Aöf Türkiye Ekonomisi Ders Notları 2. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
TÜRKİYE EKONOMİSİ

ÜNİTE 2

TÜRKİYE’DE MİLLİ GELİR, GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK
Ülke ekonomileri karşılaştırılırken o ülkenin yarattığı hasılayı ölçmeye yarayan makro ekonomik göstergelere sıkça başvurulmaktadır. Bu göstergeler hepimizin bildiği Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) , Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH) kişi başına GSYH’dır. Bu göstergeler, ‘’ülkenin mevcut üretim faktörü stokuyla belirli bir dönemde ne kadar mal ve hizmet üretebilmektedir? Sorusuna cevap vermemizi sağlar.

Ülke ekonomilerinin performanslarını ölçmekte kullanılan bir diğer makro gösterge de büyüme hızıdır. Günümüzde bu göstergeler açısından bakıldığında Türkiye ekonomisi sıralamalarda hep üst basamaklarda yer almaktadır. Dünya Bankası tarafından kişi başı gelir esas alınarak yapılan sınıflandırmada Türkiye üst-orta gelir grubunda yer alan ülkelerden birisidir. Ancak yakın tarihe dönüp baktığımızda örneğin 30 yıl öncede Türkiye’nin aynı kategoride yer aldığını görmekteyiz. Elbette 30 yıl öncesine göre Türkiye daha fazla mal ve hizmet üretebilmektedir.

MİLLİ GELİR VE BÜYÜME: Tanım ve Kapsam:
Milli Gelir, Gayri Safi Milli Hasıla ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla: Bir ülke ekonomisi hakkında fikir veren temel ekonomik gösterge o ülkenin mal ve hizmet üretimini gösteren milli gelir hesaplarıdır. Bunun için de kullanılan temel göstergeler Gayri Safi Yurt içi Hasıla (GSYH), Gayri Safi milli hasıla (GSMH) kişi başına GSYH’dir.Ulusal milli gelir istatistikleri üretim,harcama veya gelir yöntemleriyle hesaplanabilmektedir.Genelde kayıt dışı ekonomik faaliyetler nedeniyle üretim yönünden yapılan ulusal gelir hesaplarına daha çok güvenilmektedir. Ulusal hesaplar sistemi bir ekonomideki üretim , gelir ve harcama faaliyetleri arasındaki ilişkiyi yansıtır. Bu 3 yöntemde de aynı sonuç elde edilir fakat değişik veri kaynaklarına bağlı olarak farklılıklar olabilir. Milli gelir hesaplarının gerçekçi olabilmesi, ülkedeki kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin düzeyine bağlıdır.
Kayıt dışı ekonomi 3 temel başlıkta incelenmektedir. *Yasadışı Üretim *Yeraltı Ekonomisi *Enformel sektör ve hane halkının kendi nihai kullanımı için gerçekleştirdiği üretim. GSMH bir ülke vatandaşlarının yurtiçinde ve yurtdışındaki toplam mal ve hizmet üretimini ifade ettiği için hesaplamada üretim faaliyetlerinin nerede gerçekleştirildiği dikkate alınmaz. Üretim yöntemiyle GSYH ise bir ekonomide yerleşik olan yerli ve yabancı üretici birimlerin belli bir dönemde, yurtiçi faaliyetleri sonucu yaratmış oldukları tamamlanmış mal ve hizmetlerin değerleri toplamından, bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan girdiler toplamının düşünülmesi sonucu elde edilen değerdir.
Kişi Başına Milli Gelir (Kişi Başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla): Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan bir diğer gösterge kişi başına GSYH’dır. Türkiye’nin GSYH’sı yıl ortası nüfusa bölünerek kişi başına GSYHbulunur. Ülkeler arası karşılaştırmalarda genelde ABD doları cinsinden kişi başına gelir rakamları kullanırlar .


