Açıköğretim Eleştiri Kuramları Özeti Ünite 5

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Aöf Eleştiri Kuramları dersi 5.Ünite Ders Özetidir.

Sosyolojik Eleştiri
Edebiyat toplumun içinde doğmuştur. Dolayısıyla içinde doğduğu toplumu anlatır. Sosyolojik eleştirinin çıkış noktası, edebiyatın hayatı temsil, taklit ettiği önermesidir.
Edebiyatın ifade aracı dildir. Dil, toplumun ürünüdür. Edebi metnin içinde yer alan semboller, kavramlar vs. toplum içinde üretilmişlerdir.


Edebiyat – Toplum İlişkisi
Edebiyat, toplumun ifadesidir (bakalım öyle mi). Sanatın taklit üzere olduğunu dikkate alırsak, edebiyat toplumu yansıtmaz, taklit eder demek gerekir.
Toplumsal hayatın incelenmesi sosyolojinin konusudur. Edebi metinlerin toplum hayatını taklit ve/veya temsil ediyor olması sosyolojiyi edebiyata yakınlaştırır.


Sosyoloji – Eleştiri İlişkisi
Sosyolojik eleştiri “eser neyi anlatıyor” sorusunun yerine “eser nasıl anlatıyor” sorusuyla yola çıkar.
Edebiyata “ortamı göz önünde bulundurarak” yaklaşır. Bu yolla edebiyatın anlamını, yönünü ve işlevini belirlemeye çalışır.
Sosyolojik eleştiri edebi eserin içinde doğduğu yer ve zaman bağlamına yerleştirilmesini önerir.
Sosyolojik eleştiri edebi esere mimetik anlayışla yaklaşır. Edebiyatı sanatçının hayatın gerçeklerini yansıttığı, taklit mekanizmasını işler hale getirdiği bir alan olarak görür. Yazar, eser ve okurun toplumsal koşullar ile çevrili olduğu olgusundan hareketle sanatla ilgili soru ve sorunları açıklamaya çalışır.


Sosyolojik Eleştirinin Tarihçesi
Giambastista Vico’nun Yeni Bilim’i (1725) sosyolojik eleştirinin miladıdır. Eserde Homeros psikolojik ve sosyolojik açıdan yorumlanmıştır.
Madame de Stael, 1800 yılında Edebiyata Dair adlı eserini yayımlar. Eser, edebiyat – toplum ilişkisi üzerinde durur. Stael’in kitabı edebiyat incelemelerinde sosyolojik yöntemin başlangıcını teşkil eder. Villemain, Taine ve Lanson Stael’in çizgisinde çalışmalar yayımladılar.


Abel François Villemain
Fransız Edebiyatı Dersleri adlı eseri 1828’de yayımlandı. Nesnelliğin önemine vurgu yaptı. Ona göre eser çevre, ülke ve uygarlığın çözümlenmesiyle anlaşılabilir.


Hippolyte Taine
Sosyolojik eleştiriyi sistematikleştirmiştir. Bilginin deneye ve gözleme dayandığına inanır. 19. yüzyılda gelişen pozitivizmin önemli sözcülerindendir.
Irk, dönem ve çevre edebi esere etki eder üç önemli kategoridir.
Irk kavramıyla milletlerin milli özelliklerine atıf yapar. Milli karakterin doğuştan geldiğini belirtir.
Dönem kavramını değişik içeriklerde kullanmıştır.
Çevre onun için edebi metni açıklamada en önemli verileri sağlar. Çevre iklim, toprak, coğrafi durum ve toplumsal koşullarla belirlenir. Bu unsurlar insan karakterine ve mizacına yön verir.
Ortaya attığı kavramlar bilimsel kesinlikten uzaktır. Yöntemi bulanıktır. Sistematik olması bakımından yine de önemlidir.
Taine, Tanzimat dönemi edebiyatçılarımızı bir hayli etkilemiştir (Bkz. Recaizade Maahmut Ekrem).


Gustave Lanson
Fransa’da edebiyat tarihçiliğinin öncüsüdür. Klasik filoloji anlayışını modern edebiyata uygulamıştır. Edebiyatın sosyal tarihe ışık tutacağını belirtir. Edebiyat eserleri ona göre sosyal olaylardır.
Edebi eseri birey ile toplum arasındaki bildirişim araçlarından biri olarak kabul eder. Edebi esere bakışta üç kavrama vurgu yapar: zevk, araştırma ve bireysel sezgi.
Lanson, Hegelci çizgidedir.


Sosyolojik Eleştiriden Yararlanan Eleştiri Akımları
Marksist Eleştiri: Lukacs ve Goldmann
Marksist eleştiri topluma dönüktür. Dolayısıyla sosyolojik eleştirinin önemli bir ayağıdır. Marx ve Engels eserlerinde Marksist eleştirinin genel çerçevesini çizmişlerdir. Sanatın duyulara hitap ettiğini ifade eden Hegelçizgisinde hareket etmişlerdir. Eserdeki çok katmanlılık ve çok anlamlılıkla ilgilenmemişlerdir. Onlara göre söylenen ile kast edilen aynıdır.
Georg Lukacs (1885-1971) ve takipçisi Lucien Goldmann (1915-1970) Marksist estetiğin iki ayağıdır.
Lukacs, felsefi anlamda Hegelci eğilimlerle beslenmiştir. Roman Kuramıadlı eseri 1920’de yayımlanmıştır. Eserinde Hegelci felsefenin bulgularıyla edebi problemleri çözmeye çalışır. 1923’te Tarih ve Sınıf Bilinci’ni yayımlar. Bu eserinde Hegelci diyalektik materyalizme ters düşer ancak yine de Hegelcidir. Lukacs bütün tarihsel ve sosyal olguların anlamlı bir bütünlük yarattığı düşüncesinden ayrılmaz (ona bu yüzden Hegelci diyoruz).
Goldmann bazı çalışmalarında Lukacs’ın önermelerini ispatlama çabasına girmiştir.
Anlamlı yapı kavramı Goldmann’ın ayırt edici tarafıdır. Anlamlı yapı kavramı Lukacs ve Marx’ın tip kavramlarıyla benzerlik gösterir. Hem yorumsal (hermeneutik) hem de Hegelci anlamda belirli bir bütünlüğe işaret eder. Anlamlı yapı, edebi metnin her bağımsız bölümünün ayrı ayrı açıklanması ve söz konusu bölümlerin aralarındaki ilişkinin yorumlanmasını içerir (diyalektik düşüncenin yansımalarıdır bunlar).
Saussurecü eşzamanlı incelemeyi kendi yönteminden ayırmıştır. Kendi yöntemine genetik yapısalcılık adını vermiştir. Edebi metinleri tek yanlı mesajlarla kavramsal sisteme indirgeme eğilimindedir.


