- Katılım
- 9 Şub 2011
- Mesajlar
- 6,044
- Tepkime puanı
- 25
- Puanları
- 48
- Bölüm:
- İşletme
- Şehir:
- Bursa
İlk Çag Felsefesi
ÜNİTE 1
ANTİK YUNAN DÜNYASINA GENEL BİR BAKIŞ
Ünite ile ilgili bilgi:
Mitosların ve Yunan mitoslarının genel
özellikleri, Homeros-Hesiodik ve, Dionysosçu-Orpeusçu evren
düzeni, Antik Yunan'da site, yasa düzeni ile tarih yazıcılığı ve
tragedyalar hakkında bilgiler verilmektedir.
Ara sınav
Final-Bütünleme
6
2
MİTOSLARIN VE YUNAN MİTOSUNUN GENEL ÖZELLİKLERİ
Antik Yunan'da evrenin görünür karmaşasının ardında bir düzen arama uğraşıyla
doğan felsefe, bunu "kendini bil" sözünde anlamını bulan bir ahlaki hükümlülükle
pekiştiriyordu. Ancak karmaşanın ardında düzen arama çabası, felsefe
öncesi Yunan mitoslarında da yer bulmuştur. Mitoslardaki bazı kavramlar
felsefeye de girmiştir.
Mitoslar, evren düzenini doğaüstü güçlere sahip tanrısal veya yarı tanrısal
kahramanlar aracılığıyla açıklamaya çalışan efsanevi anlatılardır. Düşünce tarihinin
ilk evren anlayışları mitoslarda üretilmiş ve Antik Yunan (Eski Yunan) dönemi
felsefesinin şekillenişinde önemli etkilerde bulunmuştur. Felsefe ilk ortaya
çıktığında mitoslardaki doğaüstü öykülerle yüklü evrenin ilk düzen fikirleriyle
hesaplaşmıştır.
Bu süreç içerisinde insan aklının düzenli işleyişi, doğayı da düzenlemeli/sınıflandırmalı
bir formda algılama çabasını doğurmuş, önce mitoslarla sonra da
felsefenin çeşitli konularıyla buna yönelik çabalar oluşmuştur. İlk mitoslar evrenin
belirsizliğinin ardında bir düzen arama çabasından ve kendisinden daha
güçlü olana duyulan korkudan doğanın bir güç tarafından kontrol edildiği bir
açıklama biçimine götürmüştür. Dolayısıyla mitos temelli düzen anlayışı tanrısallık/
kutsallık taşır.
Mitos çağı insanının temel özelliği dış dünya ile kendisi arasına ya da dil ile
nesne arasına kesin bir ayırım koymamış olmasıdır. Yani epistemolojik açıdan
"gerçek olan" ile "düşüncede olan" arasında bir ayrım konulmamış, ontolojik
açıdan ise tüm varlıklar birbirine bağlı organik bir bütün içinde algılanmıştır.
(Epistemoloji, bilgiyi konu edinen felsefenin alt disiplinidir; Yunanca'da bilgi anlamına
gelen episteme sözcüğünden gelir. Ontoloji ise varlığı konu edinir; varlık
anlamına gelen ontos sözcüğünden gelir)
Yunan mitos diğer mitoslardan öz itibariyle aynı olsa da sözlü bir kültürde
gelişmiş olmasından dolayı yazılı dini metinler içeren Mısır ve Mezopotamya'daki
mitoslardan ayrılır. Bundan dolayı da yeni mitosların üretilmesine imkan
sağlayan dinamik, öykülemeci bir anlayışın oluşmasına ve böylece felsefenin
de kendi düzen anlayışını oluşturmasına tarihsel ve zihinsel bir zemin hazırlıyordu.
Yunanlıların bilinen ilk ve en büyük mitos yapıcıları olan Homeros ve Hesiodos'un
eserleri her ne kadar yazıya dökülmüş ise de ancak M.Ö. 4. yüzyıla
kadar sözlü kültür daima yazının önünde yer almıştır, bu öykülemeci dinamik
anlayış içerisinde Yunan mitosu iki görünüm kazanmıştır. Bunlardan birincisi
Homeros ve Hesiodos'un eserlerde karşılığını bulan Olimposcu düzendir. Yunan
toplumunun geleneksel inanışını yansıtan bu düzende evren düzeninin
Olimpos tanrılarına başvurarak açıklamaya çalışır. Diğeri ise M.Ö. 6.yüzyıldan
sonra yaygınlaşmaya başlayan ve esas olarak Doğu uygarlıklarından Yunan
toplumuna geçtiği düşünülen gizem öğretileridir.
HOMEROS VE HESİODOS
İkisinin de mitos yapıcısı olduğu Antik Yunan'da, Homeros'un M.Ö. 9.-
8.yüzyıllar arasında, Hesiodos'un ise M.Ö. 8.-7.yüzyıllar arasında yaşadığı sanılmaktadır.
Her ikisinin eserleri de geleneksel Yunan evren anlayışını taşır ve
uzun yıllar sitenin (polis) resmi inanışı olarak benimsenmiştir. Homeros, İlyada
ve Odysseia adlı destanlarında soylu/savaşçı değerlere dayalı bir toplum resmetmiştir.
Ruhu bedenden ayrı değil, onun bir parçası olarak gören Homeros,
ölümü istenir bir durum olarak görmediği için öteki dünyacı değil, bu dünyacı bir
evren düşüncesini yansıtmıştır. Bu evren düzeninde insan, payına düşen dünyevi
rolü yerine getirmesi, kendi iradesi dışındaki kozmik düzen ve Moira denilen
kör yazgıya boyun eğmek ile yükümlü kılınmıştır. Moria sözcüğü hem evren
düzenindeki belirsiz güce hem de kadere göndermede bulunmaktadır. Sonraları
Yunan felsefesinin en temel kavramlarından biri haline gelen olan "iyi" (agathos)
sözcüğü bu açıdan önem taşır. Evren, soy esaslı toplum düzeninin ya da
toprakların soylular tarafından pay ediliş şekli olan kur'anın kozmik bir yansıması
olarak görülmüştür.
Homeros'un tanrıları insana karşı zaman zaman hilekar, acımasız ve kıskançtır.
Ancak Homeros'un eserlerinin arka planında evrenin belli bir düzeni olduğu
ve insanın bu düzene uygun yaşaması fikri yatmaktadır. Felsefedeki düzen
arayışları da bu Homerik evren anlayışını daha akli, adil ve ahlaki yöne dönüştürme
çabası taşımıştır.
Yunan toplumunun soy esaslı Homerik düzenin zayıflaması, çiftçi ve tüccar
sınıfın güçlenmesi ile dönüşen yeni toplumsal süreçte yaşamış olan Hesiodos
ise bu dönüşümün yansımasını taşıyan bir evren düzenini resmetmiştir. Değerlerde
de dönüşümün gerçekleştiği bu süreçte artık soy esaslı değerler yerine
alın terini, emeği ve çalışmayı yücelten yeni değerler almış ve çeşitli sınıfların
mücadele ve hak arayışlarının bir yansıması olan adaletin de ön plana çıkmasini
beraberinde getirmiştir. Hesiodos, bu değerleri "çatışma", "çalışma", "mücadele"
anlamına gelen ve toprağa bağlılığı ifade eden eriş sözcüğü ile anlatmıştır.
Savaşçı soylu değerleri taşıyan kötü eriş eleştirilir, köylünün, işçinin alın
terini ifade eden iyi eriş yüceltilir.
Hesiodos, evrendeki tüm varlıkların Kaostan türediklerini söylemesi, kozmos
düzenine ilişkin ilk nedensel açıklamaları yapması, evrenin bir ortak kökenden
yola çıkarak açıklanması yolundaki ilk önemli adımdır. Yıllar sonra ilk filozoflar
da varlığın kökeni nedir şeklinde sorular soracaklardır. Evrende varlıkların
bir köken düşüncesinden doğduğuna yönelik açıklama, varlıkların önceliksonralık
şeklinde, yani var oluş sıralamasına göre bir algılayışı da beraberinde
getirmiştir.
Hesiodos'un Kaos'tan çıkan tanrılar olan Gaia'yı toprakla, Uranos'u ateşle,
Pontos'u suyla, Nyx'i havayla ilişkilendirerek evrendeki her varlığın belli bir elementten
türediğini ilk kez öne sürmesiyle, Empedokles ve Aristoteles başta olmak
üzere pek çok düşünürün de bundan etkilenmesine yol açmıştır. Benzer
şekilde Eros'u da tanrıların birleşmelerini sağlayan kozmik bir güç olarak betimlemesi,
sonraki doğa filozoflarının "tek doğa ilkesi" fikrine ilham kaynağı olmuştur.
Homeros'taki insanlara karşı ilgisiz, kıskanç, zalim tanrıların yerine Hesiodos'un
mitoslarında baş tanrı Zeus ağırlık kazanmış, Moira düşüncesi zayıflamış,
akıl, adalet, yasa ve barış gibi kavramlarla ilişkili olarak ön plana çıkmıştır.
Yunan mitosunda Zeus ve Dike'nin (adalet tanrıçası) giderek ağırlık kazanması,
felsefenin doğuşundan önce, mitosun kendi içinde de, daha akli ve adil bir
düzene yönelik arayışın bulunduğunu göstermektedir. Hesiodos ayrıca ideal
toplum olarak ilk insanlar olan Altın Soylular çağını işaret etmiş ve insanları
adalete çağırırken aslında köklerine dönmeyi, diğer kozmik unsularda olduğu
gibi insanın anlamının ve değerinin yine köklerinde yattığını savunmuştur.
DİONYSOS-ORPHEUS GİZEM ÖĞRETİLERİ
Doğu uygarlıklardan geçtiği düşünülen Dionysosçu-Orpheusçu gizem öğretileri
M.Ö. 6,yüzyıldan itibaren, Antik Yunan'da özellikle köleler, yabacılar, kadınlar
gibi toplumdan dışlanmış kimseler arasında güç kazanan, temelde ruhun
ölümsüzlüğünü, ruh göçünü (reenkamasyon), ölüm ötesi yaşam öğretilerini-
(Homerik-Hesiodik evren anlayışının tersine) öteki dünyacılığı savunan bir yapıya
sahiptir.
Gizemcilerin mitosuna göre insan kökeninde Tanrı Dionysos bebekken, bedeni
Titanlarca parçalanmış, buna karşılık Zeus şimşekleriyle Titanları cezalandırmış,
Dionysos ve Titanların küllerinden insan ırkı doğmuştur. Bundan dolayı
insan, hem Titanlardan kaynaklanan kötü bir yana, hem de Dionysos'tan kaynaklanan
iyi bir yana sahiptir. Orpheusçuluk, ruhun Titanik unsurlardan arındırılmasına
yönelik bir hayat tarzı önerir. Zira ruh, bedende tutsaktır, kurtulması
için de başta diyet olmak üzere ahlaki bir yaşam tarzı şart koşulur. Gizemciler
toplumdan dışlananlarda dayanır ve bundan dolayı da kurtuluşu ölümden sonraki
hayatta ararlar. Ruh göçü ile (reenkarnasyon) ruhun üç döngü ile tekrardan
yeni bir bedende var olacağına inanırlar. Bu düşüncelerden dolayı Homerik-Hesiodik
düzen anlayışından belirgin şekilde ayrılmışlardır. Gizemcilerin öğretileri,
başta Pythagorasçılar ve Platon olmak üzere Yunan filozoflarının bir kısmını
derinden etkilemiştir.
ANTİK YUNAN'DA SİTE (POLİS) VE YASA DÜZENİNİN GELİŞİMİ
Antik Yunan farklı sınıflardan meydana geliyordu. Zaman içerisinde tüccar,
işçi, köylü ve farklı ticaret sınıfları gelişim gösterdikçe, bu farklı sosyal sınıfların
hak talepleri ve mücadeleleri de artıyordu. Bu durum Yunan demokrasisinin temelini
ve yasa düşüncesinin gerekçesini, çatışan bu sınıfları uzlaştırma çabasını
beraberinde getiriyordu. Farklı sosyal sınıfların bir arada bulunmasının güvenliğini
sağlamak, soy temelli demos ya da deme yerleşimlerini, yani siteleri
(polis) de dönüşüme zorluyordu. Ölümlü insanın, her şeyin sonsuz bir dönüşüm
içinde olduğu kozmosta ölümsüz olana katılabilmesi ancak polis üretimle mümkün
sayılıyordu. Böylece özel alan ile kamusal alan arasındaki ayırım kalkmış
oldu ve güç kullanımının da şeklini değiştirerek, kaba kuvvetin yerine söz sanatının
almasına yol açıyordu. Meclislerde, mahkemelerde, spor müsabakalarında,
kamusal alanın her alanındaki sosyal sınıfların mücadelesi, evrendeki zıt
güçler arasındaki kozmik mücadelenin sosyal yansımasını taşıyordu. Ancak
Antik Yunan'da evren ve toplum düzeninde zıt güçler, daima uyum (harmonia)
ve sevgi (eros) gibi birleştirici ilkeler çerçevesinde düşünülmekteydi. Sitedeki
bu çatışmacı düzen, tüm evrende çatışmanın hüküm sürdüğünü düşünen Herakleitos
gibi sonraki düşünürlere de esin kaynağı oluşturuyordu.
Zıt güçler arasındaki güç mücadelesinde her sosyal sınıfın pay istemesine,
hak talep etmesine göndermede bulunan nomos'un, yani yasanın, yasa yapıcılık
faaliyetlerinin gelişimine zemin hazırlıyordu. Nomos köken olarak dağıtmak,
sınırlara ayırmak, paylara bölmek, her şeyi paylara bölmek anlamına gelmektedir.
Nomos, gücü ve adaleti birleştirse de öz itibariyle gücü adaletin teminatı
olarak kullanıyordu. M.Ö. 7.-6.yüzyıllardaki bu gelişimde Drakon, Solon (toplumun
soya göre değil, servete göre bölümlemede etkili olmuştur) ve Kleistenes,
Yunanlıların eski, geleneksel esaslı düzenini (thesmoi) aşamalı olarak bir yazılı
yasa olan nomoi düzenine dönüştürüyorlardı. Yasa yapıcılar (nomothetes)
tanrıların yeryüzündeki temsilcileri olmak iddiasıyla (Dike'nin/Adaletin), Yunan
kamu yaşamının temel yapı taşlarını meydana getirdiler. Site ve yasa düzeni,
sonraki filozofların başlıca sorun ve ilgi alanlarından birini oluşturacaktır.
YUNAN TARİH YAZICILARI
Yunan toplumunun farklılaşan sınıfsal ortamı ve mücadelesi ve bunun adalet
arayışının bir sonucu olarak söz (logos) sanatı yazılı hale dönüşmeye başlamıştır,
ilk düz yazı metinleri de genellikle tarih kitapları olmuştur. İlk tarih yazıcılar,
mitoslarla yüklü bir kültürde yaşadıkları için başlıca malzemeleri de mitoslar
olmuştur. Ancak bunları çeşitli şekillerde ayıklamışlardır. İlk büyük tarih
yazıcılarından biri olan Herodotos (M.Ö.5.yüzyıl) yaptığı akli eleştiriler ile bu
ayıklamada mitosları inandırıcılıklarına göre, Thukydides (M.Ö.5-4.yüzyıl) ise
gerçeğe yakınlıklarına göre ayıklamıştır. Batı dillerinde tarih sözcüğüne karşılık
gelen historia sözcüğü, Yunanca'da tanıklık etmek, soruşturmak, öğrenmeye
çalışmak anlamında kullanılıyordu. Bu özelliği, tarih yazıcılığının akılcı eleştirilerin
etkisinde kalmasından alıyordu. Tarih yazıcılığının babası sayılan Herodotos'un
eserlerine yansıtmış olduğu gözlemler kendisinden sonraki filozofları da
etkilemiştir. Yine Thukydides de tarih olaylarında insan aklının ve iradesinin (ki
bunu insanın amacına ilişkin yaşama arzusu, çıkar ya da yarara göre açıklar)
egemen olduğunu belirterek Yunan dünyasında akılcı eleştirilerin öncülüğünü
yapmıştır. Mitosun zamanla tanrılara ve evren güçlerine ilişkin doğaüstü öyküler
toplamı olmaktan çıkıp tarihsel anlatıya dönüşmesinde ve daha akli bir içeriğe
kavuşturulmasında bu ayıklama çabaları etkili olmuştur.
YUNAN TRAGEDYASI
M.Ö.6. yüzyıldan sonra toplumdan dışlanan kesim içinde giderek yükselen
Dionysos uygulamaları, site yöneticilerini bu gizemli düzeni resmileştirmesine
yol açmıştı. Aiskhylos, Sophokles ve Euripedes, Dionysos şenlikleri kapsamında
eserleri ilk sahnelenen tragedya temsilcileri olmuşlardır. Yunan insanının akli,
ahlaki ve kader sorunları içindeki mitoslarını tragedya yeniden yorumlayarak
Homerik-Hesiodik düzen anlayışına (Olimposçu/Moira düzenine), kaderin belirsiz
ve acımasız işlerine karşılık bir eleştiri olarak ortaya çıktı. Temelini Doğu uygarlıkların
gizemli ve ruhun ölümsüzlüğü inancından alan öğretiler tragedya sanatında
insan ruhunun iç dinamiklerini sorgulayarak Orphik-Pythagorasçı ruh
anlayışının keskinleşmesini doğurmuştur.
Bu sanatın ilk önemli isimlerinden Aiskhylos'un eserlerinde, insanın kader
karşısındaki acizliği/çaresizliği vurgulanmış, çatışan sosyal sınıflar arasında uzlaşmayı
öne çıkarmış, kader (maira) ve tanrısal adalet (Dike) kavramları uzlaştırılarak
uyum ve düzen gereksinimi ön plana çıkmıştır. Evren düzeninde güç ile
aklın uzlaşısı özlenmiştir. Eserlerinde kuşkudan çok inanç hakimdir. Bir ahlak
ve düzen sorunu işlenir ve genellikle, eserin sonunda bir uzlaşmaya varılır. Bu,
aynı zamanda Yunan toplumunda zıt güçlerin site demokrasisi içinde uzlaşma
arayışının da kozmik bir yansıması olmuştur.
Sophokles'in (M.Ö.496-406) eserlerinde ise farklı düzen anlayışları arasındaki
çatışmalar ve insanın kaderle olan mücadelesi ön plana çıkar. Evrende hüküm
süren tanrısal yasalarla sitede hüküm süren insani yasalar arasındaki çelişkiler
vurgulanır. Evrendeki kör kader, genelde tragedyanın kaynağı olarak
gösterilir. Sophokles, Sofistlerin ağırlığını hissettirdiği bir dönemde akla yönelik
aşın güveni, ölçüsüzlüğü de eleştirmiş ve uzlaşmanın önemini yüceltmiştir.
Euripedes'in (M.Ö.480-406) eserlerinde ise insan ön plana çıkmıştır. Onunla
birlikte tragedya sanatı insanileşmiş, olay örgüleri mitik olmaktan çıkıp toplumsallaşmıştır.
Sophokles'in eserlerinde insanın kaderi tanrıların elindedir
ama Euripedes'te insan ruhunun kendisi başlıca bir trajedi kaynağı olarak görülmüş
ve bu durum düzen anlayışına da yansımıştır. Tragedya kahramanlarının
önemli bir kaynağını da kendi ruhlarındaki çatışmalar oluşturur, insanın tutkularıyla
aklı arasındaki çatışmalar, trajedinin başlıca konusu olmuştur. Tragedya
sanatının özünde, insanın sosyal ve bireysel yaşamına ilişkin istekleriyle evren
düzeni arasındaki derin çelişki yatmaktadır. Evren, Yunan filozoflarınca giderek
daha ahlaki, akli ve adil bir planda ele alındıkça tragedya sanatı etkisini
yitirmeye başlamıştır.
ÜNİTE 2
FELSEFENİN ORTAYA ÇİKİSİ VE İLK
FİLOZOFLAR
Ünite ile ilgili bilgi:
Antik Yunan dünyasında felsefenin ortaya çıkmasını
sağlayan koşullar ile felsefenin düşünce tarihine getirdiği yenilikler,
özgünlükleri ve felsefe tarihi içinde önemli yer tutan Milet
Okulu düşünürlerinin görüşleri hakkındaki bilgilerin öğrenilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
FELSEFENİN ORTAYA ÇIKMASINI SAĞLAYAN KOŞULLAR
Felsefenin ortaya çıkış süreci Yunan mitosunun gelişim sürecindedir. Yunan
mitoslarında çok tanrılı düzenin baş tanrısı Zeus'un giderek önem kazanması
akıl, bilgelikle, adaletle ve yasayla ilişkili hale gelmesi ve Yunan mitosunun giderek
kendi içinde bir düzen arayışı içinde olması felsefenin ortaya çıkışında etkili
olmuştur. Ancak felsefe mitosların ortaya koyduğu evren anlayışı ile hesaplaşma
zamanla giderek ağırlık kazanmıştır. Mitosların Yunan dünyasında diğer
kimi dinlerdeki gibi kesin buyruklar içermemeleri kısmi bir özgürlük ortamı da
sunmuştur ve felsefe bu geleneksel inanışlara yönelik kuşku ve sorgulama akla
dayalı bir evren anlayışını da beraberinde getirmiştir. Felsefenin oraya çıkışında
etkili olan olgular şunlardır:
- Eski mitosların ahlaki bir içerikle donatılmasına, kaderin (moira) belirsiz
işlerince yönlendirilen eski kaos düzeninin akli temellere oturtulmasına
ve geleneksel mitosların yeni sosyal-siyasi gereksinimlerle uyumlu hale
getirilmesine duyulan ihtiyaç (bu aynı zamanda Aristoteles'in de Antik
Yunanda felsefenin gelişimi için sunmuş olduğu gerekçedir),
- Ticaretle zenginleşen Yunan sitelerinin, insanların felsefi meselelerle ilgilenmelerini
sağlayan gerekli imkan ve zamanı sunması ve diğer uygarlıklara
karşı ilgi ve hoşgörünün özellikle Doğu uygarlıklarının Yunan düşünürleri
üzerinde etkide bulunması,
- Sitede yasa fikrinin gelişmesi ve evren yasalarına ilişkin araştırmaları
olumlu yönde etkilemesi (ilk filozoflar, evreni ve düzenini daima bir yasa
veya ilke çerçevesinde açıklamaya çalışmışlardır),
- Sitede farklı sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve bunun sağladığı demokratik
ortam.
FELSEFE DÜŞÜNCESİNİN OZGUNLUGU
Felsefenin sağladığı yenilikler:
- Evren düzeninin dayandığı yasa ve ilkelerin insan aklı tarafından kavranabilecek
yapıda olduğunu kabul etmesi (her ne kadar tanrısallığı savunanlar
olmuş olsa da doğa yine de doğanın yasaları ile açıklanmaya çalışılmıştır),
- İlk filozoflar, evrende görünen bütün şeylerin ortak bir başlangıca, köke
dayandığını düşünmekteydiler. Kullanılan "arkhe" sözcüğü de başlangıç
ve ilk anlamında düşünülerek kullanılmıştır, ilk filozoflar daha çok doğanın
öz yapısıyla ilgilendiklerinden dolayı doğa araştırmacısı (physiko)
olarak anılmışlardır. "Physis" belli bir şeyin kendisinden yapıldığı öz
madde anlamında kullanılarak arkhe araştırmalarında physis denen yapının
özü bulmaya çalışılmıştır. Bilgelik sevgisi anlamına gelecek olan
(philo-sophia) felsefe sözcüğü ise daha sonra (muhtemelen Pythagorasçılar
tarafından) kullanılacaktır. Felsefeyi, doğaya yönelik ilk açıklamalardan
ayıran özellikleri ise şunlardır:
• Doğayı kendisinde bulunan ilkeler ile açıklama çabasında olduğu için içsel
ya da özseldir.
• Tüm doğal olguları aynı yöntemlerle incelemesinden dolayı sistematiktir.
• Pek az terim ve işlemle pek çok şeyi açıklamaya çalıştığı için ekonomiktir.
- Nihayetinde felsefe "ilke"ye dayalı düşünmeyi ortaya çıkarmıştır. Evrendeki
tüm olgular tek ilkeyle açıklanmaya çalışılmış, ilkenin geçerliliği ve
gücü tüm olguları açıklayabilme potansiyeline göre değişmiştir.
- Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi ilk filozoflar her şeyi bir köke
dayalı açıklarken, kökeni yani arkheye ruhsallık, aklilik, tanrısallık da
yüklemişlerdir. Her ne kadar maddeci gibi görünseler de arkheye canlılık
vasfı da yüklediklerinden dolayı canlı-maddeci (hylozoist) olarak nitelendirilmişlerdir.
- İlk filozoflar sadece ilk kökeni değil, evrendeki hareket ve oluşu da gündemlerine
almışlardır.
MİLET OKULU DÜŞÜNÜRLERİ
Thales (M.Ö.624-546)
- Yunanlıların ahlak anlayışlarının şekillenmesinde önemli katkıları olan
bilge isimlere verilen yedi Bilge'den biridir (diğerleri: Kleobulos, Solon,
Khilon, Pittakos, Bia ve Periandros).
- Düşünce tarihinin ilk filozofu olarak bilinir. Geometriden astronomiye kadar
ilk filozofların taşımış olduğu çok yönlülüğü barındırır.
- Diğer filozoflarda da olduğu gibi kendi döneminin dünyasından, toplumsal
ve zihinsel yapıdan etkilenmiştir.
- Mitoslar yerine doğayı bizzat gözlemleyerek, doğanın kökenine inerek
açıklama yapmasından dolayı düşünce dünyasında da ilk olmuştur.
- Evrendeki tüm şeylerin sudan meydana geldiğini düşünmüş ve suyu
arkhe olarak belirlemiştir. Böylece evrendeki çokluğu tek bir kökene indirgemesi
bakımından da ilktir.
- Hylozoist bir tavırla maddeye (suya) canlılık, ruh atfetmiş ve bundan dolayı
da mitoslardan daha rasyonel bir tanrısallık ortaya atmıştır. Kimi yorumcular
tarafından Thales, bu özelliğinden ötürü, doğadaki canlı cansız
her şeyde bir tür tanrısallık bulan ve kabile esasına dayalı ilkel toplumların
bir özelliği olan animizmin son temsilcisi sayılmıştır.
Anaksimandros (M.Ö.611-549)
- Evrendeki tüm şeylerin kökeni (arkhe) olarak "apeiron" dediği ve nicelik
bakımından sınırsız/sonsuz, nitelik bakımından belirsiz bir yapıyı dile
getirmiş ve her şeyin ondan gelip ona döneceğini savunmuştur.
- Apeiron, sadece bir ilke olarak değil, aynı zamanda evrende hüküm süren
zıtlar arası mücadelenin de genel yasası olarak görülmüştür. Bundan
dolayı Anaksimandros evrende tek bir yasanın geçerli olduğunu dile
getirmesi bakımından da ilktir. Ancak bu yasa bir nevi mitoslardaki kader
(moira) düşüncesine de denk gelmektedir. Diğer taraftan apeironda
içkin olan yasa, zıtlar arasındaki ilişkiyi düzenler ve bu yasa zorunlu olduğu
kadar ahlaki nitelik de taşır. Zira zıt unsurların birbirlerinin yerini alması
haksızlık olarak görülmüştür.
- Arkhe sorununu bambaşka bir boyuta taşıyarak metafizik bir soyutlama
çerçevesinde ele aldığından dolayı düşünce tarihinde devamı gelmeyen
bir sıçrama olarak kabul edilmiştir. Hemen ardından gelen Anaksimenes
de tıpkı Thales gibi maddi bir unsur (hava) ortaya atarak bu soyutlamanın
gerisine düşmüştür.
- Evren düzenine ilişkin görüşlerinde "kozmos" sözcüğünün bütünlüklü bir
görünümü şeklinde ilk kullanan filozof olmuştur.
Anaksimenes (M.0.585-528)
- Milet Okulu'nun üçüncü ve son temsilcidir. Aperion gibi belirsiz bir yapının
evrendeki maddi çokluğu açıklamada güçlükler yarattığını düşünmüş
ve bunun yerine Thales'teki gibi somut bir arhke ortaya atmıştır (hava).
Ancak apeiron düşüncesindeki sınırsız ve sonsuz fikrinden de etkilenmiştir.
Arkhe olarak belirlediği havayı, hem maddi ve belirli bir yapı
hem de tanrısal nitelik taşıyan sınırsız/sonsuz bir yapı olarak görmüştür.
- Antik Yunan'da arkheden sonraki önemli sorun olan oluşa yönelik "nasıl?"
sorusunu havanın seyrekleşme/genleşme ve yoğunlaşma/büzülme
gibi hareketleri vasıtasıyla açıklamaya çalışmasından ötürü de diğerlerinden
ayrılmaktadır. Böylece diğer şeylerin, çokluğun nasıl teklikten
meydana geldiğini ilk kez açıklamaya çalışan filozof olmuştur. Buna göre
hava genleştikçe ateşe, yoğunlaştıkça da toprağa ve suya dönüşmektedir.
Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, sonraki Yunan düşünürlerinin büyük
bir kısmının gündemini meşgul edecek olan arkhe ve oluş sorununu ilk kez
ortaya koymuş ve bu sorunlara ilk cevaplar ortaya atmış olmaları bakımından
son derece önemlidirler. Milet düşünürleri sadece felsefe ile değil, matematik,
astronomi, coğrafya, dünyanın evrendeki konumu, canlıların kökeni gibi çok çeşitli
alanlarda da görüşler ortaya atmışlardır. Sözgelimi Thales kendi adıyla anılan
bir geometri teoremine imza atmış, Anaksimandros bilinen ilk dünya haritasını
çizmiş; başlangıçta tüm canlıların suda yaşadıklarını, oradan karaya çıktığını
söyleyerek evrim düşüncesinin atası olmuştur.
ÜNİTE 1
ANTİK YUNAN DÜNYASINA GENEL BİR BAKIŞ
Ünite ile ilgili bilgi:
Mitosların ve Yunan mitoslarının genel
özellikleri, Homeros-Hesiodik ve, Dionysosçu-Orpeusçu evren
düzeni, Antik Yunan'da site, yasa düzeni ile tarih yazıcılığı ve
tragedyalar hakkında bilgiler verilmektedir.
Ara sınav
Final-Bütünleme
6
2
MİTOSLARIN VE YUNAN MİTOSUNUN GENEL ÖZELLİKLERİ
Antik Yunan'da evrenin görünür karmaşasının ardında bir düzen arama uğraşıyla
doğan felsefe, bunu "kendini bil" sözünde anlamını bulan bir ahlaki hükümlülükle
pekiştiriyordu. Ancak karmaşanın ardında düzen arama çabası, felsefe
öncesi Yunan mitoslarında da yer bulmuştur. Mitoslardaki bazı kavramlar
felsefeye de girmiştir.
Mitoslar, evren düzenini doğaüstü güçlere sahip tanrısal veya yarı tanrısal
kahramanlar aracılığıyla açıklamaya çalışan efsanevi anlatılardır. Düşünce tarihinin
ilk evren anlayışları mitoslarda üretilmiş ve Antik Yunan (Eski Yunan) dönemi
felsefesinin şekillenişinde önemli etkilerde bulunmuştur. Felsefe ilk ortaya
çıktığında mitoslardaki doğaüstü öykülerle yüklü evrenin ilk düzen fikirleriyle
hesaplaşmıştır.
Bu süreç içerisinde insan aklının düzenli işleyişi, doğayı da düzenlemeli/sınıflandırmalı
bir formda algılama çabasını doğurmuş, önce mitoslarla sonra da
felsefenin çeşitli konularıyla buna yönelik çabalar oluşmuştur. İlk mitoslar evrenin
belirsizliğinin ardında bir düzen arama çabasından ve kendisinden daha
güçlü olana duyulan korkudan doğanın bir güç tarafından kontrol edildiği bir
açıklama biçimine götürmüştür. Dolayısıyla mitos temelli düzen anlayışı tanrısallık/
kutsallık taşır.
Mitos çağı insanının temel özelliği dış dünya ile kendisi arasına ya da dil ile
nesne arasına kesin bir ayırım koymamış olmasıdır. Yani epistemolojik açıdan
"gerçek olan" ile "düşüncede olan" arasında bir ayrım konulmamış, ontolojik
açıdan ise tüm varlıklar birbirine bağlı organik bir bütün içinde algılanmıştır.
(Epistemoloji, bilgiyi konu edinen felsefenin alt disiplinidir; Yunanca'da bilgi anlamına
gelen episteme sözcüğünden gelir. Ontoloji ise varlığı konu edinir; varlık
anlamına gelen ontos sözcüğünden gelir)
Yunan mitos diğer mitoslardan öz itibariyle aynı olsa da sözlü bir kültürde
gelişmiş olmasından dolayı yazılı dini metinler içeren Mısır ve Mezopotamya'daki
mitoslardan ayrılır. Bundan dolayı da yeni mitosların üretilmesine imkan
sağlayan dinamik, öykülemeci bir anlayışın oluşmasına ve böylece felsefenin
de kendi düzen anlayışını oluşturmasına tarihsel ve zihinsel bir zemin hazırlıyordu.
Yunanlıların bilinen ilk ve en büyük mitos yapıcıları olan Homeros ve Hesiodos'un
eserleri her ne kadar yazıya dökülmüş ise de ancak M.Ö. 4. yüzyıla
kadar sözlü kültür daima yazının önünde yer almıştır, bu öykülemeci dinamik
anlayış içerisinde Yunan mitosu iki görünüm kazanmıştır. Bunlardan birincisi
Homeros ve Hesiodos'un eserlerde karşılığını bulan Olimposcu düzendir. Yunan
toplumunun geleneksel inanışını yansıtan bu düzende evren düzeninin
Olimpos tanrılarına başvurarak açıklamaya çalışır. Diğeri ise M.Ö. 6.yüzyıldan
sonra yaygınlaşmaya başlayan ve esas olarak Doğu uygarlıklarından Yunan
toplumuna geçtiği düşünülen gizem öğretileridir.
HOMEROS VE HESİODOS
İkisinin de mitos yapıcısı olduğu Antik Yunan'da, Homeros'un M.Ö. 9.-
8.yüzyıllar arasında, Hesiodos'un ise M.Ö. 8.-7.yüzyıllar arasında yaşadığı sanılmaktadır.
Her ikisinin eserleri de geleneksel Yunan evren anlayışını taşır ve
uzun yıllar sitenin (polis) resmi inanışı olarak benimsenmiştir. Homeros, İlyada
ve Odysseia adlı destanlarında soylu/savaşçı değerlere dayalı bir toplum resmetmiştir.
Ruhu bedenden ayrı değil, onun bir parçası olarak gören Homeros,
ölümü istenir bir durum olarak görmediği için öteki dünyacı değil, bu dünyacı bir
evren düşüncesini yansıtmıştır. Bu evren düzeninde insan, payına düşen dünyevi
rolü yerine getirmesi, kendi iradesi dışındaki kozmik düzen ve Moira denilen
kör yazgıya boyun eğmek ile yükümlü kılınmıştır. Moria sözcüğü hem evren
düzenindeki belirsiz güce hem de kadere göndermede bulunmaktadır. Sonraları
Yunan felsefesinin en temel kavramlarından biri haline gelen olan "iyi" (agathos)
sözcüğü bu açıdan önem taşır. Evren, soy esaslı toplum düzeninin ya da
toprakların soylular tarafından pay ediliş şekli olan kur'anın kozmik bir yansıması
olarak görülmüştür.
Homeros'un tanrıları insana karşı zaman zaman hilekar, acımasız ve kıskançtır.
Ancak Homeros'un eserlerinin arka planında evrenin belli bir düzeni olduğu
ve insanın bu düzene uygun yaşaması fikri yatmaktadır. Felsefedeki düzen
arayışları da bu Homerik evren anlayışını daha akli, adil ve ahlaki yöne dönüştürme
çabası taşımıştır.
Yunan toplumunun soy esaslı Homerik düzenin zayıflaması, çiftçi ve tüccar
sınıfın güçlenmesi ile dönüşen yeni toplumsal süreçte yaşamış olan Hesiodos
ise bu dönüşümün yansımasını taşıyan bir evren düzenini resmetmiştir. Değerlerde
de dönüşümün gerçekleştiği bu süreçte artık soy esaslı değerler yerine
alın terini, emeği ve çalışmayı yücelten yeni değerler almış ve çeşitli sınıfların
mücadele ve hak arayışlarının bir yansıması olan adaletin de ön plana çıkmasini
beraberinde getirmiştir. Hesiodos, bu değerleri "çatışma", "çalışma", "mücadele"
anlamına gelen ve toprağa bağlılığı ifade eden eriş sözcüğü ile anlatmıştır.
Savaşçı soylu değerleri taşıyan kötü eriş eleştirilir, köylünün, işçinin alın
terini ifade eden iyi eriş yüceltilir.
Hesiodos, evrendeki tüm varlıkların Kaostan türediklerini söylemesi, kozmos
düzenine ilişkin ilk nedensel açıklamaları yapması, evrenin bir ortak kökenden
yola çıkarak açıklanması yolundaki ilk önemli adımdır. Yıllar sonra ilk filozoflar
da varlığın kökeni nedir şeklinde sorular soracaklardır. Evrende varlıkların
bir köken düşüncesinden doğduğuna yönelik açıklama, varlıkların önceliksonralık
şeklinde, yani var oluş sıralamasına göre bir algılayışı da beraberinde
getirmiştir.
Hesiodos'un Kaos'tan çıkan tanrılar olan Gaia'yı toprakla, Uranos'u ateşle,
Pontos'u suyla, Nyx'i havayla ilişkilendirerek evrendeki her varlığın belli bir elementten
türediğini ilk kez öne sürmesiyle, Empedokles ve Aristoteles başta olmak
üzere pek çok düşünürün de bundan etkilenmesine yol açmıştır. Benzer
şekilde Eros'u da tanrıların birleşmelerini sağlayan kozmik bir güç olarak betimlemesi,
sonraki doğa filozoflarının "tek doğa ilkesi" fikrine ilham kaynağı olmuştur.
Homeros'taki insanlara karşı ilgisiz, kıskanç, zalim tanrıların yerine Hesiodos'un
mitoslarında baş tanrı Zeus ağırlık kazanmış, Moira düşüncesi zayıflamış,
akıl, adalet, yasa ve barış gibi kavramlarla ilişkili olarak ön plana çıkmıştır.
Yunan mitosunda Zeus ve Dike'nin (adalet tanrıçası) giderek ağırlık kazanması,
felsefenin doğuşundan önce, mitosun kendi içinde de, daha akli ve adil bir
düzene yönelik arayışın bulunduğunu göstermektedir. Hesiodos ayrıca ideal
toplum olarak ilk insanlar olan Altın Soylular çağını işaret etmiş ve insanları
adalete çağırırken aslında köklerine dönmeyi, diğer kozmik unsularda olduğu
gibi insanın anlamının ve değerinin yine köklerinde yattığını savunmuştur.
DİONYSOS-ORPHEUS GİZEM ÖĞRETİLERİ
Doğu uygarlıklardan geçtiği düşünülen Dionysosçu-Orpheusçu gizem öğretileri
M.Ö. 6,yüzyıldan itibaren, Antik Yunan'da özellikle köleler, yabacılar, kadınlar
gibi toplumdan dışlanmış kimseler arasında güç kazanan, temelde ruhun
ölümsüzlüğünü, ruh göçünü (reenkamasyon), ölüm ötesi yaşam öğretilerini-
(Homerik-Hesiodik evren anlayışının tersine) öteki dünyacılığı savunan bir yapıya
sahiptir.
Gizemcilerin mitosuna göre insan kökeninde Tanrı Dionysos bebekken, bedeni
Titanlarca parçalanmış, buna karşılık Zeus şimşekleriyle Titanları cezalandırmış,
Dionysos ve Titanların küllerinden insan ırkı doğmuştur. Bundan dolayı
insan, hem Titanlardan kaynaklanan kötü bir yana, hem de Dionysos'tan kaynaklanan
iyi bir yana sahiptir. Orpheusçuluk, ruhun Titanik unsurlardan arındırılmasına
yönelik bir hayat tarzı önerir. Zira ruh, bedende tutsaktır, kurtulması
için de başta diyet olmak üzere ahlaki bir yaşam tarzı şart koşulur. Gizemciler
toplumdan dışlananlarda dayanır ve bundan dolayı da kurtuluşu ölümden sonraki
hayatta ararlar. Ruh göçü ile (reenkarnasyon) ruhun üç döngü ile tekrardan
yeni bir bedende var olacağına inanırlar. Bu düşüncelerden dolayı Homerik-Hesiodik
düzen anlayışından belirgin şekilde ayrılmışlardır. Gizemcilerin öğretileri,
başta Pythagorasçılar ve Platon olmak üzere Yunan filozoflarının bir kısmını
derinden etkilemiştir.
ANTİK YUNAN'DA SİTE (POLİS) VE YASA DÜZENİNİN GELİŞİMİ
Antik Yunan farklı sınıflardan meydana geliyordu. Zaman içerisinde tüccar,
işçi, köylü ve farklı ticaret sınıfları gelişim gösterdikçe, bu farklı sosyal sınıfların
hak talepleri ve mücadeleleri de artıyordu. Bu durum Yunan demokrasisinin temelini
ve yasa düşüncesinin gerekçesini, çatışan bu sınıfları uzlaştırma çabasını
beraberinde getiriyordu. Farklı sosyal sınıfların bir arada bulunmasının güvenliğini
sağlamak, soy temelli demos ya da deme yerleşimlerini, yani siteleri
(polis) de dönüşüme zorluyordu. Ölümlü insanın, her şeyin sonsuz bir dönüşüm
içinde olduğu kozmosta ölümsüz olana katılabilmesi ancak polis üretimle mümkün
sayılıyordu. Böylece özel alan ile kamusal alan arasındaki ayırım kalkmış
oldu ve güç kullanımının da şeklini değiştirerek, kaba kuvvetin yerine söz sanatının
almasına yol açıyordu. Meclislerde, mahkemelerde, spor müsabakalarında,
kamusal alanın her alanındaki sosyal sınıfların mücadelesi, evrendeki zıt
güçler arasındaki kozmik mücadelenin sosyal yansımasını taşıyordu. Ancak
Antik Yunan'da evren ve toplum düzeninde zıt güçler, daima uyum (harmonia)
ve sevgi (eros) gibi birleştirici ilkeler çerçevesinde düşünülmekteydi. Sitedeki
bu çatışmacı düzen, tüm evrende çatışmanın hüküm sürdüğünü düşünen Herakleitos
gibi sonraki düşünürlere de esin kaynağı oluşturuyordu.
Zıt güçler arasındaki güç mücadelesinde her sosyal sınıfın pay istemesine,
hak talep etmesine göndermede bulunan nomos'un, yani yasanın, yasa yapıcılık
faaliyetlerinin gelişimine zemin hazırlıyordu. Nomos köken olarak dağıtmak,
sınırlara ayırmak, paylara bölmek, her şeyi paylara bölmek anlamına gelmektedir.
Nomos, gücü ve adaleti birleştirse de öz itibariyle gücü adaletin teminatı
olarak kullanıyordu. M.Ö. 7.-6.yüzyıllardaki bu gelişimde Drakon, Solon (toplumun
soya göre değil, servete göre bölümlemede etkili olmuştur) ve Kleistenes,
Yunanlıların eski, geleneksel esaslı düzenini (thesmoi) aşamalı olarak bir yazılı
yasa olan nomoi düzenine dönüştürüyorlardı. Yasa yapıcılar (nomothetes)
tanrıların yeryüzündeki temsilcileri olmak iddiasıyla (Dike'nin/Adaletin), Yunan
kamu yaşamının temel yapı taşlarını meydana getirdiler. Site ve yasa düzeni,
sonraki filozofların başlıca sorun ve ilgi alanlarından birini oluşturacaktır.
YUNAN TARİH YAZICILARI
Yunan toplumunun farklılaşan sınıfsal ortamı ve mücadelesi ve bunun adalet
arayışının bir sonucu olarak söz (logos) sanatı yazılı hale dönüşmeye başlamıştır,
ilk düz yazı metinleri de genellikle tarih kitapları olmuştur. İlk tarih yazıcılar,
mitoslarla yüklü bir kültürde yaşadıkları için başlıca malzemeleri de mitoslar
olmuştur. Ancak bunları çeşitli şekillerde ayıklamışlardır. İlk büyük tarih
yazıcılarından biri olan Herodotos (M.Ö.5.yüzyıl) yaptığı akli eleştiriler ile bu
ayıklamada mitosları inandırıcılıklarına göre, Thukydides (M.Ö.5-4.yüzyıl) ise
gerçeğe yakınlıklarına göre ayıklamıştır. Batı dillerinde tarih sözcüğüne karşılık
gelen historia sözcüğü, Yunanca'da tanıklık etmek, soruşturmak, öğrenmeye
çalışmak anlamında kullanılıyordu. Bu özelliği, tarih yazıcılığının akılcı eleştirilerin
etkisinde kalmasından alıyordu. Tarih yazıcılığının babası sayılan Herodotos'un
eserlerine yansıtmış olduğu gözlemler kendisinden sonraki filozofları da
etkilemiştir. Yine Thukydides de tarih olaylarında insan aklının ve iradesinin (ki
bunu insanın amacına ilişkin yaşama arzusu, çıkar ya da yarara göre açıklar)
egemen olduğunu belirterek Yunan dünyasında akılcı eleştirilerin öncülüğünü
yapmıştır. Mitosun zamanla tanrılara ve evren güçlerine ilişkin doğaüstü öyküler
toplamı olmaktan çıkıp tarihsel anlatıya dönüşmesinde ve daha akli bir içeriğe
kavuşturulmasında bu ayıklama çabaları etkili olmuştur.
YUNAN TRAGEDYASI
M.Ö.6. yüzyıldan sonra toplumdan dışlanan kesim içinde giderek yükselen
Dionysos uygulamaları, site yöneticilerini bu gizemli düzeni resmileştirmesine
yol açmıştı. Aiskhylos, Sophokles ve Euripedes, Dionysos şenlikleri kapsamında
eserleri ilk sahnelenen tragedya temsilcileri olmuşlardır. Yunan insanının akli,
ahlaki ve kader sorunları içindeki mitoslarını tragedya yeniden yorumlayarak
Homerik-Hesiodik düzen anlayışına (Olimposçu/Moira düzenine), kaderin belirsiz
ve acımasız işlerine karşılık bir eleştiri olarak ortaya çıktı. Temelini Doğu uygarlıkların
gizemli ve ruhun ölümsüzlüğü inancından alan öğretiler tragedya sanatında
insan ruhunun iç dinamiklerini sorgulayarak Orphik-Pythagorasçı ruh
anlayışının keskinleşmesini doğurmuştur.
Bu sanatın ilk önemli isimlerinden Aiskhylos'un eserlerinde, insanın kader
karşısındaki acizliği/çaresizliği vurgulanmış, çatışan sosyal sınıflar arasında uzlaşmayı
öne çıkarmış, kader (maira) ve tanrısal adalet (Dike) kavramları uzlaştırılarak
uyum ve düzen gereksinimi ön plana çıkmıştır. Evren düzeninde güç ile
aklın uzlaşısı özlenmiştir. Eserlerinde kuşkudan çok inanç hakimdir. Bir ahlak
ve düzen sorunu işlenir ve genellikle, eserin sonunda bir uzlaşmaya varılır. Bu,
aynı zamanda Yunan toplumunda zıt güçlerin site demokrasisi içinde uzlaşma
arayışının da kozmik bir yansıması olmuştur.
Sophokles'in (M.Ö.496-406) eserlerinde ise farklı düzen anlayışları arasındaki
çatışmalar ve insanın kaderle olan mücadelesi ön plana çıkar. Evrende hüküm
süren tanrısal yasalarla sitede hüküm süren insani yasalar arasındaki çelişkiler
vurgulanır. Evrendeki kör kader, genelde tragedyanın kaynağı olarak
gösterilir. Sophokles, Sofistlerin ağırlığını hissettirdiği bir dönemde akla yönelik
aşın güveni, ölçüsüzlüğü de eleştirmiş ve uzlaşmanın önemini yüceltmiştir.
Euripedes'in (M.Ö.480-406) eserlerinde ise insan ön plana çıkmıştır. Onunla
birlikte tragedya sanatı insanileşmiş, olay örgüleri mitik olmaktan çıkıp toplumsallaşmıştır.
Sophokles'in eserlerinde insanın kaderi tanrıların elindedir
ama Euripedes'te insan ruhunun kendisi başlıca bir trajedi kaynağı olarak görülmüş
ve bu durum düzen anlayışına da yansımıştır. Tragedya kahramanlarının
önemli bir kaynağını da kendi ruhlarındaki çatışmalar oluşturur, insanın tutkularıyla
aklı arasındaki çatışmalar, trajedinin başlıca konusu olmuştur. Tragedya
sanatının özünde, insanın sosyal ve bireysel yaşamına ilişkin istekleriyle evren
düzeni arasındaki derin çelişki yatmaktadır. Evren, Yunan filozoflarınca giderek
daha ahlaki, akli ve adil bir planda ele alındıkça tragedya sanatı etkisini
yitirmeye başlamıştır.
ÜNİTE 2
FELSEFENİN ORTAYA ÇİKİSİ VE İLK
FİLOZOFLAR
Ünite ile ilgili bilgi:
Antik Yunan dünyasında felsefenin ortaya çıkmasını
sağlayan koşullar ile felsefenin düşünce tarihine getirdiği yenilikler,
özgünlükleri ve felsefe tarihi içinde önemli yer tutan Milet
Okulu düşünürlerinin görüşleri hakkındaki bilgilerin öğrenilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
FELSEFENİN ORTAYA ÇIKMASINI SAĞLAYAN KOŞULLAR
Felsefenin ortaya çıkış süreci Yunan mitosunun gelişim sürecindedir. Yunan
mitoslarında çok tanrılı düzenin baş tanrısı Zeus'un giderek önem kazanması
akıl, bilgelikle, adaletle ve yasayla ilişkili hale gelmesi ve Yunan mitosunun giderek
kendi içinde bir düzen arayışı içinde olması felsefenin ortaya çıkışında etkili
olmuştur. Ancak felsefe mitosların ortaya koyduğu evren anlayışı ile hesaplaşma
zamanla giderek ağırlık kazanmıştır. Mitosların Yunan dünyasında diğer
kimi dinlerdeki gibi kesin buyruklar içermemeleri kısmi bir özgürlük ortamı da
sunmuştur ve felsefe bu geleneksel inanışlara yönelik kuşku ve sorgulama akla
dayalı bir evren anlayışını da beraberinde getirmiştir. Felsefenin oraya çıkışında
etkili olan olgular şunlardır:
- Eski mitosların ahlaki bir içerikle donatılmasına, kaderin (moira) belirsiz
işlerince yönlendirilen eski kaos düzeninin akli temellere oturtulmasına
ve geleneksel mitosların yeni sosyal-siyasi gereksinimlerle uyumlu hale
getirilmesine duyulan ihtiyaç (bu aynı zamanda Aristoteles'in de Antik
Yunanda felsefenin gelişimi için sunmuş olduğu gerekçedir),
- Ticaretle zenginleşen Yunan sitelerinin, insanların felsefi meselelerle ilgilenmelerini
sağlayan gerekli imkan ve zamanı sunması ve diğer uygarlıklara
karşı ilgi ve hoşgörünün özellikle Doğu uygarlıklarının Yunan düşünürleri
üzerinde etkide bulunması,
- Sitede yasa fikrinin gelişmesi ve evren yasalarına ilişkin araştırmaları
olumlu yönde etkilemesi (ilk filozoflar, evreni ve düzenini daima bir yasa
veya ilke çerçevesinde açıklamaya çalışmışlardır),
- Sitede farklı sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve bunun sağladığı demokratik
ortam.
FELSEFE DÜŞÜNCESİNİN OZGUNLUGU
Felsefenin sağladığı yenilikler:
- Evren düzeninin dayandığı yasa ve ilkelerin insan aklı tarafından kavranabilecek
yapıda olduğunu kabul etmesi (her ne kadar tanrısallığı savunanlar
olmuş olsa da doğa yine de doğanın yasaları ile açıklanmaya çalışılmıştır),
- İlk filozoflar, evrende görünen bütün şeylerin ortak bir başlangıca, köke
dayandığını düşünmekteydiler. Kullanılan "arkhe" sözcüğü de başlangıç
ve ilk anlamında düşünülerek kullanılmıştır, ilk filozoflar daha çok doğanın
öz yapısıyla ilgilendiklerinden dolayı doğa araştırmacısı (physiko)
olarak anılmışlardır. "Physis" belli bir şeyin kendisinden yapıldığı öz
madde anlamında kullanılarak arkhe araştırmalarında physis denen yapının
özü bulmaya çalışılmıştır. Bilgelik sevgisi anlamına gelecek olan
(philo-sophia) felsefe sözcüğü ise daha sonra (muhtemelen Pythagorasçılar
tarafından) kullanılacaktır. Felsefeyi, doğaya yönelik ilk açıklamalardan
ayıran özellikleri ise şunlardır:
• Doğayı kendisinde bulunan ilkeler ile açıklama çabasında olduğu için içsel
ya da özseldir.
• Tüm doğal olguları aynı yöntemlerle incelemesinden dolayı sistematiktir.
• Pek az terim ve işlemle pek çok şeyi açıklamaya çalıştığı için ekonomiktir.
- Nihayetinde felsefe "ilke"ye dayalı düşünmeyi ortaya çıkarmıştır. Evrendeki
tüm olgular tek ilkeyle açıklanmaya çalışılmış, ilkenin geçerliliği ve
gücü tüm olguları açıklayabilme potansiyeline göre değişmiştir.
- Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi ilk filozoflar her şeyi bir köke
dayalı açıklarken, kökeni yani arkheye ruhsallık, aklilik, tanrısallık da
yüklemişlerdir. Her ne kadar maddeci gibi görünseler de arkheye canlılık
vasfı da yüklediklerinden dolayı canlı-maddeci (hylozoist) olarak nitelendirilmişlerdir.
- İlk filozoflar sadece ilk kökeni değil, evrendeki hareket ve oluşu da gündemlerine
almışlardır.
MİLET OKULU DÜŞÜNÜRLERİ
Thales (M.Ö.624-546)
- Yunanlıların ahlak anlayışlarının şekillenmesinde önemli katkıları olan
bilge isimlere verilen yedi Bilge'den biridir (diğerleri: Kleobulos, Solon,
Khilon, Pittakos, Bia ve Periandros).
- Düşünce tarihinin ilk filozofu olarak bilinir. Geometriden astronomiye kadar
ilk filozofların taşımış olduğu çok yönlülüğü barındırır.
- Diğer filozoflarda da olduğu gibi kendi döneminin dünyasından, toplumsal
ve zihinsel yapıdan etkilenmiştir.
- Mitoslar yerine doğayı bizzat gözlemleyerek, doğanın kökenine inerek
açıklama yapmasından dolayı düşünce dünyasında da ilk olmuştur.
- Evrendeki tüm şeylerin sudan meydana geldiğini düşünmüş ve suyu
arkhe olarak belirlemiştir. Böylece evrendeki çokluğu tek bir kökene indirgemesi
bakımından da ilktir.
- Hylozoist bir tavırla maddeye (suya) canlılık, ruh atfetmiş ve bundan dolayı
da mitoslardan daha rasyonel bir tanrısallık ortaya atmıştır. Kimi yorumcular
tarafından Thales, bu özelliğinden ötürü, doğadaki canlı cansız
her şeyde bir tür tanrısallık bulan ve kabile esasına dayalı ilkel toplumların
bir özelliği olan animizmin son temsilcisi sayılmıştır.
Anaksimandros (M.Ö.611-549)
- Evrendeki tüm şeylerin kökeni (arkhe) olarak "apeiron" dediği ve nicelik
bakımından sınırsız/sonsuz, nitelik bakımından belirsiz bir yapıyı dile
getirmiş ve her şeyin ondan gelip ona döneceğini savunmuştur.
- Apeiron, sadece bir ilke olarak değil, aynı zamanda evrende hüküm süren
zıtlar arası mücadelenin de genel yasası olarak görülmüştür. Bundan
dolayı Anaksimandros evrende tek bir yasanın geçerli olduğunu dile
getirmesi bakımından da ilktir. Ancak bu yasa bir nevi mitoslardaki kader
(moira) düşüncesine de denk gelmektedir. Diğer taraftan apeironda
içkin olan yasa, zıtlar arasındaki ilişkiyi düzenler ve bu yasa zorunlu olduğu
kadar ahlaki nitelik de taşır. Zira zıt unsurların birbirlerinin yerini alması
haksızlık olarak görülmüştür.
- Arkhe sorununu bambaşka bir boyuta taşıyarak metafizik bir soyutlama
çerçevesinde ele aldığından dolayı düşünce tarihinde devamı gelmeyen
bir sıçrama olarak kabul edilmiştir. Hemen ardından gelen Anaksimenes
de tıpkı Thales gibi maddi bir unsur (hava) ortaya atarak bu soyutlamanın
gerisine düşmüştür.
- Evren düzenine ilişkin görüşlerinde "kozmos" sözcüğünün bütünlüklü bir
görünümü şeklinde ilk kullanan filozof olmuştur.
Anaksimenes (M.0.585-528)
- Milet Okulu'nun üçüncü ve son temsilcidir. Aperion gibi belirsiz bir yapının
evrendeki maddi çokluğu açıklamada güçlükler yarattığını düşünmüş
ve bunun yerine Thales'teki gibi somut bir arhke ortaya atmıştır (hava).
Ancak apeiron düşüncesindeki sınırsız ve sonsuz fikrinden de etkilenmiştir.
Arkhe olarak belirlediği havayı, hem maddi ve belirli bir yapı
hem de tanrısal nitelik taşıyan sınırsız/sonsuz bir yapı olarak görmüştür.
- Antik Yunan'da arkheden sonraki önemli sorun olan oluşa yönelik "nasıl?"
sorusunu havanın seyrekleşme/genleşme ve yoğunlaşma/büzülme
gibi hareketleri vasıtasıyla açıklamaya çalışmasından ötürü de diğerlerinden
ayrılmaktadır. Böylece diğer şeylerin, çokluğun nasıl teklikten
meydana geldiğini ilk kez açıklamaya çalışan filozof olmuştur. Buna göre
hava genleştikçe ateşe, yoğunlaştıkça da toprağa ve suya dönüşmektedir.
Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, sonraki Yunan düşünürlerinin büyük
bir kısmının gündemini meşgul edecek olan arkhe ve oluş sorununu ilk kez
ortaya koymuş ve bu sorunlara ilk cevaplar ortaya atmış olmaları bakımından
son derece önemlidirler. Milet düşünürleri sadece felsefe ile değil, matematik,
astronomi, coğrafya, dünyanın evrendeki konumu, canlıların kökeni gibi çok çeşitli
alanlarda da görüşler ortaya atmışlardır. Sözgelimi Thales kendi adıyla anılan
bir geometri teoremine imza atmış, Anaksimandros bilinen ilk dünya haritasını
çizmiş; başlangıçta tüm canlıların suda yaşadıklarını, oradan karaya çıktığını
söyleyerek evrim düşüncesinin atası olmuştur.