Aöf Kültür Tarihi Ders Notları 8. Ünite

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,041
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
KÜLTÜR TARİHİ

8. ÜNİTE

MODERNLEŞME VE KÖKENLERİ
Modern sözcüğü Latince kökenli bir sözcükdür. Oxford İngilizce Sözlüğüne göre latince modernus (şimdi) anlamından gelmektedir. Bu sözcüğe Ortaçağda farklı bir anlam yüklenmeye çalışılmış ve geçmişe göre geleneksel düşünce ve sanat akımına karşı çağdaş olanı tanımlamak esas alınmıştır. Böylece, o zamanlardan beri modern sözcüğü, “yeni, deneysel ve geçmişten uzaklaşan” anlamında kullanılmıştır. Modernleşme ise Avrupa ve Amerika’da teknoloji, bilim, demokrasi, ulus devletler ve kapitalist üretim sisteminin ortaya çıkmasıdır. Modernite ise, özünde düz hat üzerinde ilerleyen bir gelişme değil, Rönesans’tan beri Avrupa kültür tarihinin geliştirdiği sistematik bir süreçtir. Coğrafi keşifler ve deniz yolu ulaşımıyla gidilen bölgelerden çok değişik maddi kültür verileri Avrupa’ya taşınıyordu. 16. ve 17. yüzyıllarda aydın kişiler, tüccarlar, prensler bu ilginç verileri toplayarak koleksiyon oluşturmaya başlamışlardı. “İlginç Şeyler Odaları“(Cabinet de Curiosité) denilen bu yerlerde hayvan, bitki ve mineraller toplanırdı.


Bir devletin başka bir devletin veya topluluğun bulunduğu yeri güç kullanarak işgal etmesi ve kendi politik yönetimini kurması ve o bölgenin ticaretini doğrudan kontrol etmesi anlamına gelen sömürgecilik, özellikle Afrika, Amerika ve Asya’da ortaya çıkmıştır. Emperyalizm ise Roma döneminden beri var olan bir kavramdır ve İmparatorluklar için kullanılır. Emperyalist düzende, bir bölge (bir ülke) dolaylı olarak ideolojik düzeyde başka bir politik güç tarafından ticari, sosyal ve siyasal hayat kontrol altında tutulur.

TEKNOLOJİ VE SANAYİLEŞME
Algebranın bulunması, metrik sistemin belirlenmesi, yeni bir kimya dilinin oluşması sanayinin ilerlemesine katkıda bulundu. İngiltere’de, insanlar, ilk kez demirden inşa edilen “ironbridge” denilen demir köprüyü akın akın görmeye gittiler. Özellikle Watt tarafından buharlı makinanın icadı, üretime yeni bir boyut getirdi. 1700’li yıllardan sonra İngiltere’de görülmeye başlayan sanayileşme, 1800 yıllarından sonra da diğer Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da yaygınlaşmaya başladı. Her ülke sanayi üretimini tanıtmak için Dünya Sanayi Fuarları kurulmaya başlandı. Her ülke bu fuarlarda kendini ve üretimlerini tanıtıcı pavyonlar kurdu. Paris’de Eyfel Kulesi ve Londra’da Cyristal Palace bu fuarlar kapsamında inşa edilmiştir.

Kapitalist üretim biçiminin kâr etme amacıyla ucuz iş gücü kullanması ve işçi sınıfının güvencesini sağlamaması, özellikle acımasız bir kapitalizmin gelişmesine yol açtı. Engels ve Marks, İngiltere’deki bu durumu analiz ederek dialektik materyalizm kuramlarını geliştirecekler ve elde edilen kârın daha iyi bir dünya için insancıl ve toplumsal bir biçimde eşit olarak dağıtılması gerektiği tezini oluşturacaklardır.

Buharlı makinenin yaygınlaşmasıyla gemi yapımı gelişir; makineleşme hızlanır; tekstilde yeni donanımlar üretilir; metalürjide yeni malzemeler üretilir; elektrik, kimya, demir çelik, otomobil anahtar sektörler arasında yer alır; büyük savaşlar olmadığı için uluslararası politika nispeten dengelidir; bu denge ekonomik hayatta da kendini gösterir; altına endeksli para politikası güdülmeye başlanır ve enflasyonla henüz tanışılmamıştır. Teknolojik açıdan optikte önemli gelişmeler kaydedilir; termodinamik, ampul, asansör, lastik tekerlek, telefon, telgraf (Mors alfabesi), fonograf, mikrofon, rotatifler, ilk radyolar, ilk uçaklar ortaya çıkar ve yaygınlaşmaya başlar. Tıp alanında Louis Pasteur, Claude Bernard, doğabilimci evrim teorisinin yaratıcısı C. Darwin, kimyacı M. Faraday, biyolog ve genetiğin kurucusu G. Mendel, kimyacı Alfred Nobel buluşlarıyla dünyaya yön verirler.

MODERNLEŞMENİN GETİRDİĞİ YENİLİKLER
Yeni Bir Zaman Kavramı: Zamanı Yaşama: Modernleşme sürecinde fabrikada çalışmaya bağlı laik bir zaman kavramı ortaya çıktı. Daha önceleri dini günlere, dua saatlerine, azizlere adanmış günlere göre veya tarımsal üretimin ritmine göre ayarlanan bir zaman anlayışı, yerini fabrikasyon üretimin saat anlayışına bıraktı. Bu da insanların çalışma saatlerini belirledi ve günün geri kalan kısmında “boş zaman” kavramı ortaya çıktı. Artık zaman para ile ölçülen bir olguydu. Ayrıca teknolojinin gelişmesi ev işlerinin azalmasını sağlayacak yeni makineler ürettiğinden evde yapılması gerekli işler de azaldı. Üretim aşamaları bölünerek her parçayı sistematik olarak başka işçinin üretmesine dayanan bir sistem geldi. Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi bu bakımdan modernleşmenin olumsuz yanlarını eleştiren büyük bir yapıttır. Üretim aşamalarının bölünmesi zaman kavramı içerisinde de bir süreçten çok “an” olgusunu öne çıkardı. İş saatlerine göre düzenlenen zaman kavramının değişmesi, çalışma saatleri dışında yıllık izin düzenlemesini de getirdi.

Yeni Bilimler: Sosyoloji, Arkeoloji, Antropoloji, Sanat Tarihi: Avrupa dışındaki kıtalarda yaşayan insanların ve kültürlerin incelenmesi antropolojinin bilgi alanı olarak modern bir anlayışla ele alınmasını sağlar. Orta ilkel toplum veya gelişmiş toplum, ilkel kültür veya gelişmiş kültür diye yeni adlandırmalar ortaya çıktı. Geçmişi ret, aynı zamanda yeni bir tarih anlayışını da ortaya çıkardı. Buna göre tarih durağan değil hareketli ve insanların yaptıklarıyla değişebilen bir alandı. Geçmişi araştırmak, dini kitaplarda yazılanları doğrulamak için arkeolojik kazılar yapılmaya başlandı. Napoli yakınlarında Pompei harabelerinin keşfi, antik dönem kalıntılarına gezileri arttırdı ve buralarda arkeolojik çalışmaların başlamasını tetikledi.

Buna bağlı olarak bilinmeyen ölü dilleri öğrenme arzusu da epigrafi biliminin oluşmasına neden oldu. Hiyeroglif yazılar, Asurca, Hititçe gibi Orta Doğu kültürlerine ait ölü diller çözülmeye başlandı. Geziler sonucu ve diğer kültürlerden getirilen güzel nesnelerin toplanması ve bu nesnelerin değerinin belirlenmesi için hangi malzemeden, nasıl, kim tarafından, kimin için yapılmış gibi soruları yanıtlamak için yapılan araştırmalar da Sanat Tarihi alanını ortaya çıkardı. Kentsoylular ve yeni zenginler, aristokratlar gibi, elde etmek istedikleri sanat eserleri için yeni koleksiyonlar oluşturdular.

Sanayileşme, bireyle toplum arasında yeni ilişkiler yarattığından aynı zamanda bilimsel düşünce için yeni bir model oluşturdu. Sosyolojinin doğuş nedenini pozitivizmin geliştiği bu dönemde, bu modelin incelenmesinde görmek gerekir. Auguste Compte ve Emile Durkeim bu bilimin kurucularıdır. Comte, sosyolojiyi, farklı toplumsal grupların yapısını ve örgütlenmesini ve bu grupların geçirdiği dönüşümleri inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlarken, Durkheim, bunun yöntemlerini belirlemeye çalışmış, toplumsal olguları, değişimleri nesnel incelemek gerektiği üzerinde durmuştur. İngiliz düşünür Herbert Spencer ise toplumların canlı organizmalar gibi işlediğini öne sürerek toplum evrimini incelemiş ilk sosyologlardandır.

Yüzyılın bu iki ismi dünya düşünce tarihine yön vermiştir. Hegel, geliştirdiği diyalektik yöntemiyle (tez-anti tez-sentez), mantık konusundaki yaklaşımlarıyla ve özellikle estetik alanında çözümlemeleriyle öne çıkar. Hegel felsefesinin çıkış noktası mutlak (tin) kavramıdır ve sanatsal güzellik mutlak düşünceden doğar. Hegel’e göre güzellik duygusu, insanın kendi varlığından çekip çıkardığı bir sevinç ve mutluluktur. Bu duygu, emek isteyen bir arayıştır. F. Nietzche ise tüm ahlaki, siyasi, dini ve toplumsal değerleri hiçe indiren ve yok sayan nihilizmin kurucularındandır. O’na göre İnsan, özü itibariyle iyi ve yetkin bir varlık değildir; kötüdür; merhametsizdir; tatminsizdir; kötücül bir varlıktır, ayrıca her toplumsal düzen kötü yapılanmıştır ve yıkılması gerekir. Nietzsche “Tragedyanın Doğuşu” adlı eserinde, tanrı Apollon’un kimliğinde akıl, ölçü ve dengeyi, tanrı Dionisos’un kimliğinde heyecan,coşku ve hazzı analiz ederek sanatta yaratıcılığın akıl ve iradeyle coşku ve heyecanın yani derin duyguların birlikteliğinde gerçekleştiğini ileri sürmüştür.

SANAT, KÜLTÜR VE EDEBİYATTA MODERNLEŞME
19. yüzyıl yeni bir edebi türün doğuşuna tanıklık eder. Bu tür romandır. Bireyin yeni düzen içerisinde farklı bir konumda ortaya çıkması, romanın doğmasına neden oldu. Victor Hugo, Balzac, Stendhal, Flaubert, Dostoyesvki, Tolstoy gibi ünlü roman yazarları bu yüzyılda eserlerini verdiler. Modern demek güncel olan demekti. O nedenle sanat da güncel olanı yansıtmalıydı. Modern estetik anlayışın temellerini atanlardan biri de Charles Baudelaire (1821 - 1867) olmuştur. Sanatsal bir yapıtın estetik değeri olması için onun sadece güzeli yansıtması gerekmediğini, çirkinin de estetik bir kategori olduğunu ileri sürmüştür. Onun için modern zamanın ressamı Constantin Guys(1802-1892) idi.

Yaşar Kemal: Roman, bir yaşamdır, bir atmosferdir, yeni, yepyeni bir dünya kurmaktır; düş dünyasıyla bir gerçeklik dünyası kurmaktır.

Sembolizm: Fransa’da Baudelaire’in öncülüğünde gelişen bu akım, imgelerle, metaforlarla insan hayatının ve varoluşunun aktarılabileceğini savunarak, sembollerle yüklü, gizemli, örtülü ama anlaşılır yeni bir şiir dilinin mümkün olduğunu göstermiştir. Ünlü sembolist şairler Baudelaire, Rimbaud, Verlaine, Mallarmé şiirde dil işçiliğine önem vererek dünya şiirinde yeni bir çığır açmışlardır.

Güzel Sanatlarda Modernleşme: Yeni Görme Biçimleri ve İzlenimcilik: Rönesans dönemi resim kurgusunun özü ve konuları 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Tevrat ve İncil kökenli hikâyeler, Yunan ve Roma mitolojisinden gelen efsaneler, portreler, tarihi konular ve güncel savaşlar, özellikle Hollanda’da başlayan ve liberal ekonomi sayesinde zenginleşen kentsoylu kesimin kendini gösterdiği toplu grup resimleri buna örnektir. Bu geleneksel resim anlayışı Fransa’da Fransız Resim Akademisi tarafından belirli kodlara bağlanmıştı. Kompozisyon özellikleri kadar konular da tıpkı edebi eserlerde olduğu gibi, kahramanlık hikâyeleri aristokrasinin yüceltilmesi, mitolojik kavramlar, dini ahlaksal öğretilerden oluşmaktaydı. Bu tür resimler her yıl Salon denilen sergilerde gösterilir ve halkın beğenisine sunulurdu. İşte Paris’teki bu Salonlara ilk kez resim sunan dönemin genç ressamlarından ama geleceğin ünlü isimleri Manet ve Monet gibi ressamların resimleri, akademik kurallara uymadığı ve sanatsal değeri olmadığı gerekçesiyle sergiye katılmaları kabul edilmez. Onlar da eserlerini “Reddedilenler” adıyla başka yerde sergilerler.

İzlenimci resim anlayışı, öncekilerden farklı olarak yeni bir görsel ifade biçimi oluşturuyordu. Bu yeni görme biçiminin oluşmasında gerçeklik kavramının değişmesi, yeni ortaya çıkan teknolojilerin görme biçimlerinde sadece göz değil, fakat mercek aracılığıyla da görmeyi sağlaması (fotoğraf), dolayısıyla gerçek olanın anlık olarak belgelenebilmesi ve bunun iç dünyadaki algılamayla verilmesi ressamlar için önem kazandı. Dolayısıyla, izlenimci resimde, hem teknik olarak kompozisyon, renkler ve fırça darbeleri gibi fiziksel özellikler değişti, hem de ele alınan konularda büyük değişiklik oldu. Sanat eleştirileri yazan Baudelaire, resimleri yeni estetik anlayışına uygun bularak, bu ressamları yazılarıyla destekler.

İzlenimci resim içerisinde ışığın dağılma kapasitesi zorlanarak, Signac ve Seurat gibi ressamlar tarafından fırça darbeleri yerine renkli noktalar halinde kompozisyonlar yapılmıştır. Cezanne ise izlenimci bir ressam olmasına rağmen nesnelerin ışık altındaki kırılmalarına dikkat etmiş ve daha sonra kübist sanatın ortaya çıkmasında öncü bir rolü olmuştur. Van Gogh ve Gauguin gibi ressamlar ise izlenimci resmin alt yapısına sahip olmalarına rağmen kullandıkları vahşi renklerle ve işledikleri bireysel konularla izlenimci sonrası geleneği oluşturmuşlardır.

Romantizm, müzikte Mendelssohn, Schubert, Chopin, Liszt, Brahms, Schumann gibi isimlerle müzikal form, armoni, ritim, tını renkleri, yorumlama ve çalış teknikleri ve anlayışları açısından köklü değişimler getirmiştir. Benzer bir değişim opera sanatında Rossini (Sevil Berberi), Wagner (Lohengirini operası), Verdi (La Traviata ve Aida operaları) gibi usta bestecilerle gerçekleşmiştir.
Avant-Garde ve Kitsch: Sanatta avant-garde kavramı da Modernizm döneminde ortaya çıkmıştır. İleri karakol anlamına gelen Fransızca avant-garde sözcüğü, modernite sonucu oluşan tasarlanabilir bir geleceğin öncü adımları olarak tanımlanabilir. Aslında avant-garde sözcüğü moderniteyle beraber gelişen yeni toplum yapısındaki sınıfsal farklılıkları inceleyen Marksist ideoloji kökenli bir terimdir. Bu deyim sanatta karşılaşılan deneysel yeni akımlar için kullanılmaya başlanmış ve yaşananın önünde olan, henüz herkes tarafından kabul görmeyen sanatsal akımlar avant-garde olarak nitelenmiştir.

Almanca kitsch sözcüğü, çirkin ve zevksiz anlamında bir sözcüktür. Amerika Birleşik Devletlerinde gelişen endüstri zenginleri, Avrupalılar gibi kültüre ve sanat eserlerine sahip olmadıklarından, Avrupa’da üretilen her şeyi farklı ve değerli bulmuşlardır. Almanya’ya gelen Amerikalıların Almanların sokağa attıkları masa, sandalye, ayna, vb. şeyleri toplamaya başlamaları, Kitsch sözcüğünün sanat değeri olmayan şeylere verilen sanatsalsal değer anlamında da kullanılmasına yol açmıştır.

İLETİŞİM KÜLTÜRÜNDE MODERNLEŞME
19. yüzyılın en önemli iletişim aracı kuşkusuz ki gazetelerdir. Günlük haberler, gösteri programları, eleştiriler, süreli romanlar gibi yazıları içeren gazeteler, Kırım Harbinden sonra sistemli bir biçimde günlük olarak yayınlanmıştır.

Karikatür: Modern Dönemle beraber ortaya çıkan yeni ekonomik ve sosyal koşullar bir grup insanı maddi olarak daha avantajlı duruma getirirken diğer taraftan da onlar az paraya çalışan, aynı sosyal ve ekonomik olanaklara sahip olamayan bir kesimi oluşturdu. Girişimcilik (entrepreneur) genellikle aristokrat ve entelektüel sı-nıf tarafından küçümsenen bir kavramdı. Toplumsal yapıdaki sosyal eşitsizliği hiciv tekniğiyle göstermeye çalışan sanatçılar ortaya çıktı. Daumier hem karikatürleri hem de karikatür tarzı yaptığı heykelleriyle bu konunun öncüsü oldu.


Reklam/Afiş: Afiş aslında resmi duyuruların sokak duvarlarına asılarak duyurulmasıyla başlamıştır denilebilir. Adeta duvar gazeteleri niteliğindedir. Öte yandan yeni yaygınlaşan gösteri sanatları etkinliklerini, kabare ve sirk gösterilerini duyurmak için resimli afişler yapılmaya başlanır. Bu afişleri önceleri Toulouse Lautrec gibi ressamlar yaptıklarından, belirli bir afiş düzeniyle karşılaşılmaz, metin ve imge arasındaki kompozisyon ilişkisi rastgele kurulmuştur.

Tasarım/Ürün Katalogları: Her fabrika kendi ürünlerini resimli olarak ürün kataloglarında tanıtmaktaydı. Bu kataloglar sadece ülkenin iç tüketimi için değil, uluslararası ticaret için de önemliydi. Sanayileşme öncesi ressamlar, heykeltıraşlar, mimarlar, el sanatları uzmanları tarafından üretilen biçim ve nesneler artık tasarımcılar tarafından çizilmeye başlandı. Üretilecek yeni formlar başlarda oldukça kaba gözüktü ve herkes tarafından da ucuz oldukları için alınabileceğinden kısa zamanda yüksek orta sınıf kendine özgü Art Nouveau veya Jungenstil gibi (1890-1914) farklı üslupların gelişmesini destekledi.

Fotoğraf: 19. yüzyıl başında fotoğrafçılıkla ilgili kimi ön teknikler kullanılmasına rağmen modern fotoğrafçılığın başlaması Louis Daguerre kolay bir biçimde resmi tab etmesiyle başladı ve 1829 yılında fotoğraf tekniğini geliştirmeye çalışan Joseph Nicephore Niepce ile bir ortaklık kurdu. Şehir fotoğrafları, panoramalar ve portreler modern fotoğrafçılığın ana konularıydı. Paris’in en ünlü fotoğrafçısı ise Nadar’dı. Ünlü Capucine Bulvarı üzerinde açtığı atölye, Paris burjuvazisinin uğrak yeri oldu ve Nadar, fotoğrafı çekilmesi gereken her şeyi çekti. Nadar, kapalı mekânları suni ışıkla aydınlatarak çekmiş, havacılığı desteklemiş ve o zamana kadar inşa edilmiş en büyük balon olan Géant’ı uçurmuştu.

Film: 19. yüzyılda değişik oyuncak tipi aletlerle görüntünün devamlılığını sağlamaya çalışan denemeler yapılmaktaydı. Tomatrop, Penakistiskop, Zoetrop, Kinematoskop bunlardan bazılarıdır. Genel olarak kabul edildiği gibi Sinematograf sözcüğünden türeyen sinema, 28 Aralık 1895 de doğdu. Modern sinemanın kurucusu olan Lyon’lu Lumière Kardeşler, ilk kez para ödeyerek gelen bir izleyici kitlesine film gösterdiler. 20 dakikalık programda günlük haberler, kısa belgeseller yer almaktaydı.

OSMANLI KÜLTÜRÜ: MODERNLEŞME DÖNEMİ
Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut dönemleri Osmanlı Devleti için idari değişikliklerin yapılması istenen bir dönemdir. Osmanlı Sultanları da devlette kendi iç dinamiklerinden dolayı uygun gitmeyen kimi durumları değiştirmek istemişler, devletin güçlü bir biçimde devamlılığını sağlamak ve dünyadaki gelişen koşullara göre uyumu oluşturmak için yeni reform hareketlerine girmişlerdir. Bu reform hareketleri, sadece biçimsel değil ama dolaylı olarak da değişen dünyanın yeni anlayış ve uygulamalarının da Osmanlıda farkındalığı yaratmak istemekteydi.

Sultan III. Selim Nizamı Cedid adıyla yeni bir askeri örgüt kurarak, onların yeni talimlerini ve eğitimlerini yeniçerilerinde uygulamasını istedi. İstanbul’da Selimiye Kışlasını kurdu. 1794’te, Teknik Üniversite niteliğinde, Sütlüce’de, Mühendishane-i Berri-i Hümayun kurularak yurtdışından gelen uzmanlarla ve yurt içinden sağlanan hocalarla eğitime başladı. Yeniçeriler ve reformlara karşı olanların baskısıyla III. Selim tahtan indirildi ve reformlar yarım kaldı; Sultan II. Mahmut zamanında yarım kalan reformlara devam edildi; 1826 yılında yeniçerilik kaldırıldı ve yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla eğitimli ve düzenli bir askeri ordu geldi. Bunların kıyafetleri Avrupalı askerlerin üniformaları gibiydi. Zaten II. Mahmut döneminde artık sarık veya kavuk yerine fes giyiliyordu. II. Mahmud’un portreleri (Tasvir-i Hümayun) devlet kurumlarına asılıyordu ve bu daha sonra gelenek haline geldi. II. Mahmut zamanında yapılan eğitim reformları daha sonra Abdülhamid döneminde de devam etmişti. Yeni tür iptidai (ilkokul) idadi (ortaokul) rüştiye (askeri ortaokul) gibi eğitim kurumları geleneksel yapı ile beraber bir süre devam etmiştir.

Ancak bu yeni okullarda eğitim vermek için kız ve erkek öğretmen okulları açılmaya başlanmış, meslek okulları kurulmuştur. Mustafa Reşit Paşa’nın düzenlediği Tanzimat, Fransız Devrimiyle ortaya çıkan modernleşme hareketlerinin sonucu var olan hukuksal sistemdir. Tanzimatın alt yapısını oluşturduğu 1856 Islahat Fermanı ve 1876 I. Meşrutiyet, dini ilkelere göre biçimlenen bir toplumu, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkelerine göre organize etmiştir. Böyle Müslümanlar ile gayr-i müslimler her bakımdan eşit sayılmış, kul statütüsü yerini “ Devlet-i Osmaniyye “ tabiiyetindeki vatandaşlık kavramına bırakmıştır. Doğu ve Batı kültürlerini ve dillerini aynı derece iyi bilen Tanzimat Paşaları tarafından geliştirilen modernleşme hareketleri şehirleşme, vergiler, eğitim, Bakanlıklar gibi yeni kurumların ortaya çıkmasıyla her tarafta yaygınlık kazanmıştır. Şinasi batılı formlarda şiir ve oyun yazan ilk edebiyatçı olmuş, Agah Efendi ile beraber ilk özel gazeteyi çıkarmıştır. Yeni bir iletişim aracı olan gazete özellikle Kırım Harbinden sonra günlük olarak çıkmaya başlamış, yazılara fotoğraflar da eklenmeye başlamıştır. Münif Paşa, Avrupa Aydınlanmasını oluşturan Voltaire gibi yazarlardan çeviriler yaptı. Bu çeviriler Osmanlı aydınları arasında etkin oldu. Namık Kemal, Ali Suavi ve arkadaşlarının Hürriyet fikirleri 1866 da Genç Osmanlılar Cemiyetinin kurulmasına da öncülük etti.

AVRUPA KÖKENLİ SANATSAL ÜSLUPLAR
Sultan III. Ahmed döneminde Osmanlı mimarisinde ve süsleme sanatlarında görülen üç boyutlu akantüs yaprağı ve madalyon gibi Avrupa sanatı bezeme motifleri ve hacimli taş işçiliği, önceleri ender örnekler olarak görülürken zaman içinde bu tarz süsleme modası artmaya başlamıştır ve tüm 19. yüzyıl boyunca Avrupa’da görülen üsluplar doğrudan veya dolaylı olarak Osmanlı sanatında yansımıştır. Rus Elçisinin yanında gelen Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling’i İstanbul’da Tarabya’da elçiliklerde yaptığı bahçe düzenlemeleriyle tanıyan III. Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan, mimarı Sultan Selim’le tanıştırmış ve Melling, Hatice Sultan için Beşiktaş’taki sarayı inşa etmiştir.

Neo-Klasik mimari özellikleri İstanbul’a taşıyan Melling, aynı zamanda bu kentte çalışan ilk yabancı mimar olmuştur. Yüzyıl başında İstanbul’a gelen Raimond d’Aranco ise Art Nouveau veya Jungenstil denilen, sanayileşmenin sıradan üretimine farklılaşmak için çıkan “yeni sanat” anlayışını getirdi. Beşiktaş’ta Şeyh Zafir Türbe ve Kitaplığında gördüğümüz bu üslubu d’Aranco, Karaköy ve Beyoğlu’ndaki apartmanlarda kullandığı gibi, ahşap yalılara da uyarladı. Avrupa’da görülen bu farklı mimari üsluplar İstanbul’da birbirine eklenerek kullanılmaktaydı. Dolmabahçe Sarayı buna güzel bir örnek oluşturur.


1826 yılında Hassa Mimarlar Teşkilatı lağvedilerek bu örgüt Şehreminine bağlı bir kurum olmuştu. O nedenle padişah ve saraya yakın kişiler de istedikleri kişilere inşaat görevi veriyordu. Bu dönemde Balyan Ailesinin ferdleri mimarlık, mimari süsleme ve mimari eylemin örgütlenmesi gibi konularda Saraya hizmet vermekteydi. Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları, Göksu ve Ihlamur Kasrı onlar tarafından inşa edilmişti. Özellikle yurt dışında eğitim alan Mimar Vedat ve Mimar Kemalettin gibi mimarlar modern teknoloji ile beraber Selçuklu ve Osmanlı mimari öğelerini yeniden kullanmaya başladılar. II. Meşrutiyetin ve Ziya Gökalp’in Türkçülük akımları ile desteklenen bu mimari dil, I. Ulusal Mimari üslubu olarak Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de 1930’lara kadar devam etti. Önceleri askeri okullarda okuyan yetenekli öğrenciler Paris’e eğitim almaya gönderilir. Sonra İstanbul’da açılan Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu) öğrencilerinden gidenler olur.

Şeker Ahmet Paşa gibi ressamlar birinci grubu, 1914 kuşağı denilen İbrahim Çallı kuşağı da ikinci grubu oluşturur. Sultan Abdülmecit, Abdülaziz çok güzel resim yaparlardı. Abdülaziz ve Polonyalı ressam Chelebowski arasında resim rekabeti vardı. Ayrıca Sultan Abdülaziz kendisinin at üstünde bir heykelini yaptırmıştı. Hem Osmanlı-İslam kültürü hem de Avrupa kültürüne sahip olan bu yöneticiler, Batı üslubunda rondo veya vals tarzında müzik de bestelemişlerdir. Resim sanatının imparatorluktaki gelişimini sağlayan tekniklerden biri de fotoğraf olmuştur. Galata bölgesi kentin Avrupai bölgesi olarak Gulliver Kardeşler, Bogos Tarkulya, Abdullah Biraderler, Sébah Joaillier gibi Osmanlı fotoğrafçıları da Galata’da yerleşik atölyeler açmaktaydı. Ancak bu sanatçıların kendiliklerinden bir konu bulmakta zorlandıkları, görüneni resmetmeyi tercih ettikleri anlaşılmaktadır. Çallı kuşağı ve hatta İbrahim Çallı’ya gelene kadar geleneksel denebilecek bir bakış ile tabloların konusu seçilmiştir.

Sultan II. Mahmut tarafından Türkiye’ye getirilen Giuseppe Donizetti, Batı müziği formunda II. Mahmut için Mahmudiye Marşı’nı, Sultan Abdülmecit için de yirmi iki yıl boyunca resmi olarak çalınan Mecidiye Marşını bestelemiş, Sarayın kapılarının Batı müziği dinletilerine ve opera gösterilerine açılmasına öncülük etmiştir. Muzıka-i Hümayun orkestrası 1914’lerde gelişkin bir orkestra kimliği kazanır ve hatta şefi İstiklal Marşı’nın bestecisi Zeki Üngör’dür.
Türk gösteri sanatlarının 1800’lerden itibaren 1950’lere dek, İstanbul’da Şehzadebaşı’nda, icra edildiği mekânlar Direklerarası olarak adlandırılır ve terim bir dönemi simgeler. Bunlar arasında, Gölge Oyunları, kenarları çiçek süslü patiska bir bez perde üzerine aksettirilen iki boyutlu tasvirlerin perde gerisinden bunlara bağlı değneklerle adına hayali ya da hayalbaz denilen ve tüm karakterleri seslendiren kişi tarafından oynatılmasıdır. Karşılıklı konuşmaya dayanan Karagöz ve Hacivat’ta, okumamış halktan bir karakter olan Karagöz, bilgili kişi Hacivat’ın dili ve davranışlarıyla alay ederek güldürür; ama diğer karakterler, Tuzsuz Deli Bekir, Arap, Arnavut, Zeybek, Çelebi de unutulmaz tiplerdir. Diğer bir seyirlik oyun Meddah, genelde Ramazan’da ve kahvehanelerde topluluk önünde öyküler anlatır, taklitler yapar ve her zaman özür dileyerek (“sürç-i lisan ettiysek affola”) ile bitirir.

Diğer ünlü bir tür olan Ortaoyunu, çoğu kez açık alanda evi andıran (oyuncular “sandık odasında” hazırlanırdı) kendine has paravanlı sahnesinde sergilenen, giriş, diyalog, fasıl ve bitiş bölümlerinden (mukaddime, muhavere) oluşan, çalgı eşliğinde sahneye çıkan ana karakterleri Pişekâr ve Kavuklu’yla unutulmaz kalan, ama aynı zamanda, Karadenizli, Rumelili, Kayserili, Ermeni, Rum, Yahudi, Zenne, Sarhoş, Bekçi gibi sosyal karakterleri şiveleriyle ve kılıklarıyla sergileyen seyirlik bir oyun türüdür. Bunun yanında eski Türk ve Osmanlı spor-eğlence kültürü geleneğinde güreş önemli yer tutar. Yağlı güreş, “er meydanı” deyişiyle Türklere özgü özel bir spordur. Efsanevi güreşçi Koca Yusuf Fransalı, Amerikalı rakiplerini yenilgiye uğratmış ve “yedi cihan pehlivanı olarak anılmıştır. Bir güreş karşılaşmasında Amerikalı rakip güreşçiyi minder dışına fırlatması “Korkunç Türk” unvanı almasına neden olmuştur Yine bir karşılaşma sonrası ABD’den dönerken gemi kazasında vefat etmiştir.


 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,414
Mesajlar
134,310
Kullanıcılar
90,716
Son üye
Abdullah Kara
Üst