Dolar cinsinden kişi başına düşen GSYH yı bulmak için cari fiyatlarla GSYH nın ortalama döviz kuruna bölünmesi gerekir. Tek başına kişi başına gelir rakamları kalkınmanın veya refahın bir göstergesi olarak değerlendirmek zordur. Bu gösterge Türkiye ekonomisi hakkında sadece fikir verebilir. Ancak yine de bir ülkede nüfus artış hızından daha fazla oranda kişi başına gelirin artması beklenir. Türkiye de yaratılan milli geliri değerlendirmeden önce yönteme ilişkin kısa bir hatırlatma yapmakta yarar vardır.

Milli gelirin tanımı yaparken ‘’belirli bir dönemde üretilen tüm mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinin toplamı ‘’ ele alınır demiştik. Burada dikkat edilmesi gereken ülkenin ulusal parası cinsinden ve üretim faaliyetinin gerçekleştiği dönemdeki piyasa fiyatları üzerinden bir ifade söz konusudur.
*Belirli bir yılı baz almak: Türkiye istatistik kurumu (TUİK) 2008 Yılında GSYH için 1998 yılını baz alarak hesaplamaya başlamıştır.
*Deflatör yöntemi: Deflatör , bir enflasyon göstergesi olarak kullanılır. *Ortalama döviz kuru yöntemi: Genelde GSYH dolara çevrilerek ifade edilir.
Bunun için de GSYH yıl ortası döviz kuruna bölünür.
Satın Alma Gücü Paritesi’ne Göre Milli Gelir ve Kişi Başına Milli Gelir: Ülkeler arası iç fiyat farklılıkları nedeniyle kişi başına gelir karşılaştırmalarında satın alma gücü paritesine göre hesaplanan gelir rakamlarının kullanılması da yaygın bir yöntemdir. Satın alma gücü paritesine göre belirlenen döviz kurunda ülkeler arasındaki iç fiyat farklılıkları ortadan kaldırılır. Türkiye’nin satın alma gücü paritesine göre hesaplanan GSYH değeri , diğer yöntemlerle hesaplanan GSYH rakamlarından yüksektir. SGP’ye göre kişi başına GSYH değeri de diğer yöntemlerle hesaplanan kişi başına GSYH değeri de diğer yöntemlerle hesaplanan kişi başına GSYH rakamlarından daha yüksektir. Birleşmiş milletler kalkınma programı (UNDP)nın yayımladığı insani gelişme endeksi ülkeler arasında refahın karşılaştırılması için kullanılan bir diğer göstergedir. Bu endeks gelir dışında insanların refahını gösterebilmek için insani gelişmişliği uzun ve sağlıklı yaşama eğitilmiş olma ve saygınlık iyi şekilde yaşam standardına sahip olma kriterleri açısından değerlendirir.

Büyüme: Genel olarak bir ülkenin üretim kapasitesinin artışı ‘büyüme’’ olarak adlandırılır.
Büyüme hızı basit bir formülle hesaplanır.

G (2012) = GSYH (2012) - GSYH (2011) / GSYH (2011) x 100
Sermaye birikimi , teknolojik gelişme ve istihdam artışı ekonomik büyümenin temel belirleyicileridir. Ekonomik büyüme ile bir ülkede yaşayan insanların yaşam standardının yükselebilmesi, daha fazla istihdam yaratılması beklenmektedir. Ancak ekonomik büyümenin hangi yoldan sağlandığı , hangi sektörlerin üretim kapasitesinin arttığı, iç ve dış pazarlardaki gelişmeler, verimlilik artışı gibi faktörler büyüme- istihdam ilişkisini belirlemektedir. Ekonominin reel üretim düzeyinde gözlemlenen iniş ve çıkışlar Konjonktür olarak adlandırılır. Reel GSYH daki azalmalar daralma ve dip , artışlar da genişleme ve tepe dönemleri olarak adlandırılır. Milli gelir ve kişi başına milli gelirin bir ekonomi için önemli kavramlar olduğu faka bu kavramların ülke ekonomisinin refah düzeyleri bakımından tek başına yeterli olmadığını söyleyebiliriz.