Frankfurt Okulu: Adorno ve Benjamin
Frankfurt Okulu’nun eleştirel yaklaşımlarında Marksistlerle çok fazla benzerlik görülmez ancak kullandıkları birçok kavram ortaktır. Bu nedenle aynı başlık altında incelenirler.
Adorno’nun düşünceleri HEgelci Marksizmle çelişir/çatışır. Adorno’ya göre toplumun tarihsel evrimi sınıf hakimiyetinden kurtulmak yönündedir. Bu çizgi nihai anlamda kurtuluşa değil felakete meyyaldir. Sınıfların çatışması bireyleri belli değerlerden uzaklaştırır. Bu durum küreselleşen kapitalizmin kaçınılmaz sonucudur.
Benjamin, klasik ve romantik dönemin sonuna gelindiğini söyler. Baudelaire’ci bir önermeyi dillendirir; kuramı uyumsuzluğu, çarpıtmayı,parçalanmayı ve şok deneyimleri esas alır. Benjamin bu kavramları modern sanayileşmiş toplumların günlük yaşantısıyla ilişkilendirir.
Benjamin’in üzerinde durduğu avangart sanat anlayışı, havanın bozulması terimiyle ilgilidir. Sanatları havai (auratic) ve mekanik olmak üzere iki kategoriye ayırır. Havai sanatları nitelikleri gereği geleneksel sanatları ifade etmek üzere kullanır. Bunların dini törenlerle ilgisi vardır. Buna karşılık fotoğraf ve film gibi mekanik unsurları olan sanatlar sanatın havasını bozmuştur. Mekanik sanatların temeli estetik nesne ile yayın imkânı arasındaki yeniden üretim ve tekrara dayanır. Hâlbuki havai sanatlar tektir, nicel değildirler sadece benzerleri vardır. Mekanik sanatlarla beraber sanat eserinin biricikliği ortadan kalkmıştır.
Adorno ve Benjamin’e göre sanat ve edebiyat toplumun aynası değildir. Farklı gerçekliklere sahiptirler. Sanat, toplum gerçekliğini yansıtmaz, ona yol gösterir. Buna karşılık sanatın da toplum içinde bir sınıfı vardır. Gerçek sanat statükoya direnmenin bir aracı olarak üretilmelidir.
Bu bakış açıları onların aristokrat ve seçkinci olarak eleştirilmesine neden olmuştur. Kitle kültürüne olumsuz gözle bakmakla eleştirilmişlerdir.
Eleştirirsen Adorno’yu o da söyler doğrusunu; 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan demokratikleşme hareketleriyle birlikte birikmiş sermaye sahipleri kitle sanatını insanlara dayatma imkânına erişmiştir (80’li yıllarda ülkemize hâkim olan arabesk salgını). Bu dayatma ticarileşen sanat ve hormonlu gıdalarla birlikte ilerlemiştir. Hormonlu gıdalarla (tıpkı hormonlu sanat gibi) toplumun bünyesi tahrip edilmiştir. Ticarileşen metinlerle, müzik ve filmlerle insanlar aptallaştırılmış, kitlenin zihinsel yapısı bozulmuş ve çürümüştür. Bunun sonucunda tüketime yönelik manipülasyona elverişli, kolay yönlendirilen ve kolay yönetilen bir toplum elde edilmiştir. Hâlbuki sanat öncü, yol açıcı olmalıydı. Demokrasi perdesi altında avamın beğenisini ölçü alan sanatın değeri sürekli olarak aşağıya dönük bir eğri çizecektir.
Bahtin ve Çevresi
Bahtin’in geliştirdiği kuram, belirsizlik, çirkinlik ve grotesk unsurlarla ilgilidir. Genel olarak kabanın (grotesk), gülünçlüğün, popüler kültürdeki karnaval ve karnavallaşmanın üzerinde durur. Marksist estetiğin geleneksel uyum, ciddiyet ve tek yanlı birlik anlayışına karşıt bir çizgide ilerler
Kuramını Nietzsche’nin düşünceleriyle besler.
Nietzsche’nin ebedi dönüş miti Bahtin’in karnaval dünyasındaki ruh göçü (reenkarnasyon) fikri ile benzerlikler taşır.
Zıtlıkların diyalektik birliğinden yola çıkan Bahtin, akıldışılığı keşfeden kuramcıdır.
Dostoyevski’yi çok sesli romanın kâşifi olarak kabul eder.
Ona göre Dostoyevski’nin romanlarındaki karnavallaşma, karmaşa ve çok seslilik gibi öğeler, Hegelci estetiğin klasisizm, sistematik sentez ve teksesli anlayışının zıddıdır.
Çok seslilik ancak büyük romanlarda görülür. Belirli bir ideolojiyi savunmak üzere yazılmış olan angaje romanlar teksesli romanlardır (monofonik).
Çok sesli romanlar, tek yanlılığa, tipikliğe, uyumlu bütünlüğe ve ciddiyete meydan okumadır.
Bahtin, Stalin tarafından sürgün edilmiştir. Kuramının Marksist-Leninist kuramları ters-yüz ettiği buradan anlaşılabilir.
Tipiklik sanatı tek yanlılığa iter. Bahtin bu nedenle tipikliğe karşıt olarak karmaşayı önerir. Kapalılığa dayalı bir karmaşayı tipikliğe tercih etmiştir.
Hegel’in sistematik diyalektiğine karşı zıtlıkların oluşturduğu birlik esasına dayanan açık bir diyalektik önermiştir.
Eleştirel Edebiyat Kuramı: Zima
Peter V. Zima, 1946’da doğdu. Çalışmalarında edebiyat sosyolojisi ve edebiyatın felsefi temelleri üzerinde durmuştur.
Modern Edebiyat Kuramlarının Felsefesi adlı çalışması önemlidir. Kitabında eleştirel edebiyat teorisi veya teorik teori adını verdiği yeni bir anlayış önermektedir. Edebi gerçekliğe kuşkuyla yaklaşır ve onu metnin anlam katmanları içerisinde arar. Eserde edebiyat kuramlarında ideolojilerin rolünü yorumlanmıştır.
 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst