- Katılım
- 9 Şub 2011
- Mesajlar
- 6,044
- Tepkime puanı
- 25
- Puanları
- 48
- Bölüm:
- İşletme
- Şehir:
- Bursa
İLKÇAĞ FELSEFESİ
ÜNİTE 3
PYTHAGORASÇILIK, HERAKLEİTOS VE
PARMENİDES
Ünite ile ilgili bilgi:
Pythagorasçıların, Herakletios'un
ve Parmenides'in temel felsefi görüşlerinin
öğrenilmesi ve açıklanabilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 |
2
PYTHAGORASÇILIK
Felsefe tarihinin ilk filozoflarını yetiştiren İyonya'nın özellikle Pers tehlikesiyle
yüz yüze kalması, buradaki insanların daha güvenli olan Güney italya'ya
(Elea) göç etmesi ve bu bölgede Dionysos-Orpheus gizem öğretilerinin yaygın
olması Yunan dünyasındaki felsefenin gelişimini de etkilemiştir. Bu gizemci öğretilerin
etkisinde kalan filozoflardan biri de M.Ö. 590/70 dolaylarında doğmuş
olan Pythagoras'tır.
Pythagoras, her ne kadar ardında yazılı bir eser bırakmamış olsa da öğrencileri
vasıtasıyla görüşleri bugüne ulaştığı için Pythagorasçılar olarak anılan bir
felsefeye vesile olmuştur. Pythagorasçılar geleneksel Homerik-Hesiodik mitoslar
ile Milet Okulu'nun cevap veremediği bazı inanç soruları üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Bunda Pythagoras'ın (sadece filozof değildi) gerek Milet felsefesinden
gerekse Orphik gizem öğretilerden yarı-dini, yarı felsefi bir inanç tarikatı
kurmasının da payı büyüktür. Ancak Pythagorasçılar Orpheusçuluğun gizemli
öğelerini mitos aracılığıyla değil, yeni bir dil ve söylem içerisinde felsefenin bilgelik
esası üzerine inşa ettiler (bilgeliği mitoslara göre değil, bilgide ve ahlakta
yetkinleşmede gördüler). Dilin düzeni ile hakikatin düzeni arasındaki uyum sorununu
da ilk kez bunlar gündeme getirmiş oldular. Pythagorasçıların diğer
özellikleri şöyle özetlenebilir:
- Evren anlayışı birbirleriyle ilişkili iki yargıya dayanır: (a) Evren (kosmos),
sayılara dayalıdır ve sayılar her şeydir, (b) Evren, uyumludur (harmonia).
Böylelikle matematiği de ayrı bir uğraş alanı haline dönüştürmüşlerdir.
Matematikteki başarıları, onları sayıların mükemmeliyeti fikrine götürmüştür.
Birbirinden farklı ve ilişkisiz gibi görünen pek çok olguyu sayılarla
açıklamaya çalışmışlardır. Müzikteki notalardan göz cisimlerin hareket
biçimlerine kadar her şeye sayısal bir açıklama getirmişlerdir.
- Duyu verilerine dayalı görünür evrenin ardında akılla kavranabilen sayısal
bir hakikat aramışlardır. Bu savunularından ötürü kendilerinden sonrakileri
de etkilemişlerdir.
- Harmonia adını verdikleri uyum, esasında sayısal uyuma bir göndermedir.
Ancak soyut bir sayısal yapının somut dünyayı nasıl şekillendirdiği
sorusunda ise evrende maddi yapıyı da kabul etmişlerdir. Bu yapı Anaksimenes'ten
de etkilendiklerini gösteren evrende kosmosu da aşıp genişleyen
sınırsız bir nefes ve soluktur (pneuma). Diğer unsur olan sayı
bu sınırsız, sonsuz yapıya düzen verendir. Böylece evren, iki unsurun bir
araya gelmesi ile varlık kazanır.
- Sayıları arkhe olarak kabul edip etmedikleri tartışmalardır. Ancak tüm cisimlerin
uzayda nokta ya da birimlerden oluştu fikri ve bazılarının evrendeki
tüm varlıklara sayı yüklenebileceği, hatta adaletin, canlılığın da
farklı sayılarla temsil edilebileceği düşüncesi kimi zaman keyfilik şeklinde
de yorumlanabilmiştir.
- Bütün evren zıtlar arasındaki uyumdan meydana gelir (Anaksimandros'tan
etkilendiklerini gösterir). En büyük zıtlık ilişkisi ise "sınırlı" ile "sınırsız"
arasında kabul edilir. Sınırlı sayılarla sınırsız pneuma (madde)
birleşerek görünür dünyayı meydana getirir. Pythagorasçılarda uyum,
haksızlıkların bir bedeli değil, zıt unsurların birbirleri içinde erimeleri anlayışına
dayanır. Adaletin, uyumun oluşması "ortalama" dedikleri pozisyonda
ararlar ve bu açıdan da Anaksimandros'tan ayrılırlar.
- Evren düzeninde zıtlar arasındaki ilişki, toplumsal ilişkilere de transfer
edilmiştir. Zıtların ortalamada erimesi Yunan dünyasındaki orta sınıfın
yükselmesi ile de ilişkilidir.
- Bazı pratik yaşam uygulamaları ile Yunan dünyasına yenilikler getirmişlerdir.
Pythagoras'm hem filozof hem de yarı dini inanç önderi olması ve
bu inancın temel amacını ruhların terbiye edilmesi, maddi unsurlardan
ruhları arındırıp yüceltmekti. Ruhun erginmesi adını verdikleri bu süreç,
perhizden müzik ve tıpa kadar geniş bir alanda sıkı bir eğitim müfredatına
dayanıyordu (dağılan Dionysos'un ruhunu bu ayinlerle yeniden birleştirmek).
- Pythagorasçılar felsefi hakikatlerden yarı-dini bir yaşam bilgeliği meydana
getirmekte yararlanmış ve evren düzenine ilişkin hakikatleri bir yaşam
bilgeliğine dayanak kılmışlardır.
- Pythagoras, cisimleşen bir grup ruhu (daemon) anlayışı geliştirmiş, grup
üyelerinin bu grup ruhuna katılarak birliğin meydana geleceğini savunmuştur.
Bütün insanları aynı bütünün parçaları olduğu fikrini doğurduğu
ve evrensel kardeşlik düşüncesini pekiştirdiği için önemlidir.
- Muhtemelen Doğu kaynaklı ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü (reenkarnasyon)
öğretisini Yunan dünyasında ilk dile getirenler olmuşlardır.
Pythagorasçılar ölümlü bedene karşılık, ruhun ölümsüz olduğunu, ölümden
sonra başka bir bedende yeniden hayat bulacağını, bu yeni hayatın
mevcut hayat sürecinde yapılan iyiliklere ve kötülüklere göre belirleneceğini
savunarak öte-dünyacı bir yaşam düzeni önermekteydiler.
- Felsefe ve dinin yanı sıra siyasi bir örgütlenme düzenine de sahiptiler ve
site düzenini, yasalarını önemsemişler, ideal insanın ancak ideal bir siteyle
mümkün olacağını savunmuşlardır. Üç tür insan ve bunlara karşılık
gelen üç tür hayatı dile getirmişlerdir. Kimilerinin para sevdiğini, kimilerinin
şöhret sevdiğini ve nihayetinde kimilerinin de bilgeliği sevdiğini
savunarak bilgelik (sophia) sevgisi (philo) anlamına gelen "philo-sophia"
ın kendileri için amaç olduğunu ve bunu mütevazı şekilde belirterek de
felsefenin bugünkü anlamını ilk verenler olmuşlardır.
HERAKLEİTOS (M.Ö. 544-484)
- Anaksimandros gibi evrende zıt güçler arası bir mücadelenin hüküm
sürdüğünü savunur, ancak onun gibi her türlü oluşu, değişimi hak ihlali
açısından değil, kozmik düzenin bir yasası olarak ele alır. Evrenin hakikatini
bilmek isteyen kişi, evrendeki değişim yasasını anlaması gerekir.
- Zıt unsurlar arası mücadeleyi evrenin görünür karmaşasının ardında yatan
kozmik bir akıl (logos) ile açıklar ve zıtlar arasında bitmez savaşın
düzenleyicisi sayılmaktadır.
- Antik Yunan filozoflarının hareketi ve değişimi genellikle olumsuz gören
(zira kesin bilgi değişmezlikten elde edilir diye düşünülürdü) tavrına karşılık
ayrıksı bir duruşla inkâr edilemeyecek bir hakikat olarak savunur.
- Kimileri Herakleitos'un ateşin dönüştürücü özelliğinden dolayı arkhe olarak
savunduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak ateş, logos ile ilişkilendirilerek
anlam kazanmaktadır. Muhtemelen ateş, kozmik akıl olan logosun
somut bir temsili veya tam kendisi olarak ele alınmıştır. Ancak bu nokta
belirgin değildir.
- Evren anlayışı, tıpkı bir çember gibi başı ve sonu aynı olan sonsuz döngüsellik
fikrine dayanır. Evreni meydana getiren zıt unsurlar, logos denilen
değişim yasasının sonsuz düzeninde birbirleriyle çatışıp dururlar.
- Evren düzenini meydana getiren yasallığa tanrısallık atfetmiştir. Kimi yorumcular
da Herakleitos'u tanrıyı, doğa, din, yasa ve ahlak gibi olguları
kendisinden meydana getiren ruh gibi sunmasından dolayı onu panteist
(var olan her şeyi tanrıyla özdeşleştirmek) olarak da nitelendirmişlerdir.
- Bir fragmanında "kendimi keşfettim" derken, bunu kimi yorumcular Herakleitos'un
tüm felsefesinin bir özeti olarak kabul etmişledir. Böylece
tüm evren anlayışı son kertede insanın kendisini tanıması, bilmesi yolunda
atılmış adımlara dönüşür.
- Sitenin ancak bilge kişiler tarafından yönetilmesi gerektiğini savunur.
- Evren yasalarına uygun yasaların gerektiğinde zorla toplumda itaat ettirilerek
uygulanmasını savunduğu için Yunan dünyasında en sert demokrasi
karşıtlarından biri olarak kabul edilir ve bu özelliğinden dolayı da
Platon'u etkilediği görülür.
PARMENİDES (M.Ö. 515-M.Ö. 440)
- Evren anlayışı akıl tarafından kavranabilen, adaletin ve yasanın hüküm
sürdüğü kurallı bir evren düzenidir.
- Peri Pyhseos (Doğa Üzerine) isimli eseri günümüze ulaşan fragmanlarından
biridir. Eserini, hakikati (aletheia) ve sanılan (doksa) konu alan iki
bölüme ayırmakta ve evren düzenine ilişkin üç görüş olduğunu savunmaktadır:
1- Aklı ve Dike'yi (hak-adalet) izleyenler
2- "Varlığın yok olduğunu" iddia edenler
3- "Varlığın hem var, hem yok olduğunu", yani oluşu savunanlar
- Evren ona göre biri duyu organlarımız diğeri de akılla kavranabilen iki
görünüme sahiptir. Bunlardan ilki tamamen bir yanılgıdır. Duyular bize
yokluk diye bir şeyin var olduğunu ve evrende değişimin hüküm sürdüğünü
söyler. Akıl ise yokluğu da değişimi de yadsımak gerektiğini bildirmektedir.
- Herakleitos, değişimi reddetmenin evrenin hakikatleriyle uyuşmadığını
savunurken Parmenides bunun aksine değişmenin varlığını kabul etmenin
büyük yanılgı olduğunu savunmuştur. Parmenides'e göre hakikatin
bilgisi evrendeki değişmezlikten elde edilebilir ve bu da duyu organların
yanılgısından sıyrılarak akılla kavranabilir, iki düşünür birbirlerine zıt istikamette
duyuların değişim ve değişmezlik konusunda yanılgılar yarattığını
ifade etmişlerdir. Bu tartışma, felsefe tarihinin de ilk en tipik polemiklerinden
biri olmuştur.
- Evrene duyularla değil, akılla bakıldığında her yerde bir ve aynı değişmezlik
bulunabilir.
- Düşünce tarihinde akıl yürütme disiplinini ilk kez açık biçimde kullanan
düşünür olmuştur.
Varlık Anlayışı:
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığı düşüncesini kanıtlamak açısından
varlık anlayışında her şeyi kaplayan bir kütle fikri vardır. Oluş için,
oluşacak olanın daha önceden olmamış olması, yani yok olması gerekir
(hareketin olması için boşluğun olması gerekir, ancak o da yoktur). Bu
yüzden de hareket ve oluş söz konusu olamaz. Var olan hiçbir şey hiçbir
zaman hiçbir süreçte "yok olma" durumunda olamaz.
- Varlık var olmayanlardan meydana gelmez ve ona indirgenemez. Varlık
zorunluluktan "bir" ve "öncesiz-sonrasız" olmalıdır.
- Varlık her yerde kendisine özdeştir ve bütün bu özellikleriyle, her köşesi
merkeze eşit uzaklıkta olan kusursuz bir küreyle karşılaştırabilir. Ancak
bu nitelik aslında evrenin sonlu bir yapı olduğu anlamına gelir. Böylece
varlık, zaman bakımından başlangıçsız ve bitimsiz olmakla birlikte,
uzam bakımından sınırlı ve sonludur. Ancak Parmenides, sonsuzluğu
eksiklik olarak görmektedir. Sonsuzluğu, hiçbir zaman tamamlanamayan
bir belirsizlik düşüncesini taşıması Pythagorasçılardan (evrenin ilk
maddesi kabul ettikleri pneumanın sınırsız ve eksikli bir yapı olduğunu
düşünmeleri) etkilendiğini göstermektedir.
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığını kanıtlamak için akıl yürütmeler
öne sürer. Varlığın yer kaplama, yokluğunsa boşluk olduğunu kabul
eder.
- En yüksek hakikat olarak gördüğü değişmez varlığı "Bir" diye adlandırır.
Bütün evren, kusursuz küre görünümündeki Bir'den ibarettir. Yunanlılar
değişimi eksiklikle ilişki gördüklerinden Bir'in eksiksiz, kusursuz yapı düşüncesinde
ise hiçbir değişime ihtiyaç yoktur.
- Parmenides'in düşüncesinde varlık ve düşünce, varlık ve dil, bir ve aynıdır.
"Kusursuz varlık" öğretisini insan düşüncesinin işleyişi ile ilişkilendirerek
düşünce ile varlığın aynı şey olduğunu savunmuştur. Bu yüzden
bir şey hakkında düşünmek için o şeyin öncelikle var olması gerekir fikri
vardır. Düşünce varlıktan başka bir şeyin düşüncesi değildir. Tek değişmez
varlık vardır, o da değişmeyen varlık olan Bir'dir.
ÜNİTE 4
EMPEDOKLES, DEMOKRİTOS,
KSENOPHANES, ANAKSAGORAS
Ünite ite ilgili bilgi:
Bu ünitede, Empedokles'in felsefi görüşlerini ve dört neden
öğretisini açıklayabilmek, Demokritos'un atomculuğunu tartışabilmek, 1 7
Ksenophanes'ın Yunan tanrı bilimindeki yerini kavrayabilmek ve Anaksagoras'ın
felsefi görüşleri ile Nous anlayışını tartışabilmek amaçlanmaktadır. Finaf-Bütünieme
EMPEDOKLES (M.Ö. 490-430)
- Parmenides'ten etkilenmiş, onun varlığa ve BİR'e ilişkin görüşlerini büyük
ölçüde benimsemiştir.
- Varlığın belli bir zamanda meydana gelmediğini ve sonradan da ortadan
kalkmayacağını savunmuştur.
- Parmenides gibi evrende boşluk olamayacağını düşünür. Ancak temel
felsefi amaçlarından biri Parmenides'in değişmez varlık anlayışı ile evrendeki
reddedilemez değişim olgusunu uzlaştırması bakımından da ondan
ayrılır.
- "Oluş" hakkında yeni öneri ortaya koyar: Ne meydana gelmektir ne de
yok olmaktır. Meydana gelme ve yok olma'yı Parmenides'in varlığın içindeki
bazı temel unsurların birleşmesinden ya da ayrıştırmasından ibaret
görür. Empedokles dört unsurun ya da dört elementin (toprak, su, hava
ve ateş) birbirleriyle çeşitli şekilde karışımından evrendeki tüm var olmaların
ve hareketin meydana geldiğini düşünmüştür. Kendisinden önceki
tek unsurla evreni açıklayıcı felsefelerin sorunlarını böylece bu dört unsurun
da aynı derece belirleyici olduğunu belirterek sorunu aşmaya çalışmış
ve felsefe tarihinin en uzun ömürlü öğretisini (kendisinden sonrakiler
tarafından da kullanılacaktır) ortaya koymuştur.
- Bu dört unsurun nitel açıdan bir diğerine dönüşmesi mümkün değildir.
Değişim nicel boyutta, çeşitli oranlarda, sayılarda ve şekillerdeki kombinasyonlar
sonucunda meydana gelmektedir. Kimi düşünürler Empedokles'in
bu dört unsurunu Homeros'a kadar götürebilmektedir. Bu dört unsur
felsefe tarihinde genellikle, birbirine indirgenememelerinden dolayı
"çoğulcu maddecilik" olarak nitelendirilmektedir.
- Evrendeki tanrısallığı akılla ilişkilendirmiş, evrendeki her şeyin kendine
göre bir aklı olduğunu savunmuştur. (Her şeyin bir ruhsallık, akıl ya da
canlılık taşıyarak evrensel unsurları kardeşlik mayasında birleştirmeye
çalışan Pythagorasçı düşüncenin bir yansıması olduğu düşünülmektedir).
- Moira düzeninden akıl esaslı evren düzenine geçişte önemli bir aşama
olmuştur.
- Parmenides'in Varlık'ın kendisinde değişimin olmayacağı yönündeki düşünceyi
dört temel unsurun da kendi içinde değişemeyeceği düşüncesinde
etkili olmuştur. Bu dört unsur bu haldeyken değişim nasıl olmaktadır?
: Kendilerinde hareket yoktur ancak hareket ettirilmektedirler. Maddeden
bağımsız, kozmik bir güç olarak iki hareket ilkesi benimsenmiştir.
Bunlar hareketi meydana getiren SEVGİ (philotes, Aphrodite) ve NEFRET'tir
(Neikos, Kotos). Sevgi, temel dört unsuru sonsuz bir dönüşüm
içerisinde birleştirirken, Nefret ayrıştırır. Evrendeki tüm oluş ve değişim,
bu iki ilke doğrultusunda bir araya gelerek ya da ayrışarak meydana gelmektedir.
- Şeylerin Sevgi yoluyla birleşmelerinin doruk noktası, Nefretin tamamen
ortadan kalktığı ve evrendeki formların eksiksizce karışıp mükemmel birlik
haline geldikleri tanrısal bir esenlik durumudur. Evren düzeni ise birbirine
zıt olan bu dört unsurun tam orta noktası, ideal bireşimi olarak görmüştür.
(Parmenides'in andıracak şekilde, bu tanrısal birlik durumunu
Empedokles "küre"(sphairos) olarak adlandırmıştır).
- Evrendeki her şey keyfi değil, bir zorunluluk sonucu oluşmaktadır. Bu
zorunluluğu "Ananke" sözcüğü ile anmıştır ancak bu zorunluluğun evren
için kaçınılmaz bir kader mi (moira) ya da belli bir amaca ulaşmak için
ereksel (telos) bir güdü müydü pek net değildir.
- Bilgi için, kendi çağdaşları gibi duyuların sağladığı bilgiden kuşku duymuştur
(Aklı duyuların önüne geçirmiştir). Evrene duyularıyla yaklaşan
biri, var olma ya da yok olma gibi olgularla düşünmeye başlayacağını,
ama akıl yolu ile yaklaşanın evrenin, dört elementin Sevgi ve Nefret yolu
ile bir araya gelmelerinden veya dağılmalarından ibaret olduğunu görebileceğini
savunmuştur.
- Ruh anlayışı Pythagorasçılara dayanmakla birlikte onun ruh anlayışını
kendi özgün öğretisi çerçevesinde ele almıştır. Ruhun da dört temel unsurun
belli bir terkibinden meydana geldiğini ortaya koymuştur. Pythagorasçılar
gibi ruhu bedenden ayırmaz. Ruh göçünü savunur. Madde dünyasının
üzerinde ikinci ve daha yüksek bir mutlu ruhlar (daimones) dünyasının
bulunduğunu, bu dünyanın da günahlarla kirlenmemiş ölümsüz
ruhların sonsuza dek yaşadığı bir dünyadır. Kirlenmişler ise bir bedenden
başka bedene geçip duranlardır. Böylece dünyayı insan ruhu için
düşüş alanı olarak görmüştür ve yüksek âleme erişme amacı gütmüştür.
Ruhu, Tanrıdan uzaklaşan ve yine ona dönmeyi arzulayan bir sürgün
hali olarak kabul etmiş ve tüm insanların bunun için Sevgi tanrıçası Aphrodite'e
tapmalarını önermiştir.
DEMOKRITOS (M.O. 460-360)
- Empedokles'in "çoğulcu maddecilfk" anlayışının üzerine, daha tutarlı ve
bütünlüklü olarak "atomculuk" şeklinde adlandırılan görüşler bina etmiştir.
Demokritos'un atomculuğu, Parmenides'in varlık anlayışı olan boşluğu
ve oluşu reddeden, mantıksal içerikli akıl yürütmelerle doğa dünyasını
baştan sona mantıksal bir içerikle kavrayan bakış açısından önemli izler
taşır. Ancak Parmenides'ten boşluğun yani yokluğun varlığını kabul
etmesi bakımından ondan ayrılır. Atomculuk anlayışında doğa düzenini
Elea mantığının etkilerinden korumaya yönelik girişimde bulunmuş olması
ise onu Parmenides'e yaklaştırır.
- Demokritos'a göre evrendeki her şey, kendi içlerinde hiçbir boşluk içermeyen,
yine kendi içlerinde değişmez ve parçalanmaz olan, sonradan
var olmamış ve yok olmayacak olan bazı temel unsurlardan oluşmaktaydı.
Bu unsurlara "parçalanmaz", "bölünmez" anlamına gelen "atom" adını
vermiştir. Atomlara atfettiği tüm özellikler Parmenides'in varlığa atfettiği
özelliklerle aynıdır. Ancak Parmenides'in birciliğinin (monizm) tersine
parçalanmaz atomların sonsuz sayıda olduklarını ileri sürmüştür. Aslında
atomculuğun kurucusu Pythagorasçılardan etkilenen Leukippos'tur.
- Demokritos'a göre atomlardan ve boşluktan başka bir şey yoktur. Tüm
evren düzeni, boşlukta birbirleriyle birleşen ve birbirlerinden ayrışan
atomlardan ibarettir. Tüm oluş onların bir araya gelip dağılmalarıdır. Evrendeki
her şey, onların oluşturdukları farklı bireşimlerden ibarettir. Böylece
hareketi de maddeden ve varlıktan ayrı tutmayarak Empedokles'ten
ayrılmış ve hareketi maddeye yüklemiştir.
- Atomların hareketi rastlantısal değildir, evrendeki her şey bir zorunluluğa
bağlı olarak olup bitmektedir. Birbirlerine benzeyen atomlar zorunlulukla
bir araya gelmekte ve biçimlerine göre hareket şekli almaktadırlar
(örneğin köşeli yapılardaki atomlar daha yavaş hareket ederken yuvarlak
yapılı atomlar daha hızlı hareket edebilir). Bu anlayış mekanik hareketi
akla getirmektedir. Atomların hem fiziksel hem mantıksal/geometrik
özelliklere sahip olduğunu ifade etmiştir. Fiziksel özellikler ikincildirler
(renk, koku, şekil gibi görünür veya hissedilir) ve duyulara hitap ederler.
Mantıksal/geometrik özellikler ise ancak akılla kavranabilirler ve atomların
değişmezliklerinden sorumludurlar. Bu noktada ayrı iki evren değil,
tek evrenin bize hitap eden iki yönü söz konusudur. Böylece değişim ve
değişmezlik arasındaki tartışmaya da kendince bir çözüm getirmiş oluyordu.
- Demokritos'a göre ruh bile atomların oluşturduğu bir birleşimden ibarettir.
Ancak ruhu oluşturan atomlar çok daha ince ve yuvarlak yapıda olduğundan
diğerlerine göre daha hareketlidirler. Bu anlayışta ruh elbetteki
ölümsüz değildir çünkü beden ölünce ruh atomları da kendiliklerinden
dağılıp ölmektedirler.
- Evren düzeninde doğanın tanrısallıkla ya da canlılıkla olan bağı kopartılmış
ve ayrı iki kategori olarak düşünülmüştür. Zira ruhsallık maddede
biçim kazanan bir yapı değil, bizzat maddeden (atomlardan) oluşan ayrı
bir yapıdır. Hareket ise maddenin kendiliğinden bir şey değil, maddeler
ya da atomlar arasında bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Hareket,
maddeler arasında itilim ya da çekilim gücüdür.
- Dil ile nesne arasındaki organik ilişkiyi koparmıştır. Adların nesnelere
keyfi olarak sembolleştirmek amacıyla verildiklerini ve adın nesneye doğal
olarak ait olmadığını ilk kez açıkça dile getirmiştir. Böylece dil-varlık
ilişkisini geri dönmemecesine koparmıştır. (Bu anlayış Sofistleri ve Platon'u
etkilemişti).
- Ahlak ve toplum düzeninde en büyük iyiliğin ruhun duruluğunda, ruhun
sevincinde (euthymie) ve mutluluğunda (udaimonie) bulmuştur. Bunlara
ise belli zorunlulukla işleyen doğaya göre yaşamakla ve ölçülükle erişilebilir.
Doğa düzenine göre bir hayatı ortaya koyması kader inancını da
ikinci plana itmiştir. Bununla birlikte hazzı reddetmemesi Platon'u da etkilemiş,
diğer düşünürler gibi yasalara saygınlığı önemsemiş, yasanın
da yeterli olmayıp insanların yasalara uymaya yöneltecek ölçü ahlakının
da tamamlanması gerektiğini düşünmüştür.
KSENOPHANES (M.Ö. 570-480)
- Çağdaşları gibi evrenin nasıl oluştuğu ve ana maddenin ne olduğuna
ilişkin konulardan çok Yunan dünyasının geleneksel tanrı anlayışına
(Homerik-Hesiodik Olimposçu çok tanrı düzeni) felsefedeki belki de en
etkili eleştiriyi yöneltmiş ve onun yerine "hep göz, hep düşünme, hep kulak"
olarak özetlediği kozmik ölçekte bir güce sahip tanrısallık önermiştir.
Farklı toplumlarda farklı tanrıların olmasını eleştirmiş ve felsefi içerikli
ve evrensel bir tanrısallık anlayışı geliştirmiştir. Bu aynı zamanda evreni
tek bir ilke ile açıklama eğilimine de uygun bir tutum sayılabilir.
- Ksenophanes'in ortaya koyduğu Tanrı anlayışı, kozmolojik-ontolojik olmanın
yanı sıra hem sosyal ve ahlaki bir içeriğe bürünen hem de insan
biçimli unsurlardan ayıklamayı amaçlayan bir karaktere sahiptir. Tanrının
evrensel unsurları düşünmeyle kımıldatıp düzenlediğini söyleyerek akıl
kavramını teolojiye sokan isim olmuştur.
- Ksenophanes'in geliştirmiş olduğu tanrı anlayışı Milet düşünürlerinin biriktirmiş
olduğu düşünsel altyapıya dayanır. Sözgelimi Anaksimandros
arkhe olarak ortaya koyduğu apeiron'a Homerik tanrıların bir özelliği
olan ölümsüzlüğü atfederek, onu bir anlamda kozmik düzenin egemen
tanrısallığı olarak görmekteydi. Ksenophanes ise mitoslarda ortaya konulan
tanrısallık anlayışı ile filozoflar tarafından geliştirilen tanrısallık anlayışları
arasında bir sentez yapmayı amaçlamıştır. Olimposçu düzende
Zeus'un giderek ağırlık kazanması aynı zamanda Ksenophanes'in de
"en güçlü tanrı" öngörmesini besleyen bir altyapı sunuyordu.
- Ksenophanes'te tanrının evren içindeki konumu belirgin olarak verilememiştir.
Tanrıya sadece evreni kıpırdamadan akıl gücüyle hareket ettirme
gücü atfedilmiştir.
- Evren düzenini maddi temelde kavramıştır. Kimi yorumcular onun toprağı
ve suyu evrenin arkhesi olarak ortaya koyduğunu, kimi yorumcular da
onun tanrının evrenin birliği ve bütünlüğünü sağlayacak şekilde ortaya
koyduğunu ifade ederek panteist olduğunu iddia etmişlerdir.
- Ksenophanes'e göre insan tanrıya ve evrene ilişkin kesin bilgiye erişemez.
Kesin bilgi tanrıya hastır. Tanrı bilgisi, insan bilgisinden bedensel
organların yardımı olmaksızın tanrısal akıl yolu ile "bütün olarak" kavrama
özelliğinden dolayı ayrılır,
- Tanrının, iyi, kötü, ahlak, adalet gibi insani yönlerle ilgili bir tanrının öncülüğünü
yapmış olması kendisinden sonrakileri de etkilemiştir.
ANAKSAGORAS (M.Ö. 500-428)
- Pek çok Yunan düşünürü gibi iyonya kökenlidir; ancak yaşadığı dönemde
siyasi, kültürel ve düşünsel bir merkez haline dönüşen Atina'ya yerleşmiş,
felsefenin bu kentte etkinlik kazanmasını sağlamış ve Atina'yı
neredeyse tek başına idare etmekte olan Perikles'e dostluk ve hocalık
yapmıştır.
- Empedokles gibi dört temel unsurdan herhangi birinin diğerine dönüşme
imkanını reddetmektedir (örneğin ateşin suya dönüşemeyeceği düşüncesi).
- Evrende bir hareket ve dönüşümün olduğunu kabul etmekle birlikte
"oluş" ve "yok olma"yı reddetmiştir.
- Empedokles'in evreni dört unsurla açıklama çabasının tersine, evrenin
sonsuz sayıda unsurdan meydana geldiğini düşünmüştür. Bu sonsuz
sayıdaki unsuru "spermata" (tohum) sözcüğü ile ortaya koymuştur. Tüm
görünür evren sonsuz sayıdaki spermatanın (birbirlerinden koku, renk
ve şekil vb. bakımdan farklı olan) çeşitli şekillerde birleşmesinden (Empedokles'in
dört unsurunu bile) meydana gelmiştir. Evreni meydana getiren
tözlerin sonsuz sayıda olmasını belirtmesi, onu Empedokles ve Demokritos
gibi "çoğulcu maddeciler" safına yerleştirmiştir.
- Sonsuz sayıdaki spermata, Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcındaki
"kaos" durumunda birbirleri üzerinde üstünlük kurmadıkları ve birbirine
tam karışmış şekildedirler. Her şey, her şeydeydi ve bu kaotik ortamda
şeyleri diğerlerinden ayıran henüz ayırıcı bir nitelik yoktu. Kaotik durumdan
çıkışı ve kosmosa (düzen) dönüşü sağlayan güç ise kozmik ölçekte
ve tanrısal nitelikli bir aklı ifade eden "Nous"tur (Akıl).
- Demokritos'un hareketi maddeden ayrı bir ilke olarak ele alan anlayışını
benimsemiş ve Empedokles'in iki hareket ilkesi yerine tek ilke ile açıklamaya
gitmiştir. Anaksagoras, Nous'u, yani aklı evrenin oluşunu ve tüm
düzenini sağlayan güç olarak sunan ilk filozof olarak kabul edilmektedir.
- Nous'un temel etkinliği başlangıçta kaotik durumda olan şeyleri birbirlerinden
ayrıştırarak düzenlemektir. Ancak Nous'un şeylerin ayrılmasına
yönelik yönlendirici gücü bütünüyle yeterli olamayabilir. Bundan dolayı
da evrende hiçbir şey saf ve arı halde değildir. Her şeyde her şeyden bir
miktar ay bulunmaktadır. Örneğin evrende arı toprak, su ya da ateş bulunmaz.
Bunlar daima birbirleriyle bir miktar karışmış durumdadır. Bu kuralın
tek istisnası Nous'tur. Zira bazı şeyler Nous'tan bir miktar pay taşısalar
da, Nous'un kendisi yalın ve katıksız haldedir.
- Her şeyin başka bir şeyden bir miktar pay taşırken nasıl birbirlerinden
farklı görünüme sahip olduğuna yönelik olarak da o şeyde "baskın niteliğin"
yüksek olmasını gerekçe göstermiştir. Baskın nitelik aslında "üstün
nitelik" olarak düşünülmüştür. (Örneğin bir şeyin altın olma sebebi, altın
olma niteliğinin onda baskın biçimde bulunuyor oluşundandır. Modern
bilimde genetikte kullanılan baskın ve çekinik genler de bu ilkeyi anlamak
için yardımcı olabilir).
- Ruhu bedenden, aklı maddeden kesin bir biçimde ayıran ve biri duyularımıza
hitap eden, ötekisi yalnızca akılla kavranabilen iki alem öngören
anlayışa "metafizik ikicilik" (metafizik düalizm) denilmektedir. Anaksagoras'ın
Nous'u spermatalardan (maddeden) ayırması, bazı yorumculara
göre metafizik öncülüğün öncüsü olduğuna yönelik değerlendirmelere
yol açmıştır. Bazı yorumculara göre de Nous'un bazı maddelerde bulunması,
düşünen-maddenin varlığına işaret etmektedir. Bu anlayış Nous'u
en küçük madde parçacıklarından kosmostaki kozmik akla (logos) ve
Herakleitos'un ateşe yüklediği işleve kadar sirayet edebilmektedir.
ÜNİTE 3
PYTHAGORASÇILIK, HERAKLEİTOS VE
PARMENİDES
Ünite ile ilgili bilgi:
Pythagorasçıların, Herakletios'un
ve Parmenides'in temel felsefi görüşlerinin
öğrenilmesi ve açıklanabilmesi.
Arasınav
Final-Bütünleme
6 |
2
PYTHAGORASÇILIK
Felsefe tarihinin ilk filozoflarını yetiştiren İyonya'nın özellikle Pers tehlikesiyle
yüz yüze kalması, buradaki insanların daha güvenli olan Güney italya'ya
(Elea) göç etmesi ve bu bölgede Dionysos-Orpheus gizem öğretilerinin yaygın
olması Yunan dünyasındaki felsefenin gelişimini de etkilemiştir. Bu gizemci öğretilerin
etkisinde kalan filozoflardan biri de M.Ö. 590/70 dolaylarında doğmuş
olan Pythagoras'tır.
Pythagoras, her ne kadar ardında yazılı bir eser bırakmamış olsa da öğrencileri
vasıtasıyla görüşleri bugüne ulaştığı için Pythagorasçılar olarak anılan bir
felsefeye vesile olmuştur. Pythagorasçılar geleneksel Homerik-Hesiodik mitoslar
ile Milet Okulu'nun cevap veremediği bazı inanç soruları üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Bunda Pythagoras'ın (sadece filozof değildi) gerek Milet felsefesinden
gerekse Orphik gizem öğretilerden yarı-dini, yarı felsefi bir inanç tarikatı
kurmasının da payı büyüktür. Ancak Pythagorasçılar Orpheusçuluğun gizemli
öğelerini mitos aracılığıyla değil, yeni bir dil ve söylem içerisinde felsefenin bilgelik
esası üzerine inşa ettiler (bilgeliği mitoslara göre değil, bilgide ve ahlakta
yetkinleşmede gördüler). Dilin düzeni ile hakikatin düzeni arasındaki uyum sorununu
da ilk kez bunlar gündeme getirmiş oldular. Pythagorasçıların diğer
özellikleri şöyle özetlenebilir:
- Evren anlayışı birbirleriyle ilişkili iki yargıya dayanır: (a) Evren (kosmos),
sayılara dayalıdır ve sayılar her şeydir, (b) Evren, uyumludur (harmonia).
Böylelikle matematiği de ayrı bir uğraş alanı haline dönüştürmüşlerdir.
Matematikteki başarıları, onları sayıların mükemmeliyeti fikrine götürmüştür.
Birbirinden farklı ve ilişkisiz gibi görünen pek çok olguyu sayılarla
açıklamaya çalışmışlardır. Müzikteki notalardan göz cisimlerin hareket
biçimlerine kadar her şeye sayısal bir açıklama getirmişlerdir.
- Duyu verilerine dayalı görünür evrenin ardında akılla kavranabilen sayısal
bir hakikat aramışlardır. Bu savunularından ötürü kendilerinden sonrakileri
de etkilemişlerdir.
- Harmonia adını verdikleri uyum, esasında sayısal uyuma bir göndermedir.
Ancak soyut bir sayısal yapının somut dünyayı nasıl şekillendirdiği
sorusunda ise evrende maddi yapıyı da kabul etmişlerdir. Bu yapı Anaksimenes'ten
de etkilendiklerini gösteren evrende kosmosu da aşıp genişleyen
sınırsız bir nefes ve soluktur (pneuma). Diğer unsur olan sayı
bu sınırsız, sonsuz yapıya düzen verendir. Böylece evren, iki unsurun bir
araya gelmesi ile varlık kazanır.
- Sayıları arkhe olarak kabul edip etmedikleri tartışmalardır. Ancak tüm cisimlerin
uzayda nokta ya da birimlerden oluştu fikri ve bazılarının evrendeki
tüm varlıklara sayı yüklenebileceği, hatta adaletin, canlılığın da
farklı sayılarla temsil edilebileceği düşüncesi kimi zaman keyfilik şeklinde
de yorumlanabilmiştir.
- Bütün evren zıtlar arasındaki uyumdan meydana gelir (Anaksimandros'tan
etkilendiklerini gösterir). En büyük zıtlık ilişkisi ise "sınırlı" ile "sınırsız"
arasında kabul edilir. Sınırlı sayılarla sınırsız pneuma (madde)
birleşerek görünür dünyayı meydana getirir. Pythagorasçılarda uyum,
haksızlıkların bir bedeli değil, zıt unsurların birbirleri içinde erimeleri anlayışına
dayanır. Adaletin, uyumun oluşması "ortalama" dedikleri pozisyonda
ararlar ve bu açıdan da Anaksimandros'tan ayrılırlar.
- Evren düzeninde zıtlar arasındaki ilişki, toplumsal ilişkilere de transfer
edilmiştir. Zıtların ortalamada erimesi Yunan dünyasındaki orta sınıfın
yükselmesi ile de ilişkilidir.
- Bazı pratik yaşam uygulamaları ile Yunan dünyasına yenilikler getirmişlerdir.
Pythagoras'm hem filozof hem de yarı dini inanç önderi olması ve
bu inancın temel amacını ruhların terbiye edilmesi, maddi unsurlardan
ruhları arındırıp yüceltmekti. Ruhun erginmesi adını verdikleri bu süreç,
perhizden müzik ve tıpa kadar geniş bir alanda sıkı bir eğitim müfredatına
dayanıyordu (dağılan Dionysos'un ruhunu bu ayinlerle yeniden birleştirmek).
- Pythagorasçılar felsefi hakikatlerden yarı-dini bir yaşam bilgeliği meydana
getirmekte yararlanmış ve evren düzenine ilişkin hakikatleri bir yaşam
bilgeliğine dayanak kılmışlardır.
- Pythagoras, cisimleşen bir grup ruhu (daemon) anlayışı geliştirmiş, grup
üyelerinin bu grup ruhuna katılarak birliğin meydana geleceğini savunmuştur.
Bütün insanları aynı bütünün parçaları olduğu fikrini doğurduğu
ve evrensel kardeşlik düşüncesini pekiştirdiği için önemlidir.
- Muhtemelen Doğu kaynaklı ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü (reenkarnasyon)
öğretisini Yunan dünyasında ilk dile getirenler olmuşlardır.
Pythagorasçılar ölümlü bedene karşılık, ruhun ölümsüz olduğunu, ölümden
sonra başka bir bedende yeniden hayat bulacağını, bu yeni hayatın
mevcut hayat sürecinde yapılan iyiliklere ve kötülüklere göre belirleneceğini
savunarak öte-dünyacı bir yaşam düzeni önermekteydiler.
- Felsefe ve dinin yanı sıra siyasi bir örgütlenme düzenine de sahiptiler ve
site düzenini, yasalarını önemsemişler, ideal insanın ancak ideal bir siteyle
mümkün olacağını savunmuşlardır. Üç tür insan ve bunlara karşılık
gelen üç tür hayatı dile getirmişlerdir. Kimilerinin para sevdiğini, kimilerinin
şöhret sevdiğini ve nihayetinde kimilerinin de bilgeliği sevdiğini
savunarak bilgelik (sophia) sevgisi (philo) anlamına gelen "philo-sophia"
ın kendileri için amaç olduğunu ve bunu mütevazı şekilde belirterek de
felsefenin bugünkü anlamını ilk verenler olmuşlardır.
HERAKLEİTOS (M.Ö. 544-484)
- Anaksimandros gibi evrende zıt güçler arası bir mücadelenin hüküm
sürdüğünü savunur, ancak onun gibi her türlü oluşu, değişimi hak ihlali
açısından değil, kozmik düzenin bir yasası olarak ele alır. Evrenin hakikatini
bilmek isteyen kişi, evrendeki değişim yasasını anlaması gerekir.
- Zıt unsurlar arası mücadeleyi evrenin görünür karmaşasının ardında yatan
kozmik bir akıl (logos) ile açıklar ve zıtlar arasında bitmez savaşın
düzenleyicisi sayılmaktadır.
- Antik Yunan filozoflarının hareketi ve değişimi genellikle olumsuz gören
(zira kesin bilgi değişmezlikten elde edilir diye düşünülürdü) tavrına karşılık
ayrıksı bir duruşla inkâr edilemeyecek bir hakikat olarak savunur.
- Kimileri Herakleitos'un ateşin dönüştürücü özelliğinden dolayı arkhe olarak
savunduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak ateş, logos ile ilişkilendirilerek
anlam kazanmaktadır. Muhtemelen ateş, kozmik akıl olan logosun
somut bir temsili veya tam kendisi olarak ele alınmıştır. Ancak bu nokta
belirgin değildir.
- Evren anlayışı, tıpkı bir çember gibi başı ve sonu aynı olan sonsuz döngüsellik
fikrine dayanır. Evreni meydana getiren zıt unsurlar, logos denilen
değişim yasasının sonsuz düzeninde birbirleriyle çatışıp dururlar.
- Evren düzenini meydana getiren yasallığa tanrısallık atfetmiştir. Kimi yorumcular
da Herakleitos'u tanrıyı, doğa, din, yasa ve ahlak gibi olguları
kendisinden meydana getiren ruh gibi sunmasından dolayı onu panteist
(var olan her şeyi tanrıyla özdeşleştirmek) olarak da nitelendirmişlerdir.
- Bir fragmanında "kendimi keşfettim" derken, bunu kimi yorumcular Herakleitos'un
tüm felsefesinin bir özeti olarak kabul etmişledir. Böylece
tüm evren anlayışı son kertede insanın kendisini tanıması, bilmesi yolunda
atılmış adımlara dönüşür.
- Sitenin ancak bilge kişiler tarafından yönetilmesi gerektiğini savunur.
- Evren yasalarına uygun yasaların gerektiğinde zorla toplumda itaat ettirilerek
uygulanmasını savunduğu için Yunan dünyasında en sert demokrasi
karşıtlarından biri olarak kabul edilir ve bu özelliğinden dolayı da
Platon'u etkilediği görülür.
PARMENİDES (M.Ö. 515-M.Ö. 440)
- Evren anlayışı akıl tarafından kavranabilen, adaletin ve yasanın hüküm
sürdüğü kurallı bir evren düzenidir.
- Peri Pyhseos (Doğa Üzerine) isimli eseri günümüze ulaşan fragmanlarından
biridir. Eserini, hakikati (aletheia) ve sanılan (doksa) konu alan iki
bölüme ayırmakta ve evren düzenine ilişkin üç görüş olduğunu savunmaktadır:
1- Aklı ve Dike'yi (hak-adalet) izleyenler
2- "Varlığın yok olduğunu" iddia edenler
3- "Varlığın hem var, hem yok olduğunu", yani oluşu savunanlar
- Evren ona göre biri duyu organlarımız diğeri de akılla kavranabilen iki
görünüme sahiptir. Bunlardan ilki tamamen bir yanılgıdır. Duyular bize
yokluk diye bir şeyin var olduğunu ve evrende değişimin hüküm sürdüğünü
söyler. Akıl ise yokluğu da değişimi de yadsımak gerektiğini bildirmektedir.
- Herakleitos, değişimi reddetmenin evrenin hakikatleriyle uyuşmadığını
savunurken Parmenides bunun aksine değişmenin varlığını kabul etmenin
büyük yanılgı olduğunu savunmuştur. Parmenides'e göre hakikatin
bilgisi evrendeki değişmezlikten elde edilebilir ve bu da duyu organların
yanılgısından sıyrılarak akılla kavranabilir, iki düşünür birbirlerine zıt istikamette
duyuların değişim ve değişmezlik konusunda yanılgılar yarattığını
ifade etmişlerdir. Bu tartışma, felsefe tarihinin de ilk en tipik polemiklerinden
biri olmuştur.
- Evrene duyularla değil, akılla bakıldığında her yerde bir ve aynı değişmezlik
bulunabilir.
- Düşünce tarihinde akıl yürütme disiplinini ilk kez açık biçimde kullanan
düşünür olmuştur.
Varlık Anlayışı:
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığı düşüncesini kanıtlamak açısından
varlık anlayışında her şeyi kaplayan bir kütle fikri vardır. Oluş için,
oluşacak olanın daha önceden olmamış olması, yani yok olması gerekir
(hareketin olması için boşluğun olması gerekir, ancak o da yoktur). Bu
yüzden de hareket ve oluş söz konusu olamaz. Var olan hiçbir şey hiçbir
zaman hiçbir süreçte "yok olma" durumunda olamaz.
- Varlık var olmayanlardan meydana gelmez ve ona indirgenemez. Varlık
zorunluluktan "bir" ve "öncesiz-sonrasız" olmalıdır.
- Varlık her yerde kendisine özdeştir ve bütün bu özellikleriyle, her köşesi
merkeze eşit uzaklıkta olan kusursuz bir küreyle karşılaştırabilir. Ancak
bu nitelik aslında evrenin sonlu bir yapı olduğu anlamına gelir. Böylece
varlık, zaman bakımından başlangıçsız ve bitimsiz olmakla birlikte,
uzam bakımından sınırlı ve sonludur. Ancak Parmenides, sonsuzluğu
eksiklik olarak görmektedir. Sonsuzluğu, hiçbir zaman tamamlanamayan
bir belirsizlik düşüncesini taşıması Pythagorasçılardan (evrenin ilk
maddesi kabul ettikleri pneumanın sınırsız ve eksikli bir yapı olduğunu
düşünmeleri) etkilendiğini göstermektedir.
- Evrende yokluğun ve değişimin olmadığını kanıtlamak için akıl yürütmeler
öne sürer. Varlığın yer kaplama, yokluğunsa boşluk olduğunu kabul
eder.
- En yüksek hakikat olarak gördüğü değişmez varlığı "Bir" diye adlandırır.
Bütün evren, kusursuz küre görünümündeki Bir'den ibarettir. Yunanlılar
değişimi eksiklikle ilişki gördüklerinden Bir'in eksiksiz, kusursuz yapı düşüncesinde
ise hiçbir değişime ihtiyaç yoktur.
- Parmenides'in düşüncesinde varlık ve düşünce, varlık ve dil, bir ve aynıdır.
"Kusursuz varlık" öğretisini insan düşüncesinin işleyişi ile ilişkilendirerek
düşünce ile varlığın aynı şey olduğunu savunmuştur. Bu yüzden
bir şey hakkında düşünmek için o şeyin öncelikle var olması gerekir fikri
vardır. Düşünce varlıktan başka bir şeyin düşüncesi değildir. Tek değişmez
varlık vardır, o da değişmeyen varlık olan Bir'dir.
ÜNİTE 4
EMPEDOKLES, DEMOKRİTOS,
KSENOPHANES, ANAKSAGORAS
Ünite ite ilgili bilgi:
Bu ünitede, Empedokles'in felsefi görüşlerini ve dört neden
öğretisini açıklayabilmek, Demokritos'un atomculuğunu tartışabilmek, 1 7
Ksenophanes'ın Yunan tanrı bilimindeki yerini kavrayabilmek ve Anaksagoras'ın
felsefi görüşleri ile Nous anlayışını tartışabilmek amaçlanmaktadır. Finaf-Bütünieme
EMPEDOKLES (M.Ö. 490-430)
- Parmenides'ten etkilenmiş, onun varlığa ve BİR'e ilişkin görüşlerini büyük
ölçüde benimsemiştir.
- Varlığın belli bir zamanda meydana gelmediğini ve sonradan da ortadan
kalkmayacağını savunmuştur.
- Parmenides gibi evrende boşluk olamayacağını düşünür. Ancak temel
felsefi amaçlarından biri Parmenides'in değişmez varlık anlayışı ile evrendeki
reddedilemez değişim olgusunu uzlaştırması bakımından da ondan
ayrılır.
- "Oluş" hakkında yeni öneri ortaya koyar: Ne meydana gelmektir ne de
yok olmaktır. Meydana gelme ve yok olma'yı Parmenides'in varlığın içindeki
bazı temel unsurların birleşmesinden ya da ayrıştırmasından ibaret
görür. Empedokles dört unsurun ya da dört elementin (toprak, su, hava
ve ateş) birbirleriyle çeşitli şekilde karışımından evrendeki tüm var olmaların
ve hareketin meydana geldiğini düşünmüştür. Kendisinden önceki
tek unsurla evreni açıklayıcı felsefelerin sorunlarını böylece bu dört unsurun
da aynı derece belirleyici olduğunu belirterek sorunu aşmaya çalışmış
ve felsefe tarihinin en uzun ömürlü öğretisini (kendisinden sonrakiler
tarafından da kullanılacaktır) ortaya koymuştur.
- Bu dört unsurun nitel açıdan bir diğerine dönüşmesi mümkün değildir.
Değişim nicel boyutta, çeşitli oranlarda, sayılarda ve şekillerdeki kombinasyonlar
sonucunda meydana gelmektedir. Kimi düşünürler Empedokles'in
bu dört unsurunu Homeros'a kadar götürebilmektedir. Bu dört unsur
felsefe tarihinde genellikle, birbirine indirgenememelerinden dolayı
"çoğulcu maddecilik" olarak nitelendirilmektedir.
- Evrendeki tanrısallığı akılla ilişkilendirmiş, evrendeki her şeyin kendine
göre bir aklı olduğunu savunmuştur. (Her şeyin bir ruhsallık, akıl ya da
canlılık taşıyarak evrensel unsurları kardeşlik mayasında birleştirmeye
çalışan Pythagorasçı düşüncenin bir yansıması olduğu düşünülmektedir).
- Moira düzeninden akıl esaslı evren düzenine geçişte önemli bir aşama
olmuştur.
- Parmenides'in Varlık'ın kendisinde değişimin olmayacağı yönündeki düşünceyi
dört temel unsurun da kendi içinde değişemeyeceği düşüncesinde
etkili olmuştur. Bu dört unsur bu haldeyken değişim nasıl olmaktadır?
: Kendilerinde hareket yoktur ancak hareket ettirilmektedirler. Maddeden
bağımsız, kozmik bir güç olarak iki hareket ilkesi benimsenmiştir.
Bunlar hareketi meydana getiren SEVGİ (philotes, Aphrodite) ve NEFRET'tir
(Neikos, Kotos). Sevgi, temel dört unsuru sonsuz bir dönüşüm
içerisinde birleştirirken, Nefret ayrıştırır. Evrendeki tüm oluş ve değişim,
bu iki ilke doğrultusunda bir araya gelerek ya da ayrışarak meydana gelmektedir.
- Şeylerin Sevgi yoluyla birleşmelerinin doruk noktası, Nefretin tamamen
ortadan kalktığı ve evrendeki formların eksiksizce karışıp mükemmel birlik
haline geldikleri tanrısal bir esenlik durumudur. Evren düzeni ise birbirine
zıt olan bu dört unsurun tam orta noktası, ideal bireşimi olarak görmüştür.
(Parmenides'in andıracak şekilde, bu tanrısal birlik durumunu
Empedokles "küre"(sphairos) olarak adlandırmıştır).
- Evrendeki her şey keyfi değil, bir zorunluluk sonucu oluşmaktadır. Bu
zorunluluğu "Ananke" sözcüğü ile anmıştır ancak bu zorunluluğun evren
için kaçınılmaz bir kader mi (moira) ya da belli bir amaca ulaşmak için
ereksel (telos) bir güdü müydü pek net değildir.
- Bilgi için, kendi çağdaşları gibi duyuların sağladığı bilgiden kuşku duymuştur
(Aklı duyuların önüne geçirmiştir). Evrene duyularıyla yaklaşan
biri, var olma ya da yok olma gibi olgularla düşünmeye başlayacağını,
ama akıl yolu ile yaklaşanın evrenin, dört elementin Sevgi ve Nefret yolu
ile bir araya gelmelerinden veya dağılmalarından ibaret olduğunu görebileceğini
savunmuştur.
- Ruh anlayışı Pythagorasçılara dayanmakla birlikte onun ruh anlayışını
kendi özgün öğretisi çerçevesinde ele almıştır. Ruhun da dört temel unsurun
belli bir terkibinden meydana geldiğini ortaya koymuştur. Pythagorasçılar
gibi ruhu bedenden ayırmaz. Ruh göçünü savunur. Madde dünyasının
üzerinde ikinci ve daha yüksek bir mutlu ruhlar (daimones) dünyasının
bulunduğunu, bu dünyanın da günahlarla kirlenmemiş ölümsüz
ruhların sonsuza dek yaşadığı bir dünyadır. Kirlenmişler ise bir bedenden
başka bedene geçip duranlardır. Böylece dünyayı insan ruhu için
düşüş alanı olarak görmüştür ve yüksek âleme erişme amacı gütmüştür.
Ruhu, Tanrıdan uzaklaşan ve yine ona dönmeyi arzulayan bir sürgün
hali olarak kabul etmiş ve tüm insanların bunun için Sevgi tanrıçası Aphrodite'e
tapmalarını önermiştir.
DEMOKRITOS (M.O. 460-360)
- Empedokles'in "çoğulcu maddecilfk" anlayışının üzerine, daha tutarlı ve
bütünlüklü olarak "atomculuk" şeklinde adlandırılan görüşler bina etmiştir.
Demokritos'un atomculuğu, Parmenides'in varlık anlayışı olan boşluğu
ve oluşu reddeden, mantıksal içerikli akıl yürütmelerle doğa dünyasını
baştan sona mantıksal bir içerikle kavrayan bakış açısından önemli izler
taşır. Ancak Parmenides'ten boşluğun yani yokluğun varlığını kabul
etmesi bakımından ondan ayrılır. Atomculuk anlayışında doğa düzenini
Elea mantığının etkilerinden korumaya yönelik girişimde bulunmuş olması
ise onu Parmenides'e yaklaştırır.
- Demokritos'a göre evrendeki her şey, kendi içlerinde hiçbir boşluk içermeyen,
yine kendi içlerinde değişmez ve parçalanmaz olan, sonradan
var olmamış ve yok olmayacak olan bazı temel unsurlardan oluşmaktaydı.
Bu unsurlara "parçalanmaz", "bölünmez" anlamına gelen "atom" adını
vermiştir. Atomlara atfettiği tüm özellikler Parmenides'in varlığa atfettiği
özelliklerle aynıdır. Ancak Parmenides'in birciliğinin (monizm) tersine
parçalanmaz atomların sonsuz sayıda olduklarını ileri sürmüştür. Aslında
atomculuğun kurucusu Pythagorasçılardan etkilenen Leukippos'tur.
- Demokritos'a göre atomlardan ve boşluktan başka bir şey yoktur. Tüm
evren düzeni, boşlukta birbirleriyle birleşen ve birbirlerinden ayrışan
atomlardan ibarettir. Tüm oluş onların bir araya gelip dağılmalarıdır. Evrendeki
her şey, onların oluşturdukları farklı bireşimlerden ibarettir. Böylece
hareketi de maddeden ve varlıktan ayrı tutmayarak Empedokles'ten
ayrılmış ve hareketi maddeye yüklemiştir.
- Atomların hareketi rastlantısal değildir, evrendeki her şey bir zorunluluğa
bağlı olarak olup bitmektedir. Birbirlerine benzeyen atomlar zorunlulukla
bir araya gelmekte ve biçimlerine göre hareket şekli almaktadırlar
(örneğin köşeli yapılardaki atomlar daha yavaş hareket ederken yuvarlak
yapılı atomlar daha hızlı hareket edebilir). Bu anlayış mekanik hareketi
akla getirmektedir. Atomların hem fiziksel hem mantıksal/geometrik
özelliklere sahip olduğunu ifade etmiştir. Fiziksel özellikler ikincildirler
(renk, koku, şekil gibi görünür veya hissedilir) ve duyulara hitap ederler.
Mantıksal/geometrik özellikler ise ancak akılla kavranabilirler ve atomların
değişmezliklerinden sorumludurlar. Bu noktada ayrı iki evren değil,
tek evrenin bize hitap eden iki yönü söz konusudur. Böylece değişim ve
değişmezlik arasındaki tartışmaya da kendince bir çözüm getirmiş oluyordu.
- Demokritos'a göre ruh bile atomların oluşturduğu bir birleşimden ibarettir.
Ancak ruhu oluşturan atomlar çok daha ince ve yuvarlak yapıda olduğundan
diğerlerine göre daha hareketlidirler. Bu anlayışta ruh elbetteki
ölümsüz değildir çünkü beden ölünce ruh atomları da kendiliklerinden
dağılıp ölmektedirler.
- Evren düzeninde doğanın tanrısallıkla ya da canlılıkla olan bağı kopartılmış
ve ayrı iki kategori olarak düşünülmüştür. Zira ruhsallık maddede
biçim kazanan bir yapı değil, bizzat maddeden (atomlardan) oluşan ayrı
bir yapıdır. Hareket ise maddenin kendiliğinden bir şey değil, maddeler
ya da atomlar arasında bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Hareket,
maddeler arasında itilim ya da çekilim gücüdür.
- Dil ile nesne arasındaki organik ilişkiyi koparmıştır. Adların nesnelere
keyfi olarak sembolleştirmek amacıyla verildiklerini ve adın nesneye doğal
olarak ait olmadığını ilk kez açıkça dile getirmiştir. Böylece dil-varlık
ilişkisini geri dönmemecesine koparmıştır. (Bu anlayış Sofistleri ve Platon'u
etkilemişti).
- Ahlak ve toplum düzeninde en büyük iyiliğin ruhun duruluğunda, ruhun
sevincinde (euthymie) ve mutluluğunda (udaimonie) bulmuştur. Bunlara
ise belli zorunlulukla işleyen doğaya göre yaşamakla ve ölçülükle erişilebilir.
Doğa düzenine göre bir hayatı ortaya koyması kader inancını da
ikinci plana itmiştir. Bununla birlikte hazzı reddetmemesi Platon'u da etkilemiş,
diğer düşünürler gibi yasalara saygınlığı önemsemiş, yasanın
da yeterli olmayıp insanların yasalara uymaya yöneltecek ölçü ahlakının
da tamamlanması gerektiğini düşünmüştür.
KSENOPHANES (M.Ö. 570-480)
- Çağdaşları gibi evrenin nasıl oluştuğu ve ana maddenin ne olduğuna
ilişkin konulardan çok Yunan dünyasının geleneksel tanrı anlayışına
(Homerik-Hesiodik Olimposçu çok tanrı düzeni) felsefedeki belki de en
etkili eleştiriyi yöneltmiş ve onun yerine "hep göz, hep düşünme, hep kulak"
olarak özetlediği kozmik ölçekte bir güce sahip tanrısallık önermiştir.
Farklı toplumlarda farklı tanrıların olmasını eleştirmiş ve felsefi içerikli
ve evrensel bir tanrısallık anlayışı geliştirmiştir. Bu aynı zamanda evreni
tek bir ilke ile açıklama eğilimine de uygun bir tutum sayılabilir.
- Ksenophanes'in ortaya koyduğu Tanrı anlayışı, kozmolojik-ontolojik olmanın
yanı sıra hem sosyal ve ahlaki bir içeriğe bürünen hem de insan
biçimli unsurlardan ayıklamayı amaçlayan bir karaktere sahiptir. Tanrının
evrensel unsurları düşünmeyle kımıldatıp düzenlediğini söyleyerek akıl
kavramını teolojiye sokan isim olmuştur.
- Ksenophanes'in geliştirmiş olduğu tanrı anlayışı Milet düşünürlerinin biriktirmiş
olduğu düşünsel altyapıya dayanır. Sözgelimi Anaksimandros
arkhe olarak ortaya koyduğu apeiron'a Homerik tanrıların bir özelliği
olan ölümsüzlüğü atfederek, onu bir anlamda kozmik düzenin egemen
tanrısallığı olarak görmekteydi. Ksenophanes ise mitoslarda ortaya konulan
tanrısallık anlayışı ile filozoflar tarafından geliştirilen tanrısallık anlayışları
arasında bir sentez yapmayı amaçlamıştır. Olimposçu düzende
Zeus'un giderek ağırlık kazanması aynı zamanda Ksenophanes'in de
"en güçlü tanrı" öngörmesini besleyen bir altyapı sunuyordu.
- Ksenophanes'te tanrının evren içindeki konumu belirgin olarak verilememiştir.
Tanrıya sadece evreni kıpırdamadan akıl gücüyle hareket ettirme
gücü atfedilmiştir.
- Evren düzenini maddi temelde kavramıştır. Kimi yorumcular onun toprağı
ve suyu evrenin arkhesi olarak ortaya koyduğunu, kimi yorumcular da
onun tanrının evrenin birliği ve bütünlüğünü sağlayacak şekilde ortaya
koyduğunu ifade ederek panteist olduğunu iddia etmişlerdir.
- Ksenophanes'e göre insan tanrıya ve evrene ilişkin kesin bilgiye erişemez.
Kesin bilgi tanrıya hastır. Tanrı bilgisi, insan bilgisinden bedensel
organların yardımı olmaksızın tanrısal akıl yolu ile "bütün olarak" kavrama
özelliğinden dolayı ayrılır,
- Tanrının, iyi, kötü, ahlak, adalet gibi insani yönlerle ilgili bir tanrının öncülüğünü
yapmış olması kendisinden sonrakileri de etkilemiştir.
ANAKSAGORAS (M.Ö. 500-428)
- Pek çok Yunan düşünürü gibi iyonya kökenlidir; ancak yaşadığı dönemde
siyasi, kültürel ve düşünsel bir merkez haline dönüşen Atina'ya yerleşmiş,
felsefenin bu kentte etkinlik kazanmasını sağlamış ve Atina'yı
neredeyse tek başına idare etmekte olan Perikles'e dostluk ve hocalık
yapmıştır.
- Empedokles gibi dört temel unsurdan herhangi birinin diğerine dönüşme
imkanını reddetmektedir (örneğin ateşin suya dönüşemeyeceği düşüncesi).
- Evrende bir hareket ve dönüşümün olduğunu kabul etmekle birlikte
"oluş" ve "yok olma"yı reddetmiştir.
- Empedokles'in evreni dört unsurla açıklama çabasının tersine, evrenin
sonsuz sayıda unsurdan meydana geldiğini düşünmüştür. Bu sonsuz
sayıdaki unsuru "spermata" (tohum) sözcüğü ile ortaya koymuştur. Tüm
görünür evren sonsuz sayıdaki spermatanın (birbirlerinden koku, renk
ve şekil vb. bakımdan farklı olan) çeşitli şekillerde birleşmesinden (Empedokles'in
dört unsurunu bile) meydana gelmiştir. Evreni meydana getiren
tözlerin sonsuz sayıda olmasını belirtmesi, onu Empedokles ve Demokritos
gibi "çoğulcu maddeciler" safına yerleştirmiştir.
- Sonsuz sayıdaki spermata, Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcındaki
"kaos" durumunda birbirleri üzerinde üstünlük kurmadıkları ve birbirine
tam karışmış şekildedirler. Her şey, her şeydeydi ve bu kaotik ortamda
şeyleri diğerlerinden ayıran henüz ayırıcı bir nitelik yoktu. Kaotik durumdan
çıkışı ve kosmosa (düzen) dönüşü sağlayan güç ise kozmik ölçekte
ve tanrısal nitelikli bir aklı ifade eden "Nous"tur (Akıl).
- Demokritos'un hareketi maddeden ayrı bir ilke olarak ele alan anlayışını
benimsemiş ve Empedokles'in iki hareket ilkesi yerine tek ilke ile açıklamaya
gitmiştir. Anaksagoras, Nous'u, yani aklı evrenin oluşunu ve tüm
düzenini sağlayan güç olarak sunan ilk filozof olarak kabul edilmektedir.
- Nous'un temel etkinliği başlangıçta kaotik durumda olan şeyleri birbirlerinden
ayrıştırarak düzenlemektir. Ancak Nous'un şeylerin ayrılmasına
yönelik yönlendirici gücü bütünüyle yeterli olamayabilir. Bundan dolayı
da evrende hiçbir şey saf ve arı halde değildir. Her şeyde her şeyden bir
miktar ay bulunmaktadır. Örneğin evrende arı toprak, su ya da ateş bulunmaz.
Bunlar daima birbirleriyle bir miktar karışmış durumdadır. Bu kuralın
tek istisnası Nous'tur. Zira bazı şeyler Nous'tan bir miktar pay taşısalar
da, Nous'un kendisi yalın ve katıksız haldedir.
- Her şeyin başka bir şeyden bir miktar pay taşırken nasıl birbirlerinden
farklı görünüme sahip olduğuna yönelik olarak da o şeyde "baskın niteliğin"
yüksek olmasını gerekçe göstermiştir. Baskın nitelik aslında "üstün
nitelik" olarak düşünülmüştür. (Örneğin bir şeyin altın olma sebebi, altın
olma niteliğinin onda baskın biçimde bulunuyor oluşundandır. Modern
bilimde genetikte kullanılan baskın ve çekinik genler de bu ilkeyi anlamak
için yardımcı olabilir).
- Ruhu bedenden, aklı maddeden kesin bir biçimde ayıran ve biri duyularımıza
hitap eden, ötekisi yalnızca akılla kavranabilen iki alem öngören
anlayışa "metafizik ikicilik" (metafizik düalizm) denilmektedir. Anaksagoras'ın
Nous'u spermatalardan (maddeden) ayırması, bazı yorumculara
göre metafizik öncülüğün öncüsü olduğuna yönelik değerlendirmelere
yol açmıştır. Bazı yorumculara göre de Nous'un bazı maddelerde bulunması,
düşünen-maddenin varlığına işaret etmektedir. Bu anlayış Nous'u
en küçük madde parçacıklarından kosmostaki kozmik akla (logos) ve
Herakleitos'un ateşe yüklediği işleve kadar sirayet edebilmektedir.