Türkiye’de Dönemler İtibarıyla GSYH ve Büyüme:
Cumhuriyetin Kuruluşundan Planlı Kalkınma Dönemine Kadar: Lozan Antlaşması hükümlerine göre, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti tam anlamıyla ekonomik bağımsızlığını kazanamamış, Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar ve Türkiye’nin dış ticarett e uygulayacağı önlemlerin sınırlandırılması Cumhuriyetin Kuruluş yıllarında sıkıntılı dönemler yaşanmasına neden olmuştur. Bu dönemde vatan savunması = İktisadi bağımsızlık = Sanayileşme anlayışı hakimdir. Kuruluş yıllarında özel sektör eliyle piyasa koşullarında sanayileşme hamleleri yapılmıştır. Devlet , özel sektörün yetersiz kaldığı alanlarda yatırım yapılmıştır. 1923 – 1929 döneminde iki büyük yasal düzenlemeden ilki Tarıma yönelik olarak 1925 yılında Aşar vergisinin kaldırılması ,

İkincisi ise sanayi sektörüne yönelik olarak 1927 yılında Teşvik-i Sanayi kanunu yeniden düzenlenerek yürürlüğe konulmuştur. Cumhuriyetin ilk 10 yılında kurumsal düzenlemelerin yanı sıra altyapı yatırımları özellikle demiryolu yatırımları yapılmıştır. Lozan Antlaşması’nın ön gördüğü kısıtlamalar 1928 yılında sona ermiş, ardından dünya ekonomisi 1929 Bunalımı’’ denilen ekonomik krize sürüklenmiştir. 1930 – 1939 dönemini Türkiye’nin ilk sanayileşme dönemi olarak nitelemek mümkündür. Dünya ekonomisinin krizin yıkıcı etkileriyle uğraştığı bu dönemde Türkiye dışa kapanarak, devlet eliyle ulusal sanayileşme hamlesini gerçekleştirmiştir. Bu olumsuz ortamda Türkiye Devletçilik yoluyla sanayileşme politikasına geçmiştir. 1940 – 1945 döneminde 2.dünya savaşı’nın olumsuz etkileri nedeniyle sanayileşme süreci yavaşlamış, ekonomi yıllık ortalama %6,6 küçülmüştür. Bu dönemde gerçekleştirilen Varlık Vergisi (1942), Toprak Mahsulleri Vergisi (1943), Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (1945) gibi uygulamalara duyulan tepkiler, mevcut ‘’devletçilik’’ anlayışına alternatif bir siyasi görüşün de oluşması na katkıda bulunmuştur. 1946 – 1953 döneminde izlenen politikalarla dışa kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı ve içe dönük ekonomi politikaları gevşetilmiştir. Bu dönemdeki yeni devletçilik anlayışına göre devletin özel girişimciliği açıkça desteklemesi, yönetim, güven lik ve kamu hizmetlerinden başka ekonominin planlı kalkınması için önlemler alması ve yabancı sermaye yatırımlarının özendirilmesi söz konusu olmuştur. Bu sürecin sonunda 1958 de kambiyo (döviz) krizi yaşanmış ve 4 Agustos 1958 devalüasyonunu takiben IMF istikrar programı uygulanmaya başlanmıştır.

Planlı Kalkınma Dönemi: Planlı kalkınma döneminde, sanayinin lokomotif sektör olduğu saptanmış ve ekonomik dengenin kurulması, ekonomik ve sosyal kalkınmanın birlikte gerçekleştirilmesi , hızlı bir büyüme ve sanayileşmeye öncelik verilmesi gibi uzun vadeli hedefler belirlenmiştir. 1963 yılında uygulanmaya başlanan BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARI kamunun ithal ikameci sanayileşme stratejisini uygulamasına aracılık etmiştir. Türkiye ekonomisinde 1960 yıllarından sonra ekonomik büyümeyi hızlandırabilmek amacıyla ‘’ Planlı Kalkınma Stratejisi’’ ekonomi politikasının temelini oluşturmuştur. İzlenen İlk üç Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Yüksek büyüme hızları hedeflenmiş, gerçekleşen büyüme de yüksek seviyelerde oluşmuştur. Daha önce yurtdışından ithal edilen bir malın yurtiçinde üretilmesini öngören bir sanayileşme stratejisi olarak tanımlanan İthal İkamesinde kurulan sanayiler dış ticaret ve döviz kuru politikalarıyla dış piyasanın rekabetinden korunmaya çalışılır. Türkiy e yerli sanayini korumayı amaçlarken, dışa olan bağımlılığı giderek artmaya başlamıştır. Ara ve Yatırım malları arzının artırılamaması bu malların ithalatın artması sonucunu doğurmuştur.

Dışa Açılma Ve İhracata Dayalı Sanayileşme Dönemi: Türkiye’de GSYH nın gelişimi açısından bakıldığında 1980 sonrası dönemi ayrı değerlendirmek gerekmektedir. 1980 -88 döneminde yakalanan yıllık ortalama %4.3 seviyesinde ekonomik büyüme sanayi sektöründeki üretim artışına bağlı olarak gelişmiş ,bu dönemde tarım sektörünün büyümeye katkısı daha da azalmıştır. Ekonomide kaynakların ihracata yönelik seferber edilmesinin ardından, 1989 yılında alınan ‘’Türk parasının kıymetini koruma hakkında 32 sayılı karar’’ ile Finansal serbestleşme sürecinde önemli bir adım atılmıştır. Kambiyo rejiminin serbestleşmesiyle, ülkeye çekilmesi öngörülen uluslararası sermaye hareketleri aracılığıyla Türkiye ekonomisinde sanayileşme sürecinin ve gittikçe artan kamu açıklarının finansmanı amaçlanmıştır. 1989 -2001 dönemi Türkiye ekonomisinin istikrarsız bir şekilde ortalama %3,2 seviyesinde büyümüştür.

Bu dönemde birbiri ardına yaşanan finansal krizler ekonomiyi derinden sarsmıştır. Türkiye’nin dışa açılma süreci, makro ekonomik yapıdaki istikrarsızlıkların giderilmesi amacıyla 1998 yılında Uluslararası Para fonu ile imzalanan yakın izleme anlaşması sonrasında farklı bir yönelim kazanmıştır. Bu süreçte Türkiye ekonomisi kasım 2000 ve şubat 2001 de finansal krizlerle karşılaşmıştır. Bu krizlerin ardından Türkiye 2008 yılına kadar IMF ve Dünya Bankası gözetiminde Sürdürülen yapısal reformlarla birlikte ekonomide yeniden yapılanmayı sağlamıştır. Türkiye 2001 yılında 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte 2001 -2023 dönemini kapsayan Uzun vadeli stratejisini belirlemiştir.

GSYH’nın Sektörel Dağılımı: Gelirin sektörel dağılımı, bir ekonomide yaratılan toplam hasılanın iktisadi faaliyet kollarına göre dağılımını ifade eder. 1980 yılından 2011 yılına Türkiye de GSYH dan 3 temel sektörün (Tarım, Sanayi ve Hizmetler) aldıkları payların gelişimi gösterilmektedir. Üretim yapısındaki değişme bakıldığında Türkiyede hizmetler sektörünün giderek büyüdüğü görülmektedir. Buna karşılık tarım sektörünün özellikle 1980 sonrasındaki politika değişikliklerine bağlı olarak giderek küçüldüğü, adeta yapısal çözülme yaşadığını söyleyebiliriz.
Türkiye de sanayi sektörünün üretim gücü artmasına rağmen GSYH daki payı neredeyse değişmemiştir. 2012 – 2014 dönemini kapsayan orta vadeli program da ise ülkemizde GSYH büyümesinin 2012 yılında % 4 seviyesinde gerçekleşmesi beklenmektedir. 2013 ve 2014 yıllarında ise büyümenin potansiyel seviyesine yaklaşarak %5 düzeyine ulaşması hedeflenmektedir. Büyümenin özel tüketim ve özel yatırım kaynaklı olması öngörülmektedir. Daha uzun vadeli bakıldığında ise 2023 yılında Türkiye’de tarım , sanayi ve hizmetler sektörlerinin toplam katma değer içindeki paylarının sırasıyla %5,30 ve 65 olması beklenmektedir.

TÜRKİYE’DE GELİR DAĞILIMI: Türkiye’nin yüksek ve sürdürülebilir– istikrarlı bir büyüme hızını yakalaması temel makro ekonomik hedeflerin arasında yer almaktadır. Burada sadece milli geliri artırmak değil, bu geliri paylaşım biçimimiz de oldukça önem taşımaktadır.
Gelir dağılımı: Bir ekonomide belli bir dönemde yaratılan gelirin kişiler, toplumsal gruplar (kesimler) ve üretim faktörleri arasında bölüşülmesiyle ifade etmektedir. Gelir dağılımı, gelir eşitsizlikleri ile sosyal ve ekonomik kurumlar arasında nasıl bir ilişki olduğunu, zengin ve yoksul arasındaki gelir farklılığının zaman içindeki değişimini, gelir eşitsizliğindeki değişikliklerin servet, sermaye birikimi ve büyüme üzerindeki etkilerini ve kaynak dağılımını ortaya koymaktadır. Gelir dağılımı, fonksiyonel, kişisel, sektörel ve bölgesel gelir dağılımı şeklinde sınıflandırılmaktadır.

Bir ülkede gelir dağılımının adaletsiz olması, o ülkenin refahını, ekonominin istikrarlı bir şekilde büyümesini önler, Elbette burada ‘’adil gelir dağılımı’’ kavramı ile kastedilen her bireyin hanenin gelirden eşit pay almasını sağlamak değildir. Kapitalizm i çinde teorik olarak bu mümkün değildir. O halde burada kastedilen gelir dağılımında iyileşme, düşük gelir gruplarının gelirden daha fazla pay almasını sağlama ve yoksulluğu azaltmaktır.

Gelir eşitsizliği ve Yoksulluk: Birbirinden ayrılamayan iki kavramdır. Küreselleşen dünya ekonomisinde başta dünya bankası, birleşmiş milletler ve uluslararası para fonu gibi uluslararası örgütler yoksullukla mücadele etmek için bir çok strateji üretmektedir.

Fonksiyonel (Sınıfsal) Gelir Eşitsizliği: Gelirin sosyoekonomik gruplar sosyal sınıflar arasındaki dağılımı gösterir. Bu dağılım, üretim süreci sonucunda, ortaya çıkan gelirin ,üretim sürecine katılan faktörler arasındaki bölüşümünü ifade eder. Emek dışı gelirler, kar, faiz, kira gelirleri gibi alt gruplara ayrılabileceği gibi, emek gelirleri de ücret, maaş ve yevmiye gibi alt gruplara ayrılabilmektedir. Gelirin sınıfsal dağılımı kendi içinde de bireysel bir eşitsizlik gösterir.

Kişisel (Bireysel) Gelir Eşitsizliği: Gelirin bireyler ya da haneler arasındaki dağılımını ve eşitsizliğini ele alan bir türdür. Bu dağılımda kişilerin gelir düzeyleri onların sosyal sınıfsal durumlarından bağımsız olarak ele alınır. Kişisel gelir dağılımlarında bireyler ya da haneler elde ettikleri gelirlerin büyüklüğüne göre sıralanır ve bu yolla gelir eşitsizliği ölçülür. Bu yöntem ile hane halkları çeşitli dilimlere bölünerek gelir eşitsizliğinin düzeyi saptanır. En yaygın olan yöntem hane halklarının yüzde 20’lik 5 dilime bölünmesidir.

Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmaları ve Sonuçları: Türkiye’de hane halkı gelirini temel alan gelir dağılımı anketlerine dayanılarak bireysel gelir dağılımı sonuçlarını elde etmeye yönelik, farklı yöntemler içeren bir çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan gelir dağılımının gelişimi hakkında genel bir bilgi edindikten sonra asıl 2005 ten sonra TUİK tarafından yapılmış olan gelir dağılımı araştırması ve sonrasındaki gelişmeler üzerinde durulmalıdır.

Kişisel Gelir Dağılımı: Türkiye genelinde 2001 krizinden sonra yaşanan hızlı ekonomik büyüme neticesinde Gini katsayısında düşüş eğilimi gözlenmektedir. TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları araştırmasında gelir dağılımının kentlerde ve kırsalda nasıl geliştiğine ilişkin veriler de bulunmaktadır. Yerleşim yerlerine göre gelir dağılımı verilerine bakıldığında gelir eşitsizliğinin kırsalda, kentlere göre daha az olduğu dikkat çekmektedir. Bunu Gini katsayılarının kırsalda daha düşük olmasıyla gözlemleyebiliriz. Ancak, kırsalda kişi başı gelir seviyesinin daha düşük olduğu ve ilerleyen konuda göreceğimiz üzere kırsalda yoksulluğun daha yaygın olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bir başka ifadeyle kırsalda yoksullukta gelir eşitsizliğinin az olduğunu söyleyebiliriz.

Lorenz Eğrisi: Milli gelirin nüfusa dağılımındaki eşitsizliği göstermekte kullanılan grafiktir. Eğri, bir karenin köşegenini uç noktalardan keser. Karenin dikey kenarında gelirin birikimli payları, yatay kenarında ise nüfusun birikimli payları yüzde olarak gösterilir. Köşegen doğru, gelirin nüfus arasında eşit dağılımını (Mutlak eşitlik) gösterir. Lorenz eğrisi köşegenden uzaklaştıkça gelir dağılımındaki eşitsizlik artmaktadır.

Mutlak Eşitlik Doğrusu: Yaratılan milli gelirin fertler (bireyler) arasında eşit dağılımını gösteren 450’lik doğrudur. Not: Bir ekonomide gelirler bireyler arasında eşit olarak dağılmışsa Lorenz eğrisi mutlak eşitlik doğrusu ile çakışarak 45 d erecelik bir doğru biçimini alacaktır.

Fonksiyon Gelir Dağılımı: Hanehalkı geliri, emek karşılığı alınan ücret ve maaşlar ile toprak kirası (rant),sermaye geliri (faiz) veya teşebbüs (girişim) geliri (kar) şeklinde olabilir. Bu nedenle üretim faktörlerinin gelirden aldıkları payları analiz etmek istediğimizde fonksiyonel gelir dağılımı verilerine bakmamız gerekecektir.

Bölgesel Gelir Dağılımı: Gine sayısının en düşük olduğu bölgelerdir. TÜRKİYEDE YOKSULLUK: Küreselleşme süreci beraberinde getirdiği gelir eşitsizliğinin artmasını da getirmiştir. Bu nedenle başka Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi küresel örgütler yaptığı çalışmalarla‘’yoksulluk’’ kavramını dünya gündemine yerleştirmiştir. Ülkemizde gelir dağılımı göstergelerinin yanında izlenecek ekonomi politikalarında yoksulluk göstergeleri de önem kazanmaktadır. Genel olarak yoksulluk, insanların temel gereksinimlerini karşılayamama durumudur. Yoksulluğun dar anlamda tanımı, Açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade etmektedir.

Mutlak Yoksulluk: Hane halkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması durumudur. Mutlak yoksulluğu ifade edebilmek için bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan minimum tüketim ihtiyaçlarının belirlenmesini gerektirir. Mutlak yoksulluk oranı, bu asgari refah düzeyini yakalayamayanların sayısının toplam nüfusa oranıdır. Göreli (Nispi) Yoksulluk: bireylerin, toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olması durumudur. Buna göre toplumun genel düzeyine göre belli bir sınırın altında gelir ve harcamaya sahip olan birey veya hane halkı göreli yoksul olarak tanımlanır. Refah ölçüsü olarak amaca göre tüketim veya gelir düzeyi seçilebilir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst