Aöf İktisadi Büyüme Ders Notları 5. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
İKTİSADİ BÜYÜME

5.ÜNİTE


NEO-KLASİK BÜYÜME MODELİ

İkinci Dünya Savaşı sonrası 2 çalışma söz konusudur. Birincisini, 1950’li yılların sonlarında “Neo-klasik Büyüme Teorileri” ile ilgili çalışmalar oluştururken; ikincisini ise 1980’lerin sonu ve 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen “İçsel Büyüme Teorileri” ilgili çalışmalar oluşturmaktadır.
Neo-klasik modele en büyük katkı R. Solow (1956) ve T. Swan (1956) tarafından yapılmış ve model ağırlıklı olarak da “Solow modeli” olarak da anılmıştır. Neo-klasik büyüme modeli, bir ekonomide sermaye stokundaki büyüme, işgücündeki büyüme ve teknolojideki gelişmenin birbirleri ile nasıl bir etkileşim içerisinde olduklarını ve bir ülkenin iktisadi büyümesini nasıl etkilediklerini göstermek amacıyla tasarlanmıştır.

Neo-klasik büyüme modelinin varsayımlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

• Ekonomi daima potansiyel çıktı ve tam istihdam düzeyinde olup piyasa mekanizması sağlıklı bir şekilde çalışmaktadır.
• Ekonomide homojen tek bir mal üretilmekte, tüketilmekte ve bu mal aynı zamanda o ülkenin GSYH’sını da oluşturmaktadır.
• Tasarruf yatırımlara eşittir (S=sY ve S=I) ve bu yüzden modele ayrı bir yatırım fonksiyonunun katılmasına gerek yoktur.
• İşgücü, veri ve n kadar sabit bir hızla büyümekte (LL=n) olup, başlangıçta- teknolojik gelişme yoktur
• Nüfusun (P) büyümesi ekonomik faktörlerden bağımsızdır.
• İşgücü stoku, nüfusun yaklaşık sabit bir oranıdır ve kıP olarak gösterilebilir.
• İşgücü ve sermaye, piyasa koşullarında birbiri yerine ikame edilebilmektedir. Bu yüzden işgücü başına sermaye
(K/L) artabilmekte veya azalabilmektedir.


**Modelde tek mal üretilmesi varsayımı aynı zamanda dış ticaretin olmadığı yani ekonominin kapalı olduğu anlamına da gelmektedir.

Üretim Fonksiyonu
Neo-Klasik üretim fonksiyonu, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu yardımıyla ifade edilebilir:
Y = F(K,L) = KL1-
**Üretim teknolojisiyle ilgili bir kavram olan ölçeğe göre sabit getiri kavramı, girdiler eşit oranda artırılırken çıktının da aynı oranda arttığını ifade eder.

Mal Talebi

Devletin olmadığı ve ekonominin kapalı olduğu varsayımları altında Solow modelinde çıktı , aileler-tüketiciler tarafından tüketim ve yatırım amacıyla kulanılır: Y=C+I
İşgücü başına çıktı,=işgücü başına tüketim + işgücü başına yatırımdır.

Sermaye Birikimi

Neo-klasik büyüme modelinde mal arzı ve mal talebi sermaye birikimi üzerinden ilişkilendirilir. Bu bağlamda sermaye stokunda meydana gelen değişme yatırım ile sermaye stokundaki aşınma arasındaki farka eşittir.
**Sermaye derinleşmesi, işgücü başına düşen sermaye ile sermaye genişlemesi arasındaki farktır.
**Sermaye derinleşmesi = İşgücü başına sermaye - Sermaye genişlemesi
**Eğer tasarruflarda ortaya çıkan işgücü başına sermaye, nüfus artışı ve aşınmaya yetecek kadar bir sermaye genişlemesini karşılayacak kadar artarsa sermaye derinleşmesi söz konusu olmayacaktır.

Durağan Durum

Neo-klasik modelde “durağan durum”, işgücü başına sermayenin değişmediği dolayısıyla işgücü başına çıktının değişmediği durumdur. Yani durağan durumda çıktı büyürken işgücü başına büyüme hızı sıfırdır.
durağan durum işgücü başına sermaye stoku veren eşitlik k = s
y d
Durağan durumda çıktı, sermaye stoku ve işgücü stokunun artmasına rağmen, işgücü başına çıktı ve işgücü başına sermayenin artmadığına dikkat edilmelidir; yani çıktı büyürken işgücü başına büyüme hızı sıfır olmaktadır:
-Durağan durum noktasının sağında ve solunda durum değişmektedir. Ancak, piyasa mekanizmasının işlemesiyle uzun dönemde durağan durumun ortaya çıkması ve işgücü başına gelir büyüme hızının sıfıra yakınsaması yine kaçınılmaz olmaktadır.
-Durağan durum büyüme oranının tasarruf oranından etkilenmediği ve dolayısıyla tasarrufları etkileyecek herhangi bir hükûmet politikasının uzun dönemde büyüme hızını değiştiremeyeceği anlamına de gelir.
Sermaye Birikiminin Altın Kuralı
Sermaye birikiminin altın kural yaklaşımı, modele E.S. Phelps tarafından eklenmiştir. hükümet, işgücü başına daha fazla sermaye düşen durağan durum düzeyini tercih eder.
Çünkü hükümetin amacı kişi başına düşen çıktıyı yani geliri artırmak yoluyla toplumun refahını yükseltmektir.Birey için farklıdır. Zira birey için önemli olan şey, ekonomideki sermaye ya da çıktı miktarı değil, kendisinin yaptığı harcama düzeyidir. Bu durumda, hükümet ile bireyin amaçlarının kesiştiği bir ortak noktanın oluşturulması gerekir.

**Altın kuralın gerçekleştiği durağan durum işgücü başına sermaye, çıktı ve tüketim düzeyleri, sırasıyla

sermayenin altın kural düzeyi, çıktının altın kural düzeyi ve tüketimin altın kural düzeyi olarak ifade
edilir.


**Tasarrufun altın kural düzeyi, sermayenin altın kuralını gerçekleştiren işgücü başına düşen tasarruf düzeyi olarak tanımlanır.
**Başlangıçta tasarruf oranlarının altın kural tasarruf oranlarından farklı olduğu her iki durumda da durağan durum tüketim, altın kural durağan durumda olduğundan daha düşük olmaktadır.

Tasarruf Oranlarındaki Artış ve Büyüme

Neo-klasik büyüme modeli, tasarruf oranının durağan durum sermaye stokunun temel bir belirleyicisi olduğunu göstermektedir. Tasarruf oranı yüksek ise ekonomi durağan durumda daha büyük bir sermaye stoku ve çıktı düzeyine sahip olurken tasarruf oranının düşüklüğü ise ekonominin durağan durumda daha küçük bir sermaye stoku ve çıktı düzeyine sahip olmasına neden olacaktır. Modelde yüksek tasarruf oranı yalnızca geçici olarak yüksek büyümeye neden olmakta yani tasarruf oranındaki bir artış büyümeyi yalnızca ekonomiyi yeni durağan duruma erişinceye kadar artırmaktadır.

Neo-klasik büyüme modelinde tasarruf-yatırım oranındaki artışın durağan durum çıktı düzeyini artırmasına yol açan husus, “Solow paradoksu” olarak adlandırılır.

**Solow paradoksu, tasarrufların uzun dönemde sadece işgücü başına çıktı ve sermaye düzeyini artırması, işgücü başına çıktı ve sermaye düzeyi üzerinde ise büyüme etkisine yol açmadığı durum olarak tanımlanır.

Nüfus Artışı ve Büyüme

Nüfusun arttığı bir ekonomide işgücü başına sermaye düzeyindeki değişme, yatırımın olumlu etkisi ile aşınmanın ve nüfus artışının olumsuz etkilerinin toplamı arasındaki farka eşittir. Diğer yandan, nüfusun ve böylece işgücü sayısının örneğin % 10 artması, her mevcut işgücü için % 10 kadar yeni işgücünün ortaya çıkması ve dolayısıyla da işgücü başına sermaye düzeyinin % 10 azalması anlamına gelecektir. Neo-klasik büyüme modelinde nüfus artışı, büyümeyi olumsuz biçimde etkileyen bir unsurdur. Bir başka deyişle modele göre başlangıçta aynı durağan durum özelliklerini sergileyen ülkelerden, nüfus büyüme hızı yüksek olan ülke daha düşük kişi başına gelir düzeyine sahip olacaktır.

Teknolojik Gelişme ve Büyüme

Neo-klasik büyüme modelinin varsayımlarından bir tanesi de teknolojinin olmadığı şeklindeydi. Teknoloji modele dahil edildiğinde ise iktisadi büyümeyi arttırıcı sonuçlarının ortaya çıktığı görülebilir. Eğer üreticiler zamanla yeni ürünler ve yeni üretim yöntemleri keşfederlerse veya mevcut üretimini daha etkin bir şekilde gerçekleştirmeyi öğrenirlerse teknoloji bu yolla gelişecektir.

**Solow, işgücü ve sermaye artışı dışında kalan iktisadi büyümenin açıklanamayan kısmının teknolojik gelişmeden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Büyümede ortaya çıkan bu fark “Solow Artığı” olarak ifade edilmektedir.

Solow artığı, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu yardımıyla şu şekilde türetilmektedir: -
*Neo-klasik büyüme modelinde, işgücü ve sermaye dışında iktisadi büyümenin % kaçının teknolojik gelişmeden kaynaklandığını gösteren orana toplam faktör verimliliği de denilmektedir.
**Solow (1957) 1909-1949 arası dönemde ABD’yi kapsayan çalışmasında özel tarım dışı ekonomik faaliyetteki işgücü başına millî gelirdeki artışın % 87,5’unun teknolojik gelişmeden diğer % 12,5’unun sermaye birikimindeki artıştan kaynaklandığını bulmuştur.
**Mevcut ekonomilerde hem nüfus artışı hem de teknolojik gelişme söz konusu olduğundan, bir ekonominin Altın Kural’da olduğundan daha çok mu veya daha az mı sermayeye sahip olduğunu değerlendirmede bu kriteri kullanmak mümkündür.

YAKINSAMA HİPOTEZİ

Bu hipotez literatürde “koşulsuz yakınsama hipotezi” olarak adlandırılmaktadır. Bu hipotezde fakir ülkelerin zengin ülkelerin gelir düzeyine ulaşılacağı kabul edilirken bu ülkelerin yapısal özellikleri
dikkate alınmamaktadır.
**Ülkelerin yapısal özellikleri dikkate alınmaksızın, az gelişmiş ülkelerin kişi başına geliri yüksek olan
ülkeleri yakalayacakları hipotezine koşulsuz yakınsama hipotezi denir.
Yakınsama hipotezinde zengin ülkelerden (gelişmiş ülkeler) sermayenin getirisinin yüksek olduğu
fakir ülkelere (gelişmekte olan ülkeler) doğru bir sermaye akışının olduğu ima
edilmektedir. Hipoteze göre, sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir ekonomide
teknoloji dışsal ve sabitken faiz oranlarının düşeceği ve fakir ülkelerin zengin
ülkelerden daha hızlı büyüyüp onları eninde sonunda yakalayacağı öngörülmektedir.

MODELİN ELEŞTİRİSİ

Neo-klasik büyüme modellerinin önerdiği uzun dönem durağan durum büyüme oranlarının sıfıra yaklaşacağı ve ülkelerin uzun dönem reel büyüme oranlarının birbirine yakınlaşacağı tezleri tarihsel veriler tarafından doğrulanmamaktadır. Bunun nedeni, modelde teknoloji düzeylerinin, diğer bir ifadeyle üretim teknolojilerinin tüm ülkelerde aynı olduğu varsayımının yapılmasıdır.
Neo-klasik büyüme modelinin sorunları
1-Ülkelerarası farklılıkların önemi
2-Yakınsama oranı:
3-Getiri oranı:
**Savaştan sonraki birkaç on yılda bu iki ülkede bilinen en yüksek büyüme performansları gözlemlendi.
1948-1972 arasında kişi başına hasıla Japonya’da yılda % 8,2 ve Almanya’da % 5,7 artarken ABD’de
yalnızca % 2,2 oranında gerçekleşmiştir.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst