
Adlandırılmasındaki çeşitlilik gibi, deyim tanımında da çeşitlilik söz konusudur. Konuyla ilgili çalışma yapanların açıklamalarından yola çıkarak deyim şöyle tanımlanabilir: İki veya daha fazla sözcükten oluşan, anlatım gücünü artırmak için az çok mantık dışına kayan, gerçek anlamından uzak, ilgi çekici bir anlam yüküne sahip, bazı sözcükleri değişmeyip bazıları değişebilen, toplum tarafından ortaklaşa benimsenen kalıplaşmış söz gruplarıdır. Deyimler, sözcükler gibi, sözlük maddesi olan anlam birimleridir.

Deyim ve Atasözü Arasındaki Fark

Deyimler ve atasözleri zaman zaman birbirine karıştırılmaktadır. Bu iki kalıplaşmış yapı arasında biçime ve anlama bağlı birtakım farklar vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Deyimler yargı bildirmezler. Bir durumu, olayı ya da varlığı betimlemek, açıklamak, ifade etmek amacıyla etkili anlatımından yararlanılan kalıplaşmış söz gruplarıdır. Atasözü ise bir gözlem ve tecrübenin sonucunda ortaya çıkmış ve zamanla herkesçe benimsenmiş bir yargıyı dile getirir.



2. Atasözleri de deyimler gibi kalıplaşmış ifadelerdir. Ancak kalıplaşmanın biçiminde bazı farklılıklar vardır. Atasözlerindeki kalıplaşma deyimlere göre daha sıkıdır. Deyimlerde yer alan kelimeler başta, ortada ve sonda birtakım değişiklikler gösterebilir.

3. Deyimler amaç bakımından da atasözlerinden farklıdır. Deyimlerin amacı bir durumu ya da kavramı özel bir kalıp içinde çekici ve etkili bir anlatımla belirtmek iken; atasözleri öğüt verme, yol gösterme ya da tecrübe aktarma amacı güderler. Bu yönüyle bazı kalıp sözler her iki grupta da yer alabilir.


Deyimler ve Birleşik Sözcükler

Deyimlerle birleşik sözcükler yapı bakımından birbirine benzedikleri için zaman zaman karıştırılabilmektedir. Bu karışma daha çok iki sözcükten oluşan deyimlerle birleşik sözcüklerde olmaktadır. Deyimler ve birleşik sözcükler biçim özellikleri bakımından farklıdır. Deyimi oluşturan iki sözcük kesinlikle bitişik yazılmazken, birleşik kelimelerin bir kısmı bitişik yazılır. Birleşik kelimeyi oluşturan iki kelime arasına başka hiçbir ek ya da sözcük giremezken deyimde girebilir. Deyimleri oluşturan ikinci sözcük normal bir fiil olarak çekimlenir: Göz koydu, göz koymuş, göz koyar vb. “Göz mü koyuyor?” kullanımında da deyimin iki sözcüğü arasına soru edatı getirilmiştir. Birleşik sözcükte bu mümkün olmaz. Birleşik kelimeyi oluşturan iki sözcük de değiştirilemezken, deyimi oluşturan sözcüklerden biri zaman zaman değiştirilebilir.

Deyimlerin Kaynağı

Bir söz kalıbı, ilk olarak herhangi bir dil unsuru gibi, herhangi bir sebeple, herhangi bir kişi tarafından rastgele bir ifade olarak kullanılır. Dinleyenler tarafından o andaki duygu ortamında beğenilen bu söz kalıbı, belki bazı değişmelere de uğrayarak değişik ortamlarda, değişik kişilerce, benzer sebeplerle tekrar edilir ve zaman içerisinde ses ve anlam yönleriyle kalıplaşıp donuklaşarak insanların dilinde yaygınlaşır. Yazı diline yansıyan deyimlerin yaygınlaşma ve yaşama şansı hem daha yüksektir hem de bu deyimler yazı dilinin tutuculuğu nispetinde daha sık bir kalıplaşmaya uğrar. Yazı diline yansıyamayan, konuşma dilinde kalan deyimler ise hem daha kısa ömürlü, hem de daha değişken olur. Deyimlerin çok büyük bir kısmı dilin konuşurlarının ürünüdür. Çok azı ise başka dillerden çeviri yoluyla oluşturulur.

Türkiye Türkçesinin Deyim Varlığından Örnekler

Deyimler, kavramlarla ilişkilendirilerek sınıflandırıldığında toplum için hangi kavramın daha meşgul edici olduğu da anlaşılmaktadır. Örneğin bir sözlük “acele” kavramıyla ilgili olarak şu deyimleri sıralamıştır: Eli çabuk tutmak, sıcağı sıcağına, bugünden tezi yok, aceleye gelmek, ayağı üzengide, tez elden, ateş almaya gelmek, yel yeperek yelken kürek, mürekkebi kurumamak, dün bir bugün iki, başı bacadan aşmadı ya, gaza basmak, içi tez, dar yürekli. İçerisinde organ adları olan deyimlerden bazıları: Diş göstermek, dizlerini dövmek, dizlerinin bağı çözülmek, gözü yollarda kalmak, gözünü alamamak, gözlerini kan bürümek, gözlerini oymak, gözü bağlı, gözüne yandığımın, gözünü kapamak, gözüyle görmek, dişine güvenmek, dişine mangır değmek, dişini dökmek, dişini sıkmak, dişini sökmek vb.
İçerisinde akıl kelimesi geçen bazı deyimler:
Aklı başında, aklı ermek, aklıselim sahibi, aklını almak, akıl hocalığı yapmak, akıl dışı, aklı başına gelmek, aklını başına almak, akıl kumkuması, akıl kutusu, akıl küpü, aklı evvel, aklı başından bir karış yukarıda olmak, aklı kıt, aklını peynir ekmekle yemek vb.

Özet olarak deyimle ilgili şunları söyleyebiliriz: Deyim, gerçek anlamından az çok farklı bir anlam taşıyan, en az iki kelimeden kurulmuş, çekici ve etkileyici bir anlatıma sahip kalıplaşmış söz olarak tanımlanabilir. Bunların her dilin anlatım yeteneğinde önemli yerleri vardır. Deyimlerin dildeki önemi o kadar büyüktür ki dili bilmek, deyimleri bilmekle mümkündür diyebiliriz. Deyimler bazen manzum özellik gösterir ve kafiyeli yapılardır. Deyimler anonim ürünlerdir, başlangıçta tek insanın zekâsının ürünü olmakla birlikte, yayılıp meşhur olarak toplumun ortak malı durumuna yükselmişlerdir.

Deyimler, Türkçenin hemen bütün tarihî metinlerinde sıklıkla kullanılmıştır. Bazı deyimlerin oluşmaları, fıkralarla ilgilidir. Zaman zaman atasözleriyle karışabilen deyimler her ne kadar kalıp yapılar olsa da bazılarında birtakım kelimelerin yakın anlamlı kelimelerle yer değiştirmeleri mümkündür. Türkçedeki deyimlerin büyük bir kısmı mastarla biter.

Atasözleri

Dillerin söz varlığının önemli ve vazgeçilmez bir unsuru olan atasözleri, toplumların hayatın akışı içerisinde oluşan bilge yönlerini, kazandıkları deneyimleri, dünyaya bakışlarını, anlatım yeteneklerini yansıtan ve çok uzun süre düşünce dünyasında yaşamaya devam edebilen bir tür kalıplaşmış sözlerdir. Uzun zaman hiç değişmeden yaşayan atasözleri olduğu gibi, zamana ve coğrafyaya göre değişebilen, bazen de bütünüyle unutulanlar olabilmektedir.

Atasözlerinin ilk olarak nerede, ne zaman ve hangi ulusta oluştuğu bilinmemekte; ancak yeryüzünde yaşayan bütün ulusların atasözü tanımına uyacak özlü sözlerinin varlığı bilinmektedir. İnsanlığın ilk yazılı metinlerinden itibaren karşılaşılan atasözlerine farklı uluslar; kanatlı söz, nasihat, cevherli söz, ibret verici söz, altın söz, dilin gülzarı, halk mektebi, halk hikmeti, ruhun doktoru, aklın gözü gibi anlamlara gelen adlar vermişlerdir. Atasözü kavramının Türk dünyasında da atalar sözü, eskiler sözü, makal, nakıl gibi çeşitli adları vardır.

Uzun süreli bir gözlem ve deneyimin ürünü olan atasözleri; bir olayı açıklamaya, bir duruma açıklık getirmeye ve bir olaydan ders çıkarılmasını sağlamaya yönelik, yargı bildiren, kalıplaşmış dil birlikleridir.
Bu tanımdan anlaşılacağı üzere, bir atasözünün oluşup yaygınlaşması için gerekli olan koşulları şöyle açıklayabiliriz: Öncelikle olaylardan ders çıkarmayı becerebilen bir kişinin etrafında olup bitenleri iyi gözlemlemesi, durumu kısa, keskin, insanların zihninde yer edebilecek bir üslupla dile getirmesi ve bunun insanlar tarafından beğenilmesi gerekir.

Atasözüne konu oluşturacak olayın, toplumun geniş kesimlerini ilgilendirecek bir niteliğe sahip olması gerekir ki insanlar, durumu özetleyen söze sahip çıkıp onu sonraki kuşaklara aktarma gereği duysunlar. Atasözlerinin ders verici olma nitelikleri en temel özellikleridir ve yine insan ihtiyacıyla ilgilidir. Atasözlerinin kesin bir yargı bildirmeleri gerekir ki bu yönleriyle deyimlerden kesin olarak ayrılırlar. Bu yapıların başka bir özelliği ise deyimler gibi kalıplaşmış olmalarıdır. Atasözünde bir kelime çıkartılır ya da atasözünün diziliş sırası değiştirilirse etkili anlatımın çoğunlukla ortadan kalktığı ve atasözünün sıradan bir söz haline geldiği görülür.


Atasözlerinin bir başka özelliği de sürekli tekrarlanmalarıdır. Uygun durumda hemen akla gelip tekrarlanmaları bu sözlerin yaşama alanlarını genişlettiği gibi, yaşama sürelerini de uzatır. “Ağırlık altın kale, hafiflik başa bela”, “Sabreden derviş, muradına ermiş”, “Aç ne yemez, tok ne demez”, “Eken bilmez, biçen bilir”, “Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına”, “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur”, “Ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane”...


Atasözlerinin Konuları

Türk atasözlerinde işlenen konulardan bazıları şöyle örneklendirilebilir:
Yiğitlik : “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.”
Mertlik : “Aman diyene kılıç kalkmaz.”
Ağırbaşlılık : “Ağırlık altın kale, hafiflik başa bela.”
Sabır : “Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas.”
Konukseverlik : “Gelmek misafirin, gitmek ev sahibinin elinde.”
Aile : “Yuvayı dişi kuş yapar.”
Anne : “Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar.”
Baba : “Baban varken dost tanı, atın varken yol tanı.”
Evlat : “Bir baba dokuz evladı besler, dokuz evlat bir babayı besleyemez.”
Çocuk : “Çocuğun yediği helal, giydiği haram.”
Gelin : “Gelin çiçek, her dediği gerçek; kaynana yılan, her dediği yalan.”
Kaynana : “Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başını yarar.”
Kardeş : “Kardeşin büyüğü baba, küçüğü evlat yerine geçer.”
Akrabalık : “Hısım akraba ile ye iç, alışveriş etme.”

Atasözlerinin Dil ve Üslup Özellikleri

Bu yüzden atasözlerinde kısalık, düşünceyi en az sözcük ile ve keskin bir anlatımla dile getirmek belirgin bir kuraldır. Atasözlerinde gereksiz görülecek bir sözcüğe rastlanmaz.
Az sözcükle çok şey anlatma, atasözlerinin en belirgin yapı ve anlam özelliğidir. Bu özellikten dolayı atasözleri genellikle bir ya da iki cümledir.
Atasözleri ağızdan ağza aktarılmaktan dolayı kalıplaşır ve hiçbir sözcüğü değiştirilemez ve atılamaz duruma gelir. Eş anlamlısı dahi olsa atasözünün bir kelimesi değiştiğinde üslubunun değiştiği ve etkisinin azaldığı görülür: “Pişirdiği aş olaydı, başımı yaran taş olaydı” atasözünde aş sözcüğü eş anlamlısı olan yemek ile değiştirilirse sözün büyüsü kaybolacaktır.
Atasözlerinde de deyimlerde olduğu gibi hece, ses ve sözcük tekrarlarından, şiir ögelerinden yararlanılarak etkili bir üslup oluşturulmaktadır.


İkilemeler
İkileme, anlatım gücünü artırmak, anlamı pekiştirmek, kavramı zenginleştirmek amacıyla aynı sözcüğün tekrar edilmesi veya anlamları birbirine yakın veya karşıt olan ya da sesleri birbirini andıran iki sözcüğün yan yana kullanılmasıdır. İkileme, aslında anlamı etkili kılmak amacıyla oluşturulan psikolojiyle ilgili ve dilin müzik yönüne katkı sağlayan bir yapıdır.
Deyimlerimizin büyük bir çoğunluğunda ikilemelere rastlanır ki bu durum, deyimlerin uzun anlatımlardan daha etkili olmalarını sağlar. İkilemelerde ses güzelliği ve yinelemekten doğan anlam gücü birlikte kullanılarak amaçlanan etkili anlatım sağlanmış olur.

İkilemelerin Genel Özellikleri

 İkileme içerisinde yer alan sözcüklerin en dikkat çekici özellikleri ses benzerliklerinden kaynaklanan ses uygunluğu ve güzelliğidir.

 İkilemeler kullanılırken bir çeşit uyaklı yapılar ortaya çıkarılmıştır. Anlatımı güçlendirmek üzere ikileme oluşturulurken ya aynı sesi veren aynı sözcük tekrarlanır ya da sesleri birbirini andıran sözcükler yan yana kullanılır.


 İkilemeyi oluşturan sözcüklerin başındaki ünsüzlerin benzeşmesi ile ön seste benzerlik sağlanmış olur: Cümbür cemaat, çul çaput, çerden çöpten, çekip çevirmek, bet beniz, çoluk çocuk, döl döş, düğün dernek, kış kıyamet, kol kanat, kör kütük, sağ salim, soy sop, kul kurban, yarım yamalak, yalan yanlış, yamru yumru, zar zor, saçma sapan, toz toprak vb.


 Bazen de ses benzerliğine bağlı ritim son seste oluşturulur: Kırık dökük, yırtık pırtık, eciş bücüş, az buz, tuz buz, süklüm püklüm, selam kelam, haşır neşir, hesap kitap, yaza boza, giyim kuşam, dirlik düzenlik, halim selim, akça pakça vb.


 İkilemelerdeki sözcüklerde ünlüler de bir sistem içerisinde kullanılır. Özellikle yansımalarda birinci sözcüğün ilk hecesinde “a” sesi varsa, ikinci sözcüğün ilk hecesinde “u” ünlüsü yer alır: Çarpık çurpuk, tak tuk, çat çut, cart curt, takır tukur, gacır gucur, şapır şupur, allak bullak...


 İkilemeler, uzun süre yan yana kullanılarak kalıplaşmış sözlerdir. Bu kalıplaşma dolayısıyla, ikilemelerde kullanılan sözlerin yerleri değiştirildiğinde asıl yapının verdiği anlam inceliğini veremezler. İkilemeyi kuran sözcükler arasında, bunların birlikte kullanılmasını gerektiren bir ilgi vardır ve dil konuşurları bu ilginin farkındadırlar.


 İkilemelerde az heceli sözcük genellikle önce, çok heceli ise sonra gelir: Çul çaput, don gömlek, kör topal, kul köle vb.


Sözcük Yapısı Bakımından İkileme Türleri

İkilemede yer alan sözcüklerin ikisi de Türkçe, biri Türkçe biri alıntı, ya da her ikisi de alıntı olabilir. Türkçe sözcüklerden yapılan ikilemelerin çoğu yansımalardan kurulur: Şakır şakır, şıkır şıkır, tak tak vb. Türkçe sözcüklerle yapılan ikilemelerden bir kısmı ise halen kullanılmakta olan bir sözcükle eski devirlerde kullanılmış olan bir sözcüğün yan yana gelmesiyle kurulmuştur. Eğri büğrü, yorgun argın, yarım yamalak, soy sop vb. Güçlü kuvvetli, kılık kıyafet gibi bazı ikilemelerin ise ilk sözcüğü Türkçe ikinci sözcükleri alıntıdır. Rica minnet, hâl hatır, ayan beyan, ecir sabır, haraç mezat ikilemelerinde ise her iki sözcük de alıntıdır.
Üç beş, sekiz on gibi sayılarla; güzeller güzeli, yiğitler yiğidi, arslanlar arslanı gibi tamlamalarla da ikilemeler kurulmaktadır. “m” sesi kullanılarak da çok fazla ikileme kurulur: Az maz, şaka maka, yol mol, kitap mitap, defter mefter vb.

Sözcük Türü Bakımından İkileme

Türkçede bütün sözcük türlerinden ikileme yapmak mümkündür. Özel adlardan kurulan ikileme sayısı fazla değildir: Çin’den Maçin’e, Hanyayı Konyayı gibi birkaç örneği görülür.
İkilemeler, dil çalışmalarında kapsamlı olarak ele alınan, tek sözcük gibi anlam ifade edecek biçimde kullanılan dil birliklerindendir. Alanda farklı terimlerle anılırlar. Tekrar, bağlam öbeği, ikilemeli ad, yinelemeli ad, ikiz kelime, kelime koşması gibi.
İki kelimeden oluşan ikilemelerin en önemli özellikleri ses benzerliklerinin olmasıdır.
Cins adlarından pek çok ikileme kurulmaktadır: öbek öbek, sıra sıra, dizi dizi, dağ taş, yol yolak vb. Zamirler de ikileme kuruluşunda yer alır: O bu, bu şu, sen ben vb. Ünlemlerden de ikilemeler kurulur: Hay hay, hele hele vb. fiiller de değişik çekimli biçimleriyle ikilemeler içerisinde yer alır: Olur olmaz, oldu olacak, düştü
düşeli, geldi geleli vb.

Yapı ve Kuruluş Bakımından İkilemeler

İkilemeleri, isimlerden ve fiillerden olmak üzere yapı yönüyle ikiye ayırabiliriz.
İsim yapılı ikilemeler de kendi içerisinde sınıflandırılabilir:
Yansıma kaynaklı olanlar: Fırıl fırıl (dönmek), fokur fokur (kaynamak), harıl harıl (çalışmak) vb.

Eksiz olanlar: Top top kumaş, deste deste para, çuval çuval un...


Çeşitli ekler alarak kurulanlar: Baş başa, üst üste, sağa sola, oradan buradan (konuşmak), dilden dile (dolaşmak), dereden tepeden (konuşmak), tepeden tırnağa (donatmak), için için (yanmak), pisi pisine (ölmek), ağzı dili (kurumak), uslu uslu (oturmak), güçlü kuvvetli (adam), günlük güneşlik (yer), arsız arsız (gülmek) gibi.

Fiil kök ve gövdelerinden de birtakım eklerle ya da yalın olarak ikilemeler kullanılmaktadır: Salına salına (yürümek), dönüp dönüp (bakmak), sere serpe (uzanmak), yatıp kalkıp (dua etmek), bilmiş bilmiş (konuşmak), koşan koşana, gelir gelmez, bitmez tükenmez, yalvarmak yakarmak vb.

Anlam Bakımından İkilemeler

İkilemeler asıl olarak anlamla ilgili durumlardır. Dilin bütününün son amacı anlamdır. İkileme gibi birtakım söz kalıpları, anlamı daha etkili kılmak ve söylenen sözün kabul edilirlik derecesini yükseltmek amacıyla oluşturulur. Dilin en edebî biçiminin kullanıldığı şiir dilinde ikilemelerin daha çok yer alması, onların anlamı pekiştirici, güçlendirici ve anlatımı kolaylaştırıcı işlevleri dolayısıyladır.

Alıntı Sözler

Diller zaman içerisinde başka dillerle çeşitli biçimlerde ilişkiye girer ve bu ilişkiler sonucunda birbirlerinden sözcükler alırlar. Bugün yeryüzünde yalnızca kendi sözlerine dayanan hiçbir kültür ve medeniyet dili yoktur.
Dil etkileşiminin başta gelen önemli nedenlerinden biri dindir. Dinin kutsal metinlerinin dili, o dine inanan diğer halkların dillerini etkilemiştir. Bu durumu hem Batı dünyasında yani Hristiyanlık coğrafyasında hem de Doğu yani İslam coğrafyasında oldukça etkili bir biçimde görmek mümkündür. Bütün Hristiyan ülkelerde çok uzun bir süre kilise dili ya da ibadet dili olarak Latince kullanılmış ve bu durum, dinin gereği olarak düşünülmüştür. İslam dünyasında da Arapçanın benzer bir etkisi olmuştur.

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler de diller arasındaki alışverişlerde etkili olan bir diğer etmendir. Bilim çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan teknolojik gelişmeleri sağlayan halk, hangi dili konuşuyorsa o dil, diğer diller karşısında saygın konuma yükselmekte ve teknolojilerin üreticisi değil de alıcısı ve tüketicisi olan halkların dillerine pek çok sözcük vermektedir.

Türkçenin ilk yazılı metinleri olan Orhun Yazıtları’nda da birkaç yabancı sözcüğe rastlanır. Bunlar da sengün (general), kunçuy (prenses), işgiti (ipekli kumaş), yençü (inci) gibi sözcüklerdir.
Türk yazı dilinin Eski Türkçe devresinin ikinci dönemini oluşturan Uygur yazı dilinde Köktürkçeye oranla yabancı sözcük sayısında bir artış görülür; ancak bu daha çok dinlerle ilgili metinlere ait bir durumdur. Uygurlar; Budizm, Maniheizm gibi dinlere mensup olmuşlar ve bu dinlerin kendilerine özgü edebiyatlarını oluşturmuşlardır. Çinceden, Sanskritçeden birtakım din terimleri almışlar, ancak pek çok din terimini de kendi dillerinden karşılamışlardır. Bu dönemde dinle ilgili olmayan metinlerde yabancı kelime oranı son derece düşüktür.

Karahanlı döneminde İslam dinine giren Türkler, bu dinin etkisinde bir edebiyat dili oluşturmuşlar; ancak ilk eserlerde yabancı kelime sayısı çok düşük kalmıştır. Çok zengin bir söz varlığına sahip olan Kutadgu Bilig’de, din yoluyla Arapça ve Farsçadan gelen alıntı kelime oranı yüzde iki civarındadır.

Batı Türkçesinin ilkyazı dili olan Anadolu Selçuklu ve Beylikler ya da bir diğer adıyla Eski Oğuz Türkçesi yazı dili de Kutadgu Bilig’in dili kadar olmasa da daha duru bir dildir.
Tanzimat dönemine kadar Arapça ve Farsçanın ağır etkisinde olan Türk yazı dilinde bu dönemden başlayarak Batı dillerinden, özellikle Fransızcadan alınan sözcükler görülür. Bunun nedeni, Türk aydınlarının Batı’yı öncelikle Fransızca ve Fransa üzerinden tanımalarıdır.
Alıntı sözler “ödünçleme” olarak da kullanılabilir. Bir dilden başka bir dile geçen sözler genellikle geçtiği dilin ses yapısına uydurulmaya çalışılır.


Zaman içerisinde Fransızcanın yerini İngilizce almıştır. Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla sonuçlandıran Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, Türkçe ile ilgili olarak da bir mücadele vermiş ve Türkçeyi Arapça ile Farsçanın işgalinden kurtarmıştır. Daha sonra gelen devlet yöneticileri ve aydınlar, kurucu kadronun kararlılığını göstermedikleri için Türkçe, Batı kaynaklı bir istila ile yüz yüze kalmıştır. Günümüzde de yaşanılan çağın teknolojik olanakları ve aydınlar ile basın-yayın kuruluşlarının bilinçsiz ve özensiz tutumları Türkçeye pek çok yabancı kaynaklı sözcüğün gereksiz yere dolmasına yol açmaktadır. Bugün yapılması gereken farklı alanlardan dilimize giren yeni kavramlara, terimlere ilgili alan uzmanlarıyla birlikte dilimizin ses ve yapısına uygun karşılıklar bularak bunların kullanım yaygınlığını artırıcı önlemler almaktır. Bu yolla dildeki söz varlığının zenginleşmesine katkı sağlamaktır.

Ağız Öğeleri

Her dilde zaman içerisinde birtakım ses ve biçim farklılıkları oluşur. Bu farklılıklar, anlaşmayı zorlaştıracak düzeye ulaşmışsa lehçe olarak adlandırılan kollar ortaya çıkar. Bu durumun en belirgin nedeni, bir dili konuşan insan ya da boyların birbirlerinden ayrılıp uzunca bir süre değişik coğrafyalarda yaşamalarıdır. Ayrı yaşama süresinin uzunluğu ve kollar arasındaki ilişkinin uzun süre kopuk olması bazen bu kolların farklı diller olması sonucunu bile doğurabilir. Nitekim bugün yeryüzünde binlerle ifade edilen dilden söz edilmesinin sebebi budur.
Bir dilin kollarından birinin bir ülke ya da bölge içerisinde küçük ses farklılıklarıyla birbirinden ayrılan kollarına ise ağız denir. Zaman zaman şive sözcüğünün de ağız terimi yerine kullanıldığı görülür.
Ağızlar, zaman zaman ölçünlü dile sözcükler verir. Bir dilin kendi ağız ve lehçelerinden yaptığı böyle alıntılara “iç alıntılar” denir.

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra ağızlarla ilgili çalışmalar başlamış ve öncelikle halk ağızlarından sözcük derlemeleri yapılmıştır. Derlenen bu sözcükler, önce Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi adıyla, sonra daha da geliştirilerek Derleme Sözlüğü adıyla Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Bu sözlükte yazı dilinde olmayan binlerce Türkçe sözcük kayda geçtiği gibi, yazı dilinde kullanılan pek çok sözcük de farklı anlamlarıyla tespit edilmiştir. Bu sözlük, Türkçenin çok değerli bir hazinesidir ve yazı dili ihtiyaç duyduğu pek çok sözcüğü buradan alabilmektedir.


Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan Türkçe Sözlük’te «hlk» kısaltmasıyla verilen bütün sözcükler halk ağzından yazı diline aktarılmış sözcüklerdir ki, bunların sayısı binlerle ifade edilmektedir.

Konuyla ilgili bir çalışma, halk ağzından yazı diline aktarılan sözcüklere örnek olmak üzere şu sözcükleri sıralamıştır:
Ağartı : Süt, yoğurt, ayran gibi yiyecek ve içecekler.
Alaz : Alev, yalaz.
Algın : Cılız, zayıf, hastalıklı.
Alkarısı : Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü.
Çor : Salgın.
Delecek : Zımba.
Dolukmak : Göz yaşarmak, ağlayacak duruma gelmek.
Göbelek : Yenilen bir çeşit mantar, mantar.
İşmar etmek : El, göz veya baş ile işaret etmek.
Kesmik : Kesilmiş sütün koyu bölümü; başakla karışık iri saman; taş gibi olmuş toprak parçası.

Konuşma diline ait sözcüklerin yazı diline geçmesinin en önde gelen şartı, bu sözcüklerin yazı diline ait çeşitli metinlerde kullanılmasıdır. Özellikle ortak ya da ölçünlü dili kullanan yazarların eserlerinde kullanılan ağızlara ait sözcükler, yazı diline geçmenin önemli bir aşamasını geçmiş sayılır. Bir sonraki aşama ise bu sözcüklerin yaygınlaşıp başkaları tarafından da kullanılır duruma gelmesidir.

Ağızlardan yalnızca sözcük alınmaz, ek alındığı da olur. Bazen yazı dilinde bulunan bir sözcük, ağızda küçük ses değişiklikleriyle kullanılmaya başlanır, bu farklı biçim zamanla yaygınlaşır ve yazı dilindeki biçimin yerini alabilir ya da onunla birlikte kullanılabilir.

Türkiye Türkçesinin yazı dilinde bu durumun güzel bir örneği “yine” sözcüğünden değişerek kullanılan “gene/gine” sözcüğüdür. Küsegen (çok ve çabuk küsen) sözcüğünde fiilden isim türeten -egen eki ile gezegen, olağan; takanak sözcüğündeki -anak ekiyle de tutanak, gelenek görenek vb. sözcükler türetilmiştir.

Lehçelerdeki söz varlığı yazılı geleneğe bağlıyken bölgesel ağızlarda söz varlığı sözlü geleneğe bağlıdır.
Malzemesi dil olan edebiyatta argoya; komik durum yaratma, günlük hayatı yakından tanıtma, gerçeğe uygunluk sağlama, özgün olma gibi nedenlerle başvurulabilmektedir.

Argo

Argo, dilin en hareketli ve yaratıcı alanlarından biridir. İnsanın iç ve dış dünyasını yansıtan dil, bazı durumlarda dilin bu hareketli ve yaratıcı yönünü devreye sokar, zaman zaman da örtülü anlatım yollarını tercih eder.
Genel dilin sözcüklerine bazı özel anlamlar vermek ve özel birtakım sözcükler katmakla oluşan argo, bir çeşit özel dil sayılabilir. Buradaki “özel” sözcüğü, bilim veya sanat dallarının kendine özgü dilleri anlamında değil, genel dilden farklı olduğunu vurgulamak üzere kullanılmaktadır. Çünkü argo, bir gruba ait değildir, toplumdaki herkes yeri gelince argoya başvurabilir. Fakat bazı sosyal grupların kendilerine has argoları da vardır. Örneğin öğrenci argosu, balıkçı argosu, dilenci argosu, asker argosu, esnaf argosu, avcı argosu vb.

Argonun tercih ettiği dil yapısı son derece karmaşık olmakla birlikte birtakım genel ilkeler belirlenmiştir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: Örtülü sözler kullanma, cins isimlerini daha çok sıfat olarak kullanılmaya uygun sözlerden seçme, eski sözlerden ve ağız unsurlarından yararlanma, genel dildeki kelimelerin biçimini bozma, önüne ya da arkasına eklemeler yapma, iç düzenini değiştirme, birbirine karıştırma, kırpma, uzatma, hayvanları ve eşyaları konuşturma ve canlandırma, yabancı kökenli sözcükler kullanma ve yabancı ekleri yaşayan dildeki sözcüklere takıp farklı işlevler yükleme; “çalmak”, “ölmek”, “kaçmak”, “yalan söylemek” gibi sözcüklere karşılık olmak üzere çok sayıda eş anlamlı sözcük kullanma; genel dildeki sözcüklerin anlamlarını kaydırma veya değiştirme; ifadeye renk, abartı, mizah ve ince alay çeşnisini veren sözler oluşturma. Örneğin tabut için “imamın kayığı” ya da “dört kollu” ifadelerinin kullanılması.


Türkçede oldukça gelişmiş bir anlatım aracı olan argo; teklifsiz dil, kaba dil veya halk dili kavramlarıyla zaman zaman karıştırılmaktadır. Halbuki argo bunların hiçbiri değil, bir gruba bağlı kimseler tarafından kullanılan ve bunların dışında olanlar tarafından anlaşılması zor sözlerden oluşur. Oysa ki, yukarıda belirtilenlerin tamamı başkaları tarafından da anlaşılabilecek dillerdir.

Birçok soyut kavram, benzetme yoluyla somut konular üzerinden argoya mal edilmiştir. Mesela kaynatmak sözcüğü, bir şeyi kaynatır gibi, sohbeti koyulaştırmak anlamını kazanmıştır. Bu söz, bugün artık neredeyse argo olmaktan çıkmış, ortak dilin malı durumuna gelmiştir.
Türk argosunda kullanılan yabancı sözcüklerin çok büyük bir kısmı Rumcadır. Bunun nedeni ise İstanbul’da yaşayan Rumlar ile argo kullanmaya eğilimli zümrelerin ilişkileridir.

Argo her ülkede, her dilde görülür. 13. yüzyıldan itibaren dar bir çevreye özgü, bozuk dil olarak varlık gösteren argo, 15. yüzılda -özellikle hırsızların kullandığı gizli dil olarak- belli belgelerde saptanmıştır. Türkçede argonun temelini, ortak dilden gelen veya başka dillerden ödünç olarak alınan sözcüklere yüklenen farklı anlamlar ile sözcüklerdeki şekil değişiklikleri ve birleştirmeler oluşturmaktadır. Ortak dilden gelen sözcüklerin anlamlarını değiştirmede teşbih, istiare, mecaz-ı mürsel, mübalağa gibi söz sanatlarından yararlanılır. Argo ile sövgü sözü arasında hem yapı, hem de işlev bakımından farklar vardır. En başta gelen

fark ise argo bir gizli ve sanatlı dildir; sövgü ise son derece açık ve kaba bir anlatım biçimidir.

İlişki Sözleri

Yaşayan diller içerisinde anlatım gücü en yüksek ve anlatım yolları en çeşitli dillerden biri olan Türkçenin, insanların günlük ilişkilerinde kazanmış olduğu incelik ve zarafet, herhalde başka hiçbir dilde rastlanmayacak ölçüdedir. İlişki sözlerinin bu kadar çok ve incelikleri anlatacak düzeyde olmalarının nedeni, dilin diğer yönlerinde olduğu gibi, Türkçeyi konuşan insanların yaşama ve hayatı algılama biçimleridir.
Türkçeyi ana dili olarak kullanan insanlar, yani Türkçeyle oluşturulan medeniyet dairesinin mensupları, kendilerine özgü bir hayat tarzına sahiptirler. Bu hayat tarzını, Türkçenin ilk yazılı metinlerinden başlayarak izleyebiliyoruz; ancak bu konuda bize en önemli bilgileri Dede Korkut Oğuznameleri vermektedir.

Dede Korkut Oğuznamelerine yansıyan hayat tarzına göre Türkler, zamanı toplu olarak geçiren insanlardır. Zamanı toplu geçirmek demek hayatın içerisinde olan her türlü güzelliği ve sıkıntıyı birlikte yaşamak demektir. Yerleşik hayatta bunun en belirgin yansıması mahalle kavramıdır. Komşuluk kavramı da yine son derece önemlidir.

Türkçede ilişki sözleri; kalıp sözler, söz eylem, konuşma aktı, söz edimi gibi terimlerle de ifade edilmektedir.


Bu kavramlara verilen önem, ilişki sözlerine de yansımıştır ve bu sözler çok ince bir duygu dünyasını gözler önüne sermektedir. Örneğin, hayatında güzel bir değişiklik olan komşuya “göz aydınlığı”na gidilir. Hasta olana geçmiş olsuna, ölü evine baş sağlığına gitmek belki her toplumda rastlanacak durumlardır, ancak bu durumlarda söylenen sözler ve takınılan tavır asıl kültür ve anlayış farklılıklarını oluşturur. Türkçede bunların her birinin kendilerine ait kalıplaşmış ilişki sözleri vardır. Birini yolcu ederken “yolun açık olsun”, “güle güle git gel”, “uğurlar olsun” gibi daha pek çok kalıp söz dilimize gelir. Çocuğu doğana “Allah analı babalı büyütsün”, sünnet yapana “Allah başka mürüvvetlerini de göstersin”, düğün yapana “Allah bir yastıkta kocatsın” gibi ufak tefek değişikliklerle binlerce yıl kuşaktan kuşağa aktarılan sözler söylenir.

Türkçedeki ilişki sözleri, Türk halkının yaşamış olduğu binlerce yılda görüp geçirdiği sayısız olaylar içerisinden süzülüp gelen nezaketinin en açık göstergesidir.

“Ben” ve “benim” sözlerinin çok kullanılması çok hoş görülmeyen bir durumdur. Bu durumu ilişki sözlerinde çok açık görebiliriz. Eski kültürümüzde kendisinden söz edecek olan kişi; bu fakir, fakir ü hakir, fakir ü pür-taksir benzeri sözler kullanır, eskiden de kullanılan; ancak bugün de kullanılmaya devam edilen bendeniz (köleniz) bunların en yaygınlarındandır. Kaç çocuğu olduğu sorusuna, soran kişi yaşça büyükse “ellerinizden öper” sözleriyle başlanarak cevap verilir.

TÜRKÇENİN TÜRETME GÜCÜ

Türkçe, yapı bakımından sondan eklemeli bir dildir. Sözgelişi Türkçeye Arapçadan gelmiş olan bugün de kullandığımız kitap, kâtip, mektup, mektep aynı kökten türeme ve yazmak eylemiyle ilgili sözcüklerdir. Görüldüğü gibi bu sözcüklerde ek kullanılmamış, sözcükler, seslerin yer değiştirmesiyle veya ses eklenmesiyle yeni kavramları karşılar duruma gelmişlerdir. Türkçede yazmak eyleminden yeni sözcükler türetmek gerektiğinde farklı bir yol izlenecek ve ekler kullanılacaktır; yazı, yazıcı, yazar, yazgı, yazım gibi.

İnsanoğlu durağan bir hayat yaşamadığı ve evrende sürekli yeni gelişmeler ve icatlar ortaya çıkardığı için, diller de her an yeni sözcüklere gerek duymaktadır. Özellikle çağımızda bu gereklilik çok daha güçlü hissedilmektedir. Çünkü iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, hiçbir sınır tanımamakta ve diller, yabancı dillerin kuşatmasıyla her an karşı karşıya kalmaktadır. Bu duruma kendi içinde önlemler geliştiremeyen ve karşı koyamayan diller, yok olmakla karşı karşıya kalmaktadır. Nitekim günümüzde bazı dillerin konuşuru kalmamış, bazı dillerin ise çok az sayıdadır.

Türetme kavramı, dili konuşanların yeni karşılaştıkları kavramlara dil içerisinde çeşitli yollarla karşılıklar oluşturmaları biçiminde tanımlanabilir. Bu karşılık bulmada Türkçe, ekleme ve birleştirme diye adlandırabileceğimiz iki temel yol kullanır. Ekleme; sözcükle ekin, birleştirme ise sözcükle sözcüğün ilişkilendirilmesidir. Bütün dillerin önemli anlatım yollarından biri olan tamlama kurma da bir birleştirme, yani sözcükle sözcüğün ya da sözcüklerin ilişkilendirilmesidir. Sözcükle ek ilişkisine; kap, kapamak, kaplamak, kaplama, kaplamacı, kapı, kapıcı, kapıcılık vb. birleştirmeye ne için > niçin, ne asıl> nasıl, alı vermek> alıvermek vb. tamlamaya da evin yolu, sarı evin yolu, Emre’nin sarı evinin yolu gibi örnekleri gösterebiliriz.

Türkçenin Yapısı ve İşletme Biçimi

Birkaç küçük ve nedenleri anlaşılabilir ses değişikliği yaşamış sözcük dışında, Türkçede sözcük kökleri değişmez ve köklere çeşitli yapım ekleri getirilerek yeni sözcükler türetilir. Bu aynı kökten türetilen sözcüklerin anlamları genellikle sözcüğün kök anlamıyla bir biçimde ilişkili olur. Bazı durumlarda sözcük kökünün anlamıyla, türemiş olanın anlam ilişkisi hissedilemeyecek derecede zayıflamış olabilmektedir. Bunun nedeni çoğunlukla sözcüklerin dildeki kullanım sürelerinin uzunluğudur. Bazen de sözcük kökü kullanımdan kalkmış, ancak o kökten türeyen sözcük ya da sözcükler kullanılabilmektedir. Söz gelişi öğrenmek ve öğretmek eylemlerinin düşünmek anlamındaki ömek ya da akıl anlamındaki ög sözcükleriyle ilişkisi artık hissedilmemektedir. Ayrıca bugün artık ne ömek eylemi, ne de ög ismi kullanılmaktadır. Ancak ög isminden türeyen öğüt sözcüğü ölçünlü dilde, aynı sözcükten türeyen ve özlemek anlamına gelen ögsemek de bazı ağızlarda kullanılmaktadır.

Türkçe, yeni sözcükler türetmekte kullanılan yapım ekleri bakımından son derece zengin bir dildir. Bu zenginlik ona çok geniş bir ifade yeteneği kazandırır. Türkçenin eklerle karşıladığı anlamlar, pek çok dilde bir ya da birkaç sözcükle karşılanabilmektedir. Bu durum Türkçeye bir kıvraklık vermekte ve bir cümle içerisine yoğun düşünceleri sığdırma olanağı sağlamaktadır.


Yer yer yapım eki işleviyle de karşılaşılan isim-fiil (mastar) ve sıfat-fiil eklerini bir yana bırakırsak Türkçenin yapım eklerini dört ana başlıkta toplayabiliriz:

1. İsimden isim türeten ekler
2. İsimden fiil türeten ekler
3. Fiilden fiil türeten ekler
4. Fiilden isim türeten ekler

Bu belirtilen dört grupta toplanan yapım ekleri Türkçenin asıl türetme gücünün temelini oluşturur ve bunların her birine dâhil edilecek pek çok ek vardır. Söz gelişi aç isminden açlık ismi ve acıkmak fiili türetilir ve bunlar isim ve fiil çekim ekleri alarak cümlede kullanılır. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde aç- fiiliyle ilgili olarak verilen bazı türemişler fiiller: Açacak, açan, açar, açı, açıcı, açık, açıkça, açıkçası, açıkçı, açıklama, açıklamak, açıklamalı, açıklanan, açıklanma, açıklanmak, açıklaşma, açıklaşmak, açıklaştırma, açıklaştırmak, açıklatma, açıklatmak, açıklayan, açıklayıcı, açıklayış, açıklık, açıktan açılama, açılım, açılış, açılma açılmak, açım, açımlama, açımlamak, açımlanma, açımlanmak, açındırma, açındırmak.